gurbetçilik | * Gurbetçi olma durumu. |
gurbete (veya gurbet ellere) düşmek | * aile ocağından uzak bir yere gitmek. |
gurbete çıkmak | * doğup yaşanılan yerden uzaklaşmak. |
gurbetlik | * Gurbet. |
gurbetzede | * Gurbete düşmüş. |
gurk | * Kuluçka. * Erkek hindi. |
gurk etmek | * tavuk kuluçkuya yatmak isterken veya yavrularınıçağırırken gurk gurk diye ses çıkarmak. |
gurk olmak | * kuluçkaya yatmak üzere bulunmak. |
gurka yatmak | * tavuk civciv çıkarmak için yumurta üzerine oturmak. |
gurklamak | * Kuluçka olmak. * Erkek hindi kabarmak. |
gurlama | * Gurlamak işi. |
gurlamak | * Guruldamak. |
gurme | * Damak zevki olan ve yiyeceklerini titizlikle seçen kimse. |
guruldama | * Guruldamak işi. |
guruldamak | * (sindirim yollarından bir sıvı geçerken) Gur gur diye ses çıkarmak. |
gurultu | * Guruldama sesi. |
gurup | * Bir gök cisminin (Ay, Güneş, yıldız) ufkun altına inmesi. * Özellikle Güneş’in batması, batış. |
gurup etmek | * (Güneşiçin) batmak. |
gurup rengi | * Turuncuya çalan kırmızı. * Bu renkte olan. |
gurur | * Kendini beğenme, büyüklenme, kibir. * Övünme, kurum, çalım. * Onur, şeref. |
gurur duymak | * gururlanmak. |
gurur gelmek | * kurumlanmak. |
gururlanma | * Gururlanmak işi. |
gururlanmak | * Övünmek, büyüklenmek, kurumlanmak. |
gururlu | * Kendi kişiliğine önem veren, onurlu, mağrur. * Kurumlu, çalımlı. |
gururluca | * Gururlu bir biçimde (olan). |
gururuna ağır gelmek | * kişiliğine zor gelmek, büyüklüğünün zedelendiğini düşünmek. |
gururuna dokunmak | * kişiliği zedelenmek, onuru kırılmak. |
gururunu ayak altına almak | * her türlü fedakârlığı göze alıp, taviz vermek, ilkelerden vazgeçmek. |
gururunu okşamak | * yüzüne karşıdeğerlerini belirterek bir kimseyi duygulandırmak. |
gusletme | * Gusletmek işi veya biçimi. |
gusletmek | * Gusül abdesti almak. |
gusto | * Beğeni, zevk. |
gusül | * İslâm dininin gerekli gördüğü durumlarda ve biçimde yıkanıp abdest alma, boy abdesti. |
gusülhane | * Eski evlerde, içinde yıkanılabilir biçimde yapılmışçinko kaplıküçük bölme. |
guşa | * Guatr, cedre. |
gut | * Organizmadaki ürik asidin atılmayarak vücudun bazıyerlerinde, özellikle ayak başparmağında, topuk ve eklem yerlerinde birikmesinden ileri gelen, ağrıve şişlerle ortaya çıkan hastalık, damla hastalığı, nıkris. |
guttasyon | * Kök basıncı ile yapraktan damlalar hâlinde dışarısu atılması. |
guvernör | * Bir kamu kuruluşunu yöneten kimse. |
-gü | * Bkz. -gı/ -gi, -gu / -gü. |
gübre | * Verimini artırmak için toprağa dökülen her türlü hayvan dışkısı, kimyasal veya bitkisel madde, kemre. |
gübre böceği | * Kın kanatlılardan, gübre ile beslenen bir böcek cinsi (Onitis). |
gübre gazı | * Gübreden elde edilen yanıcı gaz, biyogaz. |
gübreleme | * Toprağa gübre dökme, gübre karıştırma. |
gübrelemek | * Verimini artırmak için toprağa gübre dökmek. |
gübrelenme | * Gübre dökülme. * Gelişmesi, yetişmesi için her türlü imkânı sağlama. |
gübrelenmek | * Gübre dökülmek. |
gübreli | * Gübrelenmişolan. |
gübrelik | * Gübre konulan yer. |
gübresiz | * Gübrelenmemişolan. |
Kategori: G
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 53
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 54
güce sarmak * bir işgüç bir duruma gelmek, güçleşmek. gücendirici * Gücendiren, gönül kıran, inciten (biçimde). gücendirme * Gücendirmek işi. gücendirmek * Gücenmesine yol açmak, gönlünü kırmak, incitmek. gücenik * Gücenmiş, kırılmış, incinmiş, küskün. güceniklik * Gücenik olma durumu. gücenilme * Gücenilmek işi veya durumu. gücenilmek * Gücenmek işine konu olmak, herhangi bir kimseye gücenmek. güceniş * Gücenmek işi veya biçimi. gücenme * Gücenmek işi. gücenmek * Birinin beklenilmeyen bir davranışıveya sözü karşısında kırgınlık duymak, üzülmek. gücü * Bez tezgâhında ipliği ayarlayan tezgâh tarağı. gücü gücüne * Zorla, zorlayarak, güçlükle. gücü gücüne yetmek (veya yetmemek) * zorlukla.
* eldeki imkânlarla, ancak altından kalkabilmek, üstesinden gelebilmek.gücü ipliği * Dokumada kullanılan sağlam, kalın iplik. gücük * Kısa, bodur, gelişmemiş, güdük.
* Kuyruksuz, kuyruğu kesik (hayvan).
* Ağaç direklerin hazırlanmasısırasında arta kalan kısa parça.gücük ay * Şubat ayı. gücümseme * Gücümsemek işi veya durumu. gücümsemek * Bir şeyin yapılmasını güç görmek, bir işi isteksiz yapmak. gücün * Dara dar.
* Güçlükle, ancak, zorla.gücüne gitmek * gönlü kırılmak, onuruna dokunmak. gücüne koşmak * bir sorunun kolay çözümü varken onu güçleştirmek. güç * Ağır ve yorucu emekle yapılan, müşkül.
* Yapılmasızor, çetin.
* Zorlukla.güç * Fizik, düşünce ve ahlâk yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet.
* Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvet, takat.
* Sınırsız, mutlak nitelik.
* Büyük etkinliği ve önemi olan nitelik.
* Birim zamanda yapılan iş.
* Bir cihazın, bir mekanizmanın işyapabilme niteliği.
* Siyasî, ekonomik, askerî vb. bakımlardan etki ve önemi büyük olan devlet.
* Bir ulusun, bir ordunun vb.nin ekonomik, endüstriyel ve askerî potansiyeli.
* Yeterliğini ve güvenilirliğini kanıtlamışkimse.
* Bir akarsuyun aşındırma ve taşıma yeteneği.
* Bir toprağın verimlilik yeteneği.-güç * Bkz. -gıç/, -giç, -guç/ -güç. güç beğenir * her şeyden hoşlanmayan, zorlukla karar veren, müşkülpesent. güç belâ * Zorlukla, güçlük çekerek. güç birliği * Mevcut maddî ve manevî imkânları bir araya toplamak, güçleri birleştirme. güç gelmek * bir şeyin yapılmasında zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmak. güç kaynağı * Enerji kaynağı. güç mevkide kalmak * içinden çıkılmasızor bir durumda bulunmak. güçlendirici * Güç veren, güç katan. güçlendirilme * Güçlendirilemek işi. güçlendirilmek * Güçlü duruma getirilmek, güç kazanmasısağlanılmak. güçlendirme * Güçlendirmek işi. güçlendirmek * Güçlü duruma getirmek, güç kazanmasını sağlamak. güçleniş * Güçlenmek işi veya biçimi. güçlenme * Güçlenmek işi. güçlenmek * Güçlü duruma gelmek. güçleşme * Güçleşmek işi. güçleşmek * Güç duruma gelmek, zorlaşmak. güçleştirme * Güçleştirmek işi. güçleştirmek * Güç duruma getirmek. güçlü * Gücü olan.
* Etkisi, önemi büyük olan, forslu.
* Nitelikleri ile etki yaratan, etkili.
* Şiddeti çok olan.güçlü kuvvetli * Sağlığı, gücü, kuvveti yerinde olan.
* Maddî ve manevî bakımlardan gücü, arkası, torpili olan.güçlüğü ( veya güçlükleri) yenmek * bir güçlüğü, zorluğu ortadan kaldırmak. güçlük * Güç olan bir şeyin niteliği, zorluk.
* Ağır ve yorucu emek, zahmet, meşakkat.
* Engel.güçlük çekmek * bir işi çok zor yapmak, zor bir durumla karşılaşmak. güçlük çıkarmak * bir şeyin gerçekleşmesini engelleyici sebepler ileri sürmek. güçlükle * Güç, kolay olmayan bir biçimde. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 49
gözü kapalı * Düşünmeden, duraksamadan.
* Çevresinde olanlardan haberi olmayan.gözü kapalı olmak * çevresinde olup bitenin farkına varmamak, ilgisiz kalmak. gözü kara * Korkusuz. gözü kaymak (veya kaçmak) * gözünde hafifçe şaşılık bulunmak.
* istemeyerek bakıvermak.gözü keskin * Çok iyi gören. gözü kesmek * bir işi yapabilme konusunda kendisine veya başkalarına güvenmek. gözü kesmemek * bir işi yaparken kendine veya başkalarına güvenmemek.
* beğenip seçmemek.gözü kızmak * gözü hiçbir şey görmeyecek ölçüde öfkelenmek. gözü korkmak * daha önce geçirdiği kötü bir denemeden sonra birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği kanısına varmak. gözü kör olsun * bazızorunlu durumlarda zararı istemeyerek kabullenmeyi anlatır.
* ihtiyaç duyulan şeyin yokluğu karşısında söylenir.gözü olmak * bir şeyi ele geçirmek isteği beslemek. gözü olmamak * bir şeye sahip olmayı istememek.
* heves beslememek, fazla önem vermemek.gözü önünde * yanında, mevcudiyetinde. gözü pek * Korkusuz, yürekli, cesur. gözü pek olmak * korkmamak, yılgınlık göstermemek, çok cesur olmak. gözü sönmek * kör olmak. gözü su içmemek * güvenmemek. gözü sulu * Çok önemsiz olaylarda bile gözyaşlarınıtutamayan. gözü takılmak * dikkati çeken bir şeyden bakışlarınıayıramamak. gözü tok * Paraya, mala düşkünlük göstermeyen, aç gözlülük etmeyen. gözü toprağa bakmak * ölmek üzere olmak. gözü tutmak * güvenmek, beğenmek. gözü tutmamak * güvenmemek, beğenmemek. gözü uyku tutmamak * uyuyamamak. gözü yememek * bir işi yapacak güç ve yeteneği kendinde bulamamak. gözü yılmak * daha önceden denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek. gözü yolda (veya yollarda) kalmak * birinin gelmesini merak istek veya özlemle beklemek. gözü yüksekte (veya yükseklerde) olmak * bulunduğu durumdan çok üstün olan bir duruma ulaşma amacını gütmek. gözükme * Gözükmek işi. gözükmek * Görünmek. gözüm çıksın (veya kör olsun) * bir şeyin doğruluğuna inandırmak için edilen ant. gözüm görmesin * bana hiç görünmesin, yüzünü görmek istemem. gözüm! (veya gözümün nuru) * sevgi anlatan bir seslenme. gözün aydın! * sevinçli bir olay dolayısıyla kullanılan bir kutlama sözü. gözünde * bir kimseye göre, nazarında, indinde. gözünde büyümek * bir şey bir kimseye olduğundan güç veya önemli görünmek. gözünde büyütmek * bir kimseyi olayıveya şeyi abartmak. gözünde olmamak * herhangi bir üzüntü veya zor durum dolayısıyla o şeye değer verecek durumda bulunmamak. gözünde şimşek çakmak * sert ve şiddetli darbe yüzünden göz önünde yıldızlar oluşmak.
* çok sevindiğini belli etmek.gözünde tütmek * çok özlemek. gözünden kaçmak * görememek, dikkat edememek. gözünden kaçmamak * dikkatle izlemek. gözünden kıskanmak * üzerine titremek, kollayıp gözetmek. gözünden sürmeyi çalmak * Bkz. gözden sürmeyi çalmak. gözünden uyku akmak * çok uykulu olmak. gözüne bakmak * Bkz. gözünün içine bakmak. gözüne batmak * çok gelmek, tedirgin etmek. gözüne çarpmak * görünür olmak, dikkati çekmek. gözüne dizine dursun * nankörlük eden kimseye söylenen bir ilenme. gözüne girmek * sevgi ve ilgisini kazanmak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 50
gözüne hiçbir şey görünmemek * kendi derdi dolayısıyla hiçbir şeye değer vermemek. gözüne ilişmek * bir şeyi birdenbire, istemeden görmek. gözüne karasu inmek * karasu hastalığıyüzünden gözü görmez olmak.
* gelmesini çok istediği kimsenin uzun süre yolunu gözlemek.gözüne kestirmek * başarabileceğini ummak.
* zevkine uygun bulmak, hoşlanmak.
* uygun bulmak, elverişli görmek.gözüne sokmak * bir kimsenin görmediği veya bulamadığı bir şeyi, ona sert bir tavırla göstermek. gözüne uyku girmemek * hiç uyuyamamak, uykusuz kalmak. gözünü (bir şeye) dikmek * Bkz. gözlerini dikmek. gözünü açmak * uyanık, dikkatli bulunmak. gözünü açmak * görüşünü değiştiren bilgi vermek, uyarmak. gözünü açmak * kadın ilk cinsel ilişkiyi o erkekle kurmuşolmak. gözünü açmak * çevreyi tanımaya başlamak. gözünü ağartmak * Bkz. gözlerini belertmek. gözünü alamamak * bir şeye, bir yere bakmakta iken, gözünü oradan başka bir yere çevirememek. gözünü ayırmamak * bir şeye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak. gözünü bağlamak * düşünce ve duygularınıyanıltmak. gözünü bürümek * ondan başka hiçbir şeyi görmemek, tamamen ona bağlanmak. gözünü çıkarmak * beceriksizce davranmak, zarara uğratmak.
* iyisi dururken en kötüsünü seçmek.gözünü daldan budaktan (veya çöpten) esirgememek (veya sakınmamak) * tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek. gözünü doyurmak * bol bol vermek. gözünü dört açmak * aldanmamak için çok uyanık bulunmak. gözünü gözüne dikmek * başkasının gözüne sürekli olarak bakmak. gözünü hırs bürümek * çok fazla istemek, aşırı istemek.
* çok öfkelenmek.gözünü kan bürümek * adam öldürecek kadar öfkelenmek. gözünü kapamak * ölmek.
* görmezden gelmek.gözünü kırpmadan * çekinmeden, korkusuzca. gözünü kin bürümek * intikam alma duygusundan başka bir şeye önem vermemek. gözünü korkutmak * yıldırmak. gözünü oymak * çok kötülük etmek. gözünü sevdiğim * okşamalık olarak kullanılır. gözünü seveyim * rica veya sevgi sözü. gözünü toprak doyursun * kendinden olan veya kendisine verilen şey ne kadar çok olursa olsun, bununla yetinmeyenler için ilenme
olarak söylenir.gözünü üstünden ayırmamak * sürekli denetim altında bulundurmak. gözünü yıldırmak * Bkz. gözünü korkutmak. gözünü yummak * Bkz. gözünün kapamak.
* ölmek.gözünü yummak * görmemezlikten gelmek. gözünün bebeği gibi sevmek * çok sevmek. gözünün çapağınısilmeden * sabahleyin uyanır uyanmaz. gözünün içine baka baka * cesaret ve soğuk kanlılıkla. gözünün içine bakmak * bir kimsenin üstüne titremek.
* buyruğunu yerine getirmeye hazır bulunmak.
* bir arzunun gerçekleşmesi için gözleriyle birine yalvarmak.gözünün kuyruğuyla (veya ucuyla) bakmak * belli etmemeye çalışarak, başını çevirmeden yandan bakmak. gözünün önünde olmak * sürekli denetimi altında olmak.
* hiç unutmamak, olduğu gibi hatırlamak.gözünün önünden geçmek * hatırlamak. gözünün önünden gitmemek * bir türlü unutamamak. gözünün önüne gelmek * bir şeyi zihinde canlandırmak tasarlamak, hatırlamak. gözünün üstünde kaşın var dememek * birinin her davranışınıhoşgörmek. gözünün yaşına bakmamak * hiç acımamak, hiç merhamet etmemek. gözüyle görmek * bir olaya tanık olmak. gözüyle tartmak * kim ve ne olduğunu anlamak için dikkatle bakmak. gözyaşı * Gözyaşı bezlerinin salgıladığı, bazıetkilerle akan duru sıvıdamlacıklarından her biri. gözyaşı bezeleri * Gözyaşı bezleri. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 51
gözyaşı bezleri * Gözyaşıve göz kapağı bezlerine verilen ad.
gözyaşıetçiğigözyaşımemesi * Gözün iç açısındaki kırmızıçıkıntı. graben * 343 çöküntü hendeği. grado * Bir sıvının içindeki alkol derecesi.
* Derece.gradosu düşmek * itibarıazalmak; derecesi düşmek. grafik * Bir olayın, niceliğin çeşitli durumlarını göstermeye veya birkaç şey arasında karşılaştırma yapmaya yarayan
çizgilerden oluşmuşşekil, çizge.
* Biçim, desen veya çizgilerle gösterme.grafit * Kurşun kalemi ve bazıaraç parçalarının yapımında kullanılan, yumuşak, kolay toz durumuna gelebilen, gri
siyah renkli, yapay olarak billûrlaşabilen bir çeşit doğal karbon.grafolog * Yazıuzmanı. grafoloji * Yazı bilgisi. grafometre * Plânların yapımında, arazi üzerindeki açılarıölçmekte kullanılan araç. gram * C. G. S (santimetre, gram, saniye) sisteminde kilogramın binde biri değerindeki kütle birimi. Kısaltması gr. gramağırlık * Bkz. gramkuvvet. gramaj * Ağırlık ölçüsü, gram. gramatikal * Gramere, gramer kurallarına uygun. gramer * Dil bilgisi.
* Dil bilgisi kitabı.gramerci * Dil bilgisi uzmanı olan (kimse). gramkuvvet * Bir gram kütleye 45° enlemindeki deniz yüzeyinde Yer’in uyguladığıkuvvet, gramağırlık. gramofon * Sesyazar, fonograf. gramsantimetre * Bir gram ağırlığında bir cismin bir santimetre yer değiştirmesini sağlayan enerji birimi, kilogram metrenin
yüz binde biri.granat * Grena. grandi * Geminin baştan ikinci direği. grandük * Büyük bir düklüğün egemenine verilen ad.
* Çarlık Rusyasında prenslere verilen unvan.granit * Kuvars, feldspat, ortoklâz ve mika minerallerinden birleşmiştürlü renkte, billûrsu, çok sert bir tür kayaç. granit gibi * güçlü, dayanıklı, sert. granitleşme * İç kuvvetlerin etkisiyle yer yuvarlağı içindeki kayanın granite dönüşmesi. granül * Bir maddenin en küçük tanesi.
* Stoplâzmada bulunan küçük tanecikler.granülin * Opalin türü. granülit * Kuvars, feldspat, granit, Moskof camı gibi maddelerden birleşmiş billûr kayağan taşkütlesi. gravür * Ağaç, metal veya taş bir yüzeye ayrıkatlar hâlinde değişik renkli boyalar sürüldükten sonra üstteki katları
yer yer kazıyarak alttaki renklerden yararlanma tekniği, kazıma resim.
* Bu teknikle yapılmışresim.gravürcü * Gravür yapan sanatçı. gravürcülük * Gravürcünün işi veya mesleği. gravyer * İsviçre’de yapılan bir çeşit sarı, yağlıpeynir. Grejuva * Rum ateşi. Grek * Eski Yunanlı.
* Eski Yunanlılarla ilgili, eski Yunanlılara özgü olan şey.Grekçe * Eski Yunan dili. grekoromen * Belden aşağısınıtutmamak ve ayaklarla oyun yapmamak gibi kuralları olan güreştürü. gren * Kâğıdın yüzeyinin pürüzlülük derece ve tipinin bir izlenimi. grena * Nar çiçeği renginde bir süs taşı.
* Alüminyum silikat ile kalsiyum, magnezyum, demir veya manganez gibi madenlerden birinin
birleşmesinden oluşmuşçeşitli renkteki mineral.gres * Rafine edilmiş bir yağlama yağı ile bir sabunun, istenen kıvama göre değişen oranlarda iyice
karıştırılmasından elde edilen yarıkoyu yağlama yağı, makine yağı.gres pompası * Makine aksamını gresle yağlamak için kullanılan pompa. gres yağı * Bkz. gres. grev * İş bırakımı. grev gözcüsü * Grevin seyrini kollayan kimse. grev kırıcı * Grevi kırma girişiminde bulunan kimse. grev kırıcılığı * Grevin etkisini azaltmak veya tamamıyla yok etmek amacıyla greve uğrayan işverenin veya ona yardımcı
olan bir başkasının yasal olarak yasaklanmışhareketlerde bulunması.grev sözcüsü * Grev boyunca grevle ilgili beyanlarda bulunmakla görevli kimse. grev yapmak * işi bırakmak. grevci * İş bırakımıyapan kimse, iş bırakımcı. greyder * Altında bulunan ve değişik açılarda çalışabilen bıçağı ile toprağıkesen veya yayan yol makinesi. greyderci * Greyder kullanan, yapan veya satan kimse. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 42
görüşülme * Görüşülmek işi veya biçimi. görüşülmek * Görüşmek işi yapılmak, müzakere edilmek.
* Herhangi biriyle görüşmek.göstere göstere * Açık açık, alenen. gösteren * Gösterilenle birleşerek göstergeyi oluşturan ses veya sesler bütünü. gösterge * Bir şeyi belirtmeye yarayan şey, belirti, im, işaret.
* Bir aracın işlemesiyle ilgili bazıölçümlerin sonucunu kendiliğinden gösteren araç, indikatör.
* Bir durum ile ilgili çeşitli aşamaları gösteren liste.
* Anlamla, biçimin, gösterenle gösterilenin kaynaşmasından oluşan dil birimi, belirtke.gösterge bilimi * İletişim amacıyla kullanılan her türlü gösterge dizgesinin yapısını, işleyişini inceleyen bilim, im bilimi,
semiyoloji, semiyotik.
* (matematiksel mantıkta) Göstergelerin dildeki kullanımlarıveya dille uygulanması.gösteri * İlgi, dikkat çekmek için, bir topluluk önünde gösterilen beceri veya oyun.
* Bir istek veya karşı görüşün, halkın ilgisini çekecek biçimde topluca ve açıkça yapılması, nümayiş.
* Sinema veya tiyatroda film, oyun gösterme işi.
* Birinin veya bir topluluğun kendi duygusunu gösteren sözü veya davranışı, tezahürat.gösteri adamı * Gösterici. gösteri yürüyüşü * Bir topluluğun duygularınıdile getirmek için ana yollar ve alanlarda yürüyerek yapılan gösteri. gösterici * Gösterme özelliği bulunan.
* Gösteri yapan, nümayişçi.
* Fotoğraf, film vb. ni bir yüzeye yansıtmaya yarayan araç, projektör.gösterilen * Göstergenin kavram yönü, gösterenle birleşerek göstergeyi oluşturan içerik. gösteriliş * Gösterilmek işi veya biçimi. gösterilme * Gösterilmek işi. gösterilmek * Görülmesi sağlanmak. gösterim * Görüntülerin gösterici yardımıyla bir yüzeye yansıtılması işi, projeksiyon.
* Sinema, tiyatro, konser gibi sanat dallarında verilen gösterilerden her biri, seans.gösteriş * Gösterme işi veya biçimi.
* Başkalarınıaldatmak, şaşırtmak, korkutmak veya kendini beğendirmek için birinin yaptığıyapay davranış.
* Göze çarpıcınitelik, göz alıcılık.gösterişyapmak * başkalarınıaldatmak, şaşırtmak, korkutmak veya kendini beğendirmek için yapay davranmak. gösterişçi * Gösterişyapmasınıseven, gösterişamacı güden. gösterişçilik * Gösterişçi olma durumu. gösterişe kaçmak * gösterişyapmaya başlamak. gösterişli * Gösterişi olan, göz alıcı, görkemli, saltanatlı. gösterişlice * Biraz gösterişli, oldukça gösterişli. gösterişlilik * Gösterişli olma durumu. gösterişsiz * Gösterişi olmayan, mütevazı.
* Gösterişyapmayan.gösterişsizce * Biraz gösterişsiz. gösterişsizlik * Gösterişsiz olma durumu, sadelik, tevazu. gösterme * Göstermek işi.
* Teşhir, sergileme.gösterme hakkı * Sinema, tiyatro, konser gibi görsel sanatlarda telif hakkı. gösterme parmağı * Elde başparmaktan sonraki parmak, işaret parmağı, şahadet parmağı. gösterme sıfatı * Bir cismi gösterme yoluyla belirten sıfat, işaret sıfatı: Bu kitap, şu adam, o çocuk gibi. gösterme zamiri * Varlıkların yerini, işaret yoluyla belirten zamir, işaret zamiri. gösterme zarfı * Bir fiilin, bir ismin veya bir zarfın anlamını gösterme yoluyla sınırlayan zarf: İşte geldik. Ta uzaklara gitti
gibi.göstermeci * Cinsel organlarını gösteren ruh hastası, ut açıcı, teşhirci. göstermecilik * Cinsel organlarını gösterme biçiminde görülen ruhî sapıklık, ut açıcılık, teşhircilik.
* Kendini üstün gösterme çabası.göstermek * Görülmesini sağlamak, görmesine yol açmak.
* Birini veya bir şeyi işaretle belirtmek.
* Belirtmek, anlatmak.
* Bir şeyin etkisi altında tutulmak.
* Kanıtla inandırmak.
* Öğretmek, açıklamak.
* Yapmasınısöylemek, görevlendirmek.
* Güzelliğini ortaya çıkarmak, temsil etmek.
* Herhangi bir biçimde değerlendirmeye yol açmak.
* Sert bir biçimde karşılık vermek.
* Görünmek, benzemek.
* Etmek.göstermelik * Bir bütünün niteliğini anlatmak için bütünden ayrılıp verilen parça, örnek, numune, mostralık.
* Gösterişi olan.
* Gösterişiçin yapılan.göstertme * Göstertmek işi. göstertmek * Göstermek işini yaptırmak. göt * Anüs.
* Alt taraf, dip.
* Kaba et, kıç, popo.
* Güç veya yüreklilik.götten bacaklı * kısa boylu. götün götün * Geri geri, kıçın kıçın. götürme * Götürmek işi. götürmek * Taşımak, ulaştırmak veya koymak.
* Bir kimseyi bir yere kadar yanında yürütmek.
* Bir şeyi yakından uzağa götürmek.
* Yerinden ayırıp uzağa atmak veya yok etmek.
* Öldürmek.
* Dayanmak, katlanmak, tahammül etmek.
* Birinin yanında yürüyüp ona bir yere kadar arkadaşlık etmek.
* Bir sonuca vardırmak.
* Güvenlik görevlileri tarafından yakalanmak.
* Kaybolmasına, yok olmasına yol açmak.
* Yok olmasına sebep olmak, ifna etmek.
* Tümüyle sahip olmak.götürtme * Götürtmek işi. götürtmek * Götürülmesini sağlamak. götürü * Toptan, olduğu gibi. götürü iş * Toptan yapılan iş. götürü pazarlık * Bir işin bütünü ile ilgili olarak fiyatıüzerinde anlaşma. götürü tur * Fiyatı, ulaşım, otel, gezi vb. hizmetlerin tamamınıveya büyük bir bölümünü kapsayan tur. götürücü * Götüren, yönelten. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 43
götürülme * Götürülmek işi. götürülmek * Götürmek işi yapılmak veya götürmek işine konu olmak. götürüm * Dayanma, sabır, tahammül. götürümlü * Götürümü çok olan, sabırlı, mütehammil. götürümsüz * Götürümü az olan. götürüş * Götürmek işi veya biçimi. gövde * Bir şeyin asıl toplu bölümü.
* İnsan bedeni.
* Hayvanlarda baş, ayak ve kuyruktan, ağaçlarda kök ve dallardan geri kalan bölüm.
* (kasaplıkta) Kesilmişhayvanın, sakatatlarıalındıktan sonraki durumu.
* Köklere yapım eklerinin getirilmesiyle ortaya çıkan türev.gövde gösterisi * Aynıamaçta birleşenlerin güçlerini göstermek için büyük bir kalabalıkla yaptıkları gösteri. gövdelenme * Gövdelenmek işi. gövdelenmek * Gövde oluşmak.
* (gövde için) Kalınlaşmak, belirgin duruma gelmek.gövdeli * İri yapılı. gövdesel * Gövde ile ilgili. gövdesiz * Gövdesi olmayan.
* Görünürde gövdesi olmayan.gövdesizlik * Gövdesi olmama durumu. gövdeye atmak (veya indirmek) * oburca yemek. gövek * Cevizin yeşil kabuğu. gövel * Yeşil başlı(ördek). gövem * Sığırlara dadanan zar kanatlı bir tür sinek. gövem eriği * Bkz. akdiken. göveri * Yeşillik, göverti, sebze, zerzevat. göveriş * Gövermek işi veya biçimi. göverme * Gövermek işi. gövermek * Yeşermek.
* Morarmak.göverti * Göveri, sebze, zerzevat. göymek * Yakmak. göynük * Yanık.
* Orman yakılarak açılan tarla.
* Güneşte yanmış.
* İyice olmuş(yemiş).
* Acısı olan, elemli.göynüme * Göynümek durumu. göynümek * Dertlenmek, üzülmek, içlenmek.
* Ham meyve olgunlaşmak.göyük * Yanık, yanmış.
* Hastalık ateşi, humma.göyünme * Göyünmek işi. göyünmek * Bkz. göynümek. göz * Görme organı.
* (bazıdeyimlerde) Görme ve bakma.
* İyi veya kötü nitelikler, tutkular, duygular anlatan bakış.
* Bakış, görüş.
* Suyun topraktan kaynadığıyer, kaynak.
* Delik, boşluk.
* İçine girilen, öteberi konulan, bölümleri olan bir şeyin her bölmesi.
* Çekme, çekmecelerin her biri.
* Terazi kefesi.
* Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar.
* Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı.
* Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri.
* Bölüm, hane.
* Bazıyaraların uç bölümü.göz açamamak * yoğun işler yüzünden bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak. göz açıp kapayıncaya kadar * çok kısa bir zamanda. göz açtırmamak * başka bir işyapmasına vakit veya imkân vermemek. göz akı * Göz yuvarının dışınısaran, katılgan dokudan oluşmuş, dayanıklı beyaz çeper. göz alabildiğine * gözün görebileceği en uzak yerlere kadar. göz alıcı * Güzelliği ile ilgi çeken, alımlı, göze çarpan. göz almak * güzelliği ile dikkati çekmek; göz kamaştırmak. göz altıkremi * Gözaltımorluklarını, torbalanmalarını gideren bir krem türü. göz ardıetmek * gereken önemi vermemek. göz aşısı * Dal üzerindeki gözelere yapılabilen ağaç aşısı. göz aşinalığı * Uzaktan zaman zaman görmekten ileri gitmemiştanışıklık. göz atmak * kısaca bakıvermek. göz aydına gelmek (gitmek) * birine kavuştuğu sevindirici bir durum dolayısıyla “gözün aydın” demeye gitmek. göz bağcı * Göz bağıyapan kimse, illüzyonist. göz bağcılık * Gözü aldatmak amacıyla özel olarak hazırlanmış araçlarla göz bağıyapma sanatı, illüzyonizm.
* El çabukluğu ile göz boyama.göz bağı * El çabukluğu ve ustalıkla gerçekte olmayan bir şeyi oluyor gibi gösterme işi.
* Aklıve duygularıyanıltan sebep.göz bankası * Gerektikçe başkalarına aktarılmak için ölümlerinden hemen sonra gönüllülerin gözündeki saydam
tabakanın alınıp saklandığı göz kliniği.göz banyosu * Göz hastalıklarının iyileştirilmesi için yapılan banyo.
* Hoşlanarak kadınlara bakma. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 44
göz bebeği * Işığın azlığına veya çokluğuna göre büyüyüp küçülen, gözde irisin ortasındaki yuvarlak delik.
* Çok sevilen, önem verilen (kimse vb.).göz bilimi * Gözün yapısının, çalışmasının ve hastalıklarının incelendiği hekimlik dalı, oftalmoloji. göz boncuğu * Nazar değmesin diye takılan göz biçimindeki boncuk nazar boncuğu. göz boyamacılık * göz boyamak işi. göz boyamak * kandırmak, yanıltmak; gösterişle aldatmak. göz değmek * uğursuzluk, kötülük getirdiğine inanılan kıskanç veya hayran bakışlar dolayısıyla kötü bir duruma düşmek. göz demiri * Gemilerin baştarafında bulunan, her zaman kullanılan büyük çapa. göz dikeği * Pek çok istenerek üzerine düşülen şey. göz dikmek * bir şeyi ele geçirmek isteğine kapılmak. göz dişi * Üst çenedeki köpek dişlerinden her biri. göz doldurmak * görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek. göz doyurmak * (bir şey) gözü, görünüşü ile umulduğundan çok etkilemek. göz emeği * Gözü çok yoran ince iş. göz erimi * Ufuk. göz etçiği * Gözün iç açısındaki kırmızıçıkıntı. göz etmek * gözle işaret etmek. göz evi * Bkz. göz yuvası. göz gezdirmek * derinlemesine incelemeden okumak.
* bir yeri, bir şeyi çabucak incelemek.göz göre göre * belli ve apaçık olarak, herkesin gözü önünde. göz görmeyince gönül katlanır * yakınımızda bulunmayanların özlemine, acısına daha kolay dayanabiliriz. göz göz * üzerinde birçok göz (delik) bulunan.
* oda oda.göz göz olmak * üzerinde birçok göz (delik) oluşmak veya bulunmak. göz göze * Bakışlarıkarşılaşarak. göz göze gelmek * her iki tarafın bakışlarıkarşılaşmak. göz gözü görmemek * yoğun sis, duman, toz gibi sebeplerle hiçbir şey görülememek. göz hakkı * Görülüp de imrenilebilecek yiyeceklerden, görenlere çıkarılan pay. göz hapsi * Bir kimseye bulunduğu yerden ayrılmaması biçiminde verilen ceza. göz hapsine almak * bakışlarınıüzerinden ayırmamak, gözetlemek, hiçbir davranışını gözden kaçırmamak. göz kadehi * Göz banyosu için kullanılan kadeh biçimindeki kap. göz kamaştırıcı * muhteşem, çok güzel, parlak, görkemli. göz kamaştırmak * kuvvetli ışık veya parlaklık, kısa bir zaman için görüşü bulandırmak.
* bir niteliğiyle hayran bırakmak.göz kapağı * Göz yuvarlarının önünde bulunan, birbirine yaklaşarak gözü örten, kenarlarında kirpikler bulunan
koruyucu organ.göz kararı * Ölçü veya tartı ile değil, gözle oranlanarak belirlenen miktar. göz kaşsüzmek * dikkatle ve hissettirmeden bakışlarla kontrol altında tutmak. göz kesesi * Gözlerin hemen altında derinin ve kasların bozulmasısonucu oluşan şişkinlik. göz kesilmek * bütün dikkatiyle bakmak. göz kırpmadan * acımadan, merhamet etmeden.
* hiç duraksamadan, hiç çekinmeden.göz kırpmak * göz kapağınıkapayıp açmak.
* başkasına söylediklerinin doğru olmadığını işaretle anlatmak için, benimsediği kimseye bakarak gözünü
kapayıp açmak.göz kırpmamak * hiç uyumamak. göz koymak * bir kimseyi veya bir şeyi ele geçirmeyi istemek. göz kulak olmak * gözetmek, korumak, bakmak.
* görme, işitme yoluyla bilgi edinmeye çalışmak.göz kuyruğu * Gözün şakak tarafındaki ucu. göz kuyruğuyla bakmak * göz ucuyla bakmak. göz memesi * Göz etçiği. göz merceği * Gözün ön tarafında bulunan ve dışardaki cisimlerin görüntüsünün ağtabaka üzerine düşmesini sağlayan
mercek biçiminde saydam organ.göz nuru * Görme yeteneği.
* Değerli bir işortaya çıkarmak için gözleri çok yoran.göz nuru dökmek * göz emeği harcamak. göz nuru dökmek * fazla emek sarfetmek. göz önü * Görülebilen, yakın yer. göz önünde * apaçık, belirgin, aşikâr olarak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 45
göz önünde tutmak (veya bulundurmak) * herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağınıhesaba katmak, dikkate almak. göz önüne almak * önceden düşünmek, hesaplamak, dikkate almak. göz önüne getirmek * zihinde canlandırmak, tasarlamak. göz pencere * Çatıkatlarında veya kapıüstlerinde yuvarlak veya oval biçimli, genellikle süslü küçük pencere. göz pınarı * Gözün burun tarafındaki ucu. göz sevdası * Yalnız bakmakla yetinilen aşk. göz süzmek * baygın ve anlamlı bakmak. göz taşı * Bazı göz, deri, bitki hastalıklarında ve bağcılıkta kullanılan, koyu mavi renkte zehirli bir tuz, bakır sülfat
(Cu SO4).göz ucu * Yan göz. göz ucuyla bakmak * belli etmemeye çalışarak başını çevirmeden yandan bakmak. göz ucuyla bakmak * yan gözle bakmak, farkettirmeden gözlemek. göz ucuyla görmek * fark etmek. göz ucuyla süzmek * iyice tanımak, bilmek veya dikkat çekmek amacıyla hafif kısık gözle incelemek, bakmak. göz var, izan var * bir şeyin göz ve akıl yoluyla anlaşılacağınıanlatır. göz yıldırmak * gözünü korkutmak. göz yoklaması * Başkalarının dikkati onun üzerinde olmak, kendisini izleyenlerin değerlendirmesi dikkatlice görme, göz
hapsinde tutma.göz yummak * kusurları görmemezlikten gelmek, hoşgörmek, bağışlamak.
* umudunu kesmek,umutsuzluğa düşmek.göz yummamak * hiç uyumamak.
* hoşgörmemek, bağışlamamak.göz yuvarı * Kafatasında bir çukur içine yerleşmiş bulunan, gözün yuvarlak olan parçası. göz yuvası * Göz yuvarlarının içinde bulunduklarıkemik oyuklardan her biri, göz evi. gözaltı * Birinin, güvenlik kuvvetlerince belli bir yerde belli bir süre alıkonulması, nezaret. gözaltına almak * birini güvenlik kuvvetlerince belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak. gözaydın etmek * güzel bir olay için kutlamak, iyi dileklerde bulunmak. gözcü * Gözlemek veya gözetlemek işini yapan kimse.
* Göz hekimi.
* Sınavda, sınavın kurallara uygun bir biçimde yapılmasınısağlayan kimse.gözcülük * Gözcünün işi.
* Göz hekimliği.gözcülük etmek * kollamak, sağısolu kolaçan etmek. gözdağı * Sonradan verilecek bir ceza ile korkutma, yıldırma, tehdit. gözdağıvermek * sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yıldırmak, tehdit etmek, caydırmaya çalışmak. gözde * Benzerleri arasında nitelikleri sebebiyle üstün tutulan, beğenilen, önem verilen (kimse veya şey).
* Önemli bir kimsenin beğendiği kadın.gözden çıkarmak * bir mal, para, değer yargısıvb. maddî veya manevî varlığın elden çıkarılmasınıkabul etmek. gözden düşmek (veya düşürmek) * sevgi ve ilgiyi yitirmek (veya yitirtmek). gözden geçirmek * okumak.
* niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak, incelemek, muayene etmek.
* (araç, motor vb. için) çalışıp çalışmadığını inceleme, deneme, denetleme işi.gözden gönülden çıkarmak * hiç önem vermemek, ilgisini kesmek. gözden ırak olan gönülden de ırak olur * ayrıdüşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır. gözden kaçırmak * dalgınlıkla görmemek. gözden kaçmak (veya gözünden kaçmak) * görülmemek, farkına varılmamak. gözden kaybetmek * görünmemek, ortadan çekilip gitmek. gözden kaybolmak * ortadan çekilmek veya görünmez olmak. gözden nihan olmak * görünmez olmak, kaybolmak. gözden sürmeyi çalmak (veya çekmek) * hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak. gözden uzak tutmak * önem vermemek, arka plâna itmek. gözden uzaklaşmak * ayrılıp başka yere gitmek, görünmez olmak. göze * Hücre.
* Su kaynağı.göze almak * gelebilecek her türlü zararıve tehlikeyi önceden kabul etmek. göze batmak * aşırıderecede görünür olmak.
* tedirgin etmek, uygunsuz veya yakışıksız görünmek.
* çekememezliğe yol açmak.göze bilimi * Sitoloji, hücre bilimi. göze çarpmak * dikkati üzerine çekmek. göze diken olmak * herkesin kıskançlığıkendisine çevrilmek. göze girmek * davranışve yetenekleriyle ilgi ve önem kazanmak. göze görünmek * belli, açık olmak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 46
göze görünmemek * ortaya çıkmamak, ortalıkta dolaşmamak, saklanmak.
* kendisi var olduğu hâlde göz onu görememek.göze göz * Aynı biçimde acısınıçıkarma, misilleme. göze yasak olmaz * bir kimseye veya nesneye bakılmasınıkimse önleyemez. göze yutarlığı * Vücuda giren mikropların yutar hücreler tarafından yutulup yok edilmesi, hücre yutarlığı, fagositoz. göze zarı * Hücre zarı. gözeler arası * Dokularda gözelerin arasında yer alan, hücreler arası. gözeme * Gözemek işi. gözemek * Kumaştaki deliği örerek kapatmak.
* Dikilen bitkilerin seyrek yerlerini sıklaştırmak.gözene * Kovandan bal alırken arılardan korunmak için başa giyilen, ön tarafıtelden başlık. gözenek * Delikli bir nesnenin deliklerinden her biri.
* Bitkilerde solunum ve fotosentez için gerekli okjisen ve karbondioksit alışverişine, suyun buhar olarak
dışarıatılmasına yarayan, yaprakların alt yüzeyinde çok sayıda bulunan, hücreler arasındaki mikroskobik deliklerden
her biri, mesame.
* Canlıdokularda dışderi üzerindeki küçük, basit açıklık, mesame.
* Güneşyüzeyinde görülen küçük yuvarlak, kara lekelerden her biri.
* Bir malzemenin içinde irili ufaklı boşlukların bulunmasıhâli süngerimsi görünüş.
* Pencere.
* Bir işlemede, örgüde, ipliklerin kesilmesi, ayrıtutulmasıyoluyla oluşturulan boşluk, ajur.gözenekli * Gözenekleri olan. gözeneklilik * Gözenekli bir cismin niteliği. gözeneksiz * Gözenekleri olmayan. gözeneksizlik * Gözeneksiz olma durumu. gözer * Buğday, toprak gibi şeylerin elendiği iri gözlü kalbur. gözetici * Gözetme yapan, koruyucu, bakıcı, kollayıcı.
* Yarışçılarıaralarındaki açıklığa göre derecelendiren yarışlık şartlarında, ellişer metre aralıkla dönemeçlere
dizilen en az dört gözlemciden her biri.gözetilme * Gözetilmek işi. gözetilmek * Gözetmek işi yapılmak veya gözetmek işine konu olmak. gözetim * Gözetme işi, nezaret.
* Himaye.
* Gözaltı.gözetime almak * Bkz. gözaltına almak. gözetiş * Gözetmek işi veya biçimi. gözetleme * Gözetlemek işi. gözetleme deliği * Kapının dışındakileri görmeye yarayan ve kapı ortasında açılmışmercekli delik. gözetlemek * Birine veya bir şeye gizlice bakmak.
* Birinin yaptıklarını belli etmeden izlemek.gözetleniş * Gözetlenmek işi veya biçimi. gözetlenme * Gözetlenmek işi. gözetlenmek * Gözetlemek işi yapılmak. gözetletme * Gözetletmek işi veya durumu. gözetletmek * Gözetlemek işini birine yaptırmak. gözetleyici * Gözetlemek işini yapan (kimse). gözetleyiş * Gözetlemek işi veya biçimi. gözetme * Gözetmek işi. gözetmek * Korumak, bakmak, özen göstermek, himaye etmek.
* Önem vermek, göz önünde bulundurmak, ayrıtutmak.
* Kollamak, kayırmak, beklemek.
* Bir sonuca giderken bütün ayrıntıve etkenleri dikkate almak.gözetmen * Okullarda öğrenciler arasında düzeni sağlamakla görevli kimse, mubassır.
* Film çalışmalarında yapımcıadına filmin sanat, teknik ve para yönünü düzenleyen kimse.gözetmenlik * Gözetmenin yaptığı iş. gözettirme * Gözettirmek işi. gözettirmek * Gözetmek işini yaptırmak, gözetmesini sağlamak. gözgü * Ayna. gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek * çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek. gözle yemek * bir şeye çok istekle ve dik dik bakmak.
* göz değdirmek.gözleği * Gözetleme yeri.
* Dağların yüksek yerlerinde nişan almak için ağaç veya taştan yapılan belli yer.gözlem * Bir nesnenin, olayın veya bir gerçeğin, niteliklerini bilmek amacıyla, dikkatli ve plânlı olarak ele alınıp
incelenmesi, müşahede.
* İnceleme sonucu elde edilen değer, müşahede.
* Çeşitli araç ve gereçlerin yardımıyla olayların sebeplerini bilmek için uygulanan bilimsel yöntem.
* Bir yazıveya eseri yazmaya başlamadan önce konusuyla ilgili gerekli bilgi, deney, inceleme ve araştırma
yapma işi.
* Bir gök cismini veya olayınıçıplak gözle veya bir araç yardımıyla izleyerek, görülen değerleri tespit etme
işlemi, rasat.gözlem evi * Gök gözlemleri yapan, gök cisimlerini ve olaylarını inceleyen yer, rasathane, observatuvar. gözlemci * Dikkatle, eleştirici bir gözle gözlem yapan kimse, müşahit.
* Bir konferans, kongre vb. ne katılan, genellikle söz alma ve önerge verme hakkı olmayan, toplantılarıkendi
veya başkasıadına izleyen kimse, müşahit.gözlemcilik * Gözlemcinin yaptığı iş. gözleme * Gözlemek işi, tarassut.
* Gök bilimi veya meteorolojide özel araçlarla inceleme.gözleme * Sacda veya yağda kızartılan, tatlıveya tuzlu bir hamur işi. gözleme * Meralarda yağışın toprakla tutulmasıve yem üretiminin artırılmasıamacıyla, 40-50 cm aralıklarla 15-20 cm
çapında ve 7-8 cm derinliğinde çukurlar açılması.gözlemeci * Gözleme yapan veya satan kimse. gözlemecilik * Gözlemecinin işi veya mesleği. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 47
gözlemek * Bir şeyin olmasınıveya bir kimsenin gelmesini beklemek, intizar etmek.
* Dikkatle bakmak, tarassut etmek.
* İncelemek, araştırmak.
* Gizlice bakmak, gözetlemek.gözlemleme * Gözlemlemek işi. gözlemlemek * Gözlemek.
* Dışdünyadaki bir şeyi iyi bilmek için dikkati onun üzerinde tutmak, müşahede etmek.gözlenme * Gözlenmek işi. gözlenmek * Gözlemek işi yapılmak veya gözlemek işine konu olmak. gözler önüne serilmek * görülmek, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmak. gözler önüne sermek * açıklamak, sergilemek, göstermek, tanıtmak. gözleri açılmak * uyanmak.
* Bkz. gözü açılmak.gözleri bayılmak * uyku, istek gibi herhangi bir durum gözlerinden belli olmak. gözleri berraklaşmak * bakışlarıdaha canlıve parlak olmak. gözleri buğulanmak (veya bulutlanmak) * gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek. gözleri çakmak çakmak (olmak) * ateşli hastalık veya öfkeden gözleri kızarmışve parlamışolmak. gözleri çekik * gözleri şakaklara doğru gerilmişolan. gözleri çukura gitmek (veya kaçmak) * aşırıyorgunluktan göz çevresi kararmak veya çökmek. gözleri dolmak (veya dolu dolu olmak) * ağlayacak kadar duygulanmak. gözleri dönmek * (aşırıateşten veya can çekişirken) gözlerin renkli bölümü kapakların altında kalarak görünmemek.
* öfkesinde ne yaptığını bilmemek.gözleri evinden (veya yuvalarından) uğramak (veya fırlamak) * korku, öfke ve telâşı gözlerinden belli olmak. gözleri fal taşı gibi açılmak * büyük bir şaşkınlık veya öfkeden dolayı gözler doğal olmayan bir biçimde açılmak. gözleri fıldır fıldır etmek * şeytanca ve çapkınca bakmak. gözleri ışık içinde (veya ışıklı) * güçlü ışık yüzünden bakamamak.
* çok neşeli, mutlu, heyecanlı.gözleri kamaşmak * hayran olmak, büyülenmek. gözleri kan çanağına dönmek (veya gözleri kanlanmak) * uykusuzluk, yorgunluk, ağlama gibi sebeplerle gözleri çok kızarmak.
* sinirden, öfkeden, hiddetten gözleri irileşmek ve kızarmak.gözleri kapanmak * ölmek.
* çok uykusu gelmek.gözleri kararmak * başdönmesi, açlık, yorgunluk gibi sebeplerle iyi göremez olmak. gözleri parlamak * gözlerinde sevinç ve istek belirmek. gözleri sulanmak * gözlerine yaşgelmek. gözleri süzülmek * göz kapaklarıhafifçe kapanmaya başlamak. gözleri takılıp kalmak * (bir şeyden) gözlerini ayıramamak. gözleri velfecri okumak * kurnazlığı gözlerinden belli olmak. gözleri yaşarmak * gözleri sulanmak.
* duygulanmak.gözleri yollarda kalmak * birinin gelmesini, merak, istek veya özlemle beklemek. gözlerinde şimşek (veya şimşekler) çakmak * çok kızmak, öfkelenmek.
* çok üzücü bir sebeple sarsılmak.gözlerinden okumak * (birinin) içinden geçenleri bakışlarından sezmek. gözlerine inanamamak * hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir şeyin görülmesi karşısında şaşırmak. gözlerine uyku girmemek (veya gözlerini uyku tutmamak) * hiç uyuyamamak. gözlerini (veya gözünü) oymak * birine çok kötülük etmek. gözlerini açmak * uyanmak.
* kendine gelmek, ayılmak.gözlerini alamamak * bakışlarınıayıramamak. gözlerini bayıltmak * gözlerini yarıkapamak. gözlerini belertmek * gözlerini, akıçok görünecek biçimde açmak. gözlerini bitirmek * gözlerini aşırıyormak. gözlerini devirmek * öfke ile bakmak. gözlerini devirmek * öfke ile bakmak. gözlerini dikmek * dikkatle bakmak, gözünü ayırmadan bir yere veya bir kimseye bakmak. gözlerini fal taşı gibi açmak * şaşkınlıkla, hayretle bakmak. gözlerini kaçırmak * biriyle göz göze gelmemek için gözlerini başka tarafa çevirmek. gözlerini kan bürümek * Bkz. gözünü kan bürümek. gözlerini kapamak * ölmek. gözlerinin içi gülmek * çok sevindiği yüzünden, gözlerinden belli olmak. gözlerinin içine kadar kızarmak * utancından yüzü çok kızarmak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 48
gözletme * Gözletmek işi. gözletmek * Gözlemek işini yaptırmak. gözleyici * Gözlemci, müşahit, rasıt. gözleyiş * Gözlemek işi veya biçimi. gözlü * Herhangi bir biçimde veya renkte gözü olan.
* Bölmesi veya gözleri olan.
* Deliği olan.gözlük * Görme bozukluğu olan gözlerin daha iyi görmesine veya gözleri korumaya yarayan, bir çerçeveye
yerleştirilmişçift camdan oluşan araç.
* Atların çevreden ürkmemeleri için gözlerinin iki yanına takılan siper.
* Gözene.gözlük takmak * gözlük kullanmak.
* iyi görmek, dikkat etmek.gözlükçü * Gözlük satan veya onaran kimse.
* Gözlük satma ve onarma işlerinin yapıldığıdükkân.gözlükçülük * Gözlük satma işi.
* Gözlüğe cam takma, gözlük çerçevesi onarma işi.gözlüklü * Gözlük takmışolan, gözlük kullanan. gözlüklü yılan * Kobra. gözlüksüz * Gözlüğü olmayan, gözlük takmamışolan. gözsüz * Gözü olmayan.
* Görmez, âmâ, kör.gözü (veya gözleri) kararmak * başıdönmek, hafif baygınlık geçirmek.
* umutsuzluğun veya aşırı bir isteğin etkisi altında ne yaptığını bilmez duruma gelmek.gözü (veya gözleri) üstünde (kalmak) * kıskançlık sebebiyle herkesin ilgisini çekmek.
* herkesin dikkatini çekmek.gözü aç * Doymak bilmeyen, aç gözlü. gözü açık * Uyanık, becerikli. gözü açık gitmek * gerçekleşmesini çok istediği bir dileğine erişmeden ölmek. gözü açıklık * fırsattan yararlanma, kurnazca davranma. gözü açılmak * iyiyi kötüyü veya kendisine yarayanıayırt eder duruma gelmek. gözü akmak * gözü yaralanıp kör olmak. gözü alışmak * önceden iyi göremediği bir şeyi sonradan görür olmak.
* bir şey ilk etkisini yitirmek, yadırganmaz olmak.gözü almamak * bir işi becerebileceğine inanmamak, yadırganmaz olmak. gözü arkada kalmak * bırakılan bir şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek. gözü bağlı * Aymaz, gafil.
* Sorup soruşturmaksızın, bakıp anlamadan.gözü bağlı olmak * bağlanmak, tutulmak.
* büyülenmiş bulunmak.gözü bir şeyde (veya bir şeyin üzerinde) olmak * dikkati bir yerde toplanmak. gözü bulanmak * bulanık görmeye başlamak. gözü büyükte olmak * büyük emeller beslemek. gözü çıkasıca * ilenç olarak söylenen söz. gözü çıkmak * gözün kör olsun. gözü dalmak * gözü bir noktaya dikili olarak dalgın bakmak. gözü dışarda * Evine, eşine bağlı olmayıp başkalarıyla da ilişki kuran. gözü doymak * çok istenen bir şeyin yeterli miktarıelde edildikten sonra daha çoğunu istememek. gözü dönesi * “geberesi” anlamında bir ilenç. gözü dönmek * aşırı bir isteğin, öfkenin etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek. gözü dumanlanmak * öfkeden gözü hiçbir şey görmez duruma gelmek. gözü dünyayı görmemek * hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek. gözü gibi sakınmak (saklamak veya esirgemek) * bir şeye aşırı ilgi göstermek, önemle bakıp korumak. gözü gibi sevmek * pek çok sevmek. gözü gitmek * bir şeyi istemeden görmek, elinde olmayarak bakmak. gözü gönlü açılmak * neşelenmek, ferahlamak. gözü gönlü tok * Bkz. gönlü tok. gözü görmemek * görmez olmak.
* belli bir şeyden başka bir şeyle ilgilenmemek.
* öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek.gözü görmez olmak * artık ona değer vermemek. gözü göz değil * iyi insan olmadığıyüzünden, bakışından belli oluyor. gözü hiçbir şey görmemek * heyecana kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek. gözü ısırmak * bir kimseyi tanıyacak gibi olmak. gözü ilişmek * birdenbire veya istemeden görmek. gözü kalmak * elde edemediği bir şeye karşı isteği sürmek.
* elde edemediği bir şeyi kıskanmak.