hastası olmak | * bir şeye çok düşkün olmak. |
hastel | * Daha ziyade gençlerin ve araştırmacıların konaklaması için yapılmışve belirli kurallara göre yönetilen ekonomik tesisler. |
hasut | * Kıskanç, günücü. |
haşa | * Belleme (II). |
hâşâ | * Bir durum veya davranışın kesinlikle kabul edilmediğini anlatır. * Dine aykırı görülen bir ihtimalden söz edilirken, zorunlu olarak kullanılır. |
hâşâ huzurdan (veya huzurunuzdan) | * uygunsuz bir şey söylemek zorunda kalındığında bağışlanma dileği anlatır. |
hâşâ sümme hâşâ | * “öyle olmasına ihtimal yok, öyle değildir” anlamında kullanılır. |
haşarat | * Böcekler. * Değersiz ve zararlıkimseler. |
haşarı | * Çok yaramaz, ele avuca sığmayan (çocuk). * Huysuz, azgın (hayvan). |
haşarıca | * Biraz haşarı. * Haşarıya yakışır biçimde, haşarı gibi. |
haşarılaşma | * Haşarılaşmak işi. |
haşarılaşmak | * Haşarıdavranışlarda bulunmak. |
haşarılık | * Haşarı olma durumu. * Haşarıca davranış. |
haşat | * Darmadağınık, işe yaramaz, bozuk, kötü. * Yorgun, bitkin. |
haşat etmek | * bozmak, kullanılmaz duruma getirmek. * (birini) dövmek, perişan etmek, aşırıölçüde hırpalamak. |
haşat olmak | * bozulmak, kullanılamaz duruma gelmek. * yorulmak, perişan olmak. |
haşatıçıkmak | * bozulmak, işe yaramaz duruma gelmek. * çok yorulmak, bitkinleşmek. |
haşefe | * Başçık. |
haşere | * Böcek. |
haşhaş | * Gelincikgillerden, kapsüllerinden afyon, tohumlarından yağçıkarılan bir yıllık ve otsu bir kültür bitkisi (Papaver somniferum). |
haşhaşyağı | * Haşhaştan çıkarılan ve yiyecek olarak kullanılan yağ. |
haşhaşhane | * Haşhaşın işlendiği yer. |
haşıl | * Dokumacılıkta kullanılan unlu veya çirişli sıvı. |
haşıllama | * Haşıllamak işi. |
haşıllamak | * Dokumayıunlu veya çirişli sıvıya batırmak. |
haşım haşım | * Haşlanmak fiili ile birlikte kullanılarak bu fiili pekiştirir. |
haşır haşır | * (sert ve kuru şeyler için) Haşırdayarak, haşırtılıses çıkararak. |
haşır huşur | * Haşırdayarak, haşırtılıses çıkararak. |
haşırdama | * Haşırdamak işi. |
haşırdamak | * Kâğıt, kolalıkumaşgibi sert şeyler birbirine sürtünürken kalın ve boğuk ses çıkarmak. |
haşırtı | * Haşırdarken çıkan ses. |
haşırtılı | * Haşırtısı olan, haşırdayan. |
haşin | * Sert, kırıcı, gönül kırıcı olan. |
haşinleşme | * Haşinleşmek işi. |
haşinleşmek | * Sertleşmek, gönül kırıcıdavranışlarda bulunmak. |
haşinlik | * Haşin olma durumu, haşin davranış. |
haşir | * Toplanma, bir araya gelme. * Kıyamet gününde ölüleri diriltip mahşere çıkarma. |
haşir neşir | * Kaynaşma, bir arada olma. |
haşir neşir etmek | * kaynaştırmak, bir arada bulundurmak. |
haşir neşir olmak | * kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak. |
haşiş | * Hint kenevirinden çıkarılan esrar. * Kuru ot. |
haşiv | * Doldurma. * Yazıyıveya konuşmayı gereksiz ayrıntılarla uzatma. |
haşiye | * Bir yazısayfasının altına, metnin herhangi bir noktasıyla ilgili olarak yazılan açıklama, dipnot. |
haşlak | * Kızgın, kaynar, çok sıcak. |
haşlama | * Haşlamak işi. * Haşlanarak pişirilen. |
haşlamak | * Bir şeyin üstüne kaynar su dökmek veya bir şeyi kaynar suya daldırmak. * Suda kaynatarak pişirmek. * (kaynar sıvı için) Yakmak. * (don, kırağı için) Bitkilere zarar vermek. * Dalamak. * Sertçe paylamak, azarlamak. |
haşlamlılar | * Bir hücrelilerden, vücutlarında hareketi sağlayan kirpiğimsi titrek tüyleri veya beslenme işini gören çekmeleri olan, çoğu sularda yaşayan ve ancak mikroskopla görülebilen hayvanlar sınıfı. |
haşlanış | * Haşlanma biçimi. |
haşlanma | * Haşlanmak işi. |
haşlanmak | * Haşlamak işi yapılmak. * Kaynar su vb. dökülmek, kaynar su vb. ile yanmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 22
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 16
haraca kesmek * zorbalıkla para koparmak veya çıkar sağlamak. haraç * OsmanlıTürklerinde genel olarak toprak sahiplerinden devletçe alınan vergi.
* OsmanlıTürklerinde Müslüman olmayanların devlete ödemekle yükümlü olduklarıvergi.
* Bir yerden, bir kimseden zorbalıkla alınan para.haraç mezat satmak * açık artırma ile satmak. haraç yemek (veya almak) * başkasının sırtından geçinmek. haraççı * Haraç toplamakla görevli olan kimse.
* Zor kullanarak bir yerden veya kimseden para sızdıran kimse.haraççılık * Haraççının görevi.
* Zor kullanarak bir yerden veya kimseden para sızdıran kimsenin yaptığı iş.haraçlı * Haraca bağlanmış, vergi ödeyen. harakiri * Japonlarda karnını bıçakla deşme yoluyla kendini öldürme. harala gürele * Telâşile. haram * Din kurallarına aykırı olan, dince yasak olan.
* Yasak.haram etmek * o şeyden umulan yarar ve rahatıtattırmamak. haram olmak * bir şeyden gereği gibi yararlanamamak. haram olsun! * “hayrını görme, görmesin!” anlamında kullanılan bir söz. haram para * Yasa dışıyollardan kazanılan para. haram yemek * dinî inançlara aykırı olarak, haksız olarak bir şeye el atmak, sahip olmak. harama uçkur çözmek * nikâhsız olarak cinsel ilişkide bulunmak. harami * Hırsız, haydut. haramilik * Hırsızlık, haydutluk. haramsız * Haram olmayan, haram karışmamış. haramzade * Yasa dışı birleşmelerden doğan çocuk, piç. haranı * Büyük tencere. harap * Bayındırlığıkalmamış, yıkılacak duruma gelmiş, yıkkın, viran.
* Bitkin, yorgun, perişan.
* Çok sarhoş.harap etmek * harap duruma getirmek. harap olmak * harap duruma gelmek, haraplaşmak, perişan olmak. haraplaşma * Haraplaşmak işi. haraplaşmak * Harap duruma gelmek, viran olmak, perişan olmak. haraplık * Harap olma durumu, yıkkınlık. harar * Çoğu kıldan dokunmuş, büyük çuval. harar gibi * içine çok şey alabilen, geniş, büyük eşyalar için kullanılır. hararet * Isı.
* Sıcaklık.
* Susama, susuzluk.
* Coşkunluk, ateşlilik.hararet basmak * çok susamak.
* vücut ısısıartma.hararet kesmek (veya söndürmek) * susuzluğu gidermek. hararet vermek * susatmak. hararetlendirme * Hararetlendirmek işi. hararetlendirmek * Hararetlenmesine yol açmak. hararetlenme * Hararetlenmek işi. hararetlenmek * Isısıartmak.
* Canlanmak, kızışmak.hararetli * Isısı, sıcaklığıfazla olan.
* Coşkun, ateşli, canlı.hararetli hararetli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, ateşli ateşli. haraşo * “iyi, güzel” Bir tür yün örgüsü. haraza * Kavga, gürültü, karışıklık.
* Öfke, sinir.haraza * Sığırın öt kesesinden çıkan taş. harbe * Kısa mızrak.
* Harbi.harbi * Ateşli silâhların içini temizlemekte kullanılan çubuk, harbe.
* Doğru, hilesiz, temiz, mert.harbî * Savaşla ilgili.
* OsmanlıDevletiyle henüz barışdurumunda bulunmayan, bir antlaşma yapmamışdevletler ve bu
devletlerin uyrukları.
* Osmanlıülkelerinde ticaretle uğraşan yabancıuyruklara verilen ad.harbi basmak * doğru, hızlıyürümek. harbi konuşmak * dosdoğru, gerçeği gizlemeden konuşmak. harbilik * Doğruluk, temizlik, mertlik.
* Ateşli silâhlarda harbinin yerleştirildiği yer.harbiye * Savaşişleri.
* (büyük H ile) Subay yetiştiren yüksek okul, harp okulu.Harbiye Nezareti * Osmanlıİmparatorluğunda Millî Savunma Bakanlığına verilen ad. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 17
Harbiyeli * Harp okulu öğrencisi. harcama * Harcamak işi, parayıelden çıkarma, sarf.
* Bir şey almak için elden çıkarılan para, gider.harcama kalemi * Muhasebe işlemleri içinde en fazla satın alınan maddelerin bütünü. harcamak * Bir işgörmek veya bir şey satın almak için parayıelden çıkarmak, sarf etmek.
* Bir şey yapmak için kullanmak, tüketmek.
* Birinin değer ve onurunu kırıcı bir durum yaratmak.
* Manevî yönden kötü duruma düşürmek, feda etmek.
* Yok olmasına, ölmesine sebep olmak.harcanabilir * Harcanma özelliği olan. harcanma * Harcanmak işi. harcanmak * Harcamak işi yapılmak, harcamak işine konu olmak. harcayış * Harcamak işi veya biçimi. harcı * Ucuz, her keseye uygun. harcı olmak * bir iş, birinin yapabileceği nitelikte olmak. harcıâlem * Herkesin alabileceği, herkesin kullanabileceği, herkesin işine yarayan, her keseye uygun.
* Hiçbir özelliği olmayan, yeniliği olmayan, basmakalıp.harcırah * Yolluk. harç * Harcanan para, masraf.
* Resmî işlerde devlet veznesine ödenen para.
* Yapıda tuğla veya taşların örgüsünü pekitmek, duvarlarısıvamak için kullanılan, toprak, saman veya kum,
kireç, çimento gibi şeyleri su ile kararak yapılan çamur, karışım.
* Bir yemeğin yapılmasında kullanılan ve tat veren maddelerin bütünü.
* Giysiler dikilirken kullanılan tamamlayıcıveya süsleyici şeyler.
* Bahçıvanlıkta değişik nitelikteki toprak vb. maddelerin karıştırılmasıyla hazırlanmıştoprak.harçlı * Yapılması için harç ödenen.
* Harç ile örülmüş.
* Süslerle bezenmiş(giysi).harçlık * Ufak tefek ihtiyaçlar için ayrılmışpara. harçsız * Harcı olmayan. hardal * Turpgillerden 100-150 cm yükseklikte, sarıçiçekli, deriyi yakıcınitelikte olan ve tohumu hekimlikte
kullanılan, tadıacıve bir yıllık bir bitki (Brassica nigra).
* Bu tohumun toz durumuna getirilmişveya sirke ile karıştırılarak yapılmışmacunu.hardal rengi * Kirli sarırenkte. hardaliye * İçine hardal katılarak yapılan üzüm şırası. hardallı * Hardalı olan. hardallık * Hardal yapımında kullanılan malzeme.
* Hardal konulan kap.hardalsı * Uzun iki çenetli meyve. hardalsız * Hardalı olmayan. hare * Bazınesne, canlı, göz vb. nde dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler, meneviş, dalgır.
* Üzerinde dalgalıçizgiler bulunan kumaş.
* Çok sert taş, mermer.harekât * Davranışlar, işler.
* Belli bir amaç gözetilerek bir askerî birliğe yaptırılan manevra, çarpışma, çevirme, kovalama gibi işler.hareke * Arap harfleriyle yazılmışmetinlerde kısa ünlüleri göstermek için kullanılan işaret. harekeleme * Harekelemek işi. harekelemek * Bir ünsüze hareke koymak. harekeli * Hareke konulmuş. harekesiz * Hareke konulmamış. hareket * Bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim.
* Vücudu oynatma, kıpırdatma veya kımıldanma.
* Davranış.
* Yola çıkma.
* Belirli bir amaca varmak için birbiri ardınca yapılan ilerlemeler, akım.
* Yer sarsıntısı, deprem.
* Devinim.
* (demir yollarında) Katarların düzenlenmesi ve hangi saatlerde yola çıkıp hangi duraklarda karşılaşacaklarını
düzenleme işleri.
* Bir parçanın yavaşlık, çabukluk derecesi.
* Kas ve eklemlerin, belli doğal şartlar içersinde işlemeleri sonucu vücut bölümlerinde düzenli ve olumlu
etkilerle oluşturduklarıyer değişimi.
* Devinim.hareket dairesi * Demir yollarında hareket işlerini düzenleyen, izleyen daire. hareket etmek * yola gitmek, yola çıkmak.
* vücudu oynatmak, kıpırdatmak veya kımıldamak, devinmek.
* davranmak.
* devinmek.hareket noktası * Bir işin, bir yolculuğun vb.nin başladığıyer.
* Bir sorunun incelenmesinde başlangıç olarak alınan nokta.harekete geçirmek * bir işin yapılmasına sebep olmak, kımıldatmak, canlandırmak. harekete geçmek * bir işi yapmaya başlamak, bitirmek amacı ile bir işe girişmek. harekete getirmek * kımıldatmak, canlandırmak. hareketlendirme * Hareketlendirmek işi. hareketlendirmek * Hareketlenmesine yol açmak. hareketlenme * Hareketlenmek işi. hareketlenmek * Hareket kazanmak, harekete geçmek. hareketli * Hareketi olan, yer değiştirebilen, devingen, müteharrik.
* Canlılık gösteren, canlı, kıpırdak.hareketlilik * Hareketli olma durumu, devingenlik. hareketsiz * Hareket etmeyen, yerinden kımıldamayan, durgun, durağan. hareketsizlik * Hareketsiz olma durumu. harekî * Hareket durumunda, devinim durumunda olan. harelenme * Harelenmek işi. harelenmek * Kımıldadıkça üzerinde parlak çizgiler görünmek, dalgalanmak. hareli * Haresi olan. harem * Saray ve konaklarda kadınlara ayrılan bölüm.
* Bu bölümde oturan kadınların hepsi.
* Karı, eş. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 18
harem ağası * Osmanlısaraylarında ve büyük konaklarda haremle selâmlık arasında hizmet gören hadım, zenci köle,
hadım ağası.harem kâhyası * Haremin alışverişine bakan erkek görevli. haremlik * Saray ve konaklarda kadınlara ayrılan bölüm, selâmlık karşıtı.
* Karılık, eşlik.haremlik selâmlık olmak * bir yerde kadınlar ayrı, erkekler ayrı oturmak. Harezmî yolu * Bkz. algoritma. harf * Dildeki bir sesi gösteren ve alfabeyi oluşturan işaretlerden her biri. harf atmak * söz atmak, tanımadığı bir kadına uygunsuz sözler söyleyerek yaklaşmaya çalışmak. harf çevirisi * Transliterasyon. harfendaz * Onur kırıcısöz söyleyen. harfendazlık * Harfendaz olma durumu. harfi harfine * Tastamam, uygun, gerçekte olduğu gibi. harfitarif * Arapçada addan önce gelen ve adın belirli olduğunu gösteren elif, lâm harfleri, tanımlık. harfiyen * Harfi harfine, hiçbir değişiklik yapmadan. harharyas * Harharyasgillerden, boyu 2 m’ yi bulan çok tehlikeli bir köpek balığıtürü (Carcharhinus lamia). harharyasgiller * Köpek balıklarıtakımına giren bir familya. harı başına vurmak * çok kızmak; azmak, kendini tutamayacak duruma gelme. harı geçmek * kızgınlığı, sıcaklığı, hevesi, isteği veya öfkesi azalmak. harıl harıl * Aralıksız olarak, durmaksızın, bütün gücüyle. harılanma * Harılanmak durumu. harılanmak * (hayvan) Huysuzlanmak, huysuzluk etmek. harıldama * Harıldamak durumu. harıldamak * Gürültüyle ve sürekli olarak akmak; yanmak; çalışmak. harıltı * Harıldarken çıkan ses. harım * Sebze ve meyve bahçesi.
* Tarla ve bahçe çevresindeki çit.harın * Bir şeyden huylanıp yürümeyen, geri geri giden (hayvan).
* Hain, huysuz.
* Obur.haricen * Dıştan, dışarıdan. haricî * Dışla ilgili, dıştan olan. hariciye * (devlet yönetiminde) Dışişleri.
* Ameliyatıveya tedaviyi gerektiren hastalıklarla ilgilenen hekimlik kolu.
* Hastahanelerde bu hastalıklarla ilgilenen bölüm.hariciye nazırı * Dışişleri bakanı. hariciyeci * Dışsiyaset ile uğraşan meslek adamı.
* Hariciye hastalıklarıuzman hekimi.hariciyecilik * Hariciyeci olma durumu. hariç * Dış, dışarı.
* Yabancıülke, dışarı.
* Dışta kalmak üzere, dışında sayılmak üzere.hariç olmak * o işin içinde olmamak. hariçten gazel okumak (veya atmak) * bir konuyu iyice bilmeden, üzerinde görüşve düşünce ileri sürmek.
* bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak.harika * Yaradılışın ve imkânların üstünde nitelikleriyle insanda hayranlık uyandıran (şey).
* Çok büyük bir hayranlık uyandıran, eksiksiz, kusursuz, tam, mükemmel.harikalar yaratmak * hayranlık uyandıracak başarılar kazanmak. harikulâde * Eşi görülmemiş, şaşkınlık yaratıcı, olağanüstü.
* Çok güzel.harikulâdelik * Harikulâde olma durumu veya özelliği, olağanüstülük. harim * Girilmesi yabancıya yasak olan, kutsal tutulan, korunulan yer. harir * İpek. haris * İstekli, aç gözlü, bir şeyi çok fazla isteyen, hırslı. harita * Coğrafya, tarih, dil, nüfus vb. olgularla ilgili yeryüzünün veya bir parçasının, belli bir orana göre
küçültülerek düzlem üzerine çizilen taslağı.haritacı * Harita yapan kimse, kartograf. haritacılık * Haritacı olma durumu.
* Çeşitli amaçlara yönelik haritaların yapım yöntemi, kartografi.haritada olmak * göz önünde bulundurulması gerekmek. haritadan silinmek * bir ülke, başka devletin hâkimiyeti altına girmek.
* (bir köy, kasaba) savaşveya deprem gibi bir olay sonunda yok olmak.haritalık * Haritaların saklandığıyer. hark * Bkz. ark. harlak * Harıltı ile akan su, çağlayan. harlama * Harlamak işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 19
harlamak * (ateşiçin) Kuvvetlenmek, harlı bir biçimde yanmak.
* Birden öfkelenerek bağırmak, birine çıkışmak.harlatma * Harlatmak işi. harlatmak * (ateşi) Kuvvetlendirmek, alevlendirmek. harlı * Kuvvetli, harıl harıl yanan. harman * Tahıl demetlerinin üzerinden düven geçirilerek tanelerin başaklarından ayrılması işi.
* Bu işin yapıldığıyer veya mevsim.
* Birçok çeşitten birer parça alıp yeni birleşim oluşturma işi.
* (kâğıtçılıkta) Selüloz açılmasıaşamasından başlayıp kâğıt veya karton sayfasının meydana gelmesine kadar
kullanılan bir veya birkaç kâğıt hamuru ile diğer malzemelerin meydana getirdiği sulu süspansiyon.harman çevirmek * harmanlamak. harman çorman * Bkz. karman çorman. harman dövmek * ekin tanelerini saptan ayırmak işini yapmak. harman etmek (veya yapmak) * birçok çeşitten birer parça alıp yeni bir birleşim oluşturmak. harman savurmak * tahılısamandan ayırmak için dövülmüşünü rüzgâra karşısavurmak. harman sonu * Harmandan sonra kalan, toprakla karışmıştahıl.
* Büyük bir varlık veya işten sonra kalan bölüm.harman sonu dervişlerin * bir işin sonunda iyi pay alanlar için söylenir. harman yeri * Üzerinde harman dövülen, sıkıştırılmışsert toprak alan. harmancı * Harman işi ile uğraşan kimse. harmancılık * Harmancı olma durumu.
* Harmancının yaptığı iş.harmandalı * (Ege bölgesinde) Bir çeşit zeybek oyunu. harmani * Bütün vücudu saran, kolsuz ve bazen kukuletalı bir çeşit üst giysisi, pelerin. harmaniye * Bkz. harmani. harmanlama * Harmanlamak işi. harmanlamak * Harman etmek.
* Bir çember oluşturacak biçimde dolaşmak.
* (gemi) Az bir dümen açısıyla büyük bir eğri çizerek yürümek.harmanlanma * Harmanlanmak işi. harmanlanmak * Tütün, çay, içki gibi şeylerin birkaç çeşidi birbirine katılıp karıştırmak.
* (Ay) Çevresinde ağıl oluşmak.harmanlatma * Harmanlatmak işi. harmanlatmak * Harman yaptırmak. harmanlık * Harman için gerekli eşya.
* Harman yeri.harmoni * Armoni. harmonyum * Dışgörünüşü piyanoya benzeyen, körüğü ayakla işletilen küçük org. harnup * Keçiboynuzu. harp * Savaş. harp * Dik tutularak parmakla çalınan, üç köşeli ve telli, büyük çalgı, arp. harp açmak * Bkz. savaşaçmak.
* Bir konuda güçlü biçimde mücadele etmek, bir konuyu şiddetle savunmak.harp akademileri * Türk SilâhlıKuvvetlerine kumandan ve kurmay subay yetiştiren okullar. harp dairesi * Millî Savunma Bakanlığında savaşgereçleri ile uğraşan daire. harp malûlü * Savaşta sakat kalmışasker. harp okulu * Türk SilâhlıKuvvetlerine subay yetiştiren yüksek okul, harbiye. harp zengini * Savaşsırasında yolsuz kazançlar sağlayarak kısa sürede zengin olan kimse. Harput köftesi * Kıyma, ince bulgur ve fesleğen gibi değişik koku ve baharatla hazırlanan sulu köfteli yemek. harrangürra * Gürültü ile ve özensiz olarak. harrup * Harnup. hars * Tarla sürme.
* Kültür.hart * (ısırmak, yemek vb. için) Birden ve sert bir biçimde. hart hart * Sert ve kaba ses çıkararak. hart hurt * Ağız dolusu ısırarak ve ses çıkararak (yemek). harta * “Sırasız, saygısız davranışlarda bulunmak” anlamında hartasıhurtası olmamak deyiminde geçer. hartadak * Ansızın ve sertçe (ısırmak, kapmak). hartadan * Bkz. hartadak. hartama * Kiremit yerine kullanılan veya kiremit altına konulan ince tahta. harttadak * Bkz. hartadak. hartuç * Merminin arkasından namluya sürülen bezden veya kartondan barut kesesi. has * Özgü, mahsus.
* Katışıksız, en iyi cinsten; saf.
* İyi nitelikleri kendinde toplamışolan (kişi).
* OsmanlıDevletinde yüz bin akçeyi aşan dirlik.
* Hükümdara özgü olan. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 20
has un * Kepeğinden bütünüyle ayrılmış birinci sınıf un. hasa * Bkz. hasse. Hasanpaşa köftesi * Fırında kaşar ve maydanoz, soğan karışımı ile hazırlanan sosla pişirilen köfte. hasar * Herhangi bir olayın yol açtığı, kırılma, dökülme, yıkılma gibi zarar. hasara uğramak * zarar görmek, yıkılmak, harap olmak. hasarlı * Hasara uğramış. hasat * Ürün kaldırma, ekin biçme işi.
* Bu biçimde toplanmışürün.hasatçı * Ürün kaldırma, toplama, ekin biçme işi ile uğraşan kimse. hasatçılık * Hasatçı olma durumu.
* Hasatçının işi.hasbelkader * Rastlantısonucu olarak, tesadüfen. hasbetenlillâh * Tanrı için, Tanrıuğruna, Tanrırızası için, hiçbir karşılık beklemeksizin. hasbıhâl * Söyleşi, sohbet. hasbıhâl etmek * söyleşmek, karşılıklıkonuşmak, sohbet etmek. hasbî * Gönüllü ve karşılıksız yapılan.
* Sebepsiz.hasbî geçmek * (bir şeye) önem vermemek, ilgi göstermemek, kısa kesmek. hasbîlik * Gönüllü ve karşılıksız işyapma, gönüllülük. hasebi nesebi * Soyu sopu. hasebiyle * Dolayısıyla, …-dan / -den ötürü. haseki * OsmanlıDevletinde bir görevde eskimişolanlara verilen unvan.
* Bostancı ocağının küçük dereceli subayları.
* Osmanlısarayında karavaşlar arasından seçilen padişah gözdesi.haseki sultan * Padişahtan çocuğu olan karavaş. hasekiküpesi * Düğün çiçeğigillerden bir süs bitkisi (Aquilegia). hasenat * Yararlı, iyi, güzel işler. hasep * Kişisel özellikler, nitelikler. haset * Kıskançlık, çekememezlik, günü. haset etmek * kıskanmak, çekememek, günülemek. hasetçi * Kıskanç, günücü. hasetlenme * Hasetlenmek işi. hasetlenmek * Kıskanmak, çekememek. hasetli * Haset dolu. hasetlik * Haset olma durumu, hasetçi davranış, kıskançlık, günücülük. hasıl * Yeni başak tutmaya başlamışyeşil ekin. hâsıl * Olan, ortaya çıkan; görünen. hâsıl olmak * ortaya çıkmak, türemek. hâsıla * Bir işten elde edilen sonuç. hâsılat * Ürün.
* Gelir, kazanç.hâsılatlı * Gelir getiren; ürün veren. hâsılı * Sözün kısası, kısacası. hâsılıvelkelâm * Sözün kısası, kısacası, özetlersek. hâsılıkelâm * Bkz. hâsılıvelkelâm. hasım * Düşman, yağı.
* Bir oyun, dava veya yarışta karşıtaraf.hasımca * Hasım gibi davranarak. hasımlık * Hasım olma durumu.
* Düşmanlık, yağılık.hasır * Saz, kabuk, yaprak gibi bir bitki maddesiyle örülmüştaban veya tavan örtüsü.
* Tamamıveya bir bölümü böyle bir örgüden yapılmışolan.hasır * Ayırma, (bir şeyi) özgü kılma. hasır otu * Hasır otugillerden, bataklıklarda yetişen düz, ince uzun ve dayanıklı olan yapraklarıkıtık yapmaya, hasır ve
zembil örmeye yarayan bir saz, zembil otu, semerci sazı, su kamışı, kofa, kiliz (Typha).hasır otugiller * Su kıyılarında yetişen, örneği hasır otu olan bir bitki familyası. hasıraltı * “Bir işi isteyerek, bilerek ve haksız olarak yürütmemek, örtbas etmek” anlamında hasıraltıetmek deyiminde
geçer.hasırcı * Hasır ören veya satan kimse. hasırcılık * Hasır örme zanaatıveya satma işi. hasırlama * Hasırlamak işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 9
hâli tavrıyerinde * durumu, görünüşü, davranışıdüzgün. hâli üzere * olduğu gibi. hâli vakti yerinde * paraca durumu iyi, zengince. haliç * Koy, körfez.
* Gelgit olayının belirgin olduğu yerlerde, bu olaydan doğan akıntıların etki yaptığıkıyılarda akarsu
ağızlarının huni biçiminde genişlemişdurumu.halife * Hz. Muhammed’in vekili olarak Müslümanların imamlığınıve şeriatın koruyuculuğunu yapmakla görevli
kimse.
* Hükümdar.
* Osmanlıpadişahlarının kullandıklarıunvanlardan biri.
* Babıali kalemlerinde kâtip.
* Çok iyi yetişmiş, eğitilmişkimse.halifelik * Halifenin görevi, hilâfet.
* Halife niteliği ve makamı.
* Halifenin egemenliği altındaki ülkeler.hâlihazır * Şimdiki durum, bugünkü durum. hâlihazırda * Bu günlerde, son zamanlarda.
* Şimdi, şu anda.halik * Yaratıcı, yaratan, yoktan var eden.
* öz. (büyük H ile) Yaradan, Tanrı.Halil İbrahim bereketi * İbrahim Peygamber’i işaretle bolluk, refah anlatır. halile * Doğu Hindistan’da yetişen bir bitki (Terminalia citrina). halim * (insanlar için) Yumuşak huylu. halim selim * Yumuşak ve doğru (kimse). hâlinde * (görünümünde) olarak. hâline bakmamak * kendisinin ne durumda olduğunu düşünmeden gücünü aşan işlere kalkışmak. hâline gelmek * gibi olmak. hâline köpekler gülüyor * çok kötü bir duruma düşenler için kullanılır. hâlini almak * herhangi bir duruma gelmek. halis * Katışık olmayan, katışıksız, saf. halis muhlis * Katışıksız, eksiksiz, öz. halisane * Her türlü çıkar düşüncesinden uzak olarak, temiz yürekle, içtenlikle. halisüddem * Katışıksız, saf kan. halita * Alaşım.
* Birden çok ögeden oluşmuşkarmaşık bir bütün.haliyle * Olduğu gibi.
* Olağan bir sonuç olarak, ister istemez.halk * Aynıülkede yaşayan, aynıuyrukta olan insan topluluğu.
* Aynısoydan gelen, ayrıülkelerin uyruğu olarak yaşayan insan topluluğu.
* Bir ülke içerisinde yaşayan değişik soylardan insan topluluklarının her biri.
* Belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütünü.
* Yöneticilere göre bir ülkedeki yurttaşların bütünü.
* Aydınların dışında kalan topluluk.halk * Yaratma. halk adamı * İçinden çıktığıhalk kesiminin bütün özelliklerini yakından bilen, halk tarafından sevilen kimse. halk ağzı * Aynılehçe içinde daha küçük ayrılıklar gösteren ve belli yerleşim bölgelerine özgü olan konuşma dili. halk avcılığı * Demagoji. halk avcısı * Demagog. halk bilgisi * Halk biliminin, çevreyi oluşturan canlı, cansız doğal nesnelerle ilgili inanç ve uygulamalarıkonu alan dalı. halk bilimci * Halk bilimiyle ilgili araştırma, derleme, incelemeler yapan kimse, folklorcu. halk bilimi * Bir ülkede yaşayan halkın kültür ürünlerini, sözlü edebiyatını, geleneklerini, törelerini, inançlarını,
mutfağını, müziğini, oyunlarını, halk hekimliğini vb. ni inceleyerek, bunların birbirleriyle ilişkilerini belirten; kaynak,
evrim, yayılım, değişim, etkileşim gibi sorunlarınıçözmeye, sonuç, kural, kuram ve yasaları bulmaya çalışan bilim dalı,
folklor, halkiyat.halk bilimsel * Halk bilimi ile ilgili, folklorik. halk dili * Halk ağızlarından ortak dile geçerek, ortak dildeki karşılığı ile birlikte dile bir çeşni katmak üzere yaygın bir
biçimde kullanılan ağız özelliklerinin bütünü.halk edebiyatı * Adı belli olan veya olmayan kimselerin, halk ozanlarının yarattıklarışiir, destan ve hikâye gibi edebiyat
türlerine verilen ad.halk etmek * yaratmak. halk evi * Halk evleri kuruluşunun görev yaptığıyapı. halk evleri * Halkıeğitip millî birliğe ve ülküye yöneltmek amacıyla kurulmuşolan kuruluşlar. halk matinesi * Tiyatro, sinema vb. eğlence yerlerinin düzenledikleri ucuz matine. halk müziği * Yazılıhiçbir kurala dayanmadan, yalnızca işitme yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılan, halkın ortak malı olan
geleneksel müzik türü.halk odası * Küçük yerleşim bölgelerinde toplu görüşme için yapılmışküçük yer, oda. halk okulu * Halk için gerekli olan bilgilerin verildiği okul. halk oylaması * Büyük bir topluluğun türlü siyasî ve toplumsal sorunlar karşısında olumlu veya olumsuz görüşünü
belirlemek için başvurulan oylama, referandum.halk ozanı * Halk içinde yetişen, deyişlerini genellikle sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağlı ozan, âşık. halk yardakçılığı * Halkıkışkırtma işi, tahrikçilik. halk yardakçısı * Halkıkışkırtan, halkıkötü yola sevkeden kimse. halka * Çeşitli metallerden veya tahtadan yapılmışçember.
* Çember biçiminde çeşitli nesnelerden yapılmıştutturma aracı.
* Değerli metallerden yapılan çember biçimindeki süs eşyası.
* Su gibi sıvıların içine katı bir nesnenin düşmesiyle oluşan, gittikçe büyüyerek açılan çembere benzeyen
biçim.
* Çember biçiminde dizilmiştopluluk.
* Uykusuzluk, yorgunluk, üzüntü gibi sebeplerle göz altında beliren koyuluk.
* Bir tür ufak, yağlıve tuzlu simit.
* Yerden yüksekliği ayarlanabilen aralıklara asılı iki halatın uçlarına takılan 18 cm çapında, 28 mm
kalınlığında tahta veya deri kaplı iki demir halkadan oluşan asılma araçlarından her biri.halka (veya âleme) verir talkını(telkini), kendi yutar salkımı * verdiği öğüde kendi uymayan kimseler için kullanılır. halka dizilişli * Aynıeksen çevresinde dizilmiş. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 10
halka dönük * Halkın yararına olan. halka inmek * halkın anlayışve görüşdüzeyinde olmak. halka olmak * bir çember biçiminde dizilmek. halka oyunları * El ele tutuşup çember biçiminde dizilerek oynanan oyunlar. halka yay * Boru anahtarının iyi tutmasınısağlayan ve çevreyle anahtar kolu arasına konulan sarmal yay. halkacı * Halka yapan veya satan kimse.
* Lûnaparklarda şişe, sigara gibi nesnelere halka geçirmek yoluyla oyun oynatan kimse.halkalama * Halkalamak işi. halkalamak * Bir şeyi kıvırarak halka biçimine getirmek.
* Bir yer veya şeyin çevresini çember biçiminde kuşatmak.halkalanış * Halkalanmak işi veya biçimi. halkalanma * Halkalanmak işi. halkalanmak * Halka biçiminde oluşmak. halkalayış * Halkalamak işi veya biçimi. halkalı * Halkası olan.
* Bir tür olta iğnesi.halkalıdamar * Bitkilerin gelişmesine yarayan halka biçimindeki damar. halkalı gözler * Çevresindeki tenin rengi koyu olan gözler. halkalılar * Sülüklerle solucanları içine alan sınıf. halkamsı * Halka biçiminde olan. halkavî * Halka biçiminde olan. halkçı * Halkın yararı için uğraşan (kimse). halkçılık * Bireyler arasında hiçbir hak ayrılığı görmemek, topluluk içinde hiçbir ayrıcalık kabul etmemek, halk adı
verilen tek ve eşit bir varlık tanımak görüşve tutumu, popülizm.
* XX. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan, yoksul halkın yaşayışıve duygularıüzerinde duran bir edebiyat çığırı,
popülizm.halkiyat * Halk bilimi, folklor. halkoyu * Büyük bir topluluğun türlü siyasî ve toplumsal sorunlardaki görüşünün alınmasıve ona göre uygulamaya
girişilmesi için yapılan oylamada halkın bildirdiği olumlu veya olumsuz oy.hallaç * Yünü, pamuğu yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme işini yapan kimse, atımcı. hallaç pamuğu gibi atmak * toplu durumda bulunan kişi veya nesneleri darmadağın etmek. hallaçlık * Hallacın yaptığı iş, atımcılık. hallenme * Hallenmek işi. hallenmek * Yeni bir duruma girmek, değişmek.
* Kendinden geçmek, bayılır gibi olmak.
* Bir şeye karşı istek duymak. hallenip küllenmek kendi imkânlarıyla iyi kötü geçinip gitmek, kendi yağıyla
kavrulmak.halleşme * Halleşmek işi. halleşmek * Karşılıklıdertlerini anlatmak, dertleşmek.
* Bir şeyle yakından ilgilenmek.halletme * Halletmek işi. halletmek * Güç görünen bir olay veya duruma çözüm yolu bulmak.
* Çözmek.
* Yoluna koymak, olumlu sonuca bağlamak.
* Bir cismi bir sıvı içinde eritmek.
* Bir yemeği yenecek duruma getirmek.
* Cinsel ilişki kurmak.hallice * Durumu benzerlerine göre biraz daha iyi olan. hallihamur * İçinde bulunduğu şartlara uymak anlamına gelen hallihamur olmak deyiminde geçer. hallolma * Hallolmak durumu. hallolmak * Çözümlenmek, sonuçlanmak.
* Bir sıvı içinde erimek.hallolunma * Hallolunmak durumu. hallolunmak * Çözülmek, sonuca bağlanmak. halojen * Madenlerle birleşince tuz verebilen flor, klor, brom ve iyot elementlerine verilen ad. hâlsiz * Hâli, gücü olmayan, bitkin, dermansız, takatsiz. hâlsizce * Hâlsiz bir biçimde (olan). hâlsizleşme * Hâlsizleşmek durumu. hâlsizleşmek * Hâlsiz bir duruma gelmek. hâlsizlik * Hâlsiz olma durumu, bitkinlik, dermansızlık, takatsizlik. halt * Bir şeyi başka bir şeyle karıştırma.
* Uygunsuz söz söyleme, uygunsuz işyapma.
* Uygun olmayan, beğenilmeyen şey.halt etmek * uygunsuz bir söz söylemek, uygunsuz davranmak. halt karıştırmak * uygunsuz davranışta bulunmak veya işyapmak. halt yemek * yakışıksız ve kötü bir işyapmak. halter * Birbirine metal sapla bağlanmışiki gülle veya disklerden yapılmış araç.
* Bu aracı iki elle kaldırmayıamaçlayan spor dalı.halterci * Halter sporu yapan kimse. haltercilik * Halterci olma durumu. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 11
halûk * Temiz huylu, iyi ahlâklı. halvet * Issız yerde yalnız kalma.
* Issız ve kapalıyer.
* Hamamlarda çok sıcak küçük yer.halvet gibi * çok sıcak (yer, oda). halvet olmak * görüşmek için yalnız kalıp içeriye kimseyi sokmamak. halvethane * Eski saraylarda girilmesi yasak olan oda.
* Eski tekkelerde dervişlerin yalnızca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapandıkları oda.Halvetî * İbadetlerini tenhada yapan bir tarikat.
* Bu tarikattan olan kimse.ham * (meyve için) Yenecek kadar olgun olmayan.
* İşlenmemiş(madde).
* İdmansız.
* Gerçekleşme kolaylığıveya imkânı olmayan.
* Kaba, toplum kurallarını bilmeyen, incelmemiş.ham besi suyu * Kökler tarafından topraktan emilip yapraklara kadar çıkan besi suyu. ham ervah * Yersiz, yakışıksız söz ve davranışları olan kimse, çiğadam. ham gaz * İşlenmemişgaz. ham hayal * Gerçekleşmeyecek düşünce veya ümit. ham hum * “Belirsiz birtakım sözler söylemek” anlamına gelen ham hum etmek deyiminde geçer.
* Önemsiz, boşsöz.ham hum şaralop * düzenle veya el çabukluğu ile yapılan, kimsenin akıl erdiremediği iş. ham madde * Bir ürün veya mal oluşturmak için gerekli maddelerin işlenmeden önceki doğal durumu. ham payı * Zıvanalı geçmeleri sağlamlaştırmak amacı ile zıvanadan genellikle üçte biri oranında çıkarılan parça. hamail * Omuzdan çapraz olarak bele inen bağ, hamaylı.
* Muska.hamak * İki ağaç veya direk arasına asılarak içine yatılan ve sallanabilen, ağdan veya bezden yapılmışyatak, ağyatak. hamakat * Ahmaklık. hamal * Ücretle yük taşıyarak geçinen kimse, taşıyıcı, yükçü. hamal camal * Hamal ve benzeri kimseler. hamal semeri * Arkalık. hamal sırığı * Sırık hamallarının kullandığı ağaç. hamala semeri yük olmaz * insana kendi işi ağır gelmez. hamalbaşı * Hamallara başkanlık eden kimse. hamaliye * Hamal ücreti, hamallık. hamallığınıetmek (veya yapmak) * bir işin önemsiz, fakat ağır ve yorucu yükünü taşımak. hamallık * Hamalın yaptığı iş.
* Hamala verilen para, hamaliye.
* Kaba ve ağır iş.
* Gereksiz yere yüklenme.
* Zihni gereksiz bilgilerle doldurma.hamam * Yıkanılacak yer, yunak, ısıdam. hamam anası * Kadınlar hamamında natırlarıyöneten kadın.
* İri yarı, güçlü ve şişman kadın.hamam bohçası * Kadınların çarşıhamamına giderken çamaşırlarınıveya eşyalarınıkoyduğu bohça. hamam böceği * Hamam böceğigillerden, temiz tutulmayan yerlerde üreyen zararlı bir böcek (Blatta orientalis). hamam böceğigiller * Düz kanatlılar takımına giren, örnek hayvanıhamam böceği olan bir familya. hamam gibi * pek sıcak. hamam kesesi * Hamamda kiri çıkarmak için kullanılan kıldan veya kenevirden örülmüşele geçebilen kese. hamam otu * Vücuttaki gereksiz kıllarıalmak için çamur kıvamına getirilip sürülen toz. hamam takımı * Hamamda kullanılan havlu, kese, tas gibi gerekli araçlar. hamam tası * Banyo ve hamamlarda çeşmeden veya kurnadan su alıp dökünmeye yarayan yayvan kap. hamam yapmak * yıkanmak. hamama giren terler * bir işe girişen kimse, o işin güçlüklerini veya masraflarını göze almalıdır. hamamcı * Hamam işleten kimse. hamamcı olmak * gusül abdesti alması gerekmek. hamamcılık * Hamamcı olma durumu veya hamamcının yaptığı iş. hamamın namusunu kurtarmak * görünüşünü kurtarmaya yönelen birtakım yetersiz çarelere başvurarak kötü bilinen bir yere onur
kazandırmaya çalışmak.hamamlık * Bazıevlerde yıkanmak için ayrılmış, çoğunlukla içi ve yanlarıçinko kaplı, dolaba benzer yer. hamarat * Ev işlerinde çok çalışan ve becerikli kadın. hamaratça * Hamarat bir biçimde, hamarat gibi. hamaratlaşma * Hamaratlaşmak işi. hamaratlaşmak * Hamarat duruma gelmek, hamarat olmak. hamaratlık * Hamarat olma durumu. hamarattaze * Çalışkan, becerikli (olan). -
Türkçe Sözlük H Sayfa 12
hamaset * Yiğitlik, kahramanlık, cesaret. hamasî * Yiğitlerden ve yiğitliklerden söz eden (destan, şiir). hamaylı * Bkz. hamail. Hambelî * 343 Hanbelî. hamburger * Bir tür köfteli ve yuvarlak ekmekli sandviç. hamburgerci * Hamburger yapan veya satan kimse. hamdetme * Hamdetmek işi veya biçimi. hamdetmek * Tanrı’ya şükretmek. hamdüsena * Tanrı’ya olan şükran duygularını bildirme. Hamel * Koç burcu. hamhalat * Kaba saba, görgüsüz.
* Verimsiz, çorak, kuru.hamız * Asit. hami * Gözeten, koruyan, koruyucu (kimse).
* Kayıran, kayırıcı(kimse).hamil * Elinde bulunduran, üzerinde taşıyan.
* Destek, bindi.hamil olmak * üzerinde bulundurmak, taşımak. hamile * Gebe, yüklü, aylı. hamilelik * Gebelik.
* Hamile elbisesi.hamilen * Üzerinde taşıyarak. hamilikart * Tavsiye edildiği yazılıkartı, pusulayıtaşıyan kimse. haminne * Yaşlıve saygıduyulan kadınlara verilen unvan. hamisiz * Koruyucusu, kayıranı olmayan. hamiş * Mektup kâğıdının boş bir yerine yazılan ek düşünce, çıkma, not (post scriptum). hamiyet * Bir insanın yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası. hamiyetli * Hamiyeti olan. hamiyetperver * Hamiyetli, hamiyet sahibi. hamiyetperverlik * Hamiyet sahibi olma. hamiyetsiz * Hamiyeti olmayan. hamiyetsizlik * Hamiyetsiz olma durumu. hamla * Küreklerin bir kez suya daldırılıp çıkarılması.
* Bu biçimde sandalın aldığıyol.
* Kıçtan birinci oturak.hamlacı * Büyük sandal ve kayıklarda kıçtan birinci oturakta kürek çeken kimse. hamlaç * Üfleç. hamlama * Hamlamak.
* Çini toprağından yapılmışnesnelerin ilk pişirilişi.
* Bu pişirmenin yapıldığıfırın bölümü.hamlamak * Uzun zaman idman yapmamak, hareket etmemek yüzünden gücünü veya çevikliğini yitirmek. hamlaşma * Hamlaşmak durumu. hamlaşmak * Hamlamak durumu. hamle * İleri atılma, atılım.
* Saldırış, savlet.
* Satrançta ve damada taşsürme işi.
* Atak (II).hamle etmek (veya yapmak) * atılmak, saldırmak.
* önemli bir işe girişmek, bir işte başarı sağlamak için çaba harcamak.hamleci * Atılımcı. hamletme * Hamletmek işi. hamletmek * Bir sebebe yüklemek, yormak. hamlık * Ham olma durumu.
* İdmansızlık.hamse * Divan edebiyatında beşmesnevînin bir araya gelmesinden oluşan eser. hamsi * Hamsigillerden, Akdeniz, Karadeniz ve BatıAvrupa kıyılarında avlanan, 10-12 cm boyunda, ince uzun bir
balık (Engraulis encrasicholus).hamsi buğulama * Hamsinin fırında pişirilen yemeği. hamsi çorbası * Hamsi ile yapılan çorba. hamsigiller * Kemikli balıkların hamsi, ringa, sardalye, tirsi balıklarını içine alan bir familyası. hamsikuşu * Baharat, un ve yumurtaya bulanarak yapılan hamsi tavası. hamsili pilâv * Hazırlanan iç pilâvın üzerine ayıklanıp temizlenmişhamsilerin konulmasıve fırında pişirilmesiyle yapılan
bir tür pilâv.hamsin * Erbainden sonra gelen, 31 ocakta başlayan elli günlük kışdönemi. hamt * Tanrı’ya şükretme. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 13
hamt etmek * Tanrı’ya şükretmek. hamt olsun * “Tanrı’ya şükürler olsun” anlamında hoşnutluk anlatır. hamule * Yük.
* Kâğıt dolgu maddesi.hamur * Unun su veya başka sıvılarla yoğrulmuşdurumu.
* (kâğıt için), Nitelik, tür.
* (ekmek ve hamur işleri için) İyi pişmemiş.
* Öz, asıl, maya.hamur açmak * yoğrulmuşhamuru inceltip yufka durumuna getirmek. hamur boya * Ressamın boya tablasıüzerinde, resmine sürmek için hazırladığıhamur kıvamındaki yağlı boya. hamur çorbası * Hamur ile yapılan çorba. hamur gibi * yorgunluktan eli ayağıtutmaz.
* yiyeceklerin çok pişip bulamaç durumuna gelmesi.hamur işi * Hamurdan yapılan yiyeceklerin genel adı. hamur tahtası * Üzerinde hamur açılan tekerlek biçiminde ve kısa ayaklımasa, yastağaç. hamur tatlısı * Hamurla yapılan tatlıların genel adı. hamur teknesi * İçinde hamur yoğurmaya yarayan özel kap. hamur tutmak * hamur hazırlamak. hamurcu * Fırında hamur yoğuran (işçi), hamurkâr. hamurculuk * Hamurcunun işi veya mesleği. hamurkâr * Hamurcu. hamurlama * Hamurlamak işi. hamurlamak * Hamur sürmek.
* (kapalıtencerenin kenarını buğu çıkmasın diye) Hamurla sıvamak.hamurlanma * Hamurlanmak işi. hamurlanmak * Hamura bulanmak. hamurlaşma * Hamurlaşmak işi. hamurlaşmak * Hamur kıvamıalmak, gevşemek. hamursu * İyi pişmemiş, hamur gibi, hamurumsu. hamursuz * Yahudilerin, Hamursuz Bayramıdolayısıyla yapıp yedikleri bir çeşit mayasız çörek. Hamursuz Bayramı * Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarınıanmak amacıyla her yıl kutladıkları bayram. hamurumsu * Hamur kıvamında olan, iyi pişmemiş, hamursu. hamut * Araba koşumunda atların boyunlarına geçirilen ağaç veya üstüne meşin geçirilmişçember. han * Osmanlıpadişahlarının adlarının sonuna getirilen unvan.
* Doğu ülkelerinde yerli beyler ve Kırım girayları için kullanılan unvan.han * Yol üzerinde veya kasabalarda yolcuların konaklamalarına yarayan yapı.
* Büyük şehirlerde serbest mesleklerde çalışanların oda veya daire tutup çalıştıkları birkaç katlıyapı.han gibi * gereğinden çok genişolan yer. han hamam sahibi * mülkü çok, varlıklıkimse. han kapısından teğelti atmak * defetmek, kovmak. hanay * İki ve daha çok katlıev.
* Sofa, hol.
* Avlu.Hanbelî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Bu mezhepten olan kimse.hancı * Han işleten kimse. hancısarhoşyolcu şarhoş * kimin ne yaptığı, ne ettiği belli değil. hancılık * Hancı olma durumu veya hancının yaptığı iş. hançer * Ucu eğri ve sivri, kamaya benzer, silâh olarak kullanılan bir tür bıçak. hançer çiçeği * Çiçekleri hançer sapınıandırdığı için Lâtin çiçeğine verilen bir ad. hançere * Gırtlak. hançerleme * Hançerlemek işi. hançerlemek * Hançerle yaralamak veya öldürmek. hançerlenme * Hançerlenmek işi. hançerlenmek * Hançerle yaralanmak veya öldürülmek. handan * Şen, neşeli. hande * Gülme, gülüş. handikap * At yarışlarında binicilerle eyerin toplam ağırlığının, atların koşuyu kazanma şansınıetkileyecek biçimde
ayarlanması.
* Elverişsiz durum, engel.handiyse * Yakın zamanda, neredeyse, hemen hemen. hane * Ev, konut.
* Ev halkı.
* Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri, bölük, göz.
* Ondalık sayısisteminde bir sayının sağdan sola doğru rakamlarının derecelerine göre her birinin
bulunduğu yer, basamak.
* Klâsik Türk müziğinde, peşrev gibi saz parçalarının bölümlerinden her biri.
* Birleşik kelimelerde ikinci kelime olarak bulunur, bina, yapı, yer, makam anlamlarınıkarşılar.hanedan * Hükûmdar veya devlet büyüğü gibi bir kişiye dayanan soy, büyük aile.
* Belli ve büyük soydan gelen.
* Eli açık ve konuksever. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 14
hanedanlık * Hanedandan olma durumu. Hanefî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Hanefî mezhebinden olan kimse.Hanefîlik * Hanefî mezhebi. hanek * Söz, konuşma. haneli * Herhangi bir sayıda evi olan.
* Herhangi bir sayıda hanesi olan.hanelik * Herhangi bir sayıda evi olan, evlik. hanende * Şarkısöylemeyi meslek edinmişkimse, şarkıcı, okuyucu. hanendelik * Hanende olma durumu, şarkıcılık, okuyuculuk. hangar * Uçak, araba, tarım aracı, eşya gibi nesneleri barındırmaya yarar kapalıyer, sundurma. hangar gibi * çok büyük ve genişyer. hangi * İki veya daha çok şeyden bir tanesini belirtecek bir cevap istemek için kullanılan soru sıfatı.
* Fiili dilek veya şart birleşik zamanında olan cümlelerde, nesnenin veya cümlenin belirteni durumunda
olduğunda nesnedeki kavramı genelleştirir.hangi akla hizmet ediyor? * ne gibi bir düşünce ile böyle olmayacak, mantıksız bir işyapıyor?. hangi biri? * çok olanlardan hangisi. hangi dağda kurt öldü? * kendisinden beklenmedik bir davranışkarşısında şaşma ve sitem anlatır. hangi peygambere kulluk edeceğini şaşırmak * kimin sözünü yerine getireceğini bilemeyerek şaşkınlık içinde kalmak. hangi rüzgâr attı? * bir yere uzun süre uğramamışken beklenmedik bir zamanda gelenlere sitem yollu söylenir. hangi taşpekse (katıysa), başını ona vur * kendi kusuru yüzünden zor bir duruma düşen veya başkalarından yardım isteyen bir kimseye
öfkelenildiğinde söylenir.hangi taşıkaldırsan, altından çıkar * her işten anlar veya anladığı iddiasında bulunur.
* her işe karışır.hangisi * Birkaç kişi arasından kim veya birkaç şey arasından hangi şey. hanım * Kız ve kadınlara verilen unvan, bayan.
* Karı, eş.
* Kadınlığın bütün iyi niteliklerini taşıyan.
* Toplumsal durumu, varlığı iyi olan, hizmetinde bulunulan kadın.hanım böceği * Kın kanatlılardan, kara benekli, kırmızırenkte, kurtçuklarıyediği için yararlısayılan bir böcek, gelin böceği
(Coccinella).hanım evlâdı * Nazlı büyütülmüş, çıtkırıldım kimse.
* Piç.hanım hanımcık * Evine, çocuklarına, işine gereği gibi bakan, çevresiyle uyumlu (kadın, kız).
* Böyle bir kadına veya kıza yaraşır davranışları olan.hanımanne * Kayın valide. hanımefendi * Üstün bir saygı göstermişolmak için kadın adlarının sonuna getirilir veya adların yerine kullanılır. hanımefendilik * Hanımefendi olma durumu ve özelliği. hanımeli * Hanımeligillerden tırmanıcı, korularda, çalılıklarda yetişen bir bitki (Lonicera caprifolium).
* Bu bitkinin güzel kokulu çiçeği.hanımeligiller * İki çeneklilerden, örneği hanımeli olan bir bitki familyası. hanımgöbeği * Bir çeşit hamur tatlısı. hanımlık * Hanım olma durumu ve özelliği. hanımnine * Bkz. haminne. hanımparmağı * İnce uzun, parmak biçiminde bir çeşit hamur tatlısı. hani * Nerede, ne oldu, nerede kaldı.
* Karşıdakinin daha önceden bildiği bir şey kendisine hatırlatılmak istenildiğinde kullanılır.
* Verilen sözü hatırlatan sözün başına getirildiğinde sitem anlatır.
* Bazen “bari” anlamında kullanılır.
* “Doğrusunu söylemek gerekirse”,”kaldıki, üstelik” anlamlarında kullanılır.hani * Hanigillerden, Akdeniz’de yaşayan, alaca kırmızırenkli, beyaz etli, orta büyüklükte bir balık (Serranus
cabrilla).hani ya * hani. hani yok mu * dikkati arkadan gelen söze çekmek için söylenir. hanidir * ne vakittir, epey zamandır, çoktan beri. hanigiller * İyi bilinen türleri hani ve yazılıhani olan kemikli balıklar takımı. hanlık * Han olma durumu.
* Hanın egemenliğindeki ülke.
* Hanın yönetimi.hant hant * “Rahatsız edecek biçimde bir şeye aşırı istek duymak” anlamında hant hant ötmek deyiminde geçer. hantal * Kocaman, iri, kaba.
* İşi, davranışlarıkaba ve yavaş.hantallaşma * Hantallaşmak işi. hantallaşmak * Hantal bir duruma gelmek. hantallık * Hantal olma durumu. hanüman * Ev bark, ocak. hanümanınıyıkmak * ocağınıyıkmak, evini barkınıdağıtmak. Hanya * “Haddini bilmek” anlamında Hanya’yıKonya’yı bilmek (veya anlamak) bilmemek (veya anlamamak)
deyiminde geçer.Hanya’yıKonya’yıanlamak * bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak. Hanya’yıKonya’yı göstermek (veya öğretmek) * Bkz. dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek. Hanya’yıKonya’yıöğrenmek * Bkz. anlamak.