görülmemiş | * O güne kadar karşılaşılmamış, şaşılacak nitelikte olan. |
görüm | * Görme yetisi. |
görümce | * Bir kadına göre kocanın kız kardeşi. |
görümcelik | * Görümce olma durumu. |
görümcelik yapmak (veya etmek) | * (görümce) geline kötü davranmak. |
görümlük | * Yalnız görülmek için konulan nesne. * Nişanlanan kıza, ilk kez görmeye gidildiğinde erkek tarafından takılan veya verilen armağan. |
görümsetme | * Sinema filmlerinden kesilmiş bölüm. * Ekrandaki müzik programlarında arka zemin olarak hazırlanmışgörüntüler, klip. |
göründü Sivas’ın bağları | * umutla beklenen sonuç ters yönde gelişti. |
görünen köy kılavuz istemez | * belli gerçekler karşısında duraksamak yersizdir. |
görüngü | * Duyularla algılanabilen her şey, fenomen. |
görüngü bilimi | * Algılanan görüngeler öğretisi, olay bilimi, fenomenoloji. |
görüngücülük | * Gerçek olanın yalnızca görüngüler olduğunu öne süren görüş, olaycılık, fenomenizm. |
görünme | * Görünmek işi. |
görünmek | * Görülür duruma gelmek, görülür olmak. * İzlenim uyandırmak. * Benzemek, görünüşünde olmak. * Azarlamak. |
görünmez | * Görünmeyen, beklenmeyen. |
görünmez kaza | * Hiç umulmadık zamanda, umulmadık biçimde olan kaza. |
görünmez olmak | * gözden kaybolmak. |
görüntü | * Gerçekte var olmadığıhâlde varmışgibi görünen şey, hayalet. * Herhangi bir nesnenin mercek, ayna gibi araçlarla oluşturulan biçimi; herhangi bir nesnenin bazıışık olaylarısonucu elde edilen biçimi, hayal. * Bir film üzerinde sıralanmışresimlerin gösterici yardımıyla görüntülüğe art arda düşürülmesi sonunda hareketin yeniden kurulmasıyla ortaya çıkan görünüş; görüntülük üzerindeki hareketli resimler bütünü. * Sayıdoğrusu üzerinde bir sayıya karşı gelen nokta. * Manzara. |
görüntüleme | * Görüntülemek işi. |
görüntülemek | * Belirli bir konuyu buna en yakın görüntüler içinde tasarlamak, yaratmak, gerçekleştirmek. |
görüntüleyici | * Görüntülemeyi sağlayan alet. |
görüntülük | * Ekran. |
görüntüsel | * Görüntüye dayanan. |
görünüm | * Bir şeyin dıştan bakılınca görünen biçimi, görünme durumu, manzara. * Fiil kavramlarında oluş biçimi: Atıldıatılacak, düştü düşecek, gelmişolmak, gidecek olmak gibi. |
görünümlü | * Görünümü olan. |
görünür | * Görünen, gözle görülebilen. * Belli, apaçık göze çarpan. |
görünürde | * Dıştan bakınca, görünüşe göre, ortada, meydanda. |
görünürlerde | * Ortalıkta, meydanda. |
görünürlük | * Görülebilen bir şeyin niteliği. |
görünüş | * Gözün ilk bakışta veya zihnin dolaysız olarak algıladığışey. * Gerçeğe uymayan dışgörüntü, zevahir. * Bulunulan bir yerden görülebilen alan, manzara. * Fiillerin belirttiği oluşların süresi, gelişmesi ve bitmesiyle ilgili bütün biçimleri kapsayan gramer kategorisi. |
görünüşalmak | * gibi, benzer görünmek. |
görünüşte | * Dıştan göründüğüne göre, görünene inanmak gerekirse, görünene bakılırsa. |
görünüşü kurtarmak | * Bkz. zevahiri kurtarmak. |
görüp göreceği rahmet bu | * göreceği iyiliğin bütünü, göreceği tek iyilik. |
görüp gözetmek | * korumak, yardım etmek, mukayyet olmak. |
görüş | * Gözle bir şeyi algılama yetisi. * Bir olay, varlık veya düşünce üzerinde varılan yargı, fikir. * (ceza evi, hastahane için) Ziyaret. |
görüşaçısı | * Bir şeyi görebilme alanı. * Bakışaçısı. |
görüşayrılığı | * Bir görüşveya düşüncede farklıdeğerlendirmede bulunma, farklıdüşünme. |
görüş bildirmek | * bir konuda elde edilen düşünce ve tecrübeleri vermek. |
görüş birliği | * Aynı görüşve düşüncede olma. |
görüş sahibi | * Görüşveya düşünce ileriye süren kimse. |
görüştarzı | * Düşünceleri açıklama biçimi. |
görüşme | * Görüşmek işi, mülâkat, müzakere. |
görüşme yapmak | * tartışmak, müzakere etmek. |
görüşmeci | * Görüşmeye giden kimse. |
görüşmek | * Buluşup konuşmak, konuşup sohbet etmek. * Dostluk, ahbaplık etmek. * Bir iş, bir konu üzerinde karşılıklıdüşünceleri ileri sürmek, müzakere etmek. |
görüştürme | * Görüştürmek işi. |
görüştürmek | * Görüşmelerini sağlamak. |
görüştürülme | * Görüştürülmek işi veya durumu. |
görüştürülmek | * Görüşmeleri sağlanmak. |
Kategoriler