hayırdua | * İyi dua. |
hayırdua etmek | * iyi dileklerde bulunmak. |
hayırhah | * İyilik dileyen, iyilik isteyen, iyicil, hayırsever. |
hayırhahlık | * İyilik isteme durumu. |
hayırla anmak (veya yad etmek) | * ölmüş bir kimsenin ardından iyi konuşmak. |
hayırlaşma | * Hayırlaşmak biçimi veya durumu. |
hayırlaşmak | * Pazarlıkta anlaştıktan sonra birbirlerine hayır dilemek. |
hayırlı | * Yararı, hayrı olan. * Uğurlu, iyi, güzel. |
hayırlı(veya hayırlısı) olsun | * iyisi, hayırlı olanı olsun. |
hayırlısı ile | * hayırlı olanıdilemek için söylenir. |
hayırperver | * İyiliksever, yardımsever, hayırsever. |
hayırsever | * Yoksullara, düşkünlere, yardıma muhtaç olanlara iyilik ve yardım etmesini seven, iyiliksever, yardımsever. |
hayırseverlik | * Hayırsever olma durumu, iyilikseverlik, yardımseverlik. |
hayırsız | * Yararı olmayan, hayrı olmayan. * Sevgi ve bağlılığınıyitiren, vefasız. |
hayırsızlık | * Hayırsız olma durumu. |
hayıt | * Bkz. ayıt. |
hayız | * Kadınlarda aybaşı. |
hayızdan nifazdan kesilmek | * âdetten kesilmek, doğurma özelliğini yitirmek, menopoza girmek. |
haykırı | * Bağırma. |
haykırış | * Haykırmak işi veya biçimi. * Haykırma sesi. |
haykırışma | * Haykırışmak durumu. |
haykırışmak | * Birlikte haykırmak. |
haykırma | * Haykırmak işi. |
haykırmak | * Telâş, şikâyet vb. sebeplerle yüksek sesle bağırmak. * Çağırmak, seslenmek. * (durum veya nitelik) Çok belirgin olarak görünmek. |
haykırtı | * Yüksek sesle acıacı bağırma, haykırma. |
haykırtma | * Haykırtmak biçimi veya durumu. |
haykırtmak | * Haykırmasına sebep olmak. |
haylamak | * At ve benzeri hayvanlarısürmek için seslenmek. |
haylaz | * Hoşa gitmeyen davranışlarda bulunan (kimse), hayta. * Çalışma gücü varken çalışmayan, aylaklık eden, tembel. |
haylazca | * Haylaz gibi, haylaza yakışır biçimde. |
haylazlaşma | * Haylazlaşmak durumu. |
haylazlaşmak | * Haylaz bir duruma gelmek. |
haylazlık | * Haylaz olma durumu veya haylazca davranış. |
haylazlık etmek | * haylazca davranışlarda bulunmak. |
hayli | * Epey, oldukça çok. * Oldukça. |
haymana | * Başı boşhayvanların salındığıçayırlık. * Tembel. |
haymana beygiri gibi dolaşmak | * işsiz güçsüz dolaşmak. |
haymana mandası | * Haymana öküzü. |
haymana öküzü | * İri yarıve tembel, işe yaramaz kimse. |
haymatlos | * Vatansız. |
hayra alâmet değil | * uğursuz sayılacak bir olay için kullanılır. |
hayra karşı(olmak) | * iyilikle, hayırlı olmasıdileğiyle. |
hayra yormak | * rüya veya olayı iyi bir durumun belirtisi saymak. |
hayran | * Çok beğenen, hayranlık duyan. * Birini beğenen, hayranlık duyan kimse. |
hayran etmek | * (kendisini) beğendirmek. |
hayran hayran | * Hayran olarak, kendinden geçerek. |
hayran olmak (veya kalmak) | * (bir şey veya kimsenin) iyi, güzel veya olağanüstü durum ve davranışlarıkarşısında zevk ve saygıduymak. |
hayranlık | * Hayran olma durumu. * Tutku, aşırı istek. |
hayranlık duymak | * çok beğenmek, tutkuyla bağlanmak. |
hayranlıkla | * çok beğenerek, hayran kalarak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 30
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 31
hayrat * Sevap kazanmak için yapılan iyilik.
* Halkın yararlanması için yapılan okul, çeşme, han gibi yapılara verilen ad.
* Sevap kazanmak için yapılmışolan.hayret * Beklenmedik, garip bir şeyin sebep olduğu şaşkınlık, şaşırma.
* Şaşılacak bir şey karşısında söylenir.hayret etmek * şaşmak, şaşırmak, şaşakalmak. hayrete (veya hayretlere) düşmek * şaşakalmak, şaşırmak. hayretle * şaşkınlıkla, şaşarak. hayrette (veya hayretler içinde) kalmak * şaşakalmak, şaşırmak. hayrette bırakmak * şaşmasına sebep olmak. hayretten donakalmak * çok şaşırmak, inanamamak. hayrıdokunmak * yararlı olmak. hayrı olmamak * iyiliği dokunmamak, yarar sağlamamak. hayrını gör * yeni alınan bir şey için “güle güle kullan” veya kırgınlık, alay anlamında söylenir. hayrola * “Ne var”, “ne oluyor” anlamında kullanılır. hayrülhalef * Hayırlıçocuk, hayırlıevlât. haysiyet * Değer, saygınlık, itibar.
* Onur, öz saygısı, şeref.haysiyet divanı * Onur kurulu. haysiyetine dokunmak * onuru incinmek. haysiyetiyle * Dolayısıyla, sebebiyle.
* Onuruyla.haysiyetli * Değeri, saygınlığı olan.
* Onurlu.haysiyetsiz * Değeri, saygınlığı olmayan.
* Onursuz.haysiyetsizlik * Haysiyetsiz olma durumu, haysiyetsizce davranış.
* Onursuzluk.hayta * Osmanlıların ilk dönemlerinde eyalet askerlerinin uç boylarında görevli sınıflarından biri.
* Serseri, külhanbeyi, kabadayı, holigan.haytalık * Hayta olma durumu, serserilik, başı boşluk, külhanbeyilik, kabadayılık. haytalık etmek * serserice davranışlarda bulunmak. hayvan * Bitkilerden farklı olarak, duygu ve hareket yeteneği olan canlıyaratık.
* İnsandan farklı olarak, dil ve akıldan yoksun canlıyaratık.
* At, eşek, katır gibi türlü hizmetlerde kullanılan yaratık.
* Akılsız, duygusuz, kaba, hoyrat (kimse).
* Bir seslenme biçimi.hayvan bilimci * Hayvan bilimi uzmanı, zoolog. hayvan bilimi * Biyolojinin, hayvanların yapı, görev, davranışve sınıflandırmaları, yeryüzündeki dağılışlarıyla uğraşan bilim
dalı, hayvanlar bilimi, zooloji.hayvan gibi * akılsız, duygusuz, kaba. hayvan koklaşa koklaşa, insan konuşa konuşa * insanlar konuşarak daha iyi anlaşırlar. hayvan kömürü * Kan ve kemik gibi organik maddelerden yapılıp hekimlikte kullanılan kömür. hayvanat * Hayvanlar.
* Hayvan bilimi, zooloji.hayvanat bahçesi * Genellikle her tür hayvanın doğal şartlarda beslendiği, korunduğu, sergilendiği büyük bahçe. hayvanca * Çok kaba ve hoyrat (bir biçimde). hayvancağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan hayvan. hayvancık * Ancak mikroskopla görülebilen çok küçük hayvan.
* Hayvancağız.hayvancılık * Evcil hayvanlara bakma ve yetiştirme işi. hayvanî * Hayvanla ilgili, hayvansal.
* Hayvanca.hayvaniyet * Hayvanlık. hayvanlaşma * İnsanlık erdemlerini yitirme, kabalaşma. hayvanlaşmak * İnsanlık erdemlerini yitirmek, kabalaşmak. hayvanlaştırma * Hayvanlaştırmak durumu. hayvanlaştırmak * Hayvan durumuna getirmek. hayvanlık * Hayvan olma durumu, hayvaniyet.
* Hayvanca davranma.hayvanlık etmek * hayvanca davranmak. hayvansal * Hayvanî.
* Hayvandan elde edilen.haz * Hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk.
* Bir şeyden duyusal veya manevî sevinç duyma.
* Sürdürülmesi istenen ılımlıve doygunluk veren coşku.haz almak * hoşlanmak, keyif almak. haz duymak * hoşlanmak. haz vermek * hoşlanmasını sağlamak. haza * Bu, şu, o.
* Etkisiz, kusursuz.hazakat * (hekimler için) Ustalık, uzluk. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 32
hazakatli * Hazakat sahibi. hazan * Güz, sonbahar. hazandide * Görmüş, geçirmiş.
* Solgun, sararmış, solmuş.Hazar * VI.-X. yüzyıllar arasında Hazar Denizi’nin ve Kafkasların kuzeyinde yaşamış bir Türk boyu veya bu
boydan olan kimse.hazar * Barış. Hazarca * Hazar Türkçesi. hazarî * Barışla ilgili. hazcı * Hazcılık ile ilgili olan.
* Hazcılığı benimseyen ve savunan kimse, hedonist.hazcılık * Zevki, insan hayatının tek değer ve amacısayan, haz veren her şeyin iyi olduğunu kabul eden öğreti,
hedonizm.
* Hazza, fiziksel zevke hastalık derecesinde düşkünlük, hedonizm.
* Ekonomik etkinliğin, hazzın en yüksek derecesine varacak biçimde geliştirilmesi öğretisi, hedonizm.hazfetme * Hazfetmek durumu veya biçimi. hazfetmek * Gidermek, kaldırmak, çıkarmak, silmek. hazık * (hekimler için) Usta, uz. hazım * Sindirme, sindirim.
* Benimsenme, kabul edilme.hazımlı * Yersiz davranışlara, dokunaklısözlere aldırmayan, içi geniş(kimse).
* Benimseyen, katlanan, kabullenen.hazımsız * Yediklerini kolay sindiremeyen.
* Yersiz davranışlara karşısusmak elinden gelmeyen (kimse).
* Benimseyemeyen, katlanamayan, kabullenemeyen.hazımsızlık * Sindirim sisteminin iyi çalışmamasıdurumu.
* Benimseyememe, katlanamama, kabullenememe.hazın * Kışlık yiyecek. hazır * Bir işyapmak için gereken her şeyi tamamlamışolan, anık, amade, müheyya.
* Belli bir işe yarayacak, kullanılacak bir duruma getirilmiş.
* Belirli bir biçimde yapılmışolarak satılan, alıcı bekleyen, ısmarlama karşıtı.
* Başına getirildiği fiilin bir fırsat sayıldığınıanlatır.hazır bulunmak (veya olmak) * bir yerde var olmak, kendi bulunmak.
* bir şeyi hemen yapabilecek durumda olmak.hazır çorba * Önceden hazırlanmışve paket hâlinde satışa sunulmuşçorba. hazır değer * Önceden belirlenmişdeğer. hazır etmek * hemen kullanabilecek duruma getirmek. hazır giyim * Standart ölçülere göre seri olarak hazırlanmışve satışa sunulmuşgiyim eşyası. hazır kahve * Neskafe. hazır kıta * Gerektiği anda kullanılmak ve görevlendirilmek üzere hazır bulundurulan birlik. hazır mezarın ölüsü * her hizmeti başkalarından bekleyen tembeller için söylenir. hazır ol * Askerlikte esas duruşdenilen, ayakta, başve vücut dik, gözler ileride, eller uyluklara yapışmış bir duruşa
geçilmesi için verilen komut.hazır ol duruşu * Vücudun başdik, göğüs ileride, omurga ve bacaklar gergin, topuklar bitişik, kollar doğal yerinde, avuçlar
uyluklarda olarak ayakta bulunduğu durum.hazır olmak * hazır durumda bulunmak. hazır para * Nakit, elde mevcut para, likit. hazır yemek * Kısa sürede hazırlanan ve genellikle ayaküstü yenilen hafif yiyecek. hazır yiyici * Önceden kazanılmışvarlığıharcayan. hazıra dağlar dayanmaz * sürekli harcama, en büyük birikimleri bile eritir. hazıra konmak * başkasının emeğiyle ortaya çıkmış bir şeyden yararlanmak. hazırcevap * Gerektiğinde çabuk, yerinde cevaplar bulup veren. hazırcevaplık * Hazırcevap olma durumu. hazırcı * Emek harcamadan her şeyi hazır olarak elde etmek isteyen kimse.
* Hazır giysi satılan yer veya satan kimse.hazırcılık * Her şeyi hazır bulmaya veya elde etmeye düşkün olma durumu. hazırda * yararlanılabilecek bir durumda, el altında. hazırdan yemek * yenisini kazanmaksızın elindekini harcamak. hazırlama * Hazırlamak işi. hazırlamak * Bir şeyi kullanılacak, yararlanılacak duruma getirmek.
* Bir şeyi ortaya koymak, gerçekleştirmek.
* Önceden düzenlemek.
* Gelecek için önlem almak, ihtiyaçlarıtespit etmek.
* Sebep olmak, yol açmak.
* Birini herhangi bir şeyi yapabilecek veya bir şeyi yüklenebilecek duruma getirmek.
* Alıştırmak.
* Bir maddeyi elde etmek.hazırlanış * Hazırlanmak işi veya biçimi. hazırlanma * Hazırlanmak işi. hazırlanmak * Hazır olmak, kendini hazırlamak.
* Hazır duruma getirilmek.hazırlatma * Hazırlatmak işi. hazırlatmak * Hazır duruma getirmek. hazırlayış * Hazırlamak işi veya biçimi. hazırlık * Hazırlanmak için gereken şeyler veya durumlar. hazırlık devresi * Hazırlık dönemi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 33
hazırlık dönemi * Hazırlanmak için geçen süre. hazırlık görmek * hazır olmak için gereken şeyleri toplamak veya durumları sağlamak. hazırlık sınıfı * Öğrencilere, belli bir öğretim programını izlemek veya belli bir okulda okumak için gerekli temel anlayış,
bilgi ve becerileri kazandırmak amacıyla bir okula, bir üniversiteye bağlı olarak açılan sınıf.hazırlıklı * Bir şey için önceden hazırlanmışolan. hazırlıklı olmak (veya bulunmak) * hazırlanmışolmak. hazırlıksız * Bir şey için önceden hazırlanmamışolan. hazırlıksız olmak (veya bulunmak) * hazırlanmamışolmak. hazırlop * Sarısıkatılaşacak derecede kaynatılmış(yumurta).
* Başkasıtarafından hazırlanmış, sağlanmış, emeksiz, külfetsiz.hazin * Acıklı, üzüntü veren, dokunaklı, hüzünlü. hazine * Altın, gümüş, mücevher gibi değerli eşya yığını, büyük servet.
* Değerli şeylerin saklandığıyer.
* Gömülü veya saklı iken bulunan değerli şeylerin bütünü.
* Devlet malı, parasıveya bunların saklandığıyer.
* Kaynak.
* Büyük bağlılık duyulan, değer verilen şey veya kimse.
* Devletin altın, döviz, bono ve nakit işlemlerini maliye ile birlikte düzenleme görevini üstlenen makam.hazinedar * Bir hazineyi bekleyen, yöneten kimse. hazinedarlık * Hazineyi yönetme görevi. haziran * Yılın 30 gün süren altıncıayı. haziran böceği * Mayıs böceklerinden, tarım bitkilerine çok zarar veren kın kanatlı bir böcek (Amphimallus solstitialis). hazire * Etrafıçitle çevrili ve girilmesi yasak yer.
* Cami, türbe, tekke gibi yerlerde çevresi parmaklıklarla çevrili mezar yeri.hazletmek * Gidermek, kaldırmak, çıkarmak, silmek. hazmetme * Hazmetmek durumu. hazmetmek * Sindirmek.
* Hoşa gitmeyen bir davranışıkarşılıksız bırakmak, içine atmak.
* Katlanmak, dayanmak, sabretmek.hazne * Hazine.
* Bir şeyin toplandığı, biriktirildiği yer, depo.
* Döl yatağı.hazret * Kutsal sayılan kimselerin adlarının başına getirilen unvan.
* Bir seslenme sözü.
* Adısöylenmeyen bir kimseden söz edilirken kullanılır.hazretleri * eskiden saygıduyulan kişilerin adlarınıveya makamlarını gösteren söze başka unvanlarla birlikte getirilirdi. hazzetme * Hoşlanma. hazzetmek * Hoşlanmak. hazzınıçıkarmak * zevkini çıkarmak. He * Helyum’un kısaltması. he * Türk alfabesinin onuncu harfinin adı. he * Evet. he demek * onamak. heba * Hiçbir işe yaramadan yok olma, boşa gitme. heba etmek * boşuna harcamak, ziyan etmek. heba olmak * boşa gitmek, ziyan olmak.
heba olup gitmekhebenneka * Zeki ve becerikli olmadığıhâlde kendini öyle sanan. heccav * Yergici. hece * Bir solukta çıkarılan ses veya ses birliği, seslem. hece ölçüsü * Hece vezni. hece taşı * Mezar taşı. hece vezni * Belirli sayıdaki hece kümelerine dayanan nazım ölçüsü, parmak hesabı. hece yutumu * Kelime içinde benzer hecelerden birinin düşmesi. hececi * Hece ölçüsüyle şiir yazan (şair).
* Millî Edebiyat döneminde hece ölçüsüyle şiirler yazan beşşairden her biri.hececilik * Hece vezni ile şiir yazma yanlısı olan kimse. heceleme * Hecelemek işi. hecelemek * Bir kelimenin hecelerini teker teker söylemek.
* İlk bakışta okuyamayıp heceleri teker teker okumak.heceletme * Heceletmek işi veya biçimi. heceletmek * Hecelemesini sağlamak. heceli * Herhangi bir sayıda hecesi olan. hecelik * Heceyi esas alan ses birimi. hecin * Çift parmaklılar takımının, devegiller familyasından, uzunluğu 3, yüksekliği 2 m kadar olan, sırtında besin
depo etmeye yarayan tek hörgücü bulunan, hızlıyürüyen bir memeli türü (Camellus dromedarius).hedef * Nişan alınacak yer.
* Amaç, gaye, maksat.hedef almak * Bkz. nişan almak.
* ulaşılmak istenen amaca göre davranmak.
* (bir kimseyi, bir yeri) yıpratmak, eleştirmek amacıyla karşısına almak.hedef kitle * Verilmek istenen mesajın ulaşmasıhedeflenen bir grup veya topluluk. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 27
havlatmak * Havlamasına sebep olmak. havlayış * Havlamak işi veya biçimi. havlı * Havı olan.
* Havlu.havlıcan * Zencefilgillerden, aynıadla anılan kök sapları baharat olarak kullanılan ıtırlı bir bitki (Galanga officinalis). havlu * Kurulanmaya yarar havlı bez. havlu atmak * (oyunda) pes etmek. havlucu * Havlu dokuyan veya satan kimse. havluculuk * Havlu dokuma veya satma işi. havluluk * Havlu asmak için özel olarak yapılmış araç, havlu asacağı.
* Banyolarda havluların konulduğu küçük dolap.
* Havlu yapmaya elverişli olan, özel dokunuşlu pamuklu (kumaş).havra * Yahudi tapınağı, sinagog.
* Çok gürültülü yer.havsala * Kuşkursağı.
* Leğen.
* Zihnin bir şeyi anlama ve kavrama yetisi.havsalasıalmamak * aklıkabul edememek. havsalası geniş * Hoşgörüsü olan, hiçbir şeye aldırışetmeyen. havsalasına sığmamak * aklıalmamak, kavrayamamak.
* kabul edememek.havuç * Maydanozgillerden, koni biçimindeki etli kökü için sebze olarak yetiştirilen iki yıllık otsu bir kültür bitkisi,
yeregeçen, pürçüklü (Daucus carota).havuç suyu * Havuç meyvesinin sıkılması ile elde edilen meyve suyu. havuçlu kek * İçinde havuç bulunan kek. havuduyla yutmak * Bkz. deveyi havuduyla yutmak. havut * Deve semeri. havuz * Su biriktirmek, yüzmek veya çevreyi güzelleştirmek gibi amaçlarla altıve yanlarımermer, beton ve benzeri
şeylerden yapılarak içine su doldurulan, genellikle üstü açık yer.
* Kum, asit vb. konulan çukur yer.
* Büyük gemilerin onarılmak için çekildikleri yer.havuzcu * Otelde havuzla ilgili işlere bakan görevli. havuzcuk * İdrar borularının böbrekle birleştikleri yerde huni biçimindeki genişlik. havuzlama * Havuzlamak işi. havuzlamak * (gemiyi) Onarmak için havuza çekmek. havuzlanma * Havuzlanmak işi. havuzlanmak * (gemi) Onarılmak için havuza çekilmek. havuzlu * Havuzu olan. havuzsuz * Havuzu olmayan. havvaanaeli * Küçük beyaz çiçekli bir yıllık bir bitki (Anastatica hierochuntia). havya * Madenlerle yapılan kaynak işlerinde lehimi eritmek için ateşle veya elektrikle kızdırılarak kullanılan,
çoğunlukla çekiç biçiminde ucu bakır alet.havyar * Tuzla hazırlanmışyarıezme durumunda, genellikle mersin balığıyumurtası. havza * Dağveya tepelerle sınırlanmış, sularıaynıdenize, göle veya ırmağa akan bölge.
* Maden bölgesi.
* Tekne.hay * İyi dilek, azarlama, şaşma ve sevinç bildirmede kullanılır. hay Allah * iyi dilek. hay hayı gitmek vay vayıkalmak * sağlığını, gençliğini yitirerek sağlığından yakınır duruma gelmek. haya * Er bezi. hayâ * Utanma duygusu, utanç, utanma, sıkılma. hayâ perdesi yırtılmak * utanç duymamak. hayal * Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, imge, hulya.
* İmge.
* Görüntü.
* Belli belirsiz görülen şey, gölge.
* Aydınlatılan bir perde arkasında deri veya kartondan yapılmış, hareket edebilen resimlere verilen ad ve bu
resimlerle oynatılan oyun.hayal gücü * Zihnin hayal yaratma yetisi, düşgücü, imgeleme, muhayyile. hayal bilim * Bilim kurgu. hayal düzeyi * Hayal edebilme gücü, seviyesi. hayal etmek * bir şeyi zihinde tasarlayıp canlandırmak. hayal gibi * ince, zarif. hayal kırıklığı * Çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmeyişinden duyulan üzüntü, düşkırıklığı. hayal kurmak * gerçekleşmesi istenen, özlenen şeyi düşünmek. hayal meyal * Belli belirsiz, açık seçik olmayan (durumda). hayal olmak * gerçekleştirilememek.
* geçmişte kalmak, hatıra olmak.hayal oyunu * Karagöz oyunu. hayal seviyesi * Hayal düzeyi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 28
hayalât * Hayaller. hayalbaz * Hayalci, hayalî. hayalci * Bir şeyi gerçekleşmişgibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse.
* Karagöz oynatan kimse, hayalî.
* Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest.hayalcilik * Hayal ile uğraşan kimse. hayale dalmak * dışdünyadan uzaklaşarak gerçekleşmesi istenilen şeyleri veya hatıralarıdüşünmek. hayale kapılmak * hayallerin etkisi altında kalmak. hayalen * Hayalî olarak. hayalet * Gerçekte var olmadığıhâlde bazen görüldüğü sanılan cin, peri, hortlak gibi görüntüler.
* Gerçekte var olmadığıhâlde varmışgibi görünen şey, görüntü.
* Belli belirsiz görülen şey, gölge.hayalhane * Karagöz oynatılan yer.
* Hayal kurma yeteneği.hayâlı * Utangaç, sıkılgan. hayalî * Hayal niteliğinde veya hayal ürünü olan, sanal.
* Karagöz oynatan kimse, hayalci, karagözcü.hayalifener * Resimli camları olan ve bu resimleri duvara yansıtan fenere benzer araç.
* Çok zayıf olanlar için şaka yollu kullanılır.hayalifenere dönmek * çok zayıflamak. hayalinden geçirmek * olmasını istemek, düşünmek. hayalli * Hayali olan. hayalperest * Sürekli hayal kuran, hep hayal peşinde koşan (kimse), düşçü. hayalperestlik * Hayalperest olma özelliği. hayâsız * Utanması olmayan, sıkılmayan. hayâsızca * Hayâsız (olarak), hayâsız (davranarak). hayâsızlık * Utanmazlık, sıkılmazlık. hayat * Yaşam, dirim.
* Doğumdan ölüme kadar geçen süre, ömür.
* Hayat biçimi, içinde yaşanılan şartların bütünü, yaşantı.
* Meslek ve durum.
* Geçim şartlarının bütünü.
* Canlılığı gösteren hareket, kaynaşma.
* Yazgı, kader.
* Canlıvarlık; yaşamayısağlayan şartların bütünü.
* Bir kimsenin tarihî biyografisi, hayat öyküsü, hayat hikâyesi.hayat * Genellikle köy ve kasaba evlerinde, üstü kapalı, bir veya birkaç yanıaçık sofa.
* Avlu.
* Balkon.
* Sundurma.hayat adamı * Zamana kolayca uyan, her türlü güçlüğü yenmesini bilen kimse. hayat ağacı * Soy ağacı, soy kütüğü.
* Beyinciğin kesitinde dıştaki boz madde bölümüne yayılarak dallanma gösteren ak maddenin oluşturduğu
ağaç biçimi.hayat arkadaşı * Eş, karıkocadan her biri. hayat dolu * Yaşama isteği çok olan, neşeli, canlı. hayat felsefesi * Hayatıanlama ve algılama biçimi. hayat geçirmek * yaşamak, varlığınısürdürmek. hayat hikâyesi * Bir kişinin hayatı boyunca geçirdiği önemli olaylar ve evreler, özgeçmiş, biyografi. hayat kadını * Erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığıhizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe, orospu. hayat kavgası * Hayat mücadelesi. hayat memat * Bkz. ölüm kalım. hayat memat meselesi * Bkz. ölüm kalım meselesi. hayat mücadelesi * Yaşamak ve geçinmek için harcanan emeklerin bütünü. hayat okulu * Yaşanılan çevre ve zamanda karşılaşılan olayların tümü. hayat pahalılığı * Yiyecek, içecek, giyecek gibi geçim maddelerinin pahalı olması. hayat seviyesi * Yaşama ve geçinme düzeyi. hayat sigortası * Bir kimsenin, yaşlılık çağında toptan kendisine veya mirasçılarına ödenmek şartıyla yaptığısigorta
anlaşması, yaşam güvencesi.hayat standardı * Bir toplumda bireylerin mal ve hizmetlerden yararlanabilme, ihtiyaçlarınıkarşılayabilme düzeyi. hayat şartları * Hayat boyunca karşılaşılabilecek her türlü sosyal ve ekonomik durumlar. hayat tarzı * Yaşayış biçimi. hayat vermek * canlılık vermek, canlandırmak. hayata atılmak * geçim sağlamak üzere çalışmaya başlamak. hayata bağlamak * yaşamayısevdirmek, hayattan kopmamak. hayata gözlerini yummak (veya kapamak) * ölmek. hayata küsmek * bezgin, kötümser olmak, yaşama isteğini yitirmek. hayatıkaymak * her işi ters gitmek, mahvolmak. hayatın baharı * gençlik çağı. hayatına girmek * yaşamında yer almak. hayatını(birine) borçlu olmak * biri tarafından ölümden kurtarılmışolmak.
* birinin yaşamı bir başkasının desteği ile sağlanmışolmak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 29
hayatınıkazanmak * geçimini sağlamak. hayatınıyaşamak * her türlü baskıdan uzak, dilediğince, gönlünce yaşamak. hayatî * Hayatla ilgili.
* Büyük önem taşıyan, önemli.hayatiyet * Yaşama gücü, canlılık. hayatiyetli * Yaşama gücüyle dolu, canlı. hayatta olmak * yaşamak. haybe * Boş, işe yaramaz, anlamsız. haybeci * İşsiz güçsüz, bedavadan geçinen (kimse). haybeden * Zahmet çekmeden, bedavadan. haybeye kürek çekmek * boş boşuna uğraşmak. hayda * Hayvanları harekete geçirmek için kullanılan söz.
* Şaşkınlık belirten ünlem.haydalama * Haydalamak biçimi. haydalamak * Hayvanıhızlandırmak için hayda diye seslenmek. haydalanma * Haydalanmak durumu veya biçimi. haydalanmak * Defedilmek, dehlenmek. haydama * Haydamak işi. haydamak * Çifte koşulan hayvanısürmek, dehlemek.
* Kovmak, defetmek.haydan gelen huya gider * kolay ve emeksiz kazanılan şeyler elden kolay çıkar. haydarî * Dervişlerin giydiği, kolsuz, kısa, aba hırka. haydarî yaka * Yelek, hırka gibi giysilerin açık V harfi biçimindeki yakası. haydi * İsteklendirmek, çabukluk belirtmek için kullanılır.
* Kabul ve onama bildirir.
* İhtimal belirtir.
* Hafifseme, alay etme belirtir.
* Hoşgörme anlamında kullanılır.haydi canım sen de * “böyle şey olmaz, sana inanmam” anlamında kullanılır. haydi haydi * Bol bol, kolay kolay.
* Olsa olsa, en çoğu.haydi oradan * kovmak, azarlamak için kullanılır.
* Bkz. haydi canım sende.haydin * İsteklendirme, davrandırma için kullanılır; haydi ünleminin birden çok kişiye seslenirken emir kipine göre
aldığı biçim.haydindi * “Çabuk ol, acele et” anlamında kullanılır. haydisene * Haydi ünleminin buyurma, dilek bildiren pekiştirmeli biçimi. haydut * Silâhlısoygun yapan kimse, eşkıya, şaki.
* Yaramaz, sevimli çocuk.haydut gibi * insana korku veren, iri yarı(kimse).
* yaramaz ve sevimli çocuklar için kullanılır.haydutluk * Haydut olma durumu veya haydutça iş, şakilik, şekavet. haydutluk etmek * haydut gibi davranmak. hayfa * Eyvah, yazık, heyhat!. hayhay * “İsteyerek, seve seve, elbette” anlamlarında onama bildirir. hayhuy * Herkesin aynıanda konuşmasından veya eğlenmesinden oluşan gürültü.
* Boşve sonuçsuz çaba.hayıf * Haksızlık, insafsızlık.
* Acınma, üzülme.
* Vah! Heyhat! Yazık!.hayıflanma * Hayıflanmak işi. hayıflanmak * Acınmak, üzülmek, yerinmek, esef etmek. hayın * Hain. hayır * İyilik, karşılık beklenmeden yapılan yardım.
* İyi, hayırlı, yararlı, faydalı.hayır * Yok, öyle değil, olmaz anlamında onamama, inkâr kelimesi.
* Olumsuz cümlelerdeki olumsuz anlamıpekiştirir.hayır beklememek * iyilik ummamak, yararlı olacağınısanmamak. hayır dememek * cevap vermemek, bir şeyi geri çevirmemek. hayır etmemek * yararı olmamak.
* iyileşmemek, düzelememek.hayır gelmemek * yararlı olmamak. hayır görmemek * (o şey) kendisine yararlı olmamak. hayır işlemek * dine ve insanlığa uygun, iyi bir davranışta bulunmak. hayır kalmamak * işe yarar durumu kalmamak, artık işe yaramaz olmak. hayır sahibi * İyiliksever. hayır yok * (o şey) yararlıdeğil. hayırdır inşallah * anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için kullanılır.
* şaşma ve merak veren olgular karşısında söylenir. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 23
haşlatma * Haşlatmak işi. haşlatmak * Haşlamak işini yaptırmak. haşmet * Görkem. haşmetli * Görkemli.
* Hükümdarlara verilen unvan.haşviyat * Sözde ve yazıda haşiv olan bölümler. haşyet * Korku, korkma. hat * Çizgi.
* Yazı.
* Ulaşım sağlayan bir taşıtın uğradığıyerlerin bütünü, yol, geçek.
* Elektrik akımıtaşıyan tel veya kablo sistemi.
* Telefon, telgraf, televizyon gibi araçlarla iletişim sağlayan yol, kanal.
* Sınır.
* Yüzü biçimlendiren çizgi veya kırışıklık.
* Vücut biçimi.hat bekçisi * Demir yolunu, telefon, telgraf hatlarını gözetleyip koruyan görevli kimse. hat çekmek * telefon, telgraf tellerini döşemek veya direklere germek. hata * Yanlış, yanlışlık, yanılgı.
* İstemeyerek ve bilmeyerek yapılan yanlış, yanılma, yanılgı.
* Suç, günah, kusur.hata etmek (veya işlemek) * yanlışlık yapmak; yanılgıya düşmek. hata vuruşu * Ceza atışı. hatalı * Hatası olan, yanlışlığı bulunan. hatasız * Hatası olmayan, yanlışlığı bulunmayan. hataya düşmek * yanılmak. hatıl * Duvarı berkitmek için taşların arasına yatay olarak yerleştirilen direk. hatıllama * Hatıllamak işi. hatıllamak * Duvarıhatılla güçlendirmek. hatır * Düşünme, akılda tutma, hafıza, zihin, akıl.
* Gönül, kalp.
* Birine karşıduyulan saygı, sevgi.
* Durum, keyif, hâl.hatır almak * Bkz. gönül almak. hatır belâsı * Sevgi, saygıduyulan biri için katlanılan sıkıntı. hatır gönül bilmemek (saymamak veya tanımamak) * saygı, sevgi duyduğu kimsenin gücenmesini bile göze alarak doğru bildiğini yapmak.
* kırıcıdavranmak.hatır hatır * Sert şeyler kesilir, yenilir, koparılırken çıkan sesi anlatır. hatır hutur * Bkz. hatır hatır. hatır için çiğtavuk yemek * bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak. hatır senedi * Gerçek bir ticarî işleme ve bir alacağa dayanmayan, gerçek duruma uymayan, yalnız herhangi bir kişiye
para sağlanılmasıamacıyla düzenlenerek imzalanan senet.hatır sormak * Bkz. hâl hatır sormak. hatıra * Geçmişte yaşanmışçeşitli olaylardan belleğin saklandığıher türlü iz, anı.
* Andaç, anmalık, yadigâr.hatıra (veya hatır ve hayale) gelmemek * bir şeyin gerçekleşeceğini, olacağınıhiç düşünmemek. hatıra defteri * İçine hatıraların yazıldığıdefter. hatırat * Anılar, andaç. hatırı için * gönlü hoşolsun diye. hatırı için * yüzünden, sebebiyle. hatırıkalmak * gücenmek, kırılmak. hatırısayılır * oldukça çok.
* önemli, saygın, saygıdeğer.hatırına bir şey gelmesin * bir düşüncede, sözde veya davranışta kötü bir amaç güdülmediğini anlatır. hatırına gelmek * hatırlamak, aklına gelmek. hatırında kalmak * unutmamak, hatırlamak. hatırında olmak * unutmamışolmak. hatırında tutmak * unutmamak. hatırından (veya hatır ve hayalinden) geçmemek * hiç aklına gelmemek, hiç düşünmemek. hatırından çıkmamak * sevdiği, saydığı birinin isteğini reddetmeyip gönlünü kırmaktan çekinmek. hatırınıhoşetmek * sevindirmek, memnun etmek. hatırınıkırmak * üzmek, gücendirmek. hatırınısaymak * gerekli saygıyı göstermek. hatırınısormak * hâl hatır sormak. hatırlama * Hatırlamak durumuna konu olmak, anımsama. hatırlamak * Bilinip unutulan bir şeyi akla getirmek, anımsamak. hatırlanma * Hatırlanmak durumu, anımsanma. hatırlanmak * Hatırlamak durumuna konu olmak, anımsanmak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 24
hatırlatma * Hatırlatmak durumu, anımsatma. hatırlatmak * Birisinin unuttuğu bir şeyi aklına getirmek, anımsatmak.
* Birinin bir şeyi unutmamasını sağlamak, uyarmak.hatırlı * Hatırısayılan, etkili, saygın. hatırsız * Hatırısayılmayan, etkisiz, saygın olmayan. hatırşinas * Saygılı, hatır sayan, hatır kırmayan. hatif * Sesi işitilen fakat kendisi görülmeyen.
* Gaipten seslenir gibi haber veren melek.hatiften gelmek * gaipten ses gelmek. hatim * Sona erdirme, bitirme.
* Kur’an’ı başından sonuna kadar okumak.hatim indirmek * Kur’an’ı başından sonuna kadar okuyup bitirmek, hatmetmek. hatim sürmek * bitirmek için Kur’an’ı okumaya devam etmek. hatime * Son, sonuç.
* Bir eser veya yazının sonu, son bölümü.hatime çekmek * son vermek. hatip * Topluluk karşısında söz söyleyen kimse, konuşmacı.
* Bir topluluk karşısında etkili, açık, düzgün konuşarak bir düşünceyi anlatmada, bir duyguyu aşılamada
yetenekli kimse.
* Camilerde hutbe okuyan hoca.hatiplik * Hatip olma durumu. hatmetme * Hatmetmek işi. hatmetmek * Sona erdirmek, bitirmek.
* Kur’an’ıveya herhangi bir kitabı baştan sona kadar okuyup bitirmek, sona erdirmek.hatmi * Ebegümecigillerden, bazıcinslerinin kök ve çiçekleri hekimlikte kullanılan çok yıllık otsu bir süs bitkisi,
ağaç küpesi (Althaea officinalis).hatta * Bile, hem de, üstelik, ayrıca. hattat * El yazısıçok güzel olan sanatçı.
* Mesleği hattatlık olan kimse.hattatlık * Hattat olma durumu.
* Hattat sanatı.hattı hareket * Tutulan yol, tutulacak yol, davranış, tutum. hatun * Kadın.
* Bayan, hanım.
* Eş, zevce.
* Yüksek makamdaki kadınlara ve hakan eşlerine verilen unvan.hav * Kadife, çuha, yün vb. nin yüzeyindeki ince tüy. hava * Hava yuvarını oluşturan, bütün canlıların solunumuna yarayan, renksiz, kokusuz, akışkan gaz karışımı.
* Meteorolojik olayların bütünü.
* Canlılar üzerindeki etkisine göre hava yuvarının durumu.
* Gökyüzü.
* Çevreyi kuşatan boşluk.
* Gökyüzü doğrultusunda.
* Esinti.
* Müzik parçalarında tür.
* Müzik aletlerinden çıkan ses perdesi.
* Keyif, âlem.
* (görünüş, davranış, söz vb. için) Bir kimsenin durumunu belirten özellik.
* Tarz, üslûp.
* Durum, ortam, atmosfer.
* Sonuçsuz, anlamsız, boşdurum, davranış, söz vb.
* Çekicilik, albeni, alım, cazibe.hava açmak (veya açılmak) * bulutlar dağılmak. hava akımı * Değişik sebeplerle atmosferde havanın yer değiştirmesi. hava alanı * Uçakların kalkıp inmesi için yapılmışdüz, açık ve asfaltlanmışgenişyer, uçak alanı. hava almak * açık havada gezmek.
* umduğunu bulamamak, hiçbir şey kazanmamak.
* ferahlamak, açılmak, hoşvakit geçirmek.hava almak * içine hava girmek.
* ferahlamak, açılmak, hoşvakit geçirmek.hava atışı * Basketbol ve futbolda hakemin iki takımdan birer oyuncunun arasında topu havaya atarak, duran oyunu
yeniden başlatması.hava basıncı * Yer yuvarını çevreleyen havanın yeryüzündeki bir alana uyguladığıkuvvet. hava basmak * Bkz. hava vermek.
* büyüklenmek, gururlanmak.hava bilgisi * Meteoroloji. hava birliği * Hava kuvvetleri içinde yer alan askerî birlik. hava boşaltma makinesi * Boşaltaç. hava boşluğu * Yeryüzündeki engebelerin havada doğurduğu yoğunluk farkları. hava bozmak * havada yağmur veya fırtına belirtileri gözükmek. hava bulanmak * yağmur yağacak duruma gelmek. hava çalmak * her biri, birbiriyle çelişen, birbirine uymayan davranışve düşüncede bulunmak. hava çarpmak * iklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek. hava değişimi * Hastaların daha çabuk iyileşmesi, yorgunlukların giderilmesi gibi amaçlarla yapılan çevre değişikliği,
tebdilihava.
* Havanın kapanması, açması, ısınması, soğuması gibi değişimlerin genel adı.hava değiştirmek * iklimi değişik bir yere gidip bir süre oturmak. hava deliği * Bir şeyin içindeki havanın yenilenmesine yarayan delik. hava durumu * Metoroloji ile ilgili olayların bütünü. hava düzenleyicisi * Kapalıyerlerde sıcaklık yönünden istenilen hava şartlarınısağlayan araç. hava gazı * Maden kömüründen çıkarılan, yakılarak ışık veya ısısağlanan gaz.
* Boşlâf, önemsiz şey.hava gazı beki * Hava gazı ile çalışan lâmbanın ucu. hava gazıfırını * Hava gazı ile çalışan fırın. hava gazısayacı * Hava gazısarfiyatınıölçen alet, gaz sayacı. hava haritası * Hava durumlarının işlendiği özel yeryüzü haritası. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 25
hava hoş * “bir şeyin olmasıyla olmamasıarasında fark yok” anlamında kullanılır. hava hukuku * Havada ulaşımı düzenlemek için konulmuşhukuk kurallarının bütünü. hava indirme * Hava kuvvetlerine ait birliklerin hava yoluyla gerçekleştirdiği harekât. hava iyi (veya fena) esmek * ortamla ilgili her türlü şart uygun (veya kötü) durumda olmak. hava kaçırmak * (nesneler için) içindeki havayıtutamayıp dışarıya vermek. hava kanalı * Havayı bir yerden başka bir yere iletmekte kullanılan kanal (boru). hava kapağı * Bir kanaldan geçen havanın niceliğini ayarlayan kapak. hava kapanmak * gökyüzü bulutlarla örtülmek. hava kararmak * güneşin batmasıyla ortalık yarıkararmak.
* gökyüzü iyice bulutlanmak.hava kesesi * Balıkların aşağıve yukarı inip çıkmalarınısağlayan, hava ile dolup boşalan kese.
* Kuşlarda vücudun çeşitli yerlerinde bulunan ve akciğere bağlı olan boşluklar.
* Birçok böceklerde trake borularıüzerinde yer almışolan hava dolu şişkinlikler.hava köprüsü * Zorunlu durumlarda iki şehir veya ülke arasında hava yoluyla sağlanan sürekli ulaşım. hava kuvvetleri * Ülkenin havadan savunulmasını sağlamak için uçak, helikopter, balon gibi araçlardan ve bunlarla ilgili yer
hizmetlerinden, kuruluşlarından oluşan teşkilât.hava küre * Hava yuvarı. hava limanı * Şehirler veya ülkeler arasıhava yolu ulaşımı için gerekli teknik ve ticarî kuruluşların bütünü.
* Bu alt yapının yerleştirilmesini, işletilmesini ve geliştirilmesini sağlayan kuruluş.hava meydanı * Hava limanı. hava musluğu * Radyatörlerde oluşan soğuk havanın dışarıatılmasınısağlayan musluk. hava oyunu * Bir mal fiyatının yükseleceği umuduyla o maldan, sözde ileride teslim alınmak üzere, bir parti satın almak
ve vakit gelince bu malın pahalanıp ucuzladığına göre fiyat farkınısatıcıdan almak veya ödemek şeklinde girişilen bir
çeşit talih oyunu.hava parası * Bir yeri kira ile tutabilmek için sahibine veya içindeki kiracıya açıktan verilen para. hava patlamak * fırtına çıkmak. hava raporu * Hava durumu. hava sahası * Bir devletin yalnız kendisinin kullanma hakkı olduğu, başka devletlerin ancak ilgili devletten izin alarak
yararlanabileceği gökyüzü parçası.hava süzgeci * Otomobillerde motora ve hava kompresörüne giden havayısüzmeye yarayan alet. hava şartları * Hava durumu. hava tahmini * Kısa bir süre için havanın nasıl olacağını bulma. hava taşı * Gök taşı. hava tebdili * Hava değişimi. hava ulaşımı * Hava yolu ulaşımı. hava üssü * Askerî havacılıkla ilgili plân ve programları düzenleyen merkez. hava vermek * tekerlek vb. cisimleri hava ile şişirmek; şişkinliğini artırmak, hava basmak.
* akciğerlere basınç altında hava veya oksijen doldurmak.hava yastığı * Taşıtlarda kaza riskini azaltmaya yönelik hava basınçlıyastık. hava yastıklı * Hava yastığı olan. hava yolu * Hava taşıtlarının uçuşsırasında izlemeye zorunlu olduklarıyol. hava yolu ile * uçakla. hava yolu ulaşımı * Hava taşıtlarıyla yolcu, yük vb. eşyalarıtaşıma işi. hava yuvarı * Yer yuvarınıkuşatan çeşitli gaz katmanlarından oluşan örtü, atmosfer. havacı * Hava taşıtlarında görevli kimse.
* Hava kuvvetlerine bağlıasker.havacılık * Havacı olma durumu.
* Havacının yaptığı iş, havada uçma tekniği.
* Hava seferlerini ve bu konu ile ilgili teknikleri inceleyen bilim dalı.havacıva * Sığırdiligillerden, Akdeniz bölgesinde yetişen ve köklerinden kırmızı boya elde edilen çok yıllık otsu bir
bitki (Alkanna tinctoria).
* Değer ve önemi olmayan, boş.havada kalmak * yerden yüksekte bulunmak.
* sonuca ulaşmamak.
* bir iddia dayanaksız olduğundan kanıtlanmamak.havadan * Emeksiz, açıktan.
* Boş, değersiz.havadan sudan (konuşmak) * gelişigüzel, dereden tepeden (konuşmak). havadan sudan konuşmak * önemsiz konular üzerine konuşmak. havadar * Havası bol, temiz olan (yer), yeleken, yeleç. havadis * İlgi ile karşılanabilecek haber. havaî * Hava ile ilgili, havada bulunan.
* Açık mavi renginde olan.
* Dilediği gibi davranan, uçarı, hoppa.
* Değersiz, boş.havaî fişek * Törenlerde, geceleri yakılarak havaya uçurulan, renkli ışıklar saçan fişek.
* Geceleyin düşman bölgelerini aydınlatmak amacıyla kullanılan fişek.havaî mavi * Göğün rengi, açık mavi.
* Bu renkte olan.havaîlik * Havaî olma durumu, uçarılık, hoppalık. havaiyat * Boş, değersiz işve sözler. havalandırıcı * Kapalı bir yerin sürekli ve doğal olarak havalandırılmasınısağlayan alet veya düzen. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 26
havalandırılma * Havalandırılmak işi. havalandırılmak * Havalandırmak işi yapılmak. havalandırma * Kapalı bir yerin havasınıdeğiştirmek amacıyla dışarıdan temiz hava girişini veya çeşitli araçlarla hava
akımını sağlama işlemi.
* Herhangi bir şeyi açık havada bir süre bırakma.havalandırmacı * Havalandırma işini yapan görevli kimse. havalandırmak * Havalanmasını sağlamak. havalandırmalı * Havalandırması olan. havalanma * Havalanmak işi. havalanmak * Temiz hava almasısağlanmak, havasıdeğiştirilmek.
* Yerden ayrılıp göğe uçmak.
* (bir şey) Hava akımıyla yer değiştirmek.
* Yerinde oturamaz duruma gelmek.
* Beğenilmeyen davranışlarda bulunmak.havalara uçmak * çok sevinmek. havale * Bir işi bir başkasının sorumluluğuna bırakma, ısmarlama, devretme.
* Banka, postahane vb.nin aracılığıyla gönderilen para.
* Postahane, banka vb. nin aracılığıyla para gönderildiğinde, gönderenle alacak olanın adlarıve para miktarı
yazılıkâğıt, havale kâğıdı, havalename.
* Gebelerde, küçük çocuklarda görülen bir çeşit çırpınmalı, bazen ateşli de olabilen hastalık.
* Bir arsayıçevirmek, kapamak için çekilen perde veya duvar.
* Yüksek ve büyük bir görünüşü olma.havale etmek * bir şeyin alınmasını, yapılmasını bir kimseye bırakmak, ısmarlamak, devretmek.
* yollamak, göndermek.havale gelmek * postahane veya banka yoluyla para gelmek.
* gebe ve çocuklara çoğu zaman bayılma, yüksek ateşle beraber çırpınma krizleri gelmek.havale göndermek (veya yollamak) * postahane banka vb. aracılığıyla birine para ödemesini sağlamak. havaleli * Havalesi olan.
* Gereğinden çok yüksek, yıkılacak gibi olan.havalename * Havale. havalı * Herhangi bir nitelikte havası olan.
* İyi, temiz hava alan, havadar.
* Bir işi gereğince benimsemeyen, önemsemeyen.
* Göz alıcı, çekici, albenisi olan.
* Sıkıştırılmışhava ile çalışan (alet vb.).havalıdireksiyon * Motorlu bir taşıtın direksiyon sisteminin hidrolik düzen ile kolayca hareket sağlayabilmesi özelliği veya
durumu.havalıfren * Hava basıncı ile yönetilen pistonlu fren. havali * Çevre, yöre, dolay. havan * İçinde bir şey dövüp ufalamaya yarayan, tahta, taş, maden veya plâstikten yapılan kap.
* Tütün kıyma makinesi.havan dövücünün hınk deyicisi * başkasına yardım edecek veya yüreklendirecek gücü olmadığıhâlde öyle görünüp yardakçılık edenler için
söylenir.havan topu * Üstün atışgücüne sahip bir çeşit kısa namlulu top. havanda su dövmek * boşuna uğraşmak. havaneli * Havanda bir şeyi dövmeye yarayan tokmak. havanın gözü yaşlı * nerede ise yağmur yağacak. havarî * Yardımcı.
* Hz. İsa’nın öğüt ve inançlarınıyaymak işiyle görevlendirdiği on iki yardımcısından her birine verilen ad.
* Bir öndere bağlı, onun düşünce veya inançlarınıyayan kimse.havarîlik * Havarînin işi veya görevi. havas * Nitelikler, özellikler.
* Kendilerini halktan ayrıve üstün sayan, kendilerinde bir çeşit ayrıcalık gören (kimseler), avam karşıtı.havâs * Duyumlar, duygular. havası olmak * bir kimsenin albenisi veya cana yakınlığı olmak. havası olmak * o kimseye benzemek, o kimseyi hatırlatmak. havasına uymak * bulunduğu çevre ve ortamı benimsemek veya birinin huyunu almak. havasını bulmak * keyiflenmek, neşelenmek. havasız * Havası olmayan, hava almayan.
* Havası iyi veya yeterli olmayan.
* Göz alıcı, çekici olmayan.havasızlık * Havasız olma durumu. havaya * boşuna, sonuçsuz olarak. havaya gitmek * hiçbir şeye yaramamak, boşa gitmek. havaya pala (veya kılıç) sallamak * boşuna, gereksiz çaba harcamak. havaya savurmak * gereksiz yere harcamak. havaya uçmak * patlama dolayısıyla zarar görmek.
* havaya gitmek.havayı bozmak * bir topluluğun keyfini kaçırmak. havhav * (çocuk dilinde) Köpek. havi * İçinde bulundururan, kapsayan. havi olmak * içinde bulundurmak, içine almak, kapsamak, içermek. havil * “korku, korkma” anlamında can havliyle deyiminde geçer. 343 can. havlama * Havlamak işi. havlamak * (köpek) Bağırmak, ürümek. havlanma * Havlanmak durumu. havlanmak * Üzerinde hav oluşmak. havlatma * Havlatmak işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 21
hasırlamak * Hasırla döşemek, üstünü hasırla örtmek. hasırlanma * Hasırlanmak durumu. hasırlanmak * Hasırla döşenmek, üstü hasırla örtülmek. hasırlı * Hasırı olan, hasırla kaplanmışolan.
* Hasırla kaplanmışşişe.hasis * Cimri, pinti, kısmık.
* Bayağı, insanıküçülten, alçak.hasislik * Hasis olma durumu.
* Hasis davranış.hasislik etmek * cimrice davranmak. hasiyet * Özgülük, hassa.
* (yiyecek ve içecek için) Yarar, etki.hasiyetli * (yiyecek ve içecek için) Yararlı, etkili. haslet * İnsanın yaradılışından gelen özellik, huy. haspa * Kız veya kadınlara şaka veya alay yollu söylenen söz. hasret * Özlem. hasret çekmek * özlem duymak. hasret gitmek * özlemini çektiği, sevdiği bir yere veya kimseye kavuşamadan ölmek. hasret kalmak * özlemek. hasretini çekmek * çok özlemek.
* ihtiyaç duyduğu hâlde o şeyi elde edememenin üzüntüsü içinde bulunmak.hasretli * Hasreti olan, özlemli. hasretlik * Sevilen bir şey veya kimseden ayrıkalma durumu, ayrılık. hasretme * Hasretmek işi. hasretmek * Bir şeyin bütününü birine, bir şeye ayırmak, vermek. hasrolunma * Hasrolunmak durumu. hasrolunmak * Bir şey bütünüyle birine verilmek, ayrılmak. hassa * Özgülük, özellik, hasiyet. hassa askeri * Hükümdarıkorumakla görevli askerî sınıf. hassas * Duyum ve duygularıalgılayan.
* Çabuk duygulanan, duygun, duyar, duyarlı, içli, alıngan.
* Çabuk etkilenen.
* Yapımıve bakımıözen isteyen, aksamadan çok doğru çalışan, kesin ölçüler gerektiren işlerde kullanılan
(alet).hassas olmak * duyarlı bulunmak, çabuk duygulanmak. hassasiyet * Hassaslık, duygunluk, duyarlık. hassaslık * Hassas olma durumu, hassasiyet. hassaten * Ayrıca, özellikle, bilhassa. hasse * Bir çeşit pamuklu kumaş, patiska. hasta * Sağlığı bozuk olan, esenliği yerinde olmayan (kimse, hayvan).
* Zihinsel yetenekleri bozulmuşolan.
* Parasız, züğürt.hasta bakıcı * Tedavi ile ilgili hekimin buyruklarınıyerine getirip hastaya bakan hemşirelere yardım eden kimse. hasta bakıcılık * Hasta bakıcı olma durumu.
* Hasta bakıcının işi.hasta etmek * hasta olmasına yol açmak. hasta ol benim için, öleyim senin için * kişi kendisi için bir fedakârlıkta bulunan kimseye karşısırası gelince daha büyük fedakârlıkta bulunur. hasta olmak (veya düşmek) * hastalanmak. hastahane * Hastaların yatırılarak tedavi edildikleri sağlık kurumu. hastahanelik * Hastahaneye kaldırılacak durumda olan. hastahanelik etmek * birini aşırıderecede dövmek. hastahanelik olmak * hastahaneye yatmayı gerektirecek kadar hastalanmak.
* çok dayak yemek.hastahaneye kaldırmak (veya yatırmak) * tedavi amacıyla hastahaneye götürmek. hastalandırma * Hastalandırmak işi veya biçimi. hastalandırmak * Hasta etmek, hastalanmasına sebep olmak. hastalanış * Hastalanmak işi veya biçimi. hastalanma * Hastalanmak işi. hastalanmak * Sağlığı bozulmak, esenliği yerinde olmamak, hasta olmak. hastalık * Organizmada birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla fizyoloji görevlerinin bozulmasıdurumu, sayrılık,
maraz, esenlik karşıtı.
* Ruh sağlığının bozulmasıdurumu.
* Bitkilerin yapılarında görülen bozukluk.
* Aşırıdüşkünlük, tutku.hastalık almak (hastalık kapmak veya hastalığa tutulmak) * bulaşıcı bir hastalığa yakalanmak. hastalık tablosu * Hastanın yatağının başında bulunan ve hastalığın seyrini gösteren levha. hastalıklı * Vücut direnci az olan, çabuk hastalanan, mariz.