güreşçi | * Güreşyapan, güreşen kimse, pehlivan. |
güreşçi köprüsü | * Vücudun, sırt yere dönük, avuçlar ve tabanlarda yay biçiminde dayalı bulunduğu durum. |
güreşçilik | * Güreşle uğraşan spor dalı, pehlivanlık. |
güreşilme | * Güreşilmek işi veya durumu. |
güreşilmek | * Güreşyapılmak. |
güreşme | * Güreşmek işi. |
güreşmek | * (iki kişi) Türlü oyunlarla birbirinin sırtınıyere getirmeye çalışmak. |
güreştirme | * Güreştirmek işi. |
güreştirmek | * Güreşyaptırmak. |
gürgen | * Gürgengillerden, Karadeniz kıyılarındaki ormanlarımızda çok yetişen, kerestesi beğenilen bir ağaç (Carpinus betulus). |
gürgengiller | * İki çeneklilerden, çiçek durumlarıtırtılsı; gürgen, huş, fındık, kızılağaç gibi kerestelik ağaçları içine alan bir familya. |
gürlek | * Çağlayan. |
gürleme | * Gürlemek işi. |
gürlemek | * Kalın ve gür ses çıkarmak. * Beklenmedik bir zamanda ansızın ölmek. |
gürleşme | * Gürleşmek işi. |
gürleşmek | * Gür bir duruma gelmek. |
gürleyiş | * Gürlemek işi veya biçimi. |
gürlük | * Gür olma durumu. * Verimlilik, feyiz. |
güruh | * Değersiz, aşağı görülen, küçümsenen topluluk, derinti, sürü. |
gürül gürül | * Bol ve gür çıkan veya akan şeylerin sesini anlatır. |
gürüldeme | * Gürüldemek işi. |
gürüldemek | * Çok hızlıve gürültülü ses çıkarmak. |
gürültü | * Aralarında uyum bulunmayan düzensiz seslerin bütünü, patırtı, şamata. * Birçok kişinin karıştığıkavga, karışıklık veya tartışma. |
gürültü bastırmak | * gürültüden daha çok güçlü ses çıkarıp onu etkisizleştirmek. |
gürültü çıkarmak (etmek, koparmak veya yapmak) | * düzensiz ve rahatsız edici sesler çıkarmak. * kavga, karışıklık, tartışma çıkarmak. |
gürültü çıkmak | * kavga, tartışma karışıklık olmak. |
gürültü patırtı | * Kavga, gürültü. |
gürültücü | * Gürültü yapan veya gürültü çıkaran (kimse), velveleci. |
gürültülü | * Gürültüsü olan. * Karışık olaylarla dolu. |
gürültülü patırtılı | * Çok gürültülü ve karışık. |
gürültüsüz | * Gürültüsü olmayan. * Kimseyi tedirgin etmeyen veya kimsenin dikkatini çekmeyen. |
gürültüsüzce | * Gürültü yapmayarak, tedirginlik çıkarmayarak. |
gürültüye (veya patırtıya pabuç bırakmamak) | * korkutmalara aldırışetmeyip dilediği gibi davranmak. |
gürültüye (veya patırtıya vermek) | * gereksiz bir telâşa düşürmek. |
gürültüye gelmek | * (bir iş, bir düşünce vb.) telâşve karışıklığa rastlayarak ilgi çekmemek, üzerinde durulmamak. |
gürültüye getirmek (veya boğmak) | * (bir işi, bir düşünceyi) telâşve karışıklık yüzünden ilgi çekmez duruma getirmek. * söz kalabalığından, karışıklıktan yararlanarak istediğini elde etmek. |
gürültüye gitmek | * telâşve karışıklığa rastlayarak değeri anlaşılmayıp unutulmak. |
gürz | * Silâh olarak kullanılan ağır topuz. |
gütaperka | * Sumatra’da ve çevresindeki adalarda yetişen büyük bir cins ağaçtan elde edilen, kablo yapımında kullanılan, kauçuğa benzer, zamklı bir madde. |
gütme | * Gütmek işi. |
gütmek | * Hayvan veya hayvan sürüsünü önüne katıp otlatarak sürmek. * Bir düşünceyi, bir duyguyu veya bir ilkeyi gerçekleştirmeye çalışmak. * Bir kimseyi, bir topluluğu kendi düşünce ve amacıdoğrultusunda yönetmek, sevk ve idare etmek. |
güttüğüm domuzu bana öğretme | * yıllardır tanıdığım bir kimsenin huylarınıda bilirim. |
güve | * Kurtçuğu deri, yapağı, yünlü kumaşve dokuma yiyen pul kanatlılardan bir böcek (Tine pellionella). |
güveç | * İçinde yemek pişirilen toprak kap. * Bu kapta pişirilen yemek. |
güvelâ | * Açık yeşil, maviye çalar göz rengi. |
güvelenme | * Güvelenmek işi. |
güvelenmek | * Güve tarafından yenilmek. |
güvem eriği | * Bkz. akdiken. |
güven | * Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat. * Yüreklilik, cesaret. |
güven beslemek | * güven duymak, inanmak, itimat etmek. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 63
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 61
güneş batmak * gün sonunda, güneşufukta kaybolmak. güneş çarpmak * sıcak havada güneşaltında çok kalmaktan hasta olmak. güneşçavmak * güneşyayılmak, güneşdoğmak. güneşdil teorisi * Dilin türeyişi felsefesi, psikolojisi ve sosyolojisi alanında Atatürk döneminde ortaya atılan bir kuram. güneşdoğmak * sabahleyin güneşufuktan yükselmek. güneşgözlüğü * Gözü güneşve çeşitli tabiat olaylarından korumaya yarayan alet. güneşgünü * Güneş’in, Yer’in bir noktasındaki meridyen düzlemine arka arkaya iki kez girmesi için geçen zaman. güneşhayvancıkları * Kök bacaklılardan, ışın biçimindeki yalancı bacaklarıyla hareket eden bir hücreli hayvanlar takımı, günsüler. güneş kremi * Güneşlenme sırasında cildin kurumasını, aşırıyanmasınıve çatlamasınıönleyen bir tür özel krem. güneş lekeleri * Güneş yüzeyinde görülen siyah benekler. Güneş saati * Bir düzlem ortasına dikilmiş bir çubuğun, bu düzlem üzerine ayrıayrızamanlarda düşen gölgesine
bakılarak saati gösteren bölümler çizilerek yapılmış araç.Güneş sistemi * Güneşle gezegenlerin oluşturduklarıdizge. güneş sütü * Güneşlenme sırasında cildin kurumasınıönleyen, koruyucu, beyaz renkli bir tür makyaj malzemesi. güneş tacı * Güneş atmosferinin alevli bölümü. Güneş takvimi * Güneşin görünürdeki günlük ve yıllık hareketine göre düzenlenen takvim. Güneş tekeri * Güneşin gökyüzündeki iz düşümü olan parlak daire. Güneştutulması * Ay’ın, Yer ile Güneşarasına girmesi yüzünden Güneşin yer yüzünden kararmışgörünmesi, küsuf. güneşyağı * Güneşlenme sırasında cildin daha çabuk koyulaşması için kullanılan bir tür yağlısıvı. güneşyanığı * Güneş ışınlarının insan teninde yaptığıesmerlik. Güneşyılı * Güneşin görünürdeki yıllık hareketine göre tanımlanan yıl. güneşe karşı işemek * saygı gösterilmesi gereken şeylere saygısızlık göstermek. güneşi üzerine doğdurmamak * güneşdoğmadan önce yataktan kalkmak. güneşin alnında (veya güneşin altında) * güneşin yakıcıışınlarıaltında. güneşleme * Güneşlemek veya güneşlenmek işi. güneşlemek * Güneş ışınlarından vücudun yararlanmasını sağlamak. güneşlenme * Güneşlenmek işi veya durumu. güneşlenmek * Güneş ışınlarından yararlanmak için kendini güneşaltında bulundurmak. güneşletme * Güneşletmek işi. güneşletmek * (bir şeyi) Güneş ışığının etkisinde bırakmak. güneşli * Güneş ışınlarıyla aydınlanmış.
* (hava için) Açık, aydınlık.güneşlik * Güneş ışınlarına engel olan perde veya buna benzer gereç.
* Siperlik.
* Güneş ışınlarınıalan (yer).
* Alıcımerceğini zararlıışınlardan korumak için mercek önüne takılan ve merceğin önünde gölgeli bir alan
sağlayan yardımcıdonatım türü.güneşsel * Güneşe ilişkin, Güneşle ilgili.
* Güneşle birlikte doğan, Güneşle birlikte batan (gök cismi).güneşsiz * Güneş ışınlarıyla aydınlanmayan, güneş ışınlarınıalmayan.
* (hava için) Kapalı, bulutlu.güneşsizlik * Güneşsiz olma durumu. güneş topu * Bkz. Acem lâlesi. güney * Solunu doğuya, sağını batıya veren kimsenin tam karşısına düşen yön, dört ana yönden biri, cenup, kuzey
karşıtı.
* Bu yönde olan, bu yönle ilgili, cenubî.
* Güneşgören yer.
* Lodos.güney karamanı * Siyahtan kül rengine kadar değişen renklerde, kuyruklarıdiğer karamanlara göre daha küçük, kuzularından
bukleli post alınabilen ve BatıToroslar bölgesinde yetiştirilen bir tür koyun.güney noktası * Güney doğrultusunun ufuk üzerinde göğü deldiği nokta. Güneybalığı * Güney yarım kürede bir takım yıldızın adı. güneybatı * Güneyle batıarasıyön. güneydoğu * Güneyle doğu arasıyön. güneyli * Güney bölgelerinden olan (kimse veya topluluk), cenuplu.
* Türkiye’nin güney illerinden olan (kimse).güngörmez * Hiç güneş ışığı almaz (yer). güngörmüş * İyi yaşamış.
* Birçok hayat tecrübesi bulunan (kimse).
* Çok yaşlı.güngörmüşlük * Çok hayat tecrübesi olmak. günindi * Gurup zamanı.
* Batı.günleme * Günlemek işi. günlemek * Günü belirlemek, tarihlendirmek. günlerce * Birçok gün sürerek. günlerden bir gün * geçmişzamanda bir gün, vaktiyle. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 62
günleri gece olmak * çok kederlenecek bir duruma uğramak. günleri sayılı olmak * ölümü yakın olmak.
* bir yerde kalmak için ancak birkaç günü bulunmak.günlü * Tarihli.
* Belli bir zamanla sınırlı.günlük * O günkü, o günle ilgili.
* Üzerinden gün geçmişveya geçecek.
* Her gün yapılan, her gün yayımlanan, her gün çıkan.
* Günü gününe tutulan hatıra, günce, muhtıra.
* Günü gününe tutulan anıyazısıveya bu yazıları içine alan eser, günce.günlük * Tütsü için kullanılan bir çeşit ağaç sakızı. günlük ağacı * Asya’nın sıcak bölgelerinde (Styrax) ve Afrika’da yetişen (Boswelia) türlerinden günlük çıkarılan değişik
cinste ağaçlara verilen ortak ad.günlük defter * Bir işletmenin yaptığı işleri günü gününe geçirdiği defter, yevmiye defteri. günlük güneşlik * sıcak, yağışsız ve güzel hava. günlük güneşlik * Açık ve bol ışıklı(yer veya hava). günlük güneşlik görünmek * sıkıntısız, sorunsuz, huzur ortamında bulunmak. günlükçü * Günlük yazarı, günlük tutmuşve yayımlamışolan kimse. günöte * Yer yörüngesinin Güneş’e en uzak bulunduğu nokta, evç. günsüler * Bkz. güneşhayvancıkları. güntün eşitliği * Gece ile gündüzün eşit uzunlukta olması, ekinoks. günü * Kıskançlık, çekememezlik, haset.
* Zamanından önce doğan yavru .günü birliğine * Günü birlik. günü birlik * Bütün bir gün boyunca, gece kalmadan, sabah gidip akşamdan önce dönmek üzere. günü dolmak * önceden belirlenmiş bir süreyi tamamlamak.
* ömrünü tamamlamak, eceli gelmek.
* hamilelikte çocuğun olması gereken süreyi tamamlamak, doldurmak.günü geçmiş * eski tarihli.
* son kullanma tarihi dolmuşolan yiyecek, bayat.günü gününe * Tam vaktinde, her gün, gününde, tam gününde. günü gününe uymaz * her zaman aynıdurumda bulunmaz, kararsız. günü yetmek * ölüm zamanı gelmek.
* (gebe için) doğum vakti gelmek.günücü * Kıskanç, hasetçi, hasut. günücülük * Kıskançlık, hasetlik. günüleme * Günülemek işi. günülemek * Kıskanmak, çekememek, haset etmek. günün adamı * O günlerde çok sözü edilen kişi.
* Zamanın gereğine göre yön ve tutum değiştiren kimse.
* Kendisinde zamanın gerektirdiği değerler bulunan kimse.günün birinde * belli olmayan bir günde. gününü (veya günlerini) saymak * (kurtulamayacak hasta) son günlerini yaşamak. gününü beklemek * Bkz. gününü (veya günlerini) saymak. gününü doldurmak * bir işin sona ermesi için gereken süreyi tamamlamak. gününü görmek * kötü bir sonla karşılaşmak, cezaya çarptırılmak.
* çocuklarının iyi, mutlu günlerini görmek.
* ay başı görmek.gününü göstermek * (tehdit yollu) cezalandırmak. gününü gün etmek * hiçbir şeyi dert edinmeyip gününü hoşgeçirmek. güpegündüz * Ortalık iyice aydınlıkken, iyice gündüz iken. güpgüzel * Çok güzel. gür * Bol ve güçlü olarak çıkan veya fışkıran.
* Bol, verimli, feyyaz.gür gür * Bkz. gürül gürül. gürbüz * Sağlam, güçlü ve iyi gelişmiş, iri. gürbüzleşme * Gürbüzleşmek işi. gürbüzleşmek * Gelişmek, gürbüz duruma gelmek. gürbüzlük * Gürbüz olma durumu. Gürcü * Gürcistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. Gürcüce * Gürcü dili. güre * Çiftleşmek isteyen kısrak veya dişi eşek.
* Bir yaşından üç yaşına kadar olan tay.
* Kuvvetli, dinç.
* Çekingen, korkak, ürkek.gürecilik * Bkz. devimselcilik. güreş * Belli kurallar içinde, güç kullanarak, iki kişinin türlü oyunlarla birbirinin sırtınıyere getirmeye çalışması. güreşetmek (veya tutmak) * güreşmek. güreşmayosu * Güreşirken, güreşçilerin giydiği özel mayo. güreşminderi * Kapalıspor salonlarında güreşçilerin üzerinde güreştikleri, üstü yekpare kaplı olan kauçuk minder. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 57
gülücük * Çocuk gülümsemesi.
* Gülümseme, tebessüm.gülük * Hindi.
* Sebze yetiştirmek için açılan ocak.gülümseme * Hafifçe gülme, tebessüm. gülümsemek * Güler gibi olmak, hafifçe gülmek. gülümser * Hafifçe gülümseyen, sevimli. gülümseyiş * Gülümsemek işi veya biçimi. gülünç * Alayıüzerine çeken, eğlence konusu olan, güldürücü, tuhaf, komik. gülünçleşme * Gülünçleşmek işi, komikleşme. gülünçleşmek * Gülünç duruma gelmek, komikleşmek. gülünçleştirme * Gülünçleştirmek işi. gülünçleştirmek * Gülünç duruma getirmek. gülünçlü * Güldürücü, eğlendirici özellikleri bulunan (oyun, hikâye, söz). gülünçlük * Gülünç olma durumu, komiklik. gülünme * Gülünmek işi. gülünmek * Gülmek işi yapılmak.
* Alay edilmek.gülüp geçmek * umursamamak, aldırışetmemek, üzerinde durmamak. gülüp oynamak (veya gülüp söylemek) * neşeli, sevinçli, keyifli, güzel vakit geçirmek. gülüş * Gülmek işi veya biçimi. gülüşme * Gülüşmek işi. gülüşmek * Karşılıklıveya birlikte gülmek, birlikte şakalaşmak. gülüşülme * Gülüşülmek işi veya durumu. gülüşülmek * Karşılıklıveya birlikte gülünmek. gülüt * Bir skece, revüye veya bir eğlence gösterisine eklenen gülünçlü sözler veya durumlar. gülütçü * Bir skeçte, revüde veya eğlence gösterisinde eklenen sözleri ve durumlarıhazırlayan kimse. güm * Derinden ve patlayıcıyankılı gürültü. güm güm * Yankılı gürültü sesinin tekrarlandığınıanlatır. güm güm atmak * heyecanla vurmak. güm güm etmek * derinden yankılıses olmak, ses çıkmak. gümbedek * Gümbürdeyerek.
* Beklenmedik bir zamanda, birdenbire.gümbür gümbür * Büyük bir gürültü ile. gümbürdeme * Gümbürdemek işi. gümbürdemek * Gümbür diye ses çıkarmak.
* (insan için) Ölmek, gümleyip gitmek.gümbürdetme * Gümbürdetmek işi. gümbürdetmek * Gümbürdemesine yol açmak. gümbürdeyiş * Gümbürdemek işi veya biçimi. gümbürtü * Gümbürdeme sesi, gürültü. gümbürtülü * Gümbürtü sesi çıkaran. güme * Avcıkulübesi.
* Bostanda yapılan bekçi kulübesi.güme gitmek * boşa gitmek, boşyere yok olmak.
* (insan için) boşu boşuna ölmek, hiç uğruna ölmek.
* değeri anlaşılmadan yitip gitmek.gümeç * Bal peteğini oluşturan altıköşeli gözeneklerden her biri. gümeç balı * Gümeciyle birlikte bulunan süzülmemiş bal. gümele * Bkz. güme. gümleme * Gümlemek işi. gümlemek * Güm diye ses çıkarmak.
* Sınıfta kalmak.gümletme * Gümletmek işi. gümletmek * Hızla vurmak veya çarpmak. gümleyip gitmek * beklenmedik bir zamanda ansızın ölmek. gümrah * (su, saç, ses gibi bir yerden çıkan şeyler için) Bol, sık, çok, gür. gümrahlık * Gümrah olma durumu, bolluk, sıklık, gürlük. gümrük * Bir ülkeye giren veya bir ülkeden çıkan mal ve eşya üzerinden alınan vergi.
* Bir verginin alınması işlemiyle uğraşan devlet kuruluşu.
* Bir ülkenin girişve çıkışında gümrük denetim ve gözetiminin yapıldığıyer. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 58
gümrük kanunu * Gümrük işlerini ve işlemlerini yasal bir düzen içinde toplayan kanun. gümrük koymak * engel olmak, kısıtlamak. gümrükçü * Gümrük görevlisi.
* Başkalarıyla ilgili eşyayı bir ücret karşılığında gümrükten çıkarma işini üzerine alan komisyoncu.gümrükçülük * Gümrük memurluğu.
* Gümrükten eşya çıkarma komisyonculuğu.gümrükleme * Gümrüklemek işi. gümrüklemek * (bir malın) Gümrükte girişişlemini yapmak. gümrüklendirme * Gümrüklendirmek işi. gümrüklendirmek * (bir malın) Gümrük işlemlerini yaptırmak. gümrüklenme * Gümrüklenmek işi veya durumu. gümrüklenmek * Gümrüklemek işlemi yapılmak. gümrüklü * Gümrük vergisi ödenmesi gerekli olan.
* Gümrük vergisi ödenmişolan.gümrüksüz * Gümrük vergisi ödenmesi gerekmeyen.
* Gümrük vergisi ödenmemiş, kaçak.gümrükten mal kaçırır gibi * bir işte gereksiz telâşve ivedilik göstererek; herkesten saklamaya çalışarak. gümül * Susam ve ekin demeti veya yığını. gümüş * Atom sayısı47, atom ağırlığı107.88, yoğunluğu 10.5 olan, 9600 C ye doğru sıvıdurumuna geçen, parlak
beyaz renkte, kolay işlenir ve tel durumuna gelebilen element. KısaltmasıAg.
* Bu elementten yapılmış.gümüş balığı * Gümüş balığı gillerden, beyaza yakın gümüşrenginde bir deniz balığı(Atherina presbyter). gümüş balığı giller * Kemikli balıklar takımının, örnek hayvanı gümüş balığı olan bir familyası. gümüşgrisi * Gümüşrenginde olan. gümüşrengi * Gümüşparlaklığında, gümüşü andıran renk, gümüşî.
* Bu renkte olan.gümüş sağolsun, altın gidekosun * eldeki şey, elde edilmesi güç olan daha değerli bir şeyden üstün tutulmalı. gümüşservi * Ayın suya yansımasıyla oluşan parıltılı görünüm. gümüşyağmurcun * Kuzey yarım kürenin en uç noktalarında yaşayan yağmur kuşu (Squatarola squatarola). gümüşçü * Gümüşü işleyen sanatçıveya gümüşten yapılmışeşya satıcısı. gümüşçün * Püskül kuyruklulardan, eski kitap sayfalarında, döşeme aralıklarında, şekerli maddeler ve tahta kırıntıları
yiyerek yaşayan, vücutlarıküçük pullarla örtülü, kanatsız böcek (Lepisma saccharina).gümüşgöz * Para canlısı, açgözlü, cimri. gümüşî * Gümüşrenginde olan. gümüşîleşme * Gümüşrengini alma. gümüşîleşmek * Gümüşrengini almak. gümüşleme * Gümüşlemek işi. gümüşlemek * Gümüşle kaplamak veya süslemek.
* Gümüşün rengini andıran bir renk vermek.gümüşlenme * Gümüşlenmek işi. gümüşlenmek * Gümüşle kaplanmak.
* Gümüşgibi parıldamak.gümüşletme * Gümüşletmek işi. gümüşletmek * Gümüşle kaplatmak veya süsletmek. gümüşlü * Gümüşü olan, gümüşle kaplanmışveya süslenmişolan. gümüşsü * Gümüşe benzer. gümüşsüz * Gümüşü olmayan. gümüşü * Bkz. gümüşî. gümüşüleşmek * Bkz. gümüşîleşmek. gün * Güneş.
* Güneş ışığı.
* Gündüz.
* Yer yuvarlağının kendi ekseni etrafında bir kez dönmesiyle geçen 24 saatlik süre.
* İçinde bulunulan zaman.
* Zaman, sıra.
* Çağ, devir.
* İyi yaşanmışzaman.
* Bayram niteliğinde özel gün.
* Çoğunlukla ev hanımlarının ayın belirli günlerinde konuk ağırlamak için yaptıklarıtoplantı.
* Tarih.-gün * Bkz. -gın / -gin, -gun / -gün. gün ağarmak * tan yeri aydınlanmak. gün almak * bir işgörmek için ilgili kişiden bir gün ayırmasını istemek, randevu almak.
* yaşını, günü gününe bitirmişolmak.gün atmak * davayı ileri bir tarihe bırakmak.
* güneşdoğmak.gün balı * Güneşte bal koyuluğuna getirilmişüzüm şırası. gün balığı * Lâpinagillerden, kırmızırenkli, siyah benekli bir balık (Julis turcica). gün batımı * Güneşin ufukta kaybolması, gurup. gün batısı * Batı. gün batmak * Bkz. güneş batmak. gün bugün * içinde bulunduğun günü iyi değerlendir; bugün ne yapabilirsen kazancın odur. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 59
gün çiçeği * Ayçiçeği, günebakan, gündöndü. gün dikilmesi * tam öğle vakti, zeval. gün dikilmesi * Tam öğle vakti, zeval. gün doğmadan kimliği söylenmez * bir işiyice belli olmadan sonucu hakkında yargıyürütülemez. Yarın ne gibi durumlar veya olaylar
çıkacağınıkimse bilmez.gün doğmadan neler doğar * beklenmedik bir sırada umut verici durumlarla da karşılaşma imkânıvardır. gün doğmak * sabah olmak. gün doğmak * isteklerini gerçekleştirmek için iyi bir duruma erişmek veya eline olağanüstü bir fırsat geçmek. gün doğusu * Doğu.
* Doğudan esen rüzgâr.gün dönümü * Gündüz ile gecenin eşit olduğu gün. gün durumu * Güneşin açılımının en çok olduğu gün. gün geçmek * güneşçarpmak. gün gibi açık * çok açık, çok belli. gün görmek * esenlik, bolluk, mutluluk içinde yaşamak. gün görmemek * sıkıntı içinde yaşamak. gün görmez * hiç güneş ışığı almaz (yer). gün görmüş * iyi yaşamış.
* birçok hayat tecrübesi bulunan (kimse).gün günden * günden güne, her gün biraz daha, giderek. gün güne uymaz * bir günün işleri, durumları, şartları başka bir gününkine uymaz. gün ışığına çıkmak * açıklığa kavuşmak, aydınlanmak. gün kavuşmak * güneş batmak, akşam olmak. gün koymak * yapılacak bir işiçin gün tespit etmek, belirlemek. gün merkezli * Güneş’in merkezine bağlı olan, Güneş’in merkezinden bakıldığıvar sayılarak ölçülen (bir yıldızın
koordinatları).gün meselesi * her an mümkün, sürekli gerçekleşebilecek durumda. gün ola harman ola * bir gün onun da zamanı gelir. gün olur yılı besler, yıl olur günü beslemez * ticarette kazanç, günü gününe uymaz. gün ortası * Öğle, öğle vakti. gün tutulması * Bkz. güneştutulması. gün yağmuru * Güneşçıkmışken yağan iri damlalıyağmur. gün yapmak * (çoğunlukla ev hanımları) ayın belirli günlerinde konuk ağırlamak. gün yayı * Güneşin gök küresinde bir gün boyunca çizdiği çemberin ufuk üstünde kalan parçası. gün yeli * Doğu rüzgârı. günah * Dince suç sayılan işveya davranış.
* Acımaya yol açacak kötü davranış, yazık.
* (bazıdeyimlerde) Sorumluluk, vebal.
* Kabahat, hafif suç.günah benden gitti (veya gitsin) * “ben görevimi yaptım, bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem” anlamında kullanılan söz. günah çıkarmak * (Hristiyanlarda) Tanrı’nın bağışlaması için papaza gidip işlediği günahlarıanlatmak.
* kötü davranışlarını, suçlarınıaçıklamak, anlatmak.günah işlemek * günah sayılan davranışta bulunmak. günah keçisi * Sürekli suçlanan, her gelenin öfkesini ondan çıkardığıkimse. günah olmak * yazık olmak. günaha girmek * dince suç sayılan bir işyapmak. günaha sokmak * günah işlemesine yol açmak. günahı(veya vebali) boynuna * ben karışmam, sorumluluk sana (veya ona) düşer. günahıkadar sevmemek * hiç sevmemek, nefret etmek. günahına girmek (veya günahınıalmak) * birisi için haksız olarak kötü düşünmek, kuşkulanmak; iftira etmek. günahını çekmek * birinin yaptığıveya birine karşıyapılan kötülüğün cezasını görmek. günahınıvermez * çok cimri. günahkâr * Günah işlemiş, günahlı. günahkârlık * Günahkâr olma durumu. günahlı * Günahı olan. günahsız * Günahıveya suçu olmayan. günahsızlık * Günahsız olma durumu. günâşık * Ayçiçeği. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 60
günaşırı * Bir gün ara ile, iki günde bir. günaydın * Daha çok sabahlarısöylenen esenleme sözü. günbegün * Günden güne. günberi * Yer’in, Güneş’e en yakın bulunduğu nokta. günce * Günlük (I). güncek * Şemsiye. güncel * Günün konusu olan, şimdiki, bugünkü (haber, olay vb.), aktüel. güncelik * Günce yazılan defter, muhtıra. güncelleme * Güncellemek durumu. güncellemek * Güncel duruma getirmek. güncelleşme * Güncelleşmek işi. güncelleşmek * Güncel duruma gelmek. güncelleştirme * Güncelleştirme işi. güncelleştirmek * Güncel duruma getirmek. güncelliğini yitirmek * süre aşımına uğrayarak önem ve değerini yitirmek. güncellik * Güncel olma durumu, aktüalite. gündaş * Bkz. gündeş. gündeliğe gitmek * günlük işler yaparak gelir sağlamak. gündelik * Her günkü, yevmî.
* Her gün yayımlanan, her gün çıkan.
* Gün hesabıyla veya her gün ödenen para, yevmiye.gündelikçi * Gündelikle çalışan (kimse). gündelikçi kadın * Gündelikle ev işlerinde çalışan hizmetçi kadın. gündelikçilik * Gündelikçi olma durumu. gündelikli * Gündelikle çalışan (kimse). gündem * Meclis, kongre gibi toplantılarda görüşülecek konuların bütünü, ruzname. gündem dışı * Toplantıprogramının dışında (kalan). gündeme almak * bir kurul toplantısında görüşülecek konuları bir listeyle tespit etmek. gündeme getirmek * bir toplantıda bir konuyu tartışmak, görüşmek için önermek.
* bir konuya güncellik kazandırmak.günden güne * Gün geçtikçe, gittikçe. gündeş * Aynı günde olan. gündöndü * Ayçiçeği. gündüz * Günün sabahtan akşama kadar süren aydınlık bölümü, gece karşıtı.
* Gündüz vaktinde.gündüz feneri * Zenci, arap. gündüz gözüyle * Gündüzün, gündüz vakti, gün ışığında, her şeyin açık seçik görüldüğü saatlerde. gündüz külâhlı, gece silâhlı * gerçekte iyi olmadığıhâlde iyi gibi görünen kimseler için kullanılır. gündüz yırtıcıları * Kuşlar sınıfından kartallar takımının, çengel gagalı, sivri ve kıvrık tırnaklı, iyi uçan kuşları içine alan bir alt
takımı.gündüzcü * Gündüz çalışan görevli.
* Gündüz öğrenim gören öğrenci.
* Gündüzleri içki kullanan kimse.gündüzleri * Gündüz vakti.
* Her gün.gündüzlü * Okula gündüz giden, yatılı olmayan (öğrenci), neharî. gündüzlük * Gündüze özgü. gündüzsefası * Kahkaha çiçeği. gündüzün * Gündüz vaktinde. güne doğrulum * Yönelim. günebakan * Ayçiçeği. güneç * Çok güneşalan yer. güneğik * Hindiba. güneş * (büyük G ile) Gezegenlere ve yer yuvarlağına ışık ve ısıveren büyük gök cismi.
* Bu gök cisminin yaydığıışık ve ısı.güneş açmak * güneş bulutlardan sıyrılıp görünmek. güneşalmak (veya güneşgörmek) * güneş ışınlarıyla aydınlanacak durumda olmak. güneş balçıkla sıvanmaz * herkesin bildiği gerçek inkâr edilemez. güneş banyosu * Vücudun her yanınıveya bir bölümünü güneş ışınlarına tutma, güneşlenmek. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 52
greyfurt * Turunçgillerden sıcak bölgelerde yetişen bir meyve ağacı(Citrus decumana).
* Bu ağacın kanarya sarısırenginde, tadıacımsımeyvesi, altıntop.gri * Kül rengi, boz. gril * Izgara. grip * Yorgunluk, kırıklık, kas ağrılarıve ateşle beliren, bulaşıcı, salgın hastalık, paçavra hastalığı, enflüanza. gripli * Grip hastalığına yakalanmışkimse. grizu * Normal sıcaklık ve basınçta kömür ocaklarında açığa çıkan ve büyük bölümü saf metandan oluşan, kolayca
tutuşabilen gaz.grizumetre * Bkz. grizuölçer. grizuölçer * Maden ocaklarında havanın grizu oranınıölçmeye yarayan cihaz, grizumetre. grosa * On iki düzine. groston * Bir geminin kullanılan bölümünün ton birimi cinsinden karşılığı. grostonluk * Herhangi bir groston ölçüsünde olan. grotesk * Eski ÇağRoma yapılarında bulunan tuhaf, gülünç figürlerden oluşmuşsüsleme üslûbu.
* Kaba gülünçlüklerden, tuhaf ve olmayacak şakalaşmalardan yararlanan, karşıt görüntüleri, bağdaşmaz
durumlarışaşırtıcı biçimde birleştiren güldürü biçimi.grup * Aynıyerde bulunan kimse ve nesneler bütünü, küme, öbek.
* Görüşleri, çıkarları bir olan kimseler bütünü.
* Ortak özellikleri olan varlıklar, nesneler bütünü.
* Çeşitli sınıf veya birliklere bağlıelemanların, belirli bir taktik görevi gerçekleştirmek üzere, tek komutanın
emri altında birleştirilmesinden oluşan kıta topluluğu.grup grup * Birden fazla kişi veya nesnenin oluşturduğu küme, öbek öbek, posta posta. grup mobilya * Benzer yapıve görünüşteki elemanların kendi aralarında üst üste veya yan yana konulmasıyla elde edilen
bir sistem mobilya.gruplandırma * Gruplandırmak işi. gruplandırmak * Gruplara ayırmak.
* Dağınık olan şeyleri toplayarak grup oluşturmak.gruplanma * Gruplanmak işi veya durumu. gruplanmak * Grup grup olarak bulunmak. gruplaşma * Gruplaşmak işi. gruplaşmak * Grup oluşturmak, gruplara ayrılmak. -gu * Bkz. -gi / -gi, -gu / -gü. guano * Özellikle deniz kuşlarının pisliklerinin bir yerde uzun süreden beri birikip yığılmasıyla oluşan, azot ve
fosfat bakımından zengin, gübre olarak kullanılan madde.guarani * Paraguay para birimi. guaş * Bir çeşit zamklı, mat sulu boya.
* Bu boya ile yapılan resim.Guatemalâlı * Guatemalâ halkından olan kimse. guatr * Boyundaki kalkan bezinin aşırı büyümesiyle beliren hastalık, guşa, cedre. gudde * Bez, beze. gudubet * Yüzüne bakılmayacak kadar sevimsiz ve çirkin. gudubetlik * Gudubet olma durumu. gufran * Yarlı gama. gugu çiçeği * Bkz. hüsnüyusuf. guguk * Gugukgillerden, genellikle Avrupa’da yaşayan, dişileri başka kuşların yuvasına yumurtlayarak yavrularının
bakım işini onlara gördüren, sırtı gri, karnıkahverengi beyaz çizgili, 35 cm boyunda, böcekçil bir kuş(Cuculus
canorus).
* Birisiyle eğlenmek ve onu kızdırmak için çocukların bu biçimde çıkardıklarıses.guguk gibi kalmak (veya oturmak) * tek başına kalmak veya oturmak. guguk yapmak * birine guguk diye haykırmak. gugukgiller * Omurgalıhayvanların, kuşlar sınıfının bir familyası. guguklu * Guguklu saatin kısa söylenişi. guguklu saat * Saat başlarınıve buçukları bir guguk kuşunun açılan küçük kapıdan veya pencereden çıkmasıve ötmesiyle
bildiren saat.gulaş * Etli, salçalı bir Macar yemeği. gulden * Florin. gulet * İki direkli yelkenli bir savaşgemisi türü. gulgule * Gürültü, şamata. gulu gulu * Hindinin çıkardığıses. gulyabani * Karanlık ve ıssız yerlerde, insanın gördüğünü sandığıkorkunç hayalet. -gun * Bkz. -gın / -gin, -gun / -gün. gurbet * Doğup yaşanılmışolan yerden uzak yer. gurbet acısı * doğup yaşanılan yerden uzak olmanın verdiği üzüntü, sıkıntı. gurbet çekmek * doğup yaşadığıyerleri özlemek. gurbet eli * Bir kimsenin doğup büyüdüğü yerden başka yer. gurbetçi * Gurbete çıkan, geçimini gurbette kazanan kimse. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 53
gurbetçilik * Gurbetçi olma durumu. gurbete (veya gurbet ellere) düşmek * aile ocağından uzak bir yere gitmek. gurbete çıkmak * doğup yaşanılan yerden uzaklaşmak. gurbetlik * Gurbet. gurbetzede * Gurbete düşmüş. gurk * Kuluçka.
* Erkek hindi.gurk etmek * tavuk kuluçkuya yatmak isterken veya yavrularınıçağırırken gurk gurk diye ses çıkarmak. gurk olmak * kuluçkaya yatmak üzere bulunmak. gurka yatmak * tavuk civciv çıkarmak için yumurta üzerine oturmak. gurklamak * Kuluçka olmak.
* Erkek hindi kabarmak.gurlama * Gurlamak işi. gurlamak * Guruldamak. gurme * Damak zevki olan ve yiyeceklerini titizlikle seçen kimse. guruldama * Guruldamak işi. guruldamak * (sindirim yollarından bir sıvı geçerken) Gur gur diye ses çıkarmak. gurultu * Guruldama sesi. gurup * Bir gök cisminin (Ay, Güneş, yıldız) ufkun altına inmesi.
* Özellikle Güneş’in batması, batış.gurup etmek * (Güneşiçin) batmak. gurup rengi * Turuncuya çalan kırmızı.
* Bu renkte olan.gurur * Kendini beğenme, büyüklenme, kibir.
* Övünme, kurum, çalım.
* Onur, şeref.gurur duymak * gururlanmak. gurur gelmek * kurumlanmak. gururlanma * Gururlanmak işi. gururlanmak * Övünmek, büyüklenmek, kurumlanmak. gururlu * Kendi kişiliğine önem veren, onurlu, mağrur.
* Kurumlu, çalımlı.gururluca * Gururlu bir biçimde (olan). gururuna ağır gelmek * kişiliğine zor gelmek, büyüklüğünün zedelendiğini düşünmek. gururuna dokunmak * kişiliği zedelenmek, onuru kırılmak. gururunu ayak altına almak * her türlü fedakârlığı göze alıp, taviz vermek, ilkelerden vazgeçmek. gururunu okşamak * yüzüne karşıdeğerlerini belirterek bir kimseyi duygulandırmak. gusletme * Gusletmek işi veya biçimi. gusletmek * Gusül abdesti almak. gusto * Beğeni, zevk. gusül * İslâm dininin gerekli gördüğü durumlarda ve biçimde yıkanıp abdest alma, boy abdesti. gusülhane * Eski evlerde, içinde yıkanılabilir biçimde yapılmışçinko kaplıküçük bölme. guşa * Guatr, cedre. gut * Organizmadaki ürik asidin atılmayarak vücudun bazıyerlerinde, özellikle ayak başparmağında, topuk ve
eklem yerlerinde birikmesinden ileri gelen, ağrıve şişlerle ortaya çıkan hastalık, damla hastalığı, nıkris.guttasyon * Kök basıncı ile yapraktan damlalar hâlinde dışarısu atılması. guvernör * Bir kamu kuruluşunu yöneten kimse. -gü * Bkz. -gı/ -gi, -gu / -gü. gübre * Verimini artırmak için toprağa dökülen her türlü hayvan dışkısı, kimyasal veya bitkisel madde, kemre. gübre böceği * Kın kanatlılardan, gübre ile beslenen bir böcek cinsi (Onitis). gübre gazı * Gübreden elde edilen yanıcı gaz, biyogaz. gübreleme * Toprağa gübre dökme, gübre karıştırma. gübrelemek * Verimini artırmak için toprağa gübre dökmek. gübrelenme * Gübre dökülme.
* Gelişmesi, yetişmesi için her türlü imkânı sağlama.gübrelenmek * Gübre dökülmek. gübreli * Gübrelenmişolan. gübrelik * Gübre konulan yer. gübresiz * Gübrelenmemişolan. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 54
güce sarmak * bir işgüç bir duruma gelmek, güçleşmek. gücendirici * Gücendiren, gönül kıran, inciten (biçimde). gücendirme * Gücendirmek işi. gücendirmek * Gücenmesine yol açmak, gönlünü kırmak, incitmek. gücenik * Gücenmiş, kırılmış, incinmiş, küskün. güceniklik * Gücenik olma durumu. gücenilme * Gücenilmek işi veya durumu. gücenilmek * Gücenmek işine konu olmak, herhangi bir kimseye gücenmek. güceniş * Gücenmek işi veya biçimi. gücenme * Gücenmek işi. gücenmek * Birinin beklenilmeyen bir davranışıveya sözü karşısında kırgınlık duymak, üzülmek. gücü * Bez tezgâhında ipliği ayarlayan tezgâh tarağı. gücü gücüne * Zorla, zorlayarak, güçlükle. gücü gücüne yetmek (veya yetmemek) * zorlukla.
* eldeki imkânlarla, ancak altından kalkabilmek, üstesinden gelebilmek.gücü ipliği * Dokumada kullanılan sağlam, kalın iplik. gücük * Kısa, bodur, gelişmemiş, güdük.
* Kuyruksuz, kuyruğu kesik (hayvan).
* Ağaç direklerin hazırlanmasısırasında arta kalan kısa parça.gücük ay * Şubat ayı. gücümseme * Gücümsemek işi veya durumu. gücümsemek * Bir şeyin yapılmasını güç görmek, bir işi isteksiz yapmak. gücün * Dara dar.
* Güçlükle, ancak, zorla.gücüne gitmek * gönlü kırılmak, onuruna dokunmak. gücüne koşmak * bir sorunun kolay çözümü varken onu güçleştirmek. güç * Ağır ve yorucu emekle yapılan, müşkül.
* Yapılmasızor, çetin.
* Zorlukla.güç * Fizik, düşünce ve ahlâk yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneği, kuvvet.
* Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvet, takat.
* Sınırsız, mutlak nitelik.
* Büyük etkinliği ve önemi olan nitelik.
* Birim zamanda yapılan iş.
* Bir cihazın, bir mekanizmanın işyapabilme niteliği.
* Siyasî, ekonomik, askerî vb. bakımlardan etki ve önemi büyük olan devlet.
* Bir ulusun, bir ordunun vb.nin ekonomik, endüstriyel ve askerî potansiyeli.
* Yeterliğini ve güvenilirliğini kanıtlamışkimse.
* Bir akarsuyun aşındırma ve taşıma yeteneği.
* Bir toprağın verimlilik yeteneği.-güç * Bkz. -gıç/, -giç, -guç/ -güç. güç beğenir * her şeyden hoşlanmayan, zorlukla karar veren, müşkülpesent. güç belâ * Zorlukla, güçlük çekerek. güç birliği * Mevcut maddî ve manevî imkânları bir araya toplamak, güçleri birleştirme. güç gelmek * bir şeyin yapılmasında zorluk ve sıkıntı ile karşılaşmak. güç kaynağı * Enerji kaynağı. güç mevkide kalmak * içinden çıkılmasızor bir durumda bulunmak. güçlendirici * Güç veren, güç katan. güçlendirilme * Güçlendirilemek işi. güçlendirilmek * Güçlü duruma getirilmek, güç kazanmasısağlanılmak. güçlendirme * Güçlendirmek işi. güçlendirmek * Güçlü duruma getirmek, güç kazanmasını sağlamak. güçleniş * Güçlenmek işi veya biçimi. güçlenme * Güçlenmek işi. güçlenmek * Güçlü duruma gelmek. güçleşme * Güçleşmek işi. güçleşmek * Güç duruma gelmek, zorlaşmak. güçleştirme * Güçleştirmek işi. güçleştirmek * Güç duruma getirmek. güçlü * Gücü olan.
* Etkisi, önemi büyük olan, forslu.
* Nitelikleri ile etki yaratan, etkili.
* Şiddeti çok olan.güçlü kuvvetli * Sağlığı, gücü, kuvveti yerinde olan.
* Maddî ve manevî bakımlardan gücü, arkası, torpili olan.güçlüğü ( veya güçlükleri) yenmek * bir güçlüğü, zorluğu ortadan kaldırmak. güçlük * Güç olan bir şeyin niteliği, zorluk.
* Ağır ve yorucu emek, zahmet, meşakkat.
* Engel.güçlük çekmek * bir işi çok zor yapmak, zor bir durumla karşılaşmak. güçlük çıkarmak * bir şeyin gerçekleşmesini engelleyici sebepler ileri sürmek. güçlükle * Güç, kolay olmayan bir biçimde. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 55
güçlülük * Güçlü olma durumu. güçsünme * Güçsünmek işi veya durumu. güçsünmek * Bir şeyi güç saymak. güçsüz * Gücü olmayan, âciz. güçsüz düşmek * gücü yetmemek. güçsüzce * Güçsüz bir biçimde (olan). güçsüzlük * Güçsüz olma durumu, güçsüze yakışacak davranış, kuvvetsizlik, aciz, iktidarsızlık. güdek * Amaçlanan sonuç, güdülen şey. güdeksiz * Bir amaca dayanmayan, garazsız. güdeleme * Güdelemek işi. güdelemek * Ardına düşmek, kovalamak, sürmek. güderi * Genellikle geyik veya keçi derisinden yapılmışyumuşak ve mat meşin.
* Bu meşinden yapılmış.güderici * Güderi yapan veya satan kimse. güdericilik * Güderi deri sanayii ve ticareti. güderihane * Güderinin yapıldığıyer. güderileme * Güderilemek işi. güderilemek * Güderi işlemlerini yapmak. güdü * Bilinçli veya bilinçsiz olarak davranışıdoğuran, sürekliliğini sağlayan ve ona yön veren herhangi bir güç,
saik.
* Kaynağıduygulanma değil, akıl olan sebep, saik.
* Bir etkinlik veya işin gizli sebebi.
* Bireyleri bilinçli ve amaçlı işlerde bulunmaya yönelten dürtü veya dürtüler bileşkesi, saik.güdücü * Gütmek işini yapan kimse.
* Çoban, sığırtmaç.güdük * Eksik yanı olan, tamamlanmamış, kısa.
* Kuyruğu kesik veya kopmuş.
* Yetersiz, sonuç vermemiş.güdük kalmak * büyüyememek, küçük, bodur kalmak.
* bitmemiş, sonuç vermemişdurumda olmak.güdükleşme * Güdükleşmek işi. güdükleşmek * Güdük duruma gelmek. güdüklük * Güdük olma durumu. güdülenme * Bireyin, işinin yönünü, gücünü ve öncelik sırasını belirleyen iç veya dışdürtücünün etkisi ile işe geçmesi,
motivasyon.
* Canlıda işe veya öğrenmeye geçme isteği.güdülme * Güdülmek işi. güdülmek * Gütmek işi yapılmak.
* (bir kimse veya topluluk) Birinin düşünce ve amacıdoğrultusunda yönetilmek.güdüm * Yönetmek işi, idare.
* Bilişimde, bir olaylar dizisini, bir süreci veya bir aracıyöneltme ve düzenlemeyle ilgili işlevlerin bütünü.güdüm bilimi * Canlılarda ve makinelerde kontrol, iletişim ve işleyişi inceleyen bilim, kibernetik, sibernetik. güdümcü * Güdümcülükten yana olan kimse. güdümcülük * Bir ülkenin ekonomi, tarım gibi işlerinde tutulan güdümlü yol. güdümleme * Bir görüş, kanıveya inancı benimsetme çabası. güdümlemek * Belli bir amaca veya inanca yönlendirmek. güdümlü * Güdülebilen, yönetilebilir.
* Belirli bir plân veya yönde yürütülen bir amacı, bir eğilimi yansıtan.güdümlü sanat * Belli bir siyasî ve toplumsal ideoloji doğrultusunda oluşturulan sanat. güdümlülük * Güdümlü olma durumu. güfte * Müzik eserlerinin yazılımetni, söz. güfteci * Güfte yazan kimse, söz yazarı. güğüm * Yandan kulplu, boynu uzun, genellikle bakırdan su kabı. güherçile * Tarımda gübre, hekimlikte ilâç olarak kullanılan, barut gibi patlayıcımaddeler yapımına yarayan, beyaz
renkte ve ince billûrlar durumunda birleşik bir madde, potasyum nitrat (KNO3).gül * Gülgillerin örnek bitkisi (Rosa).
* Bu bitkinin katmerli, genellikle kokulu olan çiçeği.gül gibi * çok iyi, çok güzel. gül gibi bakmak * geçimini para sıkıntısı olmadan sağlamak.
* iyi, temiz bakmak.gül gibi geçinmek (veya yaşamak) * çok iyi anlaşmak, geçinmek.
* pek genişolmayan bir imkânla rahat, sıkıntısız yaşamak.gül rengi * Gül renginde olan. gül suyu * Gül yağıelde edilmesi sırasında yan ürün olarak elde edilen kokulu ve renksiz sıvı. gül üstüne gül koklamamak * bir sevgili üstüne bir ikincisini sevmemek. gül yağcı * Gül yağıçıkaran veya satan kimse. gül yağcılık * Gül yağıçıkarma veya satma işi. gül yağı * Güllerin imbikten çekilmesiyle elde edilen gül suyunun üstünde toplanan kokulu yağ. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 56
gülabdan * Gül suyu serpmek için kullanılan, ağzıemzikli, armut biçiminde küçük kap. gülbahar * Kırmızı boya elde etmede kullanılan iyi bir cins toprak.
* Bir tavla oyunu.gülbank * Hep bir ağızdan ve makamla yapılan dua veya ant. gülbeşeker * Gül çiçeği ve şeker ile yapılan macun kıvamında bir çeşit reçel. gülböceği * Altın böcek. gülcü * Gül üreten kimse. gülcülük * Gül üretme işi. güldeste * Antoloji. güldü gülecek * Gülmek üzere olan, gülmeye hazır durumda, gülümser. güldür güldür * Çok gürültü ederek, yüksek ses çıkararak, hızla. güldürme * Güldürmek işi. güldürmek * Gülmesine sebep olmak. güldürü * Güldürme özelliği olan.
* İnsanların, olayların, durumların gülünç yönlerini belirten sahne eseri, komedi, fars.güldürücü * Gülmeyi sağlayan, gülmeye yol açan, komik. güle güle * Gülerek.
* Mutlu, güzel günlerde uğurlama için kullanılan seslenme sözü.
* “Üzüntüsüz bir hayat sürerek, gönül ferahlığı ile (giy, otur, kullan, büyüt…)” anlamında bir iyi dilek sözü.güle oynaya * sevinerek, neşe ile. gülecen * Sevimli ve cana yakın tavırları olan (kimse). güleç * Her zaman gülümseyen, mütebessim. güleçlik * Güleç olma durumu. güleğen * Güler yüzlü, çok gülen (kimse). güler misin, ağlar mısın! * hem gülünecek hem üzülünecek nitelikteki şaşırtıcı olaylar karşısında söylenir. güler yüz * İçten ve yapmacıksız, yumuşak, okşayıcıdavranış. güler yüzlü * Yakınlık gösteren, içten davranan. güler yüzlülük * Güler yüzlü olma durumu. gülerim! (veya güleyim bari!) * yersiz görülen bir düşünceye karşıhafifseme olarak söylenir. gülerken ısırır * görünürdeki iyiliğine güvenilmemesi gereken (kimse). gülgiller * Çilek, armut, elma, badem gibi türleri içine alan, ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, örneği gül olan bir bitki
familyası.gülhatmi * Ebe gümecigillerden, yaprakları genişve yuvarlak, çiçekleri büyük ve türlü renklerde olan, çok yıllık otsu
bir bitki (Althaea rosea).gülistan * Gül bahçesi.
* Huzurlu, rahat ve zenginlik dolu (yer).gülkurusu * Kurutulmuşpembe gül rengi.
* Bu renkte olan.güllâbi * Akıl hastahanelerindeki hademelere verilen ad. güllâbici * Bkz. güllâbi. güllâbicilik * Güllâbicinin yaptığı iş. güllâbicilik etmek * birinin taşkın ve şımarık davranışlarına katlanarak yüzüne gülmek. güllâç * Nişastadan yapılan, çok ince kuru yufka; bu yufkadan hazırlanan tatlı.
* Tadıhoşolmayan toz durumundaki bazı ilâçların kolayca yutulabilmesi için bunların içine konuldukları,
nişastadan küçük kap.gülle * Eskiden som taşveya demirden, yuvarlak bir biçimde yapılırken, günümüzde çelikten silindir biçiminde,
bir ucu sivri olarak yapılan top mermisi.
* Atletizm yarışmalarında atılan pirinç veya pirinçten daha sert bir maddeden yapılan, erkekler için 7.257 kg,
kadınlar için 4 kg olan madenî küre.gülle atma * Tek elle taşınan gülleyi ileriye doğru fırlatma.
* Gülleyi en uzağa atmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.gülle gibi * çok ağır.
* hâlsiz, yorgun argın.gülleci * Top güllesi yapan kimse.
* Gülle atma sporu yapan kimse.güllü * Gülü olan. güllük * Gül bahçesi veya gülü çok olan yer. güllük gülistanlık * Bolluk ve rahatlık içinde olan (yer). gülme * Gülmek işi.
* Kahkaha.gülme komşuna, gelir başına * birinin başına gelen kötü bir durum senin de başına gelebilir. gülmece * Eğlendirmek, güldürmek ve birine, bir davranışa incitmeden takılmak amacını güden ince alay, mizah,
humor.
* Gerçeğin güldürücü yanlarını ortaya koyan edebiyat türü, mizah.gülmeceli * İçinde gülmece nitelikleri bulunan (yazı, karikatür vb.), mizahî. gülmek * (insan) Hoşuna veya tuhafına giden olaylar, durumlar karşısında, genellikle sesli bir biçimde duygusunu
açığa vurmak.
* Mutlu, sevinçli zaman geçirmek, eğlenmek, hoşça vakit geçirmek.
* Biriyle alay etmek.
* Dikkati çekecek derecede hoşve sıcak görünmek.gülmekten kırılmak (katılmak) * aşırıderecede sarsılarak gülmek. gülü seven dikenine katlanır * insan sevdiği kimse veya sevdiği işyüzünden gelecek sıkıntılara katlanır. gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz * birinin uygunsuz durumlarısayılırken bunların öteden beri bilindiğini anlatmak için söylenir.