hanedanlık | * Hanedandan olma durumu. |
Hanefî | * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri. * Hanefî mezhebinden olan kimse. |
Hanefîlik | * Hanefî mezhebi. |
hanek | * Söz, konuşma. |
haneli | * Herhangi bir sayıda evi olan. * Herhangi bir sayıda hanesi olan. |
hanelik | * Herhangi bir sayıda evi olan, evlik. |
hanende | * Şarkısöylemeyi meslek edinmişkimse, şarkıcı, okuyucu. |
hanendelik | * Hanende olma durumu, şarkıcılık, okuyuculuk. |
hangar | * Uçak, araba, tarım aracı, eşya gibi nesneleri barındırmaya yarar kapalıyer, sundurma. |
hangar gibi | * çok büyük ve genişyer. |
hangi | * İki veya daha çok şeyden bir tanesini belirtecek bir cevap istemek için kullanılan soru sıfatı. * Fiili dilek veya şart birleşik zamanında olan cümlelerde, nesnenin veya cümlenin belirteni durumunda olduğunda nesnedeki kavramı genelleştirir. |
hangi akla hizmet ediyor? | * ne gibi bir düşünce ile böyle olmayacak, mantıksız bir işyapıyor?. |
hangi biri? | * çok olanlardan hangisi. |
hangi dağda kurt öldü? | * kendisinden beklenmedik bir davranışkarşısında şaşma ve sitem anlatır. |
hangi peygambere kulluk edeceğini şaşırmak | * kimin sözünü yerine getireceğini bilemeyerek şaşkınlık içinde kalmak. |
hangi rüzgâr attı? | * bir yere uzun süre uğramamışken beklenmedik bir zamanda gelenlere sitem yollu söylenir. |
hangi taşpekse (katıysa), başını ona vur | * kendi kusuru yüzünden zor bir duruma düşen veya başkalarından yardım isteyen bir kimseye öfkelenildiğinde söylenir. |
hangi taşıkaldırsan, altından çıkar | * her işten anlar veya anladığı iddiasında bulunur. * her işe karışır. |
hangisi | * Birkaç kişi arasından kim veya birkaç şey arasından hangi şey. |
hanım | * Kız ve kadınlara verilen unvan, bayan. * Karı, eş. * Kadınlığın bütün iyi niteliklerini taşıyan. * Toplumsal durumu, varlığı iyi olan, hizmetinde bulunulan kadın. |
hanım böceği | * Kın kanatlılardan, kara benekli, kırmızırenkte, kurtçuklarıyediği için yararlısayılan bir böcek, gelin böceği (Coccinella). |
hanım evlâdı | * Nazlı büyütülmüş, çıtkırıldım kimse. * Piç. |
hanım hanımcık | * Evine, çocuklarına, işine gereği gibi bakan, çevresiyle uyumlu (kadın, kız). * Böyle bir kadına veya kıza yaraşır davranışları olan. |
hanımanne | * Kayın valide. |
hanımefendi | * Üstün bir saygı göstermişolmak için kadın adlarının sonuna getirilir veya adların yerine kullanılır. |
hanımefendilik | * Hanımefendi olma durumu ve özelliği. |
hanımeli | * Hanımeligillerden tırmanıcı, korularda, çalılıklarda yetişen bir bitki (Lonicera caprifolium). * Bu bitkinin güzel kokulu çiçeği. |
hanımeligiller | * İki çeneklilerden, örneği hanımeli olan bir bitki familyası. |
hanımgöbeği | * Bir çeşit hamur tatlısı. |
hanımlık | * Hanım olma durumu ve özelliği. |
hanımnine | * Bkz. haminne. |
hanımparmağı | * İnce uzun, parmak biçiminde bir çeşit hamur tatlısı. |
hani | * Nerede, ne oldu, nerede kaldı. * Karşıdakinin daha önceden bildiği bir şey kendisine hatırlatılmak istenildiğinde kullanılır. * Verilen sözü hatırlatan sözün başına getirildiğinde sitem anlatır. * Bazen “bari” anlamında kullanılır. * “Doğrusunu söylemek gerekirse”,”kaldıki, üstelik” anlamlarında kullanılır. |
hani | * Hanigillerden, Akdeniz’de yaşayan, alaca kırmızırenkli, beyaz etli, orta büyüklükte bir balık (Serranus cabrilla). |
hani ya | * hani. |
hani yok mu | * dikkati arkadan gelen söze çekmek için söylenir. |
hanidir | * ne vakittir, epey zamandır, çoktan beri. |
hanigiller | * İyi bilinen türleri hani ve yazılıhani olan kemikli balıklar takımı. |
hanlık | * Han olma durumu. * Hanın egemenliğindeki ülke. * Hanın yönetimi. |
hant hant | * “Rahatsız edecek biçimde bir şeye aşırı istek duymak” anlamında hant hant ötmek deyiminde geçer. |
hantal | * Kocaman, iri, kaba. * İşi, davranışlarıkaba ve yavaş. |
hantallaşma | * Hantallaşmak işi. |
hantallaşmak | * Hantal bir duruma gelmek. |
hantallık | * Hantal olma durumu. |
hanüman | * Ev bark, ocak. |
hanümanınıyıkmak | * ocağınıyıkmak, evini barkınıdağıtmak. |
Hanya | * “Haddini bilmek” anlamında Hanya’yıKonya’yı bilmek (veya anlamak) bilmemek (veya anlamamak) deyiminde geçer. |
Hanya’yıKonya’yıanlamak | * bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak. |
Hanya’yıKonya’yı göstermek (veya öğretmek) | * Bkz. dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek. |
Hanya’yıKonya’yıöğrenmek | * Bkz. anlamak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 14
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 15
hap * Kolayca yutulabilmesi için küçük toparlak durumuna getirilmişilâç.
* Bir içimlik afyon.hap * (çocuk dilinde) Yutma sesi. hap etmek * yemek, yutmak. hapaz * Avuç. hapazlama * Hapazlamak işi. hapazlamak * Avuçlamak. hapçı * Afyon vb. uyuşturuculara alışmışolan (kimse). hapçılık * Uyuşturucu madde özelliği taşıyan haplara düşkün olma durumu. hapıyutmak * kötü bir duruma düşmek. hapır hapır, hapır hupur * İştahlıve gürültülü bir biçimde (yemek). hapis * Bir yere kapatıp salıvermeme.
* Yasalara göre suçu belirlenen bir kimseyi ceza evine koyma cezası.
* Cezaya çarptırılmışsuçluların kapatıldıklarıyer, ceza evi, hapishane.
* Ceza evine kapatılmışkimse, mahpus.
* Pullarısalıvermemek, kapatmak temeline dayanan bir çeşit tavla oyunu.hapis giymek * hapis cezasına çarptırılmak. hapis yatmak * hükümlü olduğu süreyi hapishanede geçirmek. hapishane * Hapis cezasına çarptırılanların kapatıldıklarıyer, dam, ceza evi, kodes. hapishane kaçkını * suçlu olup da henüz tutuklanmamışkimse.
* kötü, serseri, hoyrat kimse.hapislik * Hapiste bulunma durumu veya süresi. haploit * Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom takımı. haploloji * Bkz. Orta hece yutumu. hapsedilme * Hapsedilmek işi. hapsedilmek * Hapsetmek işi yapılmak. hapsetme * Hapsetmek işi. hapsetmek * Bir suçluyu hapishaneye koymak.
* Bir yere kapatıp salıvermemek.
* Bir kimseyi veya bir şeyi boşu boşuna tutmak, alıkoymak.hapsettirme * Hapsettirmek işi. hapsettirmek * Hapsedilmesine yol açmak. hapşırık * Aksırık. hapşırıklı * Aksırıklı. hapşırma * Hapşırmak işi, aksırma. hapşırmak * Aksırmak. hapşırtma * Hapşırtmak işi. hapşırtmak * Aksırtmak. hapşu * Hapşırma sesi. hapt * “Bir tartışmada karşısındakini susturmak ve karşılık veremez duruma getirmek” anlamında haptetmek
birleşik fiilinde geçer.haptetme * Haptetmek işi. haptetmek * Karşısındakini susturmak, cevap veremez durumunda bırakmak. har * Birtakım ikileme ve deyimlerde çeşitli anlamlarla geçer. har * Sıcak, kızgın, yakıcı. har gür * tartışıp çekişme, tartışıp çekişerek. har gür * Bkz. har. har har * Gürültülü, bol ve sürekli olarak. har hur * karışıklık ve anlaşmazlık. har hur * Bkz. har. har vurup harman savurmak * düşüncesizce ve hesapsızca harcamak, bol bol harcayıp tüketmek. hara * At üretilen çiftlik, aygır deposu. hara * Hare. harabat * Yıkıntılar, harabeler, viraneler.
* (Divan edebiyatında) İçkili eğlence yeri, meyhane.harabatî * Maddî şeylere değer vermediği için üstüne başına özenmeyen, dağınık, derbeder.
* Vaktini meyhanelerde veya zevk ve sefada geçiren (kimse).harabatîlik * Harabatî olma durumu, dağınıklık, derbederlik. harabe * Eski çağlardan kalmışşehir veya yapı, ören, kalıntı.
* Yıkılmışveya yıkılmaya yüz tutmuşyapı, yıkı.harabelik * Harap olmuşyer, ören. haraca bağlamak * bir kimseyi belli zamanlarda kendisine belli miktarda para vermeye zorlamak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 2
Habeşî * Habeş. habip * Sevilen, sevgili.
* Hz. Muhammet.habis * Kötü, alçak, soysuz (kimse).
* (bazıhastalıklar veya urlar için) Kötücül.habislik * Habis olma durumu. habitat * Yerleşme, oturma.
* Bitkinin doğal olarak yetiştiği yer, yurt.habitus * Bitkinin yerindeki durumu, dallanması, köklerinin toprak içerisindeki dağılmasını belirten morfolojik
görünüş.hac * Genellikle tek tanrılıdinlerde kutsal olarak tanınan yerlerin, o dinden olanlarca yılın belli aylarında ziyaret
edilmesi.
* İslâmın beşşartından biri olan, Müslümanlarca zilhicce ayında Mekke’de yapılan Kâbe’yi ziyaret ve tavaf
töreni.hacamat * Vücudun herhangi bir yerini hafifçe çizip, üzerine boynuz, bardak veya şişe oturtarak kan alma.
* Hafif yaralama.hacamat baltası * Hacamat için kullanılan kesici küçük araç. hacamat etmek (veya yapmak) * hacamat yoluyla kan almak.
* hafifçe yaralamak.hacamat şişesi * Hacamat yapmak için kullanılan ağzıdibinden dar şişe. hacamatçı * Hacamat yapan kimse. hacamatlama * Hacamatlamak işi. hacamatlamak * Hacamat etmek, hacamat yapmak.
* Hafifçe yaralamak.hacca gitmek * Müslümanlar hac amacıyla Mekke’ye gitmek.
* Hristiyanlar kutsal sayılan yerlere gitmek.haccetme * Haccetmek işi. haccetmek * Müslümanlıkta hac zamanında Kâbe’yi ziyaret ve tavaf etmek.
* Hristiyanlar kutsal sayılan yerlere gitmek.hacet * Herhangi bir şey için gerekli olma; gereklilik, lüzum.
* Tanrı’dan veya kutsal sayılan kişiden beklenen dilek.
* Abdest (küçük veya büyük).
* İhtiyaç duyulan şey, gerekli şey.hacet dilemek * istekte bulunmak. hacet görmek * gerekli bulmak, gerekli saymak.
* ayak yoluna gitmek.hacet kalmamak * gereği olmamak. hacet kapısı * Dua etmek veya dilekte bulunmak için önünde durulan türbenin kapısı(penceresi). hacet penceresi * Bkz. hacet kapısı. hacet tepesi * Üzerinde yapılan duanın kabul olunacağına inanılan tepe. hacet yeri * Ayak yolu, abdesthane. hacet yok * gerekliği yok, gerekli değil, istemez. haceti olmak * ayak yoluna gitmesi gerekmek. hacetini yapmak * küçük veya büyük abdest etmek. hacı * Din buyruklarınıyerine getirmek için hacca gitmişMüslüman.
* Kudüs’ü, Efes’i veya başka kutsal bir yeri ziyaret etmişolan Hristiyan.hacı bekler gibi beklemek * büyük bir sabırsızlıkla beklemek. hacıdevesi * Tek hörgüçlü deve. hacıfışfış * Arap halkından olanlar için kullanılan alaylısöz. hacı olmak * hacca gidip, haccın gereklerini yapmak. hacıyağı * Gül yağından çıkarılan, hacıların süründüğü özel koku. hacıağa * Büyük şehirlerde gereksiz, yersiz çok para harcayan taşralızengin. hacıağalık * Hacıağa olma durumu. hacıağalık etmek * gereksiz yere, gösterişiçin bol para harcamak. hacı bektaştaşı * Balgam taşı. hacılar bayramı * Kurban bayramı. hacılar kuşağı * Gök kuşağı. hacılaryolu * Samanyolu. hacılık * Hacı olma durumu. hacısıhocası * kim varsa, herkes, hepsi. hacıyatmaz * Yere nasıl bırakılırsa bırakılsın, dibinde bulunan ağırlık sebebiyle dik bir durum alan oyuncak.
* Çıkarları için, güç durumlarda kişiliğinden özveride bulunarak kendini çabucak toparlamayı beceren kimse.hacıyolu * Bkz. hacılaryolu. hacim * Bir cismin uzayda doldurduğu boşluk, oylum, cirim, sıygı. hacimli * Hacmi olan, oylumlu. hacimlice * Biraz hacimli, oylumluca. hacimsiz * Hacmi olmayan, oylumsuz.
* Borsada gerçekleştirilen yetersiz tutarda alım satım.hacir * Kısıt, kısıtlılık. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 3
hacir altına almak * kısıtlamak.
* hastalık, bunama vb. sebeplerden ötürü davranışlarının nasıl sonuç vereceğini bilemeyen bir kişiyi
mahkeme aracılığı ile mal ve mülk yönetimi bakımından kısıtlamak.
* Medenî Kanuna göre çeşitli haklarınıkullanmaya yetkili olan kişinin bu haklarının mahkeme kararı ile
elinden alınması, haklarınıkullanma bakımından kısıtlanması.Hacivat * Karagöz oyununda kendini halktan üstün görme, bilgiçlik taslama, kitap dili kullanma gibi özentileri olan
kimse.haciz * Bir alacağın ödenmesi için borçlunun parasına, aylığına veya malına icra dairesince el konulması. haciz koymak * borçlunun malına el koymak. hacizli * Haczedilmiş, mahcuz. haczetme * Haczetmek işi veya biçimi. haczetmek * Bir alacağın ödenmesi için borçlunun geçim ve mesleğinde gerekli olan şeyler dışında kalan para, aylık veya
malına icra dairesince el konmak.haç * Hristiyanlığın sembolü sayılan ve birbirini dikey olarak kesen iki çizgiden oluşan biçim, istavroz, salip. haç çıkarmak * Hristiyanlar sağellerini alın, karın, iki koltuk ve göğüs hizasına götürerek haç biçiminde tapınma işaretini
yapmak, istavroz çıkarmak.haçısuya atma * Hristiyanların bir din töreni olarak kışın suya haç atmaları. haçlamak * Çarmıha germek. haçlı * Haçı olan. Haçlılar * XI. yüzyıl ile XII. yüzyıl arasında batılıHristiyanlarca kutsal yerleri Müslümanların elinden almayı
amaçlayan seferlere katılanlara verilen ad, ehlisalip.haçvari * Haç benzeri. had * Sınır, uç.
* Derece.
* (insan için) Yetki ve değer.
* Terim.hâd * Keskin; sivri.
* (hastalık için) Çabuk ilerleyen, iveğen, akut.
* Aşırı(bunalım, geçimsizlik gibi kötü durumlar için) şiddetli; gergin.hadde * Madenleri tel durumuna getirmek için kullanılan ve türlü çapta delikleri olan çelik araç. hadde fabrikası * Som demire çubuk, köşebent, levha, ray gibi biçimler verilen yapım evi. haddeci * Hadde işiyle uğraşan kimse. haddeden geçirmek * en küçük ayrıntısına kadar incelemek, dikkatle araştırmak. haddehane * Ham demir madeninin eritildiği büyük ocak, fırın. haddeleme * Haddelemek işi. haddelemek * Madenleri haddeden geçirerek, birtakım işlemler sonucu, istenilen biçime getirmek. haddi hesabıyok * pek çok, sınırı, ölçüsü yok. haddi mi (veya haddine mi düşmüş) * onun bunu yapmaya yetkisi veya yeteneği yoktur. haddi olmamak * (hakkıveya yetkisi) olmamak. haddikifayeyi bulmak * yeterince olmak. haddinden fazla * gereğinden çok, aşırı. haddini aşmak * ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek. haddini bildirmek * sert bir karşılıkla uslandırmak, yola getirmek, cezalandırmak. haddini bilmek * kendi değer ve yeteneğini olduğundan üstün görmemek. haddizatında * Aslında. hademe * İşyerlerinde temizlik ve getir götür işlerine bakan görevli, odacı, müstahdem. hademeihayrat * Din kuruluşlarında temizlik ve ayak işlerine bakan görevliler. hademelik * Hademe olma durumu veya hademenin görevi, odacılık. hadım * Kısırlaştırılmış, enenmişerkek. hadım ağası * Harem ağası. hadım etmek * kısırlaştırmak, enemek. hadımlaştırma * Hadımlaştırmak işi. hadımlaştırmak * Eneyerek kısırlaştırmak. hadımlık * Hadım olma durumu. hadi * Bkz. Haydi. hadi hadi * “Kısa kes”, “işi uzatma”, “bizi aldatamazsın” anlamında kullanılır.
* Çabukluk, acele bildirir.hadim * Hizmet eden, hizmet edici; yarayan, yarar. hadis * Hz. Muhammed’in genel kural değerindeki söz ve davranışları.
* Bu söz ve davranışları inceleyen bilim.hâdis * Sonradan ortaya çıkan. hâdisat * Olaylar, hadiseler. hadise * Olay. hadise çıkarmak * olay çıkarmak. hadiseli * Olaylı. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 4
hadisene * Haydisene. hâdisesiz * Olaysız. hadsiz hesapsız * Sayılamayacak derecede çok. haf * Futbolda kalecinin önünde bulunan iki bekin önündeki üç oyuncudan her biri. hafakan * Sıkıntı, çarpıntı. hafakanlar boğmak (veya basmak) * sıkıntıdan bunalmak. hafazanallah * Kötü bir ihtimalden söz edilirken “Tanrıkorusun” anlamında söylenir. hafız * Koruyan, saklayan.
* Kur’an’ı bütünüyle ezbere bilen ve okuyabilen kimse.
* Aptal, ahmak, bön.
* Bir şeyi anlamadan ezberleyen kimse.hafıza * Bellek. hafıza kaybı * Sinir sistemindeki bir arıza sebebiyle bilincin yitirilmesi. hafızalı * Hafızası olan. hafızali * Seyrek taneli, kalın kabuklu, etli ve parlak altın sarısırenginde büyük taneli bir tür üzüm. hafızasız * Hafızası olmayan. hafızayıyoklamak * hatırlamaya çalışmak. hafızıkütüp * Kitaplık görevlisi. hafızlama * Hafızlamak işi. hafızlamak * Çok çalışmak, ezberlemek, ineklemek. hafızlık * Hafız olma durumu veya hafızın görevi.
* Aptallık, ahmaklık.
* Ezbercilik, bir şeyi anlamadan öğrenme özelliği.hafi * Gizli, saklı. hafi celse * Bkz. gizli oturum. hafif * Tartıda ağırlığı az gelen, yeğni, ağır karşıtı.
* Güç veya yorucu olmayan, kolay.
* Ağır başlı olmayan, ciddî olmayan, hoppa.
* (yiyecek için) Miktarıaz, sindirimi kolay.
* Kalınlığıveya yoğunluğu az olan.
* Etkisi az olan.
* Zorlu olmayan.
* Önemli olmayan.
* (uyku için) Çabuk uyanılan.
* Çok dik olmayan (sırt, yokuş).
* Gücü az olan, belli belirsiz.
* Sıkıntısız, ferah.
* Belli belirsiz.hafif atlatmak * kötü bir durumdan çok az bir zararla kurtulmak. hafif gelmek * ağırlığıfazla olmamak.
* önemsiz görmek, değer verilmemek.hafif giyinmek * az ve ince giyinmek. hafif hafif * Yavaşyavaş, ağır ağır. hafif hapis cezası * Ayrıhücreye kapatılmaksızın çektirilen hapis cezası. hafif sanayi * Çeşitli tüketim mallarıüreten sanayi. hafif sıklet * Güreşte 68 kg, boks ve halterde 67,5 kg olarak tespit edilmişağırlık. hafif tertip * Şöyle böyle, biraz, aşırılığa kaçmadan. hafif uyku * Derin olmayan, kolayca uyanılabilen uyku. hafif yollu * Üstü kapalı, kısa bir açıklamayla.
* Davranışları ile içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına ters düşen (kadın), hafifmeşrep.hafifçe * Hafif olarak, hafif bir biçimde, belli belirsiz. hafife almak * küçümsemek, önemsememek. hafifleme * Hafiflemek işi. hafiflemek * Herhangi bir sebeple eski ağırlığı azalmak.
* Etkisi, gücü azalmak.
* Bir sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak.hafifleşme * Hafifleşmek işi. hafifleşmek * Hafiflemek.
* Ağır başlılığınıyitirmek.hafifleştirme * Hafifleştirmek işi. hafifleştirmek * Hafiflemesine yol açmak. hafifletici * Hafifletme özelliği olan. hafifletici sebep, -bi * Suçun hafiflemesine sebep olan durum veya olay. hafifletme * Hafifletmek işi. hafifletmek * Hafiflemesine yol açmak, hafifleştirmek. hafifleyiş * Hafiflemek işi veya biçimi. hafiflik * Hafif olma durumu.
* Rahatlık.
* Davranışları içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına uymama durumu.hafiflik etmek * yakışıksız bir davranışta bulunmak veya söz söylemek. hafifmeşrep * Davranışları, içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına uymayan (kadın). hafifseme * Hafifsemek işi, yeğniseme, istihfaf. hafifsemek * Bir kimseyi veya bir şeyi önemsememek, yeğnisemek, istihfaf etmek. hafifseyiş * Hafifsemek işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 5
hafiften * Hafifçe, belli belirsiz, yavaşyavaş. hafiften almak * önemsiz bulup üzerine düşmemek, yeterince ilgilenmemek. hafit * Erkek torun. hafiye * Özel soruşturmalarla edindiği bilgileri ilgililere ileten kimse, detektif. hafiyelik * Hafiye olma durumu veya hafiyenin görevi. hafniyum * Atom numarası72, atom ağırlığı178,6 olan, az rastlanır bir element. KısaltmasıHf. hafriyat * Kazı. hafriyatçı * Hafriyat işi ile uğraşan kimse. hafriyatçılık * Hafriyatçının işi veya mesleği. hafta * Birbiri ardınca gelen yedi günlük dönem. hafta arası * Hafta içi her gün. hafta arasında (veya içinde) * iki pazar arasındaki günlerde. hafta başı * Haftanın ilk günü; genellikle pazartesi. hafta içi * Haftanın her günü. hafta sekiz, gün dokuz * tedirgin edercesine sık sık. hafta sonu * Haftanın son günleri, genellikle cumartesi ve pazar. haftalık * Haftada bir kez yapılan veya yayımlanan.
* Herhangi bir hafta süren.
* Haftada bir ödenen para.haftalıkçı * Ücretini haftadan haftaya alan (kimse). haftalıklı * Ücretini haftadan haftaya alan (kimse). haftaym * Futbolda 45’er dakikalık iki dönemin her biri, yarı.
* Bu iki dönem arasında kalan 15 dakikalık dinlenme süresi, ara.hah * Olması istenen veya beklenen bir şey olur olmaz duyulan sevinci ve onama duygusunu anlatır. hah şöyle * yapılan bir işin beğenildiğini anlatır. haham * “hikmet” Yahudi din adamı. hahambaşı * Bir ülkedeki Yahudi topluluğunun dinî başkanı. hahambaşılık * Hahambaşının görevi veya hahambaşına yardımcı olan teşkilât. hahamhane * Hahambaşının çalıştığıyer. hahamlık * Hahamın unvanıve görevi. hahha hahhah * Alaylıyapmacıklı gülüş. hahnyum * Atom numarası105 olan, kaliforniyum atomlarının, azot çekirdekleriyle bombardımanından elde edilmiş
yapay element, nilsbohryum. KısaltmasıHa.hail * Engel. haile * Çok acıklı olay.
* Manzum biçimde yazılmıştrajedi.hain * Hıyanet eden (kimse).
* Zarar vermekten, üzmekten veya kötülük yapmaktan hoşlanan (kimse).
* Bazen sitemli bir seslenme olarak kullanılır.
* Kötü bir niyet taşıyan.hain hain * Kötü bir biçimde. haince * Hain bir anlam taşıyan.
* Hain bir biçimde.hainleşme * Hainleşmek işi. hainleşmek * Haince davranır olmak. hainlik * Hain olma durumu veya haince davranış. hainlik etmek * (birine) haince davranmak, kötülük etmek. haiz * Bir şeyi olan, elinde bulunduran, taşıyan. haiz olmak * elinde bulundurmak, uygun olmak, taşımak. haje * Afrika’da yaygın kobra türü (Naja haje). Hak * Tanrı’nın adlarından biri. hak * Adalet.
* Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığışey, kazanç.
* Dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk.
* Geçmişve harcanmışemek.
* Pay.
* Emek karşılığıücret.
* Doğru, gerçek.hak * Maden, ağaç, taşüzerine elle yazıveya şekil oyma.
* Kâğıttaki yazıyıkazıma.hâk * Toprak. Hak dini * İslâmiyet. hak ediş * Bir üretim veya yapım sırasında hak edilmişdurum veya para. hak etmek * bir emek karşılığıhakkı olan şeyi elde etmek, hak kazanmak.
* lâyık olduğu (kötü) karşılığı almak.
* bir başarıdolayısıyla ödüllendirilmek.hak getire * yoktur, bulunmaz, ne arar. hâk ile yeksan etmek (veya olmak) * (yapı, şehir vb. için) temelinden yıkıp harap etmek (veya olmak), bütünüyle ortadan kaldırmak (veya
kalkmak). -
Türkçe Sözlük H Sayfa 6
hak kazanmak * emeğin karşılığınıalabilecek duruma gelmek. hak kuşu * İshak kuşu. hak vermek * birinin düşüncesini, davasını, iddiasınıdoğru bulmak. hak yemek * başkalarının hakkınıvermemek. hak yerini bulur (veya hak yerde kalmaz) * haksızlık er geç ortaya çıkar. hak yolu * Doğruluk, doğru yol. hakan * Türk, Moğol ve Tatar hanları için “hükümdarlar hükümdarı” anlamında kullanılan bir unvan.
* Osmanlıpadişahlarına verilen unvan.hakanlık * Hakan olma durumu.
* Hakanın egemenliğindeki ülke.
* Hakanın yönetimi.hakaret * Onur kırma, onura dokunma, küçültücü söz veya davranış. hakaret etmek * bir şeyi veya bir kimseyi aşağılık ve değersiz gösterecek biçimde davranmak. hakaret görmek * ağır veya küçültücü davranışgörmek, aşağılanmak. hakaret saymak * bir sözü veya davranışıhakaret olarak kabul etmek. hakaretamiz * Hakaret içeren, hakaret dolu. Hakas * Rusya’daki Hakas Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk halkıve bu halktan olan kimse. Hakasça * Hakas Türkçesi. hakça * Doğrulukla. hakçası * Doğrusu, doğru olanı. hakem * Yargıcı.
* Güreş, futbol gibi oyunlarda, oyunu yöneten sorumlu kişi.hakem heyeti * Bazıülkelerde yurttaşlardan seçilmişve mahkemede yargı görevini yapan geçici kurul, jüri.
* Yarışma, münazara vb. nde en doğru ve kesin sonucu belirlemekle görevli kurul, yargıcılar kurulu.hakem kararı * Sporda (özellikle güreşve boksta) sonucun hakem veya hakemler tarafından ilân edilmesi.
* Mahkemeler tarafından tayin edilen yeminli hakemlerin verdiği karar.hakemlik * Hakemin görevi, yargıcılık. hakeza * Bunun gibi, böyle. hâkî * Yeşile çalar toprak rengi.
* Bu renkte olan.hakikat * Bir işin doğrusu, gerçek, asıl, esas.
* Gerçeklik.
* Gerçekten; doğrusu.hakikat olmak * gerçek duruma gelmek, gerçekleşmek. hakikaten * Gerçekten, sahiden, doğrusu da budur ki. hakikatli * Yakınlığıve bağlılığısürekli olan, vefalı. hakikatsiz * Yakınlığıve bağlılığısürekli olmayan, vefasız. hakikatsiz çıkmak * yakınlığıve bağlılığısürekli olmamak. hakikatsizlik * Hakikatsiz olma durumu, vefasızlık. hakikî * Gerçek.
* Niteliği değişmemiş, aslına uygun olan, gerçek olan.hakim * Bilge.
* Tanrı.hâkim * Egemenliğini yürüten, buyruğunu yürüten, sözünü geçiren egemen.
* Yargıç.
* Başta gelen, başta olan, baskın çıkan.
* Duygu, davranışvb. ni iradesiyle denetleyebilen (kimse).
* Yüksekten bir yeri bütün olarak gören.
* Benzerleri arasında güç ve önem bakımından başta gelen, dominant, başat.hâkim olmak * buyruğunu yürütmek, egemenliğini sürdürmek.
* etkili olmak, hükmetmek.hakimane * Bilgece. hâkimane * Buyururcasına, hükmedercesine. hâkimiyet * Egemenlik. hâkimiyetimilliye * Ulusal egemenlik, millî egemenlik. hâkimlik * Sözünü geçirme, buyruğunu yürütme durumu.
* Yargıçlık.hakir * Aşağı görülen, değersiz, hor. hakir görmek * önemsememek, değer vermemek, küçümsemek, küçük görmek, hor görmek. Hakka erenler * (dinde) Tanrısırrına erişip manevî güç kazananlar. hakkâk * Hak (II) işleri yapan sanatçı, oymacı. hakkaniyet * Hak ve adalete uygunluk, doğruluk, nasfet. hakketme * Hakketmek işi. hakketmek * Maden, ağaç, taşüzerine elle yazıveya şekil oymak.
* Yazıve şekilleri kazıyarak silmek.hakkı geçmek * birinin payından başkasıalmışolmak.
* birinde veya bir şeyde emeği olmak.hakkı için * kutsal şeyleri anlatan kelimelerden sonra getirilerek ant içmek için söylenir. hakkı olmak * payı, alacağı, hissesi olmak.
* sözünde, düşüncesinde, iddiasında haklı olmak.hakkıödenmez * onun iyiliklerine, emeklerine karşılık olarak ne yapılsa azdır. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 7
hakkıvar * doğru düşünüyor, doğru söylüyor, doğru davranıyor. hakkıhıyar * Seçme hakkı, muhayyerlik. hakkıhuzur * Bir toplantıda bulunma karşılığı alınan para, oturum ücreti. Hakkın rahmetine kavuşmak (veya Hakka kavuşmak, Hakka yürümek) * ölmek. hakkında * İlgili olarak, üzerine. hakkından gelmek * zor bir işi başarı ile sona erdirmek.
* yenmek, öç almak veya cezasınıvermek.hakkınıaramak * hakkı olduğuna inandığışeyi elde etmeye çalışmak. hakkınıhelâl etmek (veya etmemek) * hakkını, emeğini bağışlamak (bağışlamamak). hakkınıvermek * gereğini bütün olarak yerine getirmek.
* birinin çalışmasının karşılığını gereğince değerlendirmek.hakkınıyemek * birinin hakkı olan şeyi vermemek. hakkısükût * Susmalık, sus payı. hakkıyla * Gereği gibi, iyice. haklama * Haklamak işi. haklamak * Bozmak, perişan etmek, yenmek.
* Kırmak, bozmak.
* Yiyip bitirmek.haklaşma * Haklaşmak biçimi veya durumu. haklaşmak * İki taraf birbirine hakkınıverip, alacak verecekleri kalmamak, ödeşmek. haklı * Hakka uygun, doğru, yerinde.
* Davası, iddiası, düşüncesi veya davranışıdoğru ve adalete uygun olan (kimse).haklı bulmak * davasını, iddiasını, düşüncesini, davranışınıdoğru bulmak, yerinde görmek. haklıçıkmak * davasının, iddiasının, düşüncesinin veya davranışının doğru olduğu anlaşılmak. haklı olmak * davası, iddiası, davranışı, düşüncesi adalete uygun olmak. haklılık * Haklı olma durumu. hakperest * Haksever. hakperestlik * Hakseverlik. haksever * Doğru bildiği şeyden ayrılmayan (kimse), hakperest. hakseverlik * Haksever olma durumu, hakperestlik. haksız * Hak ve adalete uygun olmayan.
* Davası, iddiası, davranışı, düşüncesi doğru ve yerinde olmayan (kimse).haksız bulmak * bir iddiayı, düşünceyi, davranışıdoğru ve yerinde bulmamak. haksız yere * Haksız olarak, hak etmediği hâlde. haksızca * Hakka, adalete uymayan (biçimde). haksızlık * Haksız olma durumu.
* Hak ve adalete aykırılık.haksızlık etmek * adalete aykırıdavranmak, gadretmek. hakşinas * Haktanır. hakşinaslık * Haktanırlık. haktanır * Herkesin hakkını gözeten (kimse), hakşinas. haktanırlık * Haktanır olma durumu. hakuran * Kumru. hakuran kafesi gibi * birçok aralıkları, açıklıkları bulunan (oda, yer). hal * Çözme, çözülme; eritme; karışık bir sorunun içinden çıkma, sonuca varma. hal * Genellikle üstü kapalıpazar yeri. hal * Tahttan indirme. hâl * Bir şeyin içinde bulunduğu şartlarıveya taşıdığıniteliklerin bütünü, durum, vaziyet.
* Davranış, tutum, tavır.
* Şimdiki zaman, içinde yaşanılan zaman.
* Güç, kuvvet, takat.
* Kötü durum, sıkıntı, dert.hal çaresi * Çözüm yolu. hâl değişimi * Bir yıldızın sıcaklığına, basıncına, yoğunluğuna, aydınlatma gücüne veya kütlesine ilişkin değişim. hâl hatır sormak * bir kimseye “nasılsınız, ne durumdasınız”anlamında nezaket sorusu yöneltmek. hâl olmak * kötü duruma düşmek, ölmek. hâl ulacı * Zarf-fiil. hala * Babanın kız kardeşi. hâlâ * Şimdiye kadar veya o zamana kadar, henüz. hâlâ o masal * hep aynısöz, aynıdüşünce, davranışveya sorun. Halaç * İran’ın güneyinde yaşayan bir Türk topluluğu veya bu topluluktan olan kimse. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 1
H * Hidrojen’in kısaltması. h, H * Türk alfabesinin onuncu harfi. He adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümsüz sızıcı gırtlak
ünsüzünü gösterir.
* Nota işaretlerini harfle gösterme yönteminde si sesini gösterir.ha * İstek uyandırmak için kullanılır.
* (ha:) Şaşma anlatır.
* (ha:) Dikkati çekmek, uyarmak için kullanılır.
* (ha:) Bir şeyin birdenbire hatırlandığınıveya kavrandığınıanlatır.
* (ha:) Soru bildirir.
* Tekrarlanarak kullanıldığında eşitlik anlamıverir.
* “Evet” anlamında kullanılır.
* Bazen tekrarlanan bir emir kipinin tekrarlarıarasında yer alarak fiil ile anlatılan işin uzadığıve bundan
bıkıldığı bildirilir.
* Neredeyse, hemen yakında.ha babam (veya ha babam ha) * karşısındakinin çabasınıartırmak için kullanılır.
* sürekli olarak, hiç durmadan.ha bire * Durmadan, ara vermeden, arka arkaya, sürekli olarak. ha bugün ha yarın * neredeyse, kısa bir sürede. ha deyince * istenilen anda. ha Hoca Ali, ha Ali Hoca * değişik gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir başkalığı olmadığınıanlatır. ha şöyle * Bkz. hah. ha şunu bileydin * “bunu çoktan anlaman, bilmen gerekirdi” anlamında kullanılır. hab * Uyku. habanera * Çok kıvrak bir Küba dansı.
* Bu dansın müziği.habaset * Kötülük, alçaklık. habbe * Tahıl tanesi, evin.
* Su kabarcığı.
* Karagöz, Matiz, Külhanbeyi tiplerinin “yemek yemek” anlamında kullandığısöz.habbesi kalmadı(veya habbesi yok) * hiç kalmadı, hiç yok. habbeyi kubbe yapmak * önemsiz bir şeyi abartmak. haber * Bir olay, bir olgu üzerine edinilen bilgi, salık.
* İletişim veya yayın organlarıyla verilen bilgi.
* Bilgi.
* Yüklem.haber ajansı * Yurt ve dünya olaylarınıtoplayıp yayımlayan kuruluş. haber almak * (kendisine) bildirilmek, öğrenmek, bilgi edinmek. haber atlamak * (gazetecilikte) bir haberi vaktinde yayımlayamamak. haber bülteni * Radyonun, televizyonun ve çeşitli haber ajanslarının yayımladığı, günün iç ve dışolaylarıkonusunda
kamuoyunu aydınlatıcı bilgiler veren kısa metin.haber bürosu * Bağlı bulundukları iletişim organlarına bölgesel haberleri iletmekle görevli birim. haber çıkmamak * (biri veya bir şey için) beklenen bilgi gelmemek. haber deyince * istenilen anda, çarçabuk. haber geçmek * teleks, telefon vb. ile bilgi iletimi yapmak. haber göndermek * herhangi bir araçla bildirmek. haber kaynağı * Haber alınan kişi ve yer. haber kipi * Bildirme kipi. haber merkezi * Bir yayın organının haberleri derleyip toparlamak ve değerlendirmekle sorumlu ve yükümlü haber birimi. haber salmak (veya yollamak) * haber göndermek. haber stüdyosu * Ses düzeni, ses geçirmezlik özelliği ile radyo ve TV gibi yayın organlarında yalnız haber okunmak için
ayrılmışözel bölüm veya oda.haber uçurmak * gizlice veya hemen haber göndermek. haber vermek * bildirmek, haber ulaştırmak.
* bir durumun, bir olayın belirtisi olmak.haberci * Haber getiren kimse, ulak.
* Bir durumun, bir olayın belirtisi.
* Muhbir, ihbar eden (kimse).habercilik * Bir haberi usulünce hazırlama ve yayın organlarında yayımlama işi. haberdar * Haberli, bilgili. haberdar etmek * haber vermek, bildirmek. haberdar olmak * bilgi edinmek, haber almak. haberden haber ver * (bir kimse veya bir konuda) bilgi ver. haberi olmak * bilgisi olmak, bilmek. haberin olsun! * herhangi bir konuda birine uyarıda bulunmak için söylenir. haberleşme * Haberleşmek işi, iletişim, muhabere.
* Yazışma.haberleşmek * Karşılıklı olarak haber alıp vermek, iletişmek, muhabere etmek. haberli * Bir olay veya durum üzerine bilgisi olan, haberi olan.
* Haber vermişveya almış(olarak).haberlik * Haber durumunda olan. habersiz * Haberi olmayan, haber almamış, hiçbir bilgisi olmayan.
* Haber vermeden, habersizce.habersizce * Haber vermeden, haberi olmadan, habersiz, gizlice. habersizlik * Haber alamama durumu. Habeş * Etiyopya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse, Etiyopyalı.
* (küçük h ile) Derisinin rengi çok koyu esmer olan (kimse). -
Türkçe Sözlük Ğ Sayfa 1
ğ, Ğ * Türk alfabesinin dokuzuncu harfi, ses bilimi bakımından, ince ünlülerle ön damak, kalın ünlülerle art
damak ünsüzlerinin ötümlü ve yumuşağı. Yumuşak ge adıverilen bu harf, Türkçede kelimelerin başında hiç
geçmediği gibi, sonunda da genellikle tek hecelilerde bulunur.
* Sınıflama ve sıralamalarda maddelerin sırasıharfle gösterildiğinde dokuzuncu maddenin başına getirir. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 64
güven duymak * güvenmek, inanmak. güven ışığı * Karanlık odada, çalışabilecek kadar ışık sağlayan, duyar katıetkilemeyen özel yapıda bir lâmbadan elde
edilen ışık.güven kazanmak * kendisine inandırmak. güven mektubu * Bir elçinin, gittiği yerin devlet başkanına sunulması için kendi başkanınca eline verilen belge, itimat
mektubu, itimatname.güven oylaması * Göreve yeni başlamışveya görevini sürdüren hükûmetin tutumunu değerlendirmek için mecliste yapılan
oylama.güven vermek * güven duygusu uyandırmak, itimat telkin etmek. güven yazısı * Güven mektubu. güvence * Bir antlaşmada taraflardan birinin sorumluluğu üzerine alması, inanca, teminat, garanti.
* Alınan sorumluluğa karşı olarak ortaya konulan şey.
* Birinin şüphelerini dağıtmak için söylenen inandırıcısöz, teminat.güvence akçesi * Herhangi bir sorumluluk yerine getirilmediğinde karşıtarafça el konulacak olan para. güvence vermek * bir anlaşmada taraflardan biriyle ilgili olarak sorumluluğu yüklenmek, inanca vermek, teminat vermek,
garanti vermek.
* bir sorumluluk karşılığı olarak (para vb.) ortaya koymak, inanca vermek, teminat vermek, garanti vermek.güvenceli * Güvencesi olan, güvence sağlayan, garantili. güvencesiz * Güvencesi olmayan, güvence sağlamayan, garantisiz. güvenceye bağlamak * teminat altına almak. güvenç * Güvenme duygusu, itimat. güvendiği dağlara kar yağmak (veya güvendiği dal elinde kalmak) * yardım veya yarar beklediği kimseden, yerden veya şeyden iyilik gelmemek. güveni olmak * güvenmek, inanmak. güveni sarsılmak * güveni kalmamak. güvenilir * Güven duygusu veren, güvenilen. güvenilirlik * Güvenilir olma durumu. güvenilme * Güven duyulma, güvenle bakılma. güvenilmek * Güvenle bakılmak, kendisine güven duyulmak. güvenirlik * Güvenilme durumu, güvenilir olma durumu. güveniş * Güven duyma, güvenme. güvenli * Güven verici, emniyetli, emin. güvenlik * Toplum yaşamında kanunî düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu,
emniyet.güvenlik borusu * Buharlıtesisatta basıncın belirli bir değerin üstüne çıkmasınıönleyen U biçimli boru. güvenlik görevlisi * Güvenliği sağlamakla görevli kimse. güvenlik vanası * Buharlıtesisatta basınç belirli bir değerin üstüne çıkınca açılarak tesisatın güvenliğini sağlayan vana,
emniyet supabı.güvenme * Güven duyma, güveni olma. güvenme dostuna, saman doldurur postuna * “dost sandığın birtakım kimseler sana kolaylıkla kötülük edebilirler” anlamında kullanılır. güvenmek * Güven duymak, güveni olmak, itimat etmek. güvenoyu * Göreve yeni başlamışveya görevini sürdüren hükûmetin tutumunu değerlendirmek için meclisin verdiği
oy; itimat reyi.güvenoyu almak * hükûmetin tutumu meclisçe onaylanmak. güvenoyu vermek * hükûmetin tutumu ile ilgili olumlu oyu meclisçe kullanmak. güvensiz * Başkalarına güvenmeyen, itimatsız. güvensizce * Güvensiz bir biçimde, güvensiz olarak. güvensizlik * Güvensiz olma durumu, itimatsızlık. güvensizlik duymak * güvenmemek. güvensizlik önergesi * Hükûmetin uygulamalarına karşı gösterilen yazılıveya sözlü itimatsızlık. güvercin * Güvercingillerden, hızlıve uzun zaman uçabilen, kısa vücutlu, sık tüylü, birçok evcilleşmiştürleri bulunan,
yemle beslenen kuş(Columba).güvercinboynu * Yeşil, mavi ve pembe arasında dalgalanır gibi görünen renk. güvercingiller * Güvercin, kumru gibi kuşları içine alan geniş bir familya. güvercingöğsü * Yeşil ile mavi arasında böcek kabuğuna benzer dalgalıve değişken renk. güvercinler * Güvercin, kumru gibi kuşları içine alan takım. güvercinlik * Evcil güvercin yetiştirmek için hazırlanmışyer. güverte * Gemide ambar ve kamaraların üstü. güvey yemeği * Erkek evi tarafından düğün akşamıakraba ve yakınlara verilen yemek. güvey,-i * Evlenmekte olan bir erkeğe, evlenme töreni sırasında verilen ad.
* Bir kızın ailesinden olan büyüklere göre kızın kocası, damat.güveyfeneri * Patlıcangillerden, kırmızıve ekşimsi meyvesi idrar söktürücü olarak kullanılan, çok yıllık ve otsu bir bitki,
gelin otu (Physalis alkekengi).güveyi girmek * erkek için, evlenmek.
* iç güveyi olarak, gelinin ailesinin evinde oturmak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 65
güveyi olmadık, ama kapıdışında bekledik * bir konuyu iyi bilmeyen ama yabancısıda olmayan kimseler tarafından kullanılır. güveylik * Güvey olma durumu, damatlık.
* Güvey için alınmış, yapılmışgiysi, armağan.
* Güvey iken kullanılan veya yapılan.güvez * Mora çalan kırmızı. güya * Sözde, sanki. güz * (kuzey yarım küre için) Eylül, ekim ve kasım aylarını içine alan süre, sonbahar.
* Eylül 22 ile Aralık 21 arasındaki mevsim.güz çiğdemi * Acıçiğdem. güz dönemi * Güz ayları.
* Eğitim öğretimde ilk yarıyıl.güz noktası * Güzün, gün-tün eşitliği anında güneşin gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta. güzaf * Boş, anlamsız, beyhude (söz). güzel * Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran.
* İyi; hoş.
* Beklenene uygun düşen ve başarıdüşüncesi uyandıran.
* Soyluluk ve ahlâkî üstünlük düşüncesi uyandıran.
* Görgü kurallarına uygun olan.
* (hava için) Sakin, hoş.
* Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı.
* Pek iyi, doğru.
* Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde.
* Güzel kız veya kadın.
* Güzellik kraliçesi.güzel duyu * Estetik, bediiyat. güzel duyuculuk * Estetikçilik, estetizm. güzel duyusal * Estetik. güzel güzel * Olağan bir durumda, herhangi bir sıkıntıya uğramadan. güzel olmak * güzelleşmek. güzel sanatlar * Edebiyat, müzik, resim, heykel, mimarlık, tiyatro gibi insanda coşku ve hayranlık uyandıran sanatlar. güzel yazısanatı * Harflere güzel biçimler vererek yazma sanatı, hüsnühat, kaligrafi. güzelavrat otu * Patlıcangillerden, 100-150 cm yükseklikte, atropin denilen zehirli ilâcın çıkarıldığıpis kokulu, çok yıllık ve
otsu bir bitki (Atropa belladonna).güzelce * Güzele yakın, güzel gibi.
* (güze’lce) İyice, adamakıllı.güzelhatun çiçeği * Bkz. nergis zambağı. güzelim * değer verilen, sevilen.
* teklifsiz bir seslenme olarak kullanılır.güzelleme * Halk edebiyatında konusu aşk olan, lirik bir şiir türü.
* Şen, sevinçli duygularıanlatan türkülerde özel bir ezgi.güzelleşme * Güzelleşmek işi. güzelleşmek * Güzel bir durum almak. güzelleştirilme * Güzelleştirilmek işi. güzelleştirilmek * Kendisine güzellik verilmek, güzel duruma getirilmek. güzelleştirme * Güzelleştirmek işi. güzelleştirmek * Güzellik vermek, güzellik kazandırmak. güzellik * Estetik bir zevk, coşku, hoşlanma duygusu uyandıran nitelik, hüsün.
* Okşayıcısöz veya davranış, iyilik, yumuşaklık.
* Ahlâk ve fikrî nitelikleriyle hayranlık uyandıran şey.
* Güzel olan bir kimsenin niteliği.güzellik enstitüsü * Kadınların yüz ve vücut bakımlarının yapıldığıyer. güzellik kraliçesi * Yüz ve vücut güzelliği göz önünde bulundurularak yapılan yarışmalarda birinciliği kazanan kız. güzellik malzemesi * Makyaj malzemesi. güzellik müstahzarları * Makyaj malzemelerinin genel adı. güzellik salonu * Kuaför. güzellik yarışması * Yalnız yüz ve vücut güzelliğinin ölçü olarak kabul edildiği yarışma. güzellikle * Okşayıcısöz veya davranışla, iyilikle. güzergâh * Yolüstü uğranılacak, geçilecek yer.
* Yol boyu.
* Çok geçilen yer, geçek.güzey * Az güneşalan, çok gölgeli kuzey yamaç. güzide * Seçkin, seçilmiş, seçme.
* Aydın, okumuş, seçkin (kimse).güzlek * Güz yağmuru.
* Güz mevsiminin geçirildiği yer.
* Havaların soğumasıüzerine yaylalardan dönen hayvanların otlatılmasıve bir süre barındırılması için
ayrılmış, dağeteklerinde bulunan mera.güzleme * Güzlemek işi. güzlemek * Güzü bir yerde geçirmek. güzlük * Güzün yapılan.
* Güzün ekilen tahıl.güzün * Güz mevsiminde.