gelen geçen | * Gelip geçenler, gelenler, uğrayanlar. |
gelen giden | * Gelenler, uğrayanlar, ziyaret edenler, gelip geçenler. |
gelen gideni aratır | * bir işe veya göreve sonradan gelen orada daha önce çalışandan daha başarısız ve geçimsiz olabilir. |
gelen gideni aratır | * bir işe veya göreve sonradan gelenin, orada daha önce çalışandan daha başarısız, kötü olabileceğini anlatır. |
gelen paşam, giden ağam | * biri ötekinin yerine geçen büyüklerine hoşgörünmek yolunu tutanlar için söylenir. |
gelenek | * Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmışolmalarıdolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, an’ane. |
gelenekçi | * Geleneklere bağlı(kimse). |
gelenekçilik | * Toplumsal kurumlarıve inançlarıdaha çok geçmişten süregeldikleri için benimseyen, saygın tutan, destekleyen, yeni kültür ögelerine daha az değer veren tutum veya öğreti. |
gelenekleşme | * Gelenekleşmek işi. |
gelenekleşmek | * Gelenek durumuna gelmek, gelenek değeri kazanmak. |
gelenekleştirme | * Gelenekleştirmek işi. |
gelenekleştirmek | * Bir şeyi gelenek durumuna getirmek. |
gelenekli | * Geleneği olan, geleneklere dayanan. |
geleneksel | * Geleneğe dayanan, gelenekle ilgili olan, an’anevî. |
gelenekselleşme | * Gelenekselleşmek durumu. |
gelenekselleşmek | * Gelenek durumunu almak. |
geleni | * Tarla faresi, büyük fare. |
gelgeç | * Yerli, temelli olmayan, geçici. * Bir işüzerinde sürekli olarak durmayan, sebatsız. |
gelgeççi | * Gelip geçici, sebatkâr olmayan (kimse). |
gelgel | * Albeni, alım, çekicilik. * Başa takılan elmas veya altın iğne. |
gelgelelim | * Ancak, ne var ki, fakat. |
gelgelli | * Gelgeli olan, alımlı. |
gelgit | * Boşuna gidip gelme. * Ay ve Güneş’in yer yuvarıüzerindeki çekim güçleri sebebiyle deniz yüzünde, özellikle ana denizlerde su düzeyinin alçalması, kabarması olayı, meddücezir. |
gelin | * Evlenmek için hazırlanmış, süslenmişkız veya yeni evlenmişkadın. * Bir kimsenin oğlunun karısı. * Aileye evlenme yoluyla girmişolan kadın. |
gelin abla | * Yenge. |
gelin alayı | * Gelini damat evine götürmek için gidenlerin hepsi. |
gelin alıcı | * Gelini götürmek için oğlan evinden gelen kimse. |
gelin almak | * erkeğe bir eş bulmak. * gelini baba evinden özel bir törenle alıp güvey evine götürmek. |
gelin böceği | * Hanım böceği. |
gelin çiçeği | * Zambakgillerden bir bitki (Fritillaria imperialis). |
gelin etmek | * kızıevlendirmek. |
gelin gitmek | * bir aileye, yere gelin olarak gitmek. |
gelin güvey olmak | * ilgilinin nasıl karşılayacağınıdüşünmeden bir işi olmuş bitmişsayarak sevinmek. |
gelin hamamı | * Düğünden birkaç gün önce evlenecek kız için hamamda yapılan tören. * Düğünün ertesi günü, gerdekten sonra, oğlan evinin kadınlarının gelini hamama götürüp topluca yaptıkları tören ve yıkanıp temizlenme. |
gelin havası | * Gelin alayının kız evinden ayrılıp oğlan evine gidinceye kadar, yol boyunca, davul ve zurnanın çaldığıözel ezgi. * Denizin hafif dalgalı, çırpıntılı olması. |
gelin kuşağı | * Gök kuşağı. |
gelin kuşu | * Tarla kuşugillerden bir kuş(Otocoris pencillatus). |
gelin olmak | * (kız) evlenmek. |
gelin otu | * Güveyfeneri. |
gelin teli | * Gelinlerin başlarına takılan, parlak, uzun, ince gümüştel. |
gelin yazmak | * gelinin yüzünü değişik süs gereçleriyle bezemek. |
gelinboğan | * Bir ahlat türü. |
gelincik | * Yazın kırlarda, özellikle ekin tarlalarında yetişen, kırmızıve otsu bitki (Papaver rhoeas). * Sansargillerden, ince uzun yapılı, sivri çeneli, küçük bir hayvan, gelin kadın (Mustela nivalis). * Mezgitgillerden, yılan balığına benzer, eti sevilen bir balık (Mustela tricirrata). * Yılancık, arpacık, çı ban vb. verilen ad. |
gelincikgiller | * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, içine gelincik, haşhaş, kırlangıç otu gibi bitkileri alan familya. |
gelinfeneri | * Kuşkirazı. |
gelini ata bindirmişler “ya nasip” demiş | * kesin sonuç alınmadan hiçbir işe oldu bitti gözüyle bakılmaz. |
gelinlik | * Gelin olma durumu. * Gelin giysisi. * Gelin giysisi yapmaya uygun (kumaş). * Gelin olma çağına gelmiş(kız). * Gelin için hazırlanmış. |
gelinlik çağı | * Genç kızların evlenme dönemi. |
gelinlik etmek (veya tutmak) | * (gelin) kocasının yakınlarıyanında bir süre başınıörtmek. |
gelinlikçi | * Gelinlik diken veya satan kimse. |
Kategori: G
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 15
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 16
gelinme * Gelinmek işi. gelinmek * Gelmek işi yapılmak. gelinparmağı * Uzun taneli bir üzüm türü. gelip çatmak (veya gelip dayanmak) * vakti gelmek, kaçınılmaz olmak. gelip geçici * Sürekli olmayan, kısa süreli. gelip geçmek * bir yerden geçmek.
* bir süre bir makam, bir yer vb.inde bulunmak.
* kısa bir süre etkin olmak.gelir * Bir kimseye veya topluluğa belli zamanlarda, belli yerlerden gelen para, varidat.
* Bir ekonomik birimin belli bir süre içinde kazandığıpara (ücret, aylık, kira vb.), varidat, irat.gelir dağılımı * Bir ülkenin toplam gelirinin o ülkenin bireyleri arasındaki dağılımı. gelir gider * Sağlanan ve harcanan paralar. gelir kaynağı * Para sağlama yeri veya faaliyeti. gelir vergisi * Kişilerin gelirlerinden, bir oran ölçüsünde devlete ödedikleri dolaysız vergi. geliş * Gelmek işi veya biçimi. gelişigüzel * Herhangi bir, özensiz, itinasız, baştan savma, rastgele, lâlettayin. gelişim * Gelişmek işi, serpilip büyüme.
* İlerleme, inkişaf, tekâmül.gelişkin * Gelişmişolan, mütekâmil. gelişme * Gelişmek işi, inkişaf, neşvünema, tekâmül.
* Yazılarda giriş bölümlerinden sonra konunun türlü yönlerden açılıp genişlediği, zenginleştiği, olgunlaştığı
bölüm.
* Olan biten.gelişmek * Büyüyüp boy atmak, yetişmek, neşvünema bulmak.
* İlerlemek, olgunlaşmak, genişlemek, inkişaf etmek.
* Şişmanlamak.geliştirici * Geliştirme özelliği olan. geliştirilme * Geliştirilmek işi. geliştirilmek * Geliştirmek işi yapılmak. geliştirim * Senaryonun hazırlanmasında özet ile ayrımlama arasında yer alan aşama. geliştirme * Geliştirmek işi. geliştirmek * Gelişmesini sağlamak, gelişmesine yol açmak. gelme * Gelmek işi.
* Gelmişolan.
* Yetişme.
* Bir ışının, kaynağından çıkarak bir ayna yüzüne veya saydam bir cismin yüzeyine erişmesi.gelmek * Bir yere gitmek, varmak.
* Geriye dönmek.
* Oturmaya, ziyarete gitmek.
* İsabet etmek.
* Varmak, ulaşmak.
* Varlığınısürdürmek, yaşamak, intikal etmek.
* Ortaya çıkmak, doğmak.
* Belli bir süre dolmak veya belli bir zamana ulaşmak.
* Kadar olmak.
* Çıkmak, yönelmek.
* İzlemek, takip etmek.
* Bir yerden alınıp bir yere ulaştırılmak.
* Katılmak, eklenmek, türemek.
* Daha önce üzerinde durulmuşolan bir konuya yeniden dönmek.
* Sonuç çıkmak.
* Dayanmak, tahammül etmek.
* Kendine yapılan herhangi bir davranışveya durumu iyi karşılamak.
* Bir şeye sonradan inanmak, doğruluğuna hak vermek, eğilim göstermek, kabul etmek.
* Etkisini herhangi bir biçimde göstermek.
* Kazanılmak, sağlanılmak.
* Uymak.
* Olmak, -e uğramak.
* Akmak.
* Düşmek, rast gelmek.
* Görünmek, sanılmak.
* Uygun düşmek.
* Başlamak, ortaya çıkmak.
* Mal olmak.
* Biriyle birlikte gitmek.
* (zaman gösteren sözlerle birlikte) Başlamak, ulaşmak.
* İhtiyaç anlatan deyimler kurmaya yarar.
* Sürerlik fiili yapmaya yarar.
* -mez, -mezlik ile birlikte yapmacık anlatan deyimler yapar.
* Yönelme durumundaki bazıkelimelere getirilerek birleşik fiil yapar.
* Gelmek fiilinin olumlu emir kipi, bazen öğüt, istek anlatır.
* Gel, gelsin biçiminde “elinde ise” anlamında da kullanılır.
* dikçe…-eceği biçiminde kullanılan sıfat-fiil eklerinden sonra geldiğinde önceki fiille ilgili olarak pekiştirilmiş
bir istek ve sürerlik bildirir.
* (sıralama gösteren kelimelerle ve sıralama sayısıfatları ile) Herhangi bir sırada bulunmak.gelmiç * İri balıklarda kılçık durumunda olan kemik. gelmişgeçmiş * Bugüne kadar gelmişolan. gelsin… (veya gelsin… gitsin…) * yaşantıveya durumun rahatlığınıanlatır.
* sorumsuzca davranıp işine gereken önemi vermemeyi anlatır.gem * Atıyönetmek için ağzına takılan demir araç. gem almak * (at) alışıp hizmete elverişli duruma gelmek. gem almamak * söz dinlememek. gem vurmak * hayvanın ağzına gem takmak.
* birinin taşkınlığınıönlemek.gemi * Su üstünde yüzen, insan ve yük taşımaya yarayan büyük taşıt, sefine. gemi adamı * Bir işsözleşmesine dayanarak gemide çalışan kaptan, subay, tayfa vb. kimselere verilen ad. gemi aslanı * Gösterişi yerinde olduğu hâlde hiçbir işe yaramayan adam. gemi azıya almak * at, gemi azılarıarasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve alabildiğine koşmak.
* söz dinlemez olmak.gemi enkazı * Batmışveya hasara uğramışgemiden arta kalanlar. gemi ızgarası * Üstünde gemi yapılan büyük kızak. gemi iskeleti * Geminin gövdesinin yapılmasından önceki ana yapısı. gemi karaya oturmak * gemi, sığbir yere saplanıp kalmak. gemi leşi * Batmışgemi teknesi. gemi yatağı * Gemileri korumaya elverişli koy. gemici * Gemide çalışan veya gemi işleten kimse. gemicilik * Gemi kullanma veya işletme işi.
* Gemi endüstrisi.gemilik * Gemi yapılan yer, tersane. gemini kısmak * bir kimsenin üzerindeki baskıyıarttırmak. gemisi şapa oturmak * iş, düzelemeyecek kadar bozulmak. gemisini kurtaran kaptan * güç bir duruma düşünce ne yapıp yapıp kurtulanlara övgü olarak söylenir. gemisini yürütmek * (bir işi) hiçbir engel tanımadan sürdürmek. gemleme * Gemlemek işi. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 17
gemlemek * (hayvanın) Ağzına gem takmak.
* Aşırı istek ve davranışlara engel olmak, frenlemek.gemlenme * Gemlenmek işi. gemlenmek * Gemlemek işi yapılmak veya gemlemek işine konu olmak. gen * Geniş.
* Üçgen, dörtgen gibi geometri terimlerinde “kenarlı” anlamıyla kullanılmıştır.gen * Bir süre sürülmeyerek boş bırakılmış(tarla). gen * İçinde bulunduğu hücre veya organizmada özel bir etkisi olan, kuşaktan kuşağa ve hücreden hücreye geçen
kalıtımsal öge.gencecik * Çok genç. gencelme * Gencelmek durumu. gencelmek * Gençleşmek. genç * Yaşı ilerlememişolan ihtiyar karşıtı.
* (bitki, hayvan için) Gelişmesini tamamlamamışolan.
* Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç.
* Zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy.
* Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan.genç irisi * Yaşına göre çok serpilip büyümüş. gençleşme * Gençleşmek işi. gençleşmek * (bir kuruluş) Genç üyelerle yenileşmek.
* Genç görünmek.
* Yeniden gençlik ve canlılık kazanmak.gençleştirilme * Gençleştirilmek işi. gençleştirilmek * Gençleştirmek işi yapılmak. gençleştirme * Gençleştirmek işi. gençleştirmek * Yeniden gençliğine ve dinçliğine kavuşturmak.
* (bir kuruluşu) Genç üyelerle canlandırmak.
* Genç göstermek.gençlik * Genç olma durumu, ihtiyarlık karşıtı.
* İnsan hayatının ergenlikle orta yaşarasındaki dönemi.
* Genç insanların bütünü.
* Genç bir kimsenin tutumu.gençten * Genç sayılan (kimse). gene * Yeniden, bir daha, yine, tekrar.
* Öyle de olsa; öyle olmasına karşılık.
* Öylesi de.gene de * öyle olduğu hâlde, rağmen. genel * Bir şeye veya bir kimseye özgü olmayıp onun bütün benzerlerini içine alan, umum.
* Ayrıntıları göz önüne alınmayarak bütünü bakımından ele alınan.
* Genişyetkileri olan bazıresmî görevlerin adında yer alır.
* Herkesin yararlanabileceği (yer, nesne).
* Bir genelleme sonucunda elde edilen.genel af * Kamu yararına uygunluğu anlaşıldığında belli bir veya birkaç suç çeşidi için yapılan kovuşturmaların
durdurulması, verilmiş cezaların kaldırılmasıveya azaltılması.genel başkan * Bir kurum veya kuruluşun idaresinden bütünüyle sorumlu olan kimse. genel başkanlık * Genel başkanın işi veya mesleği. genel bütçe * Yıllık gelir ve gider kalemlerinin hepsini kapsayan bütçe. genel coğrafya * Yeryüzünün her türlü coğrafya olaylarınıayrıayrı olarak araştıran; doğuşunu, işleyişini, yayılışını inceleyen
coğrafya bilimi.genel dil bilimi * Dilin yapısını, gelişme ve değişmesini karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim dalı. genel ev * Genel kadınların erkek kabul ettikleri ev, kerhane, umumhane. genel gider * Bir işin üzerinde görülmeyen ama yapımı için gerekli olan yardımcı giderler toplamı. genel görünüm * Bir yerin, bir olayın dıştan görünümü. genel görünümlü * Dıştan görünüşlü. genel görüşlü * Görüşü genişolan. genel görüşlülük * Genel görüşe sahip olma, görüşü genişolma. genel görüşme * Toplumla veya devletin faaliyetleriyle ilgili konuların Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulunda
görüşülmesi.genel grev * Grevin bütün işçi kesimince uygulanması. genel kadın * Fuhşu meslek edinmişkadın. genel kurul * Bir kuruluşta bütün üyelerin katılmasıyla yapılan toplantı. genel kütüphane * Bütün alanlarda yazılmışve yayımlanmışkitapları, süreli yayınlarıve belgeleri bünyesinde toplayan
kütüphane, umumî kütüphane.genel müdür * Bir kurum veya kuruluşta idarenin en üst düzeydeki sorumlusu. genel müdürlük * Genel müdürün yetkisi ve makamı. genel ölçek * Fazla ayrıntıya girmeden yapılan ölçüm. genel sekreter * Bazıkamu kuruluşlarında veya büyük özel kuruluşlarda yönetim işlerini yürüten görevli. genel sekreterlik * Genel sekreterin yetkisi ve makamı. genel uygunluk bildirimi * Umum mutabakat beyannamesi. genel yazman * Genel sekreter. genel yetenek * Ölçüleri yeteneklerin ortalamasısayılan yetenek. genel zekâ * Bireyin belli, özel veya bağımsız yeteneklerinden ayrı olarak, karşılaştığı genel durumlara uymadan
gösterdiği yetenek veya güç.
* Zekâ testleriyle ölçülen değişik yetenek ve güçlerin birleşimine verilen ad.geneleme * Bir düşüncenin başka başka sözlerle yeniden anlatılması, tamim. genelge * Yasa ve yönetmeliklerin uygulanmasında yol göstermek, herhangi bir konuda aydınlatmak, dikkat çekmek
üzere ilgililere gönderilen yazı, tamim, sirküler. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 11
gece yarısı * Güneşin batması ile doğmasıarasındaki sürenin ortası.
* Gecenin ilerlemiş saatleri, gecenin ortası.gece yatısı * Geceyi bir yerde konuk olarak geçirme. gece yayı * Güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk altında kalan parçası. gececi * Çalışma sırası geceye rastlayan görevli. geceki * Gece olan, gece yapılan. gecekondu * Yasa dışı, gizlice yapılan küçük konut.
* Acele ile yapılıvermiş, derme çatma yapı.gecekondu gibi * derme çatma yapılmışolan (yapı). gecekonducu * Gecekonduda oturan kimse.
* Gecekondu yapıp satan kimse.gecekondulaşma * Gecekondulaşmak işi. gecekondulaşmak * Gecekondu sayısıçoğalmak, gecekondularla dolmak. geceleme * Gecelemek işi. gecelemek * Geceyi bir yerde geçirmek. geceler gebedir * her sabah uyandığımız zaman yeni yeni olaylarla karşılaşırız. geceleri * Gece vakti.
* Her gece.geceleyin * Gece vakti. geceli * “Hem gece hem gündüz, sürekli, aralıksız” anlamındaki geceli gündüzlü deyiminde geçer. geceli gündüzlü * Sürekli, durmaksızın. gecelik * Geceye özgü olan, gece kullanılan.
* Yatakta giyilen giysi, gömlek.
* Bir gece için ödenen ücret.gecesefası * İki çeneklilerden, gece açan küçük kokulu çiçekleri olan, otsu bir bitki (Mirabilis jalapa). gecesefası giller * Örnek bitkisi gecesefası olan bir bitki. geceyi gündüze katmak * aralıksız, gece gündüz çalışmak, büyük çaba göstermek. gecikilme * Gecikilmek durumu. gecikilmek * Gecikmek işi yapılmak. gecikiş * Gecikmek işi veya biçimi. gecikme * Gecikmek işi, teehhür, rötar. gecikmek * Geç kalmak, herhangi bir işi kararlaştırılan zamandan sonra yapmak. gecikmeli * Gecikmesi olan, tehirli, rötarlı. gecikmesiz * Gecikmesi olmayan. geciktirilme * Geciktirilmek işi veya durumu. geciktirilmek * Gecikmesine yol açılmak. geciktirim * İzleyiciye herhangi bir olayın ortaya çıkacağınısezdirmek, fakat sonucu durmaksızın geciktirerek onu
sürekli bir bekleme, gerginlik, sıkıntı içinde bırakmak biçimindeki anlatım.geciktirme * Geciktirmek işi, tehir. geciktirmek * Gecikmesine sebep olmak, tehir etmek. geç * Kararlaştırılan, beklenen veya alışılan zamandan sonra, erken karşıtı.
* Belirli zamandan sonra olan.-geç * Bkz. -gaç / -geç. geç (veya geç efendim!) * kulak asma, önem verme. geç kalmak * vaktinden sonra davranmak, gecikmek. geç olsun da güç olmasın * çeşitli engellerle gerçekleşmeyen işlerde avunmak için söylenir. geççe * Biraz geç olarak, geç saatlere yakın. geçe * (herhangi bir saat başını) Geçerek, geçerken. geçe * Karşılıklı iki yandan her biri, yaka. geçek * Çok geçilen yer, işlek yol.
* Küçük tahta köprü.geçeli * Geçesi (II) olan. geçen * (hafta, ay, yaz, kışgibi zaman anlatan sözlerle) Bir önceki.
* Belirsiz bir süre önceki, birkaç gün önceki.geçende * Ne kadar geçtiği belli olmayan yakın bir zaman önce. geçenek * Bkz. koridor. geçenlerde * Yakın bir geçmişte, yakında. geçer * Yürürlükte bulunan, geçerliği olan, kullanılan.
* Beğenilen, makbul, mergup.
* Sınıf geçme durumu.geçer akçe * herkesçe, aranan, beğenilen, muteber. geçer akçe * Herkesçe, aranan, beğenilen, muteber. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 12
geçerleme * Geçerlemek işi. geçerlemek * Geçmesini sağlamak. geçerletme * Geçerletmek işi. geçerletmek * Geçer duruma getirtmek. geçerli * Yürürlükte olan, uygulanan, muteber.
* Beğenilen, tutulan, sürümü olan.geçerlik * Yürürlükte olma, değerini sürdürme durumu, revaç.
* Sürümü olma durumu.geçerlilik * Geçerli olma durumu, geçerlik.
* Bir kavramın, bir yargının, mantık veya anlamıve değeri bakımından onaylanabilir olması.geçersiz * Yürürlükten çıkarılmış, hükümsüz. geçersizleşme * Geçersiz duruma düşme. geçersizleşmek * Geçersiz duruma düşmek, geçerliğini yitirmek. geçersizleştirmek * Geçersiz duruma getirmek. geçersizlik * Geçersiz olma durumu, hükümsüzlük. geçgeç * Seyredilecek uygun bir program aramak amacıyla televizyon kanallarınıtarama, zaping. geçgeç yapmak * geçgeçlemek. geçgeçleme * Geçgeçlemek işi veya durumu. geçgeçlemek * Televizyon kanallarınıaramak veya taramak, zaping yapmak. geçgin * Geçkin. geçici * Çok sürmeyen.
* Kısa ve belli bir süre için olan, geçeğen, muvakkat, palyatif.
* Bulaşan, bulaşıcı.
* Yaya, yoldan veya karşıdan karşıya geçen, yolcu.geçici madde * Yasa, tüzük ve yönetmeliklerde belirli bir süre geçerli olan madde. geçicilik * Geçici olma durumu. geçiliş * Geçilmek işi veya biçimi. geçilme * Geçilmek işi. geçilmek * Geçmek işi yapılmak.
* Bırakmak, terk etmek.geçilmemek * bol veya çok, aşırı olmak. geçim * Geçinmek işi, geçinme araçları, geçinme, maişet.
* Anlaşma, uyuşma.geçim derdi * Geçim sıkıntısı. geçim dünyası * Kişinin kendi çıkarlarınıdüşünmesi gerektiğini belirtmek için kullanılır. geçim kapısı * Yaşamak için gereken kazancın sağlandığı işyeri. geçim sıkıntısı * Geçinmede çekilen güçlük. geçim yolu * Yaşamak için gereken kazancı sağlama aracıveya çaresi. geçim zorluğu * Geçim sıkıntısı. geçimini doğrultmak * geçinmek için para kazanmak. geçimli * Çevresindekilerle iyi geçinen. geçimlik * Yiyecek parası, nafaka. geçimlilik * Geçimli olma durumu. geçimsiz * Çevresindekilerle iyi geçinemeyen, kavga çıkaran, huysuz, şirret. geçimsizleşme * Geçimsiz olma. geçimsizleşmek * Çevresindekilerle iyi geçinememek. geçimsizlik * Geçimsiz olma durumu. geçindirme * Geçindirmek işi. geçindirmek * Geçinmesini sağlamak. geçinilme * Geçinilmek durumu. geçinilmek * Geçinmek işi yapılmak. geçinim * Geçinmek işi. geçinip gitmek * çok iyi değilse de şöyle böyle geçinmek. geçinme * Geçinmek işi. geçinme endeksi * Belirli bir sosyal grubun ortalama yaşama düzeyini sürdürebilmesi için yapması gereken giderleri izleyen
fiyat indeksi.geçinmek * Yaşamak için gerekeni sağlamak.
* Uzlaşmak, anlaşmak.
* Taslamak.
* Kendi ihtiyaçlarını başkalarından sağlamak.
* Ölmek.geçinmeye gönlü olmamak * herhangi bir konuda isteksizliği belli etmek için kullanılır. geçirgen * İçinden gaz, sıvı gibi şeyleri kolaylıkla geçiren.
* Sıvıların geçmesine elverişli (kayaç). -
Türkçe Sözlük G Sayfa 13
geçirgenlik * Bazıcisimlerin, içlerinden başka şeyler (gaz, sıvı, akım) geçirme özelliği.
* Saydam cisimlerin ışığı geçirme derecesi.
* Kayaçların, sıvıların geçebilmesine karşıelverişliliği.geçirici * Geçirmek işini yapan (kimse).
* Uğurlamaya gelen.geçirilme * Geçirilmek işi. geçirilmek * Geçirmek işi yapılmak. geçirim * Geçirmek işi. geçirimli * Geçirgen. geçirimlilik * Geçirgenlik. geçirimsiz * Geçirgenliği olmayan. geçirimsizlik * Geçirimsiz olma durumu. geçiriş * Geçirmek işi veya biçimi. geçirme * Geçirmek işi. geçirmek * Geçmek işini yaptırmak, geçmesini sağlamak.
* Bir şeyi bir yandan öbür yana götürmek.
* Bir şeyi bir yerden başka yere taşımak, nakletmek.
* Tespit etmek, yazmak, kaydetmek.
* Bir şeyi kendisine ayrılmışolan yere yerleştirmek; takmak.
* Yola çıkan birini uğurlamaya gitmek, selâmetlemek, teşyi etmek.
* (bir süre) Yaşamak, oturmak, kalmak.
* Giymek, giyinmek.
* Bir işi birden çok kişi üzerinde uygulamak.
* (herhangi bir durumu) Yaşamışolmak, uğramak.
* Etmek, yapmak.
* Bulaştırmak.
* Uğraşmak.
* Bir ihtiyacıeldeki imkânla karşılamak.geçirtilme * Geçirtilmek durumu. geçirtilmek * Geçirmek işi yapılmak. geçirtme * Geçirtmek işi. geçirtmek * Geçirmek işini yaptırmak. geçiş * Geçmek işi veya biçimi.
* Herhangi bir durumdaki değişme, intikal.
* Resimde iki ayrırengi birbirine bağlayan ara ton.
* Bir parça süresince bir tondan başka bir tona atlama.
* Ses organlarının bir durumdan ötekine geçmesi.
* Akış, sürekli oluş.geçişhakkı * Geçişüstünlüğü. geçişüstünlüğü * Cankurtaran, itfaiye, güvenlik araçlarına tanınan, yolu öncelikle kullanma hakkı. geçişim * Geçişmek işi, geçişme, tedahül.
* Belirli bir işi yapma yeterliliğinin ilişkili veya bağlantılı başka bir işi yapma sonucunda artması, intikal.geçişli * Nesne ile kullanılabilen (fiil): Sevmek (okuma-yısevmek), görmek (ev-i görmek), kırmak (cam-ıkırmak),
dökmek (süt-ü dökmek) gibi.geçişme * Geçişmek işi.
* Yarı geçirgen bir zarla birbirinden ayrılmışiki sıvının karşılıklı geçerek birbirine karışması.
* Yarı geçirgen bir çeperin iki yanına yerleştirilmiş, derişikliği farklı iki sıvıdan oluşan yer değiştirme olayı,
ozmos.geçişmek * Birbirinin içine geçip karışmak, tedahül etmek. geçişsiz * Nesne ile kullanılmayan (fiil), lâzım: Gülmek, ağlamak, düşmek, gitmek, küsmek, barışmak gibi. geçiştirici * Tedavi edici etkisi olmayan, ağrıve sızıları geçici olarak azaltan, dindiren (ilâç vb.). geçiştirilme * Geçiştirilmek işi. geçiştirilmek * Geçiştirmek işi yapılmak. geçiştirme * Geçiştirmek işi. geçiştirmek * Gereken önemi vermemek, üstünde durmadan başından savmak.
* Az bir zararla atlatmak, kurtulmak.geçit * Geçmeye yarayan yer, geçecek yer.
* İki dağarasında dar ve uzun yol.geçit hakkı * Bir taşınmaz mal üzerinden diğer bir taşınmaz mal sahibinin geçmesi biçiminde doğan yararlanma hakkı. geçit resmi * Geçit töreni. geçit töreni * Bir topluluğun özel günlerde düzenli bir biçimde belli bir yerden geçmesi, geçit resmi. geçit vermek * geçilecek bir yeri olmak. geçkin * İhtiyarlamaya yüz tutmuş, geçmiş.
* Geçmiş.
* (bitkiler için) Gereğinden çok olgun veya solmaya başlamış.geçkinlik * Geçkin olma durumu. geçme * Geçmek işi, mürur.
* Birbirinin içine geçirilerek tutturulan iki şeyden birinde bulunan çıkıntılıparça.
* Çakılmış, yapıştırılmışveya lehimlenmişolmayıp gereğinde sökülebilecek biçimde parçaları birbirine takılıp
kenetlenmişolan.geçme namert köprüsünden, ko aparsın su seni * namerde karşıminnet altında kalmaktansa sıkıntıya katlan. geçmek * Bir yerden başka bir yere gitmek.
* Bir yandan girip öte yandan çıkmak.
* Yol olarak kullanmak.
* (bir duruma) Uğramak, konu olmak.
* Bırakmak, vazgeçmek.
* Yaşamak.
* Bir şeyi bundan böyle yapma durumunda olmamak.
* Olmak, vuku bulmak, cereyan etmek.
* (hastalık için) Bulaşmak, sirayet etmek.
* Herhangi bir durum, soya çekim yoluyla birinde görünmek.
* Bir yeri aşmak, öbür yana ulaşmak.
* Yerini bırakıp başka yer almak.
* Bir konu üzerinde veya bir yerde çalışmışolmak.
* Etki yapmak, işletmek.
* Görev almak.
* Kalmak, devrolmak.
* Geride bırakmak, aşmak.
* Tükenmek, bitmek, sona ermek.
* Üstünlük sağlamak.
* Söylemeden veya bitirmeden atlamak.
* (zaman için) Aşmak, geride bırakmak, harcamak.
* Bir müzik parçasınımeşk ederek öğrenmek, çalmak veya söylemek.
* Birinden meşk etmek.
* (haberi) Bir iletişim aracı ile bildirmek.
* Sönmek.
* Yazılmak, girmek.
* Sürümü olmak, satılmak.
* Konuşmada veya basında sözü edilmek.
* Yürürlükte bulunmak, geçerli olmak.
* Okulda, sınavda başarı göstermek.
* Bir yere gidip oturmak.
* (yol, araç veya akarsu için) Bir yerin yakınından veya içinden gitmek.
* Çok bekletilmekten çürümeye yüz tutmak.
* Sıyrılmak, kurtulmak, işin içinden çıkmak.
* Çekiştirmek, yermek.
* Bazıkelimelerle birleşik fiil yapar.geçmeli * Geçmesi olan. geçmelik * Bazıyerlerden geçenlerin ödemek zorunda olduklarıpara, müruriye. geçmez * Sahte, değerini yitirmiş, kalp. geçmez akçe * Değerini yitirmiş, kalp, sahte. geçmiş * Geçmek işini yapmış.
* Zaman bakımından geride kalmış.
* Çürümeye yüz tutmuş.
* Bu güne göre geride kalmışolan zaman, mazi.
* Arkada kalan hayat, mazi.
* Kişinin ölmüşyakınları.geçmişola * “o fırsat bir daha ele geçmez” anlamında kullanılır. geçmişolsun * hastalık, kaza geçirenlere beklenmedik büyük bir olumsuz durumdan kurtulanlara veya hapishaneye
girenlere söylenen iyi dilek sözü.geçmişzaman * Fiilin belirttiği zaman kavramının, içinde bulunduğu zamandan önceye ait olması. Türkçede bu zaman
belirli geçmişve belirsiz geçmişolarak iki türlüdür: Ali geldi, Ahmet bu havada İstanbul ‘a gidip gelmişgibi.geçmişzaman görünümü * -mış- geçmişzaman eki almışfiille yardımcıfiilin veya başka bir fiilin birlikte kullanılmasından ortaya çıkan
ve olayın tamamlanmışolduğu kavramınıveren görünüm: Gelmişolmak, gitmişolmak, vermiş bulunmak gibi.geçmişzaman sıfat-fiili * Geçmişzaman kavramıveren ve isim, sıfat gibi kullanılan sıfat-fiil. Türkçede bu sıfat-fiil -dik veya -miş
ekleriyle kurulur. Bildiklerinizi anlatın. Tanıdık adam. Geçmişi saygıyla anıyoruz cümlelerindeki bildik, tanıdık, geçmiş
birer geçmişzaman sıfat-fiilidir.geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler * geçmişte kalan olayların üzerinde durulmasından hiçbir yarar beklenmez. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 14
geçmişi kandilli * Sövgü yerine söylenen bir söz. geçmişi kınalı * Sövgü sözü. geçmişi olmak * aralarında eskiye dayanan dostluk, arkadaşlık olmak.
* aralarında kırgınlığa yol açacak bir durum geçmiş bulunmak.
* bir durumun, daha önce geçmiş bir evresi bulunmak.geçmişleri * birinin ölmüşanası, babasıve yakınları. geçmişlerini karıştırmak * birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek. geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye (veya geçti Bor’un pazarı) * artık işişten geçti. geçtiği yoldan geçmek * daha önce aynı olaylarıyaşamışolmak, tecrübe sahibi olmak. geçtiği yoldan geçmek * daha önce aynı olaylarıyaşamışolmak, tecrübe sahibi olmak. geçtim olsun * vazgeçtim, kalsın. geda * Dilenci.
* Yoksul, fakir.gedik * Bir düzey üstündeki yıkık, çatlak veya aralık, rahne.
* Dağgeçidi.
* Boşluk, eksiklik.
* Güçlük, güç durum.
* Eksik dişli.
* Yarma saldırısında düşman mevzilerinde açılan yer.
* Bir işi yapmak, bir şeyden yararlanmak yolunda verilen hak, imtiyaz.gedik açılmak * giderilmesi çok güç bir eksiklik veya açık ortaya çıkmak. gedik açmak * düşman mevzilerindeki zayıf bir noktadan girişyeri açmak. gedik kapamak * küçük bir ihtiyacınıkarşılamak. gedik kapmak * bir gelir kaynağıele geçirmek. gedikleri tıkamak * çıkan veya çıkacak olan zorluklarıönlemek. gedikli * Gediği olan.
* Bir yerle veya işle olan ilgisini sürüp götüren (kimse), sürekli, daimî.
* Astsubay.gedilme * Gedilmek durumu. gedilmek * Gedik olmak, gedik açılmak.
* Bıçak, keser vb.nin ağızlarıaşınmak.gedme * Gedmek işi. gedmek * Gedik açmak, çentmek, delmek. geğiriş * Geğirmek işi veya biçimi. geğirme * Geğirmek işi. geğirmek * Midede toplanan gazısesle ağızdan çıkarmak. geğirti * Geğirirken çıkan ses. geğrek * Yumuşak kaburga kemikleri.
* Kaburganın alt yanında bulunan boşluklardan her biri.geğrek batması * Geğrekte duyulan sancı. geh * Bkz. gâh. gehgeh * Bu söz nöbetli hastalığa yakalanmak anlamında kullanılan gehgeh tutmak deyiminde geçer. gel gelelim * fakat, ama, ancak. gel keyfim gel * büyük bir memnunluk veya alay anlatır. gel zaman git zaman * aradan oldukça uzun bir zaman geçtikten sonra. gelberi * Büyük ocaklardan ateşi dışarıçekmek için kullanılan uzun saplıdemir araç.
* Tırmık.
* Harman döküntülerini toplamaya yarayan araç.
* Ağaç dallarını budamak için kullanılan eğri demir.gelberi etmek * aşırmak, çalmak, kendine mal etmek. gele * Tavla oyununda elinde kırık taşı bulunan oyuncunun attığıuygun olmayan zar. geleceği varsa göreceği de var * kötülük yapmaya kalkışacak olursa, karşılığınıelbette görür. geleceği varsa, göreceği de var * kötülük yapmaya kalkışacak olan, bunun karşılığınıelbette görür. gelecek * Zaman bakımından, ileride olması, gerçekleşmesi beklenen.
* Daha gelmemiş, yaşanacak zaman, istikbal, ati.gelecek bilimi * Fütüroloji. gelecek zaman * Fiilin belirttiği zaman kavramının, içinde bulunduğu zamandan sonraya ait olması. Türkçede bu zaman
başlıca -e, -ecek,-esi, -se, -meli ekleriyle kurulur: Gele, gelecek, gelesi, gelse, gelmeli gibi.gelecek zaman görünümü * Gelecek zaman sıfat-fiiliyle yardımcıfiilin birlikte kullanılmasından ortaya çıkan ve niyet kavramıveren
görünüm.gelecek zaman kipi * Fiilin belirttiği zaman kavramının, içinde bulunulan zamandan sonraya ait olduğunu sınırlı bir biçimde
gösteren kip. Türkçede bu kip -acak / -ecek ekiyle kurulur: Geleceğim, geleceksin gibi.gelecek zaman sıfat-fiili * İsim veya sıfat gibi kullanılan ve gelecek zaman kavramıveren fiilimsi. Türkçede bu sıfat-fiili -ecek / -esi
ekleriyle kurulur: Akacak kan damarda durmaz. Göresim geldi gibi.gelecekçi * Gelecekçilik yanlısı, fütürist. gelecekçilik * Fütürizm. geleğen * Ana ırmağa karışan (akarsu). gelembe * Koyun yatağı. geleme * İki yıl sürülmeyen, boştarla. gelen * Gelmek işini yapan (kimse veya nesne).
* Bir ışık kaynağından çıkıp bir aynanın yüzüne veya saydam bir cismin yüzeyine düşen (ışın).gelen ağam giden paşam * yönetim kimde olursa olsun benim için fark etmez. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 3
galerici * Galeri işleten kimse. galeta * Fırında iyice pişirilerek kurutulan çeşitli biçimde peksimet. galeta unu * Galetadan veya kızarmışekmek kabuğundan yapılan un. galeyan * Kaynama.
* Coşma.galeyan etmek * kaynamak.
* coşmak.galeyana gelmek * coşmak, hiddetlenmek. galeyana getirmek * coşturmak. galeyanlı * Galeyana gelmişolan. gali * Alçak ve altıdüz gemi.
* Gemilerin üst güvertelerinde ve palavralarında bulunan mutfak.galiba * Görünüşe göre, sanılır ki, anlaşılan. galibarda * Mora çalan kırmızı. galibiyet * Yenme, yengi. galip * Bir yarışma, karşılaşma, çatışma vb. sonunda yenen, üstün gelen, başarıkazanan. galip gelmek * yenmek, üstün gelmek. galiz * Kaba ve çirkin, iğrenç. galon * Anglosaksonların kullandığıyaklaşık 4,5 litrelik bir tür ölçü birimi.
* Çoğunlukla akaryakıt vb. sıvımaddeleri taşımada kullanılan, silindir biçiminde, metalden büyük kap.
* Boya sanayiinde kullanılan beşlitrelik ambalâj.galoş * Tabanıtahtadan yapılmışderi ayakkabı.
* Sağlık kurumlarında ve özellikle hastahanelerde özel bölümlere girerken ayağa geçirilen ince ve şeffaf
korumalık.galsame * Solungaç. galvaniz * “Galvanizlenecek parçanın batırıldığıerimişçinko banyosu” anlamına gelen galvaniz banyosu teriminde
geçer.
* Üzeri değerli madenlerle kaplanacak bir bakır levhanın batırıldığı altın, gümüşveya plâtin banyosu.galvaniz banyosu * Galvanizlenecek parçanın batırıldığıerimişçinko banyosu. galvanizci * Madenî parçaların sıcakta daldırma yöntemiyle galvanizlenmesinde kullanılan erimişçinko banyosunu
hazırlamak ve denetlemekle görevli işçi.galvanize * Paslanmaktan korumak için erimişçinkoya batırılarak kaplanmış(nesne). galvanizleme * Galvanizlemek işi. galvanizlemek * Madenî bir parçayıpaslanmaktan korumak için galvaniz banyosunda erimiş çinko ile kaplamak. galvanizlenme * Galvanizlenmek işi. galvanizlenmek * Galvanizlemek işi yapılmak. galvanizletme * Galvanizletmek işi. galvanizletmek * Galvanizle kaplatmak. galvanizli * Galvanizlenmiş(madde). galvanizm * Canlı organizmalarda doğru akımın etkisi olayı. galvano * Elektroliz yoluyla yapılmışresim klişesi. galvanokoter * Elektrikle kızdırılan dağlağı. galvanometre * Mıknatıslı iğnede oluşan sapmaları gözlemek yoluyla elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan cihaz. galvanoplâsti * İçinde herhangi bir maden erimiş bulunan bir sıvıya, istenilen eşyayıdaldırıp sıvıdan elektrik akımı
geçirmek yoluyla o eşyayı bir maden tabakasıyla kaplama işlemi.galvanoskop * Manyetik bir ibre yardımıyla elektrik akımının varlığınıveya yönünü gösteren cihaz. galvanotip * Galvanoplâsti yoluyla hazırlanan ve tipo baskıda kullanılan kabartma klişe. galvanotipi * Tipografik klişeleri çoğaltmada kullanılan galvanoplâsti. galyot * Başıve kıçıçok yuvarlak gulet tipinde, altıdüz bir gemi. galyum * Çok seyrek bulunan, alüminyumu andıran, yoğunluğu 5,9, atom ağırlığı69,72 olan, 29,8 C° de eriyen
element. Kısaltması ga.gam * Tasa, kaygı, üzüntü. gam * Sekiz notanın kalın sesten inceye veya inceden kalına gitmek üzere sıralanmışdizisi. Do, re, mi, fa, sol, lâ,
si, do veya do, si, lâ, sol, fa, mi, re, do.gam çekmek * tasalanmak, kaygılanmak, üzülmek. gam yapmak * gam biçiminde deneme ve alıştırmayıçalgıveya sesle uygulamak. gam yememek * tasa etmemek, kaygılanmamak, üzülmemek. gama * Yunan alfabesinin üçüncü harfi (g). gama ışınları * Radyoaktif cisimler tarafından yayılan ve x ışınlarından daha kısa dalgalı olan ışınlar. gamaglobülin * Kanda, lenfte, safrada vb. de bulunan bir protein türü. gamalı * Bazıeski dinlerin ve Nazizmin sembolü olan, uçlarıYunancanın gama harfi biçiminde kırılmış(haç). gamba * İyi toplanmamışhalat veya zincirlerde ortaya çıkan dolaşıklık, burulma. gambot * Birkaç topu olan bir çeşit küçük ve hafif savaşgemisi. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 4
gamet * Erkek veya dişi üreme hücresi. gametli * Gameti olan, gamet oluşturan. gamlanma * Gamlanmak işi. gamlanmak * Tasalanmak, üzüntü duymak, kaygılanmak. gamlı * Kaygılı, tasalı.
* Sıkıntıveya üzüntü veren.gamlılık * Gamlı olma durumu. gamma * Bkz. gama. gammaz * Söz getirip götüren, arkadan çekiştiren, ara bozucu, fitneci, kovcu. gammazlama * Gammazlamak işi, kovlama. gammazlamak * Birinin yaptığı işi, söylediği sözü yermek, kötülemek, birisini yerip çekiştirmek, kovlamak. gammazlanma * Gammazlanmak işi. gammazlanmak * Gammazlamak işi yapılmak, kovlanmak. gammazlık * Gammazın işi, fitnecilik, kovculuk. gamsele * Geçirmez kauçuklu yağmurluk. gamsız * Üzüntüsü olmayan.
* Olaylarıkendine dert etmeden geçiştiren, aldırışetmeyen, tasasız.gamsızlık * Gamsız olma durumu, tasasızlık. gamze * Bazı insanların çenelerinde, yanaklarında doğal olarak bulunan veya güldükleri zaman görülen küçük
çukur.
* Yan bakış, göz süzme, sitemli bakma.-gan / -gen; -kan / -ken * Fiillerden sıfat türeten ek: sıkıl-gan, üşen-gen, çalış-kan, dövüş-ken vb. Ganalı * BatıAfrika’daki Gana’da yaşayan veya Gana halkından olan kimse. gang * Bir maden cevherini, bir değerli taşısaran değersiz madde.
* Maden cevher damarının işletilemeyen değersiz bölümü.gangama teknesi * Dibi tarayarak sünger avcılığında kullanılan tekne türü. gangliyon * Sinirlerde ve lenf damarlarında yer yer ortaya çıkan yuvarlak şişlik.
* Merkezî sinir sistemi dışında bulunan hücre gövdelerinin oluşturduğu kitle.gangster * Yasa dışı işler yapan çete üyesi.
* Herhangi bir çıkar için her türlü kötülüğü yapan kimse.gangsterlik * Gangster olma durumu. gani * Zengin, varlıklı.
* Bol.gani gani * Bol bol. gani gönüllü * Cömert, eli açık. ganimet * Savaşta düşmandan zorla ele geçirilen mal.
* Bir rastlantısonucu ele geçen kazanç veya imkân.
* Yağma sonrasında elde kalan mal, çalıntı.ganyan * At yarışlarında birinciliği kazanan (at).
* Bu at için alınan bilet.ganyan oynamak * bir at yarışında resmî programda yer alan atın numarasınıtaşıyan bileti alarak onun birinci gelmesi tahmini
üzerine para yatırmak.gar * Yolcu ve eşya ulaşımını sağlamak için demir yolu ile ilgili birçok kuruluşun bulunduğu yer. garabet * Yadırganacak yönü olma, gariplik, tuhaflık. garaip * Görülmemiş, şaşılacak şeyler, işitilmemişolaylar. garaj * Otomobil, vagon gibi taşıtların konulduğu üstü örtülü yer.
* Otomobillerin bakım ve onarımının yapıldığıyer.
* Şehirler arasıyolcu otobüslerine hareket ve varışnoktası olarak belediyelerce ayrılan yer, otogar.garajcı * Otomobil, otobüs gibi taşıtları belli bir süre barındıracak kapalıyer sağlayan, gereğinde bakım ve
onarımlarınıyaptıran işletmeci.garamî * Düşünceden çok, canlıduygulara ve aşka dayanan (sanat eseri). garanti * Güvence, inanca, teminat.
* Kesinlikle, kesin olarak, ne olursa olsun.garanti etmek * o şeyle ilgili olarak güvence vermek.
* bir işin gerçekleşmesi için gerekli önlemleri almak.garanti vermek * güvence altına almak. garantileme * Garantilemek işi. garantilemek * Bir işin gerçekleşmesi için gereken önlemleri almak, sağlama bağlamak. garantili * Garantisi olan, güvenceli. garantisiz * Garantisi olmayan, güvencesiz. garantör * Güvence veren ve bunun gerçekleşmesini gözeten ve denetleyen kimse, kuruluşveya devlet. garaz * Hedef, amaç, maksat.
* Birine karşı güdülen kötülük etme isteği, kin, düşmanlık.garaz (veya garez) bağlamak * birine karşıdüşmanlık beslemek. garazı(veya garezi) olmak * birine karşıkötülük, kin beslemek. garazkâr * Garaz bağlayan. garazkârlık * Garaz bağlama durumu. garazlı * Düşmanlık besleyen, kin güden, garazı olan. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 5
garazsız * Düşmanlık beslemeyen, garazı olmayan. garazsız ivazsız * Hiçbir gizli maksat gütmeden. garbî * Batıyönünde olan, batı ile ilgili, batıya özgü olan; batı. garç gurç * Birbirine sürtünen nesnelerin çıkardığıses. garç gurç etmek * garç gurç diye ses çıkarmak. gard * Eskrim, boks gibi oyunlarda korunma için alınan durum. gardenparti * Bir bahçede veya parkta yapılan davet. gardenya * Kök boyası gillerden, sıcak bölgelerde yetişen bir ağaç veya ağaççık cinsi (Gardenia).
* Bu ağaççığın güzel kokulu çiçeği.gardıfren * Trenlerde vagon frenlerini işleten kimse. gardırop * Giysi dolabıveya yeri.
* Bir kişinin sahip olduğu bütün giysileri, giysi takımları.gardıropçu * Giydirici. gardiyan * Ceza evlerinde düzeni, tutukluların yasalara uygun biçimde davranmalarını sağlamakla görevli kimse. gardiyanlık * Gardiyan olma durumu veya gardiyanın görevi. garez * Bkz. garaz. gargar * Süzgeçli testi. gargara * Yutmadan, su veya başka bir sıvı ile ağzıveya boğazıçalkalama işi.
* Bu maksatla kullanılan ilâçlısıvı.gargara yapmak * bir sıvı ile ağzıveya boğazıçalkalamak. gargaraya getirmek * gürültüye, karışıklığa boğarak bir sözün veya bir işin etkisini azaltmak, dağıtmak, dikkatten kaçırmak. gariban * Kimsesiz, zavallı, garip. garibanlık * Gariban olma durumu. garibe * Şaşılacak şey, yadırganacak şey. garibine gitmek * yadırgamak, şaşırmak. garip * Kimsesiz, zavallı.
* Yabancı, gurbette yaşayan, elgin.
* Yadırganan, anlaşılmamış, gizli yönleri olan, yabansı, tuhaf.
* Dokunaklı, hüzün veren.
* Şaşılacak bir şey karşısında söylenir.garip bulmak * yadırgayarak karşılamak, tuhaf ve anlaşılmaz olarak nitelemek. garip garip * Zavallı, şaşkın bir biçimde. garip kuşun yuvasınıAllah yapar * garip ve kimsesiz kişiye Tanrıyardım eder. garipleşme * Garipleşmek işi. garipleşmek * Garip bir duruma gelmek. gariplik * Garip olma durumu, garabet. gariplik basmak * yalnızlık çökmek. garipseme * Garipsemek işi. garipsemek * Kendini gurbette veya kimsesiz gibi düşünerek içlenmek.
* Bir şeyi garip, tuhaf ve uygunsuz bulmak, alışamamak, yadırgamak.gark * (suya) Batma, batırma; boğulma. gark etmek * batırmak, boğmak.
* birine bir şeyi bol bol vermek.gark olmak * gömülmek, batmak.
* bir şeyden bol miktarda olmak.garni * Herhangi bir yiyecek bölümü bulunmayan otel. garnitür * Herhangi bir şeyi ona uygun nitelikte tamamlayan nesne.
* Giyecekleri süslemek için eklenen şey, süs.
* Et veya balık gibi asıl yemeğin yanına süslemek veya tamamlamak için eklenen sebze, patates gibi
yiyecekler.garnitürlü * Garnitürü olan. garnizon * Bir şehri savunan veya yalnız orada bulunan askerî birlikler.
* Askerî birliklerin bulunduğu yer.garoz * Palamut ve toriğin iç organları. garp * Batı. garpçı * Batıkültür ve medeniyetinden yana olan. garpçılık * Batıyanlısı olma durumu. garpkârî * Batıörneklerine benzer, Batıyapısı. garplı * Batılı. garplılaşma * Batılılaşma. garplılaşmak * Batılılaşmak. garplılaştırma * Batılılaştırma. garplılaştırmak * Batılılaştırmak. garplılık * Batılı olma durumu, batılılık. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 6
garson * Lokanta, otel, pastahane, kahvehane gibi yerlerde müşterilere hizmet eden kimse. garsoniyer * Bazıerkeklerin, kendi konutlarından ayrı olarak evlilik dışı ilişkiler için tuttuklarıözel konut. garsonluk * Garson olma durumu.
* Garsonun görevi.gaseyan * İç bulantısı.
* Kusma.gaseyan etmek * kusmak. gasıp * Zorla alan. gasil * Ölü yıkama. gasletme * Gasletmek işi. gasletmek * (ölüyü) Yıkamak. gasp * Bir malısahibinin izni ve haberi olmadan zorla ve hile ile alma. gaspetme * Gaspetmek işi veya biçimi. gaspetmek * Zorla, izinsiz almak. gassal * Ölü yıkayıcısı. gastrit * Mide iltihabı. gastroenterolog * Sindirim sistemi hastalıklarıhekimi, sindirim bilimci. gastroentoroloji * Tı bbın sindirim sistemi hastalıklarını inceleyen dalı, sindirim bilimi.
* Hastahanelerde sindirim organlarıhastalıklarının incelendiği, tedavi edildiği bölüm.gastronom * Damak zevki olan, ağzının tadını bilen, iyi yemekten anlayan kimse. gastronomi * İyi yemek merakı.
* Sağlığa uygun, iyi düzenlenmiş, hoşve lezzetli mutfak; yemek düzeni ve sistemi.gastroskop * Yutma borusu, mide ve on iki parmak bağırsağının gözle görülmesini sağlayan, hastaya ağız yolu ile
uygulanan fiberoptik alet.gastroskopi * Gastroskopla yapılan muayene. gastrulâ * Yumurta hücresi oğulcuk durumuna gelirken blâstulanın bir noktasından çukurlaşarak iç içe geçmişiki
hücre katmanı biçimine girme evresi.gaşiy * Kendinden geçme, esrime. gaşyolma * Gaşyolmak işi veya durumu. gaşyolmak * Kendinden geçmek, esrimek. gato * Pasta, çörek. gauss * Manyetik alanın şiddet birimi. Kısaltması g. gavot * Bir tür eski Fransız halk dansı. gâvur * Müslüman olmayan kimse, Hristiyan.
* Dinsiz kimse.
* Merhametsiz, acımasız, inatçı.gâvur etmek * boşuna harcamak, yerinde harcamamışolmak, işe yaramaz duruma getirmek. gâvur eziyeti * Bile bile verilen zahmet, eziyetli iş. gâvur icadı * Batıyapısıteknik eşyaya eskiden tutucu çevrelerin verdiği ad. gâvur inadı * Yumuşatılamayan, yok edilemeyen inat. gâvur inadıtutmak * iyiden iyiye inatlaşmaya başlamak. gâvur olmak * Hristiyan olmak.
* boşuna harcanmak.gâvur orucu gibi uzamak * bir işgereğinden çok sürmek. gâvur ölüsü gibi * çok ağır ve hantal. gâvura kızıp oruç yemek (veya bozmak) * başkasına kızıp kendine zararlı olan bir işyapmak. gâvurca * Batılıların konuştuğu yabancıdillerden herhangi biri.
* Acımasız, insafsızca.gâvurcasına * Hiç acımaksızın, insafsızcasına. gâvurlaşma * Gâvurlaşmak işi. gâvurlaşmak * Gâvur olmak.
* Acımasız davranmaya başlamak.gâvurluk * Gâvur olma durumu, dinsizlik.
* Acımasızlık, insafsızlık, gaddarlık.gâvurluk etmek * acımasız, insafsız davranışta bulunmak, gaddarlık etmek. gayakol * Peygamber ağacıreçinesinden çıkarılan ve hekimlikte kullanılan bir sıvı. gaybubet * Bulunmayış, yokluk. gaybubet etmek * ortada görülmez olmak. gaybubetinde * bulunmadığısırada, yokluğunda. gayda * Üfleme düdüğü olan tulumlu bir çalgı. gaydacı * Gayda çalan veya yapıp satan kimse. gaye * Amaç, hedef. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 7
gayeli * Amacı olan. gayesiz * Amacı olmayan. gayet * Pek, çok, pek çok, güçlü bir biçimde, etkili olarak. gayetle * Aşırıderecede. gayr * Başka kimse, başkası.
* (ga’yr) Arapça bazısözlerin başına getirilerek “olmayan” anlamını verir.gayret * Olağanüstü çalışma, çaba, çalışma isteği.
* Kutsal sayılan şeylere yabancıların saldırmasını görmekten doğan dayanamama duygusu.
* Koruma, esirgeme, kayırma duygusu.gayret almak * yüreklenmek, cesaret almak. gayret dayıya düştü * iş, onu başarabilecek olana kaldı. gayret etmek * emekle çalışmak, çabalamak, uğraşmak. gayret göstermek * çaba harcamak, başarmak için çalışmak. gayret kuşağı * Kuşak bağlama töreninde gelinin beline dolanan kuşak, kırmızıkemer. gayret vermek * isteklendirmek, özendirmek, yüreklendirmek. gayrete gelmek * bir işi yapmaya veya bitirmeye özenmek; canlanmak. gayretine dokunmak * bir işi yapamayacağını ileri sürenlere kızarak veya kendisinin yapması beklenen işi başkasının yapmasından
utanç duyarak başarmaya çalışmak.gayretkeş * Çalışkan.
* Yan tutan, kayıran.gayretkeşlik * Gayretkeşolma durumu. gayretlenme * Gayretlenmek işi. gayretlenmek * Çalışma isteği duymak veya çalışma isteği artmak. gayretli * Çalışkan, çaba gösteren. gayretlilik * Gayretli olma durumu. gayretsiz * Çalışmayan, çaba göstermeyen. gayretsizlik * Gayretsiz olma durumu. gayrı * Artık, bundan böyle. gayri * Başka, diğer.
* Artık, bundan sonra.gayriahlâkî * Ahlâka aykırı, ahlâksızca. gayriaklî * Akıl dışı, irrasyonel. gayriciddî * Ciddî olmayan, lâubalî, ciddiyetsiz. gayriihtiyarî * İstemeksizin, düşünmeden, elinde olmayarak. gayriilmî * Bilime aykırı, bilime uymaz, bilim dışı. gayriinsanî * İnsanlık dışı. gayriiradî * İstençsiz, irade dışı. gayrikabil * Olamaz, olamayacak, çözümü olmayan. gayrikabiliitiraz * Karşıçıkılamayacak kadar kesin. gayrikabilikıyas * Karşılaştırılamaz, ölçülemez, bambaşka. gayrikabilişifa * İyi onmaz, onulmaz. gayrikabilitahmin * Kestirilemez.
* Beklenmedik.gayrikabilitelâfi * Yerine konulamaz, onarılamaz, eksikliği giderilemez. gayrikâfi * Yetersiz, yetmez. gayrikanunî * Yasaya uygun olmayan, yasa dışı. gayrikıyasî * Kuralsız. gayrilâyık * Yakışmaz, yakışıksız. gayrimahdut * Sınırsız, sonsuz, uçsuz. gayrimahsus * Duyulmaz, sezilmez. gayrimakul * Akla aykırı, saçma. gayrimalûm * Bilinmeyen, bilinmez, bilinmedik. gayrimemnun * Memnun olmayan, kızgın, hoşnutsuz, küskün, kırgın, sızlanan. gayrimenkul * Taşınmaz. gayrimeskûn * Boş, ıssız, şenliksiz. gayrimesul * Sorumsuz. gayrimeşru * Yolsuz, yasaya veya töreye aykırı.
* Evlilik dışı.