Kategori: G

  • Türkçe Sözlük G Sayfa 4

    gamet * Erkek veya dişi üreme hücresi.
    gametli * Gameti olan, gamet oluşturan.
    gamlanma * Gamlanmak işi.
    gamlanmak * Tasalanmak, üzüntü duymak, kaygılanmak.
    gamlı * Kaygılı, tasalı.
    * Sıkıntıveya üzüntü veren.
    gamlılık * Gamlı olma durumu.
    gamma * Bkz. gama.
    gammaz * Söz getirip götüren, arkadan çekiştiren, ara bozucu, fitneci, kovcu.
    gammazlama * Gammazlamak işi, kovlama.
    gammazlamak * Birinin yaptığı işi, söylediği sözü yermek, kötülemek, birisini yerip çekiştirmek, kovlamak.
    gammazlanma * Gammazlanmak işi.
    gammazlanmak * Gammazlamak işi yapılmak, kovlanmak.
    gammazlık * Gammazın işi, fitnecilik, kovculuk.
    gamsele * Geçirmez kauçuklu yağmurluk.
    gamsız * Üzüntüsü olmayan.
    * Olaylarıkendine dert etmeden geçiştiren, aldırışetmeyen, tasasız.
    gamsızlık * Gamsız olma durumu, tasasızlık.
    gamze * Bazı insanların çenelerinde, yanaklarında doğal olarak bulunan veya güldükleri zaman görülen küçük
    çukur.
    * Yan bakış, göz süzme, sitemli bakma.
    -gan / -gen; -kan / -ken * Fiillerden sıfat türeten ek: sıkıl-gan, üşen-gen, çalış-kan, dövüş-ken vb.
    Ganalı * BatıAfrika’daki Gana’da yaşayan veya Gana halkından olan kimse.
    gang * Bir maden cevherini, bir değerli taşısaran değersiz madde.
    * Maden cevher damarının işletilemeyen değersiz bölümü.
    gangama teknesi * Dibi tarayarak sünger avcılığında kullanılan tekne türü.
    gangliyon * Sinirlerde ve lenf damarlarında yer yer ortaya çıkan yuvarlak şişlik.
    * Merkezî sinir sistemi dışında bulunan hücre gövdelerinin oluşturduğu kitle.
    gangster * Yasa dışı işler yapan çete üyesi.
    * Herhangi bir çıkar için her türlü kötülüğü yapan kimse.
    gangsterlik * Gangster olma durumu.
    gani * Zengin, varlıklı.
    * Bol.
    gani gani * Bol bol.
    gani gönüllü * Cömert, eli açık.
    ganimet * Savaşta düşmandan zorla ele geçirilen mal.
    * Bir rastlantısonucu ele geçen kazanç veya imkân.
    * Yağma sonrasında elde kalan mal, çalıntı.
    ganyan * At yarışlarında birinciliği kazanan (at).
    * Bu at için alınan bilet.
    ganyan oynamak * bir at yarışında resmî programda yer alan atın numarasınıtaşıyan bileti alarak onun birinci gelmesi tahmini
    üzerine para yatırmak.
    gar * Yolcu ve eşya ulaşımını sağlamak için demir yolu ile ilgili birçok kuruluşun bulunduğu yer.
    garabet * Yadırganacak yönü olma, gariplik, tuhaflık.
    garaip * Görülmemiş, şaşılacak şeyler, işitilmemişolaylar.
    garaj * Otomobil, vagon gibi taşıtların konulduğu üstü örtülü yer.
    * Otomobillerin bakım ve onarımının yapıldığıyer.
    * Şehirler arasıyolcu otobüslerine hareket ve varışnoktası olarak belediyelerce ayrılan yer, otogar.
    garajcı * Otomobil, otobüs gibi taşıtları belli bir süre barındıracak kapalıyer sağlayan, gereğinde bakım ve
    onarımlarınıyaptıran işletmeci.
    garamî * Düşünceden çok, canlıduygulara ve aşka dayanan (sanat eseri).
    garanti * Güvence, inanca, teminat.
    * Kesinlikle, kesin olarak, ne olursa olsun.
    garanti etmek * o şeyle ilgili olarak güvence vermek.
    * bir işin gerçekleşmesi için gerekli önlemleri almak.
    garanti vermek * güvence altına almak.
    garantileme * Garantilemek işi.
    garantilemek * Bir işin gerçekleşmesi için gereken önlemleri almak, sağlama bağlamak.
    garantili * Garantisi olan, güvenceli.
    garantisiz * Garantisi olmayan, güvencesiz.
    garantör * Güvence veren ve bunun gerçekleşmesini gözeten ve denetleyen kimse, kuruluşveya devlet.
    garaz * Hedef, amaç, maksat.
    * Birine karşı güdülen kötülük etme isteği, kin, düşmanlık.
    garaz (veya garez) bağlamak * birine karşıdüşmanlık beslemek.
    garazı(veya garezi) olmak * birine karşıkötülük, kin beslemek.
    garazkâr * Garaz bağlayan.
    garazkârlık * Garaz bağlama durumu.
    garazlı * Düşmanlık besleyen, kin güden, garazı olan.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 5

    garazsız * Düşmanlık beslemeyen, garazı olmayan.
    garazsız ivazsız * Hiçbir gizli maksat gütmeden.
    garbî * Batıyönünde olan, batı ile ilgili, batıya özgü olan; batı.
    garç gurç * Birbirine sürtünen nesnelerin çıkardığıses.
    garç gurç etmek * garç gurç diye ses çıkarmak.
    gard * Eskrim, boks gibi oyunlarda korunma için alınan durum.
    gardenparti * Bir bahçede veya parkta yapılan davet.
    gardenya * Kök boyası gillerden, sıcak bölgelerde yetişen bir ağaç veya ağaççık cinsi (Gardenia).
    * Bu ağaççığın güzel kokulu çiçeği.
    gardıfren * Trenlerde vagon frenlerini işleten kimse.
    gardırop * Giysi dolabıveya yeri.
    * Bir kişinin sahip olduğu bütün giysileri, giysi takımları.
    gardıropçu * Giydirici.
    gardiyan * Ceza evlerinde düzeni, tutukluların yasalara uygun biçimde davranmalarını sağlamakla görevli kimse.
    gardiyanlık * Gardiyan olma durumu veya gardiyanın görevi.
    garez * Bkz. garaz.
    gargar * Süzgeçli testi.
    gargara * Yutmadan, su veya başka bir sıvı ile ağzıveya boğazıçalkalama işi.
    * Bu maksatla kullanılan ilâçlısıvı.
    gargara yapmak * bir sıvı ile ağzıveya boğazıçalkalamak.
    gargaraya getirmek * gürültüye, karışıklığa boğarak bir sözün veya bir işin etkisini azaltmak, dağıtmak, dikkatten kaçırmak.
    gariban * Kimsesiz, zavallı, garip.
    garibanlık * Gariban olma durumu.
    garibe * Şaşılacak şey, yadırganacak şey.
    garibine gitmek * yadırgamak, şaşırmak.
    garip * Kimsesiz, zavallı.
    * Yabancı, gurbette yaşayan, elgin.
    * Yadırganan, anlaşılmamış, gizli yönleri olan, yabansı, tuhaf.
    * Dokunaklı, hüzün veren.
    * Şaşılacak bir şey karşısında söylenir.
    garip bulmak * yadırgayarak karşılamak, tuhaf ve anlaşılmaz olarak nitelemek.
    garip garip * Zavallı, şaşkın bir biçimde.
    garip kuşun yuvasınıAllah yapar * garip ve kimsesiz kişiye Tanrıyardım eder.
    garipleşme * Garipleşmek işi.
    garipleşmek * Garip bir duruma gelmek.
    gariplik * Garip olma durumu, garabet.
    gariplik basmak * yalnızlık çökmek.
    garipseme * Garipsemek işi.
    garipsemek * Kendini gurbette veya kimsesiz gibi düşünerek içlenmek.
    * Bir şeyi garip, tuhaf ve uygunsuz bulmak, alışamamak, yadırgamak.
    gark * (suya) Batma, batırma; boğulma.
    gark etmek * batırmak, boğmak.
    * birine bir şeyi bol bol vermek.
    gark olmak * gömülmek, batmak.
    * bir şeyden bol miktarda olmak.
    garni * Herhangi bir yiyecek bölümü bulunmayan otel.
    garnitür * Herhangi bir şeyi ona uygun nitelikte tamamlayan nesne.
    * Giyecekleri süslemek için eklenen şey, süs.
    * Et veya balık gibi asıl yemeğin yanına süslemek veya tamamlamak için eklenen sebze, patates gibi
    yiyecekler.
    garnitürlü * Garnitürü olan.
    garnizon * Bir şehri savunan veya yalnız orada bulunan askerî birlikler.
    * Askerî birliklerin bulunduğu yer.
    garoz * Palamut ve toriğin iç organları.
    garp * Batı.
    garpçı * Batıkültür ve medeniyetinden yana olan.
    garpçılık * Batıyanlısı olma durumu.
    garpkârî * Batıörneklerine benzer, Batıyapısı.
    garplı * Batılı.
    garplılaşma * Batılılaşma.
    garplılaşmak * Batılılaşmak.
    garplılaştırma * Batılılaştırma.
    garplılaştırmak * Batılılaştırmak.
    garplılık * Batılı olma durumu, batılılık.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 6

    garson * Lokanta, otel, pastahane, kahvehane gibi yerlerde müşterilere hizmet eden kimse.
    garsoniyer * Bazıerkeklerin, kendi konutlarından ayrı olarak evlilik dışı ilişkiler için tuttuklarıözel konut.
    garsonluk * Garson olma durumu.
    * Garsonun görevi.
    gaseyan * İç bulantısı.
    * Kusma.
    gaseyan etmek * kusmak.
    gasıp * Zorla alan.
    gasil * Ölü yıkama.
    gasletme * Gasletmek işi.
    gasletmek * (ölüyü) Yıkamak.
    gasp * Bir malısahibinin izni ve haberi olmadan zorla ve hile ile alma.
    gaspetme * Gaspetmek işi veya biçimi.
    gaspetmek * Zorla, izinsiz almak.
    gassal * Ölü yıkayıcısı.
    gastrit * Mide iltihabı.
    gastroenterolog * Sindirim sistemi hastalıklarıhekimi, sindirim bilimci.
    gastroentoroloji * Tı bbın sindirim sistemi hastalıklarını inceleyen dalı, sindirim bilimi.
    * Hastahanelerde sindirim organlarıhastalıklarının incelendiği, tedavi edildiği bölüm.
    gastronom * Damak zevki olan, ağzının tadını bilen, iyi yemekten anlayan kimse.
    gastronomi * İyi yemek merakı.
    * Sağlığa uygun, iyi düzenlenmiş, hoşve lezzetli mutfak; yemek düzeni ve sistemi.
    gastroskop * Yutma borusu, mide ve on iki parmak bağırsağının gözle görülmesini sağlayan, hastaya ağız yolu ile
    uygulanan fiberoptik alet.
    gastroskopi * Gastroskopla yapılan muayene.
    gastrulâ * Yumurta hücresi oğulcuk durumuna gelirken blâstulanın bir noktasından çukurlaşarak iç içe geçmişiki
    hücre katmanı biçimine girme evresi.
    gaşiy * Kendinden geçme, esrime.
    gaşyolma * Gaşyolmak işi veya durumu.
    gaşyolmak * Kendinden geçmek, esrimek.
    gato * Pasta, çörek.
    gauss * Manyetik alanın şiddet birimi. Kısaltması g.
    gavot * Bir tür eski Fransız halk dansı.
    gâvur * Müslüman olmayan kimse, Hristiyan.
    * Dinsiz kimse.
    * Merhametsiz, acımasız, inatçı.
    gâvur etmek * boşuna harcamak, yerinde harcamamışolmak, işe yaramaz duruma getirmek.
    gâvur eziyeti * Bile bile verilen zahmet, eziyetli iş.
    gâvur icadı * Batıyapısıteknik eşyaya eskiden tutucu çevrelerin verdiği ad.
    gâvur inadı * Yumuşatılamayan, yok edilemeyen inat.
    gâvur inadıtutmak * iyiden iyiye inatlaşmaya başlamak.
    gâvur olmak * Hristiyan olmak.
    * boşuna harcanmak.
    gâvur orucu gibi uzamak * bir işgereğinden çok sürmek.
    gâvur ölüsü gibi * çok ağır ve hantal.
    gâvura kızıp oruç yemek (veya bozmak) * başkasına kızıp kendine zararlı olan bir işyapmak.
    gâvurca * Batılıların konuştuğu yabancıdillerden herhangi biri.
    * Acımasız, insafsızca.
    gâvurcasına * Hiç acımaksızın, insafsızcasına.
    gâvurlaşma * Gâvurlaşmak işi.
    gâvurlaşmak * Gâvur olmak.
    * Acımasız davranmaya başlamak.
    gâvurluk * Gâvur olma durumu, dinsizlik.
    * Acımasızlık, insafsızlık, gaddarlık.
    gâvurluk etmek * acımasız, insafsız davranışta bulunmak, gaddarlık etmek.
    gayakol * Peygamber ağacıreçinesinden çıkarılan ve hekimlikte kullanılan bir sıvı.
    gaybubet * Bulunmayış, yokluk.
    gaybubet etmek * ortada görülmez olmak.
    gaybubetinde * bulunmadığısırada, yokluğunda.
    gayda * Üfleme düdüğü olan tulumlu bir çalgı.
    gaydacı * Gayda çalan veya yapıp satan kimse.
    gaye * Amaç, hedef.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 1

    g, G * Türk alfabesinin sekizinci harfi. Ge adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ince ünlülerle ön damak,
    kalın ünlülerle art damak patlayıcıünsüzlerinin ötümlülerini gösterir.
    * Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde sol sesini bildirir.
    Ga * Galyum’un kısaltması.
    -ga / -ge * Fiilden isim türeten ek.
    gabardıç * Yaşlıardıç ağacı.
    gabardin * Sık dokunmuş bir tür ince yünlü veya pamuklu kumaş.
    * Su geçirmeyen kumaştan yapılmışreglân pardösü.
    gabari * Bazıeşyaya verilmesi gereken boyutları, yan görüşü çizmeye, hazırlamaya veya denetlemeye yarayan örnek.
    * Motorlu veya motorsuz taşıtların köprü vb. altından rahatça geçebilmeleri için en yüksek boyutları belirten
    ölçüler.
    * Bir binanın yöre imar dairesinin öngördüğü azamî yüksekliği.
    gabavet * Anlayışsızlık, kalın kafalılık.
    gabi * Anlayışsız, ahmak, ebleh, kalın kafalı.
    gabilik * Anlayışsızlık, ahmaklık, kalın kafalılık.
    gabin * Alışverişte satın alınan mala ödenen karşılığın, malın değerinden çok fazla olması, alışverişte hile yapma.
    * Edimler arasında açık oransızlık.
    Gabonlu * Afrika’daki Gabon halkından olan kimse.
    gabro * Renkli minerallerden (amfibol, piroksen ve olivin) oluşan bir tür iri taneli kaya.
    gabya * Ana direklerin üzerine sürülen çubuklara ve ana direklerin üstlerinde bulunan serenlere verilen ad.
    gabya yelkeni * Ana yelkenler üzerindeki yelkenler.
    gabyacı * Yelkenli gemilerde yelken, arma, seren ve bütün bunlara ait her tür işi yapan görevli, gabyar.
    gabyar * Bkz. gabyacı.
    gacı * Bkz. gaco.
    gacır gacır * Gacır gucur.
    gacır gucur * Sert cisimlerin çarpıştıklarında, birbirine sürtündüklerinde çıkan çirkin ve kulak tırmalayıcısesi belirtmek
    için kullanılır.
    gacır gucur etmek * gacır gucur ses çıkarmak.
    gacırdama * Gacırdamak işi.
    gacırdamak * Tedirginlik veren, kulak tırmalayıcıve düzensiz ses çıkarmak.
    gacırdatma * Gacırdatmak işi.
    gacırdatmak * Gacırdamasına sebep olmak.
    gacırtı * Gacırdarken çıkan ses.
    gaco * Kadın, dost, sevgili, metres.
    * Torik yavrusu.
    -gaç / -geç; -kaç / -keç * Fiillerden isim türeten ek: bur-gaç, süz-geç, kıs-kaç, yüz-geç vb.
    gaddar * Acıması olmayan, başkalarına haksızlık eden, merhametsiz, katıyürekli, insafsız davranan, kıyıcı.
    gaddar gaddar * Acımasız bir biçimde, gaddarca.
    gaddar olmak * acımasız, haksız, insafsız davranmak.
    gaddarca * Gaddara yakışır (biçimde), insafsızca.
    gaddarlık * Gaddar olma durumu, kıyıcılık.
    gaddarlık etmek * gaddarca, insafsızca davranmak, kıyıcılık etmek.
    gadir * Haksızlık etme, zarar verme.
    * Acımasızlık, merhametsizlik, kıygı.
    gadirlik * Kıygı, gadir.
    gadolinyum * Atom numarası64, atom ağırlığı156,9 olan, yüksek ısıda eriyen, birtakım tuzları bilinen, parlak gri renkte
    katıelement. Kısaltması gd.
    gadre uğramak * haksız davranışlarla karşıkarşıya gelmek.
    gadretme * Gadretmek işi.
    gadretmek * Haksızlık etmek.
    gadrolma * Gadrolmak işi veya durumu.
    gadrolmak * Haksızlığa uğramak.
    gadrolunma * Gadrolunmak işi veya durumu.
    gadrolunmak * Haksızlığa uğratılmak.
    gaf * Yersiz, beceriksiz, zamansız söz veya davranış, patavatsızlık pot.
    gaf yapmak * bilmeden, yersiz bir davranışta bulunmak veya başkasını incitecek söz söylemek, pot kırmak, çam
    devirmek.
    gaffar * Kullarının günahlarınıaffeden, bağışlayan, bağışlayıcıanlamında Allah’ın isimlerinden biri.
    gafil * Çevresindeki gerçekleri görmeyen, sezmeyen, bilgisiz, dalgın (kimse).
    gafil avlamak * umulmadık, beklenmedik bir zamanda yakalamak, zor duruma düşürmek.
    gafil avlanmak * beklenmedik bir sırada yakalanmak, habersiz ve hazırlıksız bir anda bir olayla karşılaşmak, zor duruma
    düşürülmek.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 2

    gafilâne * Dikkatsizlikle, gafletle yapılan, gaflet içinde bulunan kimseye yakışan biçimde.
    gafillik * Gafil olma durumu, gaflet.
    gafillik etmek * çevresindeki gerçekleri görmemek, sezmemek.
    gaflet * Dalgınlık, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, dalgı, ihtiyatsızlık.
    gaflet basmak * dalgın, dikkatsiz bir durumda bulunmak.
    * uykusu gelmek.
    gaflet uykusu * Dalgınlıktan ileri gelen uyuşukluk.
    gafur * Çok bağışlayıcıve merhamet eden, sayan anlamında Allah’ın sıfatlarından biri.
    gag * Oyuna komiklik ve neşe katan beklenmedik söz veya hareket, gülüt.
    gaga * Genel olarak kuşlarda ağzın bir uzantısıdurumunda olan, biçim ve büyüklüğü değişik, boynuz yapısında,
    katıve çıkıntılı organ.
    * Ağız.
    gaga burun * Burnu uzun ve aşağıya doğru kıvrık olan (kimse).
    gagaburun * Baş bodoslaması gagayıandırır biçimde yapılmışticaret yelkenlisi.
    gagalama * Gagalamak işi.
    gagalamak * (kuş) Gagasıyla yemi toplamak.
    * (kuş) Gaga ile vurup ısırmak.
    * Azarlamak, hırpalamak.
    gagalanma * Gagalanmak işi.
    gagalanmak * Gagalamak işi yapılmak.
    * Azarlanmak, hırpalanmak.
    gagalaşma * Gagalaşmak işi.
    gagalaşmak * (kuşlar için) Birbirini gagalamak.
    * Birbirini gagalayarak oynaşmak.
    gagalı * Gagası olan.
    * Gaga burun.
    gagalımemeli * Tek deliklilerin gagalımemeliler familyasından, vücudu yumuşak tüylerle kaplı, eti yenen, Avustralya ve
    Tasmanya ırmaklarında yaşayan bir memeli türü, ornitorenk (Ornithorhynchus anatinus).
    gagalımemeliler * Örnek türü gagalımemeli olan, tek delikliler takımının bir familyası.
    gagamsı * Gagayıandıran, gagaya benzeyen.
    gagasından yakalamak * bir kimseyi karşıkoyamayacak duruma getirmek.
    Gagavuz * Büyük çoğunluğu Moldovo’da, az bir kısmıDeliorman, Dobruca, Beserabya ve Ukrayna’da oturan
    Ortodoks Türk halkıveya halktan olan kimse.
    Gagavuzca * Gagavuz Türkçesi.
    gâh * Bkz. kâh.
    gâhî * Bazen, ara sıra.
    gâhîce * Zaman zaman.
    gaile * Sıkıntı, dert, keder, üzüntü.
    * Uğraştırıcı, pürüzlü iş, yük.
    * İstenmeyen durum, baş belâsı.
    gaile açmak * sıkıntıyaratmak, üzüntü vermek.
    gaileli * Başa dert olan, üzüntü veren, gaile çıkaran.
    * Sıkıntısı olan, dertli.
    gailesiz * Gaile çıkarmayan.
    * Gailesi olmayan, dertsiz, huzurlu, dinç.
    gailesizlik * Gailesiz olma durumu, dertsizlik.
    gaip * Göz önünde olmayan, hazır bulunmayan, nerede olduğu bilinmeyen.
    * Üçüncü kişi.
    * Görünmez âlem.
    gaiplik * Gaip olma durumu.
    * Bir kimsenin ölüm tehlikesi içinde kaybolmasıveya kendisinden uzun süre haber alınmamasısonucu yargıç
    kararı ile kişiliğine son verilmesi.
    gaipten haber vermek * (kendisinde manevî güç olduğuna inanılan kimse) gelecekte neler olacağından veya bilinmeyen âlemden
    haber vermek.
    gaita * İnsan dışkısı.
    gak * Karganın çıkardığıses.
    gaklama * Gaklamak işi.
    gaklamak * (karga) Gak diye ses çıkarmak.
    gala * Resmî bir törenden sonra verilen büyük ve gösterişli şölen.
    * Genellikle resmî giysilerle gidilen, bir temsilin ilk oynanışıveya bir filmin ilk gösterilişi.
    galaksi * Gök adası.
    galalit * Arıkazeinden oluşan ve birçok işte kullanılan plâstik bir madde.
    galat * Yanlış(kelime veya söz).
    galatıhis * Duygu yanılması, yanılsama.
    galatımeşhur * Yaygın yanlış.
    gale * İçerisinde kalıp yapılan üç tarafıkaplı, bir tarafıaçık tepsi şeklinde dizgi aleti.
    galebe * Yenme, yengi.
    * Üstünlük, çokluk.
    galebe çalmak * yenmek.
    * üstün gelmek, baskın çıkmak.
    galenit * İçinde doğal kurşun bulunan sülfür.
    galeri * Bir yapının birçok bölümlerini aynıkatta birbirine bağlayan içten veya dıştan yapılmışgenişgeçit.
    * Sanat eserlerinin veya herhangi bir malın sergilendiği salon.
    * Maden ocaklarında açılan yer altıyolu.