Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük G Sayfa 49

    gözü kapalı * Düşünmeden, duraksamadan.
    * Çevresinde olanlardan haberi olmayan.
    gözü kapalı olmak * çevresinde olup bitenin farkına varmamak, ilgisiz kalmak.
    gözü kara * Korkusuz.
    gözü kaymak (veya kaçmak) * gözünde hafifçe şaşılık bulunmak.
    * istemeyerek bakıvermak.
    gözü keskin * Çok iyi gören.
    gözü kesmek * bir işi yapabilme konusunda kendisine veya başkalarına güvenmek.
    gözü kesmemek * bir işi yaparken kendine veya başkalarına güvenmemek.
    * beğenip seçmemek.
    gözü kızmak * gözü hiçbir şey görmeyecek ölçüde öfkelenmek.
    gözü korkmak * daha önce geçirdiği kötü bir denemeden sonra birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği kanısına varmak.
    gözü kör olsun * bazızorunlu durumlarda zararı istemeyerek kabullenmeyi anlatır.
    * ihtiyaç duyulan şeyin yokluğu karşısında söylenir.
    gözü olmak * bir şeyi ele geçirmek isteği beslemek.
    gözü olmamak * bir şeye sahip olmayı istememek.
    * heves beslememek, fazla önem vermemek.
    gözü önünde * yanında, mevcudiyetinde.
    gözü pek * Korkusuz, yürekli, cesur.
    gözü pek olmak * korkmamak, yılgınlık göstermemek, çok cesur olmak.
    gözü sönmek * kör olmak.
    gözü su içmemek * güvenmemek.
    gözü sulu * Çok önemsiz olaylarda bile gözyaşlarınıtutamayan.
    gözü takılmak * dikkati çeken bir şeyden bakışlarınıayıramamak.
    gözü tok * Paraya, mala düşkünlük göstermeyen, aç gözlülük etmeyen.
    gözü toprağa bakmak * ölmek üzere olmak.
    gözü tutmak * güvenmek, beğenmek.
    gözü tutmamak * güvenmemek, beğenmemek.
    gözü uyku tutmamak * uyuyamamak.
    gözü yememek * bir işi yapacak güç ve yeteneği kendinde bulamamak.
    gözü yılmak * daha önceden denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek.
    gözü yolda (veya yollarda) kalmak * birinin gelmesini merak istek veya özlemle beklemek.
    gözü yüksekte (veya yükseklerde) olmak * bulunduğu durumdan çok üstün olan bir duruma ulaşma amacını gütmek.
    gözükme * Gözükmek işi.
    gözükmek * Görünmek.
    gözüm çıksın (veya kör olsun) * bir şeyin doğruluğuna inandırmak için edilen ant.
    gözüm görmesin * bana hiç görünmesin, yüzünü görmek istemem.
    gözüm! (veya gözümün nuru) * sevgi anlatan bir seslenme.
    gözün aydın! * sevinçli bir olay dolayısıyla kullanılan bir kutlama sözü.
    gözünde * bir kimseye göre, nazarında, indinde.
    gözünde büyümek * bir şey bir kimseye olduğundan güç veya önemli görünmek.
    gözünde büyütmek * bir kimseyi olayıveya şeyi abartmak.
    gözünde olmamak * herhangi bir üzüntü veya zor durum dolayısıyla o şeye değer verecek durumda bulunmamak.
    gözünde şimşek çakmak * sert ve şiddetli darbe yüzünden göz önünde yıldızlar oluşmak.
    * çok sevindiğini belli etmek.
    gözünde tütmek * çok özlemek.
    gözünden kaçmak * görememek, dikkat edememek.
    gözünden kaçmamak * dikkatle izlemek.
    gözünden kıskanmak * üzerine titremek, kollayıp gözetmek.
    gözünden sürmeyi çalmak * Bkz. gözden sürmeyi çalmak.
    gözünden uyku akmak * çok uykulu olmak.
    gözüne bakmak * Bkz. gözünün içine bakmak.
    gözüne batmak * çok gelmek, tedirgin etmek.
    gözüne çarpmak * görünür olmak, dikkati çekmek.
    gözüne dizine dursun * nankörlük eden kimseye söylenen bir ilenme.
    gözüne girmek * sevgi ve ilgisini kazanmak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 50

    gözüne hiçbir şey görünmemek * kendi derdi dolayısıyla hiçbir şeye değer vermemek.
    gözüne ilişmek * bir şeyi birdenbire, istemeden görmek.
    gözüne karasu inmek * karasu hastalığıyüzünden gözü görmez olmak.
    * gelmesini çok istediği kimsenin uzun süre yolunu gözlemek.
    gözüne kestirmek * başarabileceğini ummak.
    * zevkine uygun bulmak, hoşlanmak.
    * uygun bulmak, elverişli görmek.
    gözüne sokmak * bir kimsenin görmediği veya bulamadığı bir şeyi, ona sert bir tavırla göstermek.
    gözüne uyku girmemek * hiç uyuyamamak, uykusuz kalmak.
    gözünü (bir şeye) dikmek * Bkz. gözlerini dikmek.
    gözünü açmak * uyanık, dikkatli bulunmak.
    gözünü açmak * görüşünü değiştiren bilgi vermek, uyarmak.
    gözünü açmak * kadın ilk cinsel ilişkiyi o erkekle kurmuşolmak.
    gözünü açmak * çevreyi tanımaya başlamak.
    gözünü ağartmak * Bkz. gözlerini belertmek.
    gözünü alamamak * bir şeye, bir yere bakmakta iken, gözünü oradan başka bir yere çevirememek.
    gözünü ayırmamak * bir şeye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak.
    gözünü bağlamak * düşünce ve duygularınıyanıltmak.
    gözünü bürümek * ondan başka hiçbir şeyi görmemek, tamamen ona bağlanmak.
    gözünü çıkarmak * beceriksizce davranmak, zarara uğratmak.
    * iyisi dururken en kötüsünü seçmek.
    gözünü daldan budaktan (veya çöpten) esirgememek (veya sakınmamak) * tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek.
    gözünü doyurmak * bol bol vermek.
    gözünü dört açmak * aldanmamak için çok uyanık bulunmak.
    gözünü gözüne dikmek * başkasının gözüne sürekli olarak bakmak.
    gözünü hırs bürümek * çok fazla istemek, aşırı istemek.
    * çok öfkelenmek.
    gözünü kan bürümek * adam öldürecek kadar öfkelenmek.
    gözünü kapamak * ölmek.
    * görmezden gelmek.
    gözünü kırpmadan * çekinmeden, korkusuzca.
    gözünü kin bürümek * intikam alma duygusundan başka bir şeye önem vermemek.
    gözünü korkutmak * yıldırmak.
    gözünü oymak * çok kötülük etmek.
    gözünü sevdiğim * okşamalık olarak kullanılır.
    gözünü seveyim * rica veya sevgi sözü.
    gözünü toprak doyursun * kendinden olan veya kendisine verilen şey ne kadar çok olursa olsun, bununla yetinmeyenler için ilenme
    olarak söylenir.
    gözünü üstünden ayırmamak * sürekli denetim altında bulundurmak.
    gözünü yıldırmak * Bkz. gözünü korkutmak.
    gözünü yummak * Bkz. gözünün kapamak.
    * ölmek.
    gözünü yummak * görmemezlikten gelmek.
    gözünün bebeği gibi sevmek * çok sevmek.
    gözünün çapağınısilmeden * sabahleyin uyanır uyanmaz.
    gözünün içine baka baka * cesaret ve soğuk kanlılıkla.
    gözünün içine bakmak * bir kimsenin üstüne titremek.
    * buyruğunu yerine getirmeye hazır bulunmak.
    * bir arzunun gerçekleşmesi için gözleriyle birine yalvarmak.
    gözünün kuyruğuyla (veya ucuyla) bakmak * belli etmemeye çalışarak, başını çevirmeden yandan bakmak.
    gözünün önünde olmak * sürekli denetimi altında olmak.
    * hiç unutmamak, olduğu gibi hatırlamak.
    gözünün önünden geçmek * hatırlamak.
    gözünün önünden gitmemek * bir türlü unutamamak.
    gözünün önüne gelmek * bir şeyi zihinde canlandırmak tasarlamak, hatırlamak.
    gözünün üstünde kaşın var dememek * birinin her davranışınıhoşgörmek.
    gözünün yaşına bakmamak * hiç acımamak, hiç merhamet etmemek.
    gözüyle görmek * bir olaya tanık olmak.
    gözüyle tartmak * kim ve ne olduğunu anlamak için dikkatle bakmak.
    gözyaşı * Gözyaşı bezlerinin salgıladığı, bazıetkilerle akan duru sıvıdamlacıklarından her biri.
    gözyaşı bezeleri * Gözyaşı bezleri.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 51

    gözyaşı bezleri * Gözyaşıve göz kapağı bezlerine verilen ad.
    gözyaşıetçiği
    gözyaşımemesi * Gözün iç açısındaki kırmızıçıkıntı.
    graben * 343 çöküntü hendeği.
    grado * Bir sıvının içindeki alkol derecesi.
    * Derece.
    gradosu düşmek * itibarıazalmak; derecesi düşmek.
    grafik * Bir olayın, niceliğin çeşitli durumlarını göstermeye veya birkaç şey arasında karşılaştırma yapmaya yarayan
    çizgilerden oluşmuşşekil, çizge.
    * Biçim, desen veya çizgilerle gösterme.
    grafit * Kurşun kalemi ve bazıaraç parçalarının yapımında kullanılan, yumuşak, kolay toz durumuna gelebilen, gri
    siyah renkli, yapay olarak billûrlaşabilen bir çeşit doğal karbon.
    grafolog * Yazıuzmanı.
    grafoloji * Yazı bilgisi.
    grafometre * Plânların yapımında, arazi üzerindeki açılarıölçmekte kullanılan araç.
    gram * C. G. S (santimetre, gram, saniye) sisteminde kilogramın binde biri değerindeki kütle birimi. Kısaltması gr.
    gramağırlık * Bkz. gramkuvvet.
    gramaj * Ağırlık ölçüsü, gram.
    gramatikal * Gramere, gramer kurallarına uygun.
    gramer * Dil bilgisi.
    * Dil bilgisi kitabı.
    gramerci * Dil bilgisi uzmanı olan (kimse).
    gramkuvvet * Bir gram kütleye 45° enlemindeki deniz yüzeyinde Yer’in uyguladığıkuvvet, gramağırlık.
    gramofon * Sesyazar, fonograf.
    gramsantimetre * Bir gram ağırlığında bir cismin bir santimetre yer değiştirmesini sağlayan enerji birimi, kilogram metrenin
    yüz binde biri.
    granat * Grena.
    grandi * Geminin baştan ikinci direği.
    grandük * Büyük bir düklüğün egemenine verilen ad.
    * Çarlık Rusyasında prenslere verilen unvan.
    granit * Kuvars, feldspat, ortoklâz ve mika minerallerinden birleşmiştürlü renkte, billûrsu, çok sert bir tür kayaç.
    granit gibi * güçlü, dayanıklı, sert.
    granitleşme * İç kuvvetlerin etkisiyle yer yuvarlağı içindeki kayanın granite dönüşmesi.
    granül * Bir maddenin en küçük tanesi.
    * Stoplâzmada bulunan küçük tanecikler.
    granülin * Opalin türü.
    granülit * Kuvars, feldspat, granit, Moskof camı gibi maddelerden birleşmiş billûr kayağan taşkütlesi.
    gravür * Ağaç, metal veya taş bir yüzeye ayrıkatlar hâlinde değişik renkli boyalar sürüldükten sonra üstteki katları
    yer yer kazıyarak alttaki renklerden yararlanma tekniği, kazıma resim.
    * Bu teknikle yapılmışresim.
    gravürcü * Gravür yapan sanatçı.
    gravürcülük * Gravürcünün işi veya mesleği.
    gravyer * İsviçre’de yapılan bir çeşit sarı, yağlıpeynir.
    Grejuva * Rum ateşi.
    Grek * Eski Yunanlı.
    * Eski Yunanlılarla ilgili, eski Yunanlılara özgü olan şey.
    Grekçe * Eski Yunan dili.
    grekoromen * Belden aşağısınıtutmamak ve ayaklarla oyun yapmamak gibi kuralları olan güreştürü.
    gren * Kâğıdın yüzeyinin pürüzlülük derece ve tipinin bir izlenimi.
    grena * Nar çiçeği renginde bir süs taşı.
    * Alüminyum silikat ile kalsiyum, magnezyum, demir veya manganez gibi madenlerden birinin
    birleşmesinden oluşmuşçeşitli renkteki mineral.
    gres * Rafine edilmiş bir yağlama yağı ile bir sabunun, istenen kıvama göre değişen oranlarda iyice
    karıştırılmasından elde edilen yarıkoyu yağlama yağı, makine yağı.
    gres pompası * Makine aksamını gresle yağlamak için kullanılan pompa.
    gres yağı * Bkz. gres.
    grev * İş bırakımı.
    grev gözcüsü * Grevin seyrini kollayan kimse.
    grev kırıcı * Grevi kırma girişiminde bulunan kimse.
    grev kırıcılığı * Grevin etkisini azaltmak veya tamamıyla yok etmek amacıyla greve uğrayan işverenin veya ona yardımcı
    olan bir başkasının yasal olarak yasaklanmışhareketlerde bulunması.
    grev sözcüsü * Grev boyunca grevle ilgili beyanlarda bulunmakla görevli kimse.
    grev yapmak * işi bırakmak.
    grevci * İş bırakımıyapan kimse, iş bırakımcı.
    greyder * Altında bulunan ve değişik açılarda çalışabilen bıçağı ile toprağıkesen veya yayan yol makinesi.
    greyderci * Greyder kullanan, yapan veya satan kimse.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 42

    görüşülme * Görüşülmek işi veya biçimi.
    görüşülmek * Görüşmek işi yapılmak, müzakere edilmek.
    * Herhangi biriyle görüşmek.
    göstere göstere * Açık açık, alenen.
    gösteren * Gösterilenle birleşerek göstergeyi oluşturan ses veya sesler bütünü.
    gösterge * Bir şeyi belirtmeye yarayan şey, belirti, im, işaret.
    * Bir aracın işlemesiyle ilgili bazıölçümlerin sonucunu kendiliğinden gösteren araç, indikatör.
    * Bir durum ile ilgili çeşitli aşamaları gösteren liste.
    * Anlamla, biçimin, gösterenle gösterilenin kaynaşmasından oluşan dil birimi, belirtke.
    gösterge bilimi * İletişim amacıyla kullanılan her türlü gösterge dizgesinin yapısını, işleyişini inceleyen bilim, im bilimi,
    semiyoloji, semiyotik.
    * (matematiksel mantıkta) Göstergelerin dildeki kullanımlarıveya dille uygulanması.
    gösteri * İlgi, dikkat çekmek için, bir topluluk önünde gösterilen beceri veya oyun.
    * Bir istek veya karşı görüşün, halkın ilgisini çekecek biçimde topluca ve açıkça yapılması, nümayiş.
    * Sinema veya tiyatroda film, oyun gösterme işi.
    * Birinin veya bir topluluğun kendi duygusunu gösteren sözü veya davranışı, tezahürat.
    gösteri adamı * Gösterici.
    gösteri yürüyüşü * Bir topluluğun duygularınıdile getirmek için ana yollar ve alanlarda yürüyerek yapılan gösteri.
    gösterici * Gösterme özelliği bulunan.
    * Gösteri yapan, nümayişçi.
    * Fotoğraf, film vb. ni bir yüzeye yansıtmaya yarayan araç, projektör.
    gösterilen * Göstergenin kavram yönü, gösterenle birleşerek göstergeyi oluşturan içerik.
    gösteriliş * Gösterilmek işi veya biçimi.
    gösterilme * Gösterilmek işi.
    gösterilmek * Görülmesi sağlanmak.
    gösterim * Görüntülerin gösterici yardımıyla bir yüzeye yansıtılması işi, projeksiyon.
    * Sinema, tiyatro, konser gibi sanat dallarında verilen gösterilerden her biri, seans.
    gösteriş * Gösterme işi veya biçimi.
    * Başkalarınıaldatmak, şaşırtmak, korkutmak veya kendini beğendirmek için birinin yaptığıyapay davranış.
    * Göze çarpıcınitelik, göz alıcılık.
    gösterişyapmak * başkalarınıaldatmak, şaşırtmak, korkutmak veya kendini beğendirmek için yapay davranmak.
    gösterişçi * Gösterişyapmasınıseven, gösterişamacı güden.
    gösterişçilik * Gösterişçi olma durumu.
    gösterişe kaçmak * gösterişyapmaya başlamak.
    gösterişli * Gösterişi olan, göz alıcı, görkemli, saltanatlı.
    gösterişlice * Biraz gösterişli, oldukça gösterişli.
    gösterişlilik * Gösterişli olma durumu.
    gösterişsiz * Gösterişi olmayan, mütevazı.
    * Gösterişyapmayan.
    gösterişsizce * Biraz gösterişsiz.
    gösterişsizlik * Gösterişsiz olma durumu, sadelik, tevazu.
    gösterme * Göstermek işi.
    * Teşhir, sergileme.
    gösterme hakkı * Sinema, tiyatro, konser gibi görsel sanatlarda telif hakkı.
    gösterme parmağı * Elde başparmaktan sonraki parmak, işaret parmağı, şahadet parmağı.
    gösterme sıfatı * Bir cismi gösterme yoluyla belirten sıfat, işaret sıfatı: Bu kitap, şu adam, o çocuk gibi.
    gösterme zamiri * Varlıkların yerini, işaret yoluyla belirten zamir, işaret zamiri.
    gösterme zarfı * Bir fiilin, bir ismin veya bir zarfın anlamını gösterme yoluyla sınırlayan zarf: İşte geldik. Ta uzaklara gitti
    gibi.
    göstermeci * Cinsel organlarını gösteren ruh hastası, ut açıcı, teşhirci.
    göstermecilik * Cinsel organlarını gösterme biçiminde görülen ruhî sapıklık, ut açıcılık, teşhircilik.
    * Kendini üstün gösterme çabası.
    göstermek * Görülmesini sağlamak, görmesine yol açmak.
    * Birini veya bir şeyi işaretle belirtmek.
    * Belirtmek, anlatmak.
    * Bir şeyin etkisi altında tutulmak.
    * Kanıtla inandırmak.
    * Öğretmek, açıklamak.
    * Yapmasınısöylemek, görevlendirmek.
    * Güzelliğini ortaya çıkarmak, temsil etmek.
    * Herhangi bir biçimde değerlendirmeye yol açmak.
    * Sert bir biçimde karşılık vermek.
    * Görünmek, benzemek.
    * Etmek.
    göstermelik * Bir bütünün niteliğini anlatmak için bütünden ayrılıp verilen parça, örnek, numune, mostralık.
    * Gösterişi olan.
    * Gösterişiçin yapılan.
    göstertme * Göstertmek işi.
    göstertmek * Göstermek işini yaptırmak.
    göt * Anüs.
    * Alt taraf, dip.
    * Kaba et, kıç, popo.
    * Güç veya yüreklilik.
    götten bacaklı * kısa boylu.
    götün götün * Geri geri, kıçın kıçın.
    götürme * Götürmek işi.
    götürmek * Taşımak, ulaştırmak veya koymak.
    * Bir kimseyi bir yere kadar yanında yürütmek.
    * Bir şeyi yakından uzağa götürmek.
    * Yerinden ayırıp uzağa atmak veya yok etmek.
    * Öldürmek.
    * Dayanmak, katlanmak, tahammül etmek.
    * Birinin yanında yürüyüp ona bir yere kadar arkadaşlık etmek.
    * Bir sonuca vardırmak.
    * Güvenlik görevlileri tarafından yakalanmak.
    * Kaybolmasına, yok olmasına yol açmak.
    * Yok olmasına sebep olmak, ifna etmek.
    * Tümüyle sahip olmak.
    götürtme * Götürtmek işi.
    götürtmek * Götürülmesini sağlamak.
    götürü * Toptan, olduğu gibi.
    götürü iş * Toptan yapılan iş.
    götürü pazarlık * Bir işin bütünü ile ilgili olarak fiyatıüzerinde anlaşma.
    götürü tur * Fiyatı, ulaşım, otel, gezi vb. hizmetlerin tamamınıveya büyük bir bölümünü kapsayan tur.
    götürücü * Götüren, yönelten.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 43

    götürülme * Götürülmek işi.
    götürülmek * Götürmek işi yapılmak veya götürmek işine konu olmak.
    götürüm * Dayanma, sabır, tahammül.
    götürümlü * Götürümü çok olan, sabırlı, mütehammil.
    götürümsüz * Götürümü az olan.
    götürüş * Götürmek işi veya biçimi.
    gövde * Bir şeyin asıl toplu bölümü.
    * İnsan bedeni.
    * Hayvanlarda baş, ayak ve kuyruktan, ağaçlarda kök ve dallardan geri kalan bölüm.
    * (kasaplıkta) Kesilmişhayvanın, sakatatlarıalındıktan sonraki durumu.
    * Köklere yapım eklerinin getirilmesiyle ortaya çıkan türev.
    gövde gösterisi * Aynıamaçta birleşenlerin güçlerini göstermek için büyük bir kalabalıkla yaptıkları gösteri.
    gövdelenme * Gövdelenmek işi.
    gövdelenmek * Gövde oluşmak.
    * (gövde için) Kalınlaşmak, belirgin duruma gelmek.
    gövdeli * İri yapılı.
    gövdesel * Gövde ile ilgili.
    gövdesiz * Gövdesi olmayan.
    * Görünürde gövdesi olmayan.
    gövdesizlik * Gövdesi olmama durumu.
    gövdeye atmak (veya indirmek) * oburca yemek.
    gövek * Cevizin yeşil kabuğu.
    gövel * Yeşil başlı(ördek).
    gövem * Sığırlara dadanan zar kanatlı bir tür sinek.
    gövem eriği * Bkz. akdiken.
    göveri * Yeşillik, göverti, sebze, zerzevat.
    göveriş * Gövermek işi veya biçimi.
    göverme * Gövermek işi.
    gövermek * Yeşermek.
    * Morarmak.
    göverti * Göveri, sebze, zerzevat.
    göymek * Yakmak.
    göynük * Yanık.
    * Orman yakılarak açılan tarla.
    * Güneşte yanmış.
    * İyice olmuş(yemiş).
    * Acısı olan, elemli.
    göynüme * Göynümek durumu.
    göynümek * Dertlenmek, üzülmek, içlenmek.
    * Ham meyve olgunlaşmak.
    göyük * Yanık, yanmış.
    * Hastalık ateşi, humma.
    göyünme * Göyünmek işi.
    göyünmek * Bkz. göynümek.
    göz * Görme organı.
    * (bazıdeyimlerde) Görme ve bakma.
    * İyi veya kötü nitelikler, tutkular, duygular anlatan bakış.
    * Bakış, görüş.
    * Suyun topraktan kaynadığıyer, kaynak.
    * Delik, boşluk.
    * İçine girilen, öteberi konulan, bölümleri olan bir şeyin her bölmesi.
    * Çekme, çekmecelerin her biri.
    * Terazi kefesi.
    * Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar.
    * Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı.
    * Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri.
    * Bölüm, hane.
    * Bazıyaraların uç bölümü.
    göz açamamak * yoğun işler yüzünden bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak.
    göz açıp kapayıncaya kadar * çok kısa bir zamanda.
    göz açtırmamak * başka bir işyapmasına vakit veya imkân vermemek.
    göz akı * Göz yuvarının dışınısaran, katılgan dokudan oluşmuş, dayanıklı beyaz çeper.
    göz alabildiğine * gözün görebileceği en uzak yerlere kadar.
    göz alıcı * Güzelliği ile ilgi çeken, alımlı, göze çarpan.
    göz almak * güzelliği ile dikkati çekmek; göz kamaştırmak.
    göz altıkremi * Gözaltımorluklarını, torbalanmalarını gideren bir krem türü.
    göz ardıetmek * gereken önemi vermemek.
    göz aşısı * Dal üzerindeki gözelere yapılabilen ağaç aşısı.
    göz aşinalığı * Uzaktan zaman zaman görmekten ileri gitmemiştanışıklık.
    göz atmak * kısaca bakıvermek.
    göz aydına gelmek (gitmek) * birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla “gözün aydın” demeye gitmek.
    göz bağcı * Göz bağıyapan kimse, illüzyonist.
    göz bağcılık * Gözü aldatmak amacıyla özel olarak hazırlanmış araçlarla göz bağıyapma sanatı, illüzyonizm.
    * El çabukluğu ile göz boyama.
    göz bağı * El çabukluğu ve ustalıkla gerçekte olmayan bir şeyi oluyor gibi gösterme işi.
    * Aklıve duygularıyanıltan sebep.
    göz bankası * Gerektikçe başkalarına aktarılmak için ölümlerinden hemen sonra gönüllülerin gözündeki saydam
    tabakanın alınıp saklandığı göz kliniği.
    göz banyosu * Göz hastalıklarının iyileştirilmesi için yapılan banyo.
    * Hoşlanarak kadınlara bakma.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 44

    göz bebeği * Işığın azlığına veya çokluğuna göre büyüyüp küçülen, gözde irisin ortasındaki yuvarlak delik.
    * Çok sevilen, önem verilen (kimse vb.).
    göz bilimi * Gözün yapısının, çalışmasının ve hastalıklarının incelendiği hekimlik dalı, oftalmoloji.
    göz boncuğu * Nazar değmesin diye takılan göz biçimindeki boncuk nazar boncuğu.
    göz boyamacılık * göz boyamak işi.
    göz boyamak * kandırmak, yanıltmak; gösterişle aldatmak.
    göz değmek * uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşmek.
    göz demiri * Gemilerin baştarafında bulunan, her zaman kullanılan büyük çapa.
    göz dikeği * Pek çok istenerek üzerine düşülen şey.
    göz dikmek * bir şeyi ele geçirmek isteğine kapılmak.
    göz dişi * Üst çenedeki köpek dişlerinden her biri.
    göz doldurmak * görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek.
    göz doyurmak * (bir şey) gözü, görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek.
    göz emeği * Gözü çok yoran ince iş.
    göz erimi * Ufuk.
    göz etçiği * Gözün iç açısındaki kırmızıçıkıntı.
    göz etmek * gözle işaret etmek.
    göz evi * Bkz. göz yuvası.
    göz gezdirmek * derinlemesine incelemeden okumak.
    * bir yeri, bir şeyi çabucak incelemek.
    göz göre göre * belli ve apaçık olarak, herkesin gözü önünde.
    göz görmeyince gönül katlanır * yakınımızda bulunmayanların özlemine, acısına daha kolay dayanabiliriz.
    göz göz * üzerinde birçok göz (delik) bulunan.
    * oda oda.
    göz göz olmak * üzerinde birçok göz (delik) oluşmak veya bulunmak.
    göz göze * Bakışlarıkarşılaşarak.
    göz göze gelmek * her iki tarafın bakışlarıkarşılaşmak.
    göz gözü görmemek * yoğun sis, duman, toz gibi sebeplerle hiçbir şey görülememek.
    göz hakkı * Görülüp de imrenilebilecek yiyeceklerden, görenlere çıkarılan pay.
    göz hapsi * Bir kimseye bulunduğu yerden ayrılmaması biçiminde verilen ceza.
    göz hapsine almak * bakışlarınıüzerinden ayırmamak, gözetlemek, hiçbir davranışını gözden kaçırmamak.
    göz kadehi * Göz banyosu için kullanılan kadeh biçimindeki kap.
    göz kamaştırıcı * muhteşem, çok güzel, parlak, görkemli.
    göz kamaştırmak * kuvvetli ışık veya parlaklık, kısa bir zaman için görüşü bulandırmak.
    * bir niteliğiyle hayran bırakmak.
    göz kapağı * Göz yuvarlarının önünde bulunan, birbirine yaklaşarak gözü örten, kenarlarında kirpikler bulunan
    koruyucu organ.
    göz kararı * Ölçü veya tartı ile değil, gözle oranlanarak belirlenen miktar.
    göz kaşsüzmek * dikkatle ve hissettirmeden bakışlarla kontrol altında tutmak.
    göz kesesi * Gözlerin hemen altında derinin ve kasların bozulmasısonucu oluşan şişkinlik.
    göz kesilmek * bütün dikkatiyle bakmak.
    göz kırpmadan * acımadan, merhamet etmeden.
    * hiç duraksamadan, hiç çekinmeden.
    göz kırpmak * göz kapağınıkapayıp açmak.
    * başkasına söylediklerinin doğru olmadığını işaretle anlatmak için, benimsediği kimseye bakarak gözünü
    kapayıp açmak.
    göz kırpmamak * hiç uyumamak.
    göz koymak * bir kimseyi veya bir şeyi ele geçirmeyi istemek.
    göz kulak olmak * gözetmek, korumak, bakmak.
    * görme, işitme yoluyla bilgi edinmeye çalışmak.
    göz kuyruğu * Gözün şakak tarafındaki ucu.
    göz kuyruğuyla bakmak * göz ucuyla bakmak.
    göz memesi * Göz etçiği.
    göz merceği * Gözün ön tarafında bulunan ve dışardaki cisimlerin görüntüsünün ağtabaka üzerine düşmesini sağlayan
    mercek biçiminde saydam organ.
    göz nuru * Görme yeteneği.
    * Değerli bir işortaya çıkarmak için gözleri çok yoran.
    göz nuru dökmek * göz emeği harcamak.
    göz nuru dökmek * fazla emek sarfetmek.
    göz önü * Görülebilen, yakın yer.
    göz önünde * apaçık, belirgin, aşikâr olarak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 45

    göz önünde tutmak (veya bulundurmak) * herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağınıhesaba katmak, dikkate almak.
    göz önüne almak * önceden düşünmek, hesaplamak, dikkate almak.
    göz önüne getirmek * zihinde canlandırmak, tasarlamak.
    göz pencere * Çatıkatlarında veya kapıüstlerinde yuvarlak veya oval biçimli, genellikle süslü küçük pencere.
    göz pınarı * Gözün burun tarafındaki ucu.
    göz sevdası * Yalnız bakmakla yetinilen aşk.
    göz süzmek * baygın ve anlamlı bakmak.
    göz taşı * Bazı göz, deri, bitki hastalıklarında ve bağcılıkta kullanılan, koyu mavi renkte zehirli bir tuz, bakır sülfat
    (Cu SO4).
    göz ucu * Yan göz.
    göz ucuyla bakmak * belli etmemeye çalışarak başını çevirmeden yandan bakmak.
    göz ucuyla bakmak * yan gözle bakmak, farkettirmeden gözlemek.
    göz ucuyla görmek * fark etmek.
    göz ucuyla süzmek * iyice tanımak, bilmek veya dikkat çekmek amacıyla hafif kısık gözle incelemek, bakmak.
    göz var, izan var * bir şeyin göz ve akıl yoluyla anlaşılacağınıanlatır.
    göz yıldırmak * gözünü korkutmak.
    göz yoklaması * Başkalarının dikkati onun üzerinde olmak, kendisini izleyenlerin değerlendirmesi dikkatlice görme, göz
    hapsinde tutma.
    göz yummak * kusurları görmemezlikten gelmek, hoşgörmek, bağışlamak.
    * umudunu kesmek,umutsuzluğa düşmek.
    göz yummamak * hiç uyumamak.
    * hoşgörmemek, bağışlamamak.
    göz yuvarı * Kafatasında bir çukur içine yerleşmiş bulunan, gözün yuvarlak olan parçası.
    göz yuvası * Göz yuvarlarının içinde bulunduklarıkemik oyuklardan her biri, göz evi.
    gözaltı * Birinin, güvenlik kuvvetlerince belli bir yerde belli bir süre alıkonulması, nezaret.
    gözaltına almak * birini güvenlik kuvvetlerince belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak.
    gözaydın etmek * güzel bir olay için kutlamak, iyi dileklerde bulunmak.
    gözcü * Gözlemek veya gözetlemek işini yapan kimse.
    * Göz hekimi.
    * Sınavda, sınavın kurallara uygun bir biçimde yapılmasınısağlayan kimse.
    gözcülük * Gözcünün işi.
    * Göz hekimliği.
    gözcülük etmek * kollamak, sağısolu kolaçan etmek.
    gözdağı * Sonradan verilecek bir ceza ile korkutma, yıldırma, tehdit.
    gözdağıvermek * sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yıldırmak, tehdit etmek, caydırmaya çalışmak.
    gözde * Benzerleri arasında nitelikleri sebebiyle üstün tutulan, beğenilen, önem verilen (kimse veya şey).
    * Önemli bir kimsenin beğendiği kadın.
    gözden çıkarmak * bir mal, para, değer yargısıvb. maddî veya manevî varlığın elden çıkarılmasınıkabul etmek.
    gözden düşmek (veya düşürmek) * sevgi ve ilgiyi yitirmek (veya yitirtmek).
    gözden geçirmek * okumak.
    * niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak, incelemek, muayene etmek.
    * (araç, motor vb. için) çalışıp çalışmadığını inceleme, deneme, denetleme işi.
    gözden gönülden çıkarmak * hiç önem vermemek, ilgisini kesmek.
    gözden ırak olan gönülden de ırak olur * ayrıdüşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır.
    gözden kaçırmak * dalgınlıkla görmemek.
    gözden kaçmak (veya gözünden kaçmak) * görülmemek, farkına varılmamak.
    gözden kaybetmek * görünmemek, ortadan çekilip gitmek.
    gözden kaybolmak * ortadan çekilmek veya görünmez olmak.
    gözden nihan olmak * görünmez olmak, kaybolmak.
    gözden sürmeyi çalmak (veya çekmek) * hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak.
    gözden uzak tutmak * önem vermemek, arka plâna itmek.
    gözden uzaklaşmak * ayrılıp başka yere gitmek, görünmez olmak.
    göze * Hücre.
    * Su kaynağı.
    göze almak * gelebilecek her türlü zararıve tehlikeyi önceden kabul etmek.
    göze batmak * aşırıderecede görünür olmak.
    * tedirgin etmek, uygunsuz veya yakışıksız görünmek.
    * çekememezliğe yol açmak.
    göze bilimi * Sitoloji, hücre bilimi.
    göze çarpmak * dikkati üzerine çekmek.
    göze diken olmak * herkesin kıskançlığıkendisine çevrilmek.
    göze girmek * davranışve yetenekleriyle ilgi ve önem kazanmak.
    göze görünmek * belli, açık olmak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 46

    göze görünmemek * ortaya çıkmamak, ortalıkta dolaşmamak, saklanmak.
    * kendisi var olduğu hâlde göz onu görememek.
    göze göz * Aynı biçimde acısınıçıkarma, misilleme.
    göze yasak olmaz * bir kimseye veya nesneye bakılmasınıkimse önleyemez.
    göze yutarlığı * Vücuda giren mikropların yutar hücreler tarafından yutulup yok edilmesi, hücre yutarlığı, fagositoz.
    göze zarı * Hücre zarı.
    gözeler arası * Dokularda gözelerin arasında yer alan, hücreler arası.
    gözeme * Gözemek işi.
    gözemek * Kumaştaki deliği örerek kapatmak.
    * Dikilen bitkilerin seyrek yerlerini sıklaştırmak.
    gözene * Kovandan bal alırken arılardan korunmak için başa giyilen, ön tarafıtelden başlık.
    gözenek * Delikli bir nesnenin deliklerinden her biri.
    * Bitkilerde solunum ve fotosentez için gerekli okjisen ve karbondioksit alışverişine, suyun buhar olarak
    dışarıatılmasına yarayan, yaprakların alt yüzeyinde çok sayıda bulunan, hücreler arasındaki mikroskobik deliklerden
    her biri, mesame.
    * Canlıdokularda dışderi üzerindeki küçük, basit açıklık, mesame.
    * Güneşyüzeyinde görülen küçük yuvarlak, kara lekelerden her biri.
    * Bir malzemenin içinde irili ufaklı boşlukların bulunmasıhâli süngerimsi görünüş.
    * Pencere.
    * Bir işlemede, örgüde, ipliklerin kesilmesi, ayrıtutulmasıyoluyla oluşturulan boşluk, ajur.
    gözenekli * Gözenekleri olan.
    gözeneklilik * Gözenekli bir cismin niteliği.
    gözeneksiz * Gözenekleri olmayan.
    gözeneksizlik * Gözeneksiz olma durumu.
    gözer * Buğday, toprak gibi şeylerin elendiği iri gözlü kalbur.
    gözetici * Gözetme yapan, koruyucu, bakıcı, kollayıcı.
    * Yarışçılarıaralarındaki açıklığa göre derecelendiren yarışlık şartlarında, ellişer metre aralıkla dönemeçlere
    dizilen en az dört gözlemciden her biri.
    gözetilme * Gözetilmek işi.
    gözetilmek * Gözetmek işi yapılmak veya gözetmek işine konu olmak.
    gözetim * Gözetme işi, nezaret.
    * Himaye.
    * Gözaltı.
    gözetime almak * Bkz. gözaltına almak.
    gözetiş * Gözetmek işi veya biçimi.
    gözetleme * Gözetlemek işi.
    gözetleme deliği * Kapının dışındakileri görmeye yarayan ve kapı ortasında açılmışmercekli delik.
    gözetlemek * Birine veya bir şeye gizlice bakmak.
    * Birinin yaptıklarını belli etmeden izlemek.
    gözetleniş * Gözetlenmek işi veya biçimi.
    gözetlenme * Gözetlenmek işi.
    gözetlenmek * Gözetlemek işi yapılmak.
    gözetletme * Gözetletmek işi veya durumu.
    gözetletmek * Gözetlemek işini birine yaptırmak.
    gözetleyici * Gözetlemek işini yapan (kimse).
    gözetleyiş * Gözetlemek işi veya biçimi.
    gözetme * Gözetmek işi.
    gözetmek * Korumak, bakmak, özen göstermek, himaye etmek.
    * Önem vermek, göz önünde bulundurmak, ayrıtutmak.
    * Kollamak, kayırmak, beklemek.
    * Bir sonuca giderken bütün ayrıntıve etkenleri dikkate almak.
    gözetmen * Okullarda öğrenciler arasında düzeni sağlamakla görevli kimse, mubassır.
    * Film çalışmalarında yapımcıadına filmin sanat, teknik ve para yönünü düzenleyen kimse.
    gözetmenlik * Gözetmenin yaptığı iş.
    gözettirme * Gözettirmek işi.
    gözettirmek * Gözetmek işini yaptırmak, gözetmesini sağlamak.
    gözgü * Ayna.
    gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek * çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek.
    gözle yemek * bir şeye çok istekle ve dik dik bakmak.
    * göz değdirmek.
    gözleği * Gözetleme yeri.
    * Dağların yüksek yerlerinde nişan almak için ağaç veya taştan yapılan belli yer.
    gözlem * Bir nesnenin, olayın veya bir gerçeğin, niteliklerini bilmek amacıyla, dikkatli ve plânlı olarak ele alınıp
    incelenmesi, müşahede.
    * İnceleme sonucu elde edilen değer, müşahede.
    * Çeşitli araç ve gereçlerin yardımıyla olayların sebeplerini bilmek için uygulanan bilimsel yöntem.
    * Bir yazıveya eseri yazmaya başlamadan önce konusuyla ilgili gerekli bilgi, deney, inceleme ve araştırma
    yapma işi.
    * Bir gök cismini veya olayınıçıplak gözle veya bir araç yardımıyla izleyerek, görülen değerleri tespit etme
    işlemi, rasat.
    gözlem evi * Gök gözlemleri yapan, gök cisimlerini ve olaylarını inceleyen yer, rasathane, observatuvar.
    gözlemci * Dikkatle, eleştirici bir gözle gözlem yapan kimse, müşahit.
    * Bir konferans, kongre vb. ne katılan, genellikle söz alma ve önerge verme hakkı olmayan, toplantılarıkendi
    veya başkasıadına izleyen kimse, müşahit.
    gözlemcilik * Gözlemcinin yaptığı iş.
    gözleme * Gözlemek işi, tarassut.
    * Gök bilimi veya meteorolojide özel araçlarla inceleme.
    gözleme * Sacda veya yağda kızartılan, tatlıveya tuzlu bir hamur işi.
    gözleme * Meralarda yağışın toprakla tutulmasıve yem üretiminin artırılmasıamacıyla, 40-50 cm aralıklarla 15-20 cm
    çapında ve 7-8 cm derinliğinde çukurlar açılması.
    gözlemeci * Gözleme yapan veya satan kimse.
    gözlemecilik * Gözlemecinin işi veya mesleği.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 47

    gözlemek * Bir şeyin olmasınıveya bir kimsenin gelmesini beklemek, intizar etmek.
    * Dikkatle bakmak, tarassut etmek.
    * İncelemek, araştırmak.
    * Gizlice bakmak, gözetlemek.
    gözlemleme * Gözlemlemek işi.
    gözlemlemek * Gözlemek.
    * Dışdünyadaki bir şeyi iyi bilmek için dikkati onun üzerinde tutmak, müşahede etmek.
    gözlenme * Gözlenmek işi.
    gözlenmek * Gözlemek işi yapılmak veya gözlemek işine konu olmak.
    gözler önüne serilmek * görülmek, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmak.
    gözler önüne sermek * açıklamak, sergilemek, göstermek, tanıtmak.
    gözleri açılmak * uyanmak.
    * Bkz. gözü açılmak.
    gözleri bayılmak * uyku, istek gibi herhangi bir durum gözlerinden belli olmak.
    gözleri berraklaşmak * bakışlarıdaha canlıve parlak olmak.
    gözleri buğulanmak (veya bulutlanmak) * gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.
    gözleri çakmak çakmak (olmak) * ateşli hastalık veya öfkeden gözleri kızarmışve parlamışolmak.
    gözleri çekik * gözleri şakaklara doğru gerilmişolan.
    gözleri çukura gitmek (veya kaçmak) * aşırıyorgunluktan göz çevresi kararmak veya çökmek.
    gözleri dolmak (veya dolu dolu olmak) * ağlayacak kadar duygulanmak.
    gözleri dönmek * (aşırıateşten veya can çekişirken) gözlerin renkli bölümü kapakların altında kalarak görünmemek.
    * öfkesinde ne yaptığını bilmemek.
    gözleri evinden (veya yuvalarından) uğramak (veya fırlamak) * korku, öfke ve telâşı gözlerinden belli olmak.
    gözleri fal taşı gibi açılmak * büyük bir şaşkınlık veya öfkeden dolayı gözler doğal olmayan bir biçimde açılmak.
    gözleri fıldır fıldır etmek * şeytanca ve çapkınca bakmak.
    gözleri ışık içinde (veya ışıklı) * güçlü ışık yüzünden bakamamak.
    * çok neşeli, mutlu, heyecanlı.
    gözleri kamaşmak * hayran olmak, büyülenmek.
    gözleri kan çanağına dönmek (veya gözleri kanlanmak) * uykusuzluk, yorgunluk, ağlama gibi sebeplerle gözleri çok kızarmak.
    * sinirden, öfkeden, hiddetten gözleri irileşmek ve kızarmak.
    gözleri kapanmak * ölmek.
    * çok uykusu gelmek.
    gözleri kararmak * başdönmesi, açlık, yorgunluk gibi sebeplerle iyi göremez olmak.
    gözleri parlamak * gözlerinde sevinç ve istek belirmek.
    gözleri sulanmak * gözlerine yaşgelmek.
    gözleri süzülmek * göz kapaklarıhafifçe kapanmaya başlamak.
    gözleri takılıp kalmak * (bir şeyden) gözlerini ayıramamak.
    gözleri velfecri okumak * kurnazlığı gözlerinden belli olmak.
    gözleri yaşarmak * gözleri sulanmak.
    * duygulanmak.
    gözleri yollarda kalmak * birinin gelmesini, merak, istek veya özlemle beklemek.
    gözlerinde şimşek (veya şimşekler) çakmak * çok kızmak, öfkelenmek.
    * çok üzücü bir sebeple sarsılmak.
    gözlerinden okumak * (birinin) içinden geçenleri bakışlarından sezmek.
    gözlerine inanamamak * hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir şeyin görülmesi karşısında şaşırmak.
    gözlerine uyku girmemek (veya gözlerini uyku tutmamak) * hiç uyuyamamak.
    gözlerini (veya gözünü) oymak * birine çok kötülük etmek.
    gözlerini açmak * uyanmak.
    * kendine gelmek, ayılmak.
    gözlerini alamamak * bakışlarınıayıramamak.
    gözlerini bayıltmak * gözlerini yarıkapamak.
    gözlerini belertmek * gözlerini, akıçok görünecek biçimde açmak.
    gözlerini bitirmek * gözlerini aşırıyormak.
    gözlerini devirmek * öfke ile bakmak.
    gözlerini devirmek * öfke ile bakmak.
    gözlerini dikmek * dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak.
    gözlerini fal taşı gibi açmak * şaşkınlıkla, hayretle bakmak.
    gözlerini kaçırmak * biriyle göz göze gelmemek için gözlerini başka tarafa çevirmek.
    gözlerini kan bürümek * Bkz. gözünü kan bürümek.
    gözlerini kapamak * ölmek.
    gözlerinin içi gülmek * çok sevindiği yüzünden, gözlerinden belli olmak.
    gözlerinin içine kadar kızarmak * utancından yüzü çok kızarmak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 48

    gözletme * Gözletmek işi.
    gözletmek * Gözlemek işini yaptırmak.
    gözleyici * Gözlemci, müşahit, rasıt.
    gözleyiş * Gözlemek işi veya biçimi.
    gözlü * Herhangi bir biçimde veya renkte gözü olan.
    * Bölmesi veya gözleri olan.
    * Deliği olan.
    gözlük * Görme bozukluğu olan gözlerin daha iyi görmesine veya gözleri korumaya yarayan, bir çerçeveye
    yerleştirilmişçift camdan oluşan araç.
    * Atların çevreden ürkmemeleri için gözlerinin iki yanına takılan siper.
    * Gözene.
    gözlük takmak * gözlük kullanmak.
    * iyi görmek, dikkat etmek.
    gözlükçü * Gözlük satan veya onaran kimse.
    * Gözlük satma ve onarma işlerinin yapıldığıdükkân.
    gözlükçülük * Gözlük satma işi.
    * Gözlüğe cam takma, gözlük çerçevesi onarma işi.
    gözlüklü * Gözlük takmışolan, gözlük kullanan.
    gözlüklü yılan * Kobra.
    gözlüksüz * Gözlüğü olmayan, gözlük takmamışolan.
    gözsüz * Gözü olmayan.
    * Görmez, âmâ, kör.
    gözü (veya gözleri) kararmak * başıdönmek, hafif baygınlık geçirmek.
    * umutsuzluğun veya aşırı bir isteğin etkisi altında ne yaptığını bilmez duruma gelmek.
    gözü (veya gözleri) üstünde (kalmak) * kıskançlık sebebiyle herkesin ilgisini çekmek.
    * herkesin dikkatini çekmek.
    gözü aç * Doymak bilmeyen, aç gözlü.
    gözü açık * Uyanık, becerikli.
    gözü açık gitmek * gerçekleşmesini çok istediği bir dileğine erişmeden ölmek.
    gözü açıklık * fırsattan yararlanma, kurnazca davranma.
    gözü açılmak * iyiyi kötüyü veya kendisine yarayanıayırt eder duruma gelmek.
    gözü akmak * gözü yaralanıp kör olmak.
    gözü alışmak * önceden iyi göremediği bir şeyi sonradan görür olmak.
    * bir şey ilk etkisini yitirmek, yadırganmaz olmak.
    gözü almamak * bir işi becerebileceğine inanmamak, yadırganmaz olmak.
    gözü arkada kalmak * bırakılan bir şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek.
    gözü bağlı * Aymaz, gafil.
    * Sorup soruşturmaksızın, bakıp anlamadan.
    gözü bağlı olmak * bağlanmak, tutulmak.
    * büyülenmiş bulunmak.
    gözü bir şeyde (veya bir şeyin üzerinde) olmak * dikkati bir yerde toplanmak.
    gözü bulanmak * bulanık görmeye başlamak.
    gözü büyükte olmak * büyük emeller beslemek.
    gözü çıkasıca * ilenç olarak söylenen söz.
    gözü çıkmak * gözün kör olsun.
    gözü dalmak * gözü bir noktaya dikili olarak dalgın bakmak.
    gözü dışarda * Evine, eşine bağlı olmayıp başkalarıyla da ilişki kuran.
    gözü doymak * çok istenen bir şeyin yeterli miktarıelde edildikten sonra daha çoğunu istememek.
    gözü dönesi * “geberesi” anlamında bir ilenç.
    gözü dönmek * aşırı bir isteğin, öfkenin etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek.
    gözü dumanlanmak * öfkeden gözü hiçbir şey görmez duruma gelmek.
    gözü dünyayı görmemek * hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek.
    gözü gibi sakınmak (saklamak veya esirgemek) * bir şeye aşırı ilgi göstermek, önemle bakıp korumak.
    gözü gibi sevmek * pek çok sevmek.
    gözü gitmek * bir şeyi istemeden görmek, elinde olmayarak bakmak.
    gözü gönlü açılmak * neşelenmek, ferahlamak.
    gözü gönlü tok * Bkz. gönlü tok.
    gözü görmemek * görmez olmak.
    * belli bir şeyden başka bir şeyle ilgilenmemek.
    * öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek.
    gözü görmez olmak * artık ona değer vermemek.
    gözü göz değil * iyi insan olmadığıyüzünden, bakışından belli oluyor.
    gözü hiçbir şey görmemek * heyecana kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek.
    gözü ısırmak * bir kimseyi tanıyacak gibi olmak.
    gözü ilişmek * birdenbire veya istemeden görmek.
    gözü kalmak * elde edemediği bir şeye karşı isteği sürmek.
    * elde edemediği bir şeyi kıskanmak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 41

    görülmemiş * O güne kadar karşılaşılmamış, şaşılacak nitelikte olan.
    görüm * Görme yetisi.
    görümce * Bir kadına göre kocanın kız kardeşi.
    görümcelik * Görümce olma durumu.
    görümcelik yapmak (veya etmek) * (görümce) geline kötü davranmak.
    görümlük * Yalnız görülmek için konulan nesne.
    * Nişanlanan kıza, ilk kez görmeye gidildiğinde erkek tarafından takılan veya verilen armağan.
    görümsetme * Sinema filmlerinden kesilmiş bölüm.
    * Ekrandaki müzik programlarında arka zemin olarak hazırlanmışgörüntüler, klip.
    göründü Sivas’ın bağları * umutla beklenen sonuç ters yönde gelişti.
    görünen köy kılavuz istemez * belli gerçekler karşısında duraksamak yersizdir.
    görüngü * Duyularla algılanabilen her şey, fenomen.
    görüngü bilimi * Algılanan görüngeler öğretisi, olay bilimi, fenomenoloji.
    görüngücülük * Gerçek olanın yalnızca görüngüler olduğunu öne süren görüş, olaycılık, fenomenizm.
    görünme * Görünmek işi.
    görünmek * Görülür duruma gelmek, görülür olmak.
    * İzlenim uyandırmak.
    * Benzemek, görünüşünde olmak.
    * Azarlamak.
    görünmez * Görünmeyen, beklenmeyen.
    görünmez kaza * Hiç umulmadık zamanda, umulmadık biçimde olan kaza.
    görünmez olmak * gözden kaybolmak.
    görüntü * Gerçekte var olmadığıhâlde varmışgibi görünen şey, hayalet.
    * Herhangi bir nesnenin mercek, ayna gibi araçlarla oluşturulan biçimi; herhangi bir nesnenin bazıışık
    olaylarısonucu elde edilen biçimi, hayal.
    * Bir film üzerinde sıralanmışresimlerin gösterici yardımıyla görüntülüğe art arda düşürülmesi sonunda
    hareketin yeniden kurulmasıyla ortaya çıkan görünüş; görüntülük üzerindeki hareketli resimler bütünü.
    * Sayıdoğrusu üzerinde bir sayıya karşı gelen nokta.
    * Manzara.
    görüntüleme * Görüntülemek işi.
    görüntülemek * Belirli bir konuyu buna en yakın görüntüler içinde tasarlamak, yaratmak, gerçekleştirmek.
    görüntüleyici * Görüntülemeyi sağlayan alet.
    görüntülük * Ekran.
    görüntüsel * Görüntüye dayanan.
    görünüm * Bir şeyin dıştan bakılınca görünen biçimi, görünme durumu, manzara.
    * Fiil kavramlarında oluş biçimi: Atıldıatılacak, düştü düşecek, gelmişolmak, gidecek olmak gibi.
    görünümlü * Görünümü olan.
    görünür * Görünen, gözle görülebilen.
    * Belli, apaçık göze çarpan.
    görünürde * Dıştan bakınca, görünüşe göre, ortada, meydanda.
    görünürlerde * Ortalıkta, meydanda.
    görünürlük * Görülebilen bir şeyin niteliği.
    görünüş * Gözün ilk bakışta veya zihnin dolaysız olarak algıladığışey.
    * Gerçeğe uymayan dışgörüntü, zevahir.
    * Bulunulan bir yerden görülebilen alan, manzara.
    * Fiillerin belirttiği oluşların süresi, gelişmesi ve bitmesiyle ilgili bütün biçimleri kapsayan gramer kategorisi.
    görünüşalmak * gibi, benzer görünmek.
    görünüşte * Dıştan göründüğüne göre, görünene inanmak gerekirse, görünene bakılırsa.
    görünüşü kurtarmak * Bkz. zevahiri kurtarmak.
    görüp göreceği rahmet bu * göreceği iyiliğin bütünü, göreceği tek iyilik.
    görüp gözetmek * korumak, yardım etmek, mukayyet olmak.
    görüş * Gözle bir şeyi algılama yetisi.
    * Bir olay, varlık veya düşünce üzerinde varılan yargı, fikir.
    * (ceza evi, hastahane için) Ziyaret.
    görüşaçısı * Bir şeyi görebilme alanı.
    * Bakışaçısı.
    görüşayrılığı * Bir görüşveya düşüncede farklıdeğerlendirmede bulunma, farklıdüşünme.
    görüş bildirmek * bir konuda elde edilen düşünce ve tecrübeleri vermek.
    görüş birliği * Aynı görüşve düşüncede olma.
    görüş sahibi * Görüşveya düşünce ileriye süren kimse.
    görüştarzı * Düşünceleri açıklama biçimi.
    görüşme * Görüşmek işi, mülâkat, müzakere.
    görüşme yapmak * tartışmak, müzakere etmek.
    görüşmeci * Görüşmeye giden kimse.
    görüşmek * Buluşup konuşmak, konuşup sohbet etmek.
    * Dostluk, ahbaplık etmek.
    * Bir iş, bir konu üzerinde karşılıklıdüşünceleri ileri sürmek, müzakere etmek.
    görüştürme * Görüştürmek işi.
    görüştürmek * Görüşmelerini sağlamak.
    görüştürülme * Görüştürülmek işi veya durumu.
    görüştürülmek * Görüşmeleri sağlanmak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 39

    gönyelemek * Gönye ile ölçmek.
    gör (veya görürsün) * (tehdit yollu) anla, gör.
    gör bak * “görürsün, göreceksin” anlamında kullanılır.
    gördek * Acı balık.
    gördürme * Gördürmek işi veya durumu.
    gördürmek * Görmek işini yaptırmak.
    * Bir işi başkasına yaptırmak.
    göre * (bir şeye) Uygun olarak, bir şey uyarınca, gereğince.
    * Bakılırsa, hesaba katılırsa, göz önünde tutulunca, nazaran.
    * Sorulursa.
    göre * uygun, elverişli, için.
    görece * (bir şeye) Göre olan, varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı olan, kesin olmayıp kişiden kişiye, zamandan
    zamana, yerden yere değişebilen, bağıl, izaf.
    görececilik * Görecilik.
    göreceği gelmek (veya göresi gelmek) * görmek isteğini duymak, özlemle görmek istemek, özlemek.
    göreceli * İzafî, bağıntılı, bağlı.
    görecelik * Görece olma durumu.
    görecilik * Bağıntıcılık, izafiye, rölâtivizm.
    göreli * Bağıntılı, izaf, nisp, rölâtif.
    görelik * Bağıntı, izafet.
    görelilik * Bağıntılık, bağlılık, izafiyet, rölâtivite.
    görenek * Bir şeyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alışkanlığı.
    görenekçi * Göreneklere bağlı(kimse).
    görenekçilik * Göreneklere bağlılık.
    görenekli * Göreneklerine bağlı göreneği olan.
    göreneksel * Görenekle ilgili.
    göreneksiz * Göreneği olmayan.
    göreneksizlik * Göreneksiz olma durumu.
    göresime * Göresimek işi.
    göresimek * Göreceği gelmek, görmek isteği duymak, özlemek.
    görev * Bir nesne veya bir kimsenin yaptığı iş; işgörme yetisi, fonksiyon.
    * Resmî iş, vazife.
    * Bir organ veya hücrenin yaptığı iş.
    * Bir cümlede bir dil biriminin öbür birimlerle ilişkisi aracılığıyla yerine getirdiği iş.
    * Bir değerin başka değerlerle olan ilişkisi.
    görev almak * bir görevde bulunmak, bir görevi üstlenmek.
    görevcilik * İşlevcilik.
    görevdaş * Birlikte görev yapan; aynı görevi yapan.
    görevdaşlık * Bir görevin yerine getirilmesi için birkaç organın birlikte çalışmasıdurumu, sinerji.
    görevden alınmak * bulunduğu görevden çıkarılmak, işine son verilmek, azlolunmak.
    * bulunduğu makamdan daha az yetkisi olan bir başka makama atanmak.
    görevden almak * bir görevliyi işinden ayırıp açıkta bırakmak, çıkarmak, azletmek.
    görevden ayrılmak * yapmakta olduğu işi bırakmak.
    görevden uzaklaştırmak * yapmakta olduğu görevi üzerinden almak.
    görevlendirilme * Görevlendirilmek işi.
    görevlendirilmek * Görev verilmek, tavzif edilmek.
    görevlendirme * Görevlendirmek işi.
    görevlendirmek * Birine bir görev vermek, vazifelendirmek, tavzif etmek.
    görevlenme * Görevlenmek işi veya durumu.
    görevlenmek * Görev almak.
    görevli * Görevi olan, vazifeli.
    * Resmî görevi olan kimse, memur.
    görevlilik * Görevli olma durumu, memurluk.
    * Resmî iş.
    görevsel * Göreve ilişkin, görevle ilgili.
    görevsel dil bilimi * Kelimeleri cümle içinde yüklendikleri görev bakımından inceleyen dil bilimi.
    görevselcilik * İşlevcilik.
    görevsiz * Bir görevi bulunmayan.
    görevsizlik * Bir görevi bulunmama durumu.
    göreyim seni * senden başarılısonuçlar bekliyorum.
    * (tehdit yollu) sen bunu yaparsan karşılığınıda görürsün!.
    görgü * Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygıve incelik kuralları, terbiye.
    * Bir kimsenin, karşılaştığıve kişiliği üzerinde olumlu etki yapan deneysel bilgi, deneyim.
    * Görmüşolma durumu.