göbeği sokakta kesilmiş | * evde durmayıp hep sokaklarda gezen, sürtük. |
göbeğini kesmek | * çocuğun göbeğiyle etene arasındaki damar örgüsünü kesmek. * birini çok eskiden beri tanımak, bilmek. |
göbek | * İnsan ve memeli hayvanlarda göbek bağının düşmesinden sonra karnın ortasında bulunan çukurluk. * Dölütte, yumurtanın dölüt dışında kalan bölümlerle ilişkisini sağlayan organların çıktığıyer. * Yağbağlamışşişman karın. * (şehir, ülke vb. için) Orta kısım. * Bazısebze ve meyvelerin ortası. * Kuşak, nesil, batın. * Bahçe, halı, tavan, tepsi gibi süslü şeylerin ortalarındaki biçim. * Hızıazaltarak trafiği yönetmek amacıyla bir kavşağın girişine yerleştirilen çember veya üçgen biçimindeki ada. * Ön ve arka tekerlerin ortasına oturtulmuşmil üzerinde dönen ve teker tellerinin takılmasına yarayan parça. * Kağnıtekerleğinin ortası, araba tekerleğinin dingil geçen yeri. * Değirmen taşının ortası. * Kilitleme sistemlerinde, anahtar dişlerinin tam olarak birbirine oturduğu pirinç yuva. |
göbek adı | * Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad. |
göbek atmak | * karnını hareket ettirerek oynamak. * çok sevinmek. |
göbek bağı | * Yeni doğan çocuğun göbeği kesildikten sonra geri kalan damar örgüsüne (kan gelmemesi için) bağladıkları bağ. * Bir bitkide yumurtacığıyumurtalığın etenesine bağlayan kordon. |
göbek bağlamak (veya salıvermek) | * şişmanlayarak karnı büyümek, göbeklenmek. |
göbek çalkamak (veya çalkalamak) | * göbeğini sağa sola hareket ettirerek oynamak. |
göbek dansı | * Daha çok göbek ve kalça sallamak veya kıvırmakla yapılan dans. |
göbek havası | * Sanat değeri olmayan, hafif, eğlenmek amacıyla çalınan veya söylenen oyun havaları. * Çok eğlenceli durum. |
göbek odunu | * Ağaç gövdesinin diğer bölümlerine göre farklıözellik gösteren iç odun bölümü. |
göbek otu | * Yapraklarıetli; otsu bir bitki (Umbilicus pendulinus). |
göbek taşı | * Hamamlarda, terlemek için üzerine uzanılan ve alttan ısıtılan genişmermer seki. |
göbeklenme | * Göbeklenmek işi. |
göbeklenmek | * Karnıyağlanıp şişmanlamak. * (marul, lâhana için) Yaprakları büyüyüp sıklaşmak. |
göbekli | * Karnıyağlanıp şişmanlamış. * (marul, lâhana için) Yaprakları büyüyüp sıklaşmış. |
göbel | * Babası belli olmayan çocuk, piç. * Kimsesiz, başı boşçocuk. * Çocuk. * Sınırlarıayırmak için tarla kenarlarında yapılan toprak tepecikler. |
göbelek | * Yenilen bir çeşit mantar. |
göbelez | * Köpek yavrusu. |
göce | * Tarhana, bulgur yapmak için kullanılan kabuğu soyulmuşve kırılmış buğday. * Yarılmışve kırılmış bulgurdan yapılan çorba. |
göcen | * Tavşan yavrusu. * Kedi, köpek yavrusu. * Domuz yavrusu. |
göç | * Ekonomik, toplumsal veya siyasî sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, muhaceret. * (evden eve) Taşınma, nakil. * Göç sırasında taşınan ev eşyaları. * Kuşların, geyiklerin, yarasaların, bazı balık ve böceklerin mevsim, iklim, besin miktarıvb.ye göre çevre değiştirmeleri. |
göç etmek (veya eylemek) | * oturduğu yerden başka bir yere gidip yerleşmek, göçmek. * ölmek. |
göçebe | * Değişik şartlara bağlı olarak belli bir yöre içinde çadır, hayvan ve öteki araçlarla yer değiştiren, yerleşik olmayan (kimse veya topluluk), göçer. * (bazıhayvanlar için) Mevsimlere göre ülke veya yer değiştiren. |
göçebeleşme | * Göçebeleşmek işi veya durumu. |
göçebeleşmek | * Göçebe durumuna gelmek. |
göçebelik | * Göçebe olma durumu. * Bir toplumsal birliğin, yaşamak için gerekli kaynaklarıelde edebilmek üzere düzenli aralıklarla yer değiştirme gelenek veya alışkanlığında olması. |
göçelge | * Göçülen yer. |
göçer | * Göçebe. |
göçer konar | * Göçebe bir yaşam süren, sürekli bir yere yerleşemeyen, göçer. |
göçeri | * Sürekli yer değiştiren, göç etmekten hoşlanan. |
göçerme | * Göçermek işi. * Bitkileri yerinden çıkarıp başka yere dikme. |
göçermek | * Bir kimseden diğer kimseye geçirmek, havale etmek, devretmek. * Bitkileri yerinden, çıkarıp başka yere dikmek, değiştirmek, göçürmek. |
göçertme | * Göçertmek işi. |
göçertmek | * Bir şeyin çökmesine sebep olmak. |
göçken | * Bkz. göcen. |
göçkün | * Göçecek duruma gelmiş. * Göçebe. * Yaşı ilerlemiş(kimse), çok yaşlı(kimse). |
göçme | * Göçmek işi. |
göçmek | * Yerleşmek amacıyla mahalle, köy, şehir veya ülke değiştirmek. * (bazıhayvanlar) Sıcak iklimli ülkelere gitmek. * Çökmek. * Ölmek, yok olmak. * Oturmak. |
göçmen | * Kendi ülkesinden ayrılarak, yerleşmek için başka ülkeye giden (kimse, aile veya topluluk), muhacir. * Sıcak iklimli ülkelere giden (hayvan). |
göçmenleşme | * Göçmenleşmek işi veya durumu. |
göçmenleşmek | * Göçmen durumuna girmek. |
göçmenleştirme | * Göçmenleştirmek işi. |
göçmenleştirmek | * Göçmen durumuna getirmek. |
göçmenlik | * Göçmen olma durumu, muhacirlik. |
göçü | * Toprak kayması, kayşa, heyelân. |
göçücü | * Mevsimine göre yer değiştiren (hayvan). |
göçük | * Çökmüş, göçmüş(yer). * Çökmüş, kaymıştoprak, çöküntü, yıkıntı. * Kaya veya cevherin kendi kendine yer altına doğru çökmesi. |
göçüm | * Bazıkimyasal maddelerin veya ışık, ısı, elektrik gibi güçlerin etkisiyle protoplâzmanın yanaşma veya uzaklaşma biçiminde olan yer değiştirmesi, taksi (II). |
göçüp gitmek | * ölmek. |
Kategori: G
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 32
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 25
gıcıklama * Gıcıklamak işi. gıcıklamak * Gıcık oluşturmak, kaşındırmak.
* Kuşkulandırmak.
* Cinsî istek uyandırmak.gıcıklanma * Gıcıklanmak işi. gıcıklanmak * Gıcık duymak.
* Kuşkulanmak, huylanmak.
* Cinsî istek uyanmak.gıcıklayış * Gıcıklanmak işi veya biçimi. gıcır * Sakıza kıvamınıarttırmak için katılan, kauçuk cinsinden bir madde.
* Yeni.gıcır gıcır * Sert şeylerin birbirine sürtünmesinden çıkan sesi anlatır.
* Tertemiz, yepyeni, pırıl pırıl (olarak).gıcır gıcır etmek * gıcırtısesi çıkarmak. gıcırdama * Gıcırdamak işi. gıcırdamak * Gıcırtıçıkarmak. gıcırdatma * Gıcırdatmak işi. gıcırdatmak * Gıcırtıçıkarmasına yol açmak. gıcırdayış * Gıcırdamak işi veya biçimi. gıcırı bükme * hemen yetiştirilen.
* zoraki.
* zorla ve çabucak.gıcırtı * Sert nesnelerin sürtünmesi sonucu çıkan ses, gıcırdama sesi.
* İleri geri söylenme, tepki gösterme, protesto.gıcırtılı * Gıcırtısı olan. gıcırtısız * Gıcırtısı olmayan. -gıç / -giç, -guç / -güç * Fiilerden isim ve sıfat türeten ek: dal-gıç, bil-giç; bas-kıç, del-giç vb. gıda * Besin. gıda rejimi * Gıdaya bağlırejim. gıdaklama * Gıdaklamak işi. gıdaklamak * (tavuk) Kesik kesik bağırmak. gıdaklayış * Gıdaklamak işi veya biçimi. gıdalı * Besini olan, besinli. gıdasız * Besini olmayan, yeterli besin alamayan, besinsiz. gıdasızlık * Besinsizlik. gıdı gıdı * Çocukları gıdıklar veya güldürürken söylenen söz. gıdık * Çene altı, gerdan. gıdıklama * Gıdıklamak işi. gıdıklamak * Vücudun bazıyerlerine dokunarak birinde ürperme veya gülerek kaçınma ile beliren bir sinir tepkisi
uyandırmak.
* Eğlendirici, hoşa giden sözler söylemek.gıdıklanma * Gıdıklanmak işi. gıdıklanmak * Gıdıklamak işi yapılmak. gıdıklayış * Gıdıklamak işi veya biçimi. gıdım * Küçük parça, bir miktar. gıdım gıdım * Azar azar, yavaşyavaş. gı gı * (çocuk dilinde) Çene altı. gık * Bazıdeyimlerde geçen yansıma bir söz. gık dedirtmemek * ses çıkarmasına fırsat vermemek. gık demek * ses çıkarmak; karşıçıkmak, yakınmak. gık dememek (veya gıkıçıkmamak) * hiç sesini çıkarmamak, karşıçıkmamak, yakınmamak. gıldır gıldır * Tok ve yüksek bir ses çıkararak. gıllı gış * Bkz. gıllügiş. gıllı gışlı * Bkz. gıllügişli. gıllı gışsız * Bkz. gıllügişsiz. gıllügiş * Kin, gizli ve kötü amaç. gıllügişli * Gizli amaçlı, kandırıcı. gıllügişsiz * Gizli amacı olmayan, inandırıcılık ve kandırıcılıktan uzak. -gın/ -gin, -gun/ -gün * Fiilerden sıfat türeten ek. gına * Zenginlik, bolluk.
* Bıkma, usanma.gına gelmek * usanmak, bıkmak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 26
gına getirmek * bıkmak, usanmak. gıpta * İmrenme, imrenti. gıpta etmek * imrenmek. gıptasını çekmek * gıptayla bakmak, imrenmek, özenmek . gır * Söz, lâkırdı.
* Yalan, uydurma.gır atmak * konuşmak, lâf atmak. gır geçmek * bol bol konuşmak; çene çalmak.
* dikkat etmemek, aklı başka yerde olmak.gır gır * Sürekli ve usanç verecek biçimde ses çıkarmayıanlatır. gır gır geçmek * alay etmek. gır gıra almak (veya getirmek) * alaya almak. gır kaynatmak * (birkaç kişi) işlerini bırakıp yârenlik etmek. gırç gırç * Gırç sesi çıkararak. gırgır * Mekanik olarak çalışan süpürge.
* Açık denizlerde balık avlamakta kullanılan büyük ağ.
* Mekanik düzenekli süpürme aracının firma adıve bu türden bütün süpürgeler.
* Usanç veren sürekli ve kaba bir sesle.
* Komik, matrak, eğlenceli.gırgırcı * Boşlâf etmeyi seven, alaycı, komik (kimse). gırgırlama * Gırgırlamak işi. gırgırlamak * Gırgırla süpürmek. gırıl gırıl * Sert ve gürültülü ses çıkararak. gırla * Alabildiğine, çok. gırla gitmek * uzun sürmek, sürüp gitmek.
* bol bol ortaya dökülüp harcanmak.gırnata * Klârnet. gırnatacı * Klârnetçi. gırt * Sert veya kalın bir şey kesilirken çıkan ses. gırt gırt * Gırt sesi çıkararak. gırtlağına basmak * birine bir şey yaptırmak için dayatmak veya inat etmek. gırtlağına düşkün * çok yiyip içen. gırtlağına kadar * çok fazla, bol bol. gırtlağına sarılmak * peşini bırakmamak, musallat olmak. gırtlağından kesmek * herhangi bir amaç için yiyeceğinden kısıntıyapmak, boğazından kesmek, tasarruf etmek. gırtlak * Soluk borusunun üst bölümü, imik, hançere.
* Yiyip içme.
* Ses rengi, yapısı.gırtlak gırtlağa gelmek * kıyasıya dövüşmek. gırtlak ünsüzü * Akciğerlerden gelen havanın gırtlaktaki yarıkapalıengellere çarpıp gevşemesi ile oluşan sert ünsüz. gırtlaklama * Gırtlaklamak işi. gırtlaklamak * Birinin gırtlağınısıkmak. gırtlaklaşma * Gırtlaklaşmak işi. gırtlaklaşmak * Birbirinin gırtlağına sarılarak dövüşmek. gırtlaklayış * Gırtlaklamak işi veya biçimi. gırtlaksı * Gırtlakta boğumlanan (ses), gırtlak ünsüzü. gırtlama * Gırtlamak işi. gırtlamak * (çayı) Şekerini ağızda tutarak içmek. gıy gıy * Keman vb. çalgıların çıkardığısesleri anlatmak için kullanılır. gıyaben * Kendi yokken, ortada olmaksızın.
* Adını, sözünü başkalarından duyarak, görmeden.gıyabında * Kendi yokken, arkasından. gıyabî * (bir kimse) Bulunmadığısırada yapılan, verilen.
* Uzaktan, görüşmeden (olan).gıyabî hüküm * Kendi yokken arkasından verilen hüküm. gıyabî tutuklama * Kendi yokken arkasından yapılan tutuklama. gıyap * Yokluk, bulunmama, yitiklik. gıyap kararı * Duruşmaya gelmemenin yaptırımı. gıybet * Çekiştirme, yerme, kötüleme, kov. gıybet etmek * çekiştirmek, yermek. gıybetçi * Çekiştirici, kovcu. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 27
gıygıy * Herhangi bir tür yaylıçalgı. gıygıycı * Kemancı.
* Beceriksiz.-gi * Bkz. -gı/ -gi, -gu / -gü. gibi * …-e benzer.
* O anda, tam o sırada, hemen arkasından.
* İmişçesine, benzer biçimde.
* …-e yakışır biçimde.gibi gelmek * … sanısıvermek, … sanısıyaratmak. gibi olmak * bir duruma, bir duyguya yaklaşmak. gibi yapmak * imişçesine davranmak. gibilerden * Ona benzer biçimde. gibisi * Benzeri. gibisinden * Bir ismin tamlananıdurumunda olduğu zaman, “bir şeye benzer durumda olandan” anlamında kullanılır.
* Bir fiilden sonra geldiğinde o fiilin benzeri bir durumu anlatır.gibisine gelmek * imişgibi gelmek, sanmak. gibisine getirmek * sanısıuyandırmak, sanısıvermek. gicişme * Gicişmek işi veya durumu. gicişmek * Kaşınmak, kaşıntıduymak, gidişmek. -giç * Bkz. – gıç / -giç, -guç / -güç. gide gide * Gidip dolaşarak, gezip görerek. gideğen * Göl ayağı. gider * Bir işiçin harcanan paranın bütünü, masraf.
* Gelecekte sağlanacak değerler karşılığıyapılan harcamalar.
* Binalarda ortak kullanımla ilgili atık suların merkezî kanalizasyona iletilmesini sağlayan boru hattı.giderayak * Gitme anında, gitmek üzere iken. giderek * Yavaşyavaş, derece derece, gittikçe, tedrici olarak, tedricen. gideren alan * Bir demiri mıknatısladıktan sonra bunun bir noktasından çıkan indükleme akışınısıfıra indirmek için
gereken şiddetteki manyetik alan.giderici * Yok eden; dindiren. giderilme * Giderilmek işi. giderilmek * Ortadan kaldırılmak, yok edilmek. giderme * Gidermek işi. gidermek * Ortadan kaldırmak, yok etmek. gidertme * Gidertmek işi. gidertmek * Giderilmesine, ortadan kaldırılmasına yol açmak. gidi * Şaka yollu söylenen azarlama sözü.
* Bir şeye duyulan özlem ve isteği belirtmek için kullanılır.
* Ahlâksız, pezevenk.gidici * Gitme durumunda bulunan, gitmek üzere olan, kısa süre için var olan, kalıcıkarşıtı.
* Ölmek üzere olan.gidiliş * Gidilmek işi veya biçimi. gidilme * Gidilmek işi. gidilmek * Gitmek işi yapılmak. gidimli * Bir tasarımdan ötekine geçerek, çıkarımlar yaparak, bir önermeden ötekine mantıkî bir yolla ilerleyerek,
parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce kuran (düşünce yolu).gidip gelme * Gidiş, dönüş. gidiş * Gitmek işi.
* Gitme biçimi, tempo.
* Tutum, durum, davranış.
* Bir yere gitme.gidişalayı * Padişahların saray dışı gezilere çıkmalarıdolayısıyla düzenlenen tören. gidişdönüş * Gitme ve gelme (veya dönme). gidişgeliş * Trafik, seyrüsefer. gidişo gidiş * konuşmaya konu olan kimsenin bir daha dönmediğini anlatır. gidişat * Olayların durumu, işlerin gelişme biçimi.
* Tutum, durum, davranış.gidişme * Gidişmek işi. gidişmek * Kaşıntıduymak, kaşınmak, gicişmek. gidon * Yönelteç.
* Komodorlara özgü çımasıçatal biçiminde kesilmişsancak, fors.-gil * Bir adın sonuna eklenerek “soy, aile” kavramıveren ve ünlü uyumuna girmeyen bir ek.
* Çoğul eki -ler ile birlikte hayvan ve bitki familyalarını bildiren isimler yapar: kedi-gil-ler, bakla-gil-ler vb.gilaburu * Kuzey ve Orta Anadolu’da orman kenarlarında yetişen, 2-4 m yükseklikte bir ağaççık (Viburnum opulus). -gin * Bkz. -gın / -gin, -gun / -gün. gine * Gene, yine. Gineli * Gine halkından olan kimse. ginseng * Uzak Doğu ülkelerinde (Çin, Japonya, Kore vb.) yetişen, geleneksel tedavilerde kullanılan, kazık köklü,
otsu ve çok yıllık bir bitki (Panax ginseng). -
Türkçe Sözlük G Sayfa 28
gipür * İplikten veya ipekten olan, genişilmeklerden oluşan bir tür dantel.
* Kumaş.giranbaha * Pahada ağır, değerli . giray * Kırım hanlarına ve han ailesinden olan prenslere verilen unvan. girdap * Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek yaptığıçevrinti, ters akıntıların oluşturduğu dönme,
burgaç.
* Tehlikeli yer veya durum.girdi * Bir üretimde yararlanılan para, gereç ve işgücü, çıktıkarşıtı. girdisi çıktısı * Yakın ilişki.
* Bilinmeyen karışık yönler, ayrıntılar.
* Bir üretimde yararlanılan para, gereç ve işgücü.girecek delik aramak * saklanmak veya saklanmak istemek. giren * Hafif bulutlu, sisli hava. girenleme * Girenlemek işi veya durumu. girenlemek * Hava bulutlanmak, serinlemek. girgin * Herkesle çabucak yakınlık kurarak işini yürütebilen, pısırık karşıtı. girginlik * Girgin olma durumu. girift * Birbirinin içine girip karışmış, girişik, çapraşık.
* (eski güzel yazısanatında) Boşyer bırakmayacak biçimde iç içe istif edilmiş(yazı).
* Klâsik Türk müziğinde kullanılmışneye benzer bir çalgı.giriftar * Tutulmuş, yakalanmış. giriftar olmak * yakalanmak, tutuklanmak. giriftlik * Girift olma durumu . giriftzen * Girift çalan kimse. giriliş * Girilmek işi veya biçimi. girilme * Girilmek işi. girilmek * Girmek işi yapılmak. girim * Girmek işi, girme. girimlik * Bir yere girmek hakkını gösteren kâğıt, girişkartı, duhuliye kartı. girinti * Düz bir yüzeyde bulunan içerlek bölüm. girintili * Girintisi olan. girintili çıkıntılı * Düz veya düzgün olmayıp girinti ve çıkıntıları olan. girintisiz * Girintisi olmayan. girintisiz çıkıntısız * Düzgün, dümdüz. girip çıkmak * az kalmak üzere uğramak.
* bir yere sık sık gelmek.giriş * Girmek işi veya biçimi.
* Bir yapıda girip geçilen yer, methal, antre.
* Bir eserin konusunu tanıtarak kolay kavranmasınısağlayan, ön sözden sonra yer alan bölüm, methal.
* Bir anlatımda gelişme bölümüne hazırlık yapmayısağlayan bölüm, girizgâh.
* Bir bilime hazırlık amacıyla yazılan eser.
* Bir müzik parçasında baştaki bölüm, methal.
* Bir yere girmek için ödenen para, girişücreti, duhuliye.girişkapısı * Yapılarda içeri girmek için kullanılan kapı. girişkartı * Bir kuruluşa, bir toplantıya veya bir spor karşılaşmasına serbestçe girebilme olanağısağlayan belge. girişkatı * Bkz. yer katı, zemin katı. girişücreti * Bir gösteriyi görmek için ödenen ücret, duhuliye. girişik * Birbirinin içine girmiş, karışmışolan, girift. girişik bezeme * Kıvrılarak, birbirinin içine geçerek uzayıp giden, yapraklıdallarıandıran geometrik görünüşte birtakım
biçimlerden oluşmuş bezeme çizgileri, girift tezyinat, arabesk.girişik cümle * Bir temel cümle ile bir veya birkaç fiilimsiden kurulan cümle, mudil cümle: Koşarak geldi. Öğrenciler
sabahleyin koşa koşa okula gidiyorlardı gibi.girişik tamlama * İçinde tümleç, sıfat tamlamasıveya zarf bulunan tamlama: Ali’nin eve gelmesi gibi. girişilme * Girişilmek işi. girişilmek * Girişmek işi yapılmak. girişim * Bir işe girişme, teşebbüs.
* İki veya daha çok dalga hareketinin, aynınoktaya aynıanda gelmesiyle birbirini yok edebilmesi veya
kuvvetlendirebilmesi olayı.girişim ölçme * İki veya daha fazla dalga hareketini ölçme işi. girişimci * Bir işi yapmak için girişimde bulunan kimse, müteşebbis.
* Ticaret, endüstri gibi alanlarda sermaye koyarak girişimde bulunan kimse, müteşebbis.girişimcilik * Girişimci olma durumu. girişimde bulunmak * davranmak, teşebbüs etmek. girişimölçer * Işık girişim saçaklarınıuzaktan ölçmeye yarayan araç, interferometre. girişken * Kendi kendine iş, uğraşyaratabilen, bir işe hiç çekinmeden girebilen, başkalarıyla kolayca ilişki kurabilen,
müteşebbis.girişkenlik * Girişken olma durumu. girişlik * Bir başka söze yol açmak için söylenen söz, girizgâh. girişme * Girişmek işi, teşebbüs. girişmek * Bir işe, bir şeye başlamak için hazırlık yapmak, ele almak, teşebbüs etmek.
* Dövmeye başlamak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 23
geveleyiş * Gevelemek işi veya biçimi. geven * Baklagillerden, çok yıllık, dikenli bir çalı; bazıtürlerinden kitre denilen zamk çıkarılır, keven (Astragalus). gevenlik * Geveni çok olan yer. geveze * Çok konuşan, çenesi düşük, lâfçı, lâfazan.
* Sır saklamayan, boş boğaz.gevezelenme * Gevezelenmek işi. gevezelenmek * Gevezelik etmek. gevezelik * Geveze olma durumu, lâfazanlık.
* Düzensiz, gelişigüzel konuşma, yazma.gevezelik etmek * saçma sapan konuşmak.
* yârenlik etmek.gevher * Cevher. geviş * (hayvan için) Çiğneme. gevişgetirenler * Çift parmaklıhayvanların, sindirim organları gevişgetirmeye uygun olan alt takımı. gevişgetirmek * yutmuşolduğu yiyeceği midesinden ağzına çıkarıp yeniden çiğnemek. gevişgetirmeyenler * Çift parmaklılar takımına giren, mide yapıları basit olan bir alt takım. gevme * Gevmek işi. gevmek * Ağızda katı bir şey çiğnemek, gevişgetirmek. gevrecik * Çok gevrek veya incecik.
* Çok taze, yumuşacık.gevrek * Kolayca kırılıp ufalanan.
* (gülüşiçin) Şen, neşeli.
* Ağzın içinde kolayca parçalanıp dağılacak biçimde hazırlanmış bir tür çörek.gevrek gevrek gülmek * kendine güvendiğini veya karşısındakini hafifsediğini anlatır. gevrekçi * Gevrek yapan veya satan kimse. gevrekçilik * Gevrekçinin işi veya mesleği. gevreklik * Gevrek olma durumu. gevreme * Gevremek işi. gevremek * Kolay kırılır duruma gelmek.
* Ekin olgunlaşmak.gevretilme * Gevretilmek işi. gevretilmek * Gevremek işi yapılmak. gevretme * Gevretmek işi. gevretmek * Bir şeyin gevremesini sağlamak. gevşek * Sıkıveya gergin olmayan, gevşemişolan.
* İlgisiz, kayıtsız.
* Cansız, hareketsiz, iradesiz.gevşek ağızlı * Geveze, boş boğaz. gevşek vurgu * Üzerinde vurgu olan bir ünlüden sonra, ünsüzle başlayan bir hecenin gelişiyle zayıflayan vurgu. gevşeklik * Gevşek olma durumu.
* İlgisiz, kayıtsız davranış.
* Uyuşukluk, kesiklik, rehavet.gevşeme * Gevşemek işi.
* İsteğin, çabanın, ciddiyetin azalması.
* Yüreğin atmasında kasılmadan sonra gelen dinlenme ve içine kan dolma dönemi.
* Gerilen kasların veya öfke, kaygı, korku gibi coşkularla artan ruhî gerilimin normal duruma gelmesi.
* Gerilmişvücut bölümlerinin, direnci olmadan, kendi ağırlıklarıyla, bazı hareketlerle yeniden kendi
durumuna gelmesi, gerilme karşıtı.
* Para piyasasında değer yitimi.gevşemek * Sertlik ve gerginliği bozulmak.
* Çözülmek.
* Yumuşamak, yatışmak, sakinleşmek.
* Para piyasasında değer yitirmek.
* Sevmek, hoşlanmak.gevşetilme * Gevşetilmek işi. gevşetilmek * Bir şeyin gevşemesini sağlamak, bir şeyi gevşek duruma getirmek. gevşetme * Gevşetmek işi. gevşetmek * Sertlik ve gerginliğini bozmak.
* Rahatlatmak, sakinleştirmek.gevşeyiş * Gevşemek işi veya biçimi. geyik * Geyikgillerden, erkeklerinin başında uzun ve çatallı boynuzları olan memeli hayvan (Cervus elaphus).
* Karısının veya bir kadın yakınının ihanetine uğramışerkek.geyik böceği * Geyik boynuzunu andıran sağlam çeneleriyle, orman ve tarım ağaçlarınıkemirerek beslenen, 20 ile 60 mm
boyunda kın kanatlı böcek (Lucanus cervus).geyik böcekleri * Geyik böceği ve benzerlerini içine alan kın kanatlılar familyası. geyik dikeni * Bkz. akdiken. geyik etine girmek * (genç kız) erginlik çağına ermek. geyik muhabbeti * Boşkonuşma. geyik otu * Sedef otugillerden, bahçelerde süs olarak yetiştirilen ıtırlı bir bitki (Dictamnus fraxinella). geyikdili * Eğrelti otugillerden, Kuzey ve BatıAnadolu’nun kıyıkesimlerinde yetişen, yapraklarıuzunca dil biçiminde
çok yıllık otsu bir bitki (Scolopendrium officinale).geyikgiller * Gevişgetirenlerden geyik, alageyik, karaca gibi hayvanları içine alan bir familya. geyikler kırkımında * hiçbir zaman olmayacak işler için söylenir. geyşa * Dansçıve şarkıcıJapon kadını.
* Özel olarak konuk ağırlamak için yetiştirilmişJapon kadını.gez * Okun, kirişe geçen ucundaki kertik.
* Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun gerisinde bulunan ve nişan alırken arpacıkla birlikte göz ile
hedef arasında aynıdoğru üzerine getirilen kertik. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 24
gez * Yer ölçmeye yarar düğümlü ip.
* Yapı işlerinde kullanılan çekül.gez göz arpacık * tüfekle yapılan atışlarda daha iyi nişan almak için kullanılan bir söz grubu. gezdirilme * Gezdirilmek işi. gezdirilmek * Gezdirmek işi yapılmak. gezdiriş * Gezdirmek işi veya biçimi. gezdirme * Gezdirmek işi. gezdirmek * Birinin gezmesini sağlamak, dolaştırmak.
* Tanıtmak amacıyla dolaştırmak.
* Bir şeyi başka bir şeyin üzerinde dolaştırarak dökmek.
* Sürterek, değdirerek hareket ettirmek.
* Bir şeyi herkesin alması için dolaştırmak, sunmak.
* Herhangi bir biçimde giydirmek.geze almak * tüfeği hedefe doğrultmak. gezegen * Güneşçevresinde dolanan, ondan aldıklarıışığıyansıtan gök cisimlerinin ortak adı, seyyare, plânet. gezegenler arası * Güneşçevresinde dolanan cisimler arasındaki boşluk. gezeğen * Çok gezen (kimse). gezeleme * Gezelemek işi.
* Düğünden sonra, gelin ve damadın akrabalarına yaptıklarıziyaret.gezelemek * Gezinmek.
* Sıkıntılı bir durumda dolaşmak, gezinmek.gezenti * Vaktini gezmekle geçiren, gezmeyi çok seven, gezeğen. gezerçalar * Pille çalışan kulaklık aracılığı ile müzik dinlemeye yarayan, insanın üzerinde taşıyabileceği teyp, walkman. gezgin * Gezmek, tanımak, görmek, dinlenmek amacıyla geziye çıkan (kimse). gezginci * Gezerek işgören, gezici, seyyar. gezgincilik * Gezginci olma durumu. gezginlik * Gezgin olma durumu, turistlik, seyyahlık. gezi * Ülkeler veya şehirler arasında yapılan uzun yolculuk, seyahat.
* Gezilip hava alınacak yer.
* Gezinti yeri.gezi * Pamuk ve ipekle karışık dokunmuşhareli kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.gezi yazısı * Gezilip görülen yerleri, özelliklerini, oralardaki insanların yaşantılarını, geleneklerini anlatan düz yazı. gezici * Gezerek işgören, gezginci, seyyar.
* Halk topluluklarına eğitim ve öğretim amacıyla götürülen (hizmet).gezici topluluk * Belli bir yeri olmayıp özel araçlarla dolaşarak oyunlar sergileyen topluluk. gezicilik * Gezici olma durumu. geziliş * Gezilmek işi veya biçimi. gezilme * Gezilmek işi. gezilmek * Gezmek işi yapılmak, dolaşılmak. gezimcilik * Derslerini öğrencileriyle birlikte gezinerek veren Aristoteles’in felsefesi, Aristotelesçilik, peripatetizm. geziniş * Gezinmek işi veya biçimi. gezinme * Gezinmek işi, seyran. gezinmek * Eğlenmek, vakit geçirmek için gezmek, dolaşmak, seyran etmek.
* Belirli bir çevre içinde gezip durmak.
* Özellikle doğaçtan yapılan müzikte, ezgiyi belli bir makam anlayışı içinde değişik perdeler üzerinde çalmak,
dolaşmak.gezinti * Uzak olmayan bir yere yapılan gezi, tenezzüh.
* Kale duvarlarının iç tarafında kuleleri birbirine bağlayan dar yol.
* Evlerde oda kapılarının açıldığı aralık, koridor.
* Sofa, balkon.
* Bir çalgıyla belli bir parça çalmaksızın ezgiler çıkarma işi.gezinti yeri * Yürüyüşyapmak, dolaşmak ve hava almak amacıyla ayrılmışyol veya bölge, promönat. gezip tozmak * eğlenmek amacıyla çokça gezmek. geziş * Gezmek işi veya biçimi. geziye çıkmak * uzak yerleri dolaşmak. gezleme * Gezlemek işi. gezlemek * Bir yeri ölçmek.
* Bir hedefi vurmak için silâha gerekli doğrultuyu vermek, nişan almak.
* Okun gezini kirişe yerleştirmek.gezlik * Eğri kılıçların ağız bölümü. gezme * Gezmek işi, seyran. gezmek * Hava almak, hoşvakit geçirmek gibi bir amaçla bir yere gitmek, seyran etmek.
* Bir yerde dolaşmak, yürümek.
* Gitmek, başvurmak.
* Bulunmak.
* Bir yeri görüp incelemek.
* (hasta için) Ayağa kalkmak.
* Herhangi bir biçimde gezinmek.
* Bir yerde gezi yapmak.gezmen * Gezgin. -gı/ -gi, -gu / -gü * Fiilden isim türeten ek: çal-gı, sil-gi, sor-gu, gör-gü; as-kı, tep-ki, coş-ku, küs-kü vb. gıcık * Boğazda duyulup aksırtan, öksürten yakıcıkaşıntı.
* Sözleriyle, davranışlarıyla karşısındakini kızdıran, sinirlendiren, sıkan (kimse).
* Beyaz renkli, dağlıç koyununa benzer vücut yapısında, kuyruğu son omurlara kadar yağkitlesi ile kaplıve
bu sebeple alt kısmıyuvarlakça görünen, kaba, karışık yapağılı bir koyun türü.gıcık almak (kapmak veya olmak) * bir davranışa veya bir kimseye sürekli sinirlenmek. gıcık etmek * sinirlendirmek, öfkelendirmek, kızdırmak. gıcık tutmak * bir süre boğaz gıcıklamasına yakalanmak. gıcık vermek * boğazıyakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak. gıcıkça * Gıcık bir biçimde (olan). -
Türkçe Sözlük G Sayfa 21
gergince * Biraz gergin. gerginleşme * Gerginleşmek işi. gerginleşmek * Gergin duruma gelmek. gerginleştirme * Gerginleştirmek işi. gerginleştirmek * Gergin duruma getirmek. gerginlik * Gergin olma durumu. geri * Arka, bir şeyin sonra gelen bölümü; art, alt taraf, ileri karşıtı.
* Bundan başkası.
* Son, sonuç.
* Bir şeyin sona kalan bölümü.
* Geçmiş, mazi.
* (hayvan için) Boşaltım organının dışı.
* Benzerlerine ayak uydurup ilerleyememiş, gelişememiş.
* (saat için) Eksik gösteren.
* Aptal, anlayışsız.
* Geriye doğru.
* Geri dön, geri git!.geri * Araba üzerine gerilerek kenarlarıarabanın korkuluğuna tutturulan ve içine saman veya tahıl doldurulan
büyük kıl çuval.geri almak * verdiğini geri istemek.
* geriye doğru götürmek.
* düşmandan kurtarmak.
* arabayı geri geri götürmek için vites kolunu geri durumuna geçirmek.geri basmak * geri geri gitmek. geri çekilme * savaşıdaha elverişli şartlarda sürdürmek amacıyla bir askerî birliğin düşmandan çözülerek başka bir mevzi
veya bölgeye hareket etmesi, ricat.geri çekilmek * bulunduğu yerden arkaya doğru gitmek; kaçmak.
* karıştığı bir işi sürdürmekten veya sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek.geri çevirmek * geri vermek, geldiği yere göndermek, iade etmek.
* kabul etmemek, reddetmek.geri dönmek * geldiği yere gitmek. geri durmak * (bir işyapmaktan) kaçınmamak. geri geri (çekilmek) * arka arka (gitmek). geri gitmek * kötüleşmek. geri göndermek * geldiği yere göndermek, iade etmek. geri hizmet * Silâhlıkuvvetlerin stratejik ve taktik anlamına girmeyen, her çeşit sağlık, veteriner, tahliye, ulaştırma ve
diğer çeşitli hizmetlerin bütünü, lojistik.
* Ordunun türlü itiyaçları ile ilgili işlerin bütünü.geri kafalı * Yenilikleri istemeyen, eskiye bağlı. geri kalmak * arkada kalmak.
* gecikmek.
* çağdaşlarının ve yaşıtlarının düzeyine gelememek veya düzeyinde olmamak.geri kalmamak * yapmaktan kaçınmamak.
* birinden daha az başarılı olmamak.geri kalmış * (ülke, toplum için) Az gelişmiş. geri kalmışlık * Az gelişmişlik. geri komamak * yapmamazlık etmemek. geri plân * Bkz. arka plânda. geri saymak * geriye doğru saymak. geri tepme * Merminin atılışısırasında, bir ateşli silâhın namlusu içinde gazların geriye doğru sıkıştırmasından ileri gelen
hareket.geri vermek * aldığıyere veya kimseye vermek, iade etmek. geri vites * Otomobilin geri gitmesini sağlayan dişli düzeni. geri zekâlı * Zekâ düzeyi gelişmemiş. geriatri * Yaşlanma ile ilgili sağlık konularıüzerinde duran tıp dalı, yaşlılık bilimi. gerici * Toplumda yeniliklere değer vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalışan
(kimse veya görüş), mürteci.gerici * Bir organı germeye yarayan (kas). gericilik * Gerici (I) olma durumu veya gerici davranış, irtica. geriden geriye * gizlice, sinsice; uzaktan, yakın bir ilgi göstermeyerek. gerile gerile * Kendini önemli göstererek, kabara kabara, kasılarak. gerilek * Kendi üstüne geri dönen veya döner görünen. gerileme * Gerilemek işi.
* Sonuçlardan ilkelere, etkilerden sebeplere ve birleşiklerden yalınçlara doğru usa vurma işlemi.
* Bir dokunun, bir organın bir evrim geçirmesi veya bir yapının basitleşmesi.
* Geri çekilme, ricat.
* Kavrama yeteneğinin giderek zayıflamasıdurumu.gerilemek * Geri çekilmek, geriye çekilmek.
* Daha aşağı bir dereceye düşmek.
* (hastalık) Gelişmeksizin yok olmaya yüz tutmak.
* Bir tepki karşısında katısayılan bir tutumdan vazgeçmek.geriletme * Geriletmek işi. geriletmek * Gerilemesine yol açmak. gerileyici * Geri giden, gerileyen. gerileyici benzeşme * Kelimelerde sonraki sesin önceki sesi etkilemesi: Eczacı> ezzacı, çarşanba > çarşamba gibi. gerileyiş * Gerilemek işi veya biçimi. gerili * Gerilmişolan. gerilik * Geri olma durumu.
* İdrak etme yeteneğinde veya okul başarılarında yaşına göre geri kalma durumu.gerilim * İki ucundan ters yanlara çekilen bir telin her noktasında, o iki güce karşıkoyan güç, tevettür.
* Bir iletkenin uçlarıarasındaki gizil güç farkı, potansiyel farkı, voltaj.
* Gerginlik, tansiyon.
* İhtiyaçların karşılanamadığıveya bir hedefe yönelmişdavranışlar engellendiğinde ortaya çıkan coşkulu
durum.
* Konuşmada bir sesin ortaya çıkması için ses kirişlerinin gerginleşmesi, tansiyon.
* Çeşitli yollara başvurularak filmde yaratılan sıkıntılı, gergin hava, tansiyon.gerilim ölçümü * Sıvılardaki yüzey gerilimlerini belirleme işi, tansiyometri.
* Mekanik gerilim niceliğini, birtakım ölçü araçlarından yararlanarak belirleme, tansiyometri.gerilimli * Gerilimi olan. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 22
gerilimölçer * Buhar, ayrışma, yüzey vb. ye ilişkin gerilimleri ölçen alet, tansiyometre. gerilimsiz * Gerilimli olmayan. geriliş * Gerilmek işi veya biçimi. gerillâ * Düzensiz çete.
* Özellikle bir örgütten güç alan, baltalama eylemlerine girişen birlik.
* Bu birlikten olan kimse.gerillâ savaşı * Düşman kuvvetlerinin eylemlerini engellemek, baltalamak veya geciktirmek amacıyla gerillâların yaptığı
savaş.gerillâcı * Gerillâ savaşıyapan birliğe bağlı olan kimse. gerillâcılık * Gerillâcı olma durumu. gerillâlaşmak * Gerillâ gibi faaliyet göstermek. gerilme * Gerilmek işi.
* Kasların son uzama gücü ile vücudun bütün bölümlerinde oluşan gergin durum, gevşeme karşıtı.gerilmek * Germek işi yapılmak, gergin duruma gelmek, belirli bir uzama ile çekilmek.
* Gergin bir biçimde açılmak.
* Kasılmak.
* (sinir, ilişki ve davranışiçin) Kızmak, öfkelenmek, sinirlenmek.gerine gerine * Rahatlık, mutluluk, övünç duyarak. geriniş * Gerinmek işi veya biçimi. gerinme * Gerinmek işi. gerinmek * Kollarıaçarak, gövdeyi gergin bir duruma sokmak.
* Rahatlık, mutluluk, övünç duymak.gerisingeri * Geldiği yere veya ters yöne doğru, geriye dönmek.
* Yeniden, tekrar, bir daha.gerisingeriye * Gerisingeri. geriş * Dağların ve tepelerin üst kısmı, sırt. geriye bırakmak * tehir etmek. geriye dönmek * yüzünü arkaya çevirip ters yöne gitmek. geriye yürütmek * makable şamil olmak. geriz * Lâğım, keriz. gerize taşatmak * edepsiz bir kimseye edepsizliğini göstermeye fırsat vermek. Germanist * Cermen dilleri uzmanı. Germanistik * Cermen dillerini konu olan bilim dalı. Germanofil * Alman dostu, Alman yanlısı, Almansever. germanyum * Atom numarası32, atom ağırlığı72,6 ve yoğunluğu 5,46 olan, 937,4° C de eriyen, kalay ve silisyumu
andırır, az rastlanır bir element. Kısaltması ge.germe * Germek işi.
* Bir yeri bölmek, sınırı belli etmek için yapılan tahta perde.
* Birbirine yaklaşık bükülü vücut bölümlerini, gerici kasların çalışmasıyla birbirinden iyice uzaklaştırma,
bükme karşıtı.germek * Bir şeyin uçlarından veya kenarlarından çekerek gergin duruma getirmek.
* Gergin bir şeyle örtmek.
* (kol, bacak için) Uzatmak.
* (sinir, ilişki, davranışiçin) Gergin duruma getirmek, sinirlendirmek.germen * Kale, kermen. germen * Canlıyaratıklarda gametlere dayanan ve gametlerle taşınan üreme ögelerinin tümü. gerundium * Zarf-fiil. gerze tavuğu * Karadeniz bölgesinin genellikle siyah renkli ibikleri boynuz biçiminde çatallı, yerli bir tavuk ırkı. gerzek * Geri zekâlısözünün kısaltılmış biçimi. gestalt * Psikolojik olayların bir bütün veya biçim olduğunu savunan görüş.
* Biçim, boy, durum, yapı.gestapo * Almanya’da Hitler döneminde kurulan gizli, siyasî polis örgütü. getiri * Faiz. getirilme * Getirilmek işi veya durumu. getirilmek * Gelmesi sağlanmak. getirim * Getirme işi. getirimci * Getirim sağlayan şey veya kimse. getirimli * Getirimi olan. getiriş * Getirmek işi veya biçimi. getirme * Getirmek işi. getirmek * Gelmesini sağlamak.
* Bir şeyi yanında veya üstünde bulundurmak.
* Erişmek veya eriştiğini sanmak.
* İleri sürmek.
* Sebep olmak, ortaya çıkarmak.
* İletmek, bildirmek.
* Gelir sağlamak.
* Bir makama atamak veya seçme.
* Bazıkelimelerle birleşik fiil yapmaya yarar.getirtme * Getirtmek işi. getirtmek * Getirmek işini yaptırmak. getr * Bacağın alt bölümünü ve ayakkabının üstünü örten kumaşveya köseleden yapılmış bir tür tozluk. getto * (eskiden Avrupa ülkelerinde) Yahudilerin gönüllü olarak veya zorlanarak yerleştikleri ve her türlü
ihtiyaçlarını başka yere gitmeden karşılayabildikleri mahalle, Yahudi mahallesi.
* Bir şehrin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümü.geveleme * Gevelemek işi. gevelemek * Çiğnemeden ağız içinde evirip çevirmek.
* Bir sözü tam olarak ve açıkça söylememek. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 18
genelkurmay * Yurdun savunmasıyla ilgili bütün şart ve olayları göz önünde tutarak, barışta ordunun eğitim ve
donatımını, savaşta yüksek yönetimini düzenleyen makam, erkânıharbiyeiumumiye.genelleme * Genellemek işi.
* Zihnin genel düşünceler yapması işlemi veya özelden genele geçiş, tamim.
* Bir işlemin sonucu olan genel kavram, yargı, bilim yasasıveya kuram.genellemek * Varlıklar veya olaylar arasındaki benzerlik bağıntılarını bir düşüncede toplamak, tamim etmek. genelleşme * Genelleşmek işi, taammüm. genelleşmek * Genel duruma gelmek, genel bir durum almak, taammüm etmek. genelleştirilme * Genelleştirilmek işi. genelleştirilmek * Genelleştirmek işi yapılmak. genelleştirme * Genel duruma getirme.
* Tek tek veya özel durumlardan genel bir yasanın, önermenin çıkarılması, tamim.genelleştirmek * Genel duruma getirmek. genellik * Genel olma durumu, yaygınlık, umumiyet.
* Genel düşüncenin, yani kavramın özelliği.genellikle * Genel olarak, büyük bir çoğunlukla, umumiyetle. genelmek * Genişlemek. general * Kara ve hava ordularında albaydan sonra gelen ve mareşalliğe kadar olan yüksek rütbeli subaylara verilen
genel ad.generallik * General rütbesi.
* Generalin görevi veya makamı.genetik * Bitki, hayvan ve insanlarda kalıtım olaylarını inceleyen biyoloji dalı, kalıtım bilimi. geniş * Eni çok olan, enli, vasi, dar karşıtı.
* İçine alması gerekenden daha çoğunu alabilen, dar karşıtı.
* Kapsamı büyük, dar sınırlar içinde kalmayan, yaygın.
* Kolay kolay tasalanmayan, hoşgörülü, rahat.
* Çok.genişaçı * Bir dik açıdan daha büyük olan açı. geniş bir nefes almak * sıkıntılı bir durumdan kurtulmak, ferahlığa kavuşmak. genişgönüllü * Her olayıhoşkarşılayan. genişgörüşlü * Konularıçok yönlü değerlendiren (kimse). genişgörüşlülük * Konularıçok yönlü değerlendirmek işi veya biçimi. genişkarşılamak * hoşgörü ile değerlendirmek. genişmezhepli * Bkz. mezhebi geniş. genişufuklu * Görüşü ve bakışaçısı genişolan (kimse). genişünlü * Alt çenenin açılmasıyla oluşan ünlü. genişyürekli * Hemen, çabucak telâşgöstermeyen, merak etmeyen, tasasız. genişzaman * Fiilin her zaman yapıldığını, yapılmakta olduğunu veya yapılacağını belirten zaman. Türkçede bu kip -r, -ir
veya -er ekiyle kurulur: Başla-r, severim (sev-er-im), geliriz (gel-ir-iz) gibi.genişzaman görünümü * Genişzaman sıfat-fiiliyle yardımcıfiilin birlikte kullanılmasından doğan görünüm: Gelmez olmak.
Görünmez olmak gibi.genişzaman sıfat-fiili * Fiilin her zaman yapıldığını, yapılmakta olduğunu veya yapılacağını belirten sıfat-fiil. Türkçede bu biçim -ir,
-er, -mez ekleriyle kurulur: Gelir (varidat), gider (masraf), güler yüz, bitmez iş, dinmez ağrı, görünmez kaza gibi.genişçe * Biraz geniş. genişçe konuşmak * uzun uzun, bol bol konuşmak, söyleşmek, sohbet etmek. genişleme * Genişlemek işi. genişlemek * Genişduruma gelmek, büyümek.
* Rahat bir duruma gelmek, açılmak, ferahlamak.
* Yaygın duruma gelmek.genişletilme * Genişletilmek işi. genişletilmek * Genişletmek işi yapılmak. genişletme * Genişletmek işi.
* Bir konuyu, ayrıntılarınıkatarak geliştirme.genişletmek * Genişduruma getirmek. genişlik * Genişolma durumu.
* En, boy karşıtı.genitif * Tamlayan durumu. geniz * Ağız ve burun boşluğunun arka bölümü. geniz ünlüsü * Geniz yoluyla çıkan ünlü. Türkçede bu ünlü n sesiyle birlikte kullanılır: Tanrı, sonra, deniz kelimelerindeki
a, o, e ünlüleri gibi.geniz ünsüzü * Geniz yoluyla çıkan ünsüz: Türkçede bölge ağızlarında rastlanan ñ ünsüzü gibi. genizden (konuşmak) (veya çıkarmak) * burnu tıkalı gibi (konuşmak). genizsi * Genzel. genizsileşme * Dudak ünsüzünün, geniz ünsüzüne dönmesi. Türkçede ve Türk lehçelerinde b sesinin m sesine dönmesi
gibi.genleşme * Genleşmek işi. genleşme kat sayısı * Birim nicelikte bir maddenin 10 C sıcaklık artışında gösterdiği hacim genişlemesi. genleşmek * (bir cisim birleşimi ve yapısıdeğişmeden) Isıetkisiyle hacimce büyümek. genleşmeölçer * Isınan sıvıların görünür genleşme kat sayılarını belirleyen araç, dilâtometre. genleştirme * Genleştirmek işi. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 19
genleştirmek * Sıcaklığınıyükselterek bir cismin yapısınıve birleşimini bozmadan hacmini, boyunu artırmak. genlik * Genişlik.
* Bolluk, refah.
* Dalga genliği.genom * Gametlerde bulunan kromozomların hepsine verilen ad. genosit * Jenosit. gensoru * Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir soru üzerine baş bakana veya bakanlardan birine, milletvekillerince
açılan ve sonunda soruşturma yapılması istenebilen soru, istizah.gensoru önergesi * Gensoru teklifinde bulunma. genzek * Genizden konuşan. genzel * Genizsi. geoit * Yerküresinin geometrik olmayan gerçek biçimine (üzerindeki engebeler düşünülmeksizin) verilen ad. Bu
yerküresi tam küre olmadığı gibi, elipsot biçiminden de ayrıdır.geometri * Nokta, çizgi, açı, yüzey ve cisimlerin birbirleriyle ilişkilerini, ölçümlerini, özelliklerini inceleyen matematik
dalı, hendese.
* Bu konu ile ilgili olan kitap veya ders.geometrik * Geometriyle ilgili veya geometriye uygun olan, hendesî. geometrik çizim * Cetvel, pergel vb. ile elde edilen çizgi. geometrik dizi * Ardışık terimleri arasındaki oranıdeğişmeyen dizi. geometrik toplamı * iki ardışık kenarı, belirli iki vektörle gösterilen bir paralelkenarda, bu vektörlerin ortak bulundukları
noktadan çıkan köşegenin oluşturduğu üçüncü vektör; iki kuvvetin bileşkesini belirtir.geometrik yer * Aynıözellikleri olan noktaların oluşturduklarıçizgi veya yüzey. gepegencecik * Çok genç, körpe. gepegenç * Gepgenç, pek genç. gepgenç * Çok genç.
* Çok genç olarak, çok gençken.gerçeğe aykırı * Gerçeğe uymayan, hilâfıhakikat. gerçeğe aykırılık * Gerçeğe uymama durumu, aykırı olma durumu. gerçeğe uygunluk * Gerçeğe uyma durumu. gerçek * Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan,
hakikî.
* Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici.
* Temel, başlıca, asıl.
* Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan.
* Gerçek durum, gerçeklik, realite.
* Yalan olmayan, doğru olan şey.
* Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan.gerçek dışı * Gerçeğin dışında olan, gerçek olmayan. gerçek dışılık * Gerçek dışı olma durumu. gerçek kişi * Hakikî şahıs. gerçek mantarlar * Bağlarda mildiyu hastalığınıyapan emeçleri iyi gelişmişmantarlar (Peronospora viticola). gerçek sayı * Bir eksen üzerindeki bir noktanın yerini belirlemeye yarayan sayı. gerçekçi * Gerçeği gören ve ona göre davranan veya gerçeğe uygun olarak yapılan, realist.
* Gerçekçilik yanlısı olan, realist.gerçekçilik * Gerçekçi tutum ve davranış, realizm.
* Gerçekleri olduğu gibi yansıtmaya çalışan sanat çığırı, realizm.
* Düşünmenin temeli ve işin ölçüsü olarak gerçekliğe bağlanan görüşve tutum; bilinçten bağımsız bir
gerçekliğin var olduğunu benimseyen görüş, realizm.gerçekleme * Gerçeklemek işi, teyit. gerçeklemek * Bir şeyin doğruluğunu herhangi bir şeyle ortaya koymak, teyit etmek. gerçekleşme * Gerçekleşmek işi, tahakkuk. gerçekleşmek * Gerçek olmak, gerçek durumuna gelmek, tahakkuk etmek. gerçekleştirilme * Gerçekleştirilmek işi. gerçekleştirilmek * Gerçek duruma getirilmek. gerçekleştirme * Gerçekleştirmek işi. gerçekleştirmek * Gerçek duruma getirmek, yapmak, ortaya koymak. gerçekli * Gerçeklenmiş, gerçek olduğu anlaşılmış, muhakkak. gerçeklik * Gerçek olan, var olan şeylerin tümü, hakikat, realite. gerçekte * Aslında, tam anlamıyla, hakikatte. gerçekten * Gerçek olarak, hakikaten, sahi, sahiden, filhakika, filvaki. gerçeküstü * (gerçeküstücülere göre) Gerçeği aşan, gerçeğin üstündeki gerçek, sürrealite. gerçeküstücü * Gerçeküstücülükten yana olan (kimse).
* Gerçeküstücülükle ilgili olan (görüş, eser vb.).gerçeküstücülük * Aklın, geleneklerin, alışkanlıkların denetiminden uzak bilinçaltı gerçeklerini yansıtan, yani bilinen gerçekle
bağınıkesip kendince bir gerçek yaratmak amacını güden edebiyat ve sanat akımı, sürrealizm.gerçi * Her ne kadar, ise de, vakıa. gerdan * Vücudun omuzlarla başarasında kalan ön bölümü.
* Şişmanlarda çenenin altındaki tombulluk.
* (kesilmişhayvanlarda) Boyun.gerdan kırmak * naz ile boynu başla birlikte iki yana oynatarak kırıtmak.
* boynu, başı geriye oynatarak büyüklük taslar bir durum almak.gerdaniye * Klâsik Türk müziğinde ince sol notasınıandıran perde ve bir makam adı. gerdaniyebuselik * Gerdaniye makamı ile buselik beşlisinden oluşan bir birleşik makam. gerdanlık * Çoğu değerli taşve madenlerden veya altın paradan yapılmış, boyna takılan takı, kolye. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 20
gerdeğe girmek * (güvey) düğün gecesi gelinle bir araya gelmek. gerdek * Gelin ile güveyin düğün gecesi baş başa kaldıkları oda.
* Zifaf.gerdel * Süt vb. şeyler koymaya veya hayvanlara yem vermeye yarayan kova biçiminde tahta veya deriden kap.
* Gemilerde temizlik işlerinde kullanılan, saç veya pirinç çemberli tahta kova.gerdirilme * Gerdirilmek işi. gerdirilmek * Gerdirmek işi yapılmak. gerdirme * Gerdirmek işi. gerdirmek * Germek işini yaptırmak. gere gere * Kendine güvenerek.
* Güvenerek.gereç * Bir şey yapmak için kullanılması gereken maddeler, malzeme, materyal. gereği düşünülmek * bir sorunu sonuçlandırmak için tutulacak yolu kararlaştırmak. gereği gibi * nasıl olması gerekli ise öyle. gereğince * Gereği gibi, gereğine göre, gerektiği gibi, mucibince. gerek * Bir şeyin yapılabilmesinin veya olabilmesinin bağlı olduğu (şey), lâzım.
* Güçlü ihtimal belirtir.
* Kelimeleri, kelime öbeklerini, görevdeşöğeleri birleştirme, eşitlik, istenileni seçme gibi anlamlar katarak
bağlar.
* İcap.gerek görmek * yapılmasını istemek. gerekçe * Gerektirici sebep, esbabımucibe.
* Bir önermenin kendiliğinden var kıldığı gereklik.
* Bir yasanın önerilmesi ve hazırlanmasında, yasa tasarısının hazırlanışve maddelerin düzenlenişsebepleri.
* Mahkeme kararlarında, kararın dayandığıyasal ve hukukî sebeplerin gösterilmesi.gerekçe göstermek * gerektirici sebep ve doküman ileri sürmek. gerekçelendirme * Gerekçelendirmek işi veya durumu. gerekçelendirmek * Gerekçeli duruma getirme. gerekçeli * Gerekçeye dayanan, gerekçesi olan. gerekçesiz * Gerekçeye dayanmayan, gerekçesi olmayan. gerekirci * Belirlenimci, determinist. gerekircilik * Belirlenimcilik, determinizm. gerekli * Yapılması, olmasıveya bulunmasıuygun olan, yerinde olan, lüzumlu, vacip. gerekli görmek * yapılması icap etmek. gerekli kılmak * icap ettirmek. gereklik * Gerek olma durumu, lüzum, icap, iktiza. gereklik kipi * Fiilin yapılması gerektiğini belirten isteme kipi. Türkçede bu kip -malı/ -meli ekiyle kurulur: Gelmeliyim,
gelmelisin, gelmeli, gelmeliyiz, gelmelisiniz, gelmeliler gibi.gereklilik * Gerekli olma durumu, lüzum. gerekme * Gerekmek işi, iktiza, istilzam. gerekmek * Bir şeyin yapılabilmesi veya gerçekleşmesi bazınesne, fiil vb. ye bağlı olmak, gerek olmak, lâzım olmak,
icap etmek, iktiza etmek.gerekseme * İhtiyaç. gereksemek * Bir şeyi kendisi için gerek saymak, ihtiyaç duymak, muhtaç olmak. gereksinim * İhtiyaç. gereksinme * Gereksinmek işi veya durumu. gereksinmek * İhtiyaç duymak. gereksiz * Gereği olmayan, yararsız, lüzumsuz. gereksizlik * Gereksiz olma durumu, lüzumsuzluk. gerektirim * Belirlenim. gerektirme * Gerektirmek işi, istilzam. gerektirmek * Gerekli kılmak, icap ettirmek, istilzam etmek. gerelti * Engel, perde. geren * Kuruyunca çatlayan toprak, verimsiz, tuzlu, killi toprak. gergedan * Gergedangillerden, sıcak ülkelerde yaşayan, burnunun üstünde bir veya iki boynuzu bulunan, kalın derili,
saldırıcı bir hayvan (Rhinoceros inducus).gergedan böceği * 4 cm’ye yakın boyda, erkeklerinde sert bir boynuz bulunan ve kurtçuk evresini, ağaç kökü kemirerek
geçiren kın kanatlı böcek (Oryctes nasicornis).gergedangiller * Tek parmaklılar takımına giren gergedanları içine alan bir familya. gergef * Üzerine kumaşgerilerek nakışişlemeye yarar, çoğu dikdörtgen biçiminde olan çerçeve. gergef işlemek * gergefle nakışişlemek. gergi * Perde.
* İp, kayış, tel vb.yi gerginleştirme işinde kullanılan araç.gergili * Gergisi olan. gergin * Gerilmişdurumda olan.
* (cilt için) Buruşuğu, kırışığı olmayan.
* Bozulacak duruma gelmişolan (ilişki).
* Huzursuz, sinirli.