güven duymak | * güvenmek, inanmak. |
güven ışığı | * Karanlık odada, çalışabilecek kadar ışık sağlayan, duyar katıetkilemeyen özel yapıda bir lâmbadan elde edilen ışık. |
güven kazanmak | * kendisine inandırmak. |
güven mektubu | * Bir elçinin, gittiği yerin devlet başkanına sunulması için kendi başkanınca eline verilen belge, itimat mektubu, itimatname. |
güven oylaması | * Göreve yeni başlamışveya görevini sürdüren hükûmetin tutumunu değerlendirmek için mecliste yapılan oylama. |
güven vermek | * güven duygusu uyandırmak, itimat telkin etmek. |
güven yazısı | * Güven mektubu. |
güvence | * Bir antlaşmada taraflardan birinin sorumluluğu üzerine alması, inanca, teminat, garanti. * Alınan sorumluluğa karşı olarak ortaya konulan şey. * Birinin şüphelerini dağıtmak için söylenen inandırıcısöz, teminat. |
güvence akçesi | * Herhangi bir sorumluluk yerine getirilmediğinde karşıtarafça el konulacak olan para. |
güvence vermek | * bir anlaşmada taraflardan biriyle ilgili olarak sorumluluğu yüklenmek, inanca vermek, teminat vermek, garanti vermek. * bir sorumluluk karşılığı olarak (para vb.) ortaya koymak, inanca vermek, teminat vermek, garanti vermek. |
güvenceli | * Güvencesi olan, güvence sağlayan, garantili. |
güvencesiz | * Güvencesi olmayan, güvence sağlamayan, garantisiz. |
güvenceye bağlamak | * teminat altına almak. |
güvenç | * Güvenme duygusu, itimat. |
güvendiği dağlara kar yağmak (veya güvendiği dal elinde kalmak) | * yardım veya yarar beklediği kimseden, yerden veya şeyden iyilik gelmemek. |
güveni olmak | * güvenmek, inanmak. |
güveni sarsılmak | * güveni kalmamak. |
güvenilir | * Güven duygusu veren, güvenilen. |
güvenilirlik | * Güvenilir olma durumu. |
güvenilme | * Güven duyulma, güvenle bakılma. |
güvenilmek | * Güvenle bakılmak, kendisine güven duyulmak. |
güvenirlik | * Güvenilme durumu, güvenilir olma durumu. |
güveniş | * Güven duyma, güvenme. |
güvenli | * Güven verici, emniyetli, emin. |
güvenlik | * Toplum yaşamında kanunî düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet. |
güvenlik borusu | * Buharlıtesisatta basıncın belirli bir değerin üstüne çıkmasınıönleyen U biçimli boru. |
güvenlik görevlisi | * Güvenliği sağlamakla görevli kimse. |
güvenlik vanası | * Buharlıtesisatta basınç belirli bir değerin üstüne çıkınca açılarak tesisatın güvenliğini sağlayan vana, emniyet supabı. |
güvenme | * Güven duyma, güveni olma. |
güvenme dostuna, saman doldurur postuna | * “dost sandığın birtakım kimseler sana kolaylıkla kötülük edebilirler” anlamında kullanılır. |
güvenmek | * Güven duymak, güveni olmak, itimat etmek. |
güvenoyu | * Göreve yeni başlamışveya görevini sürdüren hükûmetin tutumunu değerlendirmek için meclisin verdiği oy; itimat reyi. |
güvenoyu almak | * hükûmetin tutumu meclisçe onaylanmak. |
güvenoyu vermek | * hükûmetin tutumu ile ilgili olumlu oyu meclisçe kullanmak. |
güvensiz | * Başkalarına güvenmeyen, itimatsız. |
güvensizce | * Güvensiz bir biçimde, güvensiz olarak. |
güvensizlik | * Güvensiz olma durumu, itimatsızlık. |
güvensizlik duymak | * güvenmemek. |
güvensizlik önergesi | * Hükûmetin uygulamalarına karşı gösterilen yazılıveya sözlü itimatsızlık. |
güvercin | * Güvercingillerden, hızlıve uzun zaman uçabilen, kısa vücutlu, sık tüylü, birçok evcilleşmiştürleri bulunan, yemle beslenen kuş(Columba). |
güvercinboynu | * Yeşil, mavi ve pembe arasında dalgalanır gibi görünen renk. |
güvercingiller | * Güvercin, kumru gibi kuşları içine alan geniş bir familya. |
güvercingöğsü | * Yeşil ile mavi arasında böcek kabuğuna benzer dalgalıve değişken renk. |
güvercinler | * Güvercin, kumru gibi kuşları içine alan takım. |
güvercinlik | * Evcil güvercin yetiştirmek için hazırlanmışyer. |
güverte | * Gemide ambar ve kamaraların üstü. |
güvey yemeği | * Erkek evi tarafından düğün akşamıakraba ve yakınlara verilen yemek. |
güvey,-i | * Evlenmekte olan bir erkeğe, evlenme töreni sırasında verilen ad. * Bir kızın ailesinden olan büyüklere göre kızın kocası, damat. |
güveyfeneri | * Patlıcangillerden, kırmızıve ekşimsi meyvesi idrar söktürücü olarak kullanılan, çok yıllık ve otsu bir bitki, gelin otu (Physalis alkekengi). |
güveyi girmek | * erkek için, evlenmek. * iç güveyi olarak, gelinin ailesinin evinde oturmak. |
Kategori: G
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 64
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 65
güveyi olmadık, ama kapıdışında bekledik * bir konuyu iyi bilmeyen ama yabancısıda olmayan kimseler tarafından kullanılır. güveylik * Güvey olma durumu, damatlık.
* Güvey için alınmış, yapılmışgiysi, armağan.
* Güvey iken kullanılan veya yapılan.güvez * Mora çalan kırmızı. güya * Sözde, sanki. güz * (kuzey yarım küre için) Eylül, ekim ve kasım aylarını içine alan süre, sonbahar.
* Eylül 22 ile Aralık 21 arasındaki mevsim.güz çiğdemi * Acıçiğdem. güz dönemi * Güz ayları.
* Eğitim öğretimde ilk yarıyıl.güz noktası * Güzün, gün-tün eşitliği anında güneşin gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta. güzaf * Boş, anlamsız, beyhude (söz). güzel * Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran.
* İyi; hoş.
* Beklenene uygun düşen ve başarıdüşüncesi uyandıran.
* Soyluluk ve ahlâkî üstünlük düşüncesi uyandıran.
* Görgü kurallarına uygun olan.
* (hava için) Sakin, hoş.
* Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı.
* Pek iyi, doğru.
* Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde.
* Güzel kız veya kadın.
* Güzellik kraliçesi.güzel duyu * Estetik, bediiyat. güzel duyuculuk * Estetikçilik, estetizm. güzel duyusal * Estetik. güzel güzel * Olağan bir durumda, herhangi bir sıkıntıya uğramadan. güzel olmak * güzelleşmek. güzel sanatlar * Edebiyat, müzik, resim, heykel, mimarlık, tiyatro gibi insanda coşku ve hayranlık uyandıran sanatlar. güzel yazısanatı * Harflere güzel biçimler vererek yazma sanatı, hüsnühat, kaligrafi. güzelavrat otu * Patlıcangillerden, 100-150 cm yükseklikte, atropin denilen zehirli ilâcın çıkarıldığıpis kokulu, çok yıllık ve
otsu bir bitki (Atropa belladonna).güzelce * Güzele yakın, güzel gibi.
* (güze’lce) İyice, adamakıllı.güzelhatun çiçeği * Bkz. nergis zambağı. güzelim * değer verilen, sevilen.
* teklifsiz bir seslenme olarak kullanılır.güzelleme * Halk edebiyatında konusu aşk olan, lirik bir şiir türü.
* Şen, sevinçli duygularıanlatan türkülerde özel bir ezgi.güzelleşme * Güzelleşmek işi. güzelleşmek * Güzel bir durum almak. güzelleştirilme * Güzelleştirilmek işi. güzelleştirilmek * Kendisine güzellik verilmek, güzel duruma getirilmek. güzelleştirme * Güzelleştirmek işi. güzelleştirmek * Güzellik vermek, güzellik kazandırmak. güzellik * Estetik bir zevk, coşku, hoşlanma duygusu uyandıran nitelik, hüsün.
* Okşayıcısöz veya davranış, iyilik, yumuşaklık.
* Ahlâk ve fikrî nitelikleriyle hayranlık uyandıran şey.
* Güzel olan bir kimsenin niteliği.güzellik enstitüsü * Kadınların yüz ve vücut bakımlarının yapıldığıyer. güzellik kraliçesi * Yüz ve vücut güzelliği göz önünde bulundurularak yapılan yarışmalarda birinciliği kazanan kız. güzellik malzemesi * Makyaj malzemesi. güzellik müstahzarları * Makyaj malzemelerinin genel adı. güzellik salonu * Kuaför. güzellik yarışması * Yalnız yüz ve vücut güzelliğinin ölçü olarak kabul edildiği yarışma. güzellikle * Okşayıcısöz veya davranışla, iyilikle. güzergâh * Yolüstü uğranılacak, geçilecek yer.
* Yol boyu.
* Çok geçilen yer, geçek.güzey * Az güneşalan, çok gölgeli kuzey yamaç. güzide * Seçkin, seçilmiş, seçme.
* Aydın, okumuş, seçkin (kimse).güzlek * Güz yağmuru.
* Güz mevsiminin geçirildiği yer.
* Havaların soğumasıüzerine yaylalardan dönen hayvanların otlatılmasıve bir süre barındırılması için
ayrılmış, dağeteklerinde bulunan mera.güzleme * Güzlemek işi. güzlemek * Güzü bir yerde geçirmek. güzlük * Güzün yapılan.
* Güzün ekilen tahıl.güzün * Güz mevsiminde. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 63
güreşçi * Güreşyapan, güreşen kimse, pehlivan. güreşçi köprüsü * Vücudun, sırt yere dönük, avuçlar ve tabanlarda yay biçiminde dayalı bulunduğu durum. güreşçilik * Güreşle uğraşan spor dalı, pehlivanlık. güreşilme * Güreşilmek işi veya durumu. güreşilmek * Güreşyapılmak. güreşme * Güreşmek işi. güreşmek * (iki kişi) Türlü oyunlarla birbirinin sırtınıyere getirmeye çalışmak. güreştirme * Güreştirmek işi. güreştirmek * Güreşyaptırmak. gürgen * Gürgengillerden, Karadeniz kıyılarındaki ormanlarımızda çok yetişen, kerestesi beğenilen bir ağaç
(Carpinus betulus).gürgengiller * İki çeneklilerden, çiçek durumlarıtırtılsı; gürgen, huş, fındık, kızılağaç gibi kerestelik ağaçları içine alan bir
familya.gürlek * Çağlayan. gürleme * Gürlemek işi. gürlemek * Kalın ve gür ses çıkarmak.
* Beklenmedik bir zamanda ansızın ölmek.gürleşme * Gürleşmek işi. gürleşmek * Gür bir duruma gelmek. gürleyiş * Gürlemek işi veya biçimi. gürlük * Gür olma durumu.
* Verimlilik, feyiz.güruh * Değersiz, aşağı görülen, küçümsenen topluluk, derinti, sürü. gürül gürül * Bol ve gür çıkan veya akan şeylerin sesini anlatır. gürüldeme * Gürüldemek işi. gürüldemek * Çok hızlıve gürültülü ses çıkarmak. gürültü * Aralarında uyum bulunmayan düzensiz seslerin bütünü, patırtı, şamata.
* Birçok kişinin karıştığıkavga, karışıklık veya tartışma.gürültü bastırmak * gürültüden daha çok güçlü ses çıkarıp onu etkisizleştirmek. gürültü çıkarmak (etmek, koparmak veya yapmak) * düzensiz ve rahatsız edici sesler çıkarmak.
* kavga, karışıklık, tartışma çıkarmak.gürültü çıkmak * kavga, tartışma karışıklık olmak. gürültü patırtı * Kavga, gürültü. gürültücü * Gürültü yapan veya gürültü çıkaran (kimse), velveleci. gürültülü * Gürültüsü olan.
* Karışık olaylarla dolu.gürültülü patırtılı * Çok gürültülü ve karışık. gürültüsüz * Gürültüsü olmayan.
* Kimseyi tedirgin etmeyen veya kimsenin dikkatini çekmeyen.gürültüsüzce * Gürültü yapmayarak, tedirginlik çıkarmayarak. gürültüye (veya patırtıya pabuç bırakmamak) * korkutmalara aldırışetmeyip dilediği gibi davranmak. gürültüye (veya patırtıya vermek) * gereksiz bir telâşa düşürmek. gürültüye gelmek * (bir iş, bir düşünce vb.) telâşve karışıklığa rastlayarak ilgi çekmemek, üzerinde durulmamak. gürültüye getirmek (veya boğmak) * (bir işi, bir düşünceyi) telâşve karışıklık yüzünden ilgi çekmez duruma getirmek.
* söz kalabalığından, karışıklıktan yararlanarak istediğini elde etmek.gürültüye gitmek * telâşve karışıklığa rastlayarak değeri anlaşılmayıp unutulmak. gürz * Silâh olarak kullanılan ağır topuz. gütaperka * Sumatra’da ve çevresindeki adalarda yetişen büyük bir cins ağaçtan elde edilen, kablo yapımında kullanılan,
kauçuğa benzer, zamklı bir madde.gütme * Gütmek işi. gütmek * Hayvan veya hayvan sürüsünü önüne katıp otlatarak sürmek.
* Bir düşünceyi, bir duyguyu veya bir ilkeyi gerçekleştirmeye çalışmak.
* Bir kimseyi, bir topluluğu kendi düşünce ve amacıdoğrultusunda yönetmek, sevk ve idare etmek.güttüğüm domuzu bana öğretme * yıllardır tanıdığım bir kimsenin huylarınıda bilirim. güve * Kurtçuğu deri, yapağı, yünlü kumaşve dokuma yiyen pul kanatlılardan bir böcek (Tine pellionella). güveç * İçinde yemek pişirilen toprak kap.
* Bu kapta pişirilen yemek.güvelâ * Açık yeşil, maviye çalar göz rengi. güvelenme * Güvelenmek işi. güvelenmek * Güve tarafından yenilmek. güvem eriği * Bkz. akdiken. güven * Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat.
* Yüreklilik, cesaret.güven beslemek * güven duymak, inanmak, itimat etmek. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 61
güneş batmak * gün sonunda, güneşufukta kaybolmak. güneş çarpmak * sıcak havada güneşaltında çok kalmaktan hasta olmak. güneşçavmak * güneşyayılmak, güneşdoğmak. güneşdil teorisi * Dilin türeyişi felsefesi, psikolojisi ve sosyolojisi alanında Atatürk döneminde ortaya atılan bir kuram. güneşdoğmak * sabahleyin güneşufuktan yükselmek. güneşgözlüğü * Gözü güneşve çeşitli tabiat olaylarından korumaya yarayan alet. güneşgünü * Güneş’in, Yer’in bir noktasındaki meridyen düzlemine arka arkaya iki kez girmesi için geçen zaman. güneşhayvancıkları * Kök bacaklılardan, ışın biçimindeki yalancı bacaklarıyla hareket eden bir hücreli hayvanlar takımı, günsüler. güneş kremi * Güneşlenme sırasında cildin kurumasını, aşırıyanmasınıve çatlamasınıönleyen bir tür özel krem. güneş lekeleri * Güneş yüzeyinde görülen siyah benekler. Güneş saati * Bir düzlem ortasına dikilmiş bir çubuğun, bu düzlem üzerine ayrıayrızamanlarda düşen gölgesine
bakılarak saati gösteren bölümler çizilerek yapılmış araç.Güneş sistemi * Güneşle gezegenlerin oluşturduklarıdizge. güneş sütü * Güneşlenme sırasında cildin kurumasınıönleyen, koruyucu, beyaz renkli bir tür makyaj malzemesi. güneş tacı * Güneş atmosferinin alevli bölümü. Güneş takvimi * Güneşin görünürdeki günlük ve yıllık hareketine göre düzenlenen takvim. Güneş tekeri * Güneşin gökyüzündeki iz düşümü olan parlak daire. Güneştutulması * Ay’ın, Yer ile Güneşarasına girmesi yüzünden Güneşin yer yüzünden kararmışgörünmesi, küsuf. güneşyağı * Güneşlenme sırasında cildin daha çabuk koyulaşması için kullanılan bir tür yağlısıvı. güneşyanığı * Güneş ışınlarının insan teninde yaptığıesmerlik. Güneşyılı * Güneşin görünürdeki yıllık hareketine göre tanımlanan yıl. güneşe karşı işemek * saygı gösterilmesi gereken şeylere saygısızlık göstermek. güneşi üzerine doğdurmamak * güneşdoğmadan önce yataktan kalkmak. güneşin alnında (veya güneşin altında) * güneşin yakıcıışınlarıaltında. güneşleme * Güneşlemek veya güneşlenmek işi. güneşlemek * Güneş ışınlarından vücudun yararlanmasını sağlamak. güneşlenme * Güneşlenmek işi veya durumu. güneşlenmek * Güneş ışınlarından yararlanmak için kendini güneşaltında bulundurmak. güneşletme * Güneşletmek işi. güneşletmek * (bir şeyi) Güneş ışığının etkisinde bırakmak. güneşli * Güneş ışınlarıyla aydınlanmış.
* (hava için) Açık, aydınlık.güneşlik * Güneş ışınlarına engel olan perde veya buna benzer gereç.
* Siperlik.
* Güneş ışınlarınıalan (yer).
* Alıcımerceğini zararlıışınlardan korumak için mercek önüne takılan ve merceğin önünde gölgeli bir alan
sağlayan yardımcıdonatım türü.güneşsel * Güneşe ilişkin, Güneşle ilgili.
* Güneşle birlikte doğan, Güneşle birlikte batan (gök cismi).güneşsiz * Güneş ışınlarıyla aydınlanmayan, güneş ışınlarınıalmayan.
* (hava için) Kapalı, bulutlu.güneşsizlik * Güneşsiz olma durumu. güneş topu * Bkz. Acem lâlesi. güney * Solunu doğuya, sağını batıya veren kimsenin tam karşısına düşen yön, dört ana yönden biri, cenup, kuzey
karşıtı.
* Bu yönde olan, bu yönle ilgili, cenubî.
* Güneşgören yer.
* Lodos.güney karamanı * Siyahtan kül rengine kadar değişen renklerde, kuyruklarıdiğer karamanlara göre daha küçük, kuzularından
bukleli post alınabilen ve BatıToroslar bölgesinde yetiştirilen bir tür koyun.güney noktası * Güney doğrultusunun ufuk üzerinde göğü deldiği nokta. Güneybalığı * Güney yarım kürede bir takım yıldızın adı. güneybatı * Güneyle batıarasıyön. güneydoğu * Güneyle doğu arasıyön. güneyli * Güney bölgelerinden olan (kimse veya topluluk), cenuplu.
* Türkiye’nin güney illerinden olan (kimse).güngörmez * Hiç güneş ışığı almaz (yer). güngörmüş * İyi yaşamış.
* Birçok hayat tecrübesi bulunan (kimse).
* Çok yaşlı.güngörmüşlük * Çok hayat tecrübesi olmak. günindi * Gurup zamanı.
* Batı.günleme * Günlemek işi. günlemek * Günü belirlemek, tarihlendirmek. günlerce * Birçok gün sürerek. günlerden bir gün * geçmişzamanda bir gün, vaktiyle. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 62
günleri gece olmak * çok kederlenecek bir duruma uğramak. günleri sayılı olmak * ölümü yakın olmak.
* bir yerde kalmak için ancak birkaç günü bulunmak.günlü * Tarihli.
* Belli bir zamanla sınırlı.günlük * O günkü, o günle ilgili.
* Üzerinden gün geçmişveya geçecek.
* Her gün yapılan, her gün yayımlanan, her gün çıkan.
* Günü gününe tutulan hatıra, günce, muhtıra.
* Günü gününe tutulan anıyazısıveya bu yazıları içine alan eser, günce.günlük * Tütsü için kullanılan bir çeşit ağaç sakızı. günlük ağacı * Asya’nın sıcak bölgelerinde (Styrax) ve Afrika’da yetişen (Boswelia) türlerinden günlük çıkarılan değişik
cinste ağaçlara verilen ortak ad.günlük defter * Bir işletmenin yaptığı işleri günü gününe geçirdiği defter, yevmiye defteri. günlük güneşlik * sıcak, yağışsız ve güzel hava. günlük güneşlik * Açık ve bol ışıklı(yer veya hava). günlük güneşlik görünmek * sıkıntısız, sorunsuz, huzur ortamında bulunmak. günlükçü * Günlük yazarı, günlük tutmuşve yayımlamışolan kimse. günöte * Yer yörüngesinin Güneş’e en uzak bulunduğu nokta, evç. günsüler * Bkz. güneşhayvancıkları. güntün eşitliği * Gece ile gündüzün eşit uzunlukta olması, ekinoks. günü * Kıskançlık, çekememezlik, haset.
* Zamanından önce doğan yavru .günü birliğine * Günü birlik. günü birlik * Bütün bir gün boyunca, gece kalmadan, sabah gidip akşamdan önce dönmek üzere. günü dolmak * önceden belirlenmiş bir süreyi tamamlamak.
* ömrünü tamamlamak, eceli gelmek.
* hamilelikte çocuğun olması gereken süreyi tamamlamak, doldurmak.günü geçmiş * eski tarihli.
* son kullanma tarihi dolmuşolan yiyecek, bayat.günü gününe * Tam vaktinde, her gün, gününde, tam gününde. günü gününe uymaz * her zaman aynıdurumda bulunmaz, kararsız. günü yetmek * ölüm zamanı gelmek.
* (gebe için) doğum vakti gelmek.günücü * Kıskanç, hasetçi, hasut. günücülük * Kıskançlık, hasetlik. günüleme * Günülemek işi. günülemek * Kıskanmak, çekememek, haset etmek. günün adamı * O günlerde çok sözü edilen kişi.
* Zamanın gereğine göre yön ve tutum değiştiren kimse.
* Kendisinde zamanın gerektirdiği değerler bulunan kimse.günün birinde * belli olmayan bir günde. gününü (veya günlerini) saymak * (kurtulamayacak hasta) son günlerini yaşamak. gününü beklemek * Bkz. gününü (veya günlerini) saymak. gününü doldurmak * bir işin sona ermesi için gereken süreyi tamamlamak. gününü görmek * kötü bir sonla karşılaşmak, cezaya çarptırılmak.
* çocuklarının iyi, mutlu günlerini görmek.
* ay başı görmek.gününü göstermek * (tehdit yollu) cezalandırmak. gününü gün etmek * hiçbir şeyi dert edinmeyip gününü hoşgeçirmek. güpegündüz * Ortalık iyice aydınlıkken, iyice gündüz iken. güpgüzel * Çok güzel. gür * Bol ve güçlü olarak çıkan veya fışkıran.
* Bol, verimli, feyyaz.gür gür * Bkz. gürül gürül. gürbüz * Sağlam, güçlü ve iyi gelişmiş, iri. gürbüzleşme * Gürbüzleşmek işi. gürbüzleşmek * Gelişmek, gürbüz duruma gelmek. gürbüzlük * Gürbüz olma durumu. Gürcü * Gürcistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. Gürcüce * Gürcü dili. güre * Çiftleşmek isteyen kısrak veya dişi eşek.
* Bir yaşından üç yaşına kadar olan tay.
* Kuvvetli, dinç.
* Çekingen, korkak, ürkek.gürecilik * Bkz. devimselcilik. güreş * Belli kurallar içinde, güç kullanarak, iki kişinin türlü oyunlarla birbirinin sırtınıyere getirmeye çalışması. güreşetmek (veya tutmak) * güreşmek. güreşmayosu * Güreşirken, güreşçilerin giydiği özel mayo. güreşminderi * Kapalıspor salonlarında güreşçilerin üzerinde güreştikleri, üstü yekpare kaplı olan kauçuk minder. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 57
gülücük * Çocuk gülümsemesi.
* Gülümseme, tebessüm.gülük * Hindi.
* Sebze yetiştirmek için açılan ocak.gülümseme * Hafifçe gülme, tebessüm. gülümsemek * Güler gibi olmak, hafifçe gülmek. gülümser * Hafifçe gülümseyen, sevimli. gülümseyiş * Gülümsemek işi veya biçimi. gülünç * Alayıüzerine çeken, eğlence konusu olan, güldürücü, tuhaf, komik. gülünçleşme * Gülünçleşmek işi, komikleşme. gülünçleşmek * Gülünç duruma gelmek, komikleşmek. gülünçleştirme * Gülünçleştirmek işi. gülünçleştirmek * Gülünç duruma getirmek. gülünçlü * Güldürücü, eğlendirici özellikleri bulunan (oyun, hikâye, söz). gülünçlük * Gülünç olma durumu, komiklik. gülünme * Gülünmek işi. gülünmek * Gülmek işi yapılmak.
* Alay edilmek.gülüp geçmek * umursamamak, aldırışetmemek, üzerinde durmamak. gülüp oynamak (veya gülüp söylemek) * neşeli, sevinçli, keyifli, güzel vakit geçirmek. gülüş * Gülmek işi veya biçimi. gülüşme * Gülüşmek işi. gülüşmek * Karşılıklıveya birlikte gülmek, birlikte şakalaşmak. gülüşülme * Gülüşülmek işi veya durumu. gülüşülmek * Karşılıklıveya birlikte gülünmek. gülüt * Bir skece, revüye veya bir eğlence gösterisine eklenen gülünçlü sözler veya durumlar. gülütçü * Bir skeçte, revüde veya eğlence gösterisinde eklenen sözleri ve durumlarıhazırlayan kimse. güm * Derinden ve patlayıcıyankılı gürültü. güm güm * Yankılı gürültü sesinin tekrarlandığınıanlatır. güm güm atmak * heyecanla vurmak. güm güm etmek * derinden yankılıses olmak, ses çıkmak. gümbedek * Gümbürdeyerek.
* Beklenmedik bir zamanda, birdenbire.gümbür gümbür * Büyük bir gürültü ile. gümbürdeme * Gümbürdemek işi. gümbürdemek * Gümbür diye ses çıkarmak.
* (insan için) Ölmek, gümleyip gitmek.gümbürdetme * Gümbürdetmek işi. gümbürdetmek * Gümbürdemesine yol açmak. gümbürdeyiş * Gümbürdemek işi veya biçimi. gümbürtü * Gümbürdeme sesi, gürültü. gümbürtülü * Gümbürtü sesi çıkaran. güme * Avcıkulübesi.
* Bostanda yapılan bekçi kulübesi.güme gitmek * boşa gitmek, boşyere yok olmak.
* (insan için) boşu boşuna ölmek, hiç uğruna ölmek.
* değeri anlaşılmadan yitip gitmek.gümeç * Bal peteğini oluşturan altıköşeli gözeneklerden her biri. gümeç balı * Gümeciyle birlikte bulunan süzülmemiş bal. gümele * Bkz. güme. gümleme * Gümlemek işi. gümlemek * Güm diye ses çıkarmak.
* Sınıfta kalmak.gümletme * Gümletmek işi. gümletmek * Hızla vurmak veya çarpmak. gümleyip gitmek * beklenmedik bir zamanda ansızın ölmek. gümrah * (su, saç, ses gibi bir yerden çıkan şeyler için) Bol, sık, çok, gür. gümrahlık * Gümrah olma durumu, bolluk, sıklık, gürlük. gümrük * Bir ülkeye giren veya bir ülkeden çıkan mal ve eşya üzerinden alınan vergi.
* Bir verginin alınması işlemiyle uğraşan devlet kuruluşu.
* Bir ülkenin girişve çıkışında gümrük denetim ve gözetiminin yapıldığıyer. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 58
gümrük kanunu * Gümrük işlerini ve işlemlerini yasal bir düzen içinde toplayan kanun. gümrük koymak * engel olmak, kısıtlamak. gümrükçü * Gümrük görevlisi.
* Başkalarıyla ilgili eşyayı bir ücret karşılığında gümrükten çıkarma işini üzerine alan komisyoncu.gümrükçülük * Gümrük memurluğu.
* Gümrükten eşya çıkarma komisyonculuğu.gümrükleme * Gümrüklemek işi. gümrüklemek * (bir malın) Gümrükte girişişlemini yapmak. gümrüklendirme * Gümrüklendirmek işi. gümrüklendirmek * (bir malın) Gümrük işlemlerini yaptırmak. gümrüklenme * Gümrüklenmek işi veya durumu. gümrüklenmek * Gümrüklemek işlemi yapılmak. gümrüklü * Gümrük vergisi ödenmesi gerekli olan.
* Gümrük vergisi ödenmişolan.gümrüksüz * Gümrük vergisi ödenmesi gerekmeyen.
* Gümrük vergisi ödenmemiş, kaçak.gümrükten mal kaçırır gibi * bir işte gereksiz telâşve ivedilik göstererek; herkesten saklamaya çalışarak. gümül * Susam ve ekin demeti veya yığını. gümüş * Atom sayısı47, atom ağırlığı107.88, yoğunluğu 10.5 olan, 9600 C ye doğru sıvıdurumuna geçen, parlak
beyaz renkte, kolay işlenir ve tel durumuna gelebilen element. KısaltmasıAg.
* Bu elementten yapılmış.gümüş balığı * Gümüş balığı gillerden, beyaza yakın gümüşrenginde bir deniz balığı(Atherina presbyter). gümüş balığı giller * Kemikli balıklar takımının, örnek hayvanı gümüş balığı olan bir familyası. gümüşgrisi * Gümüşrenginde olan. gümüşrengi * Gümüşparlaklığında, gümüşü andıran renk, gümüşî.
* Bu renkte olan.gümüş sağolsun, altın gidekosun * eldeki şey, elde edilmesi güç olan daha değerli bir şeyden üstün tutulmalı. gümüşservi * Ayın suya yansımasıyla oluşan parıltılı görünüm. gümüşyağmurcun * Kuzey yarım kürenin en uç noktalarında yaşayan yağmur kuşu (Squatarola squatarola). gümüşçü * Gümüşü işleyen sanatçıveya gümüşten yapılmışeşya satıcısı. gümüşçün * Püskül kuyruklulardan, eski kitap sayfalarında, döşeme aralıklarında, şekerli maddeler ve tahta kırıntıları
yiyerek yaşayan, vücutlarıküçük pullarla örtülü, kanatsız böcek (Lepisma saccharina).gümüşgöz * Para canlısı, açgözlü, cimri. gümüşî * Gümüşrenginde olan. gümüşîleşme * Gümüşrengini alma. gümüşîleşmek * Gümüşrengini almak. gümüşleme * Gümüşlemek işi. gümüşlemek * Gümüşle kaplamak veya süslemek.
* Gümüşün rengini andıran bir renk vermek.gümüşlenme * Gümüşlenmek işi. gümüşlenmek * Gümüşle kaplanmak.
* Gümüşgibi parıldamak.gümüşletme * Gümüşletmek işi. gümüşletmek * Gümüşle kaplatmak veya süsletmek. gümüşlü * Gümüşü olan, gümüşle kaplanmışveya süslenmişolan. gümüşsü * Gümüşe benzer. gümüşsüz * Gümüşü olmayan. gümüşü * Bkz. gümüşî. gümüşüleşmek * Bkz. gümüşîleşmek. gün * Güneş.
* Güneş ışığı.
* Gündüz.
* Yer yuvarlağının kendi ekseni etrafında bir kez dönmesiyle geçen 24 saatlik süre.
* İçinde bulunulan zaman.
* Zaman, sıra.
* Çağ, devir.
* İyi yaşanmışzaman.
* Bayram niteliğinde özel gün.
* Çoğunlukla ev hanımlarının ayın belirli günlerinde konuk ağırlamak için yaptıklarıtoplantı.
* Tarih.-gün * Bkz. -gın / -gin, -gun / -gün. gün ağarmak * tan yeri aydınlanmak. gün almak * bir işgörmek için ilgili kişiden bir gün ayırmasını istemek, randevu almak.
* yaşını, günü gününe bitirmişolmak.gün atmak * davayı ileri bir tarihe bırakmak.
* güneşdoğmak.gün balı * Güneşte bal koyuluğuna getirilmişüzüm şırası. gün balığı * Lâpinagillerden, kırmızırenkli, siyah benekli bir balık (Julis turcica). gün batımı * Güneşin ufukta kaybolması, gurup. gün batısı * Batı. gün batmak * Bkz. güneş batmak. gün bugün * içinde bulunduğun günü iyi değerlendir; bugün ne yapabilirsen kazancın odur. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 59
gün çiçeği * Ayçiçeği, günebakan, gündöndü. gün dikilmesi * tam öğle vakti, zeval. gün dikilmesi * Tam öğle vakti, zeval. gün doğmadan kimliği söylenmez * bir işiyice belli olmadan sonucu hakkında yargıyürütülemez. Yarın ne gibi durumlar veya olaylar
çıkacağınıkimse bilmez.gün doğmadan neler doğar * beklenmedik bir sırada umut verici durumlarla da karşılaşma imkânıvardır. gün doğmak * sabah olmak. gün doğmak * isteklerini gerçekleştirmek için iyi bir duruma erişmek veya eline olağanüstü bir fırsat geçmek. gün doğusu * Doğu.
* Doğudan esen rüzgâr.gün dönümü * Gündüz ile gecenin eşit olduğu gün. gün durumu * Güneşin açılımının en çok olduğu gün. gün geçmek * güneşçarpmak. gün gibi açık * çok açık, çok belli. gün görmek * esenlik, bolluk, mutluluk içinde yaşamak. gün görmemek * sıkıntı içinde yaşamak. gün görmez * hiç güneş ışığı almaz (yer). gün görmüş * iyi yaşamış.
* birçok hayat tecrübesi bulunan (kimse).gün günden * günden güne, her gün biraz daha, giderek. gün güne uymaz * bir günün işleri, durumları, şartları başka bir gününkine uymaz. gün ışığına çıkmak * açıklığa kavuşmak, aydınlanmak. gün kavuşmak * güneş batmak, akşam olmak. gün koymak * yapılacak bir işiçin gün tespit etmek, belirlemek. gün merkezli * Güneş’in merkezine bağlı olan, Güneş’in merkezinden bakıldığıvar sayılarak ölçülen (bir yıldızın
koordinatları).gün meselesi * her an mümkün, sürekli gerçekleşebilecek durumda. gün ola harman ola * bir gün onun da zamanı gelir. gün olur yılı besler, yıl olur günü beslemez * ticarette kazanç, günü gününe uymaz. gün ortası * Öğle, öğle vakti. gün tutulması * Bkz. güneştutulması. gün yağmuru * Güneşçıkmışken yağan iri damlalıyağmur. gün yapmak * (çoğunlukla ev hanımları) ayın belirli günlerinde konuk ağırlamak. gün yayı * Güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk üstünde kalan parçası. gün yeli * Doğu rüzgârı. günah * Dince suç sayılan işveya davranış.
* Acımaya yol açacak kötü davranış, yazık.
* (bazıdeyimlerde) Sorumluluk, vebal.
* Kabahat, hafif suç.günah benden gitti (veya gitsin) * “ben görevimi yaptım, bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem” anlamında kullanılan söz. günah çıkarmak * (Hristiyanlarda) Tanrı’nın bağışlaması için papaza gidip işlediği günahlarıanlatmak.
* kötü davranışlarını, suçlarınıaçıklamak, anlatmak.günah işlemek * günah sayılan davranışta bulunmak. günah keçisi * Sürekli suçlanan, her gelenin öfkesini ondan çıkardığıkimse. günah olmak * yazık olmak. günaha girmek * dince suç sayılan bir işyapmak. günaha sokmak * günah işlemesine yol açmak. günahı(veya vebali) boynuna * ben karışmam, sorumluluk sana (veya ona) düşer. günahıkadar sevmemek * hiç sevmemek, nefret etmek. günahına girmek (veya günahınıalmak) * birisi için haksız olarak kötü düşünmek, kuşkulanmak; iftira etmek. günahını çekmek * birinin yaptığıveya birine karşıyapılan kötülüğün cezasını görmek. günahınıvermez * çok cimri. günahkâr * Günah işlemiş, günahlı. günahkârlık * Günahkâr olma durumu. günahlı * Günahı olan. günahsız * Günahıveya suçu olmayan. günahsızlık * Günahsız olma durumu. günâşık * Ayçiçeği. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 60
günaşırı * Bir gün ara ile, iki günde bir. günaydın * Daha çok sabahlarısöylenen esenleme sözü. günbegün * Günden güne. günberi * Yer’in, Güneş’e en yakın bulunduğu nokta. günce * Günlük (I). güncek * Şemsiye. güncel * Günün konusu olan, şimdiki, bugünkü (haber, olay vb.), aktüel. güncelik * Günce yazılan defter, muhtıra. güncelleme * Güncellemek durumu. güncellemek * Güncel duruma getirmek. güncelleşme * Güncelleşmek işi. güncelleşmek * Güncel duruma gelmek. güncelleştirme * Güncelleştirme işi. güncelleştirmek * Güncel duruma getirmek. güncelliğini yitirmek * süre aşımına uğrayarak önem ve değerini yitirmek. güncellik * Güncel olma durumu, aktüalite. gündaş * Bkz. gündeş. gündeliğe gitmek * günlük işler yaparak gelir sağlamak. gündelik * Her günkü, yevmî.
* Her gün yayımlanan, her gün çıkan.
* Gün hesabıyla veya her gün ödenen para, yevmiye.gündelikçi * Gündelikle çalışan (kimse). gündelikçi kadın * Gündelikle ev işlerinde çalışan hizmetçi kadın. gündelikçilik * Gündelikçi olma durumu. gündelikli * Gündelikle çalışan (kimse). gündem * Meclis, kongre gibi toplantılarda görüşülecek konuların bütünü, ruzname. gündem dışı * Toplantıprogramının dışında (kalan). gündeme almak * bir kurul toplantısında görüşülecek konuları bir listeyle tespit etmek. gündeme getirmek * bir toplantıda bir konuyu tartışmak, görüşmek için önermek.
* bir konuya güncellik kazandırmak.günden güne * Gün geçtikçe, gittikçe. gündeş * Aynı günde olan. gündöndü * Ayçiçeği. gündüz * Günün sabahtan akşama kadar süren aydınlık bölümü, gece karşıtı.
* Gündüz vaktinde.gündüz feneri * Zenci, arap. gündüz gözüyle * Gündüzün, gündüz vakti, gün ışığında, her şeyin açık seçik görüldüğü saatlerde. gündüz külâhlı, gece silâhlı * gerçekte iyi olmadığıhâlde iyi gibi görünen kimseler için kullanılır. gündüz yırtıcıları * Kuşlar sınıfından kartallar takımının, çengel gagalı, sivri ve kıvrık tırnaklı, iyi uçan kuşları içine alan bir alt
takımı.gündüzcü * Gündüz çalışan görevli.
* Gündüz öğrenim gören öğrenci.
* Gündüzleri içki kullanan kimse.gündüzleri * Gündüz vakti.
* Her gün.gündüzlü * Okula gündüz giden, yatılı olmayan (öğrenci), neharî. gündüzlük * Gündüze özgü. gündüzsefası * Kahkaha çiçeği. gündüzün * Gündüz vaktinde. güne doğrulum * Yönelim. günebakan * Ayçiçeği. güneç * Çok güneşalan yer. güneğik * Hindiba. güneş * (büyük G ile) Gezegenlere ve yer yuvarlağına ışık ve ısıveren büyük gök cismi.
* Bu gök cisminin yaydığıışık ve ısı.güneş açmak * güneş bulutlardan sıyrılıp görünmek. güneşalmak (veya güneşgörmek) * güneş ışınlarıyla aydınlanacak durumda olmak. güneş balçıkla sıvanmaz * herkesin bildiği gerçek inkâr edilemez. güneş banyosu * Vücudun her yanınıveya bir bölümünü güneş ışınlarına tutma, güneşlenmek. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 54
güce sarmak * bir işgüç bir duruma gelmek, güçleşmek. gücendirici * Gücendiren, gönül kıran, inciten (biçimde). gücendirme * Gücendirmek işi. gücendirmek * Gücenmesine yol açmak, gönlünü kırmak, incitmek. gücenik * Gücenmiş, kırılmış, incinmiş, küskün. güceniklik * Gücenik olma durumu. gücenilme * Gücenilmek işi veya durumu. gücenilmek * Gücenmek işine konu olmak, herhangi bir kimseye gücenmek. güceniş * Gücenmek işi veya biçimi. gücenme * Gücenmek işi. gücenmek * Birinin beklenilmeyen bir davranışıveya sözü karşısında kırgınlık duymak, üzülmek. gücü * Bez tezgâhında ipliği ayarlayan tezgâh tarağı. gücü gücüne * Zorla, zorlayarak, güçlükle. gücü gücüne yetmek (veya yetmemek) * zorlukla.
* eldeki imkânlarla, ancak altından kalkabilmek, üstesinden gelebilmek.gücü ipliği * Dokumada kullanılan sağlam, kalın iplik. gücük * Kısa, bodur, gelişmemiş, güdük.
* Kuyruksuz, kuyruğu kesik (hayvan).
* Ağaç direklerin hazırlanmasısırasında arta kalan kısa parça.gücük ay * Şubat ayı. gücümseme * Gücümsemek işi veya durumu. gücümsemek * Bir şeyin yapılmasını güç görmek, bir işi isteksiz yapmak. gücün * Dara dar.
* Güçlükle, ancak, zorla.gücüne gitmek * gönlü kırılmak, onuruna dokunmak. gücüne koşmak * bir sorunun kolay çözümü varken onu güçleştirmek. güç * Ağır ve yorucu emekle yapılan, müşkül.
* Yapılmasızor, çetin.
* Zorlukla.güç * Fizik, düşünce ve ahlâk yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet.
* Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvet, takat.
* Sınırsız, mutlak nitelik.
* Büyük etkinliği ve önemi olan nitelik.
* Birim zamanda yapılan iş.
* Bir cihazın, bir mekanizmanın işyapabilme niteliği.
* Siyasî, ekonomik, askerî vb. bakımlardan etki ve önemi büyük olan devlet.
* Bir ulusun, bir ordunun vb.nin ekonomik, endüstriyel ve askerî potansiyeli.
* Yeterliğini ve güvenilirliğini kanıtlamışkimse.
* Bir akarsuyun aşındırma ve taşıma yeteneği.
* Bir toprağın verimlilik yeteneği.-güç * Bkz. -gıç/, -giç, -guç/ -güç. güç beğenir * her şeyden hoşlanmayan, zorlukla karar veren, müşkülpesent. güç belâ * Zorlukla, güçlük çekerek. güç birliği * Mevcut maddî ve manevî imkânları bir araya toplamak, güçleri birleştirme. güç gelmek * bir şeyin yapılmasında zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmak. güç kaynağı * Enerji kaynağı. güç mevkide kalmak * içinden çıkılmasızor bir durumda bulunmak. güçlendirici * Güç veren, güç katan. güçlendirilme * Güçlendirilemek işi. güçlendirilmek * Güçlü duruma getirilmek, güç kazanmasısağlanılmak. güçlendirme * Güçlendirmek işi. güçlendirmek * Güçlü duruma getirmek, güç kazanmasını sağlamak. güçleniş * Güçlenmek işi veya biçimi. güçlenme * Güçlenmek işi. güçlenmek * Güçlü duruma gelmek. güçleşme * Güçleşmek işi. güçleşmek * Güç duruma gelmek, zorlaşmak. güçleştirme * Güçleştirmek işi. güçleştirmek * Güç duruma getirmek. güçlü * Gücü olan.
* Etkisi, önemi büyük olan, forslu.
* Nitelikleri ile etki yaratan, etkili.
* Şiddeti çok olan.güçlü kuvvetli * Sağlığı, gücü, kuvveti yerinde olan.
* Maddî ve manevî bakımlardan gücü, arkası, torpili olan.güçlüğü ( veya güçlükleri) yenmek * bir güçlüğü, zorluğu ortadan kaldırmak. güçlük * Güç olan bir şeyin niteliği, zorluk.
* Ağır ve yorucu emek, zahmet, meşakkat.
* Engel.güçlük çekmek * bir işi çok zor yapmak, zor bir durumla karşılaşmak. güçlük çıkarmak * bir şeyin gerçekleşmesini engelleyici sebepler ileri sürmek. güçlükle * Güç, kolay olmayan bir biçimde. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 55
güçlülük * Güçlü olma durumu. güçsünme * Güçsünmek işi veya durumu. güçsünmek * Bir şeyi güç saymak. güçsüz * Gücü olmayan, âciz. güçsüz düşmek * gücü yetmemek. güçsüzce * Güçsüz bir biçimde (olan). güçsüzlük * Güçsüz olma durumu, güçsüze yakışacak davranış, kuvvetsizlik, aciz, iktidarsızlık. güdek * Amaçlanan sonuç, güdülen şey. güdeksiz * Bir amaca dayanmayan, garazsız. güdeleme * Güdelemek işi. güdelemek * Ardına düşmek, kovalamak, sürmek. güderi * Genellikle geyik veya keçi derisinden yapılmışyumuşak ve mat meşin.
* Bu meşinden yapılmış.güderici * Güderi yapan veya satan kimse. güdericilik * Güderi deri sanayii ve ticareti. güderihane * Güderinin yapıldığıyer. güderileme * Güderilemek işi. güderilemek * Güderi işlemlerini yapmak. güdü * Bilinçli veya bilinçsiz olarak davranışıdoğuran, sürekliliğini sağlayan ve ona yön veren herhangi bir güç,
saik.
* Kaynağıduygulanma değil, akıl olan sebep, saik.
* Bir etkinlik veya işin gizli sebebi.
* Bireyleri bilinçli ve amaçlı işlerde bulunmaya yönelten dürtü veya dürtüler bileşkesi, saik.güdücü * Gütmek işini yapan kimse.
* Çoban, sığırtmaç.güdük * Eksik yanı olan, tamamlanmamış, kısa.
* Kuyruğu kesik veya kopmuş.
* Yetersiz, sonuç vermemiş.güdük kalmak * büyüyememek, küçük, bodur kalmak.
* bitmemiş, sonuç vermemişdurumda olmak.güdükleşme * Güdükleşmek işi. güdükleşmek * Güdük duruma gelmek. güdüklük * Güdük olma durumu. güdülenme * Bireyin, işinin yönünü, gücünü ve öncelik sırasını belirleyen iç veya dışdürtücünün etkisi ile işe geçmesi,
motivasyon.
* Canlıda işe veya öğrenmeye geçme isteği.güdülme * Güdülmek işi. güdülmek * Gütmek işi yapılmak.
* (bir kimse veya topluluk) Birinin düşünce ve amacıdoğrultusunda yönetilmek.güdüm * Yönetmek işi, idare.
* Bilişimde, bir olaylar dizisini, bir süreci veya bir aracıyöneltme ve düzenlemeyle ilgili işlevlerin bütünü.güdüm bilimi * Canlılarda ve makinelerde kontrol, iletişim ve işleyişi inceleyen bilim, kibernetik, sibernetik. güdümcü * Güdümcülükten yana olan kimse. güdümcülük * Bir ülkenin ekonomi, tarım gibi işlerinde tutulan güdümlü yol. güdümleme * Bir görüş, kanıveya inancı benimsetme çabası. güdümlemek * Belli bir amaca veya inanca yönlendirmek. güdümlü * Güdülebilen, yönetilebilir.
* Belirli bir plân veya yönde yürütülen bir amacı, bir eğilimi yansıtan.güdümlü sanat * Belli bir siyasî ve toplumsal ideoloji doğrultusunda oluşturulan sanat. güdümlülük * Güdümlü olma durumu. güfte * Müzik eserlerinin yazılımetni, söz. güfteci * Güfte yazan kimse, söz yazarı. güğüm * Yandan kulplu, boynu uzun, genellikle bakırdan su kabı. güherçile * Tarımda gübre, hekimlikte ilâç olarak kullanılan, barut gibi patlayıcımaddeler yapımına yarayan, beyaz
renkte ve ince billûrlar durumunda birleşik bir madde, potasyum nitrat (KNO3).gül * Gülgillerin örnek bitkisi (Rosa).
* Bu bitkinin katmerli, genellikle kokulu olan çiçeği.gül gibi * çok iyi, çok güzel. gül gibi bakmak * geçimini para sıkıntısı olmadan sağlamak.
* iyi, temiz bakmak.gül gibi geçinmek (veya yaşamak) * çok iyi anlaşmak, geçinmek.
* pek genişolmayan bir imkânla rahat, sıkıntısız yaşamak.gül rengi * Gül renginde olan. gül suyu * Gül yağıelde edilmesi sırasında yan ürün olarak elde edilen kokulu ve renksiz sıvı. gül üstüne gül koklamamak * bir sevgili üstüne bir ikincisini sevmemek. gül yağcı * Gül yağıçıkaran veya satan kimse. gül yağcılık * Gül yağıçıkarma veya satma işi. gül yağı * Güllerin imbikten çekilmesiyle elde edilen gül suyunun üstünde toplanan kokulu yağ. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 56
gülabdan * Gül suyu serpmek için kullanılan, ağzıemzikli, armut biçiminde küçük kap. gülbahar * Kırmızı boya elde etmede kullanılan iyi bir cins toprak.
* Bir tavla oyunu.gülbank * Hep bir ağızdan ve makamla yapılan dua veya ant. gülbeşeker * Gül çiçeği ve şeker ile yapılan macun kıvamında bir çeşit reçel. gülböceği * Altın böcek. gülcü * Gül üreten kimse. gülcülük * Gül üretme işi. güldeste * Antoloji. güldü gülecek * Gülmek üzere olan, gülmeye hazır durumda, gülümser. güldür güldür * Çok gürültü ederek, yüksek ses çıkararak, hızla. güldürme * Güldürmek işi. güldürmek * Gülmesine sebep olmak. güldürü * Güldürme özelliği olan.
* İnsanların, olayların, durumların gülünç yönlerini belirten sahne eseri, komedi, fars.güldürücü * Gülmeyi sağlayan, gülmeye yol açan, komik. güle güle * Gülerek.
* Mutlu, güzel günlerde uğurlama için kullanılan seslenme sözü.
* “Üzüntüsüz bir hayat sürerek, gönül ferahlığı ile (giy, otur, kullan, büyüt…)” anlamında bir iyi dilek sözü.güle oynaya * sevinerek, neşe ile. gülecen * Sevimli ve cana yakın tavırları olan (kimse). güleç * Her zaman gülümseyen, mütebessim. güleçlik * Güleç olma durumu. güleğen * Güler yüzlü, çok gülen (kimse). güler misin, ağlar mısın! * hem gülünecek hem üzülünecek nitelikteki şaşırtıcı olaylar karşısında söylenir. güler yüz * İçten ve yapmacıksız, yumuşak, okşayıcıdavranış. güler yüzlü * Yakınlık gösteren, içten davranan. güler yüzlülük * Güler yüzlü olma durumu. gülerim! (veya güleyim bari!) * yersiz görülen bir düşünceye karşıhafifseme olarak söylenir. gülerken ısırır * görünürdeki iyiliğine güvenilmemesi gereken (kimse). gülgiller * Çilek, armut, elma, badem gibi türleri içine alan, ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, örneği gül olan bir bitki
familyası.gülhatmi * Ebe gümecigillerden, yaprakları genişve yuvarlak, çiçekleri büyük ve türlü renklerde olan, çok yıllık otsu
bir bitki (Althaea rosea).gülistan * Gül bahçesi.
* Huzurlu, rahat ve zenginlik dolu (yer).gülkurusu * Kurutulmuşpembe gül rengi.
* Bu renkte olan.güllâbi * Akıl hastahanelerindeki hademelere verilen ad. güllâbici * Bkz. güllâbi. güllâbicilik * Güllâbicinin yaptığı iş. güllâbicilik etmek * birinin taşkın ve şımarık davranışlarına katlanarak yüzüne gülmek. güllâç * Nişastadan yapılan, çok ince kuru yufka; bu yufkadan hazırlanan tatlı.
* Tadıhoşolmayan toz durumundaki bazı ilâçların kolayca yutulabilmesi için bunların içine konuldukları,
nişastadan küçük kap.gülle * Eskiden som taşveya demirden, yuvarlak bir biçimde yapılırken, günümüzde çelikten silindir biçiminde,
bir ucu sivri olarak yapılan top mermisi.
* Atletizm yarışmalarında atılan pirinç veya pirinçten daha sert bir maddeden yapılan, erkekler için 7.257 kg,
kadınlar için 4 kg olan madenî küre.gülle atma * Tek elle taşınan gülleyi ileriye doğru fırlatma.
* Gülleyi en uzağa atmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.gülle gibi * çok ağır.
* hâlsiz, yorgun argın.gülleci * Top güllesi yapan kimse.
* Gülle atma sporu yapan kimse.güllü * Gülü olan. güllük * Gül bahçesi veya gülü çok olan yer. güllük gülistanlık * Bolluk ve rahatlık içinde olan (yer). gülme * Gülmek işi.
* Kahkaha.gülme komşuna, gelir başına * birinin başına gelen kötü bir durum senin de başına gelebilir. gülmece * Eğlendirmek, güldürmek ve birine, bir davranışa incitmeden takılmak amacını güden ince alay, mizah,
humor.
* Gerçeğin güldürücü yanlarını ortaya koyan edebiyat türü, mizah.gülmeceli * İçinde gülmece nitelikleri bulunan (yazı, karikatür vb.), mizahî. gülmek * (insan) Hoşuna veya tuhafına giden olaylar, durumlar karşısında, genellikle sesli bir biçimde duygusunu
açığa vurmak.
* Mutlu, sevinçli zaman geçirmek, eğlenmek, hoşça vakit geçirmek.
* Biriyle alay etmek.
* Dikkati çekecek derecede hoşve sıcak görünmek.gülmekten kırılmak (katılmak) * aşırıderecede sarsılarak gülmek. gülü seven dikenine katlanır * insan sevdiği kimse veya sevdiği işyüzünden gelecek sıkıntılara katlanır. gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz * birinin uygunsuz durumlarısayılırken bunların öteden beri bilindiğini anlatmak için söylenir.