Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük G Sayfa 17

    gemlemek * (hayvanın) Ağzına gem takmak.
    * Aşırı istek ve davranışlara engel olmak, frenlemek.
    gemlenme * Gemlenmek işi.
    gemlenmek * Gemlemek işi yapılmak veya gemlemek işine konu olmak.
    gen * Geniş.
    * Üçgen, dörtgen gibi geometri terimlerinde “kenarlı” anlamıyla kullanılmıştır.
    gen * Bir süre sürülmeyerek boş bırakılmış(tarla).
    gen * İçinde bulunduğu hücre veya organizmada özel bir etkisi olan, kuşaktan kuşağa ve hücreden hücreye geçen
    kalıtımsal öge.
    gencecik * Çok genç.
    gencelme * Gencelmek durumu.
    gencelmek * Gençleşmek.
    genç * Yaşı ilerlememişolan ihtiyar karşıtı.
    * (bitki, hayvan için) Gelişmesini tamamlamamışolan.
    * Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç.
    * Zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy.
    * Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan.
    genç irisi * Yaşına göre çok serpilip büyümüş.
    gençleşme * Gençleşmek işi.
    gençleşmek * (bir kuruluş) Genç üyelerle yenileşmek.
    * Genç görünmek.
    * Yeniden gençlik ve canlılık kazanmak.
    gençleştirilme * Gençleştirilmek işi.
    gençleştirilmek * Gençleştirmek işi yapılmak.
    gençleştirme * Gençleştirmek işi.
    gençleştirmek * Yeniden gençliğine ve dinçliğine kavuşturmak.
    * (bir kuruluşu) Genç üyelerle canlandırmak.
    * Genç göstermek.
    gençlik * Genç olma durumu, ihtiyarlık karşıtı.
    * İnsan hayatının ergenlikle orta yaşarasındaki dönemi.
    * Genç insanların bütünü.
    * Genç bir kimsenin tutumu.
    gençten * Genç sayılan (kimse).
    gene * Yeniden, bir daha, yine, tekrar.
    * Öyle de olsa; öyle olmasına karşılık.
    * Öylesi de.
    gene de * öyle olduğu hâlde, rağmen.
    genel * Bir şeye veya bir kimseye özgü olmayıp onun bütün benzerlerini içine alan, umum.
    * Ayrıntıları göz önüne alınmayarak bütünü bakımından ele alınan.
    * Genişyetkileri olan bazıresmî görevlerin adında yer alır.
    * Herkesin yararlanabileceği (yer, nesne).
    * Bir genelleme sonucunda elde edilen.
    genel af * Kamu yararına uygunluğu anlaşıldığında belli bir veya birkaç suç çeşidi için yapılan kovuşturmaların
    durdurulması, verilmiş cezaların kaldırılmasıveya azaltılması.
    genel başkan * Bir kurum veya kuruluşun idaresinden bütünüyle sorumlu olan kimse.
    genel başkanlık * Genel başkanın işi veya mesleği.
    genel bütçe * Yıllık gelir ve gider kalemlerinin hepsini kapsayan bütçe.
    genel coğrafya * Yeryüzünün her türlü coğrafya olaylarınıayrıayrı olarak araştıran; doğuşunu, işleyişini, yayılışını inceleyen
    coğrafya bilimi.
    genel dil bilimi * Dilin yapısını, gelişme ve değişmesini karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim dalı.
    genel ev * Genel kadınların erkek kabul ettikleri ev, kerhane, umumhane.
    genel gider * Bir işin üzerinde görülmeyen ama yapımı için gerekli olan yardımcı giderler toplamı.
    genel görünüm * Bir yerin, bir olayın dıştan görünümü.
    genel görünümlü * Dıştan görünüşlü.
    genel görüşlü * Görüşü genişolan.
    genel görüşlülük * Genel görüşe sahip olma, görüşü genişolma.
    genel görüşme * Toplumla veya devletin faaliyetleriyle ilgili konuların Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulunda
    görüşülmesi.
    genel grev * Grevin bütün işçi kesimince uygulanması.
    genel kadın * Fuhşu meslek edinmişkadın.
    genel kurul * Bir kuruluşta bütün üyelerin katılmasıyla yapılan toplantı.
    genel kütüphane * Bütün alanlarda yazılmışve yayımlanmışkitapları, süreli yayınlarıve belgeleri bünyesinde toplayan
    kütüphane, umumî kütüphane.
    genel müdür * Bir kurum veya kuruluşta idarenin en üst düzeydeki sorumlusu.
    genel müdürlük * Genel müdürün yetkisi ve makamı.
    genel ölçek * Fazla ayrıntıya girmeden yapılan ölçüm.
    genel sekreter * Bazıkamu kuruluşlarında veya büyük özel kuruluşlarda yönetim işlerini yürüten görevli.
    genel sekreterlik * Genel sekreterin yetkisi ve makamı.
    genel uygunluk bildirimi * Umum mutabakat beyannamesi.
    genel yazman * Genel sekreter.
    genel yetenek * Ölçüleri yeteneklerin ortalamasısayılan yetenek.
    genel zekâ * Bireyin belli, özel veya bağımsız yeteneklerinden ayrı olarak, karşılaştığı genel durumlara uymadan
    gösterdiği yetenek veya güç.
    * Zekâ testleriyle ölçülen değişik yetenek ve güçlerin birleşimine verilen ad.
    geneleme * Bir düşüncenin başka başka sözlerle yeniden anlatılması, tamim.
    genelge * Yasa ve yönetmeliklerin uygulanmasında yol göstermek, herhangi bir konuda aydınlatmak, dikkat çekmek
    üzere ilgililere gönderilen yazı, tamim, sirküler.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 11

    gece yarısı * Güneşin batması ile doğmasıarasındaki sürenin ortası.
    * Gecenin ilerlemiş saatleri, gecenin ortası.
    gece yatısı * Geceyi bir yerde konuk olarak geçirme.
    gece yayı * Güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk altında kalan parçası.
    gececi * Çalışma sırası geceye rastlayan görevli.
    geceki * Gece olan, gece yapılan.
    gecekondu * Yasa dışı, gizlice yapılan küçük konut.
    * Acele ile yapılıvermiş, derme çatma yapı.
    gecekondu gibi * derme çatma yapılmışolan (yapı).
    gecekonducu * Gecekonduda oturan kimse.
    * Gecekondu yapıp satan kimse.
    gecekondulaşma * Gecekondulaşmak işi.
    gecekondulaşmak * Gecekondu sayısıçoğalmak, gecekondularla dolmak.
    geceleme * Gecelemek işi.
    gecelemek * Geceyi bir yerde geçirmek.
    geceler gebedir * her sabah uyandığımız zaman yeni yeni olaylarla karşılaşırız.
    geceleri * Gece vakti.
    * Her gece.
    geceleyin * Gece vakti.
    geceli * “Hem gece hem gündüz, sürekli, aralıksız” anlamındaki geceli gündüzlü deyiminde geçer.
    geceli gündüzlü * Sürekli, durmaksızın.
    gecelik * Geceye özgü olan, gece kullanılan.
    * Yatakta giyilen giysi, gömlek.
    * Bir gece için ödenen ücret.
    gecesefası * İki çeneklilerden, gece açan küçük kokulu çiçekleri olan, otsu bir bitki (Mirabilis jalapa).
    gecesefası giller * Örnek bitkisi gecesefası olan bir bitki.
    geceyi gündüze katmak * aralıksız, gece gündüz çalışmak, büyük çaba göstermek.
    gecikilme * Gecikilmek durumu.
    gecikilmek * Gecikmek işi yapılmak.
    gecikiş * Gecikmek işi veya biçimi.
    gecikme * Gecikmek işi, teehhür, rötar.
    gecikmek * Geç kalmak, herhangi bir işi kararlaştırılan zamandan sonra yapmak.
    gecikmeli * Gecikmesi olan, tehirli, rötarlı.
    gecikmesiz * Gecikmesi olmayan.
    geciktirilme * Geciktirilmek işi veya durumu.
    geciktirilmek * Gecikmesine yol açılmak.
    geciktirim * İzleyiciye herhangi bir olayın ortaya çıkacağınısezdirmek, fakat sonucu durmaksızın geciktirerek onu
    sürekli bir bekleme, gerginlik, sıkıntı içinde bırakmak biçimindeki anlatım.
    geciktirme * Geciktirmek işi, tehir.
    geciktirmek * Gecikmesine sebep olmak, tehir etmek.
    geç * Kararlaştırılan, beklenen veya alışılan zamandan sonra, erken karşıtı.
    * Belirli zamandan sonra olan.
    -geç * Bkz. -gaç / -geç.
    geç (veya geç efendim!) * kulak asma, önem verme.
    geç kalmak * vaktinden sonra davranmak, gecikmek.
    geç olsun da güç olmasın * çeşitli engellerle gerçekleşmeyen işlerde avunmak için söylenir.
    geççe * Biraz geç olarak, geç saatlere yakın.
    geçe * (herhangi bir saat başını) Geçerek, geçerken.
    geçe * Karşılıklı iki yandan her biri, yaka.
    geçek * Çok geçilen yer, işlek yol.
    * Küçük tahta köprü.
    geçeli * Geçesi (II) olan.
    geçen * (hafta, ay, yaz, kışgibi zaman anlatan sözlerle) Bir önceki.
    * Belirsiz bir süre önceki, birkaç gün önceki.
    geçende * Ne kadar geçtiği belli olmayan yakın bir zaman önce.
    geçenek * Bkz. koridor.
    geçenlerde * Yakın bir geçmişte, yakında.
    geçer * Yürürlükte bulunan, geçerliği olan, kullanılan.
    * Beğenilen, makbul, mergup.
    * Sınıf geçme durumu.
    geçer akçe * herkesçe, aranan, beğenilen, muteber.
    geçer akçe * Herkesçe, aranan, beğenilen, muteber.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 12

    geçerleme * Geçerlemek işi.
    geçerlemek * Geçmesini sağlamak.
    geçerletme * Geçerletmek işi.
    geçerletmek * Geçer duruma getirtmek.
    geçerli * Yürürlükte olan, uygulanan, muteber.
    * Beğenilen, tutulan, sürümü olan.
    geçerlik * Yürürlükte olma, değerini sürdürme durumu, revaç.
    * Sürümü olma durumu.
    geçerlilik * Geçerli olma durumu, geçerlik.
    * Bir kavramın, bir yargının, mantık veya anlamıve değeri bakımından onaylanabilir olması.
    geçersiz * Yürürlükten çıkarılmış, hükümsüz.
    geçersizleşme * Geçersiz duruma düşme.
    geçersizleşmek * Geçersiz duruma düşmek, geçerliğini yitirmek.
    geçersizleştirmek * Geçersiz duruma getirmek.
    geçersizlik * Geçersiz olma durumu, hükümsüzlük.
    geçgeç * Seyredilecek uygun bir program aramak amacıyla televizyon kanallarınıtarama, zaping.
    geçgeç yapmak * geçgeçlemek.
    geçgeçleme * Geçgeçlemek işi veya durumu.
    geçgeçlemek * Televizyon kanallarınıaramak veya taramak, zaping yapmak.
    geçgin * Geçkin.
    geçici * Çok sürmeyen.
    * Kısa ve belli bir süre için olan, geçeğen, muvakkat, palyatif.
    * Bulaşan, bulaşıcı.
    * Yaya, yoldan veya karşıdan karşıya geçen, yolcu.
    geçici madde * Yasa, tüzük ve yönetmeliklerde belirli bir süre geçerli olan madde.
    geçicilik * Geçici olma durumu.
    geçiliş * Geçilmek işi veya biçimi.
    geçilme * Geçilmek işi.
    geçilmek * Geçmek işi yapılmak.
    * Bırakmak, terk etmek.
    geçilmemek * bol veya çok, aşırı olmak.
    geçim * Geçinmek işi, geçinme araçları, geçinme, maişet.
    * Anlaşma, uyuşma.
    geçim derdi * Geçim sıkıntısı.
    geçim dünyası * Kişinin kendi çıkarlarınıdüşünmesi gerektiğini belirtmek için kullanılır.
    geçim kapısı * Yaşamak için gereken kazancın sağlandığı işyeri.
    geçim sıkıntısı * Geçinmede çekilen güçlük.
    geçim yolu * Yaşamak için gereken kazancı sağlama aracıveya çaresi.
    geçim zorluğu * Geçim sıkıntısı.
    geçimini doğrultmak * geçinmek için para kazanmak.
    geçimli * Çevresindekilerle iyi geçinen.
    geçimlik * Yiyecek parası, nafaka.
    geçimlilik * Geçimli olma durumu.
    geçimsiz * Çevresindekilerle iyi geçinemeyen, kavga çıkaran, huysuz, şirret.
    geçimsizleşme * Geçimsiz olma.
    geçimsizleşmek * Çevresindekilerle iyi geçinememek.
    geçimsizlik * Geçimsiz olma durumu.
    geçindirme * Geçindirmek işi.
    geçindirmek * Geçinmesini sağlamak.
    geçinilme * Geçinilmek durumu.
    geçinilmek * Geçinmek işi yapılmak.
    geçinim * Geçinmek işi.
    geçinip gitmek * çok iyi değilse de şöyle böyle geçinmek.
    geçinme * Geçinmek işi.
    geçinme endeksi * Belirli bir sosyal grubun ortalama yaşama düzeyini sürdürebilmesi için yapması gereken giderleri izleyen
    fiyat indeksi.
    geçinmek * Yaşamak için gerekeni sağlamak.
    * Uzlaşmak, anlaşmak.
    * Taslamak.
    * Kendi ihtiyaçlarını başkalarından sağlamak.
    * Ölmek.
    geçinmeye gönlü olmamak * herhangi bir konuda isteksizliği belli etmek için kullanılır.
    geçirgen * İçinden gaz, sıvı gibi şeyleri kolaylıkla geçiren.
    * Sıvıların geçmesine elverişli (kayaç).
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 13

    geçirgenlik * Bazıcisimlerin, içlerinden başka şeyler (gaz, sıvı, akım) geçirme özelliği.
    * Saydam cisimlerin ışığı geçirme derecesi.
    * Kayaçların, sıvıların geçebilmesine karşıelverişliliği.
    geçirici * Geçirmek işini yapan (kimse).
    * Uğurlamaya gelen.
    geçirilme * Geçirilmek işi.
    geçirilmek * Geçirmek işi yapılmak.
    geçirim * Geçirmek işi.
    geçirimli * Geçirgen.
    geçirimlilik * Geçirgenlik.
    geçirimsiz * Geçirgenliği olmayan.
    geçirimsizlik * Geçirimsiz olma durumu.
    geçiriş * Geçirmek işi veya biçimi.
    geçirme * Geçirmek işi.
    geçirmek * Geçmek işini yaptırmak, geçmesini sağlamak.
    * Bir şeyi bir yandan öbür yana götürmek.
    * Bir şeyi bir yerden başka yere taşımak, nakletmek.
    * Tespit etmek, yazmak, kaydetmek.
    * Bir şeyi kendisine ayrılmışolan yere yerleştirmek; takmak.
    * Yola çıkan birini uğurlamaya gitmek, selâmetlemek, teşyi etmek.
    * (bir süre) Yaşamak, oturmak, kalmak.
    * Giymek, giyinmek.
    * Bir işi birden çok kişi üzerinde uygulamak.
    * (herhangi bir durumu) Yaşamışolmak, uğramak.
    * Etmek, yapmak.
    * Bulaştırmak.
    * Uğraşmak.
    * Bir ihtiyacıeldeki imkânla karşılamak.
    geçirtilme * Geçirtilmek durumu.
    geçirtilmek * Geçirmek işi yapılmak.
    geçirtme * Geçirtmek işi.
    geçirtmek * Geçirmek işini yaptırmak.
    geçiş * Geçmek işi veya biçimi.
    * Herhangi bir durumdaki değişme, intikal.
    * Resimde iki ayrırengi birbirine bağlayan ara ton.
    * Bir parça süresince bir tondan başka bir tona atlama.
    * Ses organlarının bir durumdan ötekine geçmesi.
    * Akış, sürekli oluş.
    geçişhakkı * Geçişüstünlüğü.
    geçişüstünlüğü * Cankurtaran, itfaiye, güvenlik araçlarına tanınan, yolu öncelikle kullanma hakkı.
    geçişim * Geçişmek işi, geçişme, tedahül.
    * Belirli bir işi yapma yeterliliğinin ilişkili veya bağlantılı başka bir işi yapma sonucunda artması, intikal.
    geçişli * Nesne ile kullanılabilen (fiil): Sevmek (okuma-yısevmek), görmek (ev-i görmek), kırmak (cam-ıkırmak),
    dökmek (süt-ü dökmek) gibi.
    geçişme * Geçişmek işi.
    * Yarı geçirgen bir zarla birbirinden ayrılmışiki sıvının karşılıklı geçerek birbirine karışması.
    * Yarı geçirgen bir çeperin iki yanına yerleştirilmiş, derişikliği farklı iki sıvıdan oluşan yer değiştirme olayı,
    ozmos.
    geçişmek * Birbirinin içine geçip karışmak, tedahül etmek.
    geçişsiz * Nesne ile kullanılmayan (fiil), lâzım: Gülmek, ağlamak, düşmek, gitmek, küsmek, barışmak gibi.
    geçiştirici * Tedavi edici etkisi olmayan, ağrıve sızıları geçici olarak azaltan, dindiren (ilâç vb.).
    geçiştirilme * Geçiştirilmek işi.
    geçiştirilmek * Geçiştirmek işi yapılmak.
    geçiştirme * Geçiştirmek işi.
    geçiştirmek * Gereken önemi vermemek, üstünde durmadan başından savmak.
    * Az bir zararla atlatmak, kurtulmak.
    geçit * Geçmeye yarayan yer, geçecek yer.
    * İki dağarasında dar ve uzun yol.
    geçit hakkı * Bir taşınmaz mal üzerinden diğer bir taşınmaz mal sahibinin geçmesi biçiminde doğan yararlanma hakkı.
    geçit resmi * Geçit töreni.
    geçit töreni * Bir topluluğun özel günlerde düzenli bir biçimde belli bir yerden geçmesi, geçit resmi.
    geçit vermek * geçilecek bir yeri olmak.
    geçkin * İhtiyarlamaya yüz tutmuş, geçmiş.
    * Geçmiş.
    * (bitkiler için) Gereğinden çok olgun veya solmaya başlamış.
    geçkinlik * Geçkin olma durumu.
    geçme * Geçmek işi, mürur.
    * Birbirinin içine geçirilerek tutturulan iki şeyden birinde bulunan çıkıntılıparça.
    * Çakılmış, yapıştırılmışveya lehimlenmişolmayıp gereğinde sökülebilecek biçimde parçaları birbirine takılıp
    kenetlenmişolan.
    geçme namert köprüsünden, ko aparsın su seni * namerde karşıminnet altında kalmaktansa sıkıntıya katlan.
    geçmek * Bir yerden başka bir yere gitmek.
    * Bir yandan girip öte yandan çıkmak.
    * Yol olarak kullanmak.
    * (bir duruma) Uğramak, konu olmak.
    * Bırakmak, vazgeçmek.
    * Yaşamak.
    * Bir şeyi bundan böyle yapma durumunda olmamak.
    * Olmak, vuku bulmak, cereyan etmek.
    * (hastalık için) Bulaşmak, sirayet etmek.
    * Herhangi bir durum, soya çekim yoluyla birinde görünmek.
    * Bir yeri aşmak, öbür yana ulaşmak.
    * Yerini bırakıp başka yer almak.
    * Bir konu üzerinde veya bir yerde çalışmışolmak.
    * Etki yapmak, işletmek.
    * Görev almak.
    * Kalmak, devrolmak.
    * Geride bırakmak, aşmak.
    * Tükenmek, bitmek, sona ermek.
    * Üstünlük sağlamak.
    * Söylemeden veya bitirmeden atlamak.
    * (zaman için) Aşmak, geride bırakmak, harcamak.
    * Bir müzik parçasınımeşk ederek öğrenmek, çalmak veya söylemek.
    * Birinden meşk etmek.
    * (haberi) Bir iletişim aracı ile bildirmek.
    * Sönmek.
    * Yazılmak, girmek.
    * Sürümü olmak, satılmak.
    * Konuşmada veya basında sözü edilmek.
    * Yürürlükte bulunmak, geçerli olmak.
    * Okulda, sınavda başarı göstermek.
    * Bir yere gidip oturmak.
    * (yol, araç veya akarsu için) Bir yerin yakınından veya içinden gitmek.
    * Çok bekletilmekten çürümeye yüz tutmak.
    * Sıyrılmak, kurtulmak, işin içinden çıkmak.
    * Çekiştirmek, yermek.
    * Bazıkelimelerle birleşik fiil yapar.
    geçmeli * Geçmesi olan.
    geçmelik * Bazıyerlerden geçenlerin ödemek zorunda olduklarıpara, müruriye.
    geçmez * Sahte, değerini yitirmiş, kalp.
    geçmez akçe * Değerini yitirmiş, kalp, sahte.
    geçmiş * Geçmek işini yapmış.
    * Zaman bakımından geride kalmış.
    * Çürümeye yüz tutmuş.
    * Bu güne göre geride kalmışolan zaman, mazi.
    * Arkada kalan hayat, mazi.
    * Kişinin ölmüşyakınları.
    geçmişola * “o fırsat bir daha ele geçmez” anlamında kullanılır.
    geçmişolsun * hastalık, kaza geçirenlere beklenmedik büyük bir olumsuz durumdan kurtulanlara veya hapishaneye
    girenlere söylenen iyi dilek sözü.
    geçmişzaman * Fiilin belirttiği zaman kavramının, içinde bulunduğu zamandan önceye ait olması. Türkçede bu zaman
    belirli geçmişve belirsiz geçmişolarak iki türlüdür: Ali geldi, Ahmet bu havada İstanbul ‘a gidip gelmişgibi.
    geçmişzaman görünümü * -mış- geçmişzaman eki almışfiille yardımcıfiilin veya başka bir fiilin birlikte kullanılmasından ortaya çıkan
    ve olayın tamamlanmışolduğu kavramınıveren görünüm: Gelmişolmak, gitmişolmak, vermiş bulunmak gibi.
    geçmişzaman sıfat-fiili * Geçmişzaman kavramıveren ve isim, sıfat gibi kullanılan sıfat-fiil. Türkçede bu sıfat-fiil -dik veya -miş
    ekleriyle kurulur. Bildiklerinizi anlatın. Tanıdık adam. Geçmişi saygıyla anıyoruz cümlelerindeki bildik, tanıdık, geçmiş
    birer geçmişzaman sıfat-fiilidir.
    geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler * geçmişte kalan olayların üzerinde durulmasından hiçbir yarar beklenmez.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 14

    geçmişi kandilli * Sövgü yerine söylenen bir söz.
    geçmişi kınalı * Sövgü sözü.
    geçmişi olmak * aralarında eskiye dayanan dostluk, arkadaşlık olmak.
    * aralarında kırgınlığa yol açacak bir durum geçmiş bulunmak.
    * bir durumun, daha önce geçmiş bir evresi bulunmak.
    geçmişleri * birinin ölmüşanası, babasıve yakınları.
    geçmişlerini karıştırmak * birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek.
    geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye (veya geçti Bor’un pazarı) * artık işişten geçti.
    geçtiği yoldan geçmek * daha önce aynı olaylarıyaşamışolmak, tecrübe sahibi olmak.
    geçtiği yoldan geçmek * daha önce aynı olaylarıyaşamışolmak, tecrübe sahibi olmak.
    geçtim olsun * vazgeçtim, kalsın.
    geda * Dilenci.
    * Yoksul, fakir.
    gedik * Bir düzey üstündeki yıkık, çatlak veya aralık, rahne.
    * Dağgeçidi.
    * Boşluk, eksiklik.
    * Güçlük, güç durum.
    * Eksik dişli.
    * Yarma saldırısında düşman mevzilerinde açılan yer.
    * Bir işi yapmak, bir şeyden yararlanmak yolunda verilen hak, imtiyaz.
    gedik açılmak * giderilmesi çok güç bir eksiklik veya açık ortaya çıkmak.
    gedik açmak * düşman mevzilerindeki zayıf bir noktadan girişyeri açmak.
    gedik kapamak * küçük bir ihtiyacınıkarşılamak.
    gedik kapmak * bir gelir kaynağıele geçirmek.
    gedikleri tıkamak * çıkan veya çıkacak olan zorluklarıönlemek.
    gedikli * Gediği olan.
    * Bir yerle veya işle olan ilgisini sürüp götüren (kimse), sürekli, daimî.
    * Astsubay.
    gedilme * Gedilmek durumu.
    gedilmek * Gedik olmak, gedik açılmak.
    * Bıçak, keser vb.nin ağızlarıaşınmak.
    gedme * Gedmek işi.
    gedmek * Gedik açmak, çentmek, delmek.
    geğiriş * Geğirmek işi veya biçimi.
    geğirme * Geğirmek işi.
    geğirmek * Midede toplanan gazısesle ağızdan çıkarmak.
    geğirti * Geğirirken çıkan ses.
    geğrek * Yumuşak kaburga kemikleri.
    * Kaburganın alt yanında bulunan boşluklardan her biri.
    geğrek batması * Geğrekte duyulan sancı.
    geh * Bkz. gâh.
    gehgeh * Bu söz nöbetli hastalığa yakalanmak anlamında kullanılan gehgeh tutmak deyiminde geçer.
    gel gelelim * fakat, ama, ancak.
    gel keyfim gel * büyük bir memnunluk veya alay anlatır.
    gel zaman git zaman * aradan oldukça uzun bir zaman geçtikten sonra.
    gelberi * Büyük ocaklardan ateşi dışarıçekmek için kullanılan uzun saplıdemir araç.
    * Tırmık.
    * Harman döküntülerini toplamaya yarayan araç.
    * Ağaç dallarını budamak için kullanılan eğri demir.
    gelberi etmek * aşırmak, çalmak, kendine mal etmek.
    gele * Tavla oyununda elinde kırık taşı bulunan oyuncunun attığıuygun olmayan zar.
    geleceği varsa göreceği de var * kötülük yapmaya kalkışacak olursa, karşılığınıelbette görür.
    geleceği varsa, göreceği de var * kötülük yapmaya kalkışacak olan, bunun karşılığınıelbette görür.
    gelecek * Zaman bakımından, ileride olması, gerçekleşmesi beklenen.
    * Daha gelmemiş, yaşanacak zaman, istikbal, ati.
    gelecek bilimi * Fütüroloji.
    gelecek zaman * Fiilin belirttiği zaman kavramının, içinde bulunduğu zamandan sonraya ait olması. Türkçede bu zaman
    başlıca -e, -ecek,-esi, -se, -meli ekleriyle kurulur: Gele, gelecek, gelesi, gelse, gelmeli gibi.
    gelecek zaman görünümü * Gelecek zaman sıfat-fiiliyle yardımcıfiilin birlikte kullanılmasından ortaya çıkan ve niyet kavramıveren
    görünüm.
    gelecek zaman kipi * Fiilin belirttiği zaman kavramının, içinde bulunulan zamandan sonraya ait olduğunu sınırlı bir biçimde
    gösteren kip. Türkçede bu kip -acak / -ecek ekiyle kurulur: Geleceğim, geleceksin gibi.
    gelecek zaman sıfat-fiili * İsim veya sıfat gibi kullanılan ve gelecek zaman kavramıveren fiilimsi. Türkçede bu sıfat-fiili -ecek / -esi
    ekleriyle kurulur: Akacak kan damarda durmaz. Göresim geldi gibi.
    gelecekçi * Gelecekçilik yanlısı, fütürist.
    gelecekçilik * Fütürizm.
    geleğen * Ana ırmağa karışan (akarsu).
    gelembe * Koyun yatağı.
    geleme * İki yıl sürülmeyen, boştarla.
    gelen * Gelmek işini yapan (kimse veya nesne).
    * Bir ışık kaynağından çıkıp bir aynanın yüzüne veya saydam bir cismin yüzeyine düşen (ışın).
    gelen ağam giden paşam * yönetim kimde olursa olsun benim için fark etmez.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 3

    galerici * Galeri işleten kimse.
    galeta * Fırında iyice pişirilerek kurutulan çeşitli biçimde peksimet.
    galeta unu * Galetadan veya kızarmışekmek kabuğundan yapılan un.
    galeyan * Kaynama.
    * Coşma.
    galeyan etmek * kaynamak.
    * coşmak.
    galeyana gelmek * coşmak, hiddetlenmek.
    galeyana getirmek * coşturmak.
    galeyanlı * Galeyana gelmişolan.
    gali * Alçak ve altıdüz gemi.
    * Gemilerin üst güvertelerinde ve palavralarında bulunan mutfak.
    galiba * Görünüşe göre, sanılır ki, anlaşılan.
    galibarda * Mora çalan kırmızı.
    galibiyet * Yenme, yengi.
    galip * Bir yarışma, karşılaşma, çatışma vb. sonunda yenen, üstün gelen, başarıkazanan.
    galip gelmek * yenmek, üstün gelmek.
    galiz * Kaba ve çirkin, iğrenç.
    galon * Anglosaksonların kullandığıyaklaşık 4,5 litrelik bir tür ölçü birimi.
    * Çoğunlukla akaryakıt vb. sıvımaddeleri taşımada kullanılan, silindir biçiminde, metalden büyük kap.
    * Boya sanayiinde kullanılan beşlitrelik ambalâj.
    galoş * Tabanıtahtadan yapılmışderi ayakkabı.
    * Sağlık kurumlarında ve özellikle hastahanelerde özel bölümlere girerken ayağa geçirilen ince ve şeffaf
    korumalık.
    galsame * Solungaç.
    galvaniz * “Galvanizlenecek parçanın batırıldığıerimişçinko banyosu” anlamına gelen galvaniz banyosu teriminde
    geçer.
    * Üzeri değerli madenlerle kaplanacak bir bakır levhanın batırıldığı altın, gümüşveya plâtin banyosu.
    galvaniz banyosu * Galvanizlenecek parçanın batırıldığıerimişçinko banyosu.
    galvanizci * Madenî parçaların sıcakta daldırma yöntemiyle galvanizlenmesinde kullanılan erimişçinko banyosunu
    hazırlamak ve denetlemekle görevli işçi.
    galvanize * Paslanmaktan korumak için erimişçinkoya batırılarak kaplanmış(nesne).
    galvanizleme * Galvanizlemek işi.
    galvanizlemek * Madenî bir parçayıpaslanmaktan korumak için galvaniz banyosunda erimiş çinko ile kaplamak.
    galvanizlenme * Galvanizlenmek işi.
    galvanizlenmek * Galvanizlemek işi yapılmak.
    galvanizletme * Galvanizletmek işi.
    galvanizletmek * Galvanizle kaplatmak.
    galvanizli * Galvanizlenmiş(madde).
    galvanizm * Canlı organizmalarda doğru akımın etkisi olayı.
    galvano * Elektroliz yoluyla yapılmışresim klişesi.
    galvanokoter * Elektrikle kızdırılan dağlağı.
    galvanometre * Mıknatıslı iğnede oluşan sapmaları gözlemek yoluyla elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan cihaz.
    galvanoplâsti * İçinde herhangi bir maden erimiş bulunan bir sıvıya, istenilen eşyayıdaldırıp sıvıdan elektrik akımı
    geçirmek yoluyla o eşyayı bir maden tabakasıyla kaplama işlemi.
    galvanoskop * Manyetik bir ibre yardımıyla elektrik akımının varlığınıveya yönünü gösteren cihaz.
    galvanotip * Galvanoplâsti yoluyla hazırlanan ve tipo baskıda kullanılan kabartma klişe.
    galvanotipi * Tipografik klişeleri çoğaltmada kullanılan galvanoplâsti.
    galyot * Başıve kıçıçok yuvarlak gulet tipinde, altıdüz bir gemi.
    galyum * Çok seyrek bulunan, alüminyumu andıran, yoğunluğu 5,9, atom ağırlığı69,72 olan, 29,8 C° de eriyen
    element. Kısaltması ga.
    gam * Tasa, kaygı, üzüntü.
    gam * Sekiz notanın kalın sesten inceye veya inceden kalına gitmek üzere sıralanmışdizisi. Do, re, mi, fa, sol, lâ,
    si, do veya do, si, lâ, sol, fa, mi, re, do.
    gam çekmek * tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek.
    gam yapmak * gam biçiminde deneme ve alıştırmayıçalgıveya sesle uygulamak.
    gam yememek * tasa etmemek, kaygılanmamak, üzülmemek.
    gama * Yunan alfabesinin üçüncü harfi (g).
    gama ışınları * Radyoaktif cisimler tarafından yayılan ve x ışınlarından daha kısa dalgalı olan ışınlar.
    gamaglobülin * Kanda, lenfte, safrada vb. de bulunan bir protein türü.
    gamalı * Bazıeski dinlerin ve Nazizmin sembolü olan, uçlarıYunancanın gama harfi biçiminde kırılmış(haç).
    gamba * İyi toplanmamışhalat veya zincirlerde ortaya çıkan dolaşıklık, burulma.
    gambot * Birkaç topu olan bir çeşit küçük ve hafif savaşgemisi.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 4

    gamet * Erkek veya dişi üreme hücresi.
    gametli * Gameti olan, gamet oluşturan.
    gamlanma * Gamlanmak işi.
    gamlanmak * Tasalanmak, üzüntü duymak, kaygılanmak.
    gamlı * Kaygılı, tasalı.
    * Sıkıntıveya üzüntü veren.
    gamlılık * Gamlı olma durumu.
    gamma * Bkz. gama.
    gammaz * Söz getirip götüren, arkadan çekiştiren, ara bozucu, fitneci, kovcu.
    gammazlama * Gammazlamak işi, kovlama.
    gammazlamak * Birinin yaptığı işi, söylediği sözü yermek, kötülemek, birisini yerip çekiştirmek, kovlamak.
    gammazlanma * Gammazlanmak işi.
    gammazlanmak * Gammazlamak işi yapılmak, kovlanmak.
    gammazlık * Gammazın işi, fitnecilik, kovculuk.
    gamsele * Geçirmez kauçuklu yağmurluk.
    gamsız * Üzüntüsü olmayan.
    * Olaylarıkendine dert etmeden geçiştiren, aldırışetmeyen, tasasız.
    gamsızlık * Gamsız olma durumu, tasasızlık.
    gamze * Bazı insanların çenelerinde, yanaklarında doğal olarak bulunan veya güldükleri zaman görülen küçük
    çukur.
    * Yan bakış, göz süzme, sitemli bakma.
    -gan / -gen; -kan / -ken * Fiillerden sıfat türeten ek: sıkıl-gan, üşen-gen, çalış-kan, dövüş-ken vb.
    Ganalı * BatıAfrika’daki Gana’da yaşayan veya Gana halkından olan kimse.
    gang * Bir maden cevherini, bir değerli taşısaran değersiz madde.
    * Maden cevher damarının işletilemeyen değersiz bölümü.
    gangama teknesi * Dibi tarayarak sünger avcılığında kullanılan tekne türü.
    gangliyon * Sinirlerde ve lenf damarlarında yer yer ortaya çıkan yuvarlak şişlik.
    * Merkezî sinir sistemi dışında bulunan hücre gövdelerinin oluşturduğu kitle.
    gangster * Yasa dışı işler yapan çete üyesi.
    * Herhangi bir çıkar için her türlü kötülüğü yapan kimse.
    gangsterlik * Gangster olma durumu.
    gani * Zengin, varlıklı.
    * Bol.
    gani gani * Bol bol.
    gani gönüllü * Cömert, eli açık.
    ganimet * Savaşta düşmandan zorla ele geçirilen mal.
    * Bir rastlantısonucu ele geçen kazanç veya imkân.
    * Yağma sonrasında elde kalan mal, çalıntı.
    ganyan * At yarışlarında birinciliği kazanan (at).
    * Bu at için alınan bilet.
    ganyan oynamak * bir at yarışında resmî programda yer alan atın numarasınıtaşıyan bileti alarak onun birinci gelmesi tahmini
    üzerine para yatırmak.
    gar * Yolcu ve eşya ulaşımını sağlamak için demir yolu ile ilgili birçok kuruluşun bulunduğu yer.
    garabet * Yadırganacak yönü olma, gariplik, tuhaflık.
    garaip * Görülmemiş, şaşılacak şeyler, işitilmemişolaylar.
    garaj * Otomobil, vagon gibi taşıtların konulduğu üstü örtülü yer.
    * Otomobillerin bakım ve onarımının yapıldığıyer.
    * Şehirler arasıyolcu otobüslerine hareket ve varışnoktası olarak belediyelerce ayrılan yer, otogar.
    garajcı * Otomobil, otobüs gibi taşıtları belli bir süre barındıracak kapalıyer sağlayan, gereğinde bakım ve
    onarımlarınıyaptıran işletmeci.
    garamî * Düşünceden çok, canlıduygulara ve aşka dayanan (sanat eseri).
    garanti * Güvence, inanca, teminat.
    * Kesinlikle, kesin olarak, ne olursa olsun.
    garanti etmek * o şeyle ilgili olarak güvence vermek.
    * bir işin gerçekleşmesi için gerekli önlemleri almak.
    garanti vermek * güvence altına almak.
    garantileme * Garantilemek işi.
    garantilemek * Bir işin gerçekleşmesi için gereken önlemleri almak, sağlama bağlamak.
    garantili * Garantisi olan, güvenceli.
    garantisiz * Garantisi olmayan, güvencesiz.
    garantör * Güvence veren ve bunun gerçekleşmesini gözeten ve denetleyen kimse, kuruluşveya devlet.
    garaz * Hedef, amaç, maksat.
    * Birine karşı güdülen kötülük etme isteği, kin, düşmanlık.
    garaz (veya garez) bağlamak * birine karşıdüşmanlık beslemek.
    garazı(veya garezi) olmak * birine karşıkötülük, kin beslemek.
    garazkâr * Garaz bağlayan.
    garazkârlık * Garaz bağlama durumu.
    garazlı * Düşmanlık besleyen, kin güden, garazı olan.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 5

    garazsız * Düşmanlık beslemeyen, garazı olmayan.
    garazsız ivazsız * Hiçbir gizli maksat gütmeden.
    garbî * Batıyönünde olan, batı ile ilgili, batıya özgü olan; batı.
    garç gurç * Birbirine sürtünen nesnelerin çıkardığıses.
    garç gurç etmek * garç gurç diye ses çıkarmak.
    gard * Eskrim, boks gibi oyunlarda korunma için alınan durum.
    gardenparti * Bir bahçede veya parkta yapılan davet.
    gardenya * Kök boyası gillerden, sıcak bölgelerde yetişen bir ağaç veya ağaççık cinsi (Gardenia).
    * Bu ağaççığın güzel kokulu çiçeği.
    gardıfren * Trenlerde vagon frenlerini işleten kimse.
    gardırop * Giysi dolabıveya yeri.
    * Bir kişinin sahip olduğu bütün giysileri, giysi takımları.
    gardıropçu * Giydirici.
    gardiyan * Ceza evlerinde düzeni, tutukluların yasalara uygun biçimde davranmalarını sağlamakla görevli kimse.
    gardiyanlık * Gardiyan olma durumu veya gardiyanın görevi.
    garez * Bkz. garaz.
    gargar * Süzgeçli testi.
    gargara * Yutmadan, su veya başka bir sıvı ile ağzıveya boğazıçalkalama işi.
    * Bu maksatla kullanılan ilâçlısıvı.
    gargara yapmak * bir sıvı ile ağzıveya boğazıçalkalamak.
    gargaraya getirmek * gürültüye, karışıklığa boğarak bir sözün veya bir işin etkisini azaltmak, dağıtmak, dikkatten kaçırmak.
    gariban * Kimsesiz, zavallı, garip.
    garibanlık * Gariban olma durumu.
    garibe * Şaşılacak şey, yadırganacak şey.
    garibine gitmek * yadırgamak, şaşırmak.
    garip * Kimsesiz, zavallı.
    * Yabancı, gurbette yaşayan, elgin.
    * Yadırganan, anlaşılmamış, gizli yönleri olan, yabansı, tuhaf.
    * Dokunaklı, hüzün veren.
    * Şaşılacak bir şey karşısında söylenir.
    garip bulmak * yadırgayarak karşılamak, tuhaf ve anlaşılmaz olarak nitelemek.
    garip garip * Zavallı, şaşkın bir biçimde.
    garip kuşun yuvasınıAllah yapar * garip ve kimsesiz kişiye Tanrıyardım eder.
    garipleşme * Garipleşmek işi.
    garipleşmek * Garip bir duruma gelmek.
    gariplik * Garip olma durumu, garabet.
    gariplik basmak * yalnızlık çökmek.
    garipseme * Garipsemek işi.
    garipsemek * Kendini gurbette veya kimsesiz gibi düşünerek içlenmek.
    * Bir şeyi garip, tuhaf ve uygunsuz bulmak, alışamamak, yadırgamak.
    gark * (suya) Batma, batırma; boğulma.
    gark etmek * batırmak, boğmak.
    * birine bir şeyi bol bol vermek.
    gark olmak * gömülmek, batmak.
    * bir şeyden bol miktarda olmak.
    garni * Herhangi bir yiyecek bölümü bulunmayan otel.
    garnitür * Herhangi bir şeyi ona uygun nitelikte tamamlayan nesne.
    * Giyecekleri süslemek için eklenen şey, süs.
    * Et veya balık gibi asıl yemeğin yanına süslemek veya tamamlamak için eklenen sebze, patates gibi
    yiyecekler.
    garnitürlü * Garnitürü olan.
    garnizon * Bir şehri savunan veya yalnız orada bulunan askerî birlikler.
    * Askerî birliklerin bulunduğu yer.
    garoz * Palamut ve toriğin iç organları.
    garp * Batı.
    garpçı * Batıkültür ve medeniyetinden yana olan.
    garpçılık * Batıyanlısı olma durumu.
    garpkârî * Batıörneklerine benzer, Batıyapısı.
    garplı * Batılı.
    garplılaşma * Batılılaşma.
    garplılaşmak * Batılılaşmak.
    garplılaştırma * Batılılaştırma.
    garplılaştırmak * Batılılaştırmak.
    garplılık * Batılı olma durumu, batılılık.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 6

    garson * Lokanta, otel, pastahane, kahvehane gibi yerlerde müşterilere hizmet eden kimse.
    garsoniyer * Bazıerkeklerin, kendi konutlarından ayrı olarak evlilik dışı ilişkiler için tuttuklarıözel konut.
    garsonluk * Garson olma durumu.
    * Garsonun görevi.
    gaseyan * İç bulantısı.
    * Kusma.
    gaseyan etmek * kusmak.
    gasıp * Zorla alan.
    gasil * Ölü yıkama.
    gasletme * Gasletmek işi.
    gasletmek * (ölüyü) Yıkamak.
    gasp * Bir malısahibinin izni ve haberi olmadan zorla ve hile ile alma.
    gaspetme * Gaspetmek işi veya biçimi.
    gaspetmek * Zorla, izinsiz almak.
    gassal * Ölü yıkayıcısı.
    gastrit * Mide iltihabı.
    gastroenterolog * Sindirim sistemi hastalıklarıhekimi, sindirim bilimci.
    gastroentoroloji * Tı bbın sindirim sistemi hastalıklarını inceleyen dalı, sindirim bilimi.
    * Hastahanelerde sindirim organlarıhastalıklarının incelendiği, tedavi edildiği bölüm.
    gastronom * Damak zevki olan, ağzının tadını bilen, iyi yemekten anlayan kimse.
    gastronomi * İyi yemek merakı.
    * Sağlığa uygun, iyi düzenlenmiş, hoşve lezzetli mutfak; yemek düzeni ve sistemi.
    gastroskop * Yutma borusu, mide ve on iki parmak bağırsağının gözle görülmesini sağlayan, hastaya ağız yolu ile
    uygulanan fiberoptik alet.
    gastroskopi * Gastroskopla yapılan muayene.
    gastrulâ * Yumurta hücresi oğulcuk durumuna gelirken blâstulanın bir noktasından çukurlaşarak iç içe geçmişiki
    hücre katmanı biçimine girme evresi.
    gaşiy * Kendinden geçme, esrime.
    gaşyolma * Gaşyolmak işi veya durumu.
    gaşyolmak * Kendinden geçmek, esrimek.
    gato * Pasta, çörek.
    gauss * Manyetik alanın şiddet birimi. Kısaltması g.
    gavot * Bir tür eski Fransız halk dansı.
    gâvur * Müslüman olmayan kimse, Hristiyan.
    * Dinsiz kimse.
    * Merhametsiz, acımasız, inatçı.
    gâvur etmek * boşuna harcamak, yerinde harcamamışolmak, işe yaramaz duruma getirmek.
    gâvur eziyeti * Bile bile verilen zahmet, eziyetli iş.
    gâvur icadı * Batıyapısıteknik eşyaya eskiden tutucu çevrelerin verdiği ad.
    gâvur inadı * Yumuşatılamayan, yok edilemeyen inat.
    gâvur inadıtutmak * iyiden iyiye inatlaşmaya başlamak.
    gâvur olmak * Hristiyan olmak.
    * boşuna harcanmak.
    gâvur orucu gibi uzamak * bir işgereğinden çok sürmek.
    gâvur ölüsü gibi * çok ağır ve hantal.
    gâvura kızıp oruç yemek (veya bozmak) * başkasına kızıp kendine zararlı olan bir işyapmak.
    gâvurca * Batılıların konuştuğu yabancıdillerden herhangi biri.
    * Acımasız, insafsızca.
    gâvurcasına * Hiç acımaksızın, insafsızcasına.
    gâvurlaşma * Gâvurlaşmak işi.
    gâvurlaşmak * Gâvur olmak.
    * Acımasız davranmaya başlamak.
    gâvurluk * Gâvur olma durumu, dinsizlik.
    * Acımasızlık, insafsızlık, gaddarlık.
    gâvurluk etmek * acımasız, insafsız davranışta bulunmak, gaddarlık etmek.
    gayakol * Peygamber ağacıreçinesinden çıkarılan ve hekimlikte kullanılan bir sıvı.
    gaybubet * Bulunmayış, yokluk.
    gaybubet etmek * ortada görülmez olmak.
    gaybubetinde * bulunmadığısırada, yokluğunda.
    gayda * Üfleme düdüğü olan tulumlu bir çalgı.
    gaydacı * Gayda çalan veya yapıp satan kimse.
    gaye * Amaç, hedef.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 7

    gayeli * Amacı olan.
    gayesiz * Amacı olmayan.
    gayet * Pek, çok, pek çok, güçlü bir biçimde, etkili olarak.
    gayetle * Aşırıderecede.
    gayr * Başka kimse, başkası.
    * (ga’yr) Arapça bazısözlerin başına getirilerek “olmayan” anlamını verir.
    gayret * Olağanüstü çalışma, çaba, çalışma isteği.
    * Kutsal sayılan şeylere yabancıların saldırmasını görmekten doğan dayanamama duygusu.
    * Koruma, esirgeme, kayırma duygusu.
    gayret almak * yüreklenmek, cesaret almak.
    gayret dayıya düştü * iş, onu başarabilecek olana kaldı.
    gayret etmek * emekle çalışmak, çabalamak, uğraşmak.
    gayret göstermek * çaba harcamak, başarmak için çalışmak.
    gayret kuşağı * Kuşak bağlama töreninde gelinin beline dolanan kuşak, kırmızıkemer.
    gayret vermek * isteklendirmek, özendirmek, yüreklendirmek.
    gayrete gelmek * bir işi yapmaya veya bitirmeye özenmek; canlanmak.
    gayretine dokunmak * bir işi yapamayacağını ileri sürenlere kızarak veya kendisinin yapması beklenen işi başkasının yapmasından
    utanç duyarak başarmaya çalışmak.
    gayretkeş * Çalışkan.
    * Yan tutan, kayıran.
    gayretkeşlik * Gayretkeşolma durumu.
    gayretlenme * Gayretlenmek işi.
    gayretlenmek * Çalışma isteği duymak veya çalışma isteği artmak.
    gayretli * Çalışkan, çaba gösteren.
    gayretlilik * Gayretli olma durumu.
    gayretsiz * Çalışmayan, çaba göstermeyen.
    gayretsizlik * Gayretsiz olma durumu.
    gayrı * Artık, bundan böyle.
    gayri * Başka, diğer.
    * Artık, bundan sonra.
    gayriahlâkî * Ahlâka aykırı, ahlâksızca.
    gayriaklî * Akıl dışı, irrasyonel.
    gayriciddî * Ciddî olmayan, lâubalî, ciddiyetsiz.
    gayriihtiyarî * İstemeksizin, düşünmeden, elinde olmayarak.
    gayriilmî * Bilime aykırı, bilime uymaz, bilim dışı.
    gayriinsanî * İnsanlık dışı.
    gayriiradî * İstençsiz, irade dışı.
    gayrikabil * Olamaz, olamayacak, çözümü olmayan.
    gayrikabiliitiraz * Karşıçıkılamayacak kadar kesin.
    gayrikabilikıyas * Karşılaştırılamaz, ölçülemez, bambaşka.
    gayrikabilişifa * İyi onmaz, onulmaz.
    gayrikabilitahmin * Kestirilemez.
    * Beklenmedik.
    gayrikabilitelâfi * Yerine konulamaz, onarılamaz, eksikliği giderilemez.
    gayrikâfi * Yetersiz, yetmez.
    gayrikanunî * Yasaya uygun olmayan, yasa dışı.
    gayrikıyasî * Kuralsız.
    gayrilâyık * Yakışmaz, yakışıksız.
    gayrimahdut * Sınırsız, sonsuz, uçsuz.
    gayrimahsus * Duyulmaz, sezilmez.
    gayrimakul * Akla aykırı, saçma.
    gayrimalûm * Bilinmeyen, bilinmez, bilinmedik.
    gayrimemnun * Memnun olmayan, kızgın, hoşnutsuz, küskün, kırgın, sızlanan.
    gayrimenkul * Taşınmaz.
    gayrimeskûn * Boş, ıssız, şenliksiz.
    gayrimesul * Sorumsuz.
    gayrimeşru * Yolsuz, yasaya veya töreye aykırı.
    * Evlilik dışı.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 8

    gayrimezru * Ekilmemiş, açılmamış(toprak).
    gayrimuayyen * Belirsiz.
    gayrimuhtemel * İhtimali bulunmayan, olacağısanılmayan.
    gayrimuntazam * Düzensiz, dağınık, gelişigüzel.
    gayrimutabık * Uyuşmayan; uymayan, uygun gelmeyen.
    gayrimümbit * Çorak, verimsiz.
    gayrimümkün * Olmaz, imkânsız.
    gayrimünasip * Uygunsuz, yakışıksız.
    gayrimüsavî * Eşitsiz, denk olmayan.
    gayrimüslim * Müslüman olmayan.
    gayrimüsmir * Yararsız, verimsiz, sonuçsuz.
    gayrimütecanis * Ayrıcinsten, bağdaşmaz.
    * Karışmamış, bağdaşmamış.
    gayrinizamî * Düzenli olmayan, düzensiz.
    gayrisafi * Karışık, katışık.
    gayrisafi hasılât * Net olmayan gelir.
    gayrisafi millî hâsıla * Bir ülkede bir yıl süresince üretilen mal ve hizmetlerin piyasa fiatlarına göre hesaplanan değeri.
    gayrisıhhî * Sağlıklı olmayan, sağlıksız.
    gayrişahsî * Kişilik dışı.
    gayrişuurî * Bilinç dışı olan veya bilinç dışı olarak, yaptığını bilmeyerek.
    gayritabiî * Doğa dışı, doğaya aykırı.
    * Olağan dışı.
    * Acayip.
    gayrivaki * Olmamış, olmadık.
    gayrivarit * Hatıra gelmez.
    gayrivazıh * Anlaşılmaz, kapalı, örtülü.
    gayur * Gayreti olan, gayretli, çok çalışkan.
    Gayya * Cehennemde bulunduğu var sayılan bir kuyunun veya derenin adı.
    gayya kuyusu * Karmaşık işlerin döndüğü yer veya çok çapraşık durum.
    gayz * Öfke, hınç.
    gayzer * Volkan bölgelerinde, belli aralıklarla su ve buhar fışkırtan sıcak kaynak, kaynaç.
    gayzerit * Volkan bölgelerinde oluşan silisli çökelti, kaynaç taşı.
    gaz * Tül.
    gaz * Normal basınç ve sıcaklıkta olduğu gibi kalan, içinde bulunduğu kabın her yanına yayılmak ve bu kabın iç
    yüzeyinin her noktasına basınç yapmak özelliğinde olan akışkan madde.
    * Gaz yağı, petrol.
    * Sindirim borusunda, ağızdan yutulan hava ile mayalanma sonucu oluşan uçucu maddelerin karışması.
    * Gaz lâmbası.
    * (motorlu araçlarda) Benzin.
    gaz bezi * Gaz bezi.
    gaz bombası * İçinde canlılar için tehlikeli gazlar bulunan bomba.
    gaz boyaması * En son işlem olarak gaz yağına sokularak boyalarısabitleştirilmişolan başlık, başörtüsü.
    gaz detektörü * Boru hatlarıyla taşınan gazın kontrol edilen ortamda bulunup bulunmadığınıtespit edebilen ve
    konstrasyonu ölçebilen cihaz.
    gaz ibiği * Gazın yandığı ağız.
    gaz lâmbası * İçine konan gaz yağını bir fitil yardımıyla yakan, şişeli, türlü biçimlerde lâmba.
    gaz maskesi * Zehirli gazlardan korunmak amacıyla özel olarak yapılmışgereç.
    gaz ocağı * Gaz yağıyla yanan ocak.
    gaz ölçümü * Gazların hacim, yoğunluk vb.nin ölçülmesi.
    gaz sayacı * İçinden geçen gazın ne kadar olduğunu ölçen araç, hava gazısaati.
    gaz sobası * İçine konan gaz yağının yanmasıyla ısınan soba.
    gaz taşı * Bileme işinde kullanılan bir tür taş.
    gaz yağı * Renksiz veya sarırenkte, ham petrolün 150-250 C° ler arasında eritilmesinden elde edilen akaryakıt.
    gaz yuvarı * Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz katmanı, atmosfer.
    gaza * İslâm dinini korumak veya yaymak amacıyla Müslüman olmayanlara karşıyapılan savaş, kutsal savaş.
    gaza basmak * harekete geçirmek veya hızınıartırmak için motorlu taşıtın gaz pedalına basmak.
    gaza getirmek * birini olmadık bir şey veya hayalî bilgilerle coşturmak, ileri sürmek.
    gazaba gelmek * öfkelenmek, kızmak.
    gazaba uğramak * güçlü bir kimsenin hışmına uğramak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 9

    gazabınıyenmek * öfkesini, şiddetini göstermemek veya bastırmak.
    gazal * Ceylân.
    gazap * Öfke, kızgınlık, hiddet.
    gazaplandırma * Gazaplandırmak işi.
    gazaplandırmak * Öfkelendirmek, kızdırmak.
    gazaplanma * Gazaplanmak işi.
    gazaplanmak * Öfkelenmek, kızmak.
    gazaplı * Öfkeli, kızgın, hiddetli.
    gazeki * Cepken altına giyilen kolsuz bir çeşit giysi.
    gazel * Divan edebiyatında beşile on beş beyit arasında değişen, ilk beytinin dizeleri birbiriyle, sonraki beyitlerinin
    ikinci dizeleri birinci beyitle uyaklı, en çok lirik konularda yazılan nazım biçimi.
    * Klâsik Türk müziğinde belli bir kurala bağlı olmadan bir kişi tarafından herhangi bir makamda gezinerek
    sesle yapılan taksim.
    gazel * Sonbaharda kuruyup dökülen ağaç yaprağı.
    gazel damarı * Şah damarı.
    gazel okumak * gazel söylemek.
    * oyalamak veya kandırmak üzere boş sözler söylemek.
    gazel tutturmak * yüksek sesle şarkıveya türkü söylemek.
    gazelhan * Gazel okuyan, gazel söyleyen kimse.
    gazelhanlık * Gazel söylemeyi kendine meslek edinme.
    gazeliyat * Bir şairin divanında bulunan gazeller bölümü.
    gazellenme * Gazellenmek işi veya durumu.
    gazellenmek * (ağaç) Yapraklarınıdökmek.
    * (yaprak) Sararıp kurumak.
    gazete * Politika, ekonomi, kültür ve daha başka konularda haber ve bilgi vermek için, yorumlu veya yorumsuz, her
    gün veya belirli zaman aralıklarıyla çıkarılan yayın.
    * Gazetenin yönetildiği, hazırlandığı, basıldığıyer.
    gazeteci * Gazete yayımlayan kimse.
    * Gazeteye yazıyazmayı, haber toplayıp vermeyi veya gazetenin yazı işlerinde çalışmayı işedinen kimse.
    * Gazete satan kimse.
    gazetecilik * Gazetecinin yaptığı iş.
    gazetelik * Gazete koymaya yarar küçük çatkı.
    * Gazeteye haber diye yazılacak nitelikte.
    gazhane * Hava gazıüretilen veya depolanan yer.
    gazışı * Termik etki olmaksızın kendiliğinden görülen ışık.
    gazışıl * Gazışı ile ilgili, gazışısaçabilen.
    gazi * (İslâmlıkta) Düşmanla savaşan veya savaşyapmış(kimse).
    * Olağanüstü yararlıklar göstererek düşmanıyenen komutanlara veya şehirlere devlet tarafından verilen onur
    unvanı.
    * Savaştan sağve zafer kazanmışolarak dönen (kimse).
    gazi olmak * savaştan, ölmeden dönmek.
    gaziler helvası * Undan yapılan bir tür helva.
    gazilik * Gazi olma durumu.
    * Gazi unvanı.
    * Yiğitlik.
    gazino * Yemek yenilen, gösteri izlenen, bazen oyun sergilenen eğlence yeri.
    * Büyük kahvehane ve birahane.
    gazinocu * Gazino işleten kimse.
    gazinoculuk * Gazinocu olma durumu veya gazinocunun yaptığı iş.
    gazla! * defol, git!.
    gazlama * Gazlamak işi.
    gazlamak * Gaz yağısürmek.
    * (motorlu araçlarda) Motora fazla benzin gitmesini ve aracın hızlanmasını sağlamak için gaz pedalına
    kuvvetle basmak.
    * Kaçmak.
    gazlanma * Gazlanmak işi.
    gazlanmak * Gaz yağısürülmek.
    * Sindirim yolunda gaz olmak.
    gazlaşma * Gazlaşmak işi veya durumu.
    gazlaşmak * Gaz durumuna girmek.
    gazlaştırma * Gazlaştırmak işi.
    gazlaştırmak * Bir maddeyi gaz durumuna dönüştürmek.
    gazlı * Gazı olan veya gaz bulaşmışolan.
    gazlı bez * Yaralara kapatılan ince ve seyrek bez.
    gazoil * Açık sarırenkte, oldukça kıvamlı, yakıcıve yanıcı olarak kullanılan petrol ürünü.
    gazojen * Sıvıveya katıyakıtıhava veya oksijen etkisiyle gazlaştırmaya yarayan araç.
    gazolin * Ham petrolün ilk damıtılmasında ayrılan çok uçucu, hafif akaryakıt.
    gazometre * Gazların toplanması, belirli basınç altında dağıtılması için kullanılan depo.
    * Gazölçer.
    gazometri * Bkz. gaz ölçümü.
    gazoyl * 343 gazoil.