gazoz | * Meyve esansı, şeker ve karbon asidi ile yapılan, basınçlıhava ile şişelere doldurularak hazırlanan alkolsüz içecek. |
gazoz ağacı | * Bir sözün çok saçma olduğunu bildirmek için söylenir. |
gazozcu | * Gazoz yapıp satan kimse. * Eğlence yerlerinde dolaşarak gazoz satan kimse, gazoz satıcısı. |
gazozculuk | * Gazozcunun yaptığı iş. |
gazölçer | * Belirli basınç altında gelen gazın hacmini ölçmeye yarayan araç, gazometre. |
gazsız | * İçinde gaz olmayan veya gaz bulaşmamışolan. |
gazup | * Öfkeli. |
gazve | * Arap aşiretleri arasında yapılan savaş. * Din uğruna yapılan savaş. |
Gd | * Gadolinyum’un kısaltması. |
Ge | * Germanyum’un kısaltması. |
ge | * Türk alfabesinin sekizinci harfinin adı. |
-ge | * Bkz. -ga / -ge. |
gebe | * Karnında yavru bulunan (kadın veya hayvan), yüklü, hamile, aylı. * İçinde oğulcuk veya dölüt bulunan (döl yatağı). * Bir birikim sonucu ortaya çıkması beklenen (durum veya olaylar). |
gebe kalmak | * (insan, hayvan için) karnında yavru oluşmak. |
gebe olmak | * bir şeyin olma ihtimali bulunmak. |
gebelik | * Gebe olma durumu, hamilelik. * Döllenme ile doğum arasında geçen süre. |
gebelik testi | * Gebe olup olmadığınıanlamak için yapılan test. |
geberik | * Ölü, ölmüş. |
geberip gitmek | * istenmedik bir biçimde ve zamanda ölmek. |
geberme | * Gebermek işi. |
gebermek | * Ölmek. |
gebertilme | * Gebertilmek işi. |
gebertilmek | * Gebertmek işi yapılmak, öldürülmek. |
gebertme | * Gebertmek İşi. |
gebertmek | * Öldürmek. |
gebeş | * Aptal, sersem. * Bodur ve şişman. * Karnışişolan. |
gebeşlik | * Gebeşolma durumu. |
gebre | * Atıtımar etmekte kullanılan kıldan kese. |
gebre | * Gebre otunun yemişi. |
gebre otu | * Sürekli yeşil kalan çalı görünümünde bir bitki (Capparis). |
gebre otugiller | * Gebre otu gibi bitkileri kapsayan familya. |
gebreleme | * Gebrelemek işi. |
gebrelemek | * (hayvanı) Gebre (I) ile tımar etmek. |
gebrelenme | * Gebrelenmek işi. |
gebrelenmek | * Gebrelemek işine konu olmak. |
gece | * Güneş battıktan gün ağarmaya başlayıncaya kadar geçen süre, tün. * Bu süre içindeki karanlık. * Gece vaktinde, geceleyin. * Eğlence, anma vb. amaçlarla geceleri düzenlenen toplantı. |
gece bekçisi | * Bazı işyerlerini, kuruluşları gece bekleyen kimse. |
gece gözü kör gözü | * geceleyin iyi işyapılamayacağınıanlatır. |
gece gündüz | * Her zaman, ara vermeden, aralıksız, geceli gündüzlü. |
gece gündüz dememek | * vaktin uygun olup olmadığına bakmamak, vakit seçmemek. * sürekli olarak, ara vermeksizin bir işi yapmak. |
gece hayatı | * Gece eğlencelerine düşkünlük. |
gece işçiliği | * Geceleyin yapılan hırsızlık. |
gece işi körler işi | * gece yapılan işin randımanlı olamayacağınıanlatır. |
gece kıyafeti | * Gece giyilen elbise. |
gece kulübü | * Geceleri açık olan, dans etmek, müzik dinlemek ve gösteri izlemek için gidilen eğlence yeri. |
gece kuşu | * Gece gezmesini seven kimse. * Gece uyuyamayan. * Geceleri para karşılığıerkeklerle ilişki kuran kadın. * Yarasa. |
gece mavisi | * Koyu mavi. |
gece silâhlı gündüz külâhlı | * kimseye sezdirmeden kötü işler yapan kimse. |
gece uçuşu | * Askerî amaçla uçakların geceleyin yaptığıuçuş. * Geceleri para karşılığıerkeklerle ilişki kurmak işi. |
gece yanığı | * Uçuk gibi birdenbire oluşan kabarcıklıderi döküntülerine verilen ad. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 10
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 1
g, G * Türk alfabesinin sekizinci harfi. Ge adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ince ünlülerle ön damak,
kalın ünlülerle art damak patlayıcıünsüzlerinin ötümlülerini gösterir.
* Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde sol sesini bildirir.Ga * Galyum’un kısaltması. -ga / -ge * Fiilden isim türeten ek. gabardıç * Yaşlıardıç ağacı. gabardin * Sık dokunmuş bir tür ince yünlü veya pamuklu kumaş.
* Su geçirmeyen kumaştan yapılmışreglân pardösü.gabari * Bazıeşyaya verilmesi gereken boyutları, yan görüşü çizmeye, hazırlamaya veya denetlemeye yarayan örnek.
* Motorlu veya motorsuz taşıtların köprü vb. altından rahatça geçebilmeleri için en yüksek boyutları belirten
ölçüler.
* Bir binanın yöre imar dairesinin öngördüğü azamî yüksekliği.gabavet * Anlayışsızlık, kalın kafalılık. gabi * Anlayışsız, ahmak, ebleh, kalın kafalı. gabilik * Anlayışsızlık, ahmaklık, kalın kafalılık. gabin * Alışverişte satın alınan mala ödenen karşılığın, malın değerinden çok fazla olması, alışverişte hile yapma.
* Edimler arasında açık oransızlık.Gabonlu * Afrika’daki Gabon halkından olan kimse. gabro * Renkli minerallerden (amfibol, piroksen ve olivin) oluşan bir tür iri taneli kaya. gabya * Ana direklerin üzerine sürülen çubuklara ve ana direklerin üstlerinde bulunan serenlere verilen ad. gabya yelkeni * Ana yelkenler üzerindeki yelkenler. gabyacı * Yelkenli gemilerde yelken, arma, seren ve bütün bunlara ait her tür işi yapan görevli, gabyar. gabyar * Bkz. gabyacı. gacı * Bkz. gaco. gacır gacır * Gacır gucur. gacır gucur * Sert cisimlerin çarpıştıklarında, birbirine sürtündüklerinde çıkan çirkin ve kulak tırmalayıcısesi belirtmek
için kullanılır.gacır gucur etmek * gacır gucur ses çıkarmak. gacırdama * Gacırdamak işi. gacırdamak * Tedirginlik veren, kulak tırmalayıcıve düzensiz ses çıkarmak. gacırdatma * Gacırdatmak işi. gacırdatmak * Gacırdamasına sebep olmak. gacırtı * Gacırdarken çıkan ses. gaco * Kadın, dost, sevgili, metres.
* Torik yavrusu.-gaç / -geç; -kaç / -keç * Fiillerden isim türeten ek: bur-gaç, süz-geç, kıs-kaç, yüz-geç vb. gaddar * Acıması olmayan, başkalarına haksızlık eden, merhametsiz, katıyürekli, insafsız davranan, kıyıcı. gaddar gaddar * Acımasız bir biçimde, gaddarca. gaddar olmak * acımasız, haksız, insafsız davranmak. gaddarca * Gaddara yakışır (biçimde), insafsızca. gaddarlık * Gaddar olma durumu, kıyıcılık. gaddarlık etmek * gaddarca, insafsızca davranmak, kıyıcılık etmek. gadir * Haksızlık etme, zarar verme.
* Acımasızlık, merhametsizlik, kıygı.gadirlik * Kıygı, gadir. gadolinyum * Atom numarası64, atom ağırlığı156,9 olan, yüksek ısıda eriyen, birtakım tuzları bilinen, parlak gri renkte
katıelement. Kısaltması gd.gadre uğramak * haksız davranışlarla karşıkarşıya gelmek. gadretme * Gadretmek işi. gadretmek * Haksızlık etmek. gadrolma * Gadrolmak işi veya durumu. gadrolmak * Haksızlığa uğramak. gadrolunma * Gadrolunmak işi veya durumu. gadrolunmak * Haksızlığa uğratılmak. gaf * Yersiz, beceriksiz, zamansız söz veya davranış, patavatsızlık pot. gaf yapmak * bilmeden, yersiz bir davranışta bulunmak veya başkasını incitecek söz söylemek, pot kırmak, çam
devirmek.gaffar * Kullarının günahlarınıaffeden, bağışlayan, bağışlayıcıanlamında Allah’ın isimlerinden biri. gafil * Çevresindeki gerçekleri görmeyen, sezmeyen, bilgisiz, dalgın (kimse). gafil avlamak * umulmadık, beklenmedik bir zamanda yakalamak, zor duruma düşürmek. gafil avlanmak * beklenmedik bir sırada yakalanmak, habersiz ve hazırlıksız bir anda bir olayla karşılaşmak, zor duruma
düşürülmek. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 2
gafilâne * Dikkatsizlikle, gafletle yapılan, gaflet içinde bulunan kimseye yakışan biçimde. gafillik * Gafil olma durumu, gaflet. gafillik etmek * çevresindeki gerçekleri görmemek, sezmemek. gaflet * Dalgınlık, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, dalgı, ihtiyatsızlık. gaflet basmak * dalgın, dikkatsiz bir durumda bulunmak.
* uykusu gelmek.gaflet uykusu * Dalgınlıktan ileri gelen uyuşukluk. gafur * Çok bağışlayıcıve merhamet eden, sayan anlamında Allah’ın sıfatlarından biri. gag * Oyuna komiklik ve neşe katan beklenmedik söz veya hareket, gülüt. gaga * Genel olarak kuşlarda ağzın bir uzantısıdurumunda olan, biçim ve büyüklüğü değişik, boynuz yapısında,
katıve çıkıntılı organ.
* Ağız.gaga burun * Burnu uzun ve aşağıya doğru kıvrık olan (kimse). gagaburun * Baş bodoslaması gagayıandırır biçimde yapılmışticaret yelkenlisi. gagalama * Gagalamak işi. gagalamak * (kuş) Gagasıyla yemi toplamak.
* (kuş) Gaga ile vurup ısırmak.
* Azarlamak, hırpalamak.gagalanma * Gagalanmak işi. gagalanmak * Gagalamak işi yapılmak.
* Azarlanmak, hırpalanmak.gagalaşma * Gagalaşmak işi. gagalaşmak * (kuşlar için) Birbirini gagalamak.
* Birbirini gagalayarak oynaşmak.gagalı * Gagası olan.
* Gaga burun.gagalımemeli * Tek deliklilerin gagalımemeliler familyasından, vücudu yumuşak tüylerle kaplı, eti yenen, Avustralya ve
Tasmanya ırmaklarında yaşayan bir memeli türü, ornitorenk (Ornithorhynchus anatinus).gagalımemeliler * Örnek türü gagalımemeli olan, tek delikliler takımının bir familyası. gagamsı * Gagayıandıran, gagaya benzeyen. gagasından yakalamak * bir kimseyi karşıkoyamayacak duruma getirmek. Gagavuz * Büyük çoğunluğu Moldovo’da, az bir kısmıDeliorman, Dobruca, Beserabya ve Ukrayna’da oturan
Ortodoks Türk halkıveya halktan olan kimse.Gagavuzca * Gagavuz Türkçesi. gâh * Bkz. kâh. gâhî * Bazen, ara sıra. gâhîce * Zaman zaman. gaile * Sıkıntı, dert, keder, üzüntü.
* Uğraştırıcı, pürüzlü iş, yük.
* İstenmeyen durum, baş belâsı.gaile açmak * sıkıntıyaratmak, üzüntü vermek. gaileli * Başa dert olan, üzüntü veren, gaile çıkaran.
* Sıkıntısı olan, dertli.gailesiz * Gaile çıkarmayan.
* Gailesi olmayan, dertsiz, huzurlu, dinç.gailesizlik * Gailesiz olma durumu, dertsizlik. gaip * Göz önünde olmayan, hazır bulunmayan, nerede olduğu bilinmeyen.
* Üçüncü kişi.
* Görünmez âlem.gaiplik * Gaip olma durumu.
* Bir kimsenin ölüm tehlikesi içinde kaybolmasıveya kendisinden uzun süre haber alınmamasısonucu yargıç
kararı ile kişiliğine son verilmesi.gaipten haber vermek * (kendisinde manevî güç olduğuna inanılan kimse) gelecekte neler olacağından veya bilinmeyen âlemden
haber vermek.gaita * İnsan dışkısı. gak * Karganın çıkardığıses. gaklama * Gaklamak işi. gaklamak * (karga) Gak diye ses çıkarmak. gala * Resmî bir törenden sonra verilen büyük ve gösterişli şölen.
* Genellikle resmî giysilerle gidilen, bir temsilin ilk oynanışıveya bir filmin ilk gösterilişi.galaksi * Gök adası. galalit * Arıkazeinden oluşan ve birçok işte kullanılan plâstik bir madde. galat * Yanlış(kelime veya söz). galatıhis * Duygu yanılması, yanılsama. galatımeşhur * Yaygın yanlış. gale * İçerisinde kalıp yapılan üç tarafıkaplı, bir tarafıaçık tepsi şeklinde dizgi aleti. galebe * Yenme, yengi.
* Üstünlük, çokluk.galebe çalmak * yenmek.
* üstün gelmek, baskın çıkmak.galenit * İçinde doğal kurşun bulunan sülfür. galeri * Bir yapının birçok bölümlerini aynıkatta birbirine bağlayan içten veya dıştan yapılmışgenişgeçit.
* Sanat eserlerinin veya herhangi bir malın sergilendiği salon.
* Maden ocaklarında açılan yer altıyolu. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 29
frapan * Göz alıcı, göze çarpıcı, alımlı. frekans * (Ses, dalga vb. için) Birim zamandaki titreşim sayısı, sıklık. fren * Bir makinenin, herhangi bir taşıtın hızınıkesmeye veya onu durdurmaya yarayan mekanizma. fren mesafesi * Hareket hâlindeki aracın frene basıldığıdurumda aldığıyol uzunluğu. fren yapmak * bu mekanizmayıkullanarak taşıtın hızınıkesmek veya taşıtıdurdurmak. frenci * Tren yolu dönemecinde yol boyundaki frenlere kumanda eden görevli. frengi * Genellikle cinsel birleşmelerle bulaşan, tedavi edilmezse inme, körlük, delilik gibi sonuçlara kadar varan,
döle de geçerek vücutça ve akılca sakat bir soyun yetişmesine yol açan hastalık.frengi * Gemi güvertelerinde, suların dışarıya akması için bordalara açılan delik. frengili * Frengi hastalığına tutulmuşolan. Frenk * Anglosakson, Cermen veya Lâtin ırklarının birinden olan kimse.
* Osmanlıların Avrupalılara, özellikle Fransızlara verdikleri ad.Frenk asması * Asmagillerden, sonbaharda yaprakları güzel bir renk alan süs sarmaşığı(Ampelopsis). Frenk çileği * Kokusuz, kırmızı iri meyve veren çilek türü. Frenk gömleği * Yakasıkravat takmaya uygun, çoğu uzun kollu, ceket veya yelek altına giyilen erkek gömleği. Frenk inciri * Kaktüsgillerden, yapraklarıetli ve yayvan dikenli bir bitki, firavun inciri, Hint inciri (Opuntia ficus-indica).
* Bu bitkinin kalın, dikenli kabuğu olan tatlıyemişi.Frenk lâhanası * Brüksel lâhanası. Frenk maydanozu * Maydanozgillerden, salata ve salçalarda kullanılan bodur ve ıtırlı bir bitki. Frenk menekşesi * Turpgillerden, çiçekleri güzel kokulu bir süs bitkisi türü (Hesperis). Frenk üzümü * Taşkırangillerden bir çalı(Fibes nigrum).
* Bu bitkinin daha çok şurubu yapılan, uzun salkım biçiminde, taneleri ufak, kırmızıve mayhoşyemişi.Frenkçe * Frenk ve özellikle Fransız dili.
* Frenklerin biçiminde ve Frenklere özgü olan.
* Avrupalı gibi.Frenkleşme * Frenkleşmek işi. Frenkleşmek * Frenge benzemek, Frenk gibi davranışlarda bulunmak. Frenkleştirmek * Frenklere özgü yaşayıştarzıkazandırmak. Frenklik * Frenk gibi davranma. frenleme * Frenlemek işi. frenlemek * Bir taşıtın, mekanizmanın hareketini fren yardımıyla yavaşlatmak veya durdurmak.
* Bir gidişin, bir tutumun aşırılığınıengellemek, gemlemek.frenlenme * Frenlenmek işi. frenlenmek * Frenlemek işi yapılmak. frenleyici * Bazı organların çalışmasınıengelleyen.
* Engelleyen, ilerlemeye, gelişmeye engel olan.frenoloji * Kafatasının biçimine bakarak insanın karakterini ve zihnî yeteneğini inceleme. frer * Erkek kardeşanlamında papazlar için kullanılan bir söz.
* Yabancılara ait okullarda görevli papaz.fresk * Yaşduvar sıvasıüzerine kireç suyunda eritilmişmadenî boyalarla resim yapma yöntemi.
* Bu yöntemle yapılmışduvar resmi.freze * Tornacılıkta, bir deliğin ağzını genişletmeye yarayan çelik alet.
* Frezeleme işinde kullanılan takım tezgâhı.frezeci * Teknik resme veya modele uygun her çeşit parçayıfreze tezgâhında yapabilen işçi. frezeleme * Frezelemek işi. frezelemek * Bir parçayıfreze tezgâhında işlemek. fribord * Bir geminin su yüzünden yukarıkalan bölümü. frigo * Dondurulmuşkrema.
* Sevimsiz, soğuk (kimse).frigorifik * Soğutma özelliği olan, soğutucu. frijider * Buz dolabı, soğutucu. frijidite * Cinsel soğukluk. frikik * Serbest vuruş.
* Eteğin açılmasıyla bacağın görünmesi.frikik yakalamak * açık bacak görmek. friksiyon * Ovma, ovuşturma. frisa * Tütünleme suretiyle kurutulmuşringa balığı. frişka * Yelkeni dolduramayacak kadar hafif rüzgâr. fritöz * Patases kızartmaya yarayan özel kap. friz * Tavandan inerek sahnenin üst kısmını, sahne boyunca kaplayan kısa, dar perde.
* Eski Yunan ve Roma yapılarında taban kirişi ile çatıarasında kalan, üzeri boydan boya kabartmalarla süslü
bölüm, efriz.frize kaplama * Ağacın yıl halkalarının kaplama yüzeyinde paralel çizgiler hâlinde görülmesiyle elde edilen bir kaplama
çeşidi.früktoz * Levüloz, meyve şekeri. fuar * Belli zamanlarda, belli yerlerde ticarî mal sergilemek amacıyla açılan büyük sergi. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 30
fuarcı * Fuar işleriyle uğraşan kimse. fuarcılık * Fuar düzenleme işi. fuaye * Bir gösteri veya toplantı binasında, temsil veya toplantıaralarında kullanılan dinlenme yeri. fuel oil * Ham petrolün damıtılmasısonunda elde edilen ve yakıt olarak kullanılan ürün, yağyakıt. fuhuş * İçinde bulunulan toplumun kurallarına uymayan cinsel ilişkide bulunma; bir veya birkaç kişiyle para
karşılığında cinsel ilişkide bulunma.
* Taşkınlık, aşırıdavranış.fujer * Eğrelti otu, aşk merdiveni. fukara * Yoksul, fakir, fıkara.
* Zavallı.
* Derviş.fukara babası * Yoksullara yardım etmeyi seven kimse. fukaralık * Yoksulluk, fakirlik.
* Güçsüzlük.fukusgiller * Su yosunlarından, gelgitli denizlerin kayalıklara yakın yerlerinde yetişen esmer bir yosun. ful * Taşkırangillerden, birçok türleri bulunan ağaççık ve bunun güzel kokulu beyaz çiçeği (Casmin sambac).
* Küçük taneli bir bakla türü.ful * Tam, bütün, eksiksiz.
* İskambil oyununda benzer kâğıtların bir araya gelmesi.fular * Bir tür ince ipek kumaş.
* İpek eşarp.fule * Adım aralığı. full- time * Bkz. fultaym. fultaym * Tam gün. fultaymcı * Tam gün çalışan (kimse).
* Tam gün çalışmayıdestekleyen (kimse).fultaymlı * Tam gün çalışmayıkabul eden (kimse). fulya * Nergisgillerden, soğan köklü bir bitki ve bu bitkinin zerrin ve nergis adlarıyla da anılan güzel kokulu
çiçekleri (Narcissus jonquilla).fulya balığı * Fulya balığı gillerden, yan kanatlarıçok geniş, kuyruğu testere gibi dişli bir balık türü (Myliobatis aquila). fulya balığı giller * Örnek hayvanıfulya balığı olan omurgalıhayvanlar sınıfı. funda * Süpürge otu. funda sıçanı * Şili ve Peru’da yaşayan kemiriciler takımından bir memeli türü (Ectadon degus). funda tavuğu * Avustralya’da yaşayan tavuksulardan bir kuştürü (Cathetfurus lathami). funda toprağı * Funda yapraklarının çürümesiyle oluşan ve gübre olarak yararlanılan toprak. fundagiller * Fundalar takımından, bayağıfunda veya süpürge çalısı, azelya, yaban mersini, koca yemişgibi çoğu her
zaman yeşil birçok çalıve ağaççığı içine alan bir bitki familyası.fundalar * Fundagillerle birlikte bunlara benzeyen daha başka familyalarıda içinde toplayan bir bitki takımı. fundalık * Funda ile kaplanmışyer. fundamentalist * Fundamentalist yanlısı olan kimse. fundamentalizm * Birinci Dünya Savaşıyıllarında Amerika’da ortaya çıkan protestan kökenli dinî akım. funya * Top ateşlemeye yarar kapsül.
* Topu ateşlemek için falya deliğine konulan araç.furgon * Yolcu katarlarına eklenen yük vagonu. furta * Bkz. farta furta. furya * Olağandan çok fazla bulunma durumu. fut * 30,480 cm’ye eşit olan İngiliz uzunluk ölçü birimi, ayak, kadem. Çoğulu: fit. futa * İpekli peştamal. futa * Dar, uzun ve hafif bir yarışkayığı, kik. futbol * Topu, kafa veya ayak vuruşları ile karşıkaleye sokma kuralına dayanan ve on birer kişilik iki takım arasında
oynanan top oyunu, ayak topu.futbolcu * Futbol oyuncusu. fuzulî * Yersiz, gereksiz. fücceten * Birdenbire, ansızın (ölmek). fücceten gitmek * ansızın ölmek. fücur * Bkz. fitne fücur. füg * Çok sesli müzikte bir beste. fülûs * Bakır para. fülûsüahmere muhtaç * çok fakir, beşparasıyok, düşkün, zavallı. füme * Duman rengi.
* Bu renkte olan.
* Tütsü ile kurutulmuş(balık, et).fümerol * Etkin olmayan dönemlerde, yanardağların ağzından yayılan gaz. Fürs * Eski Fars halkından olan kimse. füru * Dallar, kollar, ayrıntılar.
* Çocuklar, torunlar. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 31
fürumaye * Sütü bozuk, mayası bozuk, soysuz. füsun * Sihirli, büyülü, afsunlu. füsunkâr * Sihirli, büyülü, afsunlu. fütuhat * Zaferler, fetihler. fütuhatçı * Fütühat yapan. fütur * Bezginlik, umutsuzluk, usanç. fütur etmemek * umursamamak, önemsememek. fütur getirmek * bezginlik getirmek, bezmek. fütursuz * Çekinmez, umursamaz. fütursuzca * Önemsemeyerek, aldırmayarak. fütürist * Gelecekçi. fütürizm * İtalyan şairi Marinetti’nin 1909 yılında yayımladığı bildiri ile ortaya çıkan, yeni hayatıövmek, geleneksel
edebî kurallarıyıkmak amacını güden ve Dadacılık, gerçek üstücülük gibi akımlara öncülük etmişolan edebiyat çığırı,
gelecekçilik.fütüroloji * Gelecek bilimi. fütüvvet * Dinî ve meslekî birlik, esnaf teşkilâtı. füze * İtişgücü, bir yanıcıve bir yakıcımaddenin sürekli olarak yanmasından doğan hareket ettirici öge. füzeatar * II. Dünya Savaşından bu yana otomatik mermiler atan bazısilâhlara verilen ad. füzen * Resim çizerken kullanılan, taflan çubuklarından yapılan kalem, kömür kalem.
* Kömür kalemle yapılmışresim.füzesavar * Saldırınitelikli füzeleri etkisiz duruma getirmek amacıyla üretilen savunma sistemi. füzyometre * Erime ısısınıölçmeye yarayan cihaz. füzyon * Birleşme, kaynaşma. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 25
fob * Alıcı ile satıcıarasında kararlaştırılan bir fiyatın, malın satıcıtarafından belli bir limanda gemi üzerinde
teslimi şartıyla biçilmişolduğunu gösteren bir kısaltma.fobi * Belirli nesneler veya durumlar karşısında duyulan olağan dışı güçlü korku, yılgı. fodla * Çoğunlukla imaretlerde yoksullara verilen kepekli undan yapılmışpideye benzer bir tür ekmek. fodlacı * Evlere fodla dağıtan kimse.
* Fodla ile geçinen kimse.fodlacılık * Fodlacı olma durumu. fodra * Düz ve dik durması için elbisenin bazıyerlerine kumaşla astar arasına konulan sert ve kolalı bez. fodul * Üstünlük taslayan, kibirlenen. fodulca * Fodul gibi, fodula yaraşır (biçimde). fodulluk * Üstünlük taslama durumu, fodulca davranış. fok * Etçiller takımının fokgiller familyasından, 1-2 m boyunda, postu değerli, memeli deniz hayvanı, ayı balığı
(Phoca).fokgiller * Soğuk denizlerin kıyılarında yaşayan, etçiller takımının yüzgeç ayaklılar alt takımından bir familya. fokstrot * Dört tempolu bir dans. fokur fokur * Fokurdayarak. fokurdak * Fokurdama özelliği olan. fokurdama * Fokurdamak işi. fokurdamak * Ses çıkararak kaynamak. fokurdatma * Fokurdatmak işi. fokurdatmak * Fokurdamasını sağlamak. fokurtu * Sıvılar fokurdarken çıkan ses. fol * Tavuğun istenilen yere yumurtlaması için o yere konulan yumurta veya yumurtaya benzeyen şey. fol yok yumurta yok * ortada bu konu ile ilgili hiçbir belirti olmadığıhâlde varmışgibi bir kuşkuya düşmek. folk * Halk. folk müziği * Halk müziği.
* Özellikle II. Dünya Savaşından sonra Amerika’da başlayan halk şarkılarından esinlenen müzik.folk sanatçısı * Halk müziği ile uğraşan veya söyleyen sanatçı. folklor * Halk bilimi. folklorcu * Halk bilimci.
* Halk oyunlarınıöğreten veya oynayan kimse.folklorculuk * Folklorcunun işi veya mesleği.
* Halk bilimi ile uğraşmak işi.
* Halk oyunlarınıöğretmek veya öğrenmek işi.folklorik * Halk bilimi ile ilgili. folklorist * Bkz. folklorcu. folluk * Tavukların yumurtlaması için hazırlanmışyer. folyo kâğıdı * Yiyecekleri korumak ve saklamak için kullanılan, ince şeffaf kâğıt. fon * Belirli bir işiçin gerektikçe harcanmak üzere ayrılıp işletilen para.
* Sinemada, tiyatroda oyuncuların arkasındaki resim, fotoğraf veya çeşitli plâstik ögelerden oluşan dekor,
görüntü.
* (resimde) Bir tabloda, üzerinde konunun işlendiği boya katı.
* İç mimarîde üstüne başka şeyler eklenen bölüm.
* Bir kumaşın alt dokusu.fon müziği * Bir sahne eseri oynanırken çalınan müzik. fonda * Geminin demir attığıyer. fonda * Gemiler için demir atma komutu. fonda etmek * demir atmak. fondan * İçinde likör, tatlıveya hoşkokulu maddeler bulunan, ağızda kolayca eriyen bir tür şekerleme. fondip * Sonuna kadar, bir solukta bir dikişte. fondip yapmak * bir solukta, bir dikişte içmek. fondöten * Kadınların, cildi pürüzsüz göstermesi, renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarısıvıveya boyalıkrem,
düzgün.fonem * Ses birimi. fonetik * Ses bilgisi.
* Sesleri bütün özellikleri, ayrıntılarıyla gösteren, sesçil.fonetikçi * Ses bilgisi ile uğraşan, ses bilgisi uzmanı. fonksiyon * İşlev.
* Görev.
* Bir veya birçok değişken (değerleri değişebilen) niceliklere bağlı olarak değişen nicelik.
* Bir birleşikteki herhangi bir madde grubunun kimyasal görevi, bu görevi nitelendiren özelliklerin tamamı.fonksiyonalizm * İşlevcilik, görevcilik. fonksiyonel * Fonksiyonla ilgili; fonksiyonları inceleyen, işlevsel.
* Bir kimyasal fonksiyon ile ilgili.fonograf * Önceden özel bir madde üzerine tespit edilmişsesleri istendiğinde tekrarlayan cihaz, sesyazar, gramofon. fonografi * Seslerin gerektikçe tekrarlanmasını sağlamak için, bunların titreşimlerini, madde üzerine iz olarak geçirme
yöntemi.fonojenik * Sesi radyo veya fonografa uygun olan (kimse). fonolit * Sesli taş. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 26
fonolog * Ses bilimci. fonoloji * Ses bilimi. fonotelgraf * Telefonla iletilen telgraf. font * Dökme demir, pik (I). fora * Yelkenleri açtırmak için verilen komut. fora * Ayakkabıüstüyle pençesi arasına konulan parça. fora etmek * açmak, çözmek.
* çekip çıkarmak.
* açmak, çıplak duruma getirmek.forint * Macar para birimi. form * Biçim, şekil.
* Bir şeyin istenilen ve olması gereken durumu.
* İstenilen şeylerin yazılması, doldurulması için hazırlanmış basılı belge.forma * Biçim, şekil.
* Öğrencilerin, sporcuların, bazımesleklerde çalışanların giydikleri, bağlı bulundukları okul, spor klübü veya
meslekleri belirten tek tip giysi.
* Tek kâğıt tabaka üzerine basılan 16 sayfalık kırılmışkitap parçası.forma başlık * Dalgıçların eskiden kullandığıyuvarlak metal başlık. formaldehit * Doymuşaldehitlerin ilk üyesi olan H-CHO formülündeki aldehit. formalık * Forma yapmak için ayrılmış, forma yapmaya uygun.
* Herhangi bir sayıda forması olan.formalist * Biçimci, formaliteci, şekilci. formalite * Yöntem veya yasaların gerektirdiği işlem.
* Önem verilmediği hâlde bir zorunluluğa bağlı olarak yapılan biçimsel davranış.
* Yerine getirilmesi kanunca zorunlu kılınan işlem.formaliteci * Özellikle resmî işlerde yöntemlere, tüzüklere sıkısıkıya bağlanıp işlerin yürümesini güçleştiren kimse.
* Biçimci, şekilci, şekilperest, formalist.formalizm * Biçimcilik. formasyon * Biçimlenme.
* Belirli bir düzeyde eğitim görme, yetişme.format * Film veya fotoğrafta boyutlar. formatlama * Formatlamak işi. formatlamak * Bilgisayarda bir disketi zararlıögelerden temizlemek. formatlı * Bilgisayarda bir disketin zararlıögelerden temizlenmişdurumu. formda olmak * gerekli güç ve yeteneklere sahip olmak. formdan düşmek * güç ve yeteneği yitirmek. formel * Biçimsel. formen * Ustabaşı.
* İşçilerin düzenli ve verimli çalışmasınısağlayan ve işçiler üzerinde otoritesi olan işçi.formik asit * Karıncalarda ve bazı bitkilerde bulunan asit (HCOOH), karınca asidi. formika * Fenol formol reçinesine batırılmışve yüzeyi yapay reçine ile kaplanmış birkaç kat kâğıttan oluşan ve çoğu
marangozlukta kullanılan bir çeşit madde.formol * Formaldehidin %40′ lık değişik sulu çözeltisine verilen ad. formunu korumak * gerekli güç ve yeteneği bozmadan devam ettirmek.
* diri ve canlı görünmek.formül * Genel bir olguyu, bir kuralıveya ilkeyi açıklayan simgeler takımı.
* Bir belgenin yazılacağı biçimi ve ona özgü olan deyimi gösteren örnek.
* Çıkar yol, tutulan yol, yöntem.
* Kalıplaşmış, basmakalıp anlatım.
* Bir veya birçok niceliğe bağlı bulunan bir niceliğin hesaplanmasına yarayan cebirsel anlatım.
* Birleşik bir cismin birleşimine giren maddeleri ve bunların o birleşik maddedeki oranlarını gösteren
kısaltma takımı.formül bulmak * bir işi çözümleyecek çıkar yol bulmak, çözüm bulmak. formüle * “Bir düşünceye bir anlatım biçimi vermek” anlamında kullanılan formüle etmek birleşik fiilinde geçer. formüler * Formül dergisi. formülleşme * Formülleşmek işi. formülleşmek * Formül durumuna gelmek, kısa ve özlü duruma gelmek. formülleştirme * Formülleştirmek işi. formülleştirmek * Formül durumuna getirmek. foroz * Bir ağatılışında çıkarılan balık miktarı. foroz kayığı * Dalyandan balık çıkarmak için kullanılan kayık. fors * Devlet başkanının bulunduğu yerlere, amirallerin çalıştıklarıkuruluşlara veya gemilere, generallerin
garnizonlarına ve bu düzeydeki görevlilerin arabalarına çekilen üç veya dört köşeli bayrak.
* Söz geçirirlik, saygınlık.forsa * Gemilerde kürek çeken tutsak veya hükümlü kimse. forseps * Bazı güç doğumlarda çocuğun başınıtutup dışarıçekmeye yarayan araç. forslu * Üzerine fors çekilmiş(gemi, otomobil).
* Sözü geçer, güçlü.forsmajör * Zorlayıcısebep. forsu olmak * bir konuda saygınlığı, gücü, söz geçirirliği bulunmak. fort pense * Küçük başlıvidalarısıkmakta kullanılan özel bir alet. forte * Parçanın güçlü çalınacağını gösterir. fortepiano * F. P. harfleriyle gösterilen, parçanın önce güçlü çalınıp söyleneceğini, hemen sonra hafifletileceğini belirten
terim.fortissimo * Bir müzik eserinde bazı bölümlerin çok güçlü çalınması gerektiğini belirtir. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 27
forum * Eski Romalılar zamanında, Roma’da ve diğer şehirlerde kamu işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan.
* Dinleyici durumunda olanların da söz alabildikleri belli bir konu üzerinde düzenlenmiştoplantı.
* Bazısorunların görüşülerek karara bağlandığı genel toplantı.
* Tartışma alanı.forvet * Futbolda görevi karşıtarafa top sürmek ve gol atmak olan ileri uçtaki oyuncu, akıncı. fos * Çürük, temelsiz, boş, kof. fos çıkmak * bir işin sonu gelmemek, boşçıkmak. fosfat * Fosforik asidin tuzu veya esteri. fosfatlama * Fosfatlamak işi. fosfatlamak * Ekilen topraklara fosfatlı gübre vermek.
* Madensel bir parçanın yüzeyinde koruyucu bir fosfat tabakası oluşturmak.fosfatlı * İçinde fosfat olan. fosfor * Atom numarası15, atom ağırlığı30,97 olan, yarısaydam, bal mumu kıvamında, karanlıkta ışıldayan
sarımsak kokulu, 1,83 yoğunluğunda, zehirli bir element. KısaltmasıP.fosforışı * Bazıcisimlerin veya canlıvarlıkların normal sıcaklığında hissedilir bir artışolmadan, karanlıkta ışık verme
özelliği.fosforışıl * Fosforışıözelliği olan. fosforik * Gübre, sabun, deterjan yapımında ve eczacılıkta kullanılan, renksiz sıvıanlamına gelen fosforik asit
teriminde geçer.fosforik asit * Fosfor, hidrojen ve oksijenden oluşan, suda kolay çözünen, 42° C’ de eriyen, kristal yapılı, renksiz bir asit
(H3PO4).fosforlu * Birleşiminde fosfor olan.
* Işıklı, parlak.
* Gösterişli, çok boyalı.fosforsuz * Fosforu olmayan. fosgen * Karbonmonoksit ile klordan meydana gelen boğucu bir gaz. fosil * Yerin altında kalıp taşlaşmışhayvan ve bitki kalıntısı, taşıl, müstehase.
* Düşünce, yaşayış biçimi vb. bakımlardan çağın gerisinde kalmışkimse.fosilleşme * Fosilleşmek durumu, taşıllaşma. fosilleşmek * Fosil durumuna gelmek, taşıllaşmak.
* Gerilemek, köhneleşmek.fosilli * İçinde fosil bulunan. foslama * Foslamak işi. foslamak * Fos çıkmak. foslatma * Foslatmak işi. foslatmak * Yanlışınıveya hilesini ortaya çıkararak birini bozmak, utandırmak. fosseptik * Lâğım çukuru. fosur fosur * “Tütün, sigara vb.nin dumanınısavurarak içmek” anlamında fosur fosur içmek deyiminde geçer. fosurdama * Fosurdamak işi. fosurdamak * Solurken ağızdan ses çıkarmak. fosurdatma * Fosurdatmak işi. fosurdatmak * Tütün, sigara vb. ni duman çıkararak içmek. fosurtu * Sigarayıfosur fosur içerken çıkan ses. foşa * Tombul fındık grubunda standart bir fındık çeşiti. foşurdama * Foşurdamak işi. foşurdamak * Foşur foşur ses çıkarmak. foşurdata foşurdata * Foşurdayarak, foşurdatır bir biçimde. foşurdatma * Foşurdatmak işi. foşurdatmak * Suyun foşurdamasına yol açmak. fota * İçinde şarap yapılan bir çeşit fıçı. fotin * Bkz. potin. foto * Işık. foto * Fotoğraf sözünün kısaltılmışı. fotoakım * Fotoelektrik olayından elde edilen akım. fotoelektrik * Işığın etkisiyle elektrik üretme, yaratma.
* Işık ışımalarının etkisiyle oluşan her tür elektrik olayı için kullanılır.fotofiniş * Bir yarışta, yarışanların varışanınıtespit eden araç. fotoğraf * Görüntüyü, ışığa karşıduyarlıklı(cam, kâğıt gibi) bir yüzey üzerinde özel makine ile tespit etme yöntemi.
* Bu yöntemle tespit edilerek çoğaltılan resim.fotoğraf çekmek * fotoğraf makinesiyle görüntü tespit etmek. fotoğraf makinesi * Fotoğraf çekerken görüntüyü duyarlıklıyüzey üzerinde tespit etmeye yarayan cihaz. fotoğrafçı * Fotoğraf çeken veya basan kimse.
* Fotoğraf çekilen veya fotoğraf makinesi satılan yer, fotoğrafhane.fotoğrafçılık * Fotoğraf çekme yöntemi.
* Fotoğrafçının mesleği.fotoğrafhane * Fotoğrafçının çalıştığıyer. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 28
fotoğrafınıalmak * fotoğraf makinesiyle resmini çekmek. fotoğraflama * Fotoğraflamak işi. fotoğraflamak * Fotoğrafla tespit etmek, fotoğrafını çekmek, görüntülemek. fotojen * Işık yaratan, doğuran. fotojenik * Işığın bazıcisimler üzerine yaptığıkimyasal etki ile ilgili veya bu etkileri yaratma özelliği taşıyan.
* Fotoğraf kâğıdınıçok etkileyen.
* Fotoğrafta veya sinema filminde güzel bir etki bırakan (yüz, duruş).fotokimya * Işık etkisiyle oluşan kimyasal tepkimeleri inceleyen bilim. fotokinezi * Bazıhayvanlarıkaranlıkta ışık, çok aydınlıkta karanlık aramaya iteleyen dürtü. fotokopi * Tıpkıçekim, eşçekim. fotokopici * Fotokopi işlerini yapan, fotokopi çeken kimse. fotokopicilik * Fotokopicinin işi. fotolitografi * Taşveya maden üzerindeki örneklerin, ışığa duyarlıtabakalar üzerinde fotoğraf veya kopya yoluyla
çıkarılmasında kullanılan baskıtekniği.fotomekanik * Fotoğraftan baskıklişesi elde etmek için uygulanan her türlü yöntem. fotometre * lşıkölçer. fotometri * Işık ölçümü. fotomodel * Fotoğraf veya reklâm fotoğrafları için modellik eden kimse. fotomontaj * Bir konu üzerindeki eksik bölümleri tamamlamak veya daha çok konuyu bir araya toplamak için birkaç
fotoğrafın birleştirilmesi.fotomorfoz * Canlıvarlıkların birey oluşsırasındaki gelişimi üzerinde ışığın yaptığıetki. fotoroman * Bir metinle bir dizi fotoğraftan oluşan hikâye veya roman. fotosentez * Yeşil bitkilerin ışıkta basit birleşiklerinden karmaşık yapılı organik moleküller yapması. fotosfer * Işık yuvarı. fotoskop * Merceklerin uyumundaki değişiklikleri, onların yüzeylerindeki yansımalarla gözlemeye yarayan alet. fotoşimi * Fotokimya. fototaksi * Bkz. fototaktizm. fototaktizm * Işığa göçüm. fototek * Fotoğraf belgeliği. fototerapi * lşığın tedavi amacıyla kullanılması. fototropizm * Işığa doğrulum. foya * Parıltısınıartırmak için elmas taşlarının altlarına konan ince metal yaprak. foyasıçıkmak * bir olay dolayısıyla bir kimsenin kötü niteliği ortaya çıkmak. foyasını belli etmek * göz boyacılığı, suçu, kötü niteliği veya gizli niyeti ortaya çıkmak. fötr * Şapka, çanta, çiçek ve başka süs eşyasıyapmak için kullanılan ince ve yumuşak keçe. Fr * Fransiyum’un kısaltması. fragman * Tanıtma filmi. frak * Resmî törenlerde giyilen uzun etekli, eteğinin arkası beline kadar yırtmaçlı, siyah, resmî erkek ceketi ve
takımı.fraklı * Frakı olan. fraksiyon * Bir siyasî partinin politikasınıparlâmentoda, yerel yönetimlerde, çeşitli kuruluşlarda yürütmek için
teşkilâtlanmışgrup, bölüntü, bölüngü.
* Bir siyasî partinin içinde, partinin izlemekte olduğu ana siyasî çizgiye karşı olan, ayrı bir teşkilât merkezi
bulunan ve partinin çoğunlukla aldığıkararlara karşısavaşan parti içi grup.francala * İyi nitelikli undan yapılan ince uzun ekmek. francalacı * Francala yapan veya satan kimse. francalacılık * Francala yapma ve satma işi. francalalık * Francala yapmaya uygun olan (un). frank * Fransız para birimi. franklık * Frank değerinde. Fransız * Fransa’da yaşayan bir halk ve bu halkın soyundan olan kimse.
* Fransız halkına özgü olan, Fransa ile ilgili olan.Fransızca * Hint-Avrupa dillerinden, Fransa ve Fransız uygarlığını benimsemişülkelerde kullanılan dil.
* Bu dile özgü olan.Fransızlaşma * Fransızlaşmak işi. Fransızlaşmak * Fransız olmak, Fransızlığı benimsemek. Fransızlaştırma * Fransızlaştırmak işi. Fransızlaştırmak * Fransız kimliğini kazandırmak. Fransızlık * Fransız olma durumu. fransiyum * Aktinyum’dan elde edilen, atom numarası87, atom ağırlığı223 olan radyoaktif element. KısaltmasıFr. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 21
fingir fingir * Davranışve sözlerdeki aşırılığı anlatmak için fingirdemek fiiliyle birlikte kullanılır. fingirdek * Aşırıderecede oynak ve kırıtkan, cilveli (kadın). fingirdeme * Fingirdemek işi. fingirdemek * Dikkati çekecek kadar kırıtkan, oynak davranmak. fingirdeşme * Fingirdeşmek işi. fingirdeşmek * Birbiriyle fingirdeşmek. finiş * Bitme.
* Bir yarışın son bulduğu yer veya çizgi, varış.finişe kalkmak * uzun veya orta mesafe koşularda varışa yaklaşırken hızıartırmak. fink * “Hiçbir şeye aldırmadan gönlünce gezip eğlenmek” anlamına gelen fink atmak deyiminde geçer. fino * Çok tüylü küçük bir köpek türü.
* Esrar.firak * Ayrılış, ayrılık. firaklı * Üzüntülü, dokunaklı, içe işleyen. firar * Kaçma, kurtulma.
* Bir sanık, tutuklu veya hükümlünün gözcülerin elinden kurtulması.firar etmek * kaçmak. firara kadem basmak * kaçmak. firarî * Kaçak, kaçkın, kaçmışolan (kimse). firavun * Eski Mısır hükümdarlarına verilen unvan.
* Kibirli, suratsız ve kötü yürekli kimse.
* İskambil kâğıtlarıyla oynanan bir çeşit oyun.firavun faresi * Etçillerden, Afrika’da, özellikle Mısır’da yaygın, kedi büyüklüğünde bir hayvan (Herpestes ichneumon). firavun inciri * Frenk inciri. firavunlaşma * Firavunlaşmak işi. firavunlaşmak * Kötü, acımasız bir insan olmak. firavunluk * Firavun olma durumu.
* Firavunun görevi.fire * Her tür ticarî malda kuruma, dökülme, bozulma gibi sebeplerle eksilme, ağırlık yitimi.
* Bir işyapılırken çıkan artık parça.fire vermek * kuruma dolayısıyla eksilmek. firez * Ekin.
* Yeni çıkmaya başlamışekin.
* Biçilmiştarlada kalan tahıl kökleri, anız.firfiri * Parlak kızıl renk.
* Bu renkte olan.firik * Olgunlaşmak üzere olan tahıl.
* Çerez olarak yenen tahıl kavurgası.firiştahı gelse * en güçlüsü, en yetkilisi, en üstünü olsa. firkat * Ayrılış, ayrılık. firkate * Bkz. fırkata. firkateyn * Üç direkli, bir tür yelkenli savaşgemisi. firkete * Kadınların saçlarınıtutturmak için kullandıklarıU biçimindeki naylon, tel veya bağadan saç tokası. firketeleme * Firketelemek işi. firketelemek * Firkete ile tutturmak. firma * Tüzel kişiliği olsun olmasın bir ekonomik etkinlik birimi. firuze * Küpe ve yüzük taşı gibi bezek işlerinde kullanılan, mavi renkli, saydam olmayan hidratlıdoğal alüminyum
ve fosfattan oluşan değerli bir mineral.fisebilillâh * Hiçbir karşılık beklemeden. fiske * Parmaklardan birinin ucunu başparmağın başına iliştirip birdenbire ileriye fırlatarak yapılan vuruş.
* İki parmak ucu ile tutulabilen miktar.
* İnsan derisinde herhangi bir sebeple ortaya çıkan ufak ve içi su dolu kabartı.fiske fiske kabarmak (veya olmak) * kabarcıklar oluşmak. fiske kondurmamak (veya dokundurmamak) * bir kimse veya nesneyi en küçük bir tehlikeden bile korumak, titizlikle savunmak. fiskeleme * Fiskelemek işi. fiskelemek * Fiske vurmak.
* Hafifçe sitem etmek.fiskos * Başkalarının duyamayacağı biçimde gizli ve alçak sesle konuşma. fiskos etmek * başkalarının bulunduğu yerde birkaç kişi gizlice, alçak sesle konuşmak. fistan * Giysi.
* (İskoç, Arnavut ve Yunanlılarda) Erkeklerin giydikleri kısa, plili eteklik.fistanlı * Fistan giymiş. fistanlık * Fistan yapmaya elverişli. fistansız * Fistan giymemiş. fisto * Elde veya makinede işlenmişsüslü şerit.
* Dantele benzer süsleri olan bir tür kumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.fistolu * Üzerine fisto dikilmişolan. -
Türkçe Sözlük F Sayfa 22
fistül * Akarca. fiş * Prizden akım almaya yarayan araç.
* Bir eserin hazırlanmasında kolaylık sağlamak veya bir işe kılavuzluk etmek için yazılıp sınıflandırılan küçük
kâğıt yapraklarından her biri.
* Kumarda, bazıalışverişişlerinde para yerine kullanılan pul ve benzeri.
* Bir işi yaptırmak veya gereken sıranın alındığını belirtmek için bir koçandan koparılmışkâğıtlardan her biri,
makbuz.fişaçmak * bir işle ilgili konuda gereken bilgileri fişüzerine yazmaya başlamak, fişlemek. fişe * Bazımobilya kilitlerinin içinde bulunan, birbirinin benzeri fakat farklıölçüdeki uçlarıyaylıkilit elemanı. fişek * Tüfek, tabanca gibi hafif ateşli silâhların içine, atılmak için sürülen ve içinde barut bulunan bir kovan ile bu
kovanın ucuna yerleştirilmişmermiden oluşan cephane, kurşun.
* Donanma ve şenliklerde kullanılan çeşitli yanıcıveya patlayıcımaddeler.
* Silindir biçiminde üst üste konarak kâğıda sarılmışmadenî para.
* Fişek biçiminde yapılmış baharat ambalâjı.fişek atmak * ortalığıkarıştıracak bir söz söylemek.
* cinsel birleşmede bulunmak.fişek gibi * hızla. fişek salıvermek * ara bozacak söz söylemek. fişekçi * Fişek yapan veya satan kimse. fişekhane * Fişek yapılan yer. fişekli * İçinde fişek bulunan. fişeklik * Üzerine tüfek, tabanca fişekleri geçirilip bele asılan veya omuzdan bele doğru çapraz geçirilen kemer,
kargılık.
* Kütüklük.fişeklikli * Fişekliği olan. fişini tutmak * bir kimsenin davranışlarınıfişüzerinde belirlemek. fişka * Çipo tırnağınıkaldırıp asmak için geminin kenarında bulunan sabit veya hareketli demir askı. fişleme * Fişlemek işi. fişlemek * Fişüzerine yazmak.
* Bir işle ilgili konuda fişaçmak.fişlenme * Fişlenmek işi. fişlenmek * Fişe geçirilmek, fişe yazılmak.
* Güvenlik kuruluşlarında dosyası bulunmak.fişli * Fişe yazılmışolan.
* Güvenlik kuruluşlarında kaydı bulunan (kimse).fişlik * Fişkoymaya yarar yer veya kutu.
* Fişolmaya veya fişyapılmaya uygun olan.fit * Birini başkasına karşıkışkırtma. fit * Ödeşme, razı olma. fit * İngiliz uzunluk ölçüsü birimi olan foot, ayak sözünün çokluk biçimi. fit olmak * ödeşme, razı olmak. fit vermek (veya fit sokmak) * birini başkasına karşıkışkırtmak, arayıaçmak; kuşku uyandırmak. fitçi * Kışkırtıcı, ara bozucu, kovcu. fitçilik * Kışkırtıcılık, ara bozuculuk, kovculuk. fitil * Lâmbada, kandilde ve mumda yağın, çakmakta benzinin yanmasınısağlayan, türlü biçimlerde bükülmüş
veya dokunmuşpamuktan yapılan genellikle yağçekici madde.
* Derin yaraların tedavisinde, yara içine salınan steril gaz bezi şeridi.
* Anüse konulan donmuşyağkıvamında ve koni biçiminde ilâç.
* Eskiden toplarıve şimdi lâğımlarıateşlemekte kullanılan kaytan biçiminde tutuşturucu madde.
* Kumaşın altına kaytan biçiminde bükülmüş bir şey koyup üstten dikerek yapılan kabartma yol.
* Koltuk ve sandalye gibi oturulan eşyanın yapımında dikişveya çivileri gizlemekte kullanılan şerit.
* Dokunuşunda yolları olan kumaş.
* Elli kâğıtla oynanan ve en az sayısı olanın kazanmasıkuralına dayanan bir iskambil oyunu.fitil fitil burnundan gelmek * Bkz. burnundan gelmek. fitil gibi * çok sarhoş. fitil olmak * çok sarhoşolmak. fitil vermek * kızdırmak, azdırmak, kışkırtmak. fitilci * Fitil yapan veya satan kimse.
* Kargaşalık çıkaran (kimse).fitili almak * birdenbire telâşlanmak, kaygılanmak, öfkelenmek. fitilleme * Fitillemek işi. fitillemek * Fişek, dinamit gibi patlayıcımaddelerin fitilini ateşlemek.
* Birini kızdırmak veya kışkırtmak, fitil vermek.fitillenme * Fitillenmek işi. fitillenmek * Fitil takılmak.
* Kızdırılmak, kışkırtılmak.fitilli * Fitili olan veya fitille ateşlenen.
* Üzerinde dokuma doğrultusunda fitiller olan kumaş.fitilsiz * Fitili olmayan. fitin * Fitik asidin C6H6[OPO(OH)2]6, bir tuzu olan, fosforu tek mideliler tarafından değerlendirilemeyen
organik bir bileşik.fitleme * Fitlemek işi. fitlemek * Birini, başkasına karşıkışkırtmak, fitnelemek. fitlenme * Fitlenmek işi. fitlenmek * Biri başkasına karşıkışkırtılmak. fitne * Geçimsizlik, karışıklık, kargaşa.
* Fitneci, ara bozucu.fitne fesat çıkarmak * ara bozucu söz söylemek ya da davranışlarda bulunmak. fitne fücur * Çok fitneci, ara bozucu, karıştırıcı. fitne kumkuması * Ara bozucu kimse.