gönyelemek | * Gönye ile ölçmek. |
gör (veya görürsün) | * (tehdit yollu) anla, gör. |
gör bak | * “görürsün, göreceksin” anlamında kullanılır. |
gördek | * Acı balık. |
gördürme | * Gördürmek işi veya durumu. |
gördürmek | * Görmek işini yaptırmak. * Bir işi başkasına yaptırmak. |
göre | * (bir şeye) Uygun olarak, bir şey uyarınca, gereğince. * Bakılırsa, hesaba katılırsa, göz önünde tutulunca, nazaran. * Sorulursa. |
göre | * uygun, elverişli, için. |
görece | * (bir şeye) Göre olan, varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı olan, kesin olmayıp kişiden kişiye, zamandan zamana, yerden yere değişebilen, bağıl, izaf. |
görececilik | * Görecilik. |
göreceği gelmek (veya göresi gelmek) | * görmek isteğini duymak, özlemle görmek istemek, özlemek. |
göreceli | * İzafî, bağıntılı, bağlı. |
görecelik | * Görece olma durumu. |
görecilik | * Bağıntıcılık, izafiye, rölâtivizm. |
göreli | * Bağıntılı, izaf, nisp, rölâtif. |
görelik | * Bağıntı, izafet. |
görelilik | * Bağıntılık, bağlılık, izafiyet, rölâtivite. |
görenek | * Bir şeyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alışkanlığı. |
görenekçi | * Göreneklere bağlı(kimse). |
görenekçilik | * Göreneklere bağlılık. |
görenekli | * Göreneklerine bağlı göreneği olan. |
göreneksel | * Görenekle ilgili. |
göreneksiz | * Göreneği olmayan. |
göreneksizlik | * Göreneksiz olma durumu. |
göresime | * Göresimek işi. |
göresimek | * Göreceği gelmek, görmek isteği duymak, özlemek. |
görev | * Bir nesne veya bir kimsenin yaptığı iş; işgörme yetisi, fonksiyon. * Resmî iş, vazife. * Bir organ veya hücrenin yaptığı iş. * Bir cümlede bir dil biriminin öbür birimlerle ilişkisi aracılığıyla yerine getirdiği iş. * Bir değerin başka değerlerle olan ilişkisi. |
görev almak | * bir görevde bulunmak, bir görevi üstlenmek. |
görevcilik | * İşlevcilik. |
görevdaş | * Birlikte görev yapan; aynı görevi yapan. |
görevdaşlık | * Bir görevin yerine getirilmesi için birkaç organın birlikte çalışmasıdurumu, sinerji. |
görevden alınmak | * bulunduğu görevden çıkarılmak, işine son verilmek, azlolunmak. * bulunduğu makamdan daha az yetkisi olan bir başka makama atanmak. |
görevden almak | * bir görevliyi işinden ayırıp açıkta bırakmak, çıkarmak, azletmek. |
görevden ayrılmak | * yapmakta olduğu işi bırakmak. |
görevden uzaklaştırmak | * yapmakta olduğu görevi üzerinden almak. |
görevlendirilme | * Görevlendirilmek işi. |
görevlendirilmek | * Görev verilmek, tavzif edilmek. |
görevlendirme | * Görevlendirmek işi. |
görevlendirmek | * Birine bir görev vermek, vazifelendirmek, tavzif etmek. |
görevlenme | * Görevlenmek işi veya durumu. |
görevlenmek | * Görev almak. |
görevli | * Görevi olan, vazifeli. * Resmî görevi olan kimse, memur. |
görevlilik | * Görevli olma durumu, memurluk. * Resmî iş. |
görevsel | * Göreve ilişkin, görevle ilgili. |
görevsel dil bilimi | * Kelimeleri cümle içinde yüklendikleri görev bakımından inceleyen dil bilimi. |
görevselcilik | * İşlevcilik. |
görevsiz | * Bir görevi bulunmayan. |
görevsizlik | * Bir görevi bulunmama durumu. |
göreyim seni | * senden başarılısonuçlar bekliyorum. * (tehdit yollu) sen bunu yaparsan karşılığınıda görürsün!. |
görgü | * Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygıve incelik kuralları, terbiye. * Bir kimsenin, karşılaştığıve kişiliği üzerinde olumlu etki yapan deneysel bilgi, deneyim. * Görmüşolma durumu. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 39
-
Türkçe Sözlük G Sayfa 36
gömlek eskitmek * hayat sürdürmüşolmak. gömlekçi * Gömlek diken veya satan kimse. gömlekçilik * Gömlekçinin yaptığı iş. gömlekli * Gömleği olan. gömleklik * Gömlek yapmaya elverişli (kumaş). gömlekliler * Vücutlarıtorba biçiminde ve yarısaydam, sert bir gömlekle örtülü, denizlerde yaşayan bir hayvan sınıfı. gömleksiz * Gömleği olmayan. gömme * Gömmek işi.
* Defnetme, tedfin.
* Mayalıveya mayasız, yağlıveya yağsız olarak yapılan bir tür kül pidesi.
* Güzün veya kışın ekilen ekin.
* Üzerinde bulunduğu yüzeyin içine gömülmüşolan.gömme balkon * Dışyüzeyden dışarıtaşmayan, evin kullanım alanı içinde kalarak yapılmış balkon. gömme banyo * Çini veya benzeri bir madde ile kaplanarak gömülü olarak yerleştirilmişolan banyo teknesi. gömme dolap * Duvarın içine yerleştirilmişdolap. gömme kilit * Gövdesi kapak veya çekmecenin kenarına açılan yuvaya gömülerek takılan kilit. gömmek * Toprağın içine koymak, toprakla örtmek.
* Bir ölüyü toprağın içine yerleştirmek, defnetmek.
* Birinin cenaze törenine katılmak veya bir cenazeyi kaldırmak.
* Bir nesnenin içine yerleştirmek, batırmak.
* Birinden daha çok yaşamak.gömü * Toprak altına gömülerek saklanmışpara veya değerli şeyler, define. gömük * Gömülmüşolan, gömülü. gömüldürük * Boyunduruğa geçirilen kısa değnek.
* Eyerin geriye kaymaması için atların boyunlarından aşırılıp kolanlarına bağlanan kayış.gömülemek * Para veya değerli şeyleri toprak altına gömerek saklamak. gömülme * Gömülmek işi. gömülmek * Gömmek işi yapılmak veya gömmek işine konu olmak.
* Yerleşmek, oturtulmak, kendini gömmek.
* Yok olmak, kaybolmak, görünmez olmak.
* Bir şeyin derinliğine inmek.gömültü * Avcının avını beklerken içine saklandığıçukur. gömülü * Gömülmüşolan, toprak altında saklanmışolan, metfun.
* Batmış, kaybolmuşolan.gömülüş * Gömülmek işi veya biçimi. gömüş * Gömmek işi veya biçimi. gömüt * Mezar, metfen, kabir, makber, sin. gömütlük * Mezarlık, kabristan, sinlik. gön * Tabaklanmışderi.
* Kösele.
* Hayvan derisi.göncü * Ham veya işlenmişderi satan kimse.
* Ayakkabıtamircisi.gönç * Zengin, varlıklı. gönçlük * Zengin olma durumu. gönder * Bayrak çekilen direk.
* Üvendire.
* Kayık ve yelkenli gemilere yön vermeye yarayan, ucunda metal olan ağaç sopa.gönderi * Bir yerden bir yere özellikle posta ile gönderilen paket, telgraf, mektup vb.
* Yolcu etme, uğurlama.gönderici * Posta ile paket, telgraf, mektup vb. gönderen kimse. gönderiliş * Gönderilmek işi veya biçimi. gönderilme * Gönderilmek işi. gönderilmek * Gönderilmek işi yapılmak veya göndermek işine konu olmak. gönderiş * Göndermek işi veya biçimi. gönderli * Gönderi olan. gönderme * Göndermek işi, irsal.
* (sözlükçülükte) Bir madde başını işlerken, ilgisi dolayısıyla başka bir madde başına yollama.
* Atıf yapmak işi.gönderme belgesi * Bir yere gönderilen eşyanın listesi, irsaliye. göndermek * Bir yere doğru yola çıkarmak, yollamak, ulaşmasını, gitmesini sağlamak, irsal etmek.
* Yetki vererek gitmesini sağlamak.
* Bir kaynaktan çıkıp gelmek, ulaşmak.
* Yolcu etmek.göndertme * Göndertmek işi. göndertmek * Göndermek işini yaptırmak. gönen * Ekilecek toprağın sulandırılması.
* Nem, rutubet.
* Nemli (toprak).gönenç * Bolluk, rahatlık ve varlık içinde iyi yaşama, refah. gönençli * Gönenci, iyi bir hayatı olan, müreffeh. gönendirilme * Göndermek işi. gönendirilmek * Mutluluğa kavuşturulmak. gönendirme * Gönendirmek işi. gönendirmek * Mutluluğa, esenliğe, huzura kavuşturmak, sevindirmek, abat etmek. gönendirtme * Gönendirtmek işi. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 37
gönendirtmek * Mutluluğa, huzura kavuşmasını sağlamak. gönenme * Gönenmek işi. gönenmek * Mutlu, mesut olmak, rahat bir hayat sürmek, sevinç duymak, sevinmek, abat olmak. gönlü akmak * birine karşı güçlü sevgi duymak. gönlü bol * Yeterli imkânlardan yoksun olmasına karşılık cömert, eli açık davranmak isteyen. gönlü bulanmak * kusacak gibi olmak.
* kuşkulanmak.gönlü çekmek * imrenip istemek. gönlü çelinmek * güzel sözlere aldanmak, kapılmak. gönlü çökmek * yaşama gücü azalmak, ruhî dengesi bozulmak. gönlü gani * Cömert ve gözü tok, gani gönüllü. gönlü ile oynamak * birini sever görünüp eğlenmek. gönlü kalmak * isteyip de edinemediği bir şeyi istemekten vazgeçmemek.
* gücenmek.gönlü kanmak * bir işle ilgili kaygısıkalmamak, mutmain olmak, müsterih olmak. gönlü kara * Başkalarının kötülüğünü isteyen. gönlü kararmak * dünya zevklerine karşı isteği kalmamak. gönlü kaymak * sevmeye eğimli olmak. gönlü kırılmak * üzülmek, incinmek, yerinmek. gönlü olmak * sevip istemek. gönlü olmak * razı olmak. gönlü razı olmamak * hiç istememek. gönlü takılmak * bir şeye karşı ilgi duymak.
* aşk ile sevmeye başlamak.gönlü tok * Zorunlu ihtiyaçlarıkarşılanınca bununla yetinen, fazla mal ve para istemeyen, müstağni. gönlü varmamak * istek duymamak, istememek, çekinmek. gönlü yaralı * âşık, tutkun, aşkıkarşılık görmeyen. gönlü zengin * İmkânlarıölçüsünde para ve malınıesirgemeden veren. gönlünce * Dileğine uygun. gönlünde kalmak * çok istediği hâlde ulaşamamak, elde edememek. gönlünden geçirmek (veya geçmek) * bir şeyin olmasınıveya bir şey yapmayı istemek; düşünmek. gönlünden kopmak * kendiliğinden birdenbire vermek. gönlüne doğmak * içine doğmak, sezmek, hissetmek. gönlüne dokunmak * üzülmek, rahatsızlık duymak. gönlüne göre * dileğine göre, isteğine uygun olarak. gönlünü çelmek * kandırmak, yola getirmek, aşkınıkazanmak.
* kendi yanına çekmek, sempatisini kazanmak.gönlünü düşürmek * âşık olmak, sevdalanmak. gönlünü etmek (veya yapmak) * birini razıve hoşnut etmek. gönlünü hoşetmek * birinin dileğini yerine getirerek onu sevindirmek. gönlünü kaptırmak * âşık olmak. gönlünü karartmak * yaşamaya karşısevgi ve isteğini azaltmak. gönlünü pazara çıkarmak * sevmek için kendine yakışanıseçmeyip rastgele birini sevmek. gönlünü serin tutmak * sakin, soğukkanlı olmak, hemen heyecanlanmamak. gönlünü söndürmek * küstürmek, kırmak, incitmek. gönlünü yaralamak * incitmek, kırmak, üzmek. gönlünün dümeni bozuk * isteklerinde, özellikle gönül işlerinde tutarlılık göstermeyen, sık sık istek değiştiren. gönül * Sevgi, istek, düşünüş, anma ve hatır gibi kalpte var sayılan duygu kaynağı.
* İstek, arzu.gönül (veya kalp) kırmak (veya yıkmak) * birini çok üzecek bir davranışta bulunmak, gücendirmek. gönül açmak * insanın iç sıkıntısını gidermek, iç açmak. gönül akıtmak * âşık olmak, sevmek. gönül almak (veya gönlünü almak) * sevindirmek.
* kırılan bir kimseyi güzel bir davranışla hoşnut etmek.gönül avcısı * Geçici aşklar arkasında koşan kimse, çapkın. gönül avlamak * huyunu suyunu yakından bilerek olumlu davranışta bulunmak, tavlamak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 38
gönül avutmak * hoşça vakit geçirmek . gönül bağı * Sevgi bağı, duygusal ilişki. gönül bağlamak * severek bağlanmak, içten sevmek. gönül belâsı * Aşkın verdiği sıkıntı, dert. gönül birliği * Duygusal anlaşma. gönül borcu * Yapılan iyiliğe karşıkendini borçlu sayma, minnet, minnettarlık, şükran. gönül borçlusu * Yapılan iyiliğe karşıkendini borçlu sayan, minnettar. gönül bulandırmak * mide bulandırmak.
* kuşkulandırmak.gönül çekmek * sevdalı olmak. gönül çöküşü * Yaşama gücünün yitmesi, ruhî dengenin bozulması. gönül darlığı * İç sıkıntısı. gönül dilencisi * Sevdiğinden ayrılmamak için onun her davranışına katlanan kimse. gönül eğlencisi * İnsanı oyalayıp hoşça vakit geçirten şey. gönül eğlendirmek * geçici bir ilgi ve sevgi göstererek hoşça vakit geçirmek. gönül eri * Hoşgörüsü geniş, açık yürekli, güvenilir kimse, rint, ehlidil. gönül ferahlığı * İç rahatlığı, dertsizlik. gönül ferman dinlemez * gönül sevdiğinden asla vazgeçmez. gönül gezdirmek * seçmek için aklından birçok şeyleri geçirmek. gönül hoşluğu * Hiçbir baskının etkisi altında olmaksızın, severek isteyerek. gönül indirmek * kendisine yakıştıramadığı bir şeye razı olmak. gönül kimi severse güzel odur * güzellik anlayışının kişiden kişiye değiştiğini anlatır. gönül kocamamak * ruhen dinç kalmak. gönül koymak * gücenmek, alınmak, darılmak. gönül maskarası * Sevda yüzünden gülünç durumlara düşmüşkimse. gönül meselesi * Aşk yüzünden ortaya çıkan sorun, aşk derdi. gönül okşamak * birini hoş bir söz veya davranışla sevindirmek, iltifat etmek. gönül okşayıcı * Hoşa giden. gönül rahatlığı * İç rahatlığı iç huzuru başdinçliği, huzur. gönül rızası * İsteyerek, içinden gelerek. gönül tokluğu * Doygunluk, istiğna. gönül uğrusu * Gönül almayı bilen kimse. gönül vermek (veya bağlamak) * sevmek, âşık olmak. gönül yakmak * insanıaşırıderecede etkilemek, sarsmak, kendinden geçmesine yol açmak.
* aşk dolayısıyla iç yangınına tutulmak.gönül yarası * Bir kimseyi derin üzüntü içinde bırakan acı; gönül belâsı. gönül yıkmak * birini çok üzecek bir davranışta bulunmak, gücendirmek, gönül kırmak. gönüldaş * Duygularıaynı olanlardan her biri, candan dost. gönülden çıkarmak * sevmez veya anmaz olmak. gönülden çıkarmamak * sevilen kimseyi hiç unutmamak. gönülden ırak olmak * sevilmekten yoksun kalmak, sevilmemek. gönüllenme * Gönüllenmek işi veya durumu. gönüllenmek * Gücenmek, darılmak, alınmak. gönüllü * Ağır veya tehlikeli bir işi yapmayıhiçbir yükümü yokken isteyerek üstlenen.
* Çok istekli.
* Seven kimse veya sevgili.gönüllü gönülsüz * Yarı istekli yarı isteksiz olarak. gönüllüce * Biraz gönüllü. gönüllülük * Gönüllü olma durumu. gönülsüz * Gönlü olmayan, isteksiz, istemeyerek. gönülsüzce * İsteksiz bir biçimde istemeyerek. gönülsüzlük * Bir işi istemeyerek yapma, isteksizlik. gönye * Dik açılarıölçmeye ve çizmeye yarayan dik üçgen biçiminde araç. gönyeleme * Gönyelemek işi. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 33
göçürme * Göçürmek işi. göçürmek * Göçmesine sebep olmak.
* Çökertmek.
* (miktarıçok olan şeyler için) Yiyip bitirmek.
* Bitkileri yerinden çıkarıp başka yere dikmek, göçermek.göçürtme * Göçürtmek işi. göçürtmek * Göçmesine sebep olmak. göçürücü * Seferde padişah tuğlarının ikisini bir konak ileride taşıyan dört kişiden ikisine verilen unvan. göçürülme * Göçürülmek işi veya durumu. göçürülmek * Göçürmek işi yapılmak. göçüş * Göçmek işi veya biçimi. göçüşme * Bir kelime içinde birbirini izleyen iki sesin yer değiştirmesi, metatez: çömlek > çölmek, yalnız > yanlız,
kibrit > kirbit vb.göden * Kalın bağırsağın son bölümü, rektum.
* Karın, işkembe.
* Mide.göden bağırsağı * Bkz. göden. gödeş * Semiz, etli. göğçek * Gökçek. göğe merdiven dayamış * çok uzun boylu. göğem * Yeşile çalar mor. göğermek * Bkz. gövermek. göğerti * Göverti.
* Vurma ve çarpma sonucu vücutta oluşan çürük, morartı.göğsü daralmak (veya tıkanmak) * güçlükle nefes almak.
* içi sıkılmak.göğsü kabarmak * övünç duymak, kıvanmak, iftihar etmek. göğsünü gere gere * kendine güvenerek.
* övünerek.göğsünü kabartmak * bir olay dolayısıyla kıvanç duygusunu ortaya koymak, övünmek. göğsünü yırtmak * coşkunluğunu ortaya koymak, coşmak, cıvıldamak . göğüs * Vücudun boyunla karın arasında bulunan ve yürek, akciğer gibi organları içine alan bölümü, sine.
* Bu vücut bölümünün ön tarafı, sırt karşıtı.
* Bu bölümün içindeki organlar.
* Meme.göğüs bağır açık (olmak) * özensiz bir kılıkta. göğüs boşluğu * Akciğerlerle kalbi içine alan akciğer zarının çevrelediği boşluk, göğüs kovuğu. göğüs cerrahisi * Cerrahînin göğüs içi organlarıyla ilgili dalı. göğüs çaprazı * (güreşte) Karşısındakini koltuk altlarından çapraz yakalama. göğüs çukuru * Bkz. göğüs boşluğu. göğüs darlığı * Solunumu güçleştiren hastalık. göğüs eti * Göğüs kısmında bulunan et. göğüs geçirmek * üzülerek derinden soluk almak, içini çekmek. göğüs germek * bir güçlüğe karşıkoymak, dayanmak. göğüs göğüse * Karşıkarşıya, yüz yüze. göğüs hastalığı * Göğüs bölgesi ile ilgili hastalık. göğüs ingini * Solunum yollarının iltihaplanması. göğüs kafesi * Vücutta omurganın, kaburgaların ve göğüs kemiğiyle bunlarısaran kasların oluşturduğu yürek ve
akciğerleri koruyan boşluk.göğüs kemiği * Göğsün ön tarafında, üzerine kaburga kıkırdakları ile köprücük kemiklerinin eklendiği yassıkemik, iman
tahtası.göğüs kovuğu * Bkz. göğüs boşluğu. göğüs sesi * Başveya boğazdan gelmeyen gür ve açık bir biçimde çıkarılan ses. göğüs tahtası * Göğüs kemiği.
* Mandolin, gitar, keman veya ut gibi telli çalgılarda tellerin gerili bulunduğu gövde bölümü, çalgının göğsü.göğüs vermek * eziyete, sıkıntıya katlanmak, tahammül etmek. göğüsleme * Göğüslemek işi. göğüslemek * Göğüsle zorlamak.
* Karşıdurmak, engel olmak, direnmek.göğüslü * Göğsü olan.
* Göğsü genişolan.
* İri memeli (kadın).göğüslüce * Biraz iri göğüslü. göğüslük * Genellikle ilkokul öğrencilerinin giydiği bir örnek üstlük, önlük.
* Elbisenin kirlenmemesi için göğse takılan önlük veya giyilen bir tür gömlek.gök * İçinde gök cisimlerinin hareket ettiği sonsuz boşluk, uzay, feza.
* Yeryüzü üzerine mavi bir kubbe gibi kapanan boşluk, sema.
* Gökyüzünün, denizin rengi, mavi veya yeşile çalan mavi.
* Olgunlaşmamış.gök ada * Milyonlarca yıldızdan, yıldız kümelerinden, bulutsu ve gaz bulutlarından oluşmuş, saman yolu gibi
bağımsız uzay adası, galaksi.gök adası * Bkz. gök ada. gök atlası * Yıldızların gök küresi üzerindeki yerlerini gösteren harita. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 34
gök bilimci * Gök bilimiyle uğraşan bilgin, astronom. gök bilimi * Gök cisimlerinin konumlarını, hareketlerini, birbirine olan uzaklıkların ölçülmesini, bunların fizik ve kimya
bakımından yapılarınıanlatan bilim, felekiyat, astronomi.gök bilimsel * Gök bilimle ilgili, astronomik. gök cismi * Gök yüzünde bulunan Güneş, Ay, gezegenler, kuyruklu yıldızlar, nebülözler gibi bütün cisimlere verilen
ortak ad.gök delinmek * birdenbire çok ve hızlıyağmur yağmak. gök doğan * Kuzey yarım kürede yaşayan bir tür göçmen kuş(Accipitridae). gök ekseni * İki ucu sonsuza uzatılmış, olarak düşünülen yer ekseni, günlük harekette yıldızların çevresindeki eksen. gök eşleği * Gök eksenine yer merkezinde dik olan düzlemin gök küresiyle ara kesiti. gök evi * Gök olaylarınıyıldızların, Güneş, Ay ve gezegenlerin konumlarını, hareketlerini küresel bir kubbe içinde,
çeşitli araçlarla gösteren yapı, plânetaryum.gök fiziği * Yıldızların ışığını inceleyen, fizik yapılarınıaraştıran bilim kolu, astrofizik. gök gözlü * Gözleri mavi ile açık yeşil arası olan. gök gürlemesi * Şimşek çaktıktan veya yıldırım düştükten önce veya sonra havada duyulan gürültü. gök gürültüsü * Gök gürlemesi. gök güvercin * Genellikle Avrupa ve yakın doğuda bahçelik yerlerde yaşayan bir tür kuş(Columba oenas). gök kır * At donlarından maviye çalan kır. gök kubbe * Kubbeye benzemesi bakımından gök. gök kumu * Gök taşlarında görülen küresel tanecikler. gök kuşağı * Düşmekte olan yağmur damlacıklarında güneş ışınlarının kırılıp yansımasıyla gök yüzünde oluşan yedi
renkli, kemer biçimindeki görüntü, alkım, ebe kuşağı, ebem kuşağı, eleğimsağma, hacılar kuşağı, yağmur kuşağı,
alâimisema.gök kutbu * Gök ekseninin gök küresini deldiği iki noktadan her biri. gök küresi * İç yüzü gökyüzü olarak kabul edilen, yarıçapısonsuza uzanmışyer merkezli küre. gök taşı * Gezegenlerin arasında hareket eden, tümüyle gaz durumuna geçmeden yer yüzüne ulaşan katıcisim,
meteor taşı, meteroit.gök yakut * Mavi renkli değerli bir korindon türü, safir. gökçe * Gökle ilgili, semavî.
* Gök rengi, mavi.
* Güzel.gökçe yazın * Edebiyat, yazın. gökçek * Güzel, sevimli (insan). gökçül * Maviye çalan renk, mavimsi.
* Gökle ilgili, semavî.gökdelen * Yirmi, otuz veya daha çok katlıyapı. gökkandil * Kendini bilmeyecek kadar sarhoş. gökkuzgun * Gökkuzgunumsular takımının gökkuzgungiller familyasından, başı, kanatlarımavi, boyun ve karnıyeşil
göçücü kuş(Coracias garrulus).gökkuzgungiller * En iyi bilinen türü gökkuzgun olan gökkuzgunumsular takımının, gökkuzgunlar alt takımına giren bir
familya.gökkuzgunlar * Kuşlar sınıfının, gökkuzgunumsular takımına giren bir alt takımı. gökkuzgunumsular * Gökkuzgunları, ağaçkakanları, çobanaldatanları, sağanları içine alan kuşlar sınıfından bir takım. göklere çıkarmak * aşırıderecede övmek. göklere çıkmak * pek çok yükselmek. gökmen * Mavi gözlü (kimse). göknar * Bkz. köknar. göksel * Gökle ilgili, semavî. gökte ararken yerde bulmak * çok güçlükle ele geçirebileceğini sandığışeyi veya kimseyi birdenbire bulmak. gökten zembille mi indi * Tanrı’nın özel olarak gönderdiği, saygınlık görmesini istediği bir kişi mi?.
* uğraşmadan, didinmeden, kendiliğinden mi türedi?.göktırmalayan * Gökdelen. göktırmalayıcı * Gökdelen. Göktürk * VI.-VIII. yüzyıllarda Moğolistan ve Orta Asya’da yaşamışeski bir Türk ulusu ve bu ulustan olan kimse. Göktürkçe * Göktürk dili, Orhon Türkçesi. gökyolu * Samanyolu, samanuğrusu. gökyüzü * Göğün görünen yüzeyi, sema. gökyüzü mavisi * Açık mavi. göl * Oluşması genellikle tektonik, volkanik vb.olaylara bağlı olan, toprakla çevrili, derin ve geniş, tuzlu veya
tuzsuz durgun su örtüsü.
* Yapay su birikintisi.göl ayağı * Bir gölün artan sularınıdenize, başka bir göle veya ırmağa taşıyan akarsu, ayak. göl başı * Göle akan çay. göl kestanesi * Suda yetişen ve meyvesi kestane gibi yenilen bitki (Trapa natans). -
Türkçe Sözlük G Sayfa 35
göl olmak * gereksiz olarak bir yerde su toplanmak, göllenmek. gölalası * Avrupa ve Anadolu göllerinde yaşayan bir tür alabalık (Salmo lacus tris). gölcük * Küçük göl. gölcül * Göllerde, göl kıyılarında yetişen veya yaşayan. gölek * Küçük su birikintisi, gölcük. gölerme * Gölermek işi veya durumu. gölermek * Göl durumuna gelmek.
* Hayvanın ipi ayağına ve boynuna dolaşarak kalkamayacak biçimde yere yıkılmak.gölet * Gölek.
* İçinde ham deri ıslatılan taşhavuz.gölge * Saydam olmayan bir cisim tarafından ışığın engellenmesiyle ışıklıyerde oluşan karanlık.
* Güneş ışınlarından korunacak yer.
* Ne olduğu anlaşılamayan karaltı, siluet.
* Resimde bir şekli cisimlendirmek için, onun ışık almaması gereken yerlerine vurulan az çok koyu renk.
* Birinin yanından hiç ayrılmayan kimse.
* Koruma, kayırma himaye.gölge balığı * Alabalıkgillerden, uzunluğu 20-50 cm, sırt yüzgeci büyük, tatlısu balığı(Thymallus thymallus).
* Gölge balığı gillerden, büyük, eti lezzetli, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir balık,
taşlevreği, minakop (Umbrina cirhosa).gölge balığı giller * Örnek hayvanı gölge balığı olan kemikli balıklar takımı. gölge düşmek * bir şey üzerine karaltı inmek, üzerine gölge gelmek. gölge düşürmek * bir şeyin değerini veya ününü azaltacak işler yapmak. gölge etmek * ışığa engel olmak.
* engel olmak.gölge gibi * varlığını belli etmeyen, gizlice. gölge olay * Bir olaya katılan, fakat ona hiçbir etki yapmayan veya başka bir olay tarafından var edilerek ona bağlıkalan
olay.gölge olaycılık * Ruh etkinliğinin bilinçli olmadan da var olabileceğini ileri sürerek bilinci, bir gölge olay sayan felsefe
öğretisi.gölge oyunu * Geriden ışıkla aydınlatılmış bir perde arkasında hareket ettirilen resimlerin gölgelerinden yararlanılarak
oynatılan oyun.gölge tiyatrosu * Saydam bir perde üzerinde, arkadan kuvvetli bir ışıkla aydınlatılan oyuncuların gölgeleriyle yaptıkları
gösteri.gölgecil * Gölgede yetişen veya gölgeyi seven. gölgede bırakmak * ondan daha üstün bir düzeye yükselmek, ondan çok daha başarılı olmak. gölgede kalmak * adısanıpek duyulmamak, ön plâna çıkamamak, daha az ünlü olmak. gölgeleme * Gölgelemek işi. gölgelemek * Gölgeli duruma getirmek.
* Resimde gölge oluşturmak.
* Bir kimsenin veya bir şeyin değerini azaltmak, sönüklük getirmek.gölgelendirme * Gölgelendirmek işi. gölgelendirmek * Gölge etmek, gölgeli yapmak.
* Bulandırmak, bozmak.
* Dinlendirmek.gölgelenme * Gölgelenmek işi. gölgelenmek * Gölgeli duruma girmek. gölgeleyici * Gölge veren, gölgeleme işini yapan. gölgeleyiş * Gölgelemek işi veya biçimi. gölgeli * Gölge altında olan.
* Nitelik ve ayrıntıları iyice bilinmeyen.gölgeli resim * Gölge ile hacim etkisinin verildiği resim. gölgelik * Gölge altında bulunan yer.
* Gölgesinde oturulan tente, çardak gibi herhangi bir şey.gölgesinden korkmak * çok korkak olmak, bir sakınca söz konusu olmayan işlere girişmekten bile korkmak. gölgesine sığınmak * birinin emri altına girmek. gölgesiz * Gölgesi olmayan. gölgeye yatmak * daha önce elde edilen para, makam, ün vb. sığınarak zaman geçirmek veya bundan yararlanmak. gölleme * Göllemek işi. göllemek * Göl durumuna getirmek. göllenme * Göllenmek işi. göllenmek * Akarsu, çukurlarda birikmek, gölcük olmak. gölleşme * Gölleşmek durumu. gölleşmek * Göl hâline gelmek. göllük * Gölü olan yer. gölük * At, eşek, beygir, katır vb. yük taşıyan ve binilen hayvan. gömeç * Bkz. gümeç. gömgök * Her yanımavi, masmavi. gömleğinden (veya gömlekten) geçirmek * evlât olarak kabul etmek, evlât edinmek. gömlek * Vücudun üst kısmına giyilen ince kollu veya yarım kollu, yakalı giysi.
* Kadınların giydikleri ince kumaştan yapılmışkolsuz, yakasız iç çamaşırı, kombinezon.
* Vücudun üst kısmına giyilen iç çamaşırı.
* Kitap kapağına geçirilen kap, kılıf.
* Göbek, batın.
* Beyaz ışık sağlamak için lâmbanın üzerine geçirilen amyanttan kılıf.
* Basamak, kat, derece.
* Dosya kartonu.
* Memeli hayvanlarda bağırsaklarıdıştan saran yağlızar.gömlek değiştirmek * (yılan) üst derisini değiştirmek.
* huy veya düşünce değiştirmek. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 29
girişmek * birbirine karışmak.
* kavgaya tutuşmak.Girit kekiği * Girit adasında yetişen, beyaz tüylü, pembe çiçekli ve çok yıllık bir bitki (Origanum dictamnus). Giritli * Girit adasıhalkından olan kimse. girizgâh * Girişlik, giriş. girme * Girmek işi. girmek * Dışarıdan içeriye geçmek.
* Sığmak.
* Yer almak, katılmak, iltihak etmek.
* (ordu) Almak, fethetmek.
* İncelemek, ayrıntılara inmek.
* Girişmek, başlamak.
* Bulaşmak.
* (zaman anlamlıkavramlar için) Başlamak.
* (ağrı, sancı) Başlamak, saplanmak.
* Yeni bir duruma geçmek, dönüşmek.
* (soyut şeyler için) İyice anlamak, iyice bilmek.
* Kavgaya tutuşmak.
* Başlamak.
* Erişmek, ulaşmak.
* Bir şeyin yapımında, birleşiminde yer almak.
* Yazılmak, başlamak.
* Yemek yemek.girmelik * Bir yere girmek için verilen para, girişücreti. girmesiyle çıkması bir olmak * işi çabucak bitirip çıkmak. gişe * İstasyon, sinema, banka, mağaza ve bazı girişkapılarında bilet veya para alıp verilen, çoğu küçük pencere
biçiminde olan yer.gitar * Genellikle altıtelli, telleri iki parmak arasında çekilerek çalınan bir çalgı, kitara. gitarcı * Gitar çalan kimse. gitarcılık * Gitarcı olma durumu. gitarist * Gitarcı. gitgide * Zaman ilerledikçe, giderek, gittikçe, ileride. gitme * Gitmek işi. gitmek * Bir yere doğru yönelmek.
* Bir yerden veya bir işten ayrılmak.
* Çıkmak, ulaşmak.
* Belli bir amaçla bir yere devam etmek veya bir işle uğraşmak.
* Bir duruma, bir sonuca ulaşmak, varmak.
* Yakışmak, yaraşmak.
* Tüketilmek, harcanmak.
* Götürülmek, gönderilmek.
* Yeter olmak, yetmek, yetişmek.
* Yürümek, yol almak.
* Dayanmak.
* Geçmek.
* Herhangi bir durumda olmak.
* Yok olmak, elden çıkmak.
* Ölmek.
* Başvurmak, yapmak.
* Bir şey zarar görmüşolmak.
* (makine için) İşlemek, çalışmak.
* (bir durum) Sürmek.
* Satılmak.
* değerlendirmek, saymak, karşılamak.gitsin! * emir kiplerinden sonra gelerek buyurulan işin yapılmasından sorunun kapanması istendiğini anlatır. gitti * geçmişzaman kipindeki fiillerden sonra gelerek, istenmeyen bir şeyin yapıldığını, yapılacağını, istenen bir
şeyin olmadığınıveya olmayacağınıanlatır.
* aynı biçimde, fiillerin sonuna gelerek yapılması ilk önce pek istenmeyen bir şeyin kabul edildiğini anlatır.gitti de geldi * yaşayabileceğinden umut kesilecek kadar ağır hastalık geçirip de iyi olanlar için söylenir. gitti gider (dahi gider) * söz konusu olan şeyin bir daha gelmeyeceğini, ele geçmeyeceğini anlatır. gittikçe * Zaman ilerledikçe, gitgide, giderek. giydiği yakışırken eller bakışırken * gençken, güzelken. giydirici * Stüdyolarda başkadın oyuncuların giyimine yardım eden kimse, gardıropçu.
* Oyuncuların giysilerini giydiren kimse, gardıropçu.giydirilme * Giydirilmek işi. giydirilmek * Giydirmek işi yapılmak. giydirip kuşatmak * temiz, yeni üst başyapmak. giydiriş * Giydirmek işi veya biçimi. giydirme * Giydirmek işi. giydirmek * Giymek işini yaptırmak.
* Ağır sözler söylemek, hakaret etmek.giyecek * Giymek için kullanılan her şey, giyim, giysi. giyiliş * Giyilmek işi veya biçimi. giyilme * Giyilmek işi. giyilmek * Giymek işi yapılmak. giyim * Giymek işi.
* Giyme biçimi.
* Giyilen şeylerin tümü, giysi, giyecek.giyim evi * Her türlü giysi satan dükkân veya mağaza, konfeksiyon mağazası. giyim kuşam * Üst baş. giyimi kuşamıyerinde * temiz ve özenli giyinmiş. giyimli * Giyinmiş, giyinik. giyimli kuşamlı * Temiz ve özenle giyinmiş(kimse). giyinik * Giyinmişolan. giyinip kuşanmak * özenle giyinmek. giyiniş * Giyinmek işi veya biçimi. giyinme * Giyinmek işi. giyinmek * Kendi üzerine giymek.
* (giysiyi) Belli bir yerden almak veya belli bir yerde diktirmek.
* (ağır bir söze veya davranışa) Sesini çıkarmadan içerlemek.giyiş * Giymek işi veya biçimi. giyit * Giysi. giyme * Giymek işi. giymek * Örtünüp korunmak için bir şeyi vücuduna geçirmek.
* Ağır söz veya hakareti, küçültücü davranışıses çıkarmadan dinlemek.giyotin * Fransa’da ölüm cezasına çarptırılanların başınıkesmek için kullanılan araç. giysi * Her türlü giyim eşyası, giyecek, elbise, libas, çamaşır. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 30
giz * Sır. giz * Yelken gemilerinde mizana direği denilen kıç direkte eğik duran bayrak sereni. gizem * Aklın erişemediği, açıklanmayan veya çözülemeyen şey, sır. gizemci * Gizemcilik düşünceleri taşıyan (kimse), mistik. gizemcilik * Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle Tanrıkavramında, gerçeğe gönül yoluyla veya bir irade zorlayışıyla
ulaşılabileceğini kabul eden felsefe ve din öğretisi, mistisizm.gizemli * Gizem niteliğinde olan veya içinde gizem bulunan, esrarengiz. gizemsel * Gizemle ilgili, gizeme ilişkin, mistik. gizil * Gizli kalmış, henüz varlığı ortaya çıkmamışolan, potansiyel. gizil güç * Henüz yapılmışdeğil de güç olarak var olan, gerçekleşmeyen ama gerçekleşebilecek olan, imkân
durumunda olan, saklı olan güç, potansiyel.
* Bir iletkenin herhangi iki noktasıarasında bir elektrik akımının ortaya çıkmasına yol açan güç.gizleme * Gizlemek işi. gizlemek * Saklamak, görünmeyecek, belli olmayacak bir yere veya bir duruma koymak.
* Bilerek ve isteyerek bir olguyu haber vermemek.gizlenilme * Gizlenilmek işi. gizlenilmek * Gizlenmek işi yapılmak, saklanmak.
* Gizli tutulmak.gizleniş * Gizlenmek işi veya biçimi. gizlenme * Gizlenmek işi veya durumu. gizlenmek * Kendi kendini gizlemek, saklanmak.
* Gizlenilmek, gizli tutulmak.gizlenmiş * Saklanmış. gizleyiş * Gizlemek işi veya biçimi. gizli * Görünmez, belli olmaz bir durumda olan.
* Başkalarından saklanan, duyurulmayan, saklıkalan, mahrem, mestur.
* Niteliği anlaşılmayan, bilinmeyen.
* Saklı olarak, saklayarak.gizli celse * İlgililerden başkasının katılmasına ve dinlemesine izin verilmeyen duruşma. gizli cemiyet * Gizli örgüt, illegal kurulmuş cemiyet. gizli dernek * Belli sayıda kişilerin illegal faaliyetleri sürdürmek amacıyla kurduklarıdernek. gizli dil * Bazıkişilerin başkalarının anlamadığıve sadece kendilerinin özel anlamlarını bildiği kelimelerle konuştuğu
dil.gizli din * Taşınan veya inanılan din kurallarının hiç kimseye açıklanmadığı, sır gibi saklanan din. gizli din taşımak * din veya inancınıkimseye bildirmemek. gizli duruşma * Adliyede, sadece izinli veya görevli olanların katılabildiği, kamuya kapalıduruşma, gizli celse. gizli gizli * Gizli olarak, saklayarak. gizli kapaklı * Başkalarına duyurulmayan, kimseye haber verilmeyerek yapılan (iş).
* Açık, anlaşılır olmayan (söz, konuşma).gizli oturum * Genellikle ilgililerden başkasının katılmasına, dinlemesine izin verilmeyen toplantı. gizli oy * Bir işlemin herhangi bir kurulun oyuna bağlı olmasıdurumunda oy verecek olanların oylarını gizli olarak
vermeleri yöntemi.gizli polis * Millî Emniyet Teşkilâtı görevlisi.
* Ajan, sivil güvenlik görevlisi.gizli sıtma * Kendini belli etmeyen sıtma.
* Gizlice kötülük eden kimse.gizli şeker * Henüz teşhisi konulmamışveya yüksek düzeyde seyretmeyen şeker hastalığı. gizli tutmak * başkalarına duyurmamak, saklamak. gizli yama * Gözle görülemeyecek kadar özenle yapılmışyama. gizlice * Kimseye göstermeden, kimseye belli etmeksizin, gizli olarak. gizlicilik * Özellikle ruhlar dünyasıyla ve evrenin bilinmeyen güçleriyle ilgili bilgi dünyasına dayalıçeşitli kuramlar,
uygulamalar ve ayinler için kullanılan genel ad.gizliden gizliye * Kimsenin haberi olmadan, kimseye haber vermeden, el altından, kimseye duyurmadan, gizlice. gizlilik * Gizli olma durumu. glâdyatör * Eski Roma’da arenada birbirleriyle veya yırtıcıhayvanlarla dövüşen kimse. glâse * Yumuşak deri.
* Üzerine saydam bir cilâ tabakasıçekilmişolan (eşya).glâsnost * Açıklık, şeffaflık. glâsyolog * Buzul bilimi uzmanı, buzul bilimci. glâsyoloji * Buzul bilimi. glâyöl * Kuzgunkılıcı. glikojen * Karaciğer ve kaslarda bulunan, hidrolizle şeker veren karbonhidrat. glikol * Çok dayanıklıfilmlerin ve bazısentetik kumaşların yapımında kullanılan, birleşiminde iki alkol grubu
bulunan madde, dialkol (CH2 OH-CH2 OH).glikoz * Özellikle üzüm suyunda bulunan karbon, hidrojen ve oksijenden oluşan şeker, üzüm şekeri (CH2-OH-
(CHOH)4-CHO).glikozit * Birçok bitkilerde bulunan glikoz birleşiklerinin genel adı. glikozüri * İdrarda şekerli bir maddenin, özellikle glikozun bulunmasıdurumu. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 31
gliserin * Yağlımaddelerden, sabunlaştırma yoluyla çıkarılan renksiz, tatlışurup kıvamındaki sıvı(CH2 OH-CHOHCH2 OH). global * Toptan, toplam.
* Küresel.globalleşme * Küreselleşme. globalleşmek * Küreselleşmek. globülin * Kanı oluşturan maddelerden biri olan iri moleküllü protein. glokom * Karasu (göz hastalığı). glokoni * Koyu yeşil renkli, hidratlıdoğal demir ve potasyum silikat. glüten * Katıcisimlerin parçalarını birbirine yapıştıran madde.
* Tahıl unlarından nişasta çıkarıldıktan sonra geri kalan albüminli madde.glüten ekmeği * Şeker hastalığı olanlar için yapılan nişastasız ekmek. glüten tutkalı * Hayvanların deri, kemik, sinir vb. artıklarından elde edilen genellikle sıcak olarak kullanılan bir yapıştırıcı
türü.gnays * Kuvars, mika ve feldspattan birleşmişkayaç. goblen * Kanaviçe veya telleri sayılabilecek türde kumaşüzerine renkli iplikle yapılan özel bir işleme.
* Bu tür işlenmiş(kumaş).gocuk * Tek parça hayvan postundan yapılan ceket.
* İçi kürk, pelüş, vb.den yapılan kalın ceket.gocuklu * Gocuğu olan. gocundurma * Gocundurmak işi. gocundurmak * Gocunmasına sebep olmak. gocunma * Gocunmak işi. gocunmak * Bir şeyden alınmak, çekinmek, kaçınmak. gofret * Üzeri petek biçiminde, bisküviye benzer tatlı, hafif bir yiyecek. gol * Çift kale ile oynanan futbolda, voleybolda veya hentbolda topun kaleye sokulmasıyla kazanılan sayı. gol atmak * topun karşıtakımın kalesine girmesini sağlamak. gol kaçırmak * uygun durumda olmasına rağmen karşıtakımın kalesine topu sokamamak. gol olmak * top kaleye girmek. gol toto * Futbol maçlarındaki en çok gollü sonuçlarıönceden kestirip para ödülü kazanmak temeline dayanan bir
oyun.gol yapmak * topu karşıtakım kalesine sokarak sayıkazanmak. gol yemek * topun, kendi kalesine girmesine engel olamamak. golcü * Çok gol atan oyuncu. golf * Ufak bir topu özel sopalarla çelerek, değişik engelleri aşarak, belli bir deliğe sokmak amacıyla geniş,
çimenlerle kaplı bir alanda, açık havada oynanan bir oyun.golf pantolon * Paçaları büzgülü bacak bölümü daha genişpantolon. golfçü * Golf oynayan kimse. golfstrim * Atlas Okyanusunda, Meksika körfezinden başlayarak Britanya ve İskandinavya kıyılarına kadar ulaşıp
Avrupa Rusya’sının kuzey kıyılarına kadar gelen ve BatıAvrupa’nın deniz iklimini yumuşatan sıcak su akıntısı.gollük * Gol olmaya elverişli, gol olabilecek. gomalak * Alkolde eriyen hayvanî reçine. gonca * Henüz açılmamışveya açılmak üzere olan çiçek, tomurcuk. gondol * Genellikle Venedik’te kullanılan, ayakta, kıç tarafta tek kürekle yürütülen, 10 m uzunluğunda, yassıve iki
başıyukarıya kıvrık kayık.gondolcü * Gondol çalıştıran kimse. gonk * Keçe veya bez kaplı bir tokmakla vurularak titreşmesi sağlanan bir kurstan oluşan vurgulu çalgı.
* Boksta her raundun başlangıç ve bitimini bildiren ses verici araç.gonokok * Bel soğukluğu mikrobu. goril * Afrika’nın Ekvator bölgesinde ormanlarda yaşayan, insanımsıların en iri ve en güçlüsü (Gorilla gorilla).
* Koruyucu.goşist * Goşizm yanlısı olan (kimse veya tutum), aşırısolcu, ihtilâlci solcu. goşizm * Aşırısolculuk, ihtilâlci solculuk. gotik * Gotlarla ilgili. gotik harfler * İlk basım denemelerinde kullanılmışolan köşeli harfler. gotik sanat * Temel özelliği sivrilik olan, XII. yüzyıldan sonra Rönesans’a kadar Avrupa’da gelişen sanat ve mimarlık
üslûbu.Gotlar * Orta Çağda Orta Avrupa’da yaşayan bir ulus. goygoycu * Arap takviminin Muharrem ayında kapıkapıdolaşarak ve ilâhîler okuyarak dilenen kimse.
* Dilenci.
* Boşu boşuna, bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuşan (kimse).goygoyculuk * Goygoycunun yaptığı iş. göbeği biriyle bağlı(veya beraber kesilmiş) * her zaman birlikte bulunan, birbirinden ayrılmayan kimseler için kullanılır. göbeği çatlamak * birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak. göbeği düşmek * göbek deliğinin kapanmamasından fıtık oluşmak. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 32
göbeği sokakta kesilmiş * evde durmayıp hep sokaklarda gezen, sürtük. göbeğini kesmek * çocuğun göbeğiyle etene arasındaki damar örgüsünü kesmek.
* birini çok eskiden beri tanımak, bilmek.göbek * İnsan ve memeli hayvanlarda göbek bağının düşmesinden sonra karnın ortasında bulunan çukurluk.
* Dölütte, yumurtanın dölüt dışında kalan bölümlerle ilişkisini sağlayan organların çıktığıyer.
* Yağbağlamışşişman karın.
* (şehir, ülke vb. için) Orta kısım.
* Bazısebze ve meyvelerin ortası.
* Kuşak, nesil, batın.
* Bahçe, halı, tavan, tepsi gibi süslü şeylerin ortalarındaki biçim.
* Hızıazaltarak trafiği yönetmek amacıyla bir kavşağın girişine yerleştirilen çember veya üçgen biçimindeki
ada.
* Ön ve arka tekerlerin ortasına oturtulmuşmil üzerinde dönen ve teker tellerinin takılmasına yarayan parça.
* Kağnıtekerleğinin ortası, araba tekerleğinin dingil geçen yeri.
* Değirmen taşının ortası.
* Kilitleme sistemlerinde, anahtar dişlerinin tam olarak birbirine oturduğu pirinç yuva.göbek adı * Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad. göbek atmak * karnını hareket ettirerek oynamak.
* çok sevinmek.göbek bağı * Yeni doğan çocuğun göbeği kesildikten sonra geri kalan damar örgüsüne (kan gelmemesi için) bağladıkları
bağ.
* Bir bitkide yumurtacığıyumurtalığın etenesine bağlayan kordon.göbek bağlamak (veya salıvermek) * şişmanlayarak karnı büyümek, göbeklenmek. göbek çalkamak (veya çalkalamak) * göbeğini sağa sola hareket ettirerek oynamak. göbek dansı * Daha çok göbek ve kalça sallamak veya kıvırmakla yapılan dans. göbek havası * Sanat değeri olmayan, hafif, eğlenmek amacıyla çalınan veya söylenen oyun havaları.
* Çok eğlenceli durum.göbek odunu * Ağaç gövdesinin diğer bölümlerine göre farklıözellik gösteren iç odun bölümü. göbek otu * Yapraklarıetli; otsu bir bitki (Umbilicus pendulinus). göbek taşı * Hamamlarda, terlemek için üzerine uzanılan ve alttan ısıtılan genişmermer seki. göbeklenme * Göbeklenmek işi. göbeklenmek * Karnıyağlanıp şişmanlamak.
* (marul, lâhana için) Yaprakları büyüyüp sıklaşmak.göbekli * Karnıyağlanıp şişmanlamış.
* (marul, lâhana için) Yaprakları büyüyüp sıklaşmış.göbel * Babası belli olmayan çocuk, piç.
* Kimsesiz, başı boşçocuk.
* Çocuk.
* Sınırlarıayırmak için tarla kenarlarında yapılan toprak tepecikler.göbelek * Yenilen bir çeşit mantar. göbelez * Köpek yavrusu. göce * Tarhana, bulgur yapmak için kullanılan kabuğu soyulmuşve kırılmış buğday.
* Yarılmışve kırılmış bulgurdan yapılan çorba.göcen * Tavşan yavrusu.
* Kedi, köpek yavrusu.
* Domuz yavrusu.göç * Ekonomik, toplumsal veya siyasî sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir
yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, muhaceret.
* (evden eve) Taşınma, nakil.
* Göç sırasında taşınan ev eşyaları.
* Kuşların, geyiklerin, yarasaların, bazı balık ve böceklerin mevsim, iklim, besin miktarıvb.ye göre çevre
değiştirmeleri.göç etmek (veya eylemek) * oturduğu yerden başka bir yere gidip yerleşmek, göçmek.
* ölmek.göçebe * Değişik şartlara bağlı olarak belli bir yöre içinde çadır, hayvan ve öteki araçlarla yer değiştiren, yerleşik
olmayan (kimse veya topluluk), göçer.
* (bazıhayvanlar için) Mevsimlere göre ülke veya yer değiştiren.göçebeleşme * Göçebeleşmek işi veya durumu. göçebeleşmek * Göçebe durumuna gelmek. göçebelik * Göçebe olma durumu.
* Bir toplumsal birliğin, yaşamak için gerekli kaynaklarıelde edebilmek üzere düzenli aralıklarla yer
değiştirme gelenek veya alışkanlığında olması.göçelge * Göçülen yer. göçer * Göçebe. göçer konar * Göçebe bir yaşam süren, sürekli bir yere yerleşemeyen, göçer. göçeri * Sürekli yer değiştiren, göç etmekten hoşlanan. göçerme * Göçermek işi.
* Bitkileri yerinden çıkarıp başka yere dikme.göçermek * Bir kimseden diğer kimseye geçirmek, havale etmek, devretmek.
* Bitkileri yerinden, çıkarıp başka yere dikmek, değiştirmek, göçürmek.göçertme * Göçertmek işi. göçertmek * Bir şeyin çökmesine sebep olmak. göçken * Bkz. göcen. göçkün * Göçecek duruma gelmiş.
* Göçebe.
* Yaşı ilerlemiş(kimse), çok yaşlı(kimse).göçme * Göçmek işi. göçmek * Yerleşmek amacıyla mahalle, köy, şehir veya ülke değiştirmek.
* (bazıhayvanlar) Sıcak iklimli ülkelere gitmek.
* Çökmek.
* Ölmek, yok olmak.
* Oturmak.göçmen * Kendi ülkesinden ayrılarak, yerleşmek için başka ülkeye giden (kimse, aile veya topluluk), muhacir.
* Sıcak iklimli ülkelere giden (hayvan).göçmenleşme * Göçmenleşmek işi veya durumu. göçmenleşmek * Göçmen durumuna girmek. göçmenleştirme * Göçmenleştirmek işi. göçmenleştirmek * Göçmen durumuna getirmek. göçmenlik * Göçmen olma durumu, muhacirlik. göçü * Toprak kayması, kayşa, heyelân. göçücü * Mevsimine göre yer değiştiren (hayvan). göçük * Çökmüş, göçmüş(yer).
* Çökmüş, kaymıştoprak, çöküntü, yıkıntı.
* Kaya veya cevherin kendi kendine yer altına doğru çökmesi.göçüm * Bazıkimyasal maddelerin veya ışık, ısı, elektrik gibi güçlerin etkisiyle protoplâzmanın yanaşma veya
uzaklaşma biçiminde olan yer değiştirmesi, taksi (II).göçüp gitmek * ölmek. -
Türkçe Sözlük G Sayfa 25
gıcıklama * Gıcıklamak işi. gıcıklamak * Gıcık oluşturmak, kaşındırmak.
* Kuşkulandırmak.
* Cinsî istek uyandırmak.gıcıklanma * Gıcıklanmak işi. gıcıklanmak * Gıcık duymak.
* Kuşkulanmak, huylanmak.
* Cinsî istek uyanmak.gıcıklayış * Gıcıklanmak işi veya biçimi. gıcır * Sakıza kıvamınıarttırmak için katılan, kauçuk cinsinden bir madde.
* Yeni.gıcır gıcır * Sert şeylerin birbirine sürtünmesinden çıkan sesi anlatır.
* Tertemiz, yepyeni, pırıl pırıl (olarak).gıcır gıcır etmek * gıcırtısesi çıkarmak. gıcırdama * Gıcırdamak işi. gıcırdamak * Gıcırtıçıkarmak. gıcırdatma * Gıcırdatmak işi. gıcırdatmak * Gıcırtıçıkarmasına yol açmak. gıcırdayış * Gıcırdamak işi veya biçimi. gıcırı bükme * hemen yetiştirilen.
* zoraki.
* zorla ve çabucak.gıcırtı * Sert nesnelerin sürtünmesi sonucu çıkan ses, gıcırdama sesi.
* İleri geri söylenme, tepki gösterme, protesto.gıcırtılı * Gıcırtısı olan. gıcırtısız * Gıcırtısı olmayan. -gıç / -giç, -guç / -güç * Fiilerden isim ve sıfat türeten ek: dal-gıç, bil-giç; bas-kıç, del-giç vb. gıda * Besin. gıda rejimi * Gıdaya bağlırejim. gıdaklama * Gıdaklamak işi. gıdaklamak * (tavuk) Kesik kesik bağırmak. gıdaklayış * Gıdaklamak işi veya biçimi. gıdalı * Besini olan, besinli. gıdasız * Besini olmayan, yeterli besin alamayan, besinsiz. gıdasızlık * Besinsizlik. gıdı gıdı * Çocukları gıdıklar veya güldürürken söylenen söz. gıdık * Çene altı, gerdan. gıdıklama * Gıdıklamak işi. gıdıklamak * Vücudun bazıyerlerine dokunarak birinde ürperme veya gülerek kaçınma ile beliren bir sinir tepkisi
uyandırmak.
* Eğlendirici, hoşa giden sözler söylemek.gıdıklanma * Gıdıklanmak işi. gıdıklanmak * Gıdıklamak işi yapılmak. gıdıklayış * Gıdıklamak işi veya biçimi. gıdım * Küçük parça, bir miktar. gıdım gıdım * Azar azar, yavaşyavaş. gı gı * (çocuk dilinde) Çene altı. gık * Bazıdeyimlerde geçen yansıma bir söz. gık dedirtmemek * ses çıkarmasına fırsat vermemek. gık demek * ses çıkarmak; karşıçıkmak, yakınmak. gık dememek (veya gıkıçıkmamak) * hiç sesini çıkarmamak, karşıçıkmamak, yakınmamak. gıldır gıldır * Tok ve yüksek bir ses çıkararak. gıllı gış * Bkz. gıllügiş. gıllı gışlı * Bkz. gıllügişli. gıllı gışsız * Bkz. gıllügişsiz. gıllügiş * Kin, gizli ve kötü amaç. gıllügişli * Gizli amaçlı, kandırıcı. gıllügişsiz * Gizli amacı olmayan, inandırıcılık ve kandırıcılıktan uzak. -gın/ -gin, -gun/ -gün * Fiilerden sıfat türeten ek. gına * Zenginlik, bolluk.
* Bıkma, usanma.gına gelmek * usanmak, bıkmak.