Kategori: G

  • Türkçe Sözlük G Sayfa 64

    güven duymak * güvenmek, inanmak.
    güven ışığı * Karanlık odada, çalışabilecek kadar ışık sağlayan, duyar katıetkilemeyen özel yapıda bir lâmbadan elde
    edilen ışık.
    güven kazanmak * kendisine inandırmak.
    güven mektubu * Bir elçinin, gittiği yerin devlet başkanına sunulması için kendi başkanınca eline verilen belge, itimat
    mektubu, itimatname.
    güven oylaması * Göreve yeni başlamışveya görevini sürdüren hükûmetin tutumunu değerlendirmek için mecliste yapılan
    oylama.
    güven vermek * güven duygusu uyandırmak, itimat telkin etmek.
    güven yazısı * Güven mektubu.
    güvence * Bir antlaşmada taraflardan birinin sorumluluğu üzerine alması, inanca, teminat, garanti.
    * Alınan sorumluluğa karşı olarak ortaya konulan şey.
    * Birinin şüphelerini dağıtmak için söylenen inandırıcısöz, teminat.
    güvence akçesi * Herhangi bir sorumluluk yerine getirilmediğinde karşıtarafça el konulacak olan para.
    güvence vermek * bir anlaşmada taraflardan biriyle ilgili olarak sorumluluğu yüklenmek, inanca vermek, teminat vermek,
    garanti vermek.
    * bir sorumluluk karşılığı olarak (para vb.) ortaya koymak, inanca vermek, teminat vermek, garanti vermek.
    güvenceli * Güvencesi olan, güvence sağlayan, garantili.
    güvencesiz * Güvencesi olmayan, güvence sağlamayan, garantisiz.
    güvenceye bağlamak * teminat altına almak.
    güvenç * Güvenme duygusu, itimat.
    güvendiği dağlara kar yağmak (veya güvendiği dal elinde kalmak) * yardım veya yarar beklediği kimseden, yerden veya şeyden iyilik gelmemek.
    güveni olmak * güvenmek, inanmak.
    güveni sarsılmak * güveni kalmamak.
    güvenilir * Güven duygusu veren, güvenilen.
    güvenilirlik * Güvenilir olma durumu.
    güvenilme * Güven duyulma, güvenle bakılma.
    güvenilmek * Güvenle bakılmak, kendisine güven duyulmak.
    güvenirlik * Güvenilme durumu, güvenilir olma durumu.
    güveniş * Güven duyma, güvenme.
    güvenli * Güven verici, emniyetli, emin.
    güvenlik * Toplum yaşamında kanunî düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu,
    emniyet.
    güvenlik borusu * Buharlıtesisatta basıncın belirli bir değerin üstüne çıkmasınıönleyen U biçimli boru.
    güvenlik görevlisi * Güvenliği sağlamakla görevli kimse.
    güvenlik vanası * Buharlıtesisatta basınç belirli bir değerin üstüne çıkınca açılarak tesisatın güvenliğini sağlayan vana,
    emniyet supabı.
    güvenme * Güven duyma, güveni olma.
    güvenme dostuna, saman doldurur postuna * “dost sandığın birtakım kimseler sana kolaylıkla kötülük edebilirler” anlamında kullanılır.
    güvenmek * Güven duymak, güveni olmak, itimat etmek.
    güvenoyu * Göreve yeni başlamışveya görevini sürdüren hükûmetin tutumunu değerlendirmek için meclisin verdiği
    oy; itimat reyi.
    güvenoyu almak * hükûmetin tutumu meclisçe onaylanmak.
    güvenoyu vermek * hükûmetin tutumu ile ilgili olumlu oyu meclisçe kullanmak.
    güvensiz * Başkalarına güvenmeyen, itimatsız.
    güvensizce * Güvensiz bir biçimde, güvensiz olarak.
    güvensizlik * Güvensiz olma durumu, itimatsızlık.
    güvensizlik duymak * güvenmemek.
    güvensizlik önergesi * Hükûmetin uygulamalarına karşı gösterilen yazılıveya sözlü itimatsızlık.
    güvercin * Güvercingillerden, hızlıve uzun zaman uçabilen, kısa vücutlu, sık tüylü, birçok evcilleşmiştürleri bulunan,
    yemle beslenen kuş(Columba).
    güvercinboynu * Yeşil, mavi ve pembe arasında dalgalanır gibi görünen renk.
    güvercingiller * Güvercin, kumru gibi kuşları içine alan geniş bir familya.
    güvercingöğsü * Yeşil ile mavi arasında böcek kabuğuna benzer dalgalıve değişken renk.
    güvercinler * Güvercin, kumru gibi kuşları içine alan takım.
    güvercinlik * Evcil güvercin yetiştirmek için hazırlanmışyer.
    güverte * Gemide ambar ve kamaraların üstü.
    güvey yemeği * Erkek evi tarafından düğün akşamıakraba ve yakınlara verilen yemek.
    güvey,-i * Evlenmekte olan bir erkeğe, evlenme töreni sırasında verilen ad.
    * Bir kızın ailesinden olan büyüklere göre kızın kocası, damat.
    güveyfeneri * Patlıcangillerden, kırmızıve ekşimsi meyvesi idrar söktürücü olarak kullanılan, çok yıllık ve otsu bir bitki,
    gelin otu (Physalis alkekengi).
    güveyi girmek * erkek için, evlenmek.
    * iç güveyi olarak, gelinin ailesinin evinde oturmak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 65

    güveyi olmadık, ama kapıdışında bekledik * bir konuyu iyi bilmeyen ama yabancısıda olmayan kimseler tarafından kullanılır.
    güveylik * Güvey olma durumu, damatlık.
    * Güvey için alınmış, yapılmışgiysi, armağan.
    * Güvey iken kullanılan veya yapılan.
    güvez * Mora çalan kırmızı.
    güya * Sözde, sanki.
    güz * (kuzey yarım küre için) Eylül, ekim ve kasım aylarını içine alan süre, sonbahar.
    * Eylül 22 ile Aralık 21 arasındaki mevsim.
    güz çiğdemi * Acıçiğdem.
    güz dönemi * Güz ayları.
    * Eğitim öğretimde ilk yarıyıl.
    güz noktası * Güzün, gün-tün eşitliği anında güneşin gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta.
    güzaf * Boş, anlamsız, beyhude (söz).
    güzel * Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran.
    * İyi; hoş.
    * Beklenene uygun düşen ve başarıdüşüncesi uyandıran.
    * Soyluluk ve ahlâkî üstünlük düşüncesi uyandıran.
    * Görgü kurallarına uygun olan.
    * (hava için) Sakin, hoş.
    * Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı.
    * Pek iyi, doğru.
    * Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde.
    * Güzel kız veya kadın.
    * Güzellik kraliçesi.
    güzel duyu * Estetik, bediiyat.
    güzel duyuculuk * Estetikçilik, estetizm.
    güzel duyusal * Estetik.
    güzel güzel * Olağan bir durumda, herhangi bir sıkıntıya uğramadan.
    güzel olmak * güzelleşmek.
    güzel sanatlar * Edebiyat, müzik, resim, heykel, mimarlık, tiyatro gibi insanda coşku ve hayranlık uyandıran sanatlar.
    güzel yazısanatı * Harflere güzel biçimler vererek yazma sanatı, hüsnühat, kaligrafi.
    güzelavrat otu * Patlıcangillerden, 100-150 cm yükseklikte, atropin denilen zehirli ilâcın çıkarıldığıpis kokulu, çok yıllık ve
    otsu bir bitki (Atropa belladonna).
    güzelce * Güzele yakın, güzel gibi.
    * (güze’lce) İyice, adamakıllı.
    güzelhatun çiçeği * Bkz. nergis zambağı.
    güzelim * değer verilen, sevilen.
    * teklifsiz bir seslenme olarak kullanılır.
    güzelleme * Halk edebiyatında konusu aşk olan, lirik bir şiir türü.
    * Şen, sevinçli duygularıanlatan türkülerde özel bir ezgi.
    güzelleşme * Güzelleşmek işi.
    güzelleşmek * Güzel bir durum almak.
    güzelleştirilme * Güzelleştirilmek işi.
    güzelleştirilmek * Kendisine güzellik verilmek, güzel duruma getirilmek.
    güzelleştirme * Güzelleştirmek işi.
    güzelleştirmek * Güzellik vermek, güzellik kazandırmak.
    güzellik * Estetik bir zevk, coşku, hoşlanma duygusu uyandıran nitelik, hüsün.
    * Okşayıcısöz veya davranış, iyilik, yumuşaklık.
    * Ahlâk ve fikrî nitelikleriyle hayranlık uyandıran şey.
    * Güzel olan bir kimsenin niteliği.
    güzellik enstitüsü * Kadınların yüz ve vücut bakımlarının yapıldığıyer.
    güzellik kraliçesi * Yüz ve vücut güzelliği göz önünde bulundurularak yapılan yarışmalarda birinciliği kazanan kız.
    güzellik malzemesi * Makyaj malzemesi.
    güzellik müstahzarları * Makyaj malzemelerinin genel adı.
    güzellik salonu * Kuaför.
    güzellik yarışması * Yalnız yüz ve vücut güzelliğinin ölçü olarak kabul edildiği yarışma.
    güzellikle * Okşayıcısöz veya davranışla, iyilikle.
    güzergâh * Yolüstü uğranılacak, geçilecek yer.
    * Yol boyu.
    * Çok geçilen yer, geçek.
    güzey * Az güneşalan, çok gölgeli kuzey yamaç.
    güzide * Seçkin, seçilmiş, seçme.
    * Aydın, okumuş, seçkin (kimse).
    güzlek * Güz yağmuru.
    * Güz mevsiminin geçirildiği yer.
    * Havaların soğumasıüzerine yaylalardan dönen hayvanların otlatılmasıve bir süre barındırılması için
    ayrılmış, dağeteklerinde bulunan mera.
    güzleme * Güzlemek işi.
    güzlemek * Güzü bir yerde geçirmek.
    güzlük * Güzün yapılan.
    * Güzün ekilen tahıl.
    güzün * Güz mevsiminde.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 63

    güreşçi * Güreşyapan, güreşen kimse, pehlivan.
    güreşçi köprüsü * Vücudun, sırt yere dönük, avuçlar ve tabanlarda yay biçiminde dayalı bulunduğu durum.
    güreşçilik * Güreşle uğraşan spor dalı, pehlivanlık.
    güreşilme * Güreşilmek işi veya durumu.
    güreşilmek * Güreşyapılmak.
    güreşme * Güreşmek işi.
    güreşmek * (iki kişi) Türlü oyunlarla birbirinin sırtınıyere getirmeye çalışmak.
    güreştirme * Güreştirmek işi.
    güreştirmek * Güreşyaptırmak.
    gürgen * Gürgengillerden, Karadeniz kıyılarındaki ormanlarımızda çok yetişen, kerestesi beğenilen bir ağaç
    (Carpinus betulus).
    gürgengiller * İki çeneklilerden, çiçek durumlarıtırtılsı; gürgen, huş, fındık, kızılağaç gibi kerestelik ağaçları içine alan bir
    familya.
    gürlek * Çağlayan.
    gürleme * Gürlemek işi.
    gürlemek * Kalın ve gür ses çıkarmak.
    * Beklenmedik bir zamanda ansızın ölmek.
    gürleşme * Gürleşmek işi.
    gürleşmek * Gür bir duruma gelmek.
    gürleyiş * Gürlemek işi veya biçimi.
    gürlük * Gür olma durumu.
    * Verimlilik, feyiz.
    güruh * Değersiz, aşağı görülen, küçümsenen topluluk, derinti, sürü.
    gürül gürül * Bol ve gür çıkan veya akan şeylerin sesini anlatır.
    gürüldeme * Gürüldemek işi.
    gürüldemek * Çok hızlıve gürültülü ses çıkarmak.
    gürültü * Aralarında uyum bulunmayan düzensiz seslerin bütünü, patırtı, şamata.
    * Birçok kişinin karıştığıkavga, karışıklık veya tartışma.
    gürültü bastırmak * gürültüden daha çok güçlü ses çıkarıp onu etkisizleştirmek.
    gürültü çıkarmak (etmek, koparmak veya yapmak) * düzensiz ve rahatsız edici sesler çıkarmak.
    * kavga, karışıklık, tartışma çıkarmak.
    gürültü çıkmak * kavga, tartışma karışıklık olmak.
    gürültü patırtı * Kavga, gürültü.
    gürültücü * Gürültü yapan veya gürültü çıkaran (kimse), velveleci.
    gürültülü * Gürültüsü olan.
    * Karışık olaylarla dolu.
    gürültülü patırtılı * Çok gürültülü ve karışık.
    gürültüsüz * Gürültüsü olmayan.
    * Kimseyi tedirgin etmeyen veya kimsenin dikkatini çekmeyen.
    gürültüsüzce * Gürültü yapmayarak, tedirginlik çıkarmayarak.
    gürültüye (veya patırtıya pabuç bırakmamak) * korkutmalara aldırışetmeyip dilediği gibi davranmak.
    gürültüye (veya patırtıya vermek) * gereksiz bir telâşa düşürmek.
    gürültüye gelmek * (bir iş, bir düşünce vb.) telâşve karışıklığa rastlayarak ilgi çekmemek, üzerinde durulmamak.
    gürültüye getirmek (veya boğmak) * (bir işi, bir düşünceyi) telâşve karışıklık yüzünden ilgi çekmez duruma getirmek.
    * söz kalabalığından, karışıklıktan yararlanarak istediğini elde etmek.
    gürültüye gitmek * telâşve karışıklığa rastlayarak değeri anlaşılmayıp unutulmak.
    gürz * Silâh olarak kullanılan ağır topuz.
    gütaperka * Sumatra’da ve çevresindeki adalarda yetişen büyük bir cins ağaçtan elde edilen, kablo yapımında kullanılan,
    kauçuğa benzer, zamklı bir madde.
    gütme * Gütmek işi.
    gütmek * Hayvan veya hayvan sürüsünü önüne katıp otlatarak sürmek.
    * Bir düşünceyi, bir duyguyu veya bir ilkeyi gerçekleştirmeye çalışmak.
    * Bir kimseyi, bir topluluğu kendi düşünce ve amacıdoğrultusunda yönetmek, sevk ve idare etmek.
    güttüğüm domuzu bana öğretme * yıllardır tanıdığım bir kimsenin huylarınıda bilirim.
    güve * Kurtçuğu deri, yapağı, yünlü kumaşve dokuma yiyen pul kanatlılardan bir böcek (Tine pellionella).
    güveç * İçinde yemek pişirilen toprak kap.
    * Bu kapta pişirilen yemek.
    güvelâ * Açık yeşil, maviye çalar göz rengi.
    güvelenme * Güvelenmek işi.
    güvelenmek * Güve tarafından yenilmek.
    güvem eriği * Bkz. akdiken.
    güven * Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat.
    * Yüreklilik, cesaret.
    güven beslemek * güven duymak, inanmak, itimat etmek.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 61

    güneş batmak * gün sonunda, güneşufukta kaybolmak.
    güneş çarpmak * sıcak havada güneşaltında çok kalmaktan hasta olmak.
    güneşçavmak * güneşyayılmak, güneşdoğmak.
    güneşdil teorisi * Dilin türeyişi felsefesi, psikolojisi ve sosyolojisi alanında Atatürk döneminde ortaya atılan bir kuram.
    güneşdoğmak * sabahleyin güneşufuktan yükselmek.
    güneşgözlüğü * Gözü güneşve çeşitli tabiat olaylarından korumaya yarayan alet.
    güneşgünü * Güneş’in, Yer’in bir noktasındaki meridyen düzlemine arka arkaya iki kez girmesi için geçen zaman.
    güneşhayvancıkları * Kök bacaklılardan, ışın biçimindeki yalancı bacaklarıyla hareket eden bir hücreli hayvanlar takımı, günsüler.
    güneş kremi * Güneşlenme sırasında cildin kurumasını, aşırıyanmasınıve çatlamasınıönleyen bir tür özel krem.
    güneş lekeleri * Güneş yüzeyinde görülen siyah benekler.
    Güneş saati * Bir düzlem ortasına dikilmiş bir çubuğun, bu düzlem üzerine ayrıayrızamanlarda düşen gölgesine
    bakılarak saati gösteren bölümler çizilerek yapılmış araç.
    Güneş sistemi * Güneşle gezegenlerin oluşturduklarıdizge.
    güneş sütü * Güneşlenme sırasında cildin kurumasınıönleyen, koruyucu, beyaz renkli bir tür makyaj malzemesi.
    güneş tacı * Güneş atmosferinin alevli bölümü.
    Güneş takvimi * Güneşin görünürdeki günlük ve yıllık hareketine göre düzenlenen takvim.
    Güneş tekeri * Güneşin gökyüzündeki iz düşümü olan parlak daire.
    Güneştutulması * Ay’ın, Yer ile Güneşarasına girmesi yüzünden Güneşin yer yüzünden kararmışgörünmesi, küsuf.
    güneşyağı * Güneşlenme sırasında cildin daha çabuk koyulaşması için kullanılan bir tür yağlısıvı.
    güneşyanığı * Güneş ışınlarının insan teninde yaptığıesmerlik.
    Güneşyılı * Güneşin görünürdeki yıllık hareketine göre tanımlanan yıl.
    güneşe karşı işemek * saygı gösterilmesi gereken şeylere saygısızlık göstermek.
    güneşi üzerine doğdurmamak * güneşdoğmadan önce yataktan kalkmak.
    güneşin alnında (veya güneşin altında) * güneşin yakıcıışınlarıaltında.
    güneşleme * Güneşlemek veya güneşlenmek işi.
    güneşlemek * Güneş ışınlarından vücudun yararlanmasını sağlamak.
    güneşlenme * Güneşlenmek işi veya durumu.
    güneşlenmek * Güneş ışınlarından yararlanmak için kendini güneşaltında bulundurmak.
    güneşletme * Güneşletmek işi.
    güneşletmek * (bir şeyi) Güneş ışığının etkisinde bırakmak.
    güneşli * Güneş ışınlarıyla aydınlanmış.
    * (hava için) Açık, aydınlık.
    güneşlik * Güneş ışınlarına engel olan perde veya buna benzer gereç.
    * Siperlik.
    * Güneş ışınlarınıalan (yer).
    * Alıcımerceğini zararlıışınlardan korumak için mercek önüne takılan ve merceğin önünde gölgeli bir alan
    sağlayan yardımcıdonatım türü.
    güneşsel * Güneşe ilişkin, Güneşle ilgili.
    * Güneşle birlikte doğan, Güneşle birlikte batan (gök cismi).
    güneşsiz * Güneş ışınlarıyla aydınlanmayan, güneş ışınlarınıalmayan.
    * (hava için) Kapalı, bulutlu.
    güneşsizlik * Güneşsiz olma durumu.
    güneş topu * Bkz. Acem lâlesi.
    güney * Solunu doğuya, sağını batıya veren kimsenin tam karşısına düşen yön, dört ana yönden biri, cenup, kuzey
    karşıtı.
    * Bu yönde olan, bu yönle ilgili, cenubî.
    * Güneşgören yer.
    * Lodos.
    güney karamanı * Siyahtan kül rengine kadar değişen renklerde, kuyruklarıdiğer karamanlara göre daha küçük, kuzularından
    bukleli post alınabilen ve BatıToroslar bölgesinde yetiştirilen bir tür koyun.
    güney noktası * Güney doğrultusunun ufuk üzerinde göğü deldiği nokta.
    Güneybalığı * Güney yarım kürede bir takım yıldızın adı.
    güneybatı * Güneyle batıarasıyön.
    güneydoğu * Güneyle doğu arasıyön.
    güneyli * Güney bölgelerinden olan (kimse veya topluluk), cenuplu.
    * Türkiye’nin güney illerinden olan (kimse).
    güngörmez * Hiç güneş ışığı almaz (yer).
    güngörmüş * İyi yaşamış.
    * Birçok hayat tecrübesi bulunan (kimse).
    * Çok yaşlı.
    güngörmüşlük * Çok hayat tecrübesi olmak.
    günindi * Gurup zamanı.
    * Batı.
    günleme * Günlemek işi.
    günlemek * Günü belirlemek, tarihlendirmek.
    günlerce * Birçok gün sürerek.
    günlerden bir gün * geçmişzamanda bir gün, vaktiyle.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 62

    günleri gece olmak * çok kederlenecek bir duruma uğramak.
    günleri sayılı olmak * ölümü yakın olmak.
    * bir yerde kalmak için ancak birkaç günü bulunmak.
    günlü * Tarihli.
    * Belli bir zamanla sınırlı.
    günlük * O günkü, o günle ilgili.
    * Üzerinden gün geçmişveya geçecek.
    * Her gün yapılan, her gün yayımlanan, her gün çıkan.
    * Günü gününe tutulan hatıra, günce, muhtıra.
    * Günü gününe tutulan anıyazısıveya bu yazıları içine alan eser, günce.
    günlük * Tütsü için kullanılan bir çeşit ağaç sakızı.
    günlük ağacı * Asya’nın sıcak bölgelerinde (Styrax) ve Afrika’da yetişen (Boswelia) türlerinden günlük çıkarılan değişik
    cinste ağaçlara verilen ortak ad.
    günlük defter * Bir işletmenin yaptığı işleri günü gününe geçirdiği defter, yevmiye defteri.
    günlük güneşlik * sıcak, yağışsız ve güzel hava.
    günlük güneşlik * Açık ve bol ışıklı(yer veya hava).
    günlük güneşlik görünmek * sıkıntısız, sorunsuz, huzur ortamında bulunmak.
    günlükçü * Günlük yazarı, günlük tutmuşve yayımlamışolan kimse.
    günöte * Yer yörüngesinin Güneş’e en uzak bulunduğu nokta, evç.
    günsüler * Bkz. güneşhayvancıkları.
    güntün eşitliği * Gece ile gündüzün eşit uzunlukta olması, ekinoks.
    günü * Kıskançlık, çekememezlik, haset.
    * Zamanından önce doğan yavru .
    günü birliğine * Günü birlik.
    günü birlik * Bütün bir gün boyunca, gece kalmadan, sabah gidip akşamdan önce dönmek üzere.
    günü dolmak * önceden belirlenmiş bir süreyi tamamlamak.
    * ömrünü tamamlamak, eceli gelmek.
    * hamilelikte çocuğun olması gereken süreyi tamamlamak, doldurmak.
    günü geçmiş * eski tarihli.
    * son kullanma tarihi dolmuşolan yiyecek, bayat.
    günü gününe * Tam vaktinde, her gün, gününde, tam gününde.
    günü gününe uymaz * her zaman aynıdurumda bulunmaz, kararsız.
    günü yetmek * ölüm zamanı gelmek.
    * (gebe için) doğum vakti gelmek.
    günücü * Kıskanç, hasetçi, hasut.
    günücülük * Kıskançlık, hasetlik.
    günüleme * Günülemek işi.
    günülemek * Kıskanmak, çekememek, haset etmek.
    günün adamı * O günlerde çok sözü edilen kişi.
    * Zamanın gereğine göre yön ve tutum değiştiren kimse.
    * Kendisinde zamanın gerektirdiği değerler bulunan kimse.
    günün birinde * belli olmayan bir günde.
    gününü (veya günlerini) saymak * (kurtulamayacak hasta) son günlerini yaşamak.
    gününü beklemek * Bkz. gününü (veya günlerini) saymak.
    gününü doldurmak * bir işin sona ermesi için gereken süreyi tamamlamak.
    gününü görmek * kötü bir sonla karşılaşmak, cezaya çarptırılmak.
    * çocuklarının iyi, mutlu günlerini görmek.
    * ay başı görmek.
    gününü göstermek * (tehdit yollu) cezalandırmak.
    gününü gün etmek * hiçbir şeyi dert edinmeyip gününü hoşgeçirmek.
    güpegündüz * Ortalık iyice aydınlıkken, iyice gündüz iken.
    güpgüzel * Çok güzel.
    gür * Bol ve güçlü olarak çıkan veya fışkıran.
    * Bol, verimli, feyyaz.
    gür gür * Bkz. gürül gürül.
    gürbüz * Sağlam, güçlü ve iyi gelişmiş, iri.
    gürbüzleşme * Gürbüzleşmek işi.
    gürbüzleşmek * Gelişmek, gürbüz duruma gelmek.
    gürbüzlük * Gürbüz olma durumu.
    Gürcü * Gürcistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    Gürcüce * Gürcü dili.
    güre * Çiftleşmek isteyen kısrak veya dişi eşek.
    * Bir yaşından üç yaşına kadar olan tay.
    * Kuvvetli, dinç.
    * Çekingen, korkak, ürkek.
    gürecilik * Bkz. devimselcilik.
    güreş * Belli kurallar içinde, güç kullanarak, iki kişinin türlü oyunlarla birbirinin sırtınıyere getirmeye çalışması.
    güreşetmek (veya tutmak) * güreşmek.
    güreşmayosu * Güreşirken, güreşçilerin giydiği özel mayo.
    güreşminderi * Kapalıspor salonlarında güreşçilerin üzerinde güreştikleri, üstü yekpare kaplı olan kauçuk minder.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 57

    gülücük * Çocuk gülümsemesi.
    * Gülümseme, tebessüm.
    gülük * Hindi.
    * Sebze yetiştirmek için açılan ocak.
    gülümseme * Hafifçe gülme, tebessüm.
    gülümsemek * Güler gibi olmak, hafifçe gülmek.
    gülümser * Hafifçe gülümseyen, sevimli.
    gülümseyiş * Gülümsemek işi veya biçimi.
    gülünç * Alayıüzerine çeken, eğlence konusu olan, güldürücü, tuhaf, komik.
    gülünçleşme * Gülünçleşmek işi, komikleşme.
    gülünçleşmek * Gülünç duruma gelmek, komikleşmek.
    gülünçleştirme * Gülünçleştirmek işi.
    gülünçleştirmek * Gülünç duruma getirmek.
    gülünçlü * Güldürücü, eğlendirici özellikleri bulunan (oyun, hikâye, söz).
    gülünçlük * Gülünç olma durumu, komiklik.
    gülünme * Gülünmek işi.
    gülünmek * Gülmek işi yapılmak.
    * Alay edilmek.
    gülüp geçmek * umursamamak, aldırışetmemek, üzerinde durmamak.
    gülüp oynamak (veya gülüp söylemek) * neşeli, sevinçli, keyifli, güzel vakit geçirmek.
    gülüş * Gülmek işi veya biçimi.
    gülüşme * Gülüşmek işi.
    gülüşmek * Karşılıklıveya birlikte gülmek, birlikte şakalaşmak.
    gülüşülme * Gülüşülmek işi veya durumu.
    gülüşülmek * Karşılıklıveya birlikte gülünmek.
    gülüt * Bir skece, revüye veya bir eğlence gösterisine eklenen gülünçlü sözler veya durumlar.
    gülütçü * Bir skeçte, revüde veya eğlence gösterisinde eklenen sözleri ve durumlarıhazırlayan kimse.
    güm * Derinden ve patlayıcıyankılı gürültü.
    güm güm * Yankılı gürültü sesinin tekrarlandığınıanlatır.
    güm güm atmak * heyecanla vurmak.
    güm güm etmek * derinden yankılıses olmak, ses çıkmak.
    gümbedek * Gümbürdeyerek.
    * Beklenmedik bir zamanda, birdenbire.
    gümbür gümbür * Büyük bir gürültü ile.
    gümbürdeme * Gümbürdemek işi.
    gümbürdemek * Gümbür diye ses çıkarmak.
    * (insan için) Ölmek, gümleyip gitmek.
    gümbürdetme * Gümbürdetmek işi.
    gümbürdetmek * Gümbürdemesine yol açmak.
    gümbürdeyiş * Gümbürdemek işi veya biçimi.
    gümbürtü * Gümbürdeme sesi, gürültü.
    gümbürtülü * Gümbürtü sesi çıkaran.
    güme * Avcıkulübesi.
    * Bostanda yapılan bekçi kulübesi.
    güme gitmek * boşa gitmek, boşyere yok olmak.
    * (insan için) boşu boşuna ölmek, hiç uğruna ölmek.
    * değeri anlaşılmadan yitip gitmek.
    gümeç * Bal peteğini oluşturan altıköşeli gözeneklerden her biri.
    gümeç balı * Gümeciyle birlikte bulunan süzülmemiş bal.
    gümele * Bkz. güme.
    gümleme * Gümlemek işi.
    gümlemek * Güm diye ses çıkarmak.
    * Sınıfta kalmak.
    gümletme * Gümletmek işi.
    gümletmek * Hızla vurmak veya çarpmak.
    gümleyip gitmek * beklenmedik bir zamanda ansızın ölmek.
    gümrah * (su, saç, ses gibi bir yerden çıkan şeyler için) Bol, sık, çok, gür.
    gümrahlık * Gümrah olma durumu, bolluk, sıklık, gürlük.
    gümrük * Bir ülkeye giren veya bir ülkeden çıkan mal ve eşya üzerinden alınan vergi.
    * Bir verginin alınması işlemiyle uğraşan devlet kuruluşu.
    * Bir ülkenin girişve çıkışında gümrük denetim ve gözetiminin yapıldığıyer.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 58

    gümrük kanunu * Gümrük işlerini ve işlemlerini yasal bir düzen içinde toplayan kanun.
    gümrük koymak * engel olmak, kısıtlamak.
    gümrükçü * Gümrük görevlisi.
    * Başkalarıyla ilgili eşyayı bir ücret karşılığında gümrükten çıkarma işini üzerine alan komisyoncu.
    gümrükçülük * Gümrük memurluğu.
    * Gümrükten eşya çıkarma komisyonculuğu.
    gümrükleme * Gümrüklemek işi.
    gümrüklemek * (bir malın) Gümrükte girişişlemini yapmak.
    gümrüklendirme * Gümrüklendirmek işi.
    gümrüklendirmek * (bir malın) Gümrük işlemlerini yaptırmak.
    gümrüklenme * Gümrüklenmek işi veya durumu.
    gümrüklenmek * Gümrüklemek işlemi yapılmak.
    gümrüklü * Gümrük vergisi ödenmesi gerekli olan.
    * Gümrük vergisi ödenmişolan.
    gümrüksüz * Gümrük vergisi ödenmesi gerekmeyen.
    * Gümrük vergisi ödenmemiş, kaçak.
    gümrükten mal kaçırır gibi * bir işte gereksiz telâşve ivedilik göstererek; herkesten saklamaya çalışarak.
    gümül * Susam ve ekin demeti veya yığını.
    gümüş * Atom sayısı47, atom ağırlığı107.88, yoğunluğu 10.5 olan, 9600 C ye doğru sıvıdurumuna geçen, parlak
    beyaz renkte, kolay işlenir ve tel durumuna gelebilen element. KısaltmasıAg.
    * Bu elementten yapılmış.
    gümüş balığı * Gümüş balığı gillerden, beyaza yakın gümüşrenginde bir deniz balığı(Atherina presbyter).
    gümüş balığı giller * Kemikli balıklar takımının, örnek hayvanı gümüş balığı olan bir familyası.
    gümüşgrisi * Gümüşrenginde olan.
    gümüşrengi * Gümüşparlaklığında, gümüşü andıran renk, gümüşî.
    * Bu renkte olan.
    gümüş sağolsun, altın gidekosun * eldeki şey, elde edilmesi güç olan daha değerli bir şeyden üstün tutulmalı.
    gümüşservi * Ayın suya yansımasıyla oluşan parıltılı görünüm.
    gümüşyağmurcun * Kuzey yarım kürenin en uç noktalarında yaşayan yağmur kuşu (Squatarola squatarola).
    gümüşçü * Gümüşü işleyen sanatçıveya gümüşten yapılmışeşya satıcısı.
    gümüşçün * Püskül kuyruklulardan, eski kitap sayfalarında, döşeme aralıklarında, şekerli maddeler ve tahta kırıntıları
    yiyerek yaşayan, vücutlarıküçük pullarla örtülü, kanatsız böcek (Lepisma saccharina).
    gümüşgöz * Para canlısı, açgözlü, cimri.
    gümüşî * Gümüşrenginde olan.
    gümüşîleşme * Gümüşrengini alma.
    gümüşîleşmek * Gümüşrengini almak.
    gümüşleme * Gümüşlemek işi.
    gümüşlemek * Gümüşle kaplamak veya süslemek.
    * Gümüşün rengini andıran bir renk vermek.
    gümüşlenme * Gümüşlenmek işi.
    gümüşlenmek * Gümüşle kaplanmak.
    * Gümüşgibi parıldamak.
    gümüşletme * Gümüşletmek işi.
    gümüşletmek * Gümüşle kaplatmak veya süsletmek.
    gümüşlü * Gümüşü olan, gümüşle kaplanmışveya süslenmişolan.
    gümüşsü * Gümüşe benzer.
    gümüşsüz * Gümüşü olmayan.
    gümüşü * Bkz. gümüşî.
    gümüşüleşmek * Bkz. gümüşîleşmek.
    gün * Güneş.
    * Güneş ışığı.
    * Gündüz.
    * Yer yuvarlağının kendi ekseni etrafında bir kez dönmesiyle geçen 24 saatlik süre.
    * İçinde bulunulan zaman.
    * Zaman, sıra.
    * Çağ, devir.
    * İyi yaşanmışzaman.
    * Bayram niteliğinde özel gün.
    * Çoğunlukla ev hanımlarının ayın belirli günlerinde konuk ağırlamak için yaptıklarıtoplantı.
    * Tarih.
    -gün * Bkz. -gın / -gin, -gun / -gün.
    gün ağarmak * tan yeri aydınlanmak.
    gün almak * bir işgörmek için ilgili kişiden bir gün ayırmasını istemek, randevu almak.
    * yaşını, günü gününe bitirmişolmak.
    gün atmak * davayı ileri bir tarihe bırakmak.
    * güneşdoğmak.
    gün balı * Güneşte bal koyuluğuna getirilmişüzüm şırası.
    gün balığı * Lâpinagillerden, kırmızırenkli, siyah benekli bir balık (Julis turcica).
    gün batımı * Güneşin ufukta kaybolması, gurup.
    gün batısı * Batı.
    gün batmak * Bkz. güneş batmak.
    gün bugün * içinde bulunduğun günü iyi değerlendir; bugün ne yapabilirsen kazancın odur.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 59

    gün çiçeği * Ayçiçeği, günebakan, gündöndü.
    gün dikilmesi * tam öğle vakti, zeval.
    gün dikilmesi * Tam öğle vakti, zeval.
    gün doğmadan kimliği söylenmez * bir işiyice belli olmadan sonucu hakkında yargıyürütülemez. Yarın ne gibi durumlar veya olaylar
    çıkacağınıkimse bilmez.
    gün doğmadan neler doğar * beklenmedik bir sırada umut verici durumlarla da karşılaşma imkânıvardır.
    gün doğmak * sabah olmak.
    gün doğmak * isteklerini gerçekleştirmek için iyi bir duruma erişmek veya eline olağanüstü bir fırsat geçmek.
    gün doğusu * Doğu.
    * Doğudan esen rüzgâr.
    gün dönümü * Gündüz ile gecenin eşit olduğu gün.
    gün durumu * Güneşin açılımının en çok olduğu gün.
    gün geçmek * güneşçarpmak.
    gün gibi açık * çok açık, çok belli.
    gün görmek * esenlik, bolluk, mutluluk içinde yaşamak.
    gün görmemek * sıkıntı içinde yaşamak.
    gün görmez * hiç güneş ışığı almaz (yer).
    gün görmüş * iyi yaşamış.
    * birçok hayat tecrübesi bulunan (kimse).
    gün günden * günden güne, her gün biraz daha, giderek.
    gün güne uymaz * bir günün işleri, durumları, şartları başka bir gününkine uymaz.
    gün ışığına çıkmak * açıklığa kavuşmak, aydınlanmak.
    gün kavuşmak * güneş batmak, akşam olmak.
    gün koymak * yapılacak bir işiçin gün tespit etmek, belirlemek.
    gün merkezli * Güneş’in merkezine bağlı olan, Güneş’in merkezinden bakıldığıvar sayılarak ölçülen (bir yıldızın
    koordinatları).
    gün meselesi * her an mümkün, sürekli gerçekleşebilecek durumda.
    gün ola harman ola * bir gün onun da zamanı gelir.
    gün olur yılı besler, yıl olur günü beslemez * ticarette kazanç, günü gününe uymaz.
    gün ortası * Öğle, öğle vakti.
    gün tutulması * Bkz. güneştutulması.
    gün yağmuru * Güneşçıkmışken yağan iri damlalıyağmur.
    gün yapmak * (çoğunlukla ev hanımları) ayın belirli günlerinde konuk ağırlamak.
    gün yayı * Güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk üstünde kalan parçası.
    gün yeli * Doğu rüzgârı.
    günah * Dince suç sayılan işveya davranış.
    * Acımaya yol açacak kötü davranış, yazık.
    * (bazıdeyimlerde) Sorumluluk, vebal.
    * Kabahat, hafif suç.
    günah benden gitti (veya gitsin) * “ben görevimi yaptım, bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem” anlamında kullanılan söz.
    günah çıkarmak * (Hristiyanlarda) Tanrı’nın bağışlaması için papaza gidip işlediği günahlarıanlatmak.
    * kötü davranışlarını, suçlarınıaçıklamak, anlatmak.
    günah işlemek * günah sayılan davranışta bulunmak.
    günah keçisi * Sürekli suçlanan, her gelenin öfkesini ondan çıkardığıkimse.
    günah olmak * yazık olmak.
    günaha girmek * dince suç sayılan bir işyapmak.
    günaha sokmak * günah işlemesine yol açmak.
    günahı(veya vebali) boynuna * ben karışmam, sorumluluk sana (veya ona) düşer.
    günahıkadar sevmemek * hiç sevmemek, nefret etmek.
    günahına girmek (veya günahınıalmak) * birisi için haksız olarak kötü düşünmek, kuşkulanmak; iftira etmek.
    günahını çekmek * birinin yaptığıveya birine karşıyapılan kötülüğün cezasını görmek.
    günahınıvermez * çok cimri.
    günahkâr * Günah işlemiş, günahlı.
    günahkârlık * Günahkâr olma durumu.
    günahlı * Günahı olan.
    günahsız * Günahıveya suçu olmayan.
    günahsızlık * Günahsız olma durumu.
    günâşık * Ayçiçeği.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 60

    günaşırı * Bir gün ara ile, iki günde bir.
    günaydın * Daha çok sabahlarısöylenen esenleme sözü.
    günbegün * Günden güne.
    günberi * Yer’in, Güneş’e en yakın bulunduğu nokta.
    günce * Günlük (I).
    güncek * Şemsiye.
    güncel * Günün konusu olan, şimdiki, bugünkü (haber, olay vb.), aktüel.
    güncelik * Günce yazılan defter, muhtıra.
    güncelleme * Güncellemek durumu.
    güncellemek * Güncel duruma getirmek.
    güncelleşme * Güncelleşmek işi.
    güncelleşmek * Güncel duruma gelmek.
    güncelleştirme * Güncelleştirme işi.
    güncelleştirmek * Güncel duruma getirmek.
    güncelliğini yitirmek * süre aşımına uğrayarak önem ve değerini yitirmek.
    güncellik * Güncel olma durumu, aktüalite.
    gündaş * Bkz. gündeş.
    gündeliğe gitmek * günlük işler yaparak gelir sağlamak.
    gündelik * Her günkü, yevmî.
    * Her gün yayımlanan, her gün çıkan.
    * Gün hesabıyla veya her gün ödenen para, yevmiye.
    gündelikçi * Gündelikle çalışan (kimse).
    gündelikçi kadın * Gündelikle ev işlerinde çalışan hizmetçi kadın.
    gündelikçilik * Gündelikçi olma durumu.
    gündelikli * Gündelikle çalışan (kimse).
    gündem * Meclis, kongre gibi toplantılarda görüşülecek konuların bütünü, ruzname.
    gündem dışı * Toplantıprogramının dışında (kalan).
    gündeme almak * bir kurul toplantısında görüşülecek konuları bir listeyle tespit etmek.
    gündeme getirmek * bir toplantıda bir konuyu tartışmak, görüşmek için önermek.
    * bir konuya güncellik kazandırmak.
    günden güne * Gün geçtikçe, gittikçe.
    gündeş * Aynı günde olan.
    gündöndü * Ayçiçeği.
    gündüz * Günün sabahtan akşama kadar süren aydınlık bölümü, gece karşıtı.
    * Gündüz vaktinde.
    gündüz feneri * Zenci, arap.
    gündüz gözüyle * Gündüzün, gündüz vakti, gün ışığında, her şeyin açık seçik görüldüğü saatlerde.
    gündüz külâhlı, gece silâhlı * gerçekte iyi olmadığıhâlde iyi gibi görünen kimseler için kullanılır.
    gündüz yırtıcıları * Kuşlar sınıfından kartallar takımının, çengel gagalı, sivri ve kıvrık tırnaklı, iyi uçan kuşları içine alan bir alt
    takımı.
    gündüzcü * Gündüz çalışan görevli.
    * Gündüz öğrenim gören öğrenci.
    * Gündüzleri içki kullanan kimse.
    gündüzleri * Gündüz vakti.
    * Her gün.
    gündüzlü * Okula gündüz giden, yatılı olmayan (öğrenci), neharî.
    gündüzlük * Gündüze özgü.
    gündüzsefası * Kahkaha çiçeği.
    gündüzün * Gündüz vaktinde.
    güne doğrulum * Yönelim.
    günebakan * Ayçiçeği.
    güneç * Çok güneşalan yer.
    güneğik * Hindiba.
    güneş * (büyük G ile) Gezegenlere ve yer yuvarlağına ışık ve ısıveren büyük gök cismi.
    * Bu gök cisminin yaydığıışık ve ısı.
    güneş açmak * güneş bulutlardan sıyrılıp görünmek.
    güneşalmak (veya güneşgörmek) * güneş ışınlarıyla aydınlanacak durumda olmak.
    güneş balçıkla sıvanmaz * herkesin bildiği gerçek inkâr edilemez.
    güneş banyosu * Vücudun her yanınıveya bir bölümünü güneş ışınlarına tutma, güneşlenmek.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 54

    güce sarmak * bir işgüç bir duruma gelmek, güçleşmek.
    gücendirici * Gücendiren, gönül kıran, inciten (biçimde).
    gücendirme * Gücendirmek işi.
    gücendirmek * Gücenmesine yol açmak, gönlünü kırmak, incitmek.
    gücenik * Gücenmiş, kırılmış, incinmiş, küskün.
    güceniklik * Gücenik olma durumu.
    gücenilme * Gücenilmek işi veya durumu.
    gücenilmek * Gücenmek işine konu olmak, herhangi bir kimseye gücenmek.
    güceniş * Gücenmek işi veya biçimi.
    gücenme * Gücenmek işi.
    gücenmek * Birinin beklenilmeyen bir davranışıveya sözü karşısında kırgınlık duymak, üzülmek.
    gücü * Bez tezgâhında ipliği ayarlayan tezgâh tarağı.
    gücü gücüne * Zorla, zorlayarak, güçlükle.
    gücü gücüne yetmek (veya yetmemek) * zorlukla.
    * eldeki imkânlarla, ancak altından kalkabilmek, üstesinden gelebilmek.
    gücü ipliği * Dokumada kullanılan sağlam, kalın iplik.
    gücük * Kısa, bodur, gelişmemiş, güdük.
    * Kuyruksuz, kuyruğu kesik (hayvan).
    * Ağaç direklerin hazırlanmasısırasında arta kalan kısa parça.
    gücük ay * Şubat ayı.
    gücümseme * Gücümsemek işi veya durumu.
    gücümsemek * Bir şeyin yapılmasını güç görmek, bir işi isteksiz yapmak.
    gücün * Dara dar.
    * Güçlükle, ancak, zorla.
    gücüne gitmek * gönlü kırılmak, onuruna dokunmak.
    gücüne koşmak * bir sorunun kolay çözümü varken onu güçleştirmek.
    güç * Ağır ve yorucu emekle yapılan, müşkül.
    * Yapılmasızor, çetin.
    * Zorlukla.
    güç * Fizik, düşünce ve ahlâk yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet.
    * Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvet, takat.
    * Sınırsız, mutlak nitelik.
    * Büyük etkinliği ve önemi olan nitelik.
    * Birim zamanda yapılan iş.
    * Bir cihazın, bir mekanizmanın işyapabilme niteliği.
    * Siyasî, ekonomik, askerî vb. bakımlardan etki ve önemi büyük olan devlet.
    * Bir ulusun, bir ordunun vb.nin ekonomik, endüstriyel ve askerî potansiyeli.
    * Yeterliğini ve güvenilirliğini kanıtlamışkimse.
    * Bir akarsuyun aşındırma ve taşıma yeteneği.
    * Bir toprağın verimlilik yeteneği.
    -güç * Bkz. -gıç/, -giç, -guç/ -güç.
    güç beğenir * her şeyden hoşlanmayan, zorlukla karar veren, müşkülpesent.
    güç belâ * Zorlukla, güçlük çekerek.
    güç birliği * Mevcut maddî ve manevî imkânları bir araya toplamak, güçleri birleştirme.
    güç gelmek * bir şeyin yapılmasında zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmak.
    güç kaynağı * Enerji kaynağı.
    güç mevkide kalmak * içinden çıkılmasızor bir durumda bulunmak.
    güçlendirici * Güç veren, güç katan.
    güçlendirilme * Güçlendirilemek işi.
    güçlendirilmek * Güçlü duruma getirilmek, güç kazanmasısağlanılmak.
    güçlendirme * Güçlendirmek işi.
    güçlendirmek * Güçlü duruma getirmek, güç kazanmasını sağlamak.
    güçleniş * Güçlenmek işi veya biçimi.
    güçlenme * Güçlenmek işi.
    güçlenmek * Güçlü duruma gelmek.
    güçleşme * Güçleşmek işi.
    güçleşmek * Güç duruma gelmek, zorlaşmak.
    güçleştirme * Güçleştirmek işi.
    güçleştirmek * Güç duruma getirmek.
    güçlü * Gücü olan.
    * Etkisi, önemi büyük olan, forslu.
    * Nitelikleri ile etki yaratan, etkili.
    * Şiddeti çok olan.
    güçlü kuvvetli * Sağlığı, gücü, kuvveti yerinde olan.
    * Maddî ve manevî bakımlardan gücü, arkası, torpili olan.
    güçlüğü ( veya güçlükleri) yenmek * bir güçlüğü, zorluğu ortadan kaldırmak.
    güçlük * Güç olan bir şeyin niteliği, zorluk.
    * Ağır ve yorucu emek, zahmet, meşakkat.
    * Engel.
    güçlük çekmek * bir işi çok zor yapmak, zor bir durumla karşılaşmak.
    güçlük çıkarmak * bir şeyin gerçekleşmesini engelleyici sebepler ileri sürmek.
    güçlükle * Güç, kolay olmayan bir biçimde.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 55

    güçlülük * Güçlü olma durumu.
    güçsünme * Güçsünmek işi veya durumu.
    güçsünmek * Bir şeyi güç saymak.
    güçsüz * Gücü olmayan, âciz.
    güçsüz düşmek * gücü yetmemek.
    güçsüzce * Güçsüz bir biçimde (olan).
    güçsüzlük * Güçsüz olma durumu, güçsüze yakışacak davranış, kuvvetsizlik, aciz, iktidarsızlık.
    güdek * Amaçlanan sonuç, güdülen şey.
    güdeksiz * Bir amaca dayanmayan, garazsız.
    güdeleme * Güdelemek işi.
    güdelemek * Ardına düşmek, kovalamak, sürmek.
    güderi * Genellikle geyik veya keçi derisinden yapılmışyumuşak ve mat meşin.
    * Bu meşinden yapılmış.
    güderici * Güderi yapan veya satan kimse.
    güdericilik * Güderi deri sanayii ve ticareti.
    güderihane * Güderinin yapıldığıyer.
    güderileme * Güderilemek işi.
    güderilemek * Güderi işlemlerini yapmak.
    güdü * Bilinçli veya bilinçsiz olarak davranışıdoğuran, sürekliliğini sağlayan ve ona yön veren herhangi bir güç,
    saik.
    * Kaynağıduygulanma değil, akıl olan sebep, saik.
    * Bir etkinlik veya işin gizli sebebi.
    * Bireyleri bilinçli ve amaçlı işlerde bulunmaya yönelten dürtü veya dürtüler bileşkesi, saik.
    güdücü * Gütmek işini yapan kimse.
    * Çoban, sığırtmaç.
    güdük * Eksik yanı olan, tamamlanmamış, kısa.
    * Kuyruğu kesik veya kopmuş.
    * Yetersiz, sonuç vermemiş.
    güdük kalmak * büyüyememek, küçük, bodur kalmak.
    * bitmemiş, sonuç vermemişdurumda olmak.
    güdükleşme * Güdükleşmek işi.
    güdükleşmek * Güdük duruma gelmek.
    güdüklük * Güdük olma durumu.
    güdülenme * Bireyin, işinin yönünü, gücünü ve öncelik sırasını belirleyen iç veya dışdürtücünün etkisi ile işe geçmesi,
    motivasyon.
    * Canlıda işe veya öğrenmeye geçme isteği.
    güdülme * Güdülmek işi.
    güdülmek * Gütmek işi yapılmak.
    * (bir kimse veya topluluk) Birinin düşünce ve amacıdoğrultusunda yönetilmek.
    güdüm * Yönetmek işi, idare.
    * Bilişimde, bir olaylar dizisini, bir süreci veya bir aracıyöneltme ve düzenlemeyle ilgili işlevlerin bütünü.
    güdüm bilimi * Canlılarda ve makinelerde kontrol, iletişim ve işleyişi inceleyen bilim, kibernetik, sibernetik.
    güdümcü * Güdümcülükten yana olan kimse.
    güdümcülük * Bir ülkenin ekonomi, tarım gibi işlerinde tutulan güdümlü yol.
    güdümleme * Bir görüş, kanıveya inancı benimsetme çabası.
    güdümlemek * Belli bir amaca veya inanca yönlendirmek.
    güdümlü * Güdülebilen, yönetilebilir.
    * Belirli bir plân veya yönde yürütülen bir amacı, bir eğilimi yansıtan.
    güdümlü sanat * Belli bir siyasî ve toplumsal ideoloji doğrultusunda oluşturulan sanat.
    güdümlülük * Güdümlü olma durumu.
    güfte * Müzik eserlerinin yazılımetni, söz.
    güfteci * Güfte yazan kimse, söz yazarı.
    güğüm * Yandan kulplu, boynu uzun, genellikle bakırdan su kabı.
    güherçile * Tarımda gübre, hekimlikte ilâç olarak kullanılan, barut gibi patlayıcımaddeler yapımına yarayan, beyaz
    renkte ve ince billûrlar durumunda birleşik bir madde, potasyum nitrat (KNO3).
    gül * Gülgillerin örnek bitkisi (Rosa).
    * Bu bitkinin katmerli, genellikle kokulu olan çiçeği.
    gül gibi * çok iyi, çok güzel.
    gül gibi bakmak * geçimini para sıkıntısı olmadan sağlamak.
    * iyi, temiz bakmak.
    gül gibi geçinmek (veya yaşamak) * çok iyi anlaşmak, geçinmek.
    * pek genişolmayan bir imkânla rahat, sıkıntısız yaşamak.
    gül rengi * Gül renginde olan.
    gül suyu * Gül yağıelde edilmesi sırasında yan ürün olarak elde edilen kokulu ve renksiz sıvı.
    gül üstüne gül koklamamak * bir sevgili üstüne bir ikincisini sevmemek.
    gül yağcı * Gül yağıçıkaran veya satan kimse.
    gül yağcılık * Gül yağıçıkarma veya satma işi.
    gül yağı * Güllerin imbikten çekilmesiyle elde edilen gül suyunun üstünde toplanan kokulu yağ.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 56

    gülabdan * Gül suyu serpmek için kullanılan, ağzıemzikli, armut biçiminde küçük kap.
    gülbahar * Kırmızı boya elde etmede kullanılan iyi bir cins toprak.
    * Bir tavla oyunu.
    gülbank * Hep bir ağızdan ve makamla yapılan dua veya ant.
    gülbeşeker * Gül çiçeği ve şeker ile yapılan macun kıvamında bir çeşit reçel.
    gülböceği * Altın böcek.
    gülcü * Gül üreten kimse.
    gülcülük * Gül üretme işi.
    güldeste * Antoloji.
    güldü gülecek * Gülmek üzere olan, gülmeye hazır durumda, gülümser.
    güldür güldür * Çok gürültü ederek, yüksek ses çıkararak, hızla.
    güldürme * Güldürmek işi.
    güldürmek * Gülmesine sebep olmak.
    güldürü * Güldürme özelliği olan.
    * İnsanların, olayların, durumların gülünç yönlerini belirten sahne eseri, komedi, fars.
    güldürücü * Gülmeyi sağlayan, gülmeye yol açan, komik.
    güle güle * Gülerek.
    * Mutlu, güzel günlerde uğurlama için kullanılan seslenme sözü.
    * “Üzüntüsüz bir hayat sürerek, gönül ferahlığı ile (giy, otur, kullan, büyüt…)” anlamında bir iyi dilek sözü.
    güle oynaya * sevinerek, neşe ile.
    gülecen * Sevimli ve cana yakın tavırları olan (kimse).
    güleç * Her zaman gülümseyen, mütebessim.
    güleçlik * Güleç olma durumu.
    güleğen * Güler yüzlü, çok gülen (kimse).
    güler misin, ağlar mısın! * hem gülünecek hem üzülünecek nitelikteki şaşırtıcı olaylar karşısında söylenir.
    güler yüz * İçten ve yapmacıksız, yumuşak, okşayıcıdavranış.
    güler yüzlü * Yakınlık gösteren, içten davranan.
    güler yüzlülük * Güler yüzlü olma durumu.
    gülerim! (veya güleyim bari!) * yersiz görülen bir düşünceye karşıhafifseme olarak söylenir.
    gülerken ısırır * görünürdeki iyiliğine güvenilmemesi gereken (kimse).
    gülgiller * Çilek, armut, elma, badem gibi türleri içine alan, ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, örneği gül olan bir bitki
    familyası.
    gülhatmi * Ebe gümecigillerden, yaprakları genişve yuvarlak, çiçekleri büyük ve türlü renklerde olan, çok yıllık otsu
    bir bitki (Althaea rosea).
    gülistan * Gül bahçesi.
    * Huzurlu, rahat ve zenginlik dolu (yer).
    gülkurusu * Kurutulmuşpembe gül rengi.
    * Bu renkte olan.
    güllâbi * Akıl hastahanelerindeki hademelere verilen ad.
    güllâbici * Bkz. güllâbi.
    güllâbicilik * Güllâbicinin yaptığı iş.
    güllâbicilik etmek * birinin taşkın ve şımarık davranışlarına katlanarak yüzüne gülmek.
    güllâç * Nişastadan yapılan, çok ince kuru yufka; bu yufkadan hazırlanan tatlı.
    * Tadıhoşolmayan toz durumundaki bazı ilâçların kolayca yutulabilmesi için bunların içine konuldukları,
    nişastadan küçük kap.
    gülle * Eskiden som taşveya demirden, yuvarlak bir biçimde yapılırken, günümüzde çelikten silindir biçiminde,
    bir ucu sivri olarak yapılan top mermisi.
    * Atletizm yarışmalarında atılan pirinç veya pirinçten daha sert bir maddeden yapılan, erkekler için 7.257 kg,
    kadınlar için 4 kg olan madenî küre.
    gülle atma * Tek elle taşınan gülleyi ileriye doğru fırlatma.
    * Gülleyi en uzağa atmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.
    gülle gibi * çok ağır.
    * hâlsiz, yorgun argın.
    gülleci * Top güllesi yapan kimse.
    * Gülle atma sporu yapan kimse.
    güllü * Gülü olan.
    güllük * Gül bahçesi veya gülü çok olan yer.
    güllük gülistanlık * Bolluk ve rahatlık içinde olan (yer).
    gülme * Gülmek işi.
    * Kahkaha.
    gülme komşuna, gelir başına * birinin başına gelen kötü bir durum senin de başına gelebilir.
    gülmece * Eğlendirmek, güldürmek ve birine, bir davranışa incitmeden takılmak amacını güden ince alay, mizah,
    humor.
    * Gerçeğin güldürücü yanlarını ortaya koyan edebiyat türü, mizah.
    gülmeceli * İçinde gülmece nitelikleri bulunan (yazı, karikatür vb.), mizahî.
    gülmek * (insan) Hoşuna veya tuhafına giden olaylar, durumlar karşısında, genellikle sesli bir biçimde duygusunu
    açığa vurmak.
    * Mutlu, sevinçli zaman geçirmek, eğlenmek, hoşça vakit geçirmek.
    * Biriyle alay etmek.
    * Dikkati çekecek derecede hoşve sıcak görünmek.
    gülmekten kırılmak (katılmak) * aşırıderecede sarsılarak gülmek.
    gülü seven dikenine katlanır * insan sevdiği kimse veya sevdiği işyüzünden gelecek sıkıntılara katlanır.
    gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz * birinin uygunsuz durumlarısayılırken bunların öteden beri bilindiğini anlatmak için söylenir.