götürülme | * Götürülmek işi. |
götürülmek | * Götürmek işi yapılmak veya götürmek işine konu olmak. |
götürüm | * Dayanma, sabır, tahammül. |
götürümlü | * Götürümü çok olan, sabırlı, mütehammil. |
götürümsüz | * Götürümü az olan. |
götürüş | * Götürmek işi veya biçimi. |
gövde | * Bir şeyin asıl toplu bölümü. * İnsan bedeni. * Hayvanlarda baş, ayak ve kuyruktan, ağaçlarda kök ve dallardan geri kalan bölüm. * (kasaplıkta) Kesilmişhayvanın, sakatatlarıalındıktan sonraki durumu. * Köklere yapım eklerinin getirilmesiyle ortaya çıkan türev. |
gövde gösterisi | * Aynıamaçta birleşenlerin güçlerini göstermek için büyük bir kalabalıkla yaptıkları gösteri. |
gövdelenme | * Gövdelenmek işi. |
gövdelenmek | * Gövde oluşmak. * (gövde için) Kalınlaşmak, belirgin duruma gelmek. |
gövdeli | * İri yapılı. |
gövdesel | * Gövde ile ilgili. |
gövdesiz | * Gövdesi olmayan. * Görünürde gövdesi olmayan. |
gövdesizlik | * Gövdesi olmama durumu. |
gövdeye atmak (veya indirmek) | * oburca yemek. |
gövek | * Cevizin yeşil kabuğu. |
gövel | * Yeşil başlı(ördek). |
gövem | * Sığırlara dadanan zar kanatlı bir tür sinek. |
gövem eriği | * Bkz. akdiken. |
göveri | * Yeşillik, göverti, sebze, zerzevat. |
göveriş | * Gövermek işi veya biçimi. |
göverme | * Gövermek işi. |
gövermek | * Yeşermek. * Morarmak. |
göverti | * Göveri, sebze, zerzevat. |
göymek | * Yakmak. |
göynük | * Yanık. * Orman yakılarak açılan tarla. * Güneşte yanmış. * İyice olmuş(yemiş). * Acısı olan, elemli. |
göynüme | * Göynümek durumu. |
göynümek | * Dertlenmek, üzülmek, içlenmek. * Ham meyve olgunlaşmak. |
göyük | * Yanık, yanmış. * Hastalık ateşi, humma. |
göyünme | * Göyünmek işi. |
göyünmek | * Bkz. göynümek. |
göz | * Görme organı. * (bazıdeyimlerde) Görme ve bakma. * İyi veya kötü nitelikler, tutkular, duygular anlatan bakış. * Bakış, görüş. * Suyun topraktan kaynadığıyer, kaynak. * Delik, boşluk. * İçine girilen, öteberi konulan, bölümleri olan bir şeyin her bölmesi. * Çekme, çekmecelerin her biri. * Terazi kefesi. * Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar. * Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı. * Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri. * Bölüm, hane. * Bazıyaraların uç bölümü. |
göz açamamak | * yoğun işler yüzünden bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak. |
göz açıp kapayıncaya kadar | * çok kısa bir zamanda. |
göz açtırmamak | * başka bir işyapmasına vakit veya imkân vermemek. |
göz akı | * Göz yuvarının dışınısaran, katılgan dokudan oluşmuş, dayanıklı beyaz çeper. |
göz alabildiğine | * gözün görebileceği en uzak yerlere kadar. |
göz alıcı | * Güzelliği ile ilgi çeken, alımlı, göze çarpan. |
göz almak | * güzelliği ile dikkati çekmek; göz kamaştırmak. |
göz altıkremi | * Gözaltımorluklarını, torbalanmalarını gideren bir krem türü. |
göz ardıetmek | * gereken önemi vermemek. |
göz aşısı | * Dal üzerindeki gözelere yapılabilen ağaç aşısı. |
göz aşinalığı | * Uzaktan zaman zaman görmekten ileri gitmemiştanışıklık. |
göz atmak | * kısaca bakıvermek. |
göz aydına gelmek (gitmek) | * birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla “gözün aydın” demeye gitmek. |
göz bağcı | * Göz bağıyapan kimse, illüzyonist. |
göz bağcılık | * Gözü aldatmak amacıyla özel olarak hazırlanmış araçlarla göz bağıyapma sanatı, illüzyonizm. * El çabukluğu ile göz boyama. |
göz bağı | * El çabukluğu ve ustalıkla gerçekte olmayan bir şeyi oluyor gibi gösterme işi. * Aklıve duygularıyanıltan sebep. |
göz bankası | * Gerektikçe başkalarına aktarılmak için ölümlerinden hemen sonra gönüllülerin gözündeki saydam tabakanın alınıp saklandığı göz kliniği. |
göz banyosu | * Göz hastalıklarının iyileştirilmesi için yapılan banyo. * Hoşlanarak kadınlara bakma. |
Kategoriler