Kategori: G

  • Türkçe Sözlük G Sayfa 41

    görülmemiş * O güne kadar karşılaşılmamış, şaşılacak nitelikte olan.
    görüm * Görme yetisi.
    görümce * Bir kadına göre kocanın kız kardeşi.
    görümcelik * Görümce olma durumu.
    görümcelik yapmak (veya etmek) * (görümce) geline kötü davranmak.
    görümlük * Yalnız görülmek için konulan nesne.
    * Nişanlanan kıza, ilk kez görmeye gidildiğinde erkek tarafından takılan veya verilen armağan.
    görümsetme * Sinema filmlerinden kesilmiş bölüm.
    * Ekrandaki müzik programlarında arka zemin olarak hazırlanmışgörüntüler, klip.
    göründü Sivas’ın bağları * umutla beklenen sonuç ters yönde gelişti.
    görünen köy kılavuz istemez * belli gerçekler karşısında duraksamak yersizdir.
    görüngü * Duyularla algılanabilen her şey, fenomen.
    görüngü bilimi * Algılanan görüngeler öğretisi, olay bilimi, fenomenoloji.
    görüngücülük * Gerçek olanın yalnızca görüngüler olduğunu öne süren görüş, olaycılık, fenomenizm.
    görünme * Görünmek işi.
    görünmek * Görülür duruma gelmek, görülür olmak.
    * İzlenim uyandırmak.
    * Benzemek, görünüşünde olmak.
    * Azarlamak.
    görünmez * Görünmeyen, beklenmeyen.
    görünmez kaza * Hiç umulmadık zamanda, umulmadık biçimde olan kaza.
    görünmez olmak * gözden kaybolmak.
    görüntü * Gerçekte var olmadığıhâlde varmışgibi görünen şey, hayalet.
    * Herhangi bir nesnenin mercek, ayna gibi araçlarla oluşturulan biçimi; herhangi bir nesnenin bazıışık
    olaylarısonucu elde edilen biçimi, hayal.
    * Bir film üzerinde sıralanmışresimlerin gösterici yardımıyla görüntülüğe art arda düşürülmesi sonunda
    hareketin yeniden kurulmasıyla ortaya çıkan görünüş; görüntülük üzerindeki hareketli resimler bütünü.
    * Sayıdoğrusu üzerinde bir sayıya karşı gelen nokta.
    * Manzara.
    görüntüleme * Görüntülemek işi.
    görüntülemek * Belirli bir konuyu buna en yakın görüntüler içinde tasarlamak, yaratmak, gerçekleştirmek.
    görüntüleyici * Görüntülemeyi sağlayan alet.
    görüntülük * Ekran.
    görüntüsel * Görüntüye dayanan.
    görünüm * Bir şeyin dıştan bakılınca görünen biçimi, görünme durumu, manzara.
    * Fiil kavramlarında oluş biçimi: Atıldıatılacak, düştü düşecek, gelmişolmak, gidecek olmak gibi.
    görünümlü * Görünümü olan.
    görünür * Görünen, gözle görülebilen.
    * Belli, apaçık göze çarpan.
    görünürde * Dıştan bakınca, görünüşe göre, ortada, meydanda.
    görünürlerde * Ortalıkta, meydanda.
    görünürlük * Görülebilen bir şeyin niteliği.
    görünüş * Gözün ilk bakışta veya zihnin dolaysız olarak algıladığışey.
    * Gerçeğe uymayan dışgörüntü, zevahir.
    * Bulunulan bir yerden görülebilen alan, manzara.
    * Fiillerin belirttiği oluşların süresi, gelişmesi ve bitmesiyle ilgili bütün biçimleri kapsayan gramer kategorisi.
    görünüşalmak * gibi, benzer görünmek.
    görünüşte * Dıştan göründüğüne göre, görünene inanmak gerekirse, görünene bakılırsa.
    görünüşü kurtarmak * Bkz. zevahiri kurtarmak.
    görüp göreceği rahmet bu * göreceği iyiliğin bütünü, göreceği tek iyilik.
    görüp gözetmek * korumak, yardım etmek, mukayyet olmak.
    görüş * Gözle bir şeyi algılama yetisi.
    * Bir olay, varlık veya düşünce üzerinde varılan yargı, fikir.
    * (ceza evi, hastahane için) Ziyaret.
    görüşaçısı * Bir şeyi görebilme alanı.
    * Bakışaçısı.
    görüşayrılığı * Bir görüşveya düşüncede farklıdeğerlendirmede bulunma, farklıdüşünme.
    görüş bildirmek * bir konuda elde edilen düşünce ve tecrübeleri vermek.
    görüş birliği * Aynı görüşve düşüncede olma.
    görüş sahibi * Görüşveya düşünce ileriye süren kimse.
    görüştarzı * Düşünceleri açıklama biçimi.
    görüşme * Görüşmek işi, mülâkat, müzakere.
    görüşme yapmak * tartışmak, müzakere etmek.
    görüşmeci * Görüşmeye giden kimse.
    görüşmek * Buluşup konuşmak, konuşup sohbet etmek.
    * Dostluk, ahbaplık etmek.
    * Bir iş, bir konu üzerinde karşılıklıdüşünceleri ileri sürmek, müzakere etmek.
    görüştürme * Görüştürmek işi.
    görüştürmek * Görüşmelerini sağlamak.
    görüştürülme * Görüştürülmek işi veya durumu.
    görüştürülmek * Görüşmeleri sağlanmak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 39

    gönyelemek * Gönye ile ölçmek.
    gör (veya görürsün) * (tehdit yollu) anla, gör.
    gör bak * “görürsün, göreceksin” anlamında kullanılır.
    gördek * Acı balık.
    gördürme * Gördürmek işi veya durumu.
    gördürmek * Görmek işini yaptırmak.
    * Bir işi başkasına yaptırmak.
    göre * (bir şeye) Uygun olarak, bir şey uyarınca, gereğince.
    * Bakılırsa, hesaba katılırsa, göz önünde tutulunca, nazaran.
    * Sorulursa.
    göre * uygun, elverişli, için.
    görece * (bir şeye) Göre olan, varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı olan, kesin olmayıp kişiden kişiye, zamandan
    zamana, yerden yere değişebilen, bağıl, izaf.
    görececilik * Görecilik.
    göreceği gelmek (veya göresi gelmek) * görmek isteğini duymak, özlemle görmek istemek, özlemek.
    göreceli * İzafî, bağıntılı, bağlı.
    görecelik * Görece olma durumu.
    görecilik * Bağıntıcılık, izafiye, rölâtivizm.
    göreli * Bağıntılı, izaf, nisp, rölâtif.
    görelik * Bağıntı, izafet.
    görelilik * Bağıntılık, bağlılık, izafiyet, rölâtivite.
    görenek * Bir şeyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alışkanlığı.
    görenekçi * Göreneklere bağlı(kimse).
    görenekçilik * Göreneklere bağlılık.
    görenekli * Göreneklerine bağlı göreneği olan.
    göreneksel * Görenekle ilgili.
    göreneksiz * Göreneği olmayan.
    göreneksizlik * Göreneksiz olma durumu.
    göresime * Göresimek işi.
    göresimek * Göreceği gelmek, görmek isteği duymak, özlemek.
    görev * Bir nesne veya bir kimsenin yaptığı iş; işgörme yetisi, fonksiyon.
    * Resmî iş, vazife.
    * Bir organ veya hücrenin yaptığı iş.
    * Bir cümlede bir dil biriminin öbür birimlerle ilişkisi aracılığıyla yerine getirdiği iş.
    * Bir değerin başka değerlerle olan ilişkisi.
    görev almak * bir görevde bulunmak, bir görevi üstlenmek.
    görevcilik * İşlevcilik.
    görevdaş * Birlikte görev yapan; aynı görevi yapan.
    görevdaşlık * Bir görevin yerine getirilmesi için birkaç organın birlikte çalışmasıdurumu, sinerji.
    görevden alınmak * bulunduğu görevden çıkarılmak, işine son verilmek, azlolunmak.
    * bulunduğu makamdan daha az yetkisi olan bir başka makama atanmak.
    görevden almak * bir görevliyi işinden ayırıp açıkta bırakmak, çıkarmak, azletmek.
    görevden ayrılmak * yapmakta olduğu işi bırakmak.
    görevden uzaklaştırmak * yapmakta olduğu görevi üzerinden almak.
    görevlendirilme * Görevlendirilmek işi.
    görevlendirilmek * Görev verilmek, tavzif edilmek.
    görevlendirme * Görevlendirmek işi.
    görevlendirmek * Birine bir görev vermek, vazifelendirmek, tavzif etmek.
    görevlenme * Görevlenmek işi veya durumu.
    görevlenmek * Görev almak.
    görevli * Görevi olan, vazifeli.
    * Resmî görevi olan kimse, memur.
    görevlilik * Görevli olma durumu, memurluk.
    * Resmî iş.
    görevsel * Göreve ilişkin, görevle ilgili.
    görevsel dil bilimi * Kelimeleri cümle içinde yüklendikleri görev bakımından inceleyen dil bilimi.
    görevselcilik * İşlevcilik.
    görevsiz * Bir görevi bulunmayan.
    görevsizlik * Bir görevi bulunmama durumu.
    göreyim seni * senden başarılısonuçlar bekliyorum.
    * (tehdit yollu) sen bunu yaparsan karşılığınıda görürsün!.
    görgü * Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygıve incelik kuralları, terbiye.
    * Bir kimsenin, karşılaştığıve kişiliği üzerinde olumlu etki yapan deneysel bilgi, deneyim.
    * Görmüşolma durumu.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 40

    görgü fukarası * Görgüsü az veya iyi olmayan (kimse).
    görgü kuralları * Bir toplumda veya toplulukta, davranışların dış biçimlerini denetlemeye yönelik olan kuralların bütünü,
    adabımuaşeret.
    görgü tanığı * Tanıklığı, olay görmüşolmasına dayanan tanık.
    görgücülük * Deneycilik.
    görgülenme * Görgülenmek işi veya durumu.
    görgülenmek * Görgülü duruma gelmek.
    görgülü * Görgüsü olan.
    görgülüce * Görgülü bir biçimde (olan).
    görgüsüz * Görgüsü olmayan.
    görgüsüzce * Görgüsüz bir biçimde (olan).
    görgüsüzlük * Görgüsüz olma durumu veya görgüsüzce davranış.
    görk * Güzellik, gösteriş.
    görkem * Göz alıcıve gösterişli olma durumu, debdebe, ihtişam, tantana, haşmet.
    görkemli * Göz alıcıve gösterişli, haşmetli, muhteşem, anıtsal.
    * İri yapılı, iyice serpilmiş.
    görklü * Güzel, gösterişli.
    görme * Görmek işi, rüyet.
    görme açısı * Bir cismin iki ucundan gelen ışınları gözün görme merkezinde meydana getirdiği açı.
    görme gözesi * Petek gözü oluşturan çok sayıda hücreden her biri, ommatidyum.
    görme hücresi * Görme gözesi.
    görme işitsel eğitim * Basılıeğitim gereçlerinin yanında daha çok görme ve işitme duyularına yönelik gereçlerden yararlanılarak
    yapılan eğitim.
    görme! * aşırılık anlatır.
    görmece * Görmek şartıyla.
    görmediğe dönmek (veya görmemişe dönmek) * tam bir sağlığa kavuşmak.
    * başından geçmemişgibi olmak.
    görmek * Göz yardımıyla bir şeyin varlığınıalgılamak, seçmek.
    * Anlamak, kavramak, sezmek.
    * Yanına gidip konuşmak.
    * Bir şey hakkında bir yargıya varmak, değerlendirmek.
    * Belirli bir zamanın içinde bir olaya tanık olmak, yaşamak; izlemek.
    * Yapmak, etmek.
    * Kendisine yapılmak, bir davranışla karşılaşmak, maruz kalmak.
    * Almak.
    * Bir şeye erişmek.
    * Çok değer vermek.
    * Bir işleme uğramak.
    * (yer için) Yüzü bir yöne doğru olmak, bakmak.
    * Ziyaret etmek.
    * Karşılaşmak, rastlaşmak.
    * Gözlerin görmediği durumlarda başka duyu organlarıyla algılamak.
    * Sahne olmak, geçirmek.
    * (olumsuz) Bir işin hiç yapılmadığını belirtir.
    * Saymak, herhangi bir şey gibi görmek.
    * Gezmek.
    * Vermek.
    * Karşı oyuncunun yapacağıvuruşu önceden kestirip ona göre durum almak.
    görmemezliğe gelmek * görmemişgibi davranmak.
    görmemezlik * Görmezlik.
    görmemezlikten gelmek * görmemişgibi davranmak, aldırmamak.
    görmemiş * Birdenbire ulaştığı iyi duruma uymayan, görgüsüzce davranan.
    görmemişin oğlu olmuş(çekmiş, çükünü koparmış) * görgüsüz kimse ummadığı bir şeye erişince ne yapacağınışaşırır.
    görmemişlik * Görmemişolma durumu veya görmemişçe davranış.
    görmez * Görme yetisi olmayan (kimse), kör, âmâ.
    görmezden gelmek * görmemişgibi yapmak, farkında değilmiş cesine davranmak.
    görmezlik * Görmemişgibi davranma.
    görmezlikten gelmek * görmemişgibi davranmak.
    görmüşgeçirmiş * görgülü, geçmişte iyi günler yaşamış, gün görmüş, tecrübeli.
    görmüşlük * Bir şeyi görmüşolma durumu.
    görmüşlük duygusu * Kişinin, yeni bir yaşantıyıeskiden de yaşamışolduğu yolundaki duygusu.
    görsel * Görme ile, görme duyusuyla ilgili, görmeye dayanan.
    görsel etkileme * Görme yoluyla etkilenme yöntemi.
    görsel işitsel * Görme ve işitme duyularıyla ilgili olan, odyovizüel.
    görsel işitsel çağrışım * Görme ve işitme duyularına dayalı olarak oluşan çağrışım.
    görsel işitsel eğitim * Basılıeğitim gereçlerinin yanında daha çok görme ve işitme duyularına yönelik gereçlerden yararlanılarak
    yapılan eğitim.
    görsel sanatlar * Resim, oymacılık, heykelcilik, mimarlık gibi sanatlar, plâstik sanatlar.
    görü * Görme yetisi.
    * Bir yerin çevreyi görme özelliği, nezaret.
    * Dolaysız kavrama, birden kavrama.
    görücü * Evlenmek isteyen erkek için kız görmeye giden kimse, dünür.
    görücü gitmek * evlenecek erkek için kız görmeye gitmek.
    görücülük * Görücünün yaptığı iş.
    görücüye çıkmak * (evlenmesi söz konusu olan kız) görücüye görünmek.
    görülme * Görülmek işi.
    görülmek * Göz yardımıyla bir şey, bir varlık algılanmak, seçilmek.
    * Gereken işyapılmışolmak.
    * Bir şeyin bulunduğu anlaşılmak, karşılaşılmak, rastlanmak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 36

    gömlek eskitmek * hayat sürdürmüşolmak.
    gömlekçi * Gömlek diken veya satan kimse.
    gömlekçilik * Gömlekçinin yaptığı iş.
    gömlekli * Gömleği olan.
    gömleklik * Gömlek yapmaya elverişli (kumaş).
    gömlekliler * Vücutlarıtorba biçiminde ve yarısaydam, sert bir gömlekle örtülü, denizlerde yaşayan bir hayvan sınıfı.
    gömleksiz * Gömleği olmayan.
    gömme * Gömmek işi.
    * Defnetme, tedfin.
    * Mayalıveya mayasız, yağlıveya yağsız olarak yapılan bir tür kül pidesi.
    * Güzün veya kışın ekilen ekin.
    * Üzerinde bulunduğu yüzeyin içine gömülmüşolan.
    gömme balkon * Dışyüzeyden dışarıtaşmayan, evin kullanım alanı içinde kalarak yapılmış balkon.
    gömme banyo * Çini veya benzeri bir madde ile kaplanarak gömülü olarak yerleştirilmişolan banyo teknesi.
    gömme dolap * Duvarın içine yerleştirilmişdolap.
    gömme kilit * Gövdesi kapak veya çekmecenin kenarına açılan yuvaya gömülerek takılan kilit.
    gömmek * Toprağın içine koymak, toprakla örtmek.
    * Bir ölüyü toprağın içine yerleştirmek, defnetmek.
    * Birinin cenaze törenine katılmak veya bir cenazeyi kaldırmak.
    * Bir nesnenin içine yerleştirmek, batırmak.
    * Birinden daha çok yaşamak.
    gömü * Toprak altına gömülerek saklanmışpara veya değerli şeyler, define.
    gömük * Gömülmüşolan, gömülü.
    gömüldürük * Boyunduruğa geçirilen kısa değnek.
    * Eyerin geriye kaymaması için atların boyunlarından aşırılıp kolanlarına bağlanan kayış.
    gömülemek * Para veya değerli şeyleri toprak altına gömerek saklamak.
    gömülme * Gömülmek işi.
    gömülmek * Gömmek işi yapılmak veya gömmek işine konu olmak.
    * Yerleşmek, oturtulmak, kendini gömmek.
    * Yok olmak, kaybolmak, görünmez olmak.
    * Bir şeyin derinliğine inmek.
    gömültü * Avcının avını beklerken içine saklandığıçukur.
    gömülü * Gömülmüşolan, toprak altında saklanmışolan, metfun.
    * Batmış, kaybolmuşolan.
    gömülüş * Gömülmek işi veya biçimi.
    gömüş * Gömmek işi veya biçimi.
    gömüt * Mezar, metfen, kabir, makber, sin.
    gömütlük * Mezarlık, kabristan, sinlik.
    gön * Tabaklanmışderi.
    * Kösele.
    * Hayvan derisi.
    göncü * Ham veya işlenmişderi satan kimse.
    * Ayakkabıtamircisi.
    gönç * Zengin, varlıklı.
    gönçlük * Zengin olma durumu.
    gönder * Bayrak çekilen direk.
    * Üvendire.
    * Kayık ve yelkenli gemilere yön vermeye yarayan, ucunda metal olan ağaç sopa.
    gönderi * Bir yerden bir yere özellikle posta ile gönderilen paket, telgraf, mektup vb.
    * Yolcu etme, uğurlama.
    gönderici * Posta ile paket, telgraf, mektup vb. gönderen kimse.
    gönderiliş * Gönderilmek işi veya biçimi.
    gönderilme * Gönderilmek işi.
    gönderilmek * Gönderilmek işi yapılmak veya göndermek işine konu olmak.
    gönderiş * Göndermek işi veya biçimi.
    gönderli * Gönderi olan.
    gönderme * Göndermek işi, irsal.
    * (sözlükçülükte) Bir madde başını işlerken, ilgisi dolayısıyla başka bir madde başına yollama.
    * Atıf yapmak işi.
    gönderme belgesi * Bir yere gönderilen eşyanın listesi, irsaliye.
    göndermek * Bir yere doğru yola çıkarmak, yollamak, ulaşmasını, gitmesini sağlamak, irsal etmek.
    * Yetki vererek gitmesini sağlamak.
    * Bir kaynaktan çıkıp gelmek, ulaşmak.
    * Yolcu etmek.
    göndertme * Göndertmek işi.
    göndertmek * Göndermek işini yaptırmak.
    gönen * Ekilecek toprağın sulandırılması.
    * Nem, rutubet.
    * Nemli (toprak).
    gönenç * Bolluk, rahatlık ve varlık içinde iyi yaşama, refah.
    gönençli * Gönenci, iyi bir hayatı olan, müreffeh.
    gönendirilme * Göndermek işi.
    gönendirilmek * Mutluluğa kavuşturulmak.
    gönendirme * Gönendirmek işi.
    gönendirmek * Mutluluğa, esenliğe, huzura kavuşturmak, sevindirmek, abat etmek.
    gönendirtme * Gönendirtmek işi.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 37

    gönendirtmek * Mutluluğa, huzura kavuşmasını sağlamak.
    gönenme * Gönenmek işi.
    gönenmek * Mutlu, mesut olmak, rahat bir hayat sürmek, sevinç duymak, sevinmek, abat olmak.
    gönlü akmak * birine karşı güçlü sevgi duymak.
    gönlü bol * Yeterli imkânlardan yoksun olmasına karşılık cömert, eli açık davranmak isteyen.
    gönlü bulanmak * kusacak gibi olmak.
    * kuşkulanmak.
    gönlü çekmek * imrenip istemek.
    gönlü çelinmek * güzel sözlere aldanmak, kapılmak.
    gönlü çökmek * yaşama gücü azalmak, ruhî dengesi bozulmak.
    gönlü gani * Cömert ve gözü tok, gani gönüllü.
    gönlü ile oynamak * birini sever görünüp eğlenmek.
    gönlü kalmak * isteyip de edinemediği bir şeyi istemekten vazgeçmemek.
    * gücenmek.
    gönlü kanmak * bir işle ilgili kaygısıkalmamak, mutmain olmak, müsterih olmak.
    gönlü kara * Başkalarının kötülüğünü isteyen.
    gönlü kararmak * dünya zevklerine karşı isteği kalmamak.
    gönlü kaymak * sevmeye eğimli olmak.
    gönlü kırılmak * üzülmek, incinmek, yerinmek.
    gönlü olmak * sevip istemek.
    gönlü olmak * razı olmak.
    gönlü razı olmamak * hiç istememek.
    gönlü takılmak * bir şeye karşı ilgi duymak.
    * aşk ile sevmeye başlamak.
    gönlü tok * Zorunlu ihtiyaçlarıkarşılanınca bununla yetinen, fazla mal ve para istemeyen, müstağni.
    gönlü varmamak * istek duymamak, istememek, çekinmek.
    gönlü yaralı * âşık, tutkun, aşkıkarşılık görmeyen.
    gönlü zengin * İmkânlarıölçüsünde para ve malınıesirgemeden veren.
    gönlünce * Dileğine uygun.
    gönlünde kalmak * çok istediği hâlde ulaşamamak, elde edememek.
    gönlünden geçirmek (veya geçmek) * bir şeyin olmasınıveya bir şey yapmayı istemek; düşünmek.
    gönlünden kopmak * kendiliğinden birdenbire vermek.
    gönlüne doğmak * içine doğmak, sezmek, hissetmek.
    gönlüne dokunmak * üzülmek, rahatsızlık duymak.
    gönlüne göre * dileğine göre, isteğine uygun olarak.
    gönlünü çelmek * kandırmak, yola getirmek, aşkınıkazanmak.
    * kendi yanına çekmek, sempatisini kazanmak.
    gönlünü düşürmek * âşık olmak, sevdalanmak.
    gönlünü etmek (veya yapmak) * birini razıve hoşnut etmek.
    gönlünü hoşetmek * birinin dileğini yerine getirerek onu sevindirmek.
    gönlünü kaptırmak * âşık olmak.
    gönlünü karartmak * yaşamaya karşısevgi ve isteğini azaltmak.
    gönlünü pazara çıkarmak * sevmek için kendine yakışanıseçmeyip rastgele birini sevmek.
    gönlünü serin tutmak * sakin, soğukkanlı olmak, hemen heyecanlanmamak.
    gönlünü söndürmek * küstürmek, kırmak, incitmek.
    gönlünü yaralamak * incitmek, kırmak, üzmek.
    gönlünün dümeni bozuk * isteklerinde, özellikle gönül işlerinde tutarlılık göstermeyen, sık sık istek değiştiren.
    gönül * Sevgi, istek, düşünüş, anma ve hatır gibi kalpte var sayılan duygu kaynağı.
    * İstek, arzu.
    gönül (veya kalp) kırmak (veya yıkmak) * birini çok üzecek bir davranışta bulunmak, gücendirmek.
    gönül açmak * insanın iç sıkıntısını gidermek, iç açmak.
    gönül akıtmak * âşık olmak, sevmek.
    gönül almak (veya gönlünü almak) * sevindirmek.
    * kırılan bir kimseyi güzel bir davranışla hoşnut etmek.
    gönül avcısı * Geçici aşklar arkasında koşan kimse, çapkın.
    gönül avlamak * huyunu suyunu yakından bilerek olumlu davranışta bulunmak, tavlamak.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 38

    gönül avutmak * hoşça vakit geçirmek .
    gönül bağı * Sevgi bağı, duygusal ilişki.
    gönül bağlamak * severek bağlanmak, içten sevmek.
    gönül belâsı * Aşkın verdiği sıkıntı, dert.
    gönül birliği * Duygusal anlaşma.
    gönül borcu * Yapılan iyiliğe karşıkendini borçlu sayma, minnet, minnettarlık, şükran.
    gönül borçlusu * Yapılan iyiliğe karşıkendini borçlu sayan, minnettar.
    gönül bulandırmak * mide bulandırmak.
    * kuşkulandırmak.
    gönül çekmek * sevdalı olmak.
    gönül çöküşü * Yaşama gücünün yitmesi, ruhî dengenin bozulması.
    gönül darlığı * İç sıkıntısı.
    gönül dilencisi * Sevdiğinden ayrılmamak için onun her davranışına katlanan kimse.
    gönül eğlencisi * İnsanı oyalayıp hoşça vakit geçirten şey.
    gönül eğlendirmek * geçici bir ilgi ve sevgi göstererek hoşça vakit geçirmek.
    gönül eri * Hoşgörüsü geniş, açık yürekli, güvenilir kimse, rint, ehlidil.
    gönül ferahlığı * İç rahatlığı, dertsizlik.
    gönül ferman dinlemez * gönül sevdiğinden asla vazgeçmez.
    gönül gezdirmek * seçmek için aklından birçok şeyleri geçirmek.
    gönül hoşluğu * Hiçbir baskının etkisi altında olmaksızın, severek isteyerek.
    gönül indirmek * kendisine yakıştıramadığı bir şeye razı olmak.
    gönül kimi severse güzel odur * güzellik anlayışının kişiden kişiye değiştiğini anlatır.
    gönül kocamamak * ruhen dinç kalmak.
    gönül koymak * gücenmek, alınmak, darılmak.
    gönül maskarası * Sevda yüzünden gülünç durumlara düşmüşkimse.
    gönül meselesi * Aşk yüzünden ortaya çıkan sorun, aşk derdi.
    gönül okşamak * birini hoş bir söz veya davranışla sevindirmek, iltifat etmek.
    gönül okşayıcı * Hoşa giden.
    gönül rahatlığı * İç rahatlığı iç huzuru başdinçliği, huzur.
    gönül rızası * İsteyerek, içinden gelerek.
    gönül tokluğu * Doygunluk, istiğna.
    gönül uğrusu * Gönül almayı bilen kimse.
    gönül vermek (veya bağlamak) * sevmek, âşık olmak.
    gönül yakmak * insanıaşırıderecede etkilemek, sarsmak, kendinden geçmesine yol açmak.
    * aşk dolayısıyla iç yangınına tutulmak.
    gönül yarası * Bir kimseyi derin üzüntü içinde bırakan acı; gönül belâsı.
    gönül yıkmak * birini çok üzecek bir davranışta bulunmak, gücendirmek, gönül kırmak.
    gönüldaş * Duygularıaynı olanlardan her biri, candan dost.
    gönülden çıkarmak * sevmez veya anmaz olmak.
    gönülden çıkarmamak * sevilen kimseyi hiç unutmamak.
    gönülden ırak olmak * sevilmekten yoksun kalmak, sevilmemek.
    gönüllenme * Gönüllenmek işi veya durumu.
    gönüllenmek * Gücenmek, darılmak, alınmak.
    gönüllü * Ağır veya tehlikeli bir işi yapmayıhiçbir yükümü yokken isteyerek üstlenen.
    * Çok istekli.
    * Seven kimse veya sevgili.
    gönüllü gönülsüz * Yarı istekli yarı isteksiz olarak.
    gönüllüce * Biraz gönüllü.
    gönüllülük * Gönüllü olma durumu.
    gönülsüz * Gönlü olmayan, isteksiz, istemeyerek.
    gönülsüzce * İsteksiz bir biçimde istemeyerek.
    gönülsüzlük * Bir işi istemeyerek yapma, isteksizlik.
    gönye * Dik açılarıölçmeye ve çizmeye yarayan dik üçgen biçiminde araç.
    gönyeleme * Gönyelemek işi.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 33

    göçürme * Göçürmek işi.
    göçürmek * Göçmesine sebep olmak.
    * Çökertmek.
    * (miktarıçok olan şeyler için) Yiyip bitirmek.
    * Bitkileri yerinden çıkarıp başka yere dikmek, göçermek.
    göçürtme * Göçürtmek işi.
    göçürtmek * Göçmesine sebep olmak.
    göçürücü * Seferde padişah tuğlarının ikisini bir konak ileride taşıyan dört kişiden ikisine verilen unvan.
    göçürülme * Göçürülmek işi veya durumu.
    göçürülmek * Göçürmek işi yapılmak.
    göçüş * Göçmek işi veya biçimi.
    göçüşme * Bir kelime içinde birbirini izleyen iki sesin yer değiştirmesi, metatez: çömlek > çölmek, yalnız > yanlız,
    kibrit > kirbit vb.
    göden * Kalın bağırsağın son bölümü, rektum.
    * Karın, işkembe.
    * Mide.
    göden bağırsağı * Bkz. göden.
    gödeş * Semiz, etli.
    göğçek * Gökçek.
    göğe merdiven dayamış * çok uzun boylu.
    göğem * Yeşile çalar mor.
    göğermek * Bkz. gövermek.
    göğerti * Göverti.
    * Vurma ve çarpma sonucu vücutta oluşan çürük, morartı.
    göğsü daralmak (veya tıkanmak) * güçlükle nefes almak.
    * içi sıkılmak.
    göğsü kabarmak * övünç duymak, kıvanmak, iftihar etmek.
    göğsünü gere gere * kendine güvenerek.
    * övünerek.
    göğsünü kabartmak * bir olay dolayısıyla kıvanç duygusunu ortaya koymak, övünmek.
    göğsünü yırtmak * coşkunluğunu ortaya koymak, coşmak, cıvıldamak .
    göğüs * Vücudun boyunla karın arasında bulunan ve yürek, akciğer gibi organları içine alan bölümü, sine.
    * Bu vücut bölümünün ön tarafı, sırt karşıtı.
    * Bu bölümün içindeki organlar.
    * Meme.
    göğüs bağır açık (olmak) * özensiz bir kılıkta.
    göğüs boşluğu * Akciğerlerle kalbi içine alan akciğer zarının çevrelediği boşluk, göğüs kovuğu.
    göğüs cerrahisi * Cerrahînin göğüs içi organlarıyla ilgili dalı.
    göğüs çaprazı * (güreşte) Karşısındakini koltuk altlarından çapraz yakalama.
    göğüs çukuru * Bkz. göğüs boşluğu.
    göğüs darlığı * Solunumu güçleştiren hastalık.
    göğüs eti * Göğüs kısmında bulunan et.
    göğüs geçirmek * üzülerek derinden soluk almak, içini çekmek.
    göğüs germek * bir güçlüğe karşıkoymak, dayanmak.
    göğüs göğüse * Karşıkarşıya, yüz yüze.
    göğüs hastalığı * Göğüs bölgesi ile ilgili hastalık.
    göğüs ingini * Solunum yollarının iltihaplanması.
    göğüs kafesi * Vücutta omurganın, kaburgaların ve göğüs kemiğiyle bunlarısaran kasların oluşturduğu yürek ve
    akciğerleri koruyan boşluk.
    göğüs kemiği * Göğsün ön tarafında, üzerine kaburga kıkırdakları ile köprücük kemiklerinin eklendiği yassıkemik, iman
    tahtası.
    göğüs kovuğu * Bkz. göğüs boşluğu.
    göğüs sesi * Başveya boğazdan gelmeyen gür ve açık bir biçimde çıkarılan ses.
    göğüs tahtası * Göğüs kemiği.
    * Mandolin, gitar, keman veya ut gibi telli çalgılarda tellerin gerili bulunduğu gövde bölümü, çalgının göğsü.
    göğüs vermek * eziyete, sıkıntıya katlanmak, tahammül etmek.
    göğüsleme * Göğüslemek işi.
    göğüslemek * Göğüsle zorlamak.
    * Karşıdurmak, engel olmak, direnmek.
    göğüslü * Göğsü olan.
    * Göğsü genişolan.
    * İri memeli (kadın).
    göğüslüce * Biraz iri göğüslü.
    göğüslük * Genellikle ilkokul öğrencilerinin giydiği bir örnek üstlük, önlük.
    * Elbisenin kirlenmemesi için göğse takılan önlük veya giyilen bir tür gömlek.
    gök * İçinde gök cisimlerinin hareket ettiği sonsuz boşluk, uzay, feza.
    * Yeryüzü üzerine mavi bir kubbe gibi kapanan boşluk, sema.
    * Gökyüzünün, denizin rengi, mavi veya yeşile çalan mavi.
    * Olgunlaşmamış.
    gök ada * Milyonlarca yıldızdan, yıldız kümelerinden, bulutsu ve gaz bulutlarından oluşmuş, saman yolu gibi
    bağımsız uzay adası, galaksi.
    gök adası * Bkz. gök ada.
    gök atlası * Yıldızların gök küresi üzerindeki yerlerini gösteren harita.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 34

    gök bilimci * Gök bilimiyle uğraşan bilgin, astronom.
    gök bilimi * Gök cisimlerinin konumlarını, hareketlerini, birbirine olan uzaklıkların ölçülmesini, bunların fizik ve kimya
    bakımından yapılarınıanlatan bilim, felekiyat, astronomi.
    gök bilimsel * Gök bilimle ilgili, astronomik.
    gök cismi * Gök yüzünde bulunan Güneş, Ay, gezegenler, kuyruklu yıldızlar, nebülözler gibi bütün cisimlere verilen
    ortak ad.
    gök delinmek * birdenbire çok ve hızlıyağmur yağmak.
    gök doğan * Kuzey yarım kürede yaşayan bir tür göçmen kuş(Accipitridae).
    gök ekseni * İki ucu sonsuza uzatılmış, olarak düşünülen yer ekseni, günlük harekette yıldızların çevresindeki eksen.
    gök eşleği * Gök eksenine yer merkezinde dik olan düzlemin gök küresiyle ara kesiti.
    gök evi * Gök olaylarınıyıldızların, Güneş, Ay ve gezegenlerin konumlarını, hareketlerini küresel bir kubbe içinde,
    çeşitli araçlarla gösteren yapı, plânetaryum.
    gök fiziği * Yıldızların ışığını inceleyen, fizik yapılarınıaraştıran bilim kolu, astrofizik.
    gök gözlü * Gözleri mavi ile açık yeşil arası olan.
    gök gürlemesi * Şimşek çaktıktan veya yıldırım düştükten önce veya sonra havada duyulan gürültü.
    gök gürültüsü * Gök gürlemesi.
    gök güvercin * Genellikle Avrupa ve yakın doğuda bahçelik yerlerde yaşayan bir tür kuş(Columba oenas).
    gök kır * At donlarından maviye çalan kır.
    gök kubbe * Kubbeye benzemesi bakımından gök.
    gök kumu * Gök taşlarında görülen küresel tanecikler.
    gök kuşağı * Düşmekte olan yağmur damlacıklarında güneş ışınlarının kırılıp yansımasıyla gök yüzünde oluşan yedi
    renkli, kemer biçimindeki görüntü, alkım, ebe kuşağı, ebem kuşağı, eleğimsağma, hacılar kuşağı, yağmur kuşağı,
    alâimisema.
    gök kutbu * Gök ekseninin gök küresini deldiği iki noktadan her biri.
    gök küresi * İç yüzü gökyüzü olarak kabul edilen, yarıçapısonsuza uzanmışyer merkezli küre.
    gök taşı * Gezegenlerin arasında hareket eden, tümüyle gaz durumuna geçmeden yer yüzüne ulaşan katıcisim,
    meteor taşı, meteroit.
    gök yakut * Mavi renkli değerli bir korindon türü, safir.
    gökçe * Gökle ilgili, semavî.
    * Gök rengi, mavi.
    * Güzel.
    gökçe yazın * Edebiyat, yazın.
    gökçek * Güzel, sevimli (insan).
    gökçül * Maviye çalan renk, mavimsi.
    * Gökle ilgili, semavî.
    gökdelen * Yirmi, otuz veya daha çok katlıyapı.
    gökkandil * Kendini bilmeyecek kadar sarhoş.
    gökkuzgun * Gökkuzgunumsular takımının gökkuzgungiller familyasından, başı, kanatlarımavi, boyun ve karnıyeşil
    göçücü kuş(Coracias garrulus).
    gökkuzgungiller * En iyi bilinen türü gökkuzgun olan gökkuzgunumsular takımının, gökkuzgunlar alt takımına giren bir
    familya.
    gökkuzgunlar * Kuşlar sınıfının, gökkuzgunumsular takımına giren bir alt takımı.
    gökkuzgunumsular * Gökkuzgunları, ağaçkakanları, çobanaldatanları, sağanları içine alan kuşlar sınıfından bir takım.
    göklere çıkarmak * aşırıderecede övmek.
    göklere çıkmak * pek çok yükselmek.
    gökmen * Mavi gözlü (kimse).
    göknar * Bkz. köknar.
    göksel * Gökle ilgili, semavî.
    gökte ararken yerde bulmak * çok güçlükle ele geçirebileceğini sandığışeyi veya kimseyi birdenbire bulmak.
    gökten zembille mi indi * Tanrı’nın özel olarak gönderdiği, saygınlık görmesini istediği bir kişi mi?.
    * uğraşmadan, didinmeden, kendiliğinden mi türedi?.
    göktırmalayan * Gökdelen.
    göktırmalayıcı * Gökdelen.
    Göktürk * VI.-VIII. yüzyıllarda Moğolistan ve Orta Asya’da yaşamışeski bir Türk ulusu ve bu ulustan olan kimse.
    Göktürkçe * Göktürk dili, Orhon Türkçesi.
    gökyolu * Samanyolu, samanuğrusu.
    gökyüzü * Göğün görünen yüzeyi, sema.
    gökyüzü mavisi * Açık mavi.
    göl * Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb.olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya
    tuzsuz durgun su örtüsü.
    * Yapay su birikintisi.
    göl ayağı * Bir gölün artan sularınıdenize, başka bir göle veya ırmağa taşıyan akarsu, ayak.
    göl başı * Göle akan çay.
    göl kestanesi * Suda yetişen ve meyvesi kestane gibi yenilen bitki (Trapa natans).
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 35

    göl olmak * gereksiz olarak bir yerde su toplanmak, göllenmek.
    gölalası * Avrupa ve Anadolu göllerinde yaşayan bir tür alabalık (Salmo lacus tris).
    gölcük * Küçük göl.
    gölcül * Göllerde, göl kıyılarında yetişen veya yaşayan.
    gölek * Küçük su birikintisi, gölcük.
    gölerme * Gölermek işi veya durumu.
    gölermek * Göl durumuna gelmek.
    * Hayvanın ipi ayağına ve boynuna dolaşarak kalkamayacak biçimde yere yıkılmak.
    gölet * Gölek.
    * İçinde ham deri ıslatılan taşhavuz.
    gölge * Saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklıyerde oluşan karanlık.
    * Güneş ışınlarından korunacak yer.
    * Ne olduğu anlaşılamayan karaltı, siluet.
    * Resimde bir şekli cisimlendirmek için, onun ışık almaması gereken yerlerine vurulan az çok koyu renk.
    * Birinin yanından hiç ayrılmayan kimse.
    * Koruma, kayırma himaye.
    gölge balığı * Alabalıkgillerden, uzunluğu 20-50 cm, sırt yüzgeci büyük, tatlısu balığı(Thymallus thymallus).
    * Gölge balığı gillerden, büyük, eti lezzetli, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir balık,
    taşlevreği, minakop (Umbrina cirhosa).
    gölge balığı giller * Örnek hayvanı gölge balığı olan kemikli balıklar takımı.
    gölge düşmek * bir şey üzerine karaltı inmek, üzerine gölge gelmek.
    gölge düşürmek * bir şeyin değerini veya ününü azaltacak işler yapmak.
    gölge etmek * ışığa engel olmak.
    * engel olmak.
    gölge gibi * varlığını belli etmeyen, gizlice.
    gölge olay * Bir olaya katılan, fakat ona hiçbir etki yapmayan veya başka bir olay tarafından var edilerek ona bağlıkalan
    olay.
    gölge olaycılık * Ruh etkinliğinin bilinçli olmadan da var olabileceğini ileri sürerek bilinci, bir gölge olay sayan felsefe
    öğretisi.
    gölge oyunu * Geriden ışıkla aydınlatılmış bir perde arkasında hareket ettirilen resimlerin gölgelerinden yararlanılarak
    oynatılan oyun.
    gölge tiyatrosu * Saydam bir perde üzerinde, arkadan kuvvetli bir ışıkla aydınlatılan oyuncuların gölgeleriyle yaptıkları
    gösteri.
    gölgecil * Gölgede yetişen veya gölgeyi seven.
    gölgede bırakmak * ondan daha üstün bir düzeye yükselmek, ondan çok daha başarılı olmak.
    gölgede kalmak * adısanıpek duyulmamak, ön plâna çıkamamak, daha az ünlü olmak.
    gölgeleme * Gölgelemek işi.
    gölgelemek * Gölgeli duruma getirmek.
    * Resimde gölge oluşturmak.
    * Bir kimsenin veya bir şeyin değerini azaltmak, sönüklük getirmek.
    gölgelendirme * Gölgelendirmek işi.
    gölgelendirmek * Gölge etmek, gölgeli yapmak.
    * Bulandırmak, bozmak.
    * Dinlendirmek.
    gölgelenme * Gölgelenmek işi.
    gölgelenmek * Gölgeli duruma girmek.
    gölgeleyici * Gölge veren, gölgeleme işini yapan.
    gölgeleyiş * Gölgelemek işi veya biçimi.
    gölgeli * Gölge altında olan.
    * Nitelik ve ayrıntıları iyice bilinmeyen.
    gölgeli resim * Gölge ile hacim etkisinin verildiği resim.
    gölgelik * Gölge altında bulunan yer.
    * Gölgesinde oturulan tente, çardak gibi herhangi bir şey.
    gölgesinden korkmak * çok korkak olmak, bir sakınca söz konusu olmayan işlere girişmekten bile korkmak.
    gölgesine sığınmak * birinin emri altına girmek.
    gölgesiz * Gölgesi olmayan.
    gölgeye yatmak * daha önce elde edilen para, makam, ün vb. sığınarak zaman geçirmek veya bundan yararlanmak.
    gölleme * Göllemek işi.
    göllemek * Göl durumuna getirmek.
    göllenme * Göllenmek işi.
    göllenmek * Akarsu, çukurlarda birikmek, gölcük olmak.
    gölleşme * Gölleşmek durumu.
    gölleşmek * Göl hâline gelmek.
    göllük * Gölü olan yer.
    gölük * At, eşek, beygir, katır vb. yük taşıyan ve binilen hayvan.
    gömeç * Bkz. gümeç.
    gömgök * Her yanımavi, masmavi.
    gömleğinden (veya gömlekten) geçirmek * evlât olarak kabul etmek, evlât edinmek.
    gömlek * Vücudun üst kısmına giyilen ince kollu veya yarım kollu, yakalı giysi.
    * Kadınların giydikleri ince kumaştan yapılmışkolsuz, yakasız iç çamaşırı, kombinezon.
    * Vücudun üst kısmına giyilen iç çamaşırı.
    * Kitap kapağına geçirilen kap, kılıf.
    * Göbek, batın.
    * Beyaz ışık sağlamak için lâmbanın üzerine geçirilen amyanttan kılıf.
    * Basamak, kat, derece.
    * Dosya kartonu.
    * Memeli hayvanlarda bağırsaklarıdıştan saran yağlızar.
    gömlek değiştirmek * (yılan) üst derisini değiştirmek.
    * huy veya düşünce değiştirmek.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 29

    girişmek * birbirine karışmak.
    * kavgaya tutuşmak.
    Girit kekiği * Girit adasında yetişen, beyaz tüylü, pembe çiçekli ve çok yıllık bir bitki (Origanum dictamnus).
    Giritli * Girit adasıhalkından olan kimse.
    girizgâh * Girişlik, giriş.
    girme * Girmek işi.
    girmek * Dışarıdan içeriye geçmek.
    * Sığmak.
    * Yer almak, katılmak, iltihak etmek.
    * (ordu) Almak, fethetmek.
    * İncelemek, ayrıntılara inmek.
    * Girişmek, başlamak.
    * Bulaşmak.
    * (zaman anlamlıkavramlar için) Başlamak.
    * (ağrı, sancı) Başlamak, saplanmak.
    * Yeni bir duruma geçmek, dönüşmek.
    * (soyut şeyler için) İyice anlamak, iyice bilmek.
    * Kavgaya tutuşmak.
    * Başlamak.
    * Erişmek, ulaşmak.
    * Bir şeyin yapımında, birleşiminde yer almak.
    * Yazılmak, başlamak.
    * Yemek yemek.
    girmelik * Bir yere girmek için verilen para, girişücreti.
    girmesiyle çıkması bir olmak * işi çabucak bitirip çıkmak.
    gişe * İstasyon, sinema, banka, mağaza ve bazı girişkapılarında bilet veya para alıp verilen, çoğu küçük pencere
    biçiminde olan yer.
    gitar * Genellikle altıtelli, telleri iki parmak arasında çekilerek çalınan bir çalgı, kitara.
    gitarcı * Gitar çalan kimse.
    gitarcılık * Gitarcı olma durumu.
    gitarist * Gitarcı.
    gitgide * Zaman ilerledikçe, giderek, gittikçe, ileride.
    gitme * Gitmek işi.
    gitmek * Bir yere doğru yönelmek.
    * Bir yerden veya bir işten ayrılmak.
    * Çıkmak, ulaşmak.
    * Belli bir amaçla bir yere devam etmek veya bir işle uğraşmak.
    * Bir duruma, bir sonuca ulaşmak, varmak.
    * Yakışmak, yaraşmak.
    * Tüketilmek, harcanmak.
    * Götürülmek, gönderilmek.
    * Yeter olmak, yetmek, yetişmek.
    * Yürümek, yol almak.
    * Dayanmak.
    * Geçmek.
    * Herhangi bir durumda olmak.
    * Yok olmak, elden çıkmak.
    * Ölmek.
    * Başvurmak, yapmak.
    * Bir şey zarar görmüşolmak.
    * (makine için) İşlemek, çalışmak.
    * (bir durum) Sürmek.
    * Satılmak.
    * değerlendirmek, saymak, karşılamak.
    gitsin! * emir kiplerinden sonra gelerek buyurulan işin yapılmasından sorunun kapanması istendiğini anlatır.
    gitti * geçmişzaman kipindeki fiillerden sonra gelerek, istenmeyen bir şeyin yapıldığını, yapılacağını, istenen bir
    şeyin olmadığınıveya olmayacağınıanlatır.
    * aynı biçimde, fiillerin sonuna gelerek yapılması ilk önce pek istenmeyen bir şeyin kabul edildiğini anlatır.
    gitti de geldi * yaşayabileceğinden umut kesilecek kadar ağır hastalık geçirip de iyi olanlar için söylenir.
    gitti gider (dahi gider) * söz konusu olan şeyin bir daha gelmeyeceğini, ele geçmeyeceğini anlatır.
    gittikçe * Zaman ilerledikçe, gitgide, giderek.
    giydiği yakışırken eller bakışırken * gençken, güzelken.
    giydirici * Stüdyolarda başkadın oyuncuların giyimine yardım eden kimse, gardıropçu.
    * Oyuncuların giysilerini giydiren kimse, gardıropçu.
    giydirilme * Giydirilmek işi.
    giydirilmek * Giydirmek işi yapılmak.
    giydirip kuşatmak * temiz, yeni üst başyapmak.
    giydiriş * Giydirmek işi veya biçimi.
    giydirme * Giydirmek işi.
    giydirmek * Giymek işini yaptırmak.
    * Ağır sözler söylemek, hakaret etmek.
    giyecek * Giymek için kullanılan her şey, giyim, giysi.
    giyiliş * Giyilmek işi veya biçimi.
    giyilme * Giyilmek işi.
    giyilmek * Giymek işi yapılmak.
    giyim * Giymek işi.
    * Giyme biçimi.
    * Giyilen şeylerin tümü, giysi, giyecek.
    giyim evi * Her türlü giysi satan dükkân veya mağaza, konfeksiyon mağazası.
    giyim kuşam * Üst baş.
    giyimi kuşamıyerinde * temiz ve özenli giyinmiş.
    giyimli * Giyinmiş, giyinik.
    giyimli kuşamlı * Temiz ve özenle giyinmiş(kimse).
    giyinik * Giyinmişolan.
    giyinip kuşanmak * özenle giyinmek.
    giyiniş * Giyinmek işi veya biçimi.
    giyinme * Giyinmek işi.
    giyinmek * Kendi üzerine giymek.
    * (giysiyi) Belli bir yerden almak veya belli bir yerde diktirmek.
    * (ağır bir söze veya davranışa) Sesini çıkarmadan içerlemek.
    giyiş * Giymek işi veya biçimi.
    giyit * Giysi.
    giyme * Giymek işi.
    giymek * Örtünüp korunmak için bir şeyi vücuduna geçirmek.
    * Ağır söz veya hakareti, küçültücü davranışıses çıkarmadan dinlemek.
    giyotin * Fransa’da ölüm cezasına çarptırılanların başınıkesmek için kullanılan araç.
    giysi * Her türlü giyim eşyası, giyecek, elbise, libas, çamaşır.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 30

    giz * Sır.
    giz * Yelken gemilerinde mizana direği denilen kıç direkte eğik duran bayrak sereni.
    gizem * Aklın erişemediği, açıklanmayan veya çözülemeyen şey, sır.
    gizemci * Gizemcilik düşünceleri taşıyan (kimse), mistik.
    gizemcilik * Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle Tanrıkavramında, gerçeğe gönül yoluyla veya bir irade zorlayışıyla
    ulaşılabileceğini kabul eden felsefe ve din öğretisi, mistisizm.
    gizemli * Gizem niteliğinde olan veya içinde gizem bulunan, esrarengiz.
    gizemsel * Gizemle ilgili, gizeme ilişkin, mistik.
    gizil * Gizli kalmış, henüz varlığı ortaya çıkmamışolan, potansiyel.
    gizil güç * Henüz yapılmışdeğil de güç olarak var olan, gerçekleşmeyen ama gerçekleşebilecek olan, imkân
    durumunda olan, saklı olan güç, potansiyel.
    * Bir iletkenin herhangi iki noktasıarasında bir elektrik akımının ortaya çıkmasına yol açan güç.
    gizleme * Gizlemek işi.
    gizlemek * Saklamak, görünmeyecek, belli olmayacak bir yere veya bir duruma koymak.
    * Bilerek ve isteyerek bir olguyu haber vermemek.
    gizlenilme * Gizlenilmek işi.
    gizlenilmek * Gizlenmek işi yapılmak, saklanmak.
    * Gizli tutulmak.
    gizleniş * Gizlenmek işi veya biçimi.
    gizlenme * Gizlenmek işi veya durumu.
    gizlenmek * Kendi kendini gizlemek, saklanmak.
    * Gizlenilmek, gizli tutulmak.
    gizlenmiş * Saklanmış.
    gizleyiş * Gizlemek işi veya biçimi.
    gizli * Görünmez, belli olmaz bir durumda olan.
    * Başkalarından saklanan, duyurulmayan, saklıkalan, mahrem, mestur.
    * Niteliği anlaşılmayan, bilinmeyen.
    * Saklı olarak, saklayarak.
    gizli celse * İlgililerden başkasının katılmasına ve dinlemesine izin verilmeyen duruşma.
    gizli cemiyet * Gizli örgüt, illegal kurulmuş cemiyet.
    gizli dernek * Belli sayıda kişilerin illegal faaliyetleri sürdürmek amacıyla kurduklarıdernek.
    gizli dil * Bazıkişilerin başkalarının anlamadığıve sadece kendilerinin özel anlamlarını bildiği kelimelerle konuştuğu
    dil.
    gizli din * Taşınan veya inanılan din kurallarının hiç kimseye açıklanmadığı, sır gibi saklanan din.
    gizli din taşımak * din veya inancınıkimseye bildirmemek.
    gizli duruşma * Adliyede, sadece izinli veya görevli olanların katılabildiği, kamuya kapalıduruşma, gizli celse.
    gizli gizli * Gizli olarak, saklayarak.
    gizli kapaklı * Başkalarına duyurulmayan, kimseye haber verilmeyerek yapılan (iş).
    * Açık, anlaşılır olmayan (söz, konuşma).
    gizli oturum * Genellikle ilgililerden başkasının katılmasına, dinlemesine izin verilmeyen toplantı.
    gizli oy * Bir işlemin herhangi bir kurulun oyuna bağlı olmasıdurumunda oy verecek olanların oylarını gizli olarak
    vermeleri yöntemi.
    gizli polis * Millî Emniyet Teşkilâtı görevlisi.
    * Ajan, sivil güvenlik görevlisi.
    gizli sıtma * Kendini belli etmeyen sıtma.
    * Gizlice kötülük eden kimse.
    gizli şeker * Henüz teşhisi konulmamışveya yüksek düzeyde seyretmeyen şeker hastalığı.
    gizli tutmak * başkalarına duyurmamak, saklamak.
    gizli yama * Gözle görülemeyecek kadar özenle yapılmışyama.
    gizlice * Kimseye göstermeden, kimseye belli etmeksizin, gizli olarak.
    gizlicilik * Özellikle ruhlar dünyasıyla ve evrenin bilinmeyen güçleriyle ilgili bilgi dünyasına dayalıçeşitli kuramlar,
    uygulamalar ve ayinler için kullanılan genel ad.
    gizliden gizliye * Kimsenin haberi olmadan, kimseye haber vermeden, el altından, kimseye duyurmadan, gizlice.
    gizlilik * Gizli olma durumu.
    glâdyatör * Eski Roma’da arenada birbirleriyle veya yırtıcıhayvanlarla dövüşen kimse.
    glâse * Yumuşak deri.
    * Üzerine saydam bir cilâ tabakasıçekilmişolan (eşya).
    glâsnost * Açıklık, şeffaflık.
    glâsyolog * Buzul bilimi uzmanı, buzul bilimci.
    glâsyoloji * Buzul bilimi.
    glâyöl * Kuzgunkılıcı.
    glikojen * Karaciğer ve kaslarda bulunan, hidrolizle şeker veren karbonhidrat.
    glikol * Çok dayanıklıfilmlerin ve bazısentetik kumaşların yapımında kullanılan, birleşiminde iki alkol grubu
    bulunan madde, dialkol (CH2 OH-CH2 OH).
    glikoz * Özellikle üzüm suyunda bulunan karbon, hidrojen ve oksijenden oluşan şeker, üzüm şekeri (CH2-OH-
    (CHOH)4-CHO).
    glikozit * Birçok bitkilerde bulunan glikoz birleşiklerinin genel adı.
    glikozüri * İdrarda şekerli bir maddenin, özellikle glikozun bulunmasıdurumu.
  • Türkçe Sözlük G Sayfa 31

    gliserin * Yağlımaddelerden, sabunlaştırma yoluyla çıkarılan renksiz, tatlışurup kıvamındaki sıvı(CH2 OH-CHOHCH2 OH).
    global * Toptan, toplam.
    * Küresel.
    globalleşme * Küreselleşme.
    globalleşmek * Küreselleşmek.
    globülin * Kanı oluşturan maddelerden biri olan iri moleküllü protein.
    glokom * Karasu (göz hastalığı).
    glokoni * Koyu yeşil renkli, hidratlıdoğal demir ve potasyum silikat.
    glüten * Katıcisimlerin parçalarını birbirine yapıştıran madde.
    * Tahıl unlarından nişasta çıkarıldıktan sonra geri kalan albüminli madde.
    glüten ekmeği * Şeker hastalığı olanlar için yapılan nişastasız ekmek.
    glüten tutkalı * Hayvanların deri, kemik, sinir vb. artıklarından elde edilen genellikle sıcak olarak kullanılan bir yapıştırıcı
    türü.
    gnays * Kuvars, mika ve feldspattan birleşmişkayaç.
    goblen * Kanaviçe veya telleri sayılabilecek türde kumaşüzerine renkli iplikle yapılan özel bir işleme.
    * Bu tür işlenmiş(kumaş).
    gocuk * Tek parça hayvan postundan yapılan ceket.
    * İçi kürk, pelüş, vb.den yapılan kalın ceket.
    gocuklu * Gocuğu olan.
    gocundurma * Gocundurmak işi.
    gocundurmak * Gocunmasına sebep olmak.
    gocunma * Gocunmak işi.
    gocunmak * Bir şeyden alınmak, çekinmek, kaçınmak.
    gofret * Üzeri petek biçiminde, bisküviye benzer tatlı, hafif bir yiyecek.
    gol * Çift kale ile oynanan futbolda, voleybolda veya hentbolda topun kaleye sokulmasıyla kazanılan sayı.
    gol atmak * topun karşıtakımın kalesine girmesini sağlamak.
    gol kaçırmak * uygun durumda olmasına rağmen karşıtakımın kalesine topu sokamamak.
    gol olmak * top kaleye girmek.
    gol toto * Futbol maçlarındaki en çok gollü sonuçlarıönceden kestirip para ödülü kazanmak temeline dayanan bir
    oyun.
    gol yapmak * topu karşıtakım kalesine sokarak sayıkazanmak.
    gol yemek * topun, kendi kalesine girmesine engel olamamak.
    golcü * Çok gol atan oyuncu.
    golf * Ufak bir topu özel sopalarla çelerek, değişik engelleri aşarak, belli bir deliğe sokmak amacıyla geniş,
    çimenlerle kaplı bir alanda, açık havada oynanan bir oyun.
    golf pantolon * Paçaları büzgülü bacak bölümü daha genişpantolon.
    golfçü * Golf oynayan kimse.
    golfstrim * Atlas Okyanusunda, Meksika körfezinden başlayarak Britanya ve İskandinavya kıyılarına kadar ulaşıp
    Avrupa Rusya’sının kuzey kıyılarına kadar gelen ve BatıAvrupa’nın deniz iklimini yumuşatan sıcak su akıntısı.
    gollük * Gol olmaya elverişli, gol olabilecek.
    gomalak * Alkolde eriyen hayvanî reçine.
    gonca * Henüz açılmamışveya açılmak üzere olan çiçek, tomurcuk.
    gondol * Genellikle Venedik’te kullanılan, ayakta, kıç tarafta tek kürekle yürütülen, 10 m uzunluğunda, yassıve iki
    başıyukarıya kıvrık kayık.
    gondolcü * Gondol çalıştıran kimse.
    gonk * Keçe veya bez kaplı bir tokmakla vurularak titreşmesi sağlanan bir kurstan oluşan vurgulu çalgı.
    * Boksta her raundun başlangıç ve bitimini bildiren ses verici araç.
    gonokok * Bel soğukluğu mikrobu.
    goril * Afrika’nın Ekvator bölgesinde ormanlarda yaşayan, insanımsıların en iri ve en güçlüsü (Gorilla gorilla).
    * Koruyucu.
    goşist * Goşizm yanlısı olan (kimse veya tutum), aşırısolcu, ihtilâlci solcu.
    goşizm * Aşırısolculuk, ihtilâlci solculuk.
    gotik * Gotlarla ilgili.
    gotik harfler * İlk basım denemelerinde kullanılmışolan köşeli harfler.
    gotik sanat * Temel özelliği sivrilik olan, XII. yüzyıldan sonra Rönesans’a kadar Avrupa’da gelişen sanat ve mimarlık
    üslûbu.
    Gotlar * Orta Çağda Orta Avrupa’da yaşayan bir ulus.
    goygoycu * Arap takviminin Muharrem ayında kapıkapıdolaşarak ve ilâhîler okuyarak dilenen kimse.
    * Dilenci.
    * Boşu boşuna, bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuşan (kimse).
    goygoyculuk * Goygoycunun yaptığı iş.
    göbeği biriyle bağlı(veya beraber kesilmiş) * her zaman birlikte bulunan, birbirinden ayrılmayan kimseler için kullanılır.
    göbeği çatlamak * birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak.
    göbeği düşmek * göbek deliğinin kapanmamasından fıtık oluşmak.