gafilâne | * Dikkatsizlikle, gafletle yapılan, gaflet içinde bulunan kimseye yakışan biçimde. |
gafillik | * Gafil olma durumu, gaflet. |
gafillik etmek | * çevresindeki gerçekleri görmemek, sezmemek. |
gaflet | * Dalgınlık, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, dalgı, ihtiyatsızlık. |
gaflet basmak | * dalgın, dikkatsiz bir durumda bulunmak. * uykusu gelmek. |
gaflet uykusu | * Dalgınlıktan ileri gelen uyuşukluk. |
gafur | * Çok bağışlayıcıve merhamet eden, sayan anlamında Allah’ın sıfatlarından biri. |
gag | * Oyuna komiklik ve neşe katan beklenmedik söz veya hareket, gülüt. |
gaga | * Genel olarak kuşlarda ağzın bir uzantısıdurumunda olan, biçim ve büyüklüğü değişik, boynuz yapısında, katıve çıkıntılı organ. * Ağız. |
gaga burun | * Burnu uzun ve aşağıya doğru kıvrık olan (kimse). |
gagaburun | * Baş bodoslaması gagayıandırır biçimde yapılmışticaret yelkenlisi. |
gagalama | * Gagalamak işi. |
gagalamak | * (kuş) Gagasıyla yemi toplamak. * (kuş) Gaga ile vurup ısırmak. * Azarlamak, hırpalamak. |
gagalanma | * Gagalanmak işi. |
gagalanmak | * Gagalamak işi yapılmak. * Azarlanmak, hırpalanmak. |
gagalaşma | * Gagalaşmak işi. |
gagalaşmak | * (kuşlar için) Birbirini gagalamak. * Birbirini gagalayarak oynaşmak. |
gagalı | * Gagası olan. * Gaga burun. |
gagalımemeli | * Tek deliklilerin gagalımemeliler familyasından, vücudu yumuşak tüylerle kaplı, eti yenen, Avustralya ve Tasmanya ırmaklarında yaşayan bir memeli türü, ornitorenk (Ornithorhynchus anatinus). |
gagalımemeliler | * Örnek türü gagalımemeli olan, tek delikliler takımının bir familyası. |
gagamsı | * Gagayıandıran, gagaya benzeyen. |
gagasından yakalamak | * bir kimseyi karşıkoyamayacak duruma getirmek. |
Gagavuz | * Büyük çoğunluğu Moldovo’da, az bir kısmıDeliorman, Dobruca, Beserabya ve Ukrayna’da oturan Ortodoks Türk halkıveya halktan olan kimse. |
Gagavuzca | * Gagavuz Türkçesi. |
gâh | * Bkz. kâh. |
gâhî | * Bazen, ara sıra. |
gâhîce | * Zaman zaman. |
gaile | * Sıkıntı, dert, keder, üzüntü. * Uğraştırıcı, pürüzlü iş, yük. * İstenmeyen durum, baş belâsı. |
gaile açmak | * sıkıntıyaratmak, üzüntü vermek. |
gaileli | * Başa dert olan, üzüntü veren, gaile çıkaran. * Sıkıntısı olan, dertli. |
gailesiz | * Gaile çıkarmayan. * Gailesi olmayan, dertsiz, huzurlu, dinç. |
gailesizlik | * Gailesiz olma durumu, dertsizlik. |
gaip | * Göz önünde olmayan, hazır bulunmayan, nerede olduğu bilinmeyen. * Üçüncü kişi. * Görünmez âlem. |
gaiplik | * Gaip olma durumu. * Bir kimsenin ölüm tehlikesi içinde kaybolmasıveya kendisinden uzun süre haber alınmamasısonucu yargıç kararı ile kişiliğine son verilmesi. |
gaipten haber vermek | * (kendisinde manevî güç olduğuna inanılan kimse) gelecekte neler olacağından veya bilinmeyen âlemden haber vermek. |
gaita | * İnsan dışkısı. |
gak | * Karganın çıkardığıses. |
gaklama | * Gaklamak işi. |
gaklamak | * (karga) Gak diye ses çıkarmak. |
gala | * Resmî bir törenden sonra verilen büyük ve gösterişli şölen. * Genellikle resmî giysilerle gidilen, bir temsilin ilk oynanışıveya bir filmin ilk gösterilişi. |
galaksi | * Gök adası. |
galalit | * Arıkazeinden oluşan ve birçok işte kullanılan plâstik bir madde. |
galat | * Yanlış(kelime veya söz). |
galatıhis | * Duygu yanılması, yanılsama. |
galatımeşhur | * Yaygın yanlış. |
gale | * İçerisinde kalıp yapılan üç tarafıkaplı, bir tarafıaçık tepsi şeklinde dizgi aleti. |
galebe | * Yenme, yengi. * Üstünlük, çokluk. |
galebe çalmak | * yenmek. * üstün gelmek, baskın çıkmak. |
galenit | * İçinde doğal kurşun bulunan sülfür. |
galeri | * Bir yapının birçok bölümlerini aynıkatta birbirine bağlayan içten veya dıştan yapılmışgenişgeçit. * Sanat eserlerinin veya herhangi bir malın sergilendiği salon. * Maden ocaklarında açılan yer altıyolu. |
Kategoriler