hikmet | * Bilgelik. * Felsefe. * Sebep, gizli sebep. * Tanrı’nın insanlarca anlaşılamayan amacı. * Özlü söz, vecize. * Fizik. |
hikmetinden sual olunmaz | * sonucunun sebebi sorulmaz, araştırılmaz; Tanrı’nın yaratıcı gücü karşısında sebep aranmaz. |
hikmetli | * Bilgece. |
hilâf | * Aykırı, karşıt, ters. * Yalan. |
hilâf olmasın | * yanılmıyorsam. |
hilâf yok | * yalan değil, yalan yok. |
hilâfet | * Halifelik. |
hilâfetçi | * Halifeliğin sürdürülmesinden yana olan kimse. |
hilâfetçilik | * Hilâfetçi olma durumu. |
hilâfıhakikat | * Gerçek dışı. |
hilâfsız | * Yalansız, inanılmaz ama gerçek. |
hilâl | * Ayça, yeni ay. * Çocukların okuma öğrenmeye başladıklarında satır ve sözleri şaşırmamak için söz üzerinde gezdirdikleri ucu sivri, uzunca bir gösterme aracı. |
hilâl gibi | * ince ve düzgün (kaş). |
hilâlî | * Hilâl biçiminde. |
hilâllemek | * Hilâl durumuna getirmek. |
hil’at | * Padişahların, gönül almak, ödüllendirmek için birine giydirdikleri değerli kumaşveya kürkten yapılmış kaftan. |
hile | * Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika. * Çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma. |
hile hurda bilmez | * kimseyi aldatmaz, doğru. |
hile yapmak | * aldatmak. * çıkar sağlamak amacıyla bir şeyin saflığını bozmak, değersiz bir şey karıştırmak. |
hilebaz | * Hileci. |
hileci | * Hile yapan, hile karıştıran, hilebaz, hilekâr. |
hilecilik | * Hileci olma durumu, hilekârlık. |
hileişeriye | * Çözümü güç bir hukukî sorunu hukuk kurallarınızedelemeden halletme. |
hilekâr | * Hileci. |
hilekârlık | * Hilecilik, dolandırıcılık. |
hileli | * Hilesi olan, içine hile karışmış, hile ile yapılmış. |
hileli iflâs | * Alacaklılarızarara sokmak amacıyla hileli işlemler yaparak gerçekleştirilen iflâs yolu. |
hilesi, hurdasıyok | * yalanı, dolanıyok. |
hilesiz | * Hile yapmayan, düzen bilmeyen. * Hilesi olmayan, içine hile karışmamış. |
hilkat | * Yaradılış, fıtrat. |
hilkaten | * Yaradılıştan. |
hilozoizm | * Canlıözdekçilik. |
hilye | * Hz. Muhammed’in şekil ve şemaili yazılılevha. |
himaye | * Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk. * Kayırma, elinden tutma. |
himaye etmek | * korumak, kayırmak, gözetmek. |
himaye görmek | * (biri tarafından) korunmak, kayrılmak, gözetilmek. |
himayeci | * Korumacı. |
himayecilik | * Korumacılık. |
himayesine almak | * koruyucusu olmak, korumak. |
himayesiz | * Korumasız. |
himen | * Kızlık zarı. |
himmet | * Yardım, kayırma. * Çalışma, emek, gayret. * Lütuf. |
himmet etmek | * yardım etmek, emek vermek. |
himmetin var olsun | * teşekkür için söylenir. |
hin | * Kurnaz, cin fikirli (kimse). * Zaman, zamane. |
hindi | * Tavukgillerden, XV. yüzyılda evcilleştirilerek Amerika’dan bütün dünyaya yayılan kümes hayvanlarının en büyüğü (Meleagris gallopavo). * Aptal, şaşkın. |
hindi gibi kabarmak | * gururlanmak, kurumlanmak, büyüklük taslamak. |
hindiba | * Birleşikgillerden, yapraklarıhaşlanarak salata gibi yenebilen birkaç yıllık otsu bir bitki, güneğik (Cichorium endivia). |
hindici | * Hindi yetiştiren ve satan kimse. |
hindigiller | * AnavatanıAmerika olan tavuksu kuşlar takımı. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 47
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 44
hışlamak * Hışıldamak, hışıltısesi çıkarmak. hıyaban * İki tarafıdüzgün ağaçlıyol veya bulvar. hıyanet * Kutsal sayılan şeylere el uzatma, kötülük etme veya karşıdavranma, hainlik, ihanet.
* Güveni kötüye kullanma, aldatma, vefasızlık.
* Vefasız.hıyanetlik * Hıyanet. hıyar * Kabakgillerden, uzun, iri meyveli, sürüngen, bir yıllık otsu bir bitki (Cucumis sativus).
* Bu bitkinin ürünü.
* Kaba saba, görgüsüz, budala.hıyar * Bir şeyi seçmekte veya yapıp yapmamakta özgürlük. hıyarağa * Görgüsüz, kaba saba, yontulmamış. hıyarağalık * Hıyarağa gibi davranma. hıyarağası * Hıyarağa. hıyarcık * Kasık lenf bezlerinin iltihaplanması. hıyarcıl * Bkz. hıyarcık. hıyarlaşma * Hıyarlaşmak işi. hıyarlaşmak * Kaba saba, budalaca davranışlarda bulunmaya başlamak. hıyarlık * Kaba saba, budalaca davranma durumu. hıyarlık etmek * hıyarlaşmak. hıyarşembe * Baklagillerden, siyah renkte olan meyvelerinin içinde çekirdeklerden başka, hekimlikte kullanılan bir öz
bulunan bitki, Hint hıyarı(Cassia fistula).hız * Çabukluk, sür’at.
* Bir hareketten doğan güç, şiddet.
* Çaba, güç, gayret, takat.
* Alınan yolun harcanan zamana oranı, sür’at.hız almak * atlamak için geri çekilip birdenbire fırlamak. hız vermek * hızınıartırmak, hızlandırmak.
* isteklendirmek.hızar * Tahta ve kereste biçmeye yarayan, elektrik ve su gücüyle çalışan büyük bıçkı. hızarcı * Hızar işleten, hızarla kereste biçen kimse. hızarcılık * Hızarcının işi. hızınıalamamak * hızla gidişini yavaşlatamamak.
* öfkesini yenememek, yatışamamak.hızınıalmak * şiddetini yenmek, yatışmak.
* yavaşlamak, hızınıyitirmek.hızınıkaybetmek (veya yitirmek) * etkisini, geçerliliğini yitirmek, hükmü kalmamak. Hızır * Halk inanışlarına göre ölümsüzlüğe kavuşmuşolduğuna inanılan ulu kimse.
* (küçük h ile) Çabuk davranan kimse.Hızır gibi yetişmek * birinin en sıkışık bir zamanında, beklemediği biri, yardımına yetişmek. hızla * Çabucak, çabuk, sür’atle. hızlandırılma * Hızlandırılmak işi. hızlandırılmak * Hız verilmek, hızıartırılmak. hızlandırma * Hızlandırmak işi. hızlandırmak * Hız verilmek, hızıartırılmak. hızlanış * Hızlanmak işi veya biçimi. hızlanma * Hızlanmak işi. hızlanmak * Hız almak, hızıartmak. hızlı * Çabuk, seri, sür’atli.
* Güç kullanarak, şiddetle.
* Yüksek sesle.
* İvedi olarak, ivedilikle.
* Uçarı, çapkın, hovarda.hızlıakın * Basketbolda karşıtarafın toparlanmasına fırsat vermeden, paslaşarak yapılan hızlıhücum, fast break. hızlıhızlı * Çabucak, ivedilikle. hızlıhücum * Hızlıakın. hızlısağanak tez geçer * büyük bir hızla başlayan şeyler az sürer. hızlıyaşamak * eğlenceye aşırıdüşkün olarak yaşamak. hızlılık * Hızlı olma durumu, sür’at. hızölçer * İvmeölçer. hibe * Bağışlama, bağış. hibe etmek * bağışlamak. hicap * Utanma, utanç, sıkılma. hicap duymak (veya etmek) * utanmak. hicaz * Klâsik Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kılan bir makam.
* Klâsik Türk müziğinde do diyez notasınıandıran perde.hicazkâr * Klâsik Türk müziğinde rast perdesinde karar kılan bir makam. hiciv * Yergi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 41
hıçkırış * Hıçkırmak işi veya biçimi. hıçkırma * Hıçkırmak işi. hıçkırmak * Boğazdan hıçkırık sesi çıkarmak.
* İçini çekerek ağlamak.hıçkırtma * Hıçkırtmak işi. hıçkırtmak * Hıçkırmasına sebep olmak. hıdiv * Osmanlıİmparatorluğu döneminde KavalalıMehmet Ali Paşadan sonra Mısır valilerine verilen unvan. hıdivlik * Hıdiv yönetimi veya makamı.
* Hıdiv yönetimindeki ülke.hıdrellez * Hızır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan 6 mayıs günü.
* Her yılın 6 Mayıs gününde kutlanan geleneksel bayram.hıfz * Saklama.
* Ezberleme, akılda tutma.hıfz etmek * saklamak.
* aklında tutmak, bellemek.hıfza çalışmak * Kur’an’ıezberlemeye çalışmak. hıfzıssıhha * Sağlıklıyaşamak için alınması gerekli önlemlerin bütünü.
* Sağlık bilgisi, hijyen.hık * Hıçkırırken boğazdan çıkan ses. hık demiş(anasının, babasının) burnundan düşmüş * her durumuyla (anasına, babasına) çok benziyor. hık mık * Tereddüt gösterme, çekingen davranma. hık mık etmek * bir işten kaçınmak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak.
* sorulan bir soruya açık bir anlamı olmayan, belirsiz cevaplar vermek.hık tutmak * Bkz. hıçkırık tutmak. hıltan * Top durumundaki çiçekleri kuruduktan sonra saplarıkürdan olarak kullanılan yabanî bir bitki. hıltar * Davar ve sığırların, boyunlarına takılan ip veya kayış. hımbıl * Uyuşuk, tembel. hımbıllaşma * Hımbıllaşmak durumu. hımbıllaşmak * Hımbıl gibi davranmak. hımbıllık * Hımbıl olma durumu. hımhım * Sesleri genizden çıkararak konuşan (kimse).
* Sesleri genizden çıkararak.hımhımlık * Hımhım olma durumu. hımış * Kerpiç veya tuğlayla örülmüşahşap duvar. hına * Bkz. kına. hıncahınç * Ağzına kadar, tıka basa dolu (olarak), dopdolu. hıncınıçıkarmak * öç (veya öcünü) almak. hınç * Öç almayı güden öfke, kin, gayz. hınç (veya hıncını) almak * öç (veya öcünü) almak. hınçlı * Hıncı olan, öfkeli. hınçsız * Hıncı olmayan, öfkesiz. hınk * Bkz. kahve dövücüsünün hınk deyicisi. hınna * Bkz. kına. hınzır * Domuz.
* Katıyürekli, kötü düşünen, gaddar.
* Genellikle hoşa giden bir davranışve durum için şaka yollu söylenir.hınzırca * Hınzır (bir biçimde), kurnazca. hınzırlaşma * Hınzırlaşmak işi. hınzırlaşmak * Hınzır gibi davranmak. hınzırlık * Hınzır olma durumu.
* Muziplik.hınzırlık etmek * zarar verici, sinirlendirici, ters davranışta bulunmak. hır * Kavga, dalaş. hır çıkarmak * kavga, gürültü çıkarmak. hıra * Zayıf, çelimsiz, cılız.
* Çok yiyen, obur.hırbo * İri yarı(kimse).
* Sersem, salak ve kaba saba.hırboluk * Sersemlik, salaklık. hırçın * Belirli bir sebebi olmadan sinirlenip huysuzluk eden (kimse).
* (ses için) Tiz, öfkeli.hırçınlaşma * Hırçınlaşmak işi. hırçınlaşmak * Hırçınlık etmek, hırçın davranmak. hırçınlık * Hırçın olma durumu veya hırçın davranış. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 42
hırçınlık etmek (veya yapmak) * huysuzluk, terslik etmek. hırdavat * Kilit, reze, tel, çivi gibi metal eşya.
* Önemsiz, ufak tefek eşya, gereksiz eşya.hırdavatçı * Hırdavat satan kimse, nalbur. hırdavatçılık * Hırdavatçının işi, nalburluk. hırgür * Geçimsizlik, kavga. hırgür çıkarmak * kavga etmek, kavga çıkarmak. hırıl hırıl * Hırıltılı bir ses çıkararak. hırıldama * Hırıldamak işi. hırıldamak * Hırıltılı bir ses çıkarmak. hırıldaşma * Hırıldaşmak biçimi veya durumu. hırıldaşmak * Hırlaşmak. hırıldayış * Hırıldamak işi veya biçimi. hırıltı * Boğazdan herhangi bir sebeple boğuk çıkan ses.
* Gürültüyle çıkan ses.
* Geçimsizlik, kavga.hırıltıcı * Geçimsizlik çıkaran, geçimsiz (kimse). hırıltılı * Hırıltıçıkaran, hırıltısı olan. hırızma * Ayı, boğa gibi azgın hayvanların dudaklarına veya burnuna geçirilen demir halka.
* Burun kanadına takılan süslü, altın veya gümüşhalka.
* Küpe.hırka * Önden açık, kollu, genellikle yünden üst giysisi.
* Daha çok soğuktan korunmak için giyilen, kumaştan, bazen içi pamukla beslenmiş, ceket biçiminde giysi.
* Dervişlerin giydikleri üst giysisi.hırkalı * Hırkası olan. hırkasız * Hırkası olmayan. hırkayı başına çekmek * bir köşeye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek. hırlama * Hırlamak işi. hırlamak * Hırıltıyla ses çıkarmak.
* (köpek için) Saldırmadan önce hırıltıyla ses çıkarmak.
* Kızgınlıkla ters konuşmak.hırlaşma * Hırlaşmak işi. hırlaşmak * Karşılıklıhırlamak.
* Ağız kavgasına girişmek.hırlatma * Hırlatmak işi. hırlatmak * Hırlamasına sebep olmak. hırlayış * Hırlamak işi veya biçimi. hırlı * İşinde doğru, uslu, iyi (kimse).
* Yaramaz, şımarık, kötü (kimse).hırlımıdır, hırsız mıdır * bir kimsenin âhlakı, kişiliği hakkında kuşku duyulduğunda kullanılır. hırpalama * Hırpalamak işi. hırpalamak * Örselemek.
* Dövmek.
* İtip kakmak, azarlamak veya yıpratmak.hırpalanış * Hırpalamak işi veya biçimi. hırpalanma * Hırpalanmak işi. hırpalanmak * Hırpalamak işine konu olmak veya hırpalamak işi yapılmak. hırpalatma * Hırpalatmak işi. hırpalatmak * Hırpalanmasına sebep olmak. hırpalayış * Hırpalamak işi veya biçimi. hırpanî * Perişan kılıklı, derbeder. hırpanîlik * Hırpanî olma durumu. hırs * Sonu gelmeyen istek, aşırıtutku.
* Öfke, kızgınlık.hırs bürümek * Bkz. gözünü hırs bürümek. hırsınıalamamak * öfkesini yenememek. hırsınıyenmek * öfkelenmemek için kendini tutmak. hırsız * Çalan (kimse), uğru.
* Bir tür olta iğnesi.hırsız adım * Çok sessiz, yavaş. hırsız anahtarı * Maymuncuk. hırsız feneri * Karşısındakini gösterip, taşıyanı göstermeyecek biçimde yapılmışönü camlıfener. hırsız gibi * kimseye görünmeden, gizlice. hırsız kelepçe * Ana su borusuna kaçak su alabilmak amacıyla bağlanan boru parçası. hırsız yatağı * Hırsızların gizlendiği yer.
* Çalınmışşeylerin saklandığıyer. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 43
hırsıza yol göstermek * birine bilmeyerek, anlamadan kötü bir işte yardımcı olmak. hırsızlama * Gizlice alınan başkasına ait (şey).
* Gizlice, kimseye sezdirmeden.hırsızlık * Çalma.
* Çalma suçu, sirkat.hırsızlık etmek (veya yapmak) * başkalarının parasınıveya malınıçalmak. hırslandırma * Hırslandırmak işi. hırslandırmak * Öfkelendirmek, kızdırmak. hırslanış * Hırslanmak işi veya biçimi. hırslanma * Hırslanmak işi. hırslanmak * Çok kızmak, öfkelenmek. hırslı * Doymak bilmeyen, aşırı istekli, tutkulu, haris.
* Öfkeli, kızgın.hırssız * Hırsı olmayan. hırt * Sersem, budala, ahmak. hırtapoz * Sersem, aptal, şaşkın. hırtapozluk * Hırtapoz olma durumu. hırtıpırtı * Eski püskü veya işe yaramaz, değersiz eşya. hırtlamba * Perişan, derbeder kılıklı. hırtlamba gibi giyinmek * gereksiz yere üst üste ve gelişigüzel giyinmek. hırtlambasıçıkmak * perişan bir biçimde giyinmişolmak.
* (eşya için) çok eskiyip dökülür durumda olmak.hırtlık * Sersemlik, budalalık, ahmaklık. Hırvat * Hırvatistan Cumhuriyeti’nde yaşayan bir halk ve bu halkın soyundan olan kimse.
* Hırvatlarla ilgili, Hırvatlara özgü olan şey.Hırvatça * Hırvatların kullandığıSlav dili. hısım * Soyca veya evlilik sonucu aralarında bağbulunanlardan her biri, akraba.
* Dede ve nineleri bir olanlardan her biri.hısım akraba * Yakın ve uzak bütün akrabalar. hısımlık * Hısım olma durumu, karabet. hışıl hışıl * Hışıltısesi çıkararak, hışıldayarak. hışıldama * Hışıldamak işi. hışıldamak * Hışıltılıses çıkarmak. hışıldatma * Hışıldatmak işi. hışıldatmak * Hışıldamasına sebep olmak. hışıltı * Sert ve sürekli çıkan ses. hışıltılı * (ses için) Hışıltısı olan. hışıltısız * Hışıltısı olmayan. hışım * Öfke, kızgınlık. hışımına uğramak * (birinden) zulüm görmek. hışımlanma * Hışımlanmak işi. hışımlanmak * Öfkelenmek, kızgın duruma gelmek. hışımlı * Öfkeli, kızgın, sinirli. hışır * Olmamışmeyve (daha çok kavun, karpuz için kullanılır.).
* Coşkunluk gösteren, yaramaz (kimse).
* Aptal, sersem.hışır hışır * Hışırtıçıkararak. hışırdama * Hışırdamak işi. hışırdamak * Kâğıt, meşin, kumaşgibi nesneler birbirlerine sürtünürken, buruşturulurken ses çıkarmak. hışırdatma * Hışırdatmak işi. hışırdatmak * Hışırtıçıkartmak. hışırdayış * Hışırdamak işi veya biçimi. hışırıçıkmak * (eşya) çok hırpalanıp örselenmek.
* insan ağır işlerle uğraşıp çok yorulmak.hışırlık * Hışır olma durumu. hışırtı * İnce cisimler hışırdarken çıkan ses, hışırdama sesi. hışırtılı * Hışırtısı olan. hışırtısız * Hışırtısı olmayan. hışlama * Hışlamak biçimi veya işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 40
heybetlice * Oldukça heybetli. heyecan * Sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, sevgi gibi sebeplerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu
durumu.
* Coşku.heyecan duymak * heyecanlanmak. heyecan vermek * heyecan duymasına sebep olmak. heyecana düşürmek * heyecanlandırmak. heyecana gelmek * heyecanlanmak, heyecan duymak. heyecana kapılmak * aşırıderecede heyecan, coşku duymak. heyecanlandırma * Heyecanlandırmak işi. heyecanlandırmak * Heyecan duymasına sebep olmak. heyecanlanış * Heyecanlanmak işi. heyecanlanma * Heyecanlanmak işi. heyecanlanmak * Herhangi bir sebeple güçlü, geçici bir duygulanımdan etkilenmek. heyecanlı * Çabuk, kolay heyecanlanan (kimse), müteheyyiç.
* Heyecan veren.
* Heyecanla yapılan.heyecanlılık * Heyecanlı olma durumu.
* Aşırıduyarlı olma.heyecansız * Çabuk, kolay heyecanlanmayan.
* Heyecan vermeyen.
* Heyecanla yapılmayan.heyecansızlık * Heyecan verici olmama durumu. heyelân * Toprak kayması, kayşa, göçü. heyet * Kurul.
* Astronomi.
* Biçim, kılık, dışgörünüş.heyetiyle * Olduğu gibi, bütünüyle. heyhat * Yazık, ne yazık!. heyhey * Sinir bozukluğu, sinirlilik. heyheyler geçirmek * büyük heyecanlar geçirmek. heyheyleri tutmak (veya heyheyleri üstünde olmak) * çok sinirlenmek. heykel * Taş, tunç, bakır, kil, alçı gibi maddelerden yontularak, kalı ba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek
biçimlendirilen eser, yontu.heykel gibi * hareketsiz, duygusuz.
* çok güzel (vücut).heykelci * Heykel yapan sanatçı, heykeltıraş, yontucu. heykelci kalemi * Heykelcilerin taş, kil, alçı gibi gereçleri biçimlendirmek için kullandıklarıkesici, düzeltici ve yontucu araç. heykelcilik * Heykel yapma sanatı, heykeltıraşlık, yontuculuk. heykelleştirme * Heykelleştirmek işi veya biçimi. heykelleştirmek * Heykel durumuna getirmek. heykelli * Heykeli olan. heykeltıraş * Heykelci, yontucu. heykeltıraşlık * Heykel yapma sanatı, yontuculuk. heyulâ * Korkunç hayal. heyulâ gibi * pek iri, iri yarı. hezaren * Düğün çiçeğigillerden, hekimlikte kullanılan zehirli bir bitki (Delphinium). hezaren * Bambu.
* Bambu saplarından yapılmış.hezaren örgü * Bambu kabuklarından soyularak elde edilen liflerle veya sentetik malzemeyle yapılan özel bir örgü. hezel * Şaka, alay, mizah.
* Bir şiiri veya şiir parçasınışakalı bir anlatıma çevirme.hezeyan * Saçmalama.
* Sayıklama.
* Sabuklama.hezeyan etmek * saçmalamak. hezimet * Bozgun, yenilgi. hezimete uğramak * bozguna veya büyük bir yenilgiye uğramak. hezliyat * Hezel türünde yazılmışşiirler. Hf * Hafniyum’un kısaltması. Hg * Cıva’nın kısaltması. hı * Evet. hıçkıra hıçkıra * Hıçkırarak, hıçkırıklarla. hıçkırık * Çok yemek yeme veya sinirsel bir sebeple ve istemsiz olarak diyafram kasının kasılmasıyla hava akciğerlere
geçerken boğazdan çıkan ve düzgün aralıklarla tekrarlanan ses.
* Ağlarken çıkan ses.hıçkırık tutmak * sürekli olarak hıçkırmak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 34
hedef olmak * hoşolmayan herhangi bir davranışa uğramak. hedefleme * Hedeflemek işi. hedeflemek * Hedef yapmak. hedeflenmek * Hedef durumuna gelmek. heder * Karşılığınıalamama, boşa gitme, ziyan olma. heder etmek * boşuna harcamak, ziyan etmek. heder olmak * boşa gitmek, boşuna geçmek. hedik * Kaynatılmış buğday, bulgur, mısır vb. şeyler. hediye * Armağan.
* (kutsal kitaplar için) Fiyat.hediye etmek * armağan olarak vermek. hediyelik * Armağan olarak verilecek değerde olan.
* Armağan olarak verilmek için hazırlanmışşey.hedonist * Hazcı. hedonizm * Hazcılık. hegemonya * Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasî üstünlüğü ve baskısı. hekim * İnsanlardaki hastalıklarıteşhis ve onları ilâçlarla veya bazıaraçlarla tedavi eden kimse, doktor, tabip. hekimbaşı * Osmanlıİmparatorluğunda sarayda hekimlik görevini yürüten en kıdemli, yetkili ve padişahın özel doktoru
olan kimse.hekimlik * Hekimin yaptığı iş. hektar * Yüz ar (10.000m²) değerinde yüzey ölçü birimi (ha). hektogram * Yüz gramlık ağırlık birimi, bir kilogramın onda biri (hg). hektolitre * Yüz litrelik hacim ölçü birimi (hl). hektometre * Yüz metrelik uzunluk ölçü birimi, kilometrenin onda biri (hm). helâ * Ayak yolu, yüz numara, abdesthane, tuvalet. helâk * Ölme, öldürme, yok etme, yok olma.
* Bitkin bir duruma gelme veya getirme.helâk etmek * öldürmek, ortadan kaldırmak.
* aşırıderecede yormak, bitkin duruma getirmek.helâk olmak * yok olmak, ölmek.
* yorulmak, bitkin duruma gelmek.helâl * Dinin kurallarına aykırı olmayan, dince yasaklanmamışolan, haram karşıtı.
* Nikâhlıeş.
* Kurallara, geleneklere uygun (olarak).helâl etmek * Tanrı’yıtanık tutarak (bir şeyi) bağışlamak. helâl olsun * bir hizmet veya özverinin istenilerek yapıldığını, bundan pişman olunmadığını göstermek için kullanılır. helâl süt emmiş * doğruluktan ayrılmayan. helâlî * Ham ipekten dokunmuş bürümceğe pamuk ipliği katılarak elde edilen kumaş. helâlinden * Helâl edilerek gönül hoşluğu ile. helâlleşme * Helâlleşmek işi. helâlleşmek * Alışverişte veya ayrılma sırasında hakkını birbirine bağışlamak. helâlli * Nikâhlı(eş). helâlliğe almak * biriyle evlenmek. helâllik * Nikâhlıeş.
* Helâl olan şey.helâllik dilemek * birinden hakkınıhelâl etmesini dileme. helâllik vermek * helâl etmek. helâlühoşolsun * yapılmış bir iyilikten, yardımdan söz edilirken buna pişman olunmadığınıanlatmak için söylenir. helâlzade * Nikâhlı bir ana ve babadan doğmuşkimse.
* Doğruluktan ayrılmayan, helâl süt emmişkimse.hele * “Özellikle”, “hiç olmazsa”, “her şeyden önce” anlamıyla, bir sözün başına veya sonuna getirilerek belirtilen
şeyin ayrıcalığınıanlatır.
* “Sonunda” anlamıyla geciken davranışları bildirmek için kullanılır.
* Uyarma, korkutma veya vaat anlatır.hele bak * şaşkınlık veya dikkati çekmek için söylenir. hele bir * Bkz. hele. hele de * üstelik. hele hele * Karşısındakini söylemeye isteklendirmek için kullanılır.
* Bir sözü pekiştirmek için kullanılır.hele şükür! * çok şükür. helecan * Yürek çarpıntısı, çırpıntı. helecanlanma * Helecanlanmak işi. helecanlanmak * Yürek çarpıntısına tutulmak. Helen * Grek. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 35
Helenist * Grek kültürü, tarihi, dili ve edebiyatıkonularında uzman olan kimse. Helenistik * Büyük İskender’den sonraki Yunan sanatı, tarihi, kültürü ile ilgili olan. Helenizm * Grek uygarlığı.
* Grek olmayan ulusların Grek düşüncesinin etkisiyle gerçekleştirdiği uygarlık.
* Grekçe anlatım.helezon * Kıvrımlı, yılankavi biçim, helis. helezonî * Sarmal, yılankavi, helisel. helezonlaşma * Helezonlaşmak biçimi veya durumu. helezonlaşmak * Sarmal, kıvrımlı biçime gelmek. helezonlu * Helezonu olan, sarmal. helik * Duvar örülürken büyük taşların arasına konulan ufak taşlar. helikoit * Helis biçiminde eğri yüzey. helikon * Çalgıağızlığıve pistonu olan, boyundan geçirilerek tutulan, çember biçimli, üflemeli bakır çalgı. helikopter * Dik inişve çıkışyapabildiği için dar yerlerde de kullanılabilen tepeden pervaneli uçan taşıt. helis * Bir silindirin ana doğrularınısabit bir açıaltında kesen eğri. helisel * Helis biçiminde olan, sarmal, helezonî. helke * Bakraç, kova, herke. hellim * Kı brıs’ta yapılan bir çeşit beyaz peynir. helme * Fasulye, pirinç, buğday gibi taneler kaynatıldığında, nişastanın çökelmesiyle oluşan koyu sıvı.
* Bazı bitkilerin kök, çiçek ve tohumlarında bulunan koyu kıvamlımadde.helme dökmek * (kaynatılmıştanelerin suyu için) koyulaşmak. helme gibi * iyice pişmiş. helmelenme * Helmelenmek işi. helmelenmek * Helme dökmek, helmesi çıkmak. helmeli * Helme durumunda olan (yemek). helmintoloji * Kurt bilimi. helva * Şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlı. helvacı * Helva yapan veya satan kimse. helvacıkabağı * Kabakgillerden, tatlısıyapılan dışı boz, içi sarırenkli iri bir kabak türü kestane kabağı(Cucurbita maxima). helvacıkökü * Bkz. çöven. helvacılık * Helva yapma veya satma işi. helvahane * Genellikle helva pişirmekte kullanılan genişve az derin tencere.
* Sarayda mutfak içinde tatlıların yapıldığıözel bölüm veya oda.helvalaşma * Helvalaşmak durumu. helvalaşmak * Helva durumuna gelmek. helvalık * Helva yapımı için kullanılan malzeme. helyodor * Altın sarısırenginde, berilden oluşan, kuyumculukta kullanılan bir taş. helyograf * Güneşten yayılan ısımiktarınıölçmeye yarayan alet.
* Güneşin ışıldadığısaatlerin süresini tespit etmeye yarayan alet.
* Güneş ışınlarından yararlanan optik telgraf aleti.helyoterapi * Güneş ışınlarıyla tedavi. helyum * Atom numarası2, yoğunluğu 0,13 olan, havada az miktarda bulunan bir soygaz. KısaltmasıHe. hem * Bir kimseyi uyarmak, bir şeyi açıklamak veya anlamı güçlendirmek için “özellikle”, “zaten”, “bir de”, “şurası
da var ki” anlamlarında kullanılır.
* Açıklayıcınitelikte olan ikinci cümleyi birinciye bağlar.
* Hem … hem … biçiminde tekrarlanarak görevdeşsözleri, cümleleri eşitlik, pekiştirme, birlikte olma veya
karşıtlık anlamlarıyla bağlar.hem de * anlamı güçlendirmek, bir veya daha çok ögeye bir başkasının da eklendiğini belirtmek için kullanılır. hem de nasıl * pek çok, üstün derecede.
* özene bezene, büyük bir dikkatle.hem İsa’yıhem de Musa’yımemnun etmek * istekleri birbirine karşıt olan iki kişiyi birden hoşnut edecek bir davranışta bulunmak. hem kaçar hem davul çalar * çekinir göründüğü işi yapmaktan vazgeçemez. hem kel hem fodul * ortada olan eksiklik ve yeteneksizliğine bakmayarak üstünlük taslayanlar için kullanılır. hem nalına hem mıhına (vurmak) * karşıt olan iki yanıdesteklemek. hem suçlu hem güçlü * gerçek suçlu kendi olduğu halde başkalarınısuçlamaya çalışanlar için söylenir. hem ziyaret hem ticaret * biriyle görüşmeye giden kimsenin, bu gidişten yararlanarak başka bir işi de yapmasıdurumunda söylenir. hemati * Kanın hemoglobinle renklenmişal yuvar. hematit * Kırmızıveya esmer renkte olan doğal demir oksidinden oluşan bir mineral, kan taşı. hematolog * Kan bilimci. hematoloji * Kan bilimi. hemayar * Denk, eşit. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 36
hemcins * Aynıcinsten olan, türdeş, soydaş. hemdert * Dert ortağı. hemen * Hiç vakit geçirmeden, gecikmeden, çabucak.
* Aşağıyukarı; yalnız, sadece.hemen hemen * Nerede ise, az zaman sonra.
* Tam değilse bile ona pek yakın.hemencecik * Çarçabuk, anında. hemfikir * Aynıdüşüncede, aynı görüşte olan, oydaş. hemhâl * Aynıdurumda olan. hemhâl olmak * bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek. hemhudut * Sınırdaş. hemodiyaliz * Geçirgen bir zardan süzerek, zehirli artıklarıayıklamak ve kanıtemizlemek için kullanılan tedavi yöntemi. hemofil * Kanamasıdinmeyen, hemofili hastalığına tutulan (kimse). hemofili * Kanın pıhtılaşmasındaki bir bozukluğa bağlıkanama hastalığı. hemoglobin * Soluk alma aracıyla organizmanın hücreleri arasında oksijen ve karbon gazını iletmeyi sağlayan,
birleşiminde demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bulunan alyuvarların en önemli maddesi.hempa * Kötü işlerde aynıamaçla ve birlikte hareket eden kimse, ayaktaş, omuzdaş. hemşehri * Aynı ilden olan kimse, memleketli.
* Arkadaş, ahbap anlamında bir seslenme sözü olarak kullanılır.hemşehrilik * Hemşehri olma durumu. hemşire * Kız kardeş, bacı.
* Diplomalıhasta bakıcıkadın.hemşirelik * Kız kardeşlik.
* Hasta bakıcılık.hemşirezade * Kız kardeşin çocuğu. hemze * Gırtlakta, ses tellerinin birbirine yapışmasısonucu havanın akışını birdenbire engellemesiyle oluşan ve bir
kesinti izlenimi veren ünsüz.hemzemin * Aynıdüzeyde olan. hemzemin geçit * Kara yoluyla aynıdüzeyde olan tren yolu geçidi. hendek * Geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmışderin çukur. hendese * Geometri. hendesî * Geometrik. hengâm * Hengâme. hengâme * Patırtı, gürültü, kavga. hentbol * Yedişer kişilik iki takımın topu elden ele geçirerek veya sürerek gol atmalarıesasına dayanan bir spor türü,
el topu.hentbolcu * Hentbol oynayan kimse. henüz * (olumlu cümlelerde) Az önce, daha şimdi, yeni.
* (olumsuz cümlelerde) Daha, hâlâ.hep * Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak.
* Sürekli olarak, her zaman, daima.
* (hepimiz, hepiniz, hepsi biçiminde iyelik ekleri alarak) Bir şeyi oluşturan parçaların bütününü anlatır.hep beraber * Birlikte. hep bir ağız olmak * söz birliği etmek, anlaşarak bir konuda aynışeyleri söylemek. hep bir ağızdan * aynıanda pek çok kişi aynışeyi (söyleyerek, konuşarak). hep birden * Toplu olarak. hepatit * Sarılık. hepatoloji * Karaciğerin anotomisini, fizyolojisini ve hastalıklarını inceleyen bilim dalı. hepçil * Hem hayvansal, hem bitkisel besinlerle beslenen. hepimiz * Bkz. hep. hepiniz * Bkz. hep. heple hiç ilkesi * tür, cins gibi evrensel bir konu üzerinde ileri sürülen olumlu, olumsuz bir yargının, o tür veya cinsin bütün
bireyleri için doğru olması ilkesi.hepsi * Bütünü, tamamı, tümü, cümlesi, hep. hepsi hepsi * Tamamen, tam tamına. hepten * Tamamıyla, büsbütün. hepyek * Tavla oyununda zarların tek benekli yönlerinin üste gelmesi. her * Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, “…-in hepsi” anlamını verir. her aşın kaşığı * her şeye karışan, her şeye burnunu sokan. her biri * Ayrıayrıhepsi. her boyaya girip çıkmak * çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmışolmak. her boyayı boyadı bir fıstıkî yeşil (mi) kaldı? * yapılması gereken bir şey varken, önemsiz, zorunlu olmayan şeylerle ilgilenildiğinde söylenir. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 37
her daim * Her zaman, daima. her dem taze (olmak) * yaşlı olduğu hâlde genç görünenler için söylenir.
* yıl boyunca yeşil yapraklı olan (bitki).her derde deva * birçok şeye çare olan. her firavunun bir Musa’sıçıkar * her zalimden insanıkurtaracak bir kurtarıcıçıkar. her gördüğü sakallıyı babasısanmak * görünüşe aldanmak. her gün * Süreklice, sürekli olarak. her gün papaz pilâv yemez * Bkz. papaz her gün pilâv yemez. her hâlde * Büyük bir ihtimalle.
* Her durumda, ne yapıp yapıp, kesinlikle, mutlaka.her horoz kendi çöplüğünde öter * herkes ancak kendi çevresinde bir değer taşır ve sözünü orada geçirebilir. her ihtimale karşı * her türlü olasılığıdüşünerek. her işin (her şeyin) başısağlık * insanın yapacağıher şey vücut sağlığına bağlıdır. her kafadan bir ses çıkmak * bir konu üzerinde herkes rastgele konuşmak. her koyun kendi bacağından asılır * herkes kendi davranışlarından sorumludur, herkes kendi hatasının cezasınıkendi çeker. her kuşun eti yenmez * herkes zorbalığa boyun eğmez, buna karşı gelecekler de çıkar. her nasılsa * beklenmeyen bir durumu belirtmek için kullanılır. her ne hâl ise * uzatmayalım, geçelim. her ne ise (veya her neyse) * ne olursa olsun, ne kadar ise, tutarıne ise.
* konuyu kapatalım, olan olmuş, uzatmayalım.her ne kadar * başına getirildiği şartlıcümledeki yargının doğru veya doğal görüldüğunü, fakat bunun yeterli olmadığını
anlatır.her ne pahasına olursa olsun * Bkz. ne pahasına olursa olsun. her nedense * sebebi bilinmez. her şeyin yenisi, dostun eskisi * dostluk eskidikçe güç ve değer kazanır. her tarakta bezi olmak * Bkz. kırk tarakta bezi olmak. her telden çalmak * her çeşit işi yapabilir durumda olmak veya birçok konuda bilgisi olmak. her yerdelik * Tanrı’nın her yerde ve her zaman bulunduğuna inanan din ve fizik ötesi görüş. her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır * herkesin kendine özgü bir çalışma yöntemi, bir işyapma biçimi vardır. her yiğidin gönlünde bir aslan yatar * herkesin kendine göre yüksek bir emeli vardır. her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır * hayat boyunca yükselme ve düşme gibi durumlar kesin değildir, bunlar birbirinin ardından gelebilir. her zaman * Ara vermeden, sürekli, daima, sık sık. hercaî * Hiçbir şeyde kararlı olmayan (kimse), yeltek, gelgeç.
* Aşkta değişken, vefasız.hercaî menekşe * Menekşegillerden, mor, sarı, beyaz renkte, menekşeye benzer çiçekleri olan yıllık bir bitki, alaca menekşe
(Viola tricolor).
* Bu bitkinin çiçeği.hercaîce * Hercaî gibi, hercaîye yakışır (biçimde). hercaîlik * Hercaî olma durumu veya hercaîce davranış. hercümerç * Alt üst, karmakarışık, darmadağınık, allak bullak. hercümerç etmek * alt üst etmek, karıştırmak. herek * Asma, fasulye gibi sarılgan bitkilerin tutunması için yanlarına dikilen sırık, ispalya. herekleme * Hereklemek işi. hereklemek * Asma ve fasulye gibi sarılgan veya destek isteyen bitkileri hereğe bağlamak veya bu bitkilerin yanına herek
dikmek.hergele * Bineğe veya yük taşımaya alıştırılmamışat veya eşek sürüsü.
* Terbiyesiz, görgüsüz kimseler için bir sövgü sözü olarak kullanılır.hergeleci * Yaban atlarına bakan kimse, yabanî at çobanı. hergelelik * Hergele olma durumu. herhangi * Belli olmayan, özellikleri iyice bilinmeyen, rastgele. herhangi bir * Belli olmayan, rastgele bir (kimse veya şey). herhangi biri * Belli olmayan, rastgele biri. herif * Güven vermeyen, aşağı görülen, bayağıkimse.
* Adam.herifçioğlu * Kızılan veya beklenmeyen bir işi yapan erkek. herik * Beyaz renkli, yağlıkuyruğu yukarıda genişçe ve aşağıya doğru bir incelme gösteren, Karadeniz’in geçit
bölgelerinde yetiştirilen, kaba karışık yapağılı bir tür koyun.herk * Sürüldükten sonra bir yıl dinlendirilen, nadasa bırakılan tarla. herk etmek * tarlayısürüp dinlenmeye bırakmak. herke * Bakraç, kova. herkes * İnsanların bütünü.
* Olur olmaz kimseler, önüne gelen. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 38
herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine * bir işin bilerek ters yapıldığını, yolunda yapılmadığınıanlatır. herkes kaşık yapar, ama sapını ortaya (veya doğru) getiremez * herkes bir işyapar, ama istenildiği kadar güzel ve kusursuz olmaz. herkesin arşınına göre bez vermezler * genel kurallar herkesin istek ve ihtiyacına göre bozulamaz. herkesin geçtiği köprüden sen de geç * herkesin tuttuğu yoldan sen de git. herkesin gönlünde bir aslan yatar * Bkz. her yiğidin gönlünde bir aslan yatar. herkesin tenceresi kapalıkaynar * bir kimsenin durumu, içinde bulunduğu yaşayışşartları başkalarınca gereği gibi bilinemez. herkesin yorulduğu yere han yapılmaz * Bkz. herkesin arşınına göre bez vermezler. herkeslik * Alelâdelik, sıradan olma durumu. herrü * Bkz. ya herrü ya merrü. hertz * Bir saniyede bir titreşim yapan devirli bir olayın frekansına eşit frekans birimi. KısaltmasıHz. herze * Saçma, saçma söz, zevzeklik. herze yemek * yersiz söz söylemek veya gereksiz davranışta bulunmak. herzevekil * Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışan (kimse).
* Saçma sapan, gereksiz konuşan (kimse).hesaba almak (veya hesaba katmak) * göz önünde bulundurmak, işini yürütürken o şeyi de düşünmek. hesaba almamak (veya katmamak) * önem vermemek. hesaba çekmek * bir kişiden, bir kuruldan yaptığı işler için açıklama ve savunma istemek. hesaba dökmek * sayıyla ilgili bir konuyu açıklığa kavuşturmak için kâğıt üzerinde hesaplamak. hesaba gelmez * sayılamayacak kadar çok.
* umulmadık, beklenmedik.hesaba katılmak (veya katılmamak) * göz önüne alınmak (veya alınmamak). hesaba katmak * dikkate almak, göz önünde bulundurmak. hesabıkapamak * alacak verecek bırakmamak. hesabıkesmek * alışverişi veya ilgiyi kesmek. hesabıtemizlemek * borcunu ödemek. hesabıyok * sayılamayacak kadar çok, sayısız. hesabına * yönünden, için, … adına, yararına. hesabına gelmek * yararına uygun, elverişli olmak. hesabını(kitabını) bilmek * tutumlu olmak. hesabınıalmak * bir işsonunda hakkınıalmak. hesabını görmek * alacağınıverip ilişiğini kesmek.
* cezalandırmak.hesabî * Hesabını iyi bilen, eli sıkı, hesaplı. hesap * Aritmetik.
* Matematiksel işlem.
* Alacaklıveya borçlu olma durumu.
* Ödenecek ücretin tutarı.
* Oranlama, tahmin.
* Bir girişimin, bir işin başarıya ulaşması için alınan önlemlerin bütünü.
* (isim tamlamalarında tamlanan olarak) “Tutum”, “durum” veya “anlayış” anlamına gelir.hesap açmak * (banka) gereğinde çekilmek üzere yatırılan para için işlem yapmak.
* birine borçlanma imkânıtanımak, kredi açmak.hesap cetveli * Sayılar arasında birçok işlemlerin sonucunu kolayca bulmaya yarayan, iç içe yerleştirilmişve biri diğerinin
üzerinde kayan iki parçadan oluşan cetvel.hesap cüzdanı * Bir bankada hesabı olanlara verilen, yatırılan ve çekilen paraların yazılmasına yarayan defter. hesap çıkarmak * alacakla vereceği kâğıt üzerinde karşılaştırmak. hesap etmek * bir işin kazancıyla giderini karşılaştırarak bir sonuca varmak.
* düşünmek, tasarlamak.hesap etmek, kitap etmek * bütün ayrıntılarıyla düşünmek. hesap görmek * alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek. hesap günü * Kıyamet günü. hesap işi * Bir tür el işlemesi.
* Hesabını bilme, hesap kitabını iyi yapma.hesap kitap * Hesap sonunda, düşünüp taşındıktan sonra. hesap kitap yapmak (veya etmek) * ayrıntılarıyla hesap edip düşünmek. hesap özeti * Hesap sahiplerinin hesabına yatan ve söz konusu hesaptan çekilen miktarların dökümünü gösteren cetvel. hesap sormak * bir konuda açıklama ve savunma istemek, sorumlu tutmak.
* birini, birilerini yöntem veya yasa dışıdavranışlarından dolayısorguya çekmek.hesap tutmak * alışverişle ilgili sayıları bir yere yazmak. hesap uzmanı * Vergi yükümlülerinin dosyalarını incelemekle görevli Maliye Bakanlığına bağlıyetkili. hesap vermek (veya hesabınıvermek) * bir işin sorumluluğunu yüklenmek.
* herhangi bir davranışın sebebini açıklamak, anlatmak.hesapça * Hesaba göre, hesaba uygun olarak, tahminî. hesapçı * Hesabını iyi bilen, tutumlu.
* Çıkarınıkollayan, davranışlarını buna göre düzenleyen (kimse).hesaplama * Hesaplamak işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 39
hesaplamak * Hesap işlemini yapmak, hesap etmek.
* Bir şeyi, bir durumu ayrıntılı bir biçimde düşünmek, hesap etmek.hesaplamak kitaplamak * ayrıntılarıyla hesap edip düşünmek. hesaplanış * Hesaplanmak işi veya biçimi. hesaplanma * Hesaplanmak işi. hesaplanmak * Hesap edilmek. hesaplaşma * Hesaplaşmak işi. hesaplaşmak * Birbirindeki alacakla vereceğin hesabınıyapmak.
* Karşılıklı olarak kozlarınıpaylaşmak.
* Bir şeyin olumlu veya olumsuz yönlerini düşünürek, tartışarak bir yargıya varmak.hesaplatma * Hesaplatmak işi. hesaplatmak * Hesap ettirmek. hesaplayış * Hesaplamak işi veya biçimi. hesaplı * Satın alınabilen, bütçeye uygun, ekonomik.
* Parasınıölçülü harcayan, tutumlu.
* Ayrıntılarıyla düşünülüp tasarlanmış, plânlı, rasyonel.
* Ölçülü davranan, ölçülü.hesaplı hareket etmek * ölçülü davranmak. hesaplı orun * Ekonomik mevki. hesaplıca * Hesaplı(bir biçimde). hesapsız * Hesabıtutulmayan.
* Sayılamayacak kadar çok olan.
* Önceden iyi düşünülmemiş, sonu belli olmayan.
* Ölçüsüz, tutumsuz, savruk, müsrif.hesapsız kitapsız * Deftere geçirmeden veya belgeye bağlamadan.
* Sorumsuz, ölçüsüz.hesapsızca * Hesapsız (bir biçimde). hesapsızlık * Hesapsız olma durumu veya hesapsızca davranış. hesapta olmamak * daha önce düşünülen şeylerin dışında olmak. hesaptan düşmek * hesaptan, borçtan, alacaktan indirmek, çıkarmak. heterogen * Bkz. heterojen. heterojen * Ayrıcinsten. heterotrof * Dış beslenen. heterotrofi * Dış beslenme. hevenk * Bir ipe geçirilmişveya birbirine bağlanmışyaşyemişveya sebze bağı. hevenkleşme * Hevenkleşmek biçimi veya durumu. hevenkleşmek * Hevenk durumuna gelmek. heves * İstek, eğilim, arzu, şevk.
* Gelip geçici istek.heves etmek * bir şeye karşı istek duymak, eğilimli olmak. hevesi kalmamak * şevki kırılmak, isteği kalmamak. hevesi kursağında (veya içinde) kalmak * istediği, imrendiği şeyi elde edememek. hevesine düşmek * kuvvetle istemek. hevesini almak * istediği, imrendiği şeyi elde ederek ona doymak. hevesini kırmak * isteklerini, düşüncelerini engellemek.
* zevki kaçmak, hevesi kalmamak, şevki kırılmak.heveskâr * Hevesli, amatör. heveskârlık * Hevesli olma durumu. hevesleniş * Heveslenmek işi veya biçimi. heveslenme * Heveslenmek işi. heveslenmek * İsteklenmek, heves etmek, çok istemek, eğilim duymak. hevesli * Bir şeye veya bir işe istek duyan veya merak sarmışolan, istekli.
* Bir sanatımeslek edinmeksizin yalnız zevk için yapan kimse, özengen, amatör.heveslisi * çok isteklisi. hevessiz * Hevesi olmayan, istek duymayan. hey * Seslenmek veya ilgi ve dikkat çekmek için söylenir.
* Sitem, yakınma, azar, beğenme gibi çeşitli duygular anlatan cümlelerde de kullanılır.hey gidi (hey) * çeşitli duygularıpekiştirir veya özlem ve acınma bildirir. heyamola * Gemicilerin veya işçilerin birlikte bir şey çekerken “haydi çek, gayret” anlamında bir ağızdan yüksek sesle
ve makamla söyledikleri söz.heyamola ile * bir işin ancak büyük güçlüklere katlanılarak ve birçok kişinin yardımıyla yapılabileceğini anlatır. heybe * Binek hayvanının eyeri üzerine geçirilen veya omuzda taşınan, içine öteberi koymaya yarayan, kilim veya
halıdan yapılmışiki gözlü torba.
* Sapı omuza geçirilebilen tek gözlü bir tür çanta.heybeci * Heybe yapan veya satan (kimse). heybet * Korku ve saygıuyandıran görünüş, mehabet.
* Büyüklük, ululuk, azamet.heybetli * Görünüşü korku ve saygıuyandıran.
* Büyük, ulu, azametli.