Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük H Sayfa 55

    hoyrat * Kaba, kırıcıve hırpalayıcı.
    * Güneydoğu Anadolu’da ve Irak’taki Türkler arasında tek başına söylenen bir çeşit ezgili deyiş.
    hoyratça * Kaba (bir biçimde).
    hoyratlık * Hoyrat olma durumu.
    * Hoyratça davranış.
    hoyratlık etmek * hoyratça davranmak.
    hoyuk * Bostan korkuluğu.
    hozalma * Hozalmak işi.
    hozalmak * Kibirlenmek, burnu büyümek.
    hozan * Dinlenmeye bırakılmış, birkaç yıl işlenmemiştarla.
    hödük * Görgüsüz, kaba, anlayışıkıt (kimse).
    * Korkak, ürkek.
    hödükçe * Hödük gibi, görgüsüzce.
    hödükleşme * Hödükleşmek biçimi.
    hödükleşmek * Hödükçe davranmak.
    hödüklük * Hödük olma durumu.
    * Hödükçe davranış.
    hödüklük etmek * görgüsüzce ve kaba davranmak.
    höl * Yaşlık, nem.
    höllük * Bazıyerlerde kundak çocuklarının altına bez yerine konulan toprak.
    höpürdetme * Höpürdetmek işi, hopurdatma.
    höpürdetmek * Bir şey içerken ses çıkarmak, hopurdatmak.
    höpürtü * Höpürdetmek biçimi ve tarzı.
    höpürtülü * Höpürtü ile ses çıkarma.
    hörgüç * Devenin sırtındaki tümsek, çıkıntı.
    * Hörgüce benzeyen tümsek, çıkıntı.
    hörgüçlü * (deve için) Hörgücü olan.
    höst * At, katır, sığır gibi hayvanları, özellikle öküzü durdurmak için çıkarılan ses.
    * Bir kimseyi uyarmak için kullanılan kaba seslenme.
    höşmerim * Tuzsuz taze peynirden nişasta, pirinç unu konarak yapılan bir helva.
    höt * Korkutmak veya dikkati kendi üzerine çekmek için söylenir.
    höt demek * göz dağıvermek, korkutmak.
    höykürme * Höykürmek işi.
    höykürmek * Tarikattaki kimseler dua ederken kendilerinden geçerek hep bir ağızdan yüksek sesle bağrışmak.
    höyük * Tarih boyunca türlü sebeplerle yıkılan yerleşme bölgelerinde, yıkıntıların üst üste birikmesiyle oluşan ve
    çoğu kez içinde yapıkalıntılarının gömülü bulunduğu yayvan tepe.
    * Toprak yığını, küçük tepe.
    Hristiyan * İsa Peygamber’in dininden olan kimse, İsevî, Nasranî.
    * Hristiyanlarla ilgili, Hristiyanlara özgü olan (şey).
    Hristiyanlaşma * Hristiyanlaşmak işi.
    Hristiyanlaşmak * Hristiyan olmak, Hristiyanlığıkabul etmek.
    Hristiyanlaştırma * Hristiyanlaştırmak işi.
    Hristiyanlaştırmak * Bir kimse veya topluluğu Hristiyan dinine sokmak, Hristiyan yapmak.
    Hristiyanlık * Hristiyan dini, İsevîlik, Nasranîlik.
    * Hristiyan dünyası.
    * Hristiyan olma durumu.
    hristo * “Çaprazlama yapılan teyel” anlamına gelen hristo teyeli tamlamasında geçer, kaz ayağı.
    hristo teyeli * Kaz ayağı.
    hu * “Neredesin!, bana bak” anlamında daha çok kadınlar tarafından kullanılan seslenme sözü.
    * Dervişler arasında seslenme sözü.
    * (büyük H ile) Tanrı.
    hu çekmek (veya demek) * (tekkelerde, dervişler arasında) ayin sırasında sürekli olarak hu demek.
    hububat * Tahıl.
    Huda * Tanrı.
    huda * Hile, düzen.
    hudayinabit * Kendi biten, kendi kendine yetişen (bitki).
    * Başı boş büyümüş(kimse).
    * Eğitim görmemiş, kendi kendini yetiştirmişolan (kimse).
    hudut * Sınır.
    * Uç, son.
    hudut boyu * Sınır boyu.
    hudut dışı * Sınır ötesi, sınır dışı.
    hudut dışıetmek * sınır dışıetmek, ülkeden dışarıçıkarmak.
    hudutlandırma * Hudutlandırmak işi.
    hudutlandırmak * Sınırlandırmak, sınır çekmek.
    hudutlu * Sınırlı, sınırlanmış.
    * Sınırsız, sonsuz.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 56

    hudutsuz * Sınırsız.
    huğ * Çubuk veya kamıştan yapılmış bağve bahçe kulübesi.
    hukuk * Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze.
    * Bu yasalarıkonu alan bilim.
    * Yasaların ceza ile ilgili olmayıp alacak verecek gibi davaları ilgilendiren bölümü.
    * Haklar.
    * Ahbaplık, dostluk.
    hukukçu * Hukuku meslek edinen, hukukla uğraşan (kimse).
    hukukçuluk * Hukukçu olma durumu.
    hukuken * Hukukî olarak.
    hukukî * Hukuk ile ilgili, tüzel.
    hukukî metroloji * Metrolojinin, hukukî konuların gerektirdiği durumlarda, ölçme metotları, ölçme birimleri ve ölçme aletleri
    ile ilgili olan kısmı.
    hukuklu * Hukuk fakültesi öğrencisi olan (kimse).
    hukuksal * Hukukî.
    hukuksuzluk * Hukuksuz olma durumu.
    hulâsa * Özet, fezleke.
    * Öz.
    * Herhangi bir maddenin, alkol, eter gibi bir eritici ile ayrılmışveya başka bir yol ile elde edilmişetkili özü.
    * Kısacası, sözün kısası.
    hulâsa etmek * özetlemek.
    hulâsaten * Özet olarak, kısaca.
    huligan * Holigan.
    hulliyat * Kadın süs eşyası, asım takım, takı.
    hulûl * Gelme, gelip çatma.
    * Girme, sinme.
    * Geçişme, ozmos.
    * Tanrıruhunun herhangi bir bedene girdiğine inanmak.
    hulûl etmek * girmek, dahil olmak.
    hulûs * Gönül temizliği.
    hulûs çakmak * dalkavukluk etmek, yaranmaya çalışmak.
    hulûskâr * Temiz duygulu, içten.
    * Dalkavuk, şakşakçı.
    hulûskârlık * Temiz duygululuk, içtenlik.
    * Dalkavukça davranış.
    hulya * Kuruntu.
    * Tatlıdüş, hayal.
    hulyalaşma * Hulyalaşmak durumu.
    hulyalaşmak * Hulya durumuna gelmek.
    hulyalaştırma * Hulyalaştırmak biçimi.
    hulyalaştırmak * Hulya durumuna getirmek.
    hulyalı * Hayal kuran veya insanıhayal kurmaya sürükleyen.
    hulyaya dalmak * hayal kurmak.
    humar * İçki veya uyku sersemliği.
    humbara * Demir veya tunçtan dökülmüş, yuvarlak ve boşolan içine patlayıcımaddeler doldurulup havan topu veya
    el ile atılan yuvarlak bir tür bomba, kumbara.
    humbara ocağı * Humbara yapan veya savaşta humbara kullanan bölük.
    humbaracı * Humbara kullanan asker, kumbaracı.
    humbarahane * Humbara yapılan fabrika, kumbarahane.
    * Humbaracıyetiştirmek amacıyla 1739’da açılan ilk Türk askerî okullarından biri.
    humma * Ateşli hastalık.
    * Sıtma.
    hummalı * Humması olan.
    * Sürekli, sıkı, yoğun, hararetli.
    humus * Bitkilerin çürümesiyle oluşan koyu renkte organik toprak.
    humus * İyice ezilmişnohut, tahin ve baharatla hazırlanan bir yemek.
    hun * Kan.
    hunhar * Kana susamış, kan dökücü.
    hunharca * Hunhara yakışır bir biçimde.
    hunharlık * Kan dökücülük, zalimlik.
    huni * Bir sıvıyıağzıdar bir kaba aktarmak için kullanılan koni biçimindeki araç.
    * Ağızlık.
    hunnak * Boğak, anjin.
    hunriz * Kan dökücü, kanlı.
    hura * Bkz. hurra.
    hurafe * Dine sonradan girmiş boşinanç.
    hurç * Genellikle yelken bezinden veya meşinden yapılmış büyük heybe.
    hurda * Parçalanmış, döküntü durumuna gelmiş.
    * İşe yarayamayacak derecede bozulup sakatlanmış, zarar görmüş.
    * Eski maden parçası.
    hurdacı * Hurda alıp satan kimse.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 57

    hurdacılık * Hurdacının yaptığı iş.
    hurdahaş * Onarılamayacak biçimde kırılıp parçalanmış, paramparça.
    hurdahaşetmek * kırıp dökmek, parçalamak.
    hurdahaşolmak * kırıp dökülmek, paramparça olmak.
    * aşırıölçüde yorulmak.
    hurdalık * Hurda yığınıveya hurdanın atıldığıyer.
    hurdasıçıkmak * (eşya için) kullanılmayacak duruma gelmek, eskimek.
    hurdaya çevirmek * işe yaramaz duruma getirmek.
    huri * Cennette yaşadığına inanılan kızlara verilen ad.
    huri gibi * çok güzel (genç kadın).
    hurma * Hurma ağacının yemişi.
    hurma ağacı * Palmiyegillerin eski çağlardan beri Kuzey Afrika’da kültürü yapılan örnek bitkisi (Phoenix dactylifera).
    hurma tatlısı * Hurma biçimi verilerek yapılan bir çeşit hamur tatlısı.
    hurmalık * Hurma ağacıçok olan yer.
    hurra * Batılıulusların “yaşa!” anlamında kullandıklarıünlem.
    huruç * Çıkma, çıkış.
    * Göç.
    hurufat * Harfler.
    * Basımda, baskı işinde kullanılan metal veya başka bir maddeden yapılmışharf, rakam veya başka işaret
    kalıpları.
    * Dizgi işinde kullanılan harf türlerinin bütünü.
    Hurufî * Hurufîliğe mensup olan kimse.
    Hurufîlik * Kur’an’ın harflerinden birtakım anlam ve yargılar çıkaran bir mezhep.
    huruşan * Coşkun.
    husuf * Ay tutulması.
    husul * Olma, oluş, oluşma, meydana gelme.
    husul bulmak * olmak, oluşmak, doğmak, çıkmak, meydana gelmek.
    husumet * Hasım olma durumu, düşmanlık, yağılık, hasımlık.
    husumet beslemek * hasım olmak, düşman olmak.
    husumetkâr * Düşmanlık besleyen, kin güden (kimse).
    husus * Konu, madde.
    * Özellik, yön.
    hususî * Özel.
    * Özel olarak, özel bir biçimde.
    hususiyet * Özellik.
    * İleri derecede tanışıklık, ahbaplık, yakınlık.
    hususuyla * Özellikle, hele.
    husye * Er bezi, testis.
    huş * Gürgengillerden, kerestelik bir ağaç cinsi (Betula).
    huşu * Alçak gönüllülük.
    * Tanrı’ya boyun eğme, gönlü korku ve saygı ile dolu olma.
    huşunet * Sertlik, kabalık, kırıcılık.
    hutbe * Cuma ve bayram namazlarında minberde okunan dua ve verilen öğüt.
    hutut * Çizgiler.
    huy * İnsanın yaradılışve ruh özelliklerinin bütünü, mizaç, tabiat.
    * İçgüdü durumunu almışalışkanlık.
    huy canın altındadır * doğuştan gelen özellikler değiştirilemez.
    huy edinmek * (bir şeyi) alışkanlık durumuna getirmek.
    huylandırma * Huylandırmak işi.
    huylandırmak * Huylanmasına sebep olmak, huylanmasına yol açmak.
    huylanış * Huylanma biçimi.
    huylanma * Huylanmak işi.
    huylanmak * Kuşkulanmak, işkillenmek, pirelenmek, tedirgin olmak.
    * (hayvan) Ürküp sinirlenmek.
    huylu * (herhangi bir nitelikte) Huyu olan.
    * İşkilli, kuşkulu.
    * (binek hayvanları için) Ürkek, sinirli.
    huysuz * Huyu iyi olmayan, geçimsiz, şirret.
    huysuzca * Biraz huysuz; huysuz (bir biçimde).
    huysuzlanış * Huysuzlanmak işi veya biçimi.
    huysuzlanma * Huysuzlanmak işi.
    huysuzlanmak * Huysuzluk etmek, huysuzca davranmak.
    huysuzlaşma * Huysuzlaşmak işi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 52

    hop hop * Bir davranışıengellemek veya uyarmak amacıyla söylenir.
    hop oturup hop kalkmak * öfke, heyecan vb. duygular sebebiyle yerinde duramaz olmak.
    hoparlör * Elektrik dalgalarınıses dalgasına çeviren ve gerektikçe sesi yükselten alet.
    * Radyo, pikap, teyp vb. araçlarda sesi işitilebilecek duruma getiren alet.
    hoparlörlü * Hoparlörü olan.
    hoparlörsüz * Hoparlörü olmayan.
    hoplama * Hoplamak işi.
    hoplamak * Sevinçten, korkudan veya oyun için, bulunduğu yerde havaya doğru fırlamak.
    * Büyük bir istekle.
    hoplatılma * Hoplatılmak işi.
    hoplatılmak * Hoplatmak işi yapılmak.
    hoplatış * Hoplatmak işi veya biçimi.
    hoplatma * Hoplatmak işi.
    hoplatmak * Hoplamasını sağlamak.
    * Çocuğu koltuklarından tutup hafifçe havaya fırlatarak eğlendirmek.
    hoplaya zıplaya * Büyük bir sevinçle.
    hoplayış * Hoplamak işi veya biçimi.
    hoppa * Yaşına uymayan hafiflikler yapan, delişmen, serbest, koket, ağırbaşlıkarşıtı.
    hoppaca * Hoppaya yaraşır (biçimde), hoppa gibi.
    hoppadak * Hemen.
    hoppala * Küçük çocuklar atlarken onlarıyüreklendirmek için söylenir.
    * Şaşma ile birlikte kınama anlatır.
    * Bebeklerin içine konup zıplayarak eğlenmelerini sağlayan yaylıaraç.
    hoppala bebek * Çocukça davranışları olan kimselere söylenir.
    hoppalık * Hoppa olma durumu veya hoppaca davranış.
    hoppalık etmek * hoppaca davranışlarda bulunmak.
    hopurdatma * Höpürdetme.
    hopurdatmak * Höpürdetmek.
    hor * Değersiz, önemi olmayan, aşağı.
    hor bakmak (veya görmek) * değersiz saymak, değer vermemek.
    hor görmek * bir kimseye değersiz gözüyle bakmak.
    hor kullanmak * dikkat etmeyerek hoyratça kullanmak.
    hor tutmak * birine karşıküçümseyici, incitici davranışlarda bulunmak.
    hora * Birçok kişi tarafından el ele tutuşarak oyun müziği eşliğinde oynanan bir halk oyunu.
    hora geçmek * beğenilmek, hoşa gitmek, makbule geçmek, kendisine verilen kimsenin çok işine yaramak.
    hora tepmek * hora oynamak.
    * ayaklarınıvurarak gürültü etmek.
    horanta * Aile halkı.
    horasan * Kiremit ve tuğla tozlarının kireç ve su ile karıştırılmasından elde edilen bir çeşit harç.
    horasanî * Üst bölümü sarıktan taşacak biçimde yapılmışhoca kavuğu.
    Horasanlı * Horasan halkından olan kimse.
    horhor * Gür ve ses çıkararak akan su.
    horlama * Horlamak işi (I) (II).
    horlamak * Uyku sırasında soluk alırken boğaz ve burundan gürültülü sesler çıkarmak.
    horlamak * Birinin gönlünü incitircesine davranmak.
    horlanış * Horlanmak işi veya biçimi.
    horlanma * Horlanmak işi.
    horlanmak * Hor görülmek.
    horlayış * Horlamak işi veya biçimi.
    hormon * İç salgı bezlerinden kana geçen ve organların işlemesini düzenleyen adrenalin, insülin, tiroksin gibi uyarıcı
    maddelerin genel adı.
    * Hormon görevinde kullanılan yapay madde.
    hornblent * Doğal alüminyum, kalsiyum, demir ve magnezyum silikatından oluşmuş, koyu yeşil veya kara renkte parlak
    bir amfibol türü.
    horon * Karadeniz bölgesinde kemençe ile oynanan halk oyunu.
    horon tepmek * horon oyununu oynamak.
    horoz * Tavukgillerden, tavuğun erkeği olan kümes hayvanı.
    * Ateşli silâhlarda çakmak taşına veya merminin kapsülüne vurmaya yarayan metal parça.
    * Kapızembereğinin mandalı.
    * Kabadayıerkek.
    horoz ağırlık * Güreş, boks ve halterde 51-57 kg olarak tespit edilmişağırlık sınıfı, horoz siklet.
    horoz akıllı * Akılsız.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 53

    horoz dövüşü * Özel olarak yetiştirilmişiki horozun eğlence ve yarışma amacıyla dövüştürülmesi.
    * Çömelik duruşta karşılıklı iki kişinin elleriyle itişmeleri.
    horoz evlenir, tavuk tellenir * yeri yokken başkasının sevincine katılanlar için söylenir.
    horoz fasulyesi * Bir tür fasulye.
    horoz gibi * kabadayıca davranan erkekler için kullanılır.
    horoz ibiği * Horozun tepesinde bulunan etli kırmızıkısım.
    * Bkz. horoz ibiği.
    * (renk) Koyu, pembe, kırmızı.
    horoz ibiği * Horoz ibiğigillerden, kırmızıçiçekleri horoz ibiğini andıran bir süs bitkisi (Amaranthus).
    horoz kafalı * Horoz akıllı.
    horoz karası * Bir çeşit üzüm.
    horoz mantarı * Yenilebilen bir cins mantar (Cantherellus cibarius).
    horoz ölür, gözü çöplükte kalır * yaşanılmış, alışılmış, erişilmiş bir durum veya makam yitirildikten sonra, yine o durum veya makamda gözü
    kalan kimseler için söylenir.
    horoz siklet * Horoz ağırlık.
    horoz şekeri * Horoz biçiminde, çeşitli renklerde yapılmış, ince tahta çubuğa takılıp satılan şeker.
    horoz vakti * Sabahın erken saati.
    horozayağı * Tüfekten boşkovanıçıkarmaya yarayan burgu.
    horozbina * Horozbinagillerden, sırt yüzgeci uzun ve geniş, küçük bir balık (Blemnius).
    horozbinagiller * Örnek hayvanıhorozbina olan, kayalık deniz kıyılarında yaşayan kemikli balıklar familyası.
    horozcuk otu * Turpgillerden, eskiden kuduzun ilâcısanılan, ıtırlı bir dağbitkisi, yaban teresi (Lepidium campestre).
    horozdan kaçmak * (kadın için) erkeklerden uzak durmak, onlardan kaçmak.
    horozgözü * Maydanozgillerden, beyaz veya pembe çiçekli bir bitki (Seseli tortuosum).
    horozibiğigiller * Ispanaklar takımından, örneği horozibiği olan bitki familyası.
    horozlanış * Horozlanmak işi veya biçimi.
    horozlanma * Horozlanmak işi.
    horozlanmak * Kabadayıtavrıtakınmak, çalım satmak.
    horozlar ötmek * sabah olmak.
    horozlaşma * Horozlaşmak işi.
    horozlaşmak * Kabadayılaşmak, kabadayı gibi davranmak.
    horozu çok olan köyde sabah geç olur * karışanıçok olan işlerden güç sonuç alınır.
    horst * Çöküntü hendeğinin yanındaki çıkıntılar.
    hortlak * Mezardan çıkarak insanlarıkorkuttuğuna inanılan yaratık, hayalet.
    hortlama * Hortlamak işi.
    hortlamak * (yanlış bir inanışa göre) Ölü mezardan çıkmak.
    * Herhangi bir sorun yeniden ortaya çıkmak.
    hortlatma * Hortlatmak işi.
    hortlatmak * Hortlamak işi yapılmak.
    hortum * Filde ve bazı böceklerde boru biçiminde uzamışağız veya burun bölümü.
    * Tulumba veya musluklara takılan genellikle plâstikten uzun boru.
    * Hava veya suyun hızla dönüp sütun biçiminde yükselmesiyle oluşan, alanıdar bir siklon çeşidi.
    hortum gibi * çok uzun (burun).
    hortum sıkmak * (yangına) su sıkmak.
    hortumlu * Hortumu olan.
    hortumlu böcekler * Eşkanatlıları, yarım kanatlıları, tahta kurularını içine alan, kan veya öz su emici birçok asalak türü bulunan
    böcekler topluluğu (Rhynchota).
    hortumlular * Pek çok türünün nesli tükenmişolan, günümüzde filleri içine alan memeli hayvanlar alt takımı.
    horul horul * Horlama sesi çıkararak.
    horuldama * Horuldamak işi.
    horuldamak * Horlamak (I).
    horuldayış * Horuldama biçimi.
    horultu * Horuldama sesi.
    hostes * Taşıtlarda ve özellikle uçaklarda yolcu ağırlayan genç kadın.
    * (bir toplulukta, kongrede vb. yerlerde) Katılanlarıağırlayan, onlara kılavuzluk eden genç kadın.
    hosteslik * Hostes olma durumu.
    * Hostesin görevi.
    hoş * Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren.
    * Bununla birlikte.
    * Beğenilen, duyguları okşayan bir biçimde.
    hoş bulduk * “hoşgeldiniz” sözüne verilen karşılık.
    hoşgeldiniz * gelene söylenen esenleme sözü.
    hoşgörmek (veya karşılamak) * gücenilecek veya karşılık verilecek bir davranışıhoşgörü ile karşılamak, anlayışla karşılamak, kusur
    saymamak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 54

    hoştutmak * birine iyi ve sevecenlikle davranmak.
    hoşa gitmek * beğenilmek, bir kişiden veya bir şeyden hoşlanmak.
    hoşaf * Şeker şurubunda, bütün veya dilimler durumunda kaynatılmışmeyve, komposto.
    hoşaf gibi * çok yorgun.
    hoşafın yağıkesilmek * söyleyecek söz, verecek karşılık veya yapacak bir şey bulamayacak bir duruma düşmek.
    hoşafına gitmek * hoşuna gitmek.
    hoşaflık * Hoşaf yapmaya ayrılmışveya elverişli.
    * Güçsüzlük, dermansızlık.
    hoş beş * Buluşanlar arasında hatır sormak amacıyla söylenen ilk sözler.
    hoş beşetmek * sohbet etmek.
    hoşça * Hoş bir biçimde olan.
    * Hoşolarak, iyice, güzelce.
    hoşça kal (veya kalın) * ayrılan kimsenin kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü.
    hoşgörü * Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoşgörme durumu, müsamaha, tolerans.
    * Bir boksörün ağırlık sınıfındaki ağırlığının kabul edilecek kadar azlığıveya çokluğu.
    hoşgörücü * Hoşgörülü, müsamahakâr, toleranslı.
    hoşgörülü * Hoşgörüsü olan, hoşgörüyle davranan, müsamahalı, toleranslı.
    hoşgörürlük * Hoşgörü ile davranma durumu.
    hoşgörüsüz * Hoşgörüsü olmayan, hoşgörü ile davranmayan, müsamahasız, toleranssız.
    hoşgörüsüzlük * Hoşgörüsüz olma durumu, müsamahasızlık, toleranssızlık.
    hoşhoş * (çocuk dilinde) Köpek.
    hoşkuran * Çiçekleri dallarııspanak gibi pişirilen bir yıllık otsu bir bitki, tilkikuyruğu (Amaranthus lividus).
    hoşlanış * Hoşlanmak işi veya biçimi.
    hoşlanma * Hoşlanmak işi.
    hoşlanmak * Hoşuna gitmek, hoş bulmak, sevmek.
    hoşlaşma * Hoşlaşmak durumu.
    hoşlaşmak * Hoşduruma gelmek.
    * İyilik hissetmek.
    * Birbirinden hoşlanmak.
    hoşlaştırma * Hoşlaştırmak işi.
    hoşlaştırmak * Hoşlaşmasını sağlamak.
    hoşluk * Hoşolma durumu, letafet.
    * (bir sıfatıyla) Her zaman görülmeyen, iyiye yorulmaz durum.
    hoşnut * Bir davranış, bir durum veya bir kimseden memnun olan, yakınması olmayan.
    hoşnut etmek * memnun etmek.
    hoşnut olmak * memnun olmak, yakınmamak, şikâyetçi olmamak.
    hoşnutluk * Hoşnut olma durumu.
    hoşnutluk getirmek * memnun olduğunu göstermek.
    hoşnutsuz * Hoşnut olmayan.
    hoşnutsuzluk * Hoşnut olmama durumu.
    hoşnutsuzluk getirmek * memnuniyetsizlik göstermek.
    hoşsohbet * Güzel ve tatlıkonuşan (kimse).
    hoşt * Köpekleri ürkütüp kaçırmak için çıkarılan ses.
    hoşt hoşt * Hoşt.
    hoşuna gitmek * biri beğenmek.
    hoşur * Değersiz, kaba, bayağı.
    * Şişman, dolgun, güzel (kadın).
    hot zot * “Sert ve kötü davranmak” anlamında hot zot etmek deyiminde geçer.
    Hotanto * GüneybatıAfrika’da yaşayan ilkel bir boy.
    hotoz * Kadınların süs için saçlarının üstüne taktıkları, çeşitli renk ve biçimde yapılmışküçük başlık.
    * Tavus kuşu, tavuk gibi kuşların başlarında bulunan tüyler.
    hotozlu * Hotozu olan.
    hovarda * Zevki için para harcamaktan kaçınmayan (kimse).
    * Çapkın.
    * Uygunsuz kadının paralıâşığı.
    hovardaca * Hovarda gibi, hovardaya yaraşır yolda, cömertçe, bol bol.
    hovardalaşma * Hovardalaşmak işi.
    hovardalaşmak * Hovarda gibi davranmaya başlamak.
    hovardalık * Hovarda olma durumu.
    * Hovardaca davranış.
    hovardalık etmek * çapkınca davranmak, çapkınlık etmek.
    * zevki için bol para harcamak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 48

    Hindistan cevizi * Palmiyegillerden, tropikal bölgelerde yetişen bir ağaç (Cocos nucifera).
    * Bu ağacın portakaldan büyük, çok sert kabuklu yemişi.
    Hindolog * Hindoloji bilgini.
    Hindoloji * Hint dilini ve kültürünü konu alan bilim.
    Hindu * Hindistan’ın resmî dili.
    * Hindistan’ın Mecusî halkından olan kimse.
    Hinduizm * Tarihsel olarak daha sonra ortaya çıkan, niteliği bakımından Brahmanizmden daha katı olan bir din.
    hinleşme * Hinleşmek durumu.
    hinleşmek * Hin olmak, kurnaz olmak.
    hinlik * Hin, kurnaz olma durumu, kurnazlık.
    hinoğlu * Kurnaz.
    hinoğluhin * Çok kurnaz, her devrin şartlarına uyabilen kimse.
    Hint armudu * Mersingillerden, sıcak bölgelerde yetişen, meyvesi yenen, tahtasısert bir ağaç (Psidium).
    Hint bademi * Kakao.
    Hint baklası * Hint yağıağacı, kene otu.
    Hint bezelyesi * Baklagillerden, sıcak ülkelerde yetişen, tohumlarıfasulyeye benzeyen bir bitki.
    hint biberi * Kırmızı biber.
    Hint çiçeği * Hindistana özgü bir tür çiçek.
    Hint darısı * Buğdaygillerden, doğu ülkelerinde ekilen, taneleri yenilen, darıya benzeyen bir bitki (Sorghum vulgare).
    Hint domuzu * Büyük Okyanus adalarında yaşayan, köpek dişleri boynuz gibi yukarıdoğru kıvrık, iri yapılı bir domuz türü
    (Porcus babyrussa).
    * Kobay.
    Hint fıstığı * Kürkas.
    Hint fulü * Beyaz renkli bir nilüfer türü, Mısır fulü (Nelubrium).
    Hint gergedanı * Hindistan’da bulunan bir gergedan türü.
    Hint güreşi * Karşıt yönde yan yana ve sırt üstü yatan bir çiftin, iç yandaki bacaklarınıkenetleyerek birbirlerini çevirme
    çabası.
    Hint hıyarı * Hıyarşembe.
    Hint horozu * İspenç horozu.
    Hint hurması * Palmiyegillerden, taze filizleri Hindistan’da sebze gibi yenen, meyvesinden reçel yapılan çok sert bir ağaç
    (Borrassus).
    Hint inciri * Frenk inciri.
    Hint ipeği * Hindistan’da üretilen çok kıymetli bir tür ipek.
    Hint irmiği * Sagu.
    Hint kamışı * Bambu.
    Hint keneviri * Yapraklarından esrar elde edilen bir tür kenevir (Cannabis sativa).
    Hint kertenkelesi * İguana.
    Hint kestanesi * At kestanesi.
    Hint kirazı * Sumak familyasından, sıcak ülkelerde yetişen, zeytin büyüklüğünde yenilir bir meyvesi olan büyük bir ağaç,
    mango (Mangifera domestica).
    Hint kobrası * Gözlüklü yılan.
    Hint kumaşı * Hindistan’da dokunan ve batıülkelerinde ender bulunan ipekli bir kumaştürü.
    Hint mandası * Çift parmaklılardan, uzunluğu 2 m, yüksekliği 1-80 civarında, ehlileştirilip çekim işlerinde kullanılan bir tür
    memeli.
    Hint pamuğu * Hindistan’a özgü bir pamuk türü.
    Hint pirinci * Buğdaygillerden, Hindistan ve Etiyopya’da yetiştirilen, taneleri pirinç yerine kullanılan bir bitki.
    Hint safranı * Zerdeçal.
    Hint sarısı * Mango yaprakları ile beslenmişineklerin sidiğinden elde edilen, kehribar sarısına yakın, özellikle yağlı boya
    resimde kullanılan bir boya.
    Hint tavuğu * Brahma ırkından gelen bir tür tavuk.
    Hint yağı * Kene otunun tohumlarından çıkarılan, hekimlikte ve sanayide kullanılan bir yağ.
    Hint yağıağacı * İki çeneklilerden, tropik bölgelerde, 8-10 m. yüksekliğe ulaşabilen, çok yıllık, tohumlarızehirli yağelde
    edilen bir bitki (Ricinus communa).
    Hint-Avrupa * Hint-Avrupa dil ailesinde yer alan diller.
    * Bu dilleri konuşan halk.
    Hintçe * Hint dili.
    hinterlant * Bkz. iç bölge, art bölge.
    Hintli * Hindistan halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse).
    hiper * Çok, aşırı, yüksek” anlamında kullanılan ön ek.
    hiperbol * Bir düzlemin odak denilen durağan iki noktaya uzaklıklarıdeğişmeyen noktaların geometrik yeri olan eğri.
    hiperbolik * Hiperbol biçiminde olan, hiperbol ile ilgili.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 49

    hiperboloidal * Hiperboloit biçiminde olan.
    hiperboloit * Hiperbole benzeyen.
    * Hiperbolün iki ekseninden biri çevresinde döndürülmesiyle ortaya çıkan yüzey.
    hipermarket * Her türlü malın satıldığı geniş, büyük satışmerkezi.
    hipermetrop * Cisimlerin görüntüleri ağtabakanın gerisinde kaldığı için, yakını iyi göremeyen (göz).
    * Gözleri böyle olan (kimse).
    hipertansiyon * Normalden yüksek olan atardamar basıncı.
    hipnotizma * İpnotizma.
    hipnoz * Uyku, ipnos.
    hipoderm * Alt deri.
    hipodrom * Yunan ve Roma’da at ve araba yarışlarının yapıldığıyer.
    * At yarışlarıyapılan alan, koşu alanı.
    hipoglisemi * Aşırıhâlsizliğe, aşırıterlemeye, hafif baygınlığa yol açan, kanda normalden daha az şeker bulunması
    hastalığı.
    hipopotam * Su aygırı.
    hipopotamgiller * Su aygırı giller.
    hipostaz * Bazıfelsefe ve din kuramlarının dayandığıtemellerden her biri, uknum.
    hipotansiyon * Normalden düşük olan atardamar basıncı.
    hipotenüs * Bir dik üçgende, dik açının karşısında bulunan kenar.
    hipotetik * Varsayıma dayanan, varsayımlı, farazî.
    hipotez * İpotez, varsayım, faraziye.
    hippi * Toplumsal düzene ve tüketime karşıçıkan, derbederce yaşayan, örgütlenmemişgençler topluluğu.
    hippilik * Hippi olma durumu.
    hirfet * Kunduracılık, duvarcılık, demircilik, marangozculuk, dokumacılık vb. küçük el sanatlarına verilen ad.
    his * Duygu.
    * Duyu.
    * Sezgi, sezme.
    hisar * Bir şehrin veya önemli bir yerin korunması için taştan yapılmışyüksek duvarlıve kuleli, çevresinde
    hendekler bulunan küçük kale, kermen, germen.
    hisar * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam.
    * Klâsik Türk müziğinde rediyez notası.
    hisarbuselik * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam.
    hisleniş * Hislenmek işi veya biçimi.
    hislenme * Hislenmek işi.
    hislenmek * Duygulanmak.
    hislerine kapılmak * duygusal davranmak.
    hisli * Duygulu, içli.
    hisse * Pay.
    * Bir olaydan çıkarılan ders.
    hisse almak * zarara uğramak.
    hisse çıkarmak * kendisiyle ilgili bulmak, alınmak.
    hisse kapmak * bir olaydan yararlı bir öğüt çıkarmak.
    hisse senedi * Ortaklık sermayesinin belirli bir parçasınıdeğerlendiren belge, pay belgiti, aksiyon.
    * Anonim veya komandit ortaklıklarda, ortaklık sermayesinin birbirine eşit bölümlere ayrılmışparçasından
    her birinin karşılığı olmak üzere, yasada gösterilen özelliklere uygun olarak düzenlenmişdeğerli belge, pay belgiti,
    aksiyon.
    hissedar * Hissesi olan, paydaş.
    hissedilme * Hissedilmek işi.
    hissedilmek * Hissetmek işine konu olmak.
    * Sezilmek.
    hisseişayia * Ortak mülkiyette ayrılmamışpay.
    hisseişayialı * Pay oranına göre bölümlere ayrılmamışolan, bütünü birkaç kişinin malı olan.
    hisseli * İçinde birkaç kişinin payı olan, paydaşlı, paylı.
    hisset * Cimrilik, pintilik.
    hissetme * Hissetmek işi.
    hissetmek * Fiziksel bir uyarıyıduymak.
    * Bir şeyden etkilenmek, duymak.
    * Sezmek, farkına varmak, anlamak.
    hissettirme * Hissettirmek işi.
    hissettirmek * Hissetmesine sebep olmak, duyurmak, sezdirmek.
    hissî * Duygusal.
    hissikablelvuku * Ön sezi.
    hissini vermek * gibi gelmek, … izlenimini uyandırmak.
    hissiselim * Sağduyu.
    hissiyat * Duygular, sezişler.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 50

    hissiz * Duygusuz.
    hissizlik * Duygusuzluk.
    histerezis * Doğa olaylarının gelişmesindeki gecikme.
    histeri * Bkz. isteri.
    histerik * Bkz. isterik.
    histoloji * Doku bilimi.
    hiş * “Hey, bana bak, sana söylüyorum” anlamında seslenme sözü.
    hişt * Hiş.
    hit * Liste başı.
    hitabe * Söylev.
    hitaben * Sözü birine yönelterek, hitap yoluyla.
    hitabet * Etkili söz söyleme sanatı, söz sanatı.
    hitam * Son, bitim.
    hitam bulmak * sona ermek, bitmek.
    hitam vermek * bitirmek.
    hitan * Sünnet etme.
    hitap * Sözü birine veya birilerine yöneltme, seslenme.
    hitap etmek * seslenmek, … -e karşısöylemek, söz yöneltmek.
    Hitit * M. Ö. XX.-XII. yüzyıllar arasında Anadolu’da, XII-VIII. yüzyıllar arasında Hatay ve Kuzey Suriye’de
    devletler kurmuşolan eski bir ulus, Eti.
    Hititçe * Hitit (Eti) dili.
    Hititolog * Hitit (Eti) dili, kültürü ve kalıntıları ile uğraşan bilim adamı.
    Hititoloji * Hitit (Eti) dili ve eserlerini konu alan bilim dalı.
    hiyerarşi * Makam sırası, basamak, derece düzeni.
    hiyerarşik * Hiyerarşiye özgü.
    hiyeroglif * Eski Mısırlıların kullandığı, bir resim ile bir kelimenin gösterildiği yazı, resim yazı.
    hiza * Doğru bir çizgi üzerinde bulunma durumu.
    hizalama * Hizalamak işi.
    hizalamak * Hizaya gelmek, hizasını bulmak.
    hizaya gelmek * düzgün sıra olmak.
    * davranışlarınıdüzeltmek yola gelmek.
    hizaya getirmek * birinin davranışlarınıdüzeltmek, yola getirmek.
    hizip * Bölük, kısım.
    * Bir topluluk, bir örgüt içinde inanç ve düşünce bakımından ayrılık gösteren yan tutmaya yönelik küçük
    topluluk, klik.
    hizipçi * Hizip oluşturan veya bir hizip içinde yer alan (kimse), klikçi.
    hizipçilik * Örgütlenmiş bir topluluğun içinde bütünlüğü bozacak biçimde yeni bir topluluk oluşturma.
    hizipleşme * Hizipleşmek işi, klikleşme.
    hizipleşmek * Hiziplere ayrılmak, klikleşmek.
    hizmet * Birinin işini görme veya birine yarayan bir işi yapma.
    * Görev, iş.
    * Bakım, özen, ihtimam.
    hizmet akdi * İşsözleşmesi, işakdi.
    hizmet eri * Teğmen ve yukarısıüst düzey subayların hizmetinde bulunan er, emir eri.
    hizmet görmek (veya etmek) * işgörmek, çalışmak.
    hizmet içi eğitim * Bkz. iş başında eğitim.
    hizmetçi * Hizmet gören kimse.
    * Belli bir ücretle ev işlerini yapmak için tutulan kadın.
    hizmetçilik * Hizmetçinin yaptığı işveya hizmetçi olma durumu.
    hizmete girmek * çalışmaya başlamak.
    * görev almak.
    hizmeti dokunmak * görevde bulunmak, işyapmak.
    hizmetinde olmak * birinin yanında çalışmak, işlerini yapmak.
    hizmetkâr * Ücretle işgören genellikle erkek işçi, uşak.
    hizmetkârlık * Hizmetkârın işi, uşaklık.
    hizmetli * Kapıcılık, odacılık gibi işlerde kullanılan kimse, müstahdem.
    Ho * Holmiyum’un kısaltması.
    hobi * Düşkü, aşırıölçüde uğraşıalanı.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 51

    hoca * Müslümanlıkta din görevlisi.
    * Öğretmen.
    * Medresede öğrenim gören sarıklı, cübbeli din adamı.
    * Akıl öğreten, öğüt veren kimse.
    hocalık * Hoca olma durumu veya hocanın yaptığı iş.
    hocalık etmek * öğretmenlik yapmak.
    * akıl öğretmek, öğüt vermek.
    hodan * Hodangillerden, çiçekleri hekimlikte kullanılan ve kökü kavrularak yenilen, bir yıllık ve otsu bir bitki,
    sığırdili (Borago officinalis).
    hodangiller * İki çeneklilerden, üzeri sert dikenlerle kaplı otsu ve ağaçsı bitkiler familyası.
    hodbehot * Kendi kendine, kendi kafasıyla, kendiliğinden, kimseye danışmadan.
    hodbin * Bencil, egoist.
    hodbinlik * Bencillik, egoizm.
    hodkâm * Bencil, egoist.
    hodkâmlık * Bencillik, egoizm.
    hodpesent * Kendini beğenmiş, bencil.
    hodri * “Kendine güvenen ortaya çıksın, işte meydan” anlamında hodri meydan deyiminde geçer.
    hohlama * Hohlamak işi.
    hohlamak * Ağzınıyaklaştırıp soluğunu bir şeyin üzerine hızla vermek.
    hokey * Bir ucu kıvrık sopalarla çayır veya buz üzerinde iki takım arasında oynanılan top oyunu.
    hokka * Metal, cam veya topraktan küçük kap.
    hokka gibi * ufak ve düzgün (ağız).
    hokka gibi oturmak * (giysi için) vücuda iyice uymak.
    * her yandan açıkça görünmek.
    hokkabaz * El çabukluğu ile birtakım şaşırtıcı olaylar yapmayımeslek edinen kimse.
    * Başkalarınıaldatarak yalan dolanla işgören.
    hokkabazlık * Hokkabazın yaptığı iş.
    * Yalan dolanla görülen iş.
    hol * Sofa.
    holding * Birçok ortaklığın pay senetlerini elinde bulundurarak onlarıdenetimi altında tutan sermaye yatırım
    ortaklığı, ana ortaklık.
    holdingleşme * Holding durumuna gelme.
    holdingleşmek * Holding durumuna gelmek.
    holigan * Özellikle futbolda aşırıfanatizmi besleyen ve çevreye zarar veren taraftar veya kimse, serseri, hayta.
    holiganlık * Holigan olma durumu veya holiganın yaptığı iş.
    Hollândaca * Hollânda halkının kullandığıdil.
    Hollândalı * Hollânda halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse).
    holmiyum * Atom numarası67, atom ağırlığı164,94, oksidi açık sarırenkte, tuzlarıportakal sarısırenginde olan, seyrek
    bulunan bir element. KısaltmasıHo.
    holosen * IV. çağın en yeni dönemi.
    holotüritler * Deniz hıyarları.
    homojen * Bağdaşık, mütecanis.
    * Bütün terimleri aynıderecede olan (çok terimli).
    homojenlik * Bağdaşık olma durumu.
    homolog * Bir başkasının tam olarak yerini tutan.
    homolog kromozom * Biri anadan diğeri babadan gelen ve aynı gen çiftine sahip kromozom.
    homonim * Eşadlı, eşsesli.
    homoseksüel * Eş cinsel.
    homoseksüellik * Eş cinsellik.
    homoteti * Merkez olarak alınan bir noktaya göre birer noktasının geometrik yerleri karşılıklı olarak aynı olan iki nokta
    grubunun durumu.
    homotetik * Aralarında homoteti durumu bulunan.
    homur homur * Homurdanarak.
    homurdanış * Homurdanmak işi veya biçimi.
    homurdanma * Homurdanmak işi.
    homurdanmak * Öfke, kızgınlık, can sıkıntısıyla anlaşılmaz sesler çıkarmak.
    * (taşıt, alet vb. için) Alışılmışın dışında bozuk ses çıkarmak.
    homurtu * Homurdanma sesi.
    * Ayının çıkardığıses.
    homurtulu * Homurtusu olan.
    homurtusuz * Homurtusu olmayan.
    hona * Erkek sığır.
    Honduraslı * Honduras halkından olan kimse.
    hop * Uyarma amacıyla kullanılır.
    * Birden ve hızla yapılan işleri anlatır.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 44

    hışlamak * Hışıldamak, hışıltısesi çıkarmak.
    hıyaban * İki tarafıdüzgün ağaçlıyol veya bulvar.
    hıyanet * Kutsal sayılan şeylere el uzatma, kötülük etme veya karşıdavranma, hainlik, ihanet.
    * Güveni kötüye kullanma, aldatma, vefasızlık.
    * Vefasız.
    hıyanetlik * Hıyanet.
    hıyar * Kabakgillerden, uzun, iri meyveli, sürüngen, bir yıllık otsu bir bitki (Cucumis sativus).
    * Bu bitkinin ürünü.
    * Kaba saba, görgüsüz, budala.
    hıyar * Bir şeyi seçmekte veya yapıp yapmamakta özgürlük.
    hıyarağa * Görgüsüz, kaba saba, yontulmamış.
    hıyarağalık * Hıyarağa gibi davranma.
    hıyarağası * Hıyarağa.
    hıyarcık * Kasık lenf bezlerinin iltihaplanması.
    hıyarcıl * Bkz. hıyarcık.
    hıyarlaşma * Hıyarlaşmak işi.
    hıyarlaşmak * Kaba saba, budalaca davranışlarda bulunmaya başlamak.
    hıyarlık * Kaba saba, budalaca davranma durumu.
    hıyarlık etmek * hıyarlaşmak.
    hıyarşembe * Baklagillerden, siyah renkte olan meyvelerinin içinde çekirdeklerden başka, hekimlikte kullanılan bir öz
    bulunan bitki, Hint hıyarı(Cassia fistula).
    hız * Çabukluk, sür’at.
    * Bir hareketten doğan güç, şiddet.
    * Çaba, güç, gayret, takat.
    * Alınan yolun harcanan zamana oranı, sür’at.
    hız almak * atlamak için geri çekilip birdenbire fırlamak.
    hız vermek * hızınıartırmak, hızlandırmak.
    * isteklendirmek.
    hızar * Tahta ve kereste biçmeye yarayan, elektrik ve su gücüyle çalışan büyük bıçkı.
    hızarcı * Hızar işleten, hızarla kereste biçen kimse.
    hızarcılık * Hızarcının işi.
    hızınıalamamak * hızla gidişini yavaşlatamamak.
    * öfkesini yenememek, yatışamamak.
    hızınıalmak * şiddetini yenmek, yatışmak.
    * yavaşlamak, hızınıyitirmek.
    hızınıkaybetmek (veya yitirmek) * etkisini, geçerliliğini yitirmek, hükmü kalmamak.
    Hızır * Halk inanışlarına göre ölümsüzlüğe kavuşmuşolduğuna inanılan ulu kimse.
    * (küçük h ile) Çabuk davranan kimse.
    Hızır gibi yetişmek * birinin en sıkışık bir zamanında, beklemediği biri, yardımına yetişmek.
    hızla * Çabucak, çabuk, sür’atle.
    hızlandırılma * Hızlandırılmak işi.
    hızlandırılmak * Hız verilmek, hızıartırılmak.
    hızlandırma * Hızlandırmak işi.
    hızlandırmak * Hız verilmek, hızıartırılmak.
    hızlanış * Hızlanmak işi veya biçimi.
    hızlanma * Hızlanmak işi.
    hızlanmak * Hız almak, hızıartmak.
    hızlı * Çabuk, seri, sür’atli.
    * Güç kullanarak, şiddetle.
    * Yüksek sesle.
    * İvedi olarak, ivedilikle.
    * Uçarı, çapkın, hovarda.
    hızlıakın * Basketbolda karşıtarafın toparlanmasına fırsat vermeden, paslaşarak yapılan hızlıhücum, fast break.
    hızlıhızlı * Çabucak, ivedilikle.
    hızlıhücum * Hızlıakın.
    hızlısağanak tez geçer * büyük bir hızla başlayan şeyler az sürer.
    hızlıyaşamak * eğlenceye aşırıdüşkün olarak yaşamak.
    hızlılık * Hızlı olma durumu, sür’at.
    hızölçer * İvmeölçer.
    hibe * Bağışlama, bağış.
    hibe etmek * bağışlamak.
    hicap * Utanma, utanç, sıkılma.
    hicap duymak (veya etmek) * utanmak.
    hicaz * Klâsik Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kılan bir makam.
    * Klâsik Türk müziğinde do diyez notasınıandıran perde.
    hicazkâr * Klâsik Türk müziğinde rast perdesinde karar kılan bir makam.
    hiciv * Yergi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 45

    hicran * Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık.
    * Ayrılığın sebep olduğu onulmaz acı.
    hicret * Göç.
    * İslâm takviminde tarih başısayılan Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi.
    hicret etmek * göç etmek.
    hicrî * Tarih başı olarak hicreti kabul eden.
    hicrî takvim * Hicreti başlangıç olarak alan takvim.
    hicvetme * Hicvetmek işi.
    hicvetmek * Alay yoluyla yermek.
    hicviye * Yergi, taşlama.
    hiç * Olumsuz yargılıcümlelerde fiilin anlamınıpekiştirir.
    * Soru cümlelerinde belirsiz bir zamanıanlatır.
    * Bir soruya açık bir cevap verilmek istenmediğinde cevap cümlesinin başına getirilir.
    * Boş, değersiz, önemsiz olan şey veya kimse.
    hiç de * kesinlikle, kat’iyen.
    hiç değil * asla, kesinlikle.
    hiç değilse (veya hiç olmazsa) * önemli olmasa bile, başka bir şey olmasa bile.
    * en az.
    * bari.
    hiç kimse * Ortalıkta görünmeyen, bulunmayan insan.
    hiç mi hiç * Kesinlikle, hiç.
    hiç yoktan * hiçbir sebep veya zorunluk yokken, sebepsiz olarak.
    hiçbir * Bir isimden önce getirilerek o ismin bildirdiği varlıktan bir tanesinin bile olmadığınıanlatır.
    hiçbiri * Olumsuz cümlelerde “bir tanesi bile” anlamında kullanılır.
    hiççi * Hiççilik yanlısı, nihilist.
    hiççilik * Bütün gerçek ve değerleri inkâr eden, gerçeğin, nesnel bir temeli olmadığını ileri süren görüş; her türlü
    gerçek varlığı inkâr eden aşırı bireycilik, yokçuluk, nihilizm.
    * Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısınıkabul etmeyen görüş,
    yokçuluk, nihilizm.
    hiçe saymak (veya hiçe indirgemek) * önemsememek, önem vermemek.
    hiçleme * Hiçlemek durumu.
    hiçlemek * Önem vermemek, yok saymak.
    hiçleştirme * Kendini hiçleştirmek işi.
    hiçleştirmek * Kendi benliğinde hiçliği kabul etmek.
    hiçlik * Hiç olma durumu.
    * İnkâr sonucu, gerçekteki özelliklerinin, durumların ortadan kaldırılmasısonucu bir şeyin var olmayışı,
    yokluk.
    hiçten * Çok değersiz, önemsiz.
    * Gereği, yararıyokken veya karşılıksız olarak, yok yere.
    hidatit * Birçok memelilerin ve insanın karaciğerinde gelişen ekinokok tenyasının lârvası.
    hidayet * Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu.
    hidayete ermek * Müslüman olmak, İslâm dinini kabul etmek.
    * gerçeği görüp kabullenmek, aklı başına gelmek.
    hiddet * Öfke, kızgınlık.
    hiddet etmek * öfkelenmek, kızmak.
    hiddete kapılmak * öfkelenmek, kızmak.
    hiddetlendirme * Hiddetlendirmek işi.
    hiddetlendirmek * Kızdırmak, öfkelendirmek.
    hiddetleniş * Hiddetlenmek işi veya biçimi.
    hiddetlenme * Hiddetlenmek işi.
    hiddetlenmek * Kızmak, öfkelenmek.
    hiddetli * Kızgın, öfkeli.
    hiddetsiz * Kızgınlığı, öfkesi olmayan.
    hiddetten kudurmak * çok öfkelenmek, aşırıderecede kızmak.
    hidr-, hidro- * Birleşiminde hidrojen veya suyun bulunduğunu gösteren ön ek.
    hidra * Hidralar takımından, 1 cm uzunluğundaki, vücudu torba biçiminde, ağız çevresinde 6-10 dokunacı olan,
    tatlısu hayvanı(Hydra).
    hidralar * Örnek hayvanıhidra olan selentereler bölümü.
    hidrasit * Hidrojen ile bir metalsinin oksijensiz birleşmesinden oluşan asit.
    hidratı * Su ile bir cismin verdiği birleşik.
    hidratlı * İçinde hidrat bulunan.
    hidrobiyoloji * Sularda yaşayan canlıların hayatını inceleyen bilim dalı.
    * Bu bilimle ilgili.
    hidrodinamik * Sıvıya batırılmışkatıcisimler üzerinde, onların hareketiyle ilgili olarak sıvıların gösterdiği direnci ve sıvıların
    hareketini inceleyen bilim dalı.
    * Bu bilimle ilgili.
    hidroelektrik * Su elde edilen (elektrik), su gücüyle elde edilen enerji.
    hidroelektrik santral * Su gücüyle çalışan makinelerle elektrik üreten merkez.