Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük G Sayfa 26

    gına getirmek * bıkmak, usanmak.
    gıpta * İmrenme, imrenti.
    gıpta etmek * imrenmek.
    gıptasını çekmek * gıptayla bakmak, imrenmek, özenmek .
    gır * Söz, lâkırdı.
    * Yalan, uydurma.
    gır atmak * konuşmak, lâf atmak.
    gır geçmek * bol bol konuşmak; çene çalmak.
    * dikkat etmemek, aklı başka yerde olmak.
    gır gır * Sürekli ve usanç verecek biçimde ses çıkarmayıanlatır.
    gır gır geçmek * alay etmek.
    gır gıra almak (veya getirmek) * alaya almak.
    gır kaynatmak * (birkaç kişi) işlerini bırakıp yârenlik etmek.
    gırç gırç * Gırç sesi çıkararak.
    gırgır * Mekanik olarak çalışan süpürge.
    * Açık denizlerde balık avlamakta kullanılan büyük ağ.
    * Mekanik düzenekli süpürme aracının firma adıve bu türden bütün süpürgeler.
    * Usanç veren sürekli ve kaba bir sesle.
    * Komik, matrak, eğlenceli.
    gırgırcı * Boşlâf etmeyi seven, alaycı, komik (kimse).
    gırgırlama * Gırgırlamak işi.
    gırgırlamak * Gırgırla süpürmek.
    gırıl gırıl * Sert ve gürültülü ses çıkararak.
    gırla * Alabildiğine, çok.
    gırla gitmek * uzun sürmek, sürüp gitmek.
    * bol bol ortaya dökülüp harcanmak.
    gırnata * Klârnet.
    gırnatacı * Klârnetçi.
    gırt * Sert veya kalın bir şey kesilirken çıkan ses.
    gırt gırt * Gırt sesi çıkararak.
    gırtlağına basmak * birine bir şey yaptırmak için dayatmak veya inat etmek.
    gırtlağına düşkün * çok yiyip içen.
    gırtlağına kadar * çok fazla, bol bol.
    gırtlağına sarılmak * peşini bırakmamak, musallat olmak.
    gırtlağından kesmek * herhangi bir amaç için yiyeceğinden kısıntıyapmak, boğazından kesmek, tasarruf etmek.
    gırtlak * Soluk borusunun üst bölümü, imik, hançere.
    * Yiyip içme.
    * Ses rengi, yapısı.
    gırtlak gırtlağa gelmek * kıyasıya dövüşmek.
    gırtlak ünsüzü * Akciğerlerden gelen havanın gırtlaktaki yarıkapalıengellere çarpıp gevşemesi ile oluşan sert ünsüz.
    gırtlaklama * Gırtlaklamak işi.
    gırtlaklamak * Birinin gırtlağınısıkmak.
    gırtlaklaşma * Gırtlaklaşmak işi.
    gırtlaklaşmak * Birbirinin gırtlağına sarılarak dövüşmek.
    gırtlaklayış * Gırtlaklamak işi veya biçimi.
    gırtlaksı * Gırtlakta boğumlanan (ses), gırtlak ünsüzü.
    gırtlama * Gırtlamak işi.
    gırtlamak * (çayı) Şekerini ağızda tutarak içmek.
    gıy gıy * Keman vb. çalgıların çıkardığısesleri anlatmak için kullanılır.
    gıyaben * Kendi yokken, ortada olmaksızın.
    * Adını, sözünü başkalarından duyarak, görmeden.
    gıyabında * Kendi yokken, arkasından.
    gıyabî * (bir kimse) Bulunmadığısırada yapılan, verilen.
    * Uzaktan, görüşmeden (olan).
    gıyabî hüküm * Kendi yokken arkasından verilen hüküm.
    gıyabî tutuklama * Kendi yokken arkasından yapılan tutuklama.
    gıyap * Yokluk, bulunmama, yitiklik.
    gıyap kararı * Duruşmaya gelmemenin yaptırımı.
    gıybet * Çekiştirme, yerme, kötüleme, kov.
    gıybet etmek * çekiştirmek, yermek.
    gıybetçi * Çekiştirici, kovcu.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 27

    gıygıy * Herhangi bir tür yaylıçalgı.
    gıygıycı * Kemancı.
    * Beceriksiz.
    -gi * Bkz. -gı/ -gi, -gu / -gü.
    gibi * …-e benzer.
    * O anda, tam o sırada, hemen arkasından.
    * İmişçesine, benzer biçimde.
    * …-e yakışır biçimde.
    gibi gelmek * … sanısıvermek, … sanısıyaratmak.
    gibi olmak * bir duruma, bir duyguya yaklaşmak.
    gibi yapmak * imişçesine davranmak.
    gibilerden * Ona benzer biçimde.
    gibisi * Benzeri.
    gibisinden * Bir ismin tamlananıdurumunda olduğu zaman, “bir şeye benzer durumda olandan” anlamında kullanılır.
    * Bir fiilden sonra geldiğinde o fiilin benzeri bir durumu anlatır.
    gibisine gelmek * imişgibi gelmek, sanmak.
    gibisine getirmek * sanısıuyandırmak, sanısıvermek.
    gicişme * Gicişmek işi veya durumu.
    gicişmek * Kaşınmak, kaşıntıduymak, gidişmek.
    -giç * Bkz. – gıç / -giç, -guç / -güç.
    gide gide * Gidip dolaşarak, gezip görerek.
    gideğen * Göl ayağı.
    gider * Bir işiçin harcanan paranın bütünü, masraf.
    * Gelecekte sağlanacak değerler karşılığıyapılan harcamalar.
    * Binalarda ortak kullanımla ilgili atık suların merkezî kanalizasyona iletilmesini sağlayan boru hattı.
    giderayak * Gitme anında, gitmek üzere iken.
    giderek * Yavaşyavaş, derece derece, gittikçe, tedrici olarak, tedricen.
    gideren alan * Bir demiri mıknatısladıktan sonra bunun bir noktasından çıkan indükleme akışınısıfıra indirmek için
    gereken şiddetteki manyetik alan.
    giderici * Yok eden; dindiren.
    giderilme * Giderilmek işi.
    giderilmek * Ortadan kaldırılmak, yok edilmek.
    giderme * Gidermek işi.
    gidermek * Ortadan kaldırmak, yok etmek.
    gidertme * Gidertmek işi.
    gidertmek * Giderilmesine, ortadan kaldırılmasına yol açmak.
    gidi * Şaka yollu söylenen azarlama sözü.
    * Bir şeye duyulan özlem ve isteği belirtmek için kullanılır.
    * Ahlâksız, pezevenk.
    gidici * Gitme durumunda bulunan, gitmek üzere olan, kısa süre için var olan, kalıcıkarşıtı.
    * Ölmek üzere olan.
    gidiliş * Gidilmek işi veya biçimi.
    gidilme * Gidilmek işi.
    gidilmek * Gitmek işi yapılmak.
    gidimli * Bir tasarımdan ötekine geçerek, çıkarımlar yaparak, bir önermeden ötekine mantıkî bir yolla ilerleyerek,
    parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce kuran (düşünce yolu).
    gidip gelme * Gidiş, dönüş.
    gidiş * Gitmek işi.
    * Gitme biçimi, tempo.
    * Tutum, durum, davranış.
    * Bir yere gitme.
    gidişalayı * Padişahların saray dışı gezilere çıkmalarıdolayısıyla düzenlenen tören.
    gidişdönüş * Gitme ve gelme (veya dönme).
    gidişgeliş * Trafik, seyrüsefer.
    gidişo gidiş * konuşmaya konu olan kimsenin bir daha dönmediğini anlatır.
    gidişat * Olayların durumu, işlerin gelişme biçimi.
    * Tutum, durum, davranış.
    gidişme * Gidişmek işi.
    gidişmek * Kaşıntıduymak, kaşınmak, gicişmek.
    gidon * Yönelteç.
    * Komodorlara özgü çımasıçatal biçiminde kesilmişsancak, fors.
    -gil * Bir adın sonuna eklenerek “soy, aile” kavramıveren ve ünlü uyumuna girmeyen bir ek.
    * Çoğul eki -ler ile birlikte hayvan ve bitki familyalarını bildiren isimler yapar: kedi-gil-ler, bakla-gil-ler vb.
    gilaburu * Kuzey ve Orta Anadolu’da orman kenarlarında yetişen, 2-4 m yükseklikte bir ağaççık (Viburnum opulus).
    -gin * Bkz. -gın / -gin, -gun / -gün.
    gine * Gene, yine.
    Gineli * Gine halkından olan kimse.
    ginseng * Uzak Doğu ülkelerinde (Çin, Japonya, Kore vb.) yetişen, geleneksel tedavilerde kullanılan, kazık köklü,
    otsu ve çok yıllık bir bitki (Panax ginseng).
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 28

    gipür * İplikten veya ipekten olan, genişilmeklerden oluşan bir tür dantel.
    * Kumaş.
    giranbaha * Pahada ağır, değerli .
    giray * Kırım hanlarına ve han ailesinden olan prenslere verilen unvan.
    girdap * Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek yaptığıçevrinti, ters akıntıların oluşturduğu dönme,
    burgaç.
    * Tehlikeli yer veya durum.
    girdi * Bir üretimde yararlanılan para, gereç ve işgücü, çıktıkarşıtı.
    girdisi çıktısı * Yakın ilişki.
    * Bilinmeyen karışık yönler, ayrıntılar.
    * Bir üretimde yararlanılan para, gereç ve işgücü.
    girecek delik aramak * saklanmak veya saklanmak istemek.
    giren * Hafif bulutlu, sisli hava.
    girenleme * Girenlemek işi veya durumu.
    girenlemek * Hava bulutlanmak, serinlemek.
    girgin * Herkesle çabucak yakınlık kurarak işini yürütebilen, pısırık karşıtı.
    girginlik * Girgin olma durumu.
    girift * Birbirinin içine girip karışmış, girişik, çapraşık.
    * (eski güzel yazısanatında) Boşyer bırakmayacak biçimde iç içe istif edilmiş(yazı).
    * Klâsik Türk müziğinde kullanılmışneye benzer bir çalgı.
    giriftar * Tutulmuş, yakalanmış.
    giriftar olmak * yakalanmak, tutuklanmak.
    giriftlik * Girift olma durumu .
    giriftzen * Girift çalan kimse.
    giriliş * Girilmek işi veya biçimi.
    girilme * Girilmek işi.
    girilmek * Girmek işi yapılmak.
    girim * Girmek işi, girme.
    girimlik * Bir yere girmek hakkını gösteren kâğıt, girişkartı, duhuliye kartı.
    girinti * Düz bir yüzeyde bulunan içerlek bölüm.
    girintili * Girintisi olan.
    girintili çıkıntılı * Düz veya düzgün olmayıp girinti ve çıkıntıları olan.
    girintisiz * Girintisi olmayan.
    girintisiz çıkıntısız * Düzgün, dümdüz.
    girip çıkmak * az kalmak üzere uğramak.
    * bir yere sık sık gelmek.
    giriş * Girmek işi veya biçimi.
    * Bir yapıda girip geçilen yer, methal, antre.
    * Bir eserin konusunu tanıtarak kolay kavranmasınısağlayan, ön sözden sonra yer alan bölüm, methal.
    * Bir anlatımda gelişme bölümüne hazırlık yapmayısağlayan bölüm, girizgâh.
    * Bir bilime hazırlık amacıyla yazılan eser.
    * Bir müzik parçasında baştaki bölüm, methal.
    * Bir yere girmek için ödenen para, girişücreti, duhuliye.
    girişkapısı * Yapılarda içeri girmek için kullanılan kapı.
    girişkartı * Bir kuruluşa, bir toplantıya veya bir spor karşılaşmasına serbestçe girebilme olanağısağlayan belge.
    girişkatı * Bkz. yer katı, zemin katı.
    girişücreti * Bir gösteriyi görmek için ödenen ücret, duhuliye.
    girişik * Birbirinin içine girmiş, karışmışolan, girift.
    girişik bezeme * Kıvrılarak, birbirinin içine geçerek uzayıp giden, yapraklıdallarıandıran geometrik görünüşte birtakım
    biçimlerden oluşmuş bezeme çizgileri, girift tezyinat, arabesk.
    girişik cümle * Bir temel cümle ile bir veya birkaç fiilimsiden kurulan cümle, mudil cümle: Koşarak geldi. Öğrenciler
    sabahleyin koşa koşa okula gidiyorlardı gibi.
    girişik tamlama * İçinde tümleç, sıfat tamlamasıveya zarf bulunan tamlama: Ali’nin eve gelmesi gibi.
    girişilme * Girişilmek işi.
    girişilmek * Girişmek işi yapılmak.
    girişim * Bir işe girişme, teşebbüs.
    * İki veya daha çok dalga hareketinin, aynınoktaya aynıanda gelmesiyle birbirini yok edebilmesi veya
    kuvvetlendirebilmesi olayı.
    girişim ölçme * İki veya daha fazla dalga hareketini ölçme işi.
    girişimci * Bir işi yapmak için girişimde bulunan kimse, müteşebbis.
    * Ticaret, endüstri gibi alanlarda sermaye koyarak girişimde bulunan kimse, müteşebbis.
    girişimcilik * Girişimci olma durumu.
    girişimde bulunmak * davranmak, teşebbüs etmek.
    girişimölçer * Işık girişim saçaklarınıuzaktan ölçmeye yarayan araç, interferometre.
    girişken * Kendi kendine iş, uğraşyaratabilen, bir işe hiç çekinmeden girebilen, başkalarıyla kolayca ilişki kurabilen,
    müteşebbis.
    girişkenlik * Girişken olma durumu.
    girişlik * Bir başka söze yol açmak için söylenen söz, girizgâh.
    girişme * Girişmek işi, teşebbüs.
    girişmek * Bir işe, bir şeye başlamak için hazırlık yapmak, ele almak, teşebbüs etmek.
    * Dövmeye başlamak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 23

    geveleyiş * Gevelemek işi veya biçimi.
    geven * Baklagillerden, çok yıllık, dikenli bir çalı; bazıtürlerinden kitre denilen zamk çıkarılır, keven (Astragalus).
    gevenlik * Geveni çok olan yer.
    geveze * Çok konuşan, çenesi düşük, lâfçı, lâfazan.
    * Sır saklamayan, boş boğaz.
    gevezelenme * Gevezelenmek işi.
    gevezelenmek * Gevezelik etmek.
    gevezelik * Geveze olma durumu, lâfazanlık.
    * Düzensiz, gelişigüzel konuşma, yazma.
    gevezelik etmek * saçma sapan konuşmak.
    * yârenlik etmek.
    gevher * Cevher.
    geviş * (hayvan için) Çiğneme.
    gevişgetirenler * Çift parmaklıhayvanların, sindirim organları gevişgetirmeye uygun olan alt takımı.
    gevişgetirmek * yutmuşolduğu yiyeceği midesinden ağzına çıkarıp yeniden çiğnemek.
    gevişgetirmeyenler * Çift parmaklılar takımına giren, mide yapıları basit olan bir alt takım.
    gevme * Gevmek işi.
    gevmek * Ağızda katı bir şey çiğnemek, gevişgetirmek.
    gevrecik * Çok gevrek veya incecik.
    * Çok taze, yumuşacık.
    gevrek * Kolayca kırılıp ufalanan.
    * (gülüşiçin) Şen, neşeli.
    * Ağzın içinde kolayca parçalanıp dağılacak biçimde hazırlanmış bir tür çörek.
    gevrek gevrek gülmek * kendine güvendiğini veya karşısındakini hafifsediğini anlatır.
    gevrekçi * Gevrek yapan veya satan kimse.
    gevrekçilik * Gevrekçinin işi veya mesleği.
    gevreklik * Gevrek olma durumu.
    gevreme * Gevremek işi.
    gevremek * Kolay kırılır duruma gelmek.
    * Ekin olgunlaşmak.
    gevretilme * Gevretilmek işi.
    gevretilmek * Gevremek işi yapılmak.
    gevretme * Gevretmek işi.
    gevretmek * Bir şeyin gevremesini sağlamak.
    gevşek * Sıkıveya gergin olmayan, gevşemişolan.
    * İlgisiz, kayıtsız.
    * Cansız, hareketsiz, iradesiz.
    gevşek ağızlı * Geveze, boş boğaz.
    gevşek vurgu * Üzerinde vurgu olan bir ünlüden sonra, ünsüzle başlayan bir hecenin gelişiyle zayıflayan vurgu.
    gevşeklik * Gevşek olma durumu.
    * İlgisiz, kayıtsız davranış.
    * Uyuşukluk, kesiklik, rehavet.
    gevşeme * Gevşemek işi.
    * İsteğin, çabanın, ciddiyetin azalması.
    * Yüreğin atmasında kasılmadan sonra gelen dinlenme ve içine kan dolma dönemi.
    * Gerilen kasların veya öfke, kaygı, korku gibi coşkularla artan ruhî gerilimin normal duruma gelmesi.
    * Gerilmişvücut bölümlerinin, direnci olmadan, kendi ağırlıklarıyla, bazı hareketlerle yeniden kendi
    durumuna gelmesi, gerilme karşıtı.
    * Para piyasasında değer yitimi.
    gevşemek * Sertlik ve gerginliği bozulmak.
    * Çözülmek.
    * Yumuşamak, yatışmak, sakinleşmek.
    * Para piyasasında değer yitirmek.
    * Sevmek, hoşlanmak.
    gevşetilme * Gevşetilmek işi.
    gevşetilmek * Bir şeyin gevşemesini sağlamak, bir şeyi gevşek duruma getirmek.
    gevşetme * Gevşetmek işi.
    gevşetmek * Sertlik ve gerginliğini bozmak.
    * Rahatlatmak, sakinleştirmek.
    gevşeyiş * Gevşemek işi veya biçimi.
    geyik * Geyikgillerden, erkeklerinin başında uzun ve çatallı boynuzları olan memeli hayvan (Cervus elaphus).
    * Karısının veya bir kadın yakınının ihanetine uğramışerkek.
    geyik böceği * Geyik boynuzunu andıran sağlam çeneleriyle, orman ve tarım ağaçlarınıkemirerek beslenen, 20 ile 60 mm
    boyunda kın kanatlı böcek (Lucanus cervus).
    geyik böcekleri * Geyik böceği ve benzerlerini içine alan kın kanatlılar familyası.
    geyik dikeni * Bkz. akdiken.
    geyik etine girmek * (genç kız) erginlik çağına ermek.
    geyik muhabbeti * Boşkonuşma.
    geyik otu * Sedef otugillerden, bahçelerde süs olarak yetiştirilen ıtırlı bir bitki (Dictamnus fraxinella).
    geyikdili * Eğrelti otugillerden, Kuzey ve BatıAnadolu’nun kıyıkesimlerinde yetişen, yapraklarıuzunca dil biçiminde
    çok yıllık otsu bir bitki (Scolopendrium officinale).
    geyikgiller * Gevişgetirenlerden geyik, alageyik, karaca gibi hayvanları içine alan bir familya.
    geyikler kırkımında * hiçbir zaman olmayacak işler için söylenir.
    geyşa * Dansçıve şarkıcıJapon kadını.
    * Özel olarak konuk ağırlamak için yetiştirilmişJapon kadını.
    gez * Okun, kirişe geçen ucundaki kertik.
    * Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun gerisinde bulunan ve nişan alırken arpacıkla birlikte göz ile
    hedef arasında aynıdoğru üzerine getirilen kertik.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 24

    gez * Yer ölçmeye yarar düğümlü ip.
    * Yapı işlerinde kullanılan çekül.
    gez göz arpacık * tüfekle yapılan atışlarda daha iyi nişan almak için kullanılan bir söz grubu.
    gezdirilme * Gezdirilmek işi.
    gezdirilmek * Gezdirmek işi yapılmak.
    gezdiriş * Gezdirmek işi veya biçimi.
    gezdirme * Gezdirmek işi.
    gezdirmek * Birinin gezmesini sağlamak, dolaştırmak.
    * Tanıtmak amacıyla dolaştırmak.
    * Bir şeyi başka bir şeyin üzerinde dolaştırarak dökmek.
    * Sürterek, değdirerek hareket ettirmek.
    * Bir şeyi herkesin alması için dolaştırmak, sunmak.
    * Herhangi bir biçimde giydirmek.
    geze almak * tüfeği hedefe doğrultmak.
    gezegen * Güneşçevresinde dolanan, ondan aldıklarıışığıyansıtan gök cisimlerinin ortak adı, seyyare, plânet.
    gezegenler arası * Güneşçevresinde dolanan cisimler arasındaki boşluk.
    gezeğen * Çok gezen (kimse).
    gezeleme * Gezelemek işi.
    * Düğünden sonra, gelin ve damadın akrabalarına yaptıklarıziyaret.
    gezelemek * Gezinmek.
    * Sıkıntılı bir durumda dolaşmak, gezinmek.
    gezenti * Vaktini gezmekle geçiren, gezmeyi çok seven, gezeğen.
    gezerçalar * Pille çalışan kulaklık aracılığı ile müzik dinlemeye yarayan, insanın üzerinde taşıyabileceği teyp, walkman.
    gezgin * Gezmek, tanımak, görmek, dinlenmek amacıyla geziye çıkan (kimse).
    gezginci * Gezerek işgören, gezici, seyyar.
    gezgincilik * Gezginci olma durumu.
    gezginlik * Gezgin olma durumu, turistlik, seyyahlık.
    gezi * Ülkeler veya şehirler arasında yapılan uzun yolculuk, seyahat.
    * Gezilip hava alınacak yer.
    * Gezinti yeri.
    gezi * Pamuk ve ipekle karışık dokunmuşhareli kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan.
    gezi yazısı * Gezilip görülen yerleri, özelliklerini, oralardaki insanların yaşantılarını, geleneklerini anlatan düz yazı.
    gezici * Gezerek işgören, gezginci, seyyar.
    * Halk topluluklarına eğitim ve öğretim amacıyla götürülen (hizmet).
    gezici topluluk * Belli bir yeri olmayıp özel araçlarla dolaşarak oyunlar sergileyen topluluk.
    gezicilik * Gezici olma durumu.
    geziliş * Gezilmek işi veya biçimi.
    gezilme * Gezilmek işi.
    gezilmek * Gezmek işi yapılmak, dolaşılmak.
    gezimcilik * Derslerini öğrencileriyle birlikte gezinerek veren Aristoteles’in felsefesi, Aristotelesçilik, peripatetizm.
    geziniş * Gezinmek işi veya biçimi.
    gezinme * Gezinmek işi, seyran.
    gezinmek * Eğlenmek, vakit geçirmek için gezmek, dolaşmak, seyran etmek.
    * Belirli bir çevre içinde gezip durmak.
    * Özellikle doğaçtan yapılan müzikte, ezgiyi belli bir makam anlayışı içinde değişik perdeler üzerinde çalmak,
    dolaşmak.
    gezinti * Uzak olmayan bir yere yapılan gezi, tenezzüh.
    * Kale duvarlarının iç tarafında kuleleri birbirine bağlayan dar yol.
    * Evlerde oda kapılarının açıldığı aralık, koridor.
    * Sofa, balkon.
    * Bir çalgıyla belli bir parça çalmaksızın ezgiler çıkarma işi.
    gezinti yeri * Yürüyüşyapmak, dolaşmak ve hava almak amacıyla ayrılmışyol veya bölge, promönat.
    gezip tozmak * eğlenmek amacıyla çokça gezmek.
    geziş * Gezmek işi veya biçimi.
    geziye çıkmak * uzak yerleri dolaşmak.
    gezleme * Gezlemek işi.
    gezlemek * Bir yeri ölçmek.
    * Bir hedefi vurmak için silâha gerekli doğrultuyu vermek, nişan almak.
    * Okun gezini kirişe yerleştirmek.
    gezlik * Eğri kılıçların ağız bölümü.
    gezme * Gezmek işi, seyran.
    gezmek * Hava almak, hoşvakit geçirmek gibi bir amaçla bir yere gitmek, seyran etmek.
    * Bir yerde dolaşmak, yürümek.
    * Gitmek, başvurmak.
    * Bulunmak.
    * Bir yeri görüp incelemek.
    * (hasta için) Ayağa kalkmak.
    * Herhangi bir biçimde gezinmek.
    * Bir yerde gezi yapmak.
    gezmen * Gezgin.
    -gı/ -gi, -gu / -gü * Fiilden isim türeten ek: çal-gı, sil-gi, sor-gu, gör-gü; as-kı, tep-ki, coş-ku, küs-kü vb.
    gıcık * Boğazda duyulup aksırtan, öksürten yakıcıkaşıntı.
    * Sözleriyle, davranışlarıyla karşısındakini kızdıran, sinirlendiren, sıkan (kimse).
    * Beyaz renkli, dağlıç koyununa benzer vücut yapısında, kuyruğu son omurlara kadar yağkitlesi ile kaplıve
    bu sebeple alt kısmıyuvarlakça görünen, kaba, karışık yapağılı bir koyun türü.
    gıcık almak (kapmak veya olmak) * bir davranışa veya bir kimseye sürekli sinirlenmek.
    gıcık etmek * sinirlendirmek, öfkelendirmek, kızdırmak.
    gıcık tutmak * bir süre boğaz gıcıklamasına yakalanmak.
    gıcık vermek * boğazıyakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak.
    gıcıkça * Gıcık bir biçimde (olan).
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 21

    gergince * Biraz gergin.
    gerginleşme * Gerginleşmek işi.
    gerginleşmek * Gergin duruma gelmek.
    gerginleştirme * Gerginleştirmek işi.
    gerginleştirmek * Gergin duruma getirmek.
    gerginlik * Gergin olma durumu.
    geri * Arka, bir şeyin sonra gelen bölümü; art, alt taraf, ileri karşıtı.
    * Bundan başkası.
    * Son, sonuç.
    * Bir şeyin sona kalan bölümü.
    * Geçmiş, mazi.
    * (hayvan için) Boşaltım organının dışı.
    * Benzerlerine ayak uydurup ilerleyememiş, gelişememiş.
    * (saat için) Eksik gösteren.
    * Aptal, anlayışsız.
    * Geriye doğru.
    * Geri dön, geri git!.
    geri * Araba üzerine gerilerek kenarlarıarabanın korkuluğuna tutturulan ve içine saman veya tahıl doldurulan
    büyük kıl çuval.
    geri almak * verdiğini geri istemek.
    * geriye doğru götürmek.
    * düşmandan kurtarmak.
    * arabayı geri geri götürmek için vites kolunu geri durumuna geçirmek.
    geri basmak * geri geri gitmek.
    geri çekilme * savaşıdaha elverişli şartlarda sürdürmek amacıyla bir askerî birliğin düşmandan çözülerek başka bir mevzi
    veya bölgeye hareket etmesi, ricat.
    geri çekilmek * bulunduğu yerden arkaya doğru gitmek; kaçmak.
    * karıştığı bir işi sürdürmekten veya sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek.
    geri çevirmek * geri vermek, geldiği yere göndermek, iade etmek.
    * kabul etmemek, reddetmek.
    geri dönmek * geldiği yere gitmek.
    geri durmak * (bir işyapmaktan) kaçınmamak.
    geri geri (çekilmek) * arka arka (gitmek).
    geri gitmek * kötüleşmek.
    geri göndermek * geldiği yere göndermek, iade etmek.
    geri hizmet * Silâhlıkuvvetlerin stratejik ve taktik anlamına girmeyen, her çeşit sağlık, veteriner, tahliye, ulaştırma ve
    diğer çeşitli hizmetlerin bütünü, lojistik.
    * Ordunun türlü itiyaçları ile ilgili işlerin bütünü.
    geri kafalı * Yenilikleri istemeyen, eskiye bağlı.
    geri kalmak * arkada kalmak.
    * gecikmek.
    * çağdaşlarının ve yaşıtlarının düzeyine gelememek veya düzeyinde olmamak.
    geri kalmamak * yapmaktan kaçınmamak.
    * birinden daha az başarılı olmamak.
    geri kalmış * (ülke, toplum için) Az gelişmiş.
    geri kalmışlık * Az gelişmişlik.
    geri komamak * yapmamazlık etmemek.
    geri plân * Bkz. arka plânda.
    geri saymak * geriye doğru saymak.
    geri tepme * Merminin atılışısırasında, bir ateşli silâhın namlusu içinde gazların geriye doğru sıkıştırmasından ileri gelen
    hareket.
    geri vermek * aldığıyere veya kimseye vermek, iade etmek.
    geri vites * Otomobilin geri gitmesini sağlayan dişli düzeni.
    geri zekâlı * Zekâ düzeyi gelişmemiş.
    geriatri * Yaşlanma ile ilgili sağlık konularıüzerinde duran tıp dalı, yaşlılık bilimi.
    gerici * Toplumda yeniliklere değer vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalışan
    (kimse veya görüş), mürteci.
    gerici * Bir organı germeye yarayan (kas).
    gericilik * Gerici (I) olma durumu veya gerici davranış, irtica.
    geriden geriye * gizlice, sinsice; uzaktan, yakın bir ilgi göstermeyerek.
    gerile gerile * Kendini önemli göstererek, kabara kabara, kasılarak.
    gerilek * Kendi üstüne geri dönen veya döner görünen.
    gerileme * Gerilemek işi.
    * Sonuçlardan ilkelere, etkilerden sebeplere ve birleşiklerden yalınçlara doğru usa vurma işlemi.
    * Bir dokunun, bir organın bir evrim geçirmesi veya bir yapının basitleşmesi.
    * Geri çekilme, ricat.
    * Kavrama yeteneğinin giderek zayıflamasıdurumu.
    gerilemek * Geri çekilmek, geriye çekilmek.
    * Daha aşağı bir dereceye düşmek.
    * (hastalık) Gelişmeksizin yok olmaya yüz tutmak.
    * Bir tepki karşısında katısayılan bir tutumdan vazgeçmek.
    geriletme * Geriletmek işi.
    geriletmek * Gerilemesine yol açmak.
    gerileyici * Geri giden, gerileyen.
    gerileyici benzeşme * Kelimelerde sonraki sesin önceki sesi etkilemesi: Eczacı> ezzacı, çarşanba > çarşamba gibi.
    gerileyiş * Gerilemek işi veya biçimi.
    gerili * Gerilmişolan.
    gerilik * Geri olma durumu.
    * İdrak etme yeteneğinde veya okul başarılarında yaşına göre geri kalma durumu.
    gerilim * İki ucundan ters yanlara çekilen bir telin her noktasında, o iki güce karşıkoyan güç, tevettür.
    * Bir iletkenin uçlarıarasındaki gizil güç farkı, potansiyel farkı, voltaj.
    * Gerginlik, tansiyon.
    * İhtiyaçların karşılanamadığıveya bir hedefe yönelmişdavranışlar engellendiğinde ortaya çıkan coşkulu
    durum.
    * Konuşmada bir sesin ortaya çıkması için ses kirişlerinin gerginleşmesi, tansiyon.
    * Çeşitli yollara başvurularak filmde yaratılan sıkıntılı, gergin hava, tansiyon.
    gerilim ölçümü * Sıvılardaki yüzey gerilimlerini belirleme işi, tansiyometri.
    * Mekanik gerilim niceliğini, birtakım ölçü araçlarından yararlanarak belirleme, tansiyometri.
    gerilimli * Gerilimi olan.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 22

    gerilimölçer * Buhar, ayrışma, yüzey vb. ye ilişkin gerilimleri ölçen alet, tansiyometre.
    gerilimsiz * Gerilimli olmayan.
    geriliş * Gerilmek işi veya biçimi.
    gerillâ * Düzensiz çete.
    * Özellikle bir örgütten güç alan, baltalama eylemlerine girişen birlik.
    * Bu birlikten olan kimse.
    gerillâ savaşı * Düşman kuvvetlerinin eylemlerini engellemek, baltalamak veya geciktirmek amacıyla gerillâların yaptığı
    savaş.
    gerillâcı * Gerillâ savaşıyapan birliğe bağlı olan kimse.
    gerillâcılık * Gerillâcı olma durumu.
    gerillâlaşmak * Gerillâ gibi faaliyet göstermek.
    gerilme * Gerilmek işi.
    * Kasların son uzama gücü ile vücudun bütün bölümlerinde oluşan gergin durum, gevşeme karşıtı.
    gerilmek * Germek işi yapılmak, gergin duruma gelmek, belirli bir uzama ile çekilmek.
    * Gergin bir biçimde açılmak.
    * Kasılmak.
    * (sinir, ilişki ve davranışiçin) Kızmak, öfkelenmek, sinirlenmek.
    gerine gerine * Rahatlık, mutluluk, övünç duyarak.
    geriniş * Gerinmek işi veya biçimi.
    gerinme * Gerinmek işi.
    gerinmek * Kollarıaçarak, gövdeyi gergin bir duruma sokmak.
    * Rahatlık, mutluluk, övünç duymak.
    gerisingeri * Geldiği yere veya ters yöne doğru, geriye dönmek.
    * Yeniden, tekrar, bir daha.
    gerisingeriye * Gerisingeri.
    geriş * Dağların ve tepelerin üst kısmı, sırt.
    geriye bırakmak * tehir etmek.
    geriye dönmek * yüzünü arkaya çevirip ters yöne gitmek.
    geriye yürütmek * makable şamil olmak.
    geriz * Lâğım, keriz.
    gerize taşatmak * edepsiz bir kimseye edepsizliğini göstermeye fırsat vermek.
    Germanist * Cermen dilleri uzmanı.
    Germanistik * Cermen dillerini konu olan bilim dalı.
    Germanofil * Alman dostu, Alman yanlısı, Almansever.
    germanyum * Atom numarası32, atom ağırlığı72,6 ve yoğunluğu 5,46 olan, 937,4° C de eriyen, kalay ve silisyumu
    andırır, az rastlanır bir element. Kısaltması ge.
    germe * Germek işi.
    * Bir yeri bölmek, sınırı belli etmek için yapılan tahta perde.
    * Birbirine yaklaşık bükülü vücut bölümlerini, gerici kasların çalışmasıyla birbirinden iyice uzaklaştırma,
    bükme karşıtı.
    germek * Bir şeyin uçlarından veya kenarlarından çekerek gergin duruma getirmek.
    * Gergin bir şeyle örtmek.
    * (kol, bacak için) Uzatmak.
    * (sinir, ilişki, davranışiçin) Gergin duruma getirmek, sinirlendirmek.
    germen * Kale, kermen.
    germen * Canlıyaratıklarda gametlere dayanan ve gametlerle taşınan üreme ögelerinin tümü.
    gerundium * Zarf-fiil.
    gerze tavuğu * Karadeniz bölgesinin genellikle siyah renkli ibikleri boynuz biçiminde çatallı, yerli bir tavuk ırkı.
    gerzek * Geri zekâlısözünün kısaltılmış biçimi.
    gestalt * Psikolojik olayların bir bütün veya biçim olduğunu savunan görüş.
    * Biçim, boy, durum, yapı.
    gestapo * Almanya’da Hitler döneminde kurulan gizli, siyasî polis örgütü.
    getiri * Faiz.
    getirilme * Getirilmek işi veya durumu.
    getirilmek * Gelmesi sağlanmak.
    getirim * Getirme işi.
    getirimci * Getirim sağlayan şey veya kimse.
    getirimli * Getirimi olan.
    getiriş * Getirmek işi veya biçimi.
    getirme * Getirmek işi.
    getirmek * Gelmesini sağlamak.
    * Bir şeyi yanında veya üstünde bulundurmak.
    * Erişmek veya eriştiğini sanmak.
    * İleri sürmek.
    * Sebep olmak, ortaya çıkarmak.
    * İletmek, bildirmek.
    * Gelir sağlamak.
    * Bir makama atamak veya seçme.
    * Bazıkelimelerle birleşik fiil yapmaya yarar.
    getirtme * Getirtmek işi.
    getirtmek * Getirmek işini yaptırmak.
    getr * Bacağın alt bölümünü ve ayakkabının üstünü örten kumaşveya köseleden yapılmış bir tür tozluk.
    getto * (eskiden Avrupa ülkelerinde) Yahudilerin gönüllü olarak veya zorlanarak yerleştikleri ve her türlü
    ihtiyaçlarını başka yere gitmeden karşılayabildikleri mahalle, Yahudi mahallesi.
    * Bir şehrin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümü.
    geveleme * Gevelemek işi.
    gevelemek * Çiğnemeden ağız içinde evirip çevirmek.
    * Bir sözü tam olarak ve açıkça söylememek.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 18

    genelkurmay * Yurdun savunmasıyla ilgili bütün şart ve olayları göz önünde tutarak, barışta ordunun eğitim ve
    donatımını, savaşta yüksek yönetimini düzenleyen makam, erkânıharbiyeiumumiye.
    genelleme * Genellemek işi.
    * Zihnin genel düşünceler yapması işlemi veya özelden genele geçiş, tamim.
    * Bir işlemin sonucu olan genel kavram, yargı, bilim yasasıveya kuram.
    genellemek * Varlıklar veya olaylar arasındaki benzerlik bağıntılarını bir düşüncede toplamak, tamim etmek.
    genelleşme * Genelleşmek işi, taammüm.
    genelleşmek * Genel duruma gelmek, genel bir durum almak, taammüm etmek.
    genelleştirilme * Genelleştirilmek işi.
    genelleştirilmek * Genelleştirmek işi yapılmak.
    genelleştirme * Genel duruma getirme.
    * Tek tek veya özel durumlardan genel bir yasanın, önermenin çıkarılması, tamim.
    genelleştirmek * Genel duruma getirmek.
    genellik * Genel olma durumu, yaygınlık, umumiyet.
    * Genel düşüncenin, yani kavramın özelliği.
    genellikle * Genel olarak, büyük bir çoğunlukla, umumiyetle.
    genelmek * Genişlemek.
    general * Kara ve hava ordularında albaydan sonra gelen ve mareşalliğe kadar olan yüksek rütbeli subaylara verilen
    genel ad.
    generallik * General rütbesi.
    * Generalin görevi veya makamı.
    genetik * Bitki, hayvan ve insanlarda kalıtım olaylarını inceleyen biyoloji dalı, kalıtım bilimi.
    geniş * Eni çok olan, enli, vasi, dar karşıtı.
    * İçine alması gerekenden daha çoğunu alabilen, dar karşıtı.
    * Kapsamı büyük, dar sınırlar içinde kalmayan, yaygın.
    * Kolay kolay tasalanmayan, hoşgörülü, rahat.
    * Çok.
    genişaçı * Bir dik açıdan daha büyük olan açı.
    geniş bir nefes almak * sıkıntılı bir durumdan kurtulmak, ferahlığa kavuşmak.
    genişgönüllü * Her olayıhoşkarşılayan.
    genişgörüşlü * Konularıçok yönlü değerlendiren (kimse).
    genişgörüşlülük * Konularıçok yönlü değerlendirmek işi veya biçimi.
    genişkarşılamak * hoşgörü ile değerlendirmek.
    genişmezhepli * Bkz. mezhebi geniş.
    genişufuklu * Görüşü ve bakışaçısı genişolan (kimse).
    genişünlü * Alt çenenin açılmasıyla oluşan ünlü.
    genişyürekli * Hemen, çabucak telâşgöstermeyen, merak etmeyen, tasasız.
    genişzaman * Fiilin her zaman yapıldığını, yapılmakta olduğunu veya yapılacağını belirten zaman. Türkçede bu kip -r, -ir
    veya -er ekiyle kurulur: Başla-r, severim (sev-er-im), geliriz (gel-ir-iz) gibi.
    genişzaman görünümü * Genişzaman sıfat-fiiliyle yardımcıfiilin birlikte kullanılmasından doğan görünüm: Gelmez olmak.
    Görünmez olmak gibi.
    genişzaman sıfat-fiili * Fiilin her zaman yapıldığını, yapılmakta olduğunu veya yapılacağını belirten sıfat-fiil. Türkçede bu biçim -ir,
    -er, -mez ekleriyle kurulur: Gelir (varidat), gider (masraf), güler yüz, bitmez iş, dinmez ağrı, görünmez kaza gibi.
    genişçe * Biraz geniş.
    genişçe konuşmak * uzun uzun, bol bol konuşmak, söyleşmek, sohbet etmek.
    genişleme * Genişlemek işi.
    genişlemek * Genişduruma gelmek, büyümek.
    * Rahat bir duruma gelmek, açılmak, ferahlamak.
    * Yaygın duruma gelmek.
    genişletilme * Genişletilmek işi.
    genişletilmek * Genişletmek işi yapılmak.
    genişletme * Genişletmek işi.
    * Bir konuyu, ayrıntılarınıkatarak geliştirme.
    genişletmek * Genişduruma getirmek.
    genişlik * Genişolma durumu.
    * En, boy karşıtı.
    genitif * Tamlayan durumu.
    geniz * Ağız ve burun boşluğunun arka bölümü.
    geniz ünlüsü * Geniz yoluyla çıkan ünlü. Türkçede bu ünlü n sesiyle birlikte kullanılır: Tanrı, sonra, deniz kelimelerindeki
    a, o, e ünlüleri gibi.
    geniz ünsüzü * Geniz yoluyla çıkan ünsüz: Türkçede bölge ağızlarında rastlanan ñ ünsüzü gibi.
    genizden (konuşmak) (veya çıkarmak) * burnu tıkalı gibi (konuşmak).
    genizsi * Genzel.
    genizsileşme * Dudak ünsüzünün, geniz ünsüzüne dönmesi. Türkçede ve Türk lehçelerinde b sesinin m sesine dönmesi
    gibi.
    genleşme * Genleşmek işi.
    genleşme kat sayısı * Birim nicelikte bir maddenin 10 C sıcaklık artışında gösterdiği hacim genişlemesi.
    genleşmek * (bir cisim birleşimi ve yapısıdeğişmeden) Isıetkisiyle hacimce büyümek.
    genleşmeölçer * Isınan sıvıların görünür genleşme kat sayılarını belirleyen araç, dilâtometre.
    genleştirme * Genleştirmek işi.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 19

    genleştirmek * Sıcaklığınıyükselterek bir cismin yapısınıve birleşimini bozmadan hacmini, boyunu artırmak.
    genlik * Genişlik.
    * Bolluk, refah.
    * Dalga genliği.
    genom * Gametlerde bulunan kromozomların hepsine verilen ad.
    genosit * Jenosit.
    gensoru * Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir soru üzerine baş bakana veya bakanlardan birine, milletvekillerince
    açılan ve sonunda soruşturma yapılması istenebilen soru, istizah.
    gensoru önergesi * Gensoru teklifinde bulunma.
    genzek * Genizden konuşan.
    genzel * Genizsi.
    geoit * Yerküresinin geometrik olmayan gerçek biçimine (üzerindeki engebeler düşünülmeksizin) verilen ad. Bu
    yerküresi tam küre olmadığı gibi, elipsot biçiminden de ayrıdır.
    geometri * Nokta, çizgi, açı, yüzey ve cisimlerin birbirleriyle ilişkilerini, ölçümlerini, özelliklerini inceleyen matematik
    dalı, hendese.
    * Bu konu ile ilgili olan kitap veya ders.
    geometrik * Geometriyle ilgili veya geometriye uygun olan, hendesî.
    geometrik çizim * Cetvel, pergel vb. ile elde edilen çizgi.
    geometrik dizi * Ardışık terimleri arasındaki oranıdeğişmeyen dizi.
    geometrik toplamı * iki ardışık kenarı, belirli iki vektörle gösterilen bir paralelkenarda, bu vektörlerin ortak bulundukları
    noktadan çıkan köşegenin oluşturduğu üçüncü vektör; iki kuvvetin bileşkesini belirtir.
    geometrik yer * Aynıözellikleri olan noktaların oluşturduklarıçizgi veya yüzey.
    gepegencecik * Çok genç, körpe.
    gepegenç * Gepgenç, pek genç.
    gepgenç * Çok genç.
    * Çok genç olarak, çok gençken.
    gerçeğe aykırı * Gerçeğe uymayan, hilâfıhakikat.
    gerçeğe aykırılık * Gerçeğe uymama durumu, aykırı olma durumu.
    gerçeğe uygunluk * Gerçeğe uyma durumu.
    gerçek * Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan,
    hakikî.
    * Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici.
    * Temel, başlıca, asıl.
    * Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan.
    * Gerçek durum, gerçeklik, realite.
    * Yalan olmayan, doğru olan şey.
    * Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan.
    gerçek dışı * Gerçeğin dışında olan, gerçek olmayan.
    gerçek dışılık * Gerçek dışı olma durumu.
    gerçek kişi * Hakikî şahıs.
    gerçek mantarlar * Bağlarda mildiyu hastalığınıyapan emeçleri iyi gelişmişmantarlar (Peronospora viticola).
    gerçek sayı * Bir eksen üzerindeki bir noktanın yerini belirlemeye yarayan sayı.
    gerçekçi * Gerçeği gören ve ona göre davranan veya gerçeğe uygun olarak yapılan, realist.
    * Gerçekçilik yanlısı olan, realist.
    gerçekçilik * Gerçekçi tutum ve davranış, realizm.
    * Gerçekleri olduğu gibi yansıtmaya çalışan sanat çığırı, realizm.
    * Düşünmenin temeli ve işin ölçüsü olarak gerçekliğe bağlanan görüşve tutum; bilinçten bağımsız bir
    gerçekliğin var olduğunu benimseyen görüş, realizm.
    gerçekleme * Gerçeklemek işi, teyit.
    gerçeklemek * Bir şeyin doğruluğunu herhangi bir şeyle ortaya koymak, teyit etmek.
    gerçekleşme * Gerçekleşmek işi, tahakkuk.
    gerçekleşmek * Gerçek olmak, gerçek durumuna gelmek, tahakkuk etmek.
    gerçekleştirilme * Gerçekleştirilmek işi.
    gerçekleştirilmek * Gerçek duruma getirilmek.
    gerçekleştirme * Gerçekleştirmek işi.
    gerçekleştirmek * Gerçek duruma getirmek, yapmak, ortaya koymak.
    gerçekli * Gerçeklenmiş, gerçek olduğu anlaşılmış, muhakkak.
    gerçeklik * Gerçek olan, var olan şeylerin tümü, hakikat, realite.
    gerçekte * Aslında, tam anlamıyla, hakikatte.
    gerçekten * Gerçek olarak, hakikaten, sahi, sahiden, filhakika, filvaki.
    gerçeküstü * (gerçeküstücülere göre) Gerçeği aşan, gerçeğin üstündeki gerçek, sürrealite.
    gerçeküstücü * Gerçeküstücülükten yana olan (kimse).
    * Gerçeküstücülükle ilgili olan (görüş, eser vb.).
    gerçeküstücülük * Aklın, geleneklerin, alışkanlıkların denetiminden uzak bilinçaltı gerçeklerini yansıtan, yani bilinen gerçekle
    bağınıkesip kendince bir gerçek yaratmak amacını güden edebiyat ve sanat akımı, sürrealizm.
    gerçi * Her ne kadar, ise de, vakıa.
    gerdan * Vücudun omuzlarla başarasında kalan ön bölümü.
    * Şişmanlarda çenenin altındaki tombulluk.
    * (kesilmişhayvanlarda) Boyun.
    gerdan kırmak * naz ile boynu başla birlikte iki yana oynatarak kırıtmak.
    * boynu, başı geriye oynatarak büyüklük taslar bir durum almak.
    gerdaniye * Klâsik Türk müziğinde ince sol notasınıandıran perde ve bir makam adı.
    gerdaniyebuselik * Gerdaniye makamı ile buselik beşlisinden oluşan bir birleşik makam.
    gerdanlık * Çoğu değerli taşve madenlerden veya altın paradan yapılmış, boyna takılan takı, kolye.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 20

    gerdeğe girmek * (güvey) düğün gecesi gelinle bir araya gelmek.
    gerdek * Gelin ile güveyin düğün gecesi baş başa kaldıkları oda.
    * Zifaf.
    gerdel * Süt vb. şeyler koymaya veya hayvanlara yem vermeye yarayan kova biçiminde tahta veya deriden kap.
    * Gemilerde temizlik işlerinde kullanılan, saç veya pirinç çemberli tahta kova.
    gerdirilme * Gerdirilmek işi.
    gerdirilmek * Gerdirmek işi yapılmak.
    gerdirme * Gerdirmek işi.
    gerdirmek * Germek işini yaptırmak.
    gere gere * Kendine güvenerek.
    * Güvenerek.
    gereç * Bir şey yapmak için kullanılması gereken maddeler, malzeme, materyal.
    gereği düşünülmek * bir sorunu sonuçlandırmak için tutulacak yolu kararlaştırmak.
    gereği gibi * nasıl olması gerekli ise öyle.
    gereğince * Gereği gibi, gereğine göre, gerektiği gibi, mucibince.
    gerek * Bir şeyin yapılabilmesinin veya olabilmesinin bağlı olduğu (şey), lâzım.
    * Güçlü ihtimal belirtir.
    * Kelimeleri, kelime öbeklerini, görevdeşöğeleri birleştirme, eşitlik, istenileni seçme gibi anlamlar katarak
    bağlar.
    * İcap.
    gerek görmek * yapılmasını istemek.
    gerekçe * Gerektirici sebep, esbabımucibe.
    * Bir önermenin kendiliğinden var kıldığı gereklik.
    * Bir yasanın önerilmesi ve hazırlanmasında, yasa tasarısının hazırlanışve maddelerin düzenlenişsebepleri.
    * Mahkeme kararlarında, kararın dayandığıyasal ve hukukî sebeplerin gösterilmesi.
    gerekçe göstermek * gerektirici sebep ve doküman ileri sürmek.
    gerekçelendirme * Gerekçelendirmek işi veya durumu.
    gerekçelendirmek * Gerekçeli duruma getirme.
    gerekçeli * Gerekçeye dayanan, gerekçesi olan.
    gerekçesiz * Gerekçeye dayanmayan, gerekçesi olmayan.
    gerekirci * Belirlenimci, determinist.
    gerekircilik * Belirlenimcilik, determinizm.
    gerekli * Yapılması, olmasıveya bulunmasıuygun olan, yerinde olan, lüzumlu, vacip.
    gerekli görmek * yapılması icap etmek.
    gerekli kılmak * icap ettirmek.
    gereklik * Gerek olma durumu, lüzum, icap, iktiza.
    gereklik kipi * Fiilin yapılması gerektiğini belirten isteme kipi. Türkçede bu kip -malı/ -meli ekiyle kurulur: Gelmeliyim,
    gelmelisin, gelmeli, gelmeliyiz, gelmelisiniz, gelmeliler gibi.
    gereklilik * Gerekli olma durumu, lüzum.
    gerekme * Gerekmek işi, iktiza, istilzam.
    gerekmek * Bir şeyin yapılabilmesi veya gerçekleşmesi bazınesne, fiil vb. ye bağlı olmak, gerek olmak, lâzım olmak,
    icap etmek, iktiza etmek.
    gerekseme * İhtiyaç.
    gereksemek * Bir şeyi kendisi için gerek saymak, ihtiyaç duymak, muhtaç olmak.
    gereksinim * İhtiyaç.
    gereksinme * Gereksinmek işi veya durumu.
    gereksinmek * İhtiyaç duymak.
    gereksiz * Gereği olmayan, yararsız, lüzumsuz.
    gereksizlik * Gereksiz olma durumu, lüzumsuzluk.
    gerektirim * Belirlenim.
    gerektirme * Gerektirmek işi, istilzam.
    gerektirmek * Gerekli kılmak, icap ettirmek, istilzam etmek.
    gerelti * Engel, perde.
    geren * Kuruyunca çatlayan toprak, verimsiz, tuzlu, killi toprak.
    gergedan * Gergedangillerden, sıcak ülkelerde yaşayan, burnunun üstünde bir veya iki boynuzu bulunan, kalın derili,
    saldırıcı bir hayvan (Rhinoceros inducus).
    gergedan böceği * 4 cm’ye yakın boyda, erkeklerinde sert bir boynuz bulunan ve kurtçuk evresini, ağaç kökü kemirerek
    geçiren kın kanatlı böcek (Oryctes nasicornis).
    gergedangiller * Tek parmaklılar takımına giren gergedanları içine alan bir familya.
    gergef * Üzerine kumaşgerilerek nakışişlemeye yarar, çoğu dikdörtgen biçiminde olan çerçeve.
    gergef işlemek * gergefle nakışişlemek.
    gergi * Perde.
    * İp, kayış, tel vb.yi gerginleştirme işinde kullanılan araç.
    gergili * Gergisi olan.
    gergin * Gerilmişdurumda olan.
    * (cilt için) Buruşuğu, kırışığı olmayan.
    * Bozulacak duruma gelmişolan (ilişki).
    * Huzursuz, sinirli.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 11

    gece yarısı * Güneşin batması ile doğmasıarasındaki sürenin ortası.
    * Gecenin ilerlemiş saatleri, gecenin ortası.
    gece yatısı * Geceyi bir yerde konuk olarak geçirme.
    gece yayı * Güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk altında kalan parçası.
    gececi * Çalışma sırası geceye rastlayan görevli.
    geceki * Gece olan, gece yapılan.
    gecekondu * Yasa dışı, gizlice yapılan küçük konut.
    * Acele ile yapılıvermiş, derme çatma yapı.
    gecekondu gibi * derme çatma yapılmışolan (yapı).
    gecekonducu * Gecekonduda oturan kimse.
    * Gecekondu yapıp satan kimse.
    gecekondulaşma * Gecekondulaşmak işi.
    gecekondulaşmak * Gecekondu sayısıçoğalmak, gecekondularla dolmak.
    geceleme * Gecelemek işi.
    gecelemek * Geceyi bir yerde geçirmek.
    geceler gebedir * her sabah uyandığımız zaman yeni yeni olaylarla karşılaşırız.
    geceleri * Gece vakti.
    * Her gece.
    geceleyin * Gece vakti.
    geceli * “Hem gece hem gündüz, sürekli, aralıksız” anlamındaki geceli gündüzlü deyiminde geçer.
    geceli gündüzlü * Sürekli, durmaksızın.
    gecelik * Geceye özgü olan, gece kullanılan.
    * Yatakta giyilen giysi, gömlek.
    * Bir gece için ödenen ücret.
    gecesefası * İki çeneklilerden, gece açan küçük kokulu çiçekleri olan, otsu bir bitki (Mirabilis jalapa).
    gecesefası giller * Örnek bitkisi gecesefası olan bir bitki.
    geceyi gündüze katmak * aralıksız, gece gündüz çalışmak, büyük çaba göstermek.
    gecikilme * Gecikilmek durumu.
    gecikilmek * Gecikmek işi yapılmak.
    gecikiş * Gecikmek işi veya biçimi.
    gecikme * Gecikmek işi, teehhür, rötar.
    gecikmek * Geç kalmak, herhangi bir işi kararlaştırılan zamandan sonra yapmak.
    gecikmeli * Gecikmesi olan, tehirli, rötarlı.
    gecikmesiz * Gecikmesi olmayan.
    geciktirilme * Geciktirilmek işi veya durumu.
    geciktirilmek * Gecikmesine yol açılmak.
    geciktirim * İzleyiciye herhangi bir olayın ortaya çıkacağınısezdirmek, fakat sonucu durmaksızın geciktirerek onu
    sürekli bir bekleme, gerginlik, sıkıntı içinde bırakmak biçimindeki anlatım.
    geciktirme * Geciktirmek işi, tehir.
    geciktirmek * Gecikmesine sebep olmak, tehir etmek.
    geç * Kararlaştırılan, beklenen veya alışılan zamandan sonra, erken karşıtı.
    * Belirli zamandan sonra olan.
    -geç * Bkz. -gaç / -geç.
    geç (veya geç efendim!) * kulak asma, önem verme.
    geç kalmak * vaktinden sonra davranmak, gecikmek.
    geç olsun da güç olmasın * çeşitli engellerle gerçekleşmeyen işlerde avunmak için söylenir.
    geççe * Biraz geç olarak, geç saatlere yakın.
    geçe * (herhangi bir saat başını) Geçerek, geçerken.
    geçe * Karşılıklı iki yandan her biri, yaka.
    geçek * Çok geçilen yer, işlek yol.
    * Küçük tahta köprü.
    geçeli * Geçesi (II) olan.
    geçen * (hafta, ay, yaz, kışgibi zaman anlatan sözlerle) Bir önceki.
    * Belirsiz bir süre önceki, birkaç gün önceki.
    geçende * Ne kadar geçtiği belli olmayan yakın bir zaman önce.
    geçenek * Bkz. koridor.
    geçenlerde * Yakın bir geçmişte, yakında.
    geçer * Yürürlükte bulunan, geçerliği olan, kullanılan.
    * Beğenilen, makbul, mergup.
    * Sınıf geçme durumu.
    geçer akçe * herkesçe, aranan, beğenilen, muteber.
    geçer akçe * Herkesçe, aranan, beğenilen, muteber.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 12

    geçerleme * Geçerlemek işi.
    geçerlemek * Geçmesini sağlamak.
    geçerletme * Geçerletmek işi.
    geçerletmek * Geçer duruma getirtmek.
    geçerli * Yürürlükte olan, uygulanan, muteber.
    * Beğenilen, tutulan, sürümü olan.
    geçerlik * Yürürlükte olma, değerini sürdürme durumu, revaç.
    * Sürümü olma durumu.
    geçerlilik * Geçerli olma durumu, geçerlik.
    * Bir kavramın, bir yargının, mantık veya anlamıve değeri bakımından onaylanabilir olması.
    geçersiz * Yürürlükten çıkarılmış, hükümsüz.
    geçersizleşme * Geçersiz duruma düşme.
    geçersizleşmek * Geçersiz duruma düşmek, geçerliğini yitirmek.
    geçersizleştirmek * Geçersiz duruma getirmek.
    geçersizlik * Geçersiz olma durumu, hükümsüzlük.
    geçgeç * Seyredilecek uygun bir program aramak amacıyla televizyon kanallarınıtarama, zaping.
    geçgeç yapmak * geçgeçlemek.
    geçgeçleme * Geçgeçlemek işi veya durumu.
    geçgeçlemek * Televizyon kanallarınıaramak veya taramak, zaping yapmak.
    geçgin * Geçkin.
    geçici * Çok sürmeyen.
    * Kısa ve belli bir süre için olan, geçeğen, muvakkat, palyatif.
    * Bulaşan, bulaşıcı.
    * Yaya, yoldan veya karşıdan karşıya geçen, yolcu.
    geçici madde * Yasa, tüzük ve yönetmeliklerde belirli bir süre geçerli olan madde.
    geçicilik * Geçici olma durumu.
    geçiliş * Geçilmek işi veya biçimi.
    geçilme * Geçilmek işi.
    geçilmek * Geçmek işi yapılmak.
    * Bırakmak, terk etmek.
    geçilmemek * bol veya çok, aşırı olmak.
    geçim * Geçinmek işi, geçinme araçları, geçinme, maişet.
    * Anlaşma, uyuşma.
    geçim derdi * Geçim sıkıntısı.
    geçim dünyası * Kişinin kendi çıkarlarınıdüşünmesi gerektiğini belirtmek için kullanılır.
    geçim kapısı * Yaşamak için gereken kazancın sağlandığı işyeri.
    geçim sıkıntısı * Geçinmede çekilen güçlük.
    geçim yolu * Yaşamak için gereken kazancı sağlama aracıveya çaresi.
    geçim zorluğu * Geçim sıkıntısı.
    geçimini doğrultmak * geçinmek için para kazanmak.
    geçimli * Çevresindekilerle iyi geçinen.
    geçimlik * Yiyecek parası, nafaka.
    geçimlilik * Geçimli olma durumu.
    geçimsiz * Çevresindekilerle iyi geçinemeyen, kavga çıkaran, huysuz, şirret.
    geçimsizleşme * Geçimsiz olma.
    geçimsizleşmek * Çevresindekilerle iyi geçinememek.
    geçimsizlik * Geçimsiz olma durumu.
    geçindirme * Geçindirmek işi.
    geçindirmek * Geçinmesini sağlamak.
    geçinilme * Geçinilmek durumu.
    geçinilmek * Geçinmek işi yapılmak.
    geçinim * Geçinmek işi.
    geçinip gitmek * çok iyi değilse de şöyle böyle geçinmek.
    geçinme * Geçinmek işi.
    geçinme endeksi * Belirli bir sosyal grubun ortalama yaşama düzeyini sürdürebilmesi için yapması gereken giderleri izleyen
    fiyat indeksi.
    geçinmek * Yaşamak için gerekeni sağlamak.
    * Uzlaşmak, anlaşmak.
    * Taslamak.
    * Kendi ihtiyaçlarını başkalarından sağlamak.
    * Ölmek.
    geçinmeye gönlü olmamak * herhangi bir konuda isteksizliği belli etmek için kullanılır.
    geçirgen * İçinden gaz, sıvı gibi şeyleri kolaylıkla geçiren.
    * Sıvıların geçmesine elverişli (kayaç).