ikilemek | * Bir şeyin sayısını ikiye çıkarmak. * Tekrarlamak, yinelemek. * Tarlayı iki kez sürmek. |
ikilenme | * İkilenmek işi. |
ikilenmek | * İkilemek işi yapılmak. |
ikileşme | * İkileşmek işi. |
ikileşmek | * Sayısı ikiye çıkmak. |
ikiletme | * İkiletmek işi. |
ikiletmek | * İkilemek işini yaptırmak. |
ikili | * İki parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden iki tane bulunan. * İskambil, domino gibi oyunlarda iki işareti bulunan (kâğıt veya pul). * İki yan arasında yapılmış. * İki çalgıveya iki ses için düzenlenmişmüzik parçası, duo. * İki kişiden oluşmuştopluluk. * At yarışlarında aynıkoşunun birincisi ile ikincisini tahmin ederek oynanan veya alınan bilet. |
ikili çatı | * İki görevde de kullanılabilen çatı; alınmak, toplanmak, sanılmak sözlerinin hem dönüşlü, hem de edilgen çatı olarak kullanılması gibi. |
ikili kök | * Hem isim kökü, hem fiil kökü gibi kullanılan kök. |
ikili oynamak | * karşı olan yanlardan hem birini hem öbürünü destekler görünmek. * at yarışlarında birinci ile ikinciyi tahmin edip para yatırmak. |
ikili ünlü | * Hecede yan yana bulunan iki ünlü, diftong. |
ikili yatak | * İki kişinin yatabileceği tek parça yatak. |
ikilik | * İkisi bir arada, iki taneden oluşmuş, iki tane alabilen. * Görüşveya düşünce için, ikiye bölünmüşolma durumu. * İki değişik kullanımıveya uygulaması olma durumu. * Birlik notanın ikide biri uzunluğunda nota. * İki kuruşluk gümüşakçe. |
ikinci | * İki sayısının sıra sıfatı. * Sırada önem bakımından birinciden sonra gelen. * Yeni, bir başka. * Birinciden sonra gelen kimse veya nesne. * Değer ve kalitece birinciden sonra gelen. |
ikinci çağ | * Yeryüzünün yaklaşık yüz elli milyon yıllık çağı, mezozoik. |
ikinci ferik | * Tümgeneral. |
ikinci gelmek | * bir yarışmada birinciden sonraki dereceyi almak. |
ikinci yarı | * Futbolda iki dönemden son olanı. |
ikinci zaman | * İlk zaman olan paleozoyik ile üçüncü zaman arasındaki jeoloji ile zaman birimi, mezozoyik. |
ikinci zar | * Bitkilerde tohumu örten zarların dıştan ikincisi. |
ikincil | * Sırada önem bakımından ikinci derecede olan, tali, sekunder. |
ikincil grup | * Birbirleriyle ilişkileri şahsî olmayan, resmî ilişkilere dayanan etkileşmelerle ilişki içine giren ikiden fazla insanın oluşturduğu topluluk. |
ikincilik | * İkinci olma durumu veya derecesi. |
ikindi | * Öğle ile akşam arasındaki süre. * İkindi vakti kılınan namaz. |
ikindi ezanı | * İkindi namazına çağrı için okunan ezan. |
ikindi namazı | * İkindi süresi içinde kılınması gereken namaz, ikindi. |
ikindi vakti | * İkindi için belirlenen süre. |
ikindi zamanı | * Bkz. ikindi vakti. |
ikindiden sonra dükkân açmak | * bir işe başlamakta geç kalmak. |
ikindiüstü | * İkindiye doğru. |
ikindiüzeri | * Bkz. ikindiüstü. |
ikindiyin | * İkindi vaktinde. |
ikircik | * İşkil. * Kararsızlık, tereddüt. |
ikirciklenme | * İkirciklenmek işi. |
ikirciklenmek | * İşkillenmek. * Kararsız olmak. |
ikircikli | * İşkilli. * Kararsız, mütereddit. |
ikirciklik | * İkircikli olma durumu, tereddüt. |
ikircil | * İki anlama da gelen ve iki türlü yorumlanabilecek nitelikte olan. |
ikircim | * İkircik. |
ikircimli | * İkircikli. |
ikircimlik | * İkirciklik. |
ikisi bir kapıya çıkmak | * aynısonuca varmak, aynısonucu doğurmak. |
ikisini bir kazana koysalar kaynamazlar | * aralarındaki anlaşmazlık o kadar büyüktür ki onlarıuzlaştırma çaresi bulunamaz. |
ikişer | * İki sayısının üleştirme sıfatı, her defasında ikisi bir arada olan, her birine iki. |
ikişer ikişer | * Her defasında ikisi bir arada olarak. |
ikişer olmak | * ikişer ikişer sıraya dizilmek. |
ikiyüzlü | * Özü sözü bir olmayan, riyakâr, müraî. * İki yanıda kullanılabilen. |
ikiyüzlülük | * İkiyüzlü olma durumu, riyakârlık, müraîlik. * İki yüzlü olma durumu. |
ikiz | * Bir doğumda dünyaya gelen iki (kardeş). * Aynıçiçekte oluşmuş birbirine yapışık iki meyve. * Birbirine tamamen benzeyen, eş. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 18
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 10
idiş * Bkz. iğdiş. idman * Vücudun gücünü artırmak için yapılan alıştırma, spor, jimnastik.
* Herhangi bir duruma veya şeye alışkanlık kazanma.idman yapmak * beden hareketleri yapmak. idmancı * İdman yapan sporcu. idmanlı * İdman yaparak çeviklik kazanmışolan (kimse).
* Herhangi bir şeye alışmışve onu yadırgamaz duruma gelmişolan (kimse).idmansız * İdman yapmamışolan, idmanı olmayan, çevikliği olmayan, ham.
* Bir işe, bir duruma henüz alışmamışolan, acemi.idrak * Anlama yeteneği, anlayış, akıl erdirme.
* Erişme, ulaşma.
* Algı.idrak etmek * akıl erdirmek, anlamak, kavramak.
* erişmek, ulaşmak.idraksiz * Anlayışsız, ahmak. idraksizlik * İdraksiz olma durumu, anlayışsızlık. idrar * Böbreklerde kandan süzülerek idrar yollarıyla dışarıya atılan sıvı, sidik. idrar zoru * İdrar torbasında biriken idrarıdışarıatmada zorluk çekme, sidik zoru. idris ağacı * Meyvesi hoşkokulu, kerestesi güzel bir kiraz türü, kokulu kiraz, mahlep (Prunus mahaleb). idris otu * Bir tür ayrık otu. ifa * Bir işi yapma, yerine getirme.
* Ödeme.ifa etmek * yapmak, yerine getirmek.
* ödemek.ifade * Anlatım.
* Deyiş.
* Bir duyguyu yüz aracılığıyla anlatan belirtilerin bütünü.
* Mahkemede tanık ve sanıkların olay hakkında sözlü açıklamaları.
* Dışa vurum.ifade etmek * anlatmak.
* önem taşımak.ifade vermek * bir olayla ilgili olarak gördüğünü, bildiğini yetkili veya ilgili kimseye söylemek. ifadelendirme * İfadelendirmek işi. ifadelendirmek * Anlamlandırmak, bir şey anlatır duruma getirmek. ifadesini almak * sorguya çekmek.
* görgü tanığının anlattıklarınıyazmak.
* üstün gelmek; yenmek; tepelemek.iffet * Cinsî konularda ahlâk kurallarına bağlılık, sililik.
* Namus.iffetli * İffettini koruyan, sili, afif. iffetsiz * İffetini korumayan, silisiz. iffetsizlik * İffetsiz olma durumu, silisizlik. ifil ifil * (rüzgâr, kar için) Hafif, kesintili ve yavaş bir biçimde.
* Efil efil.ifildeme * İfildemek işi veya durumu. ifildemek * Hafifçe titremek; ürpermek. iflâh * Kötü, güç bir durumdan kurtulma, iyi bir duruma gelme, onma. iflâh etmek * kötü bir durum veya hastalıktan kurtarmak. iflâh olmak * onmak, düzelmek. iflâh olmamak * onmamak. iflâhıkesilmek * çaresiz kalmak. iflâhınıkesmek * gücünü tüketmek, bir daha düzelemeyecek bir duruma getirmek. iflâs * Borçlarınıödeyemediği mahkeme kararı ile tespit ve ilân olunan tüccarın durumu, batkı.
* Yenilgiye uğramak, değerini yitirme.iflâs anlaşması * İflâs ile ilgili alınan karardan sonra borçların ödenmesine ilişkin anlaşma. iflâs bayrağını çekmek (veya borusunu çalmak) * (ticarette) batmak.
* her şeyini yitirmek.iflâs davası * İflâs işlerine bakan mahkemelerde açılan dava. iflâs etmek * (bir kimse veya kuruluşiçin) mahkeme kararıyla anaparasınıyitirdiği açıklanmak, batmak.
* (düşünce, iddia, tez, kimse vb.) yenilgiye uğramak, değeri düşmek.iflâs masası * İflâs davasının açıldığı anda borçların birleştirildiği durum. ifna * Yok etme.
* Tüketme.ifna etmek * yok etmek.
* tüketmek.ifrağ * Bir şeyi başka bir biçime, çevirme.
* Boşaltım.ifrat * Herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırıdavranma, taşkınlık. ifrat derecede * Aşırıölçüde. ifrat tefrit * Olumlu ve olumsuz anlamda en uç noktalar. ifrat tefritte kalmak (veya bulunmak) * en uç noktalarda bulunmak. ifrata kaçmak * çok ileri gitmek, aşırıdavranmak. ifrata vardırmak * bir şeyin ölçüsünü kaçırmak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 11
ifraz * Bir arazinin bölünmesi, parsellere ayrılması.
* Salgı.ifraz etmek * bir araziyi bölmek, parsellere ayırmak.
* salgılamak.ifrazat * Vücuttan çıkan kan, irin, ter gibi şeyler, salgılar. ifrit * Doğu masal ve efsanelerinde, kötü ve korkunç cin.
* Öfkeli, ortalığı birbirine katan kimse.ifrit kesilmek (veya olmak) * çok öfkelenmek, çok kızmak. ifritleşme * İfritleşmek işi veya durumu. ifritleşmek * İfrit olmak. ifsat * Düzeni bozma, karışıklık çıkarma.
* Kargaşalık.ifşa * Herhangi gizli bir şeyi, açığa çıkarma, yayma. ifşa etmek * gizli bir şeyi ortaya dökmek, açığa vurmak, yaymak, ilân etmek, afişe etmek, reklâm etmek. ifşaat * Gizli bir şeyi ortaya çıkarmak için yapılan açıklamalar. ifta * Herhangi bir işlemin veya eylemin din kurallarına uygun olup olmadığıkonusunda ilmiye mensuplarının
fikir beyan etme yetkisi, fetva verme.iftar * Oruç açma, oruç bozma.
* Oruç açma zamanı.
* Ramazanda akşam yemeği.iftar etmek * oruç bozmak. iftar sofrası * Ramazanda akşam ezanı okununca oruç açmak için hazırlanmışsofra. iftar tabağı * Ramazanda genellikle lokantalarda yemek öncesi iftar açmak için genişçe bir tabağa dizilmişyiyecekler. iftar topu * İftar zamanını bildirmek amacıyla patlatılan top. iftar vakti * Ramazanda oruç açma zamanı. iftar yemeği * Ramazanda oruç açmak için hazırlanan yiyecek ve içeceklerin tümü, iftar sofrası. iftar zamanı * İftar zamanı. iftariye * İftar için hazırlanmışçerez ve yiyecek. iftariyelik * Ramazanda iftar açmak için ilk ağızda yenilecek ve içileceklerin tümü. iftarlık * Oruç açmak için hazırlanan yiyecek.
* İftarda yenmeye elverişli.iftihar * Övünme, kıvanma, kıvanç, övünç. iftihar etmek * kıvanç duymak, övünmek. iftihar listesi * Övünç çizelgesi. iftihara geçmek * okuldaki başarısıve iyi davranışlarısebebiyle üstün öğrenci seçilmek, övünç çizelgesinde yer almak. iftira * Kasıtlıve asılsız suç yükleme, kara çalma, bühtan. iftira etmek (veya atmak) * bir suçu birinin üzerine atmak, kara çalmak, kara sürmek. iftiracı * Kara çalan, iftira eden (kimse), müfteri. iftiracılık * İftiracı olma durumu. iftiraya uğramak * kasıtlıve asılsız suç yüklenmek. iguana * İguanagillerden, 1-2 m boyunda, Amerika’nın tropikal bölgelerinde yaşayan, sırtında dikenli çıkıntılar
bulunan, pullu, büyük sürüngen, Hint kertenkelesi (Iguana tuberculara).iguanagiller * Sürüngenler sınıfından, örnek hayvanı iguana olan bir familya. iğ * Pamuk, yün gibi şeyleri eğirmekte kullanılan, ortasışişkin, iki ucu sivri ve bunlardan biri çoğu kez çengelli
ağaç araç, eğirmen, kirmen.
* Araba okunun ekseni.
* Değirmen taşının ortasında bulunan ve yukarıdaki üst taşa geçen demir eksen.
* Bkz. iğiplik.iğağacı * Ana yurdu Asya’nın dağlık bölgeleri olan, bazıtürlerinde yapraklarıkışın dökülen, odunu tornacılık ve
kaplamacılıkta kullanılan, kömürü ile kara kalem resim yapılan küçük bir ağaç (Evonymus).iğiplik * Mitoz bölünme sırasında oluşan iğbiçimindeki uzantı. iğyağı * Yüksek hızlıve az yüklü parçaların yağlanmasında kullanılan, düşük viskoziteli bir yağ. iğbirar * Gücenme, güceniklik, kırgınlık. iğci * İğkullanan, yapan veya satan (kimse). iğde * İğdegillerin örnek bitkisi olan bir ağaç (Elaeagnus).
* Bu ağacın zeytin biçiminde, kabuğu kırmızıya çalan sarırenkte, beyaz unlu, tadımayhoşyemişi.iğdegiller * İki çeneklilerden, örneği iğde olan bitki familyası. iğdemir * Marangozlukta ağaç delmek için kullanılan çelik araç. İğdir * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. iğdiş * Erkeklik bezleri çıkarılarak veya burularak erkeklik görevini yapamayacak duruma getirilmişolan (hayvan
ve özellikle at).iğdişetmek * hayvanlarda erkeklik bezlerini çıkarmak veya körletmek, burmak, enemek. iğfal * Aldatma, ayartma, kandırma, baştan çıkarma.
* Bir kadınıaldatma, baştan çıkarma.iğfal etmek * aldatmak, kandırmak, baştan çıkarmak.
* bir kadınıaldatmak, baştan çıkarmak.iğlik * İçinde herhangi bir sayıda iğbulunan. iğmek * Bkz. eğmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 8
içlenme * İçlenmek işi. içlenmek * Kimseye belli etmeden bir şeyi kendine dert etmek, duygulanmak.
* Tanelenmek, iç tutmak.içler (veya yürekler) acısı * (durum, olay vb.) çok acıklı, çok üzücü. içler acısı * Çok acıklı, üzüntü veren, dramatik. içli * (taneli sebze veya kuru yemişler için) İçi dolu.
* Kolay duygulanıp incinen, duygulu, hassas, hisli.
* Duygulandıran, etkili.içli dışlı * Hiç gizli işi olmayan, apaçık, olduğu gibi, senli benli, aşırıteklifsiz. içli dışlı olmak * karşılıklı olarak candan ve içten davranmak, teklifsiz görüşmek.
* kız ve oğullarını karşılıklı olarak evlendirmek.
* karşılıklı olarak resmî davranışlardan uzaklaşmak, candan ve içten davranmak.içli dışlılık * İçli dışlı olma durumu. içli köfte * Yağsız kıyma ile ince bulgur iyice yoğrulup içi oyularak yumurta biçiminde hazırlanan ve içerisine
kavrulmuş soğanlı kıyma konduktan sonra haşlanan veya kızartılan bir çeşit köfte.içlik * İçe giyilen çamaşır, iç gömleği. içlilik * Duygulu olma durumu, duygululuk. içme * İçmek işi.
* Bkz. İçmeler.içme suyu * İçilebilecek nitelikte olan su. içmece * İçmeler. içmek * Bir sıvıyıağza alıp yutmak.
* Sigara, nargile vb.nin dumanını içe çekmek.
* (bir şey bir sıvıyı) İçine çekmek, emmek.
* İçki kullanmak.içmeler * İçinde birtakım mineraller ve tuzlar bulunan, suyu ilâç olarak ve çoğunlukla iç sürdürmek için içilen
kaynak.içre * İçinde.
* Arasında, içinde.içrek * Belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan (her
türlü bilgi, öğreti), batınî, dışrak karşıtı.içsel * İçle ilgili, içe ilişkin, dahilî. içsiz * (taneli sebze veya kuru yemişler için) İçi olmayan.
* Muhtevası olmayan, kuru, anlamsız.
* İç lâstiği olmayan, tubeless.içten * Yürekten, candan, samimî.
* En önemli, can alıcınoktasından.içten evlilik * Bkz. iç evlilik. içten içe * Gizli gizli, belli etmeden. içten pazarlıklı * Gizli niyetini açıklamayan. içtenlik * İçten olma durumu, içten davranış, samimîlik, samimiyet. içtenlikle * İçten bir biçimde, samimiyetle. içtenlikli * İçten, samimî. içtenliksiz * İçten olmayan, samimiyetsiz. içtenliksizlik * İçtenliksiz olma durumu, samimiyetsizlik. içtensiz * İçten olmayan, samimiyetsiz. içtensizlik * İçten olmama durumu, samimiyetsizlik. içtepi * Bkz. tepi. içtihat * Görüş, özel görüş, anlayış, kavrayış.
* Yasada veya örf ve âdet hukukunda uygulanacak kuralın açıkça ve tereddütsüz olarak bulunmadığı
konularda, yargıcın veya hukukçunun düşüncelerinden doğan sonuç.içtikleri su ayrı gitmemek * sıkıfıkıdost, arkadaşolmak. içtima * Toplanma, toplantı.
* Askerlerin silâhlıve donatılmışolarak toplanmaları.
* Kavuşum.içtima etmek * toplanmak. içtimaî * Toplumla ilgili, toplumsal, sosyal. içtimaiyat * Toplum bilimi, sosyoloji. içtimaiyatçı * Toplum bilimci, sosyolog. içtinap * Sakınma, çekinme, kaçınma. içtinap etmek * sakınmak, çekinmek, kaçınmak. içyağı * Gevişgetiren hayvanların karın boşluğunda iç organlarınısaran kalın yağ, şahım. idadî * Eskiden lise derecesindeki okullara verilen ad. idadiye * İdadî. idam * Ölüm cezası.
* Ölüm cezasıverilen kimseye uygulanan infaz işlemi.idam cezası * Ölüm cezası. idam etmek * verilen ölüm cezasıhükmünü yerine getirmek. idam sehpası * Darağacı. idame * Sürdürme, devam ettirme. idame etmek * sürdürmek, devam etmesini sağlamak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 9
idamlık * Ölüm cezası ile cezalandırılmışolan (kimse).
* Ölüm cezası gerektiren.idare * Yönetme, yönetim, çekip çevirme.
* Ülke işlerinin yürütülmesi, kamuya ilişkin hizmetlerin bütünü.
* Bir kurum veya kuruluşun yönetildiği yer.
* Bir kurumun işlerini yürüten kurul.
* Tutum.
* İdare kandili veya lâmbası.
* Hoşgörme, yetinme, göz yumma.idare etmek * yönetmek, çekip çevirmek.
* tutumlu kullanmak.
* yetmek, yetişmek.
* (alışverişte) elvermek, yeterli olmak, kurtarmak.
* göz yummak, hoşgörmek.
* örtbas etmek.idare hukuku * Kamu yönetimi içinde yer alan kuruluşlarıve bunların işleyişlerini, kişilerle ilişkilerini ve sorumluluklarını
inceleyen, düzenleyen hukuk dalı.idare kandili * Az ışık veren küçük gaz lâmbası. idare lâmbası * İdare kandili. idarece * İdare yönünden, idare tarafından. idareci * Yönetici.
* İdare eden, hoşgörülü.
* Becerikli, tutumlu.idarecilik * İdareci olma durumu.
* İdarecinin görevi, yöneticilik.idarehane * Gazete, dergi gibi yayım kurumlarında yazı işlerine bakılan yer, yönetim yeri.
* Bir işi veya kuruluşu yönetenlerin bulunduklarıyer, büro.idareimaslahat * Bir işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapma; işi oluruna bırakmak. idareimaslahat etmek * bir işi gelişigüzel yapmak. idareimaslahat politikası * Bir işi oluruna bırakma tutumu. idareimaslahatçı * Bir işisağlam bir temele oturtmadan o günün şartlarına göre yapan (kimse). idareli * İdare etmesini bilen, iyi yöneten.
* Tutumlu.
* Tutuma elverişli, ekonomik.idaresini bilmek * yerine göre harcamak, tutumlu davranmak. idaresiz * İdare etmesini bilmeyen, gevşek, beceriksiz (kimse).
* Tutumsuz.idaresizlik * Gevşeklik, beceriksizlik.
* Tutumsuzluk.idareten * İdare etmek üzere. idarî * Yönetimle ilgili, yönetimsel. iddia * İleri sürülerek savunulan düşünce, sav.
* Kendinde olmayan bir yeteneği, bir durumu varmışgibi gösterme.
* Dediğinde direnme, inat.iddia etmek * sözünde direnmek, bir iddia ileri sürmek. iddiacı * Dediğinde, iddiasında haksız da olsa direnen, inatçı(kimse). iddiacılık * İddiacı olma durumu. iddialaşma * İddialaşmak işi. iddialaşmak * Karşılıklı iddiaya girmek. iddialı * Bir iddiası olan.
* Kendine çok güvenen.iddianame * Savcılığın soruşturma sonunda elde ettiği kanıtlarıve iddialarını içinde topladığı, mahkemede okunan yazı. iddiasız * Bir iddiası olmayan; alçak gönüllü, mütevazı. iddiasızlık * İddiasız olma durumu. iddiaya tutuşmak * karşıt iddialarda bahse girişmek. ide * Bkz. idea. idea * Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen
algılanabilen asıl gerçeklik, düşünce, fikir.ideal * Ülkü, mefkûre.
* Düşüncenin tasarlayabileceği bütün üstün nitelikleri kendinde toplayan.
* Yalnız düşünce ile kavranabilen.idealist * Ülkücü.
* İdealizm öğretisine bağlıfilozof.idealistlik * İdealist olma durumu. idealize * İdeal durum. idealize etmek * ideal duruma getirmek. idealizm * Ülkücülük.
* Bilgide temel olarak düşünceyi alan ve varlığı insan düşüncesinin kurduğunu kabul eden öğretilerin genel
adı.idealleştirme * İdealleştirmek işi. idealleştirmek * İdeal duruma getirmek. idealsiz * İdeali olmayan. idefiks * Saplantı, sabit fikir. identik * Özdeş. ideolog * Bir felsefî veya toplumsal öğretiye sistemli biçimde bağlanan kimse.
* Bir ideolojinin akıl hocalığınıyapan kimse.ideologlar * Düşsel bir ideale bağlı olan kimseler.
* Fransa’da fizik ötesini ortadan kaldırarak manevî bilimleri antropolojiye ve psikolojiye dayandırmayı
amaçlayan, Condillac’a bağlıfelsefe okulunun taraftarlarına verilen ad.ideoloji * Siyasî veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren
politik, hukukî, bilimsel, felsefî, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü.ideolojik * İdeoloji ile ilgili. idil * Kır yaşamı içinde aşk konusunu işleyen kısa şiir. idiopati * Kapan duygu. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 3
İcra ve İflâs Hukuku * Alacaklının devlet gücünün yardımıyla alacağına nasıl kavuşacağını düzenleyen hukuk dalı. icra vekili * Bakan. icraat * Yapılan işler, çalışmalar, uygulamalar. icraata geçmek * uygulamaya veya çalışmaya başlamak. icraatçı * Uygulayan, çalışan, yapan kimse. icracı * Bir buyruğu yerine getiren kimse.
* İcranın verdiği kararlarıuygulayan görevli.
* Bir konserde bir eseri çalan veya söyleyen kimse.icraya vermek * alacağın borçludan alınabilmesi için icraya başvurmak. iç * Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırlarıarasında bulunan bir yer, dahil, dışkarşıtı.
* Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu.
* Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta.
* (toplu bir durumda bulunan) Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne.
* Ten ile dışgiysiler arası.
* Kabuğu olan veya dışıkabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm.
* Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım.
* Mide, bağırsak, karın.
* Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri.
* Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan.
* (somut kavramlarda) İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan.
* İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan.
* Muhteva.
* Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılmasıve yoğrulmasıyla
meydana getirilen karışım.iç açıcı * Gönlü ferahlatıcı.
* Umut veren, iyi bir durumda olan.iç açmak * gönüle ferahlık vermek, gönlü ferahlatmak. iç ağa * Vezirlerin gözde uşağı. iç asalak * Konakçının içinde yaşayan asalak. iç bağlamak * Bkz. iç tutmak. iç bakla * Yaş baklanın tanesi. iç barış * Ailede veya toplumda iç huzuru sağlama. iç başkalaşım * Püskürük magmaların, soğurduklarıkültelerin etkisi altında, birleşimlerinden oluşan başkalaşım. iç bellek * Bilgisayarın girişçıkışkanallarıkullanılmaksızın erişebildiği bellek. iç bölge * Bir limanı ithalât ve ihracat etkinlikleri bakımından besleyen, ona çeşitli ulaşım yollarıyla bağlı, dar veya
geniş bölge, hinterlant.iç bulantısı * Mide bulantısı. iç bükün * Bazıyabancıdillerde Arapça ilim, muallim, âlim, talim sözlerinde olduğu gibi kelimenin içinde oluşan
büküm.iç cep * Palto, pardösü, ceket gibi giysilerin iki ön parçasına açılan cep. iç cümle * Bir cümle içinde tümleç gibi kullanılan başka bir cümle. iç çamaşırı * Fanilâ, kilot gibi tene, içe giyilen giysi. iç çekmek * üzüntüyle göğüs geçirmek; hıçkırıkla ağlamak, ahlamak. iç çokgen * Bütün köşeleri aynı çember üzerinde olan çokgen. iç denge * Ruhî durum, psikolojik yapı. iç deniz * Boğazlarla ana denize bağlı olan deniz. iç deri * Bitkilerin kök, sap ve yapraklarında kabuğun iç bölümü, endoderm.
* Sindirim ve solunum kanallarının iç yüzlerini ve sindirim kanalına bağlı bezlerin (karaciğer, pankreas) içini
örten tabaka, endoderm.iç donu * Tene giyilen don. iç dünya * Bireyin ruhî yaşamının bütünü. iç ek * Bazıdillerde kelime kökünün içine giren ek. iç etmek * eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeyerek kendine mal etmek. iç evlilik * Evlenecek kimsenin eşini, kendi boy veya soyu içinden seçmesi kuralına dayalıevlilik biçimi, endogami. iç geçirmek * derin soluk alarak üzüntüsünü belli etmek, içini çekmek. iç gezegen * Yörüngesi yer yörüngesinin içinde kalan gezegen (Merkür, Venüs). iç gıcıklamak * istek uyandırmak.
* huylandırmak.iç göbek * Çiçeklerin dişi organında yumurtacık ile kabuğu arasındaki bağ. iç güvey * Karısının ailesinin evinde oturan damat. iç güveyi * Bkz. iç güvey. iç güveyi girmek * karısının ailesinin evinde oturmak üzere evlenmek. iç güveyinden hâllice * “nasılsın” sorusuna şaka yollu “oldukça iyiyim” anlamında verilen karşılık. iç güveylik * İç güveyi olma durumu. iç güveysi * Bkz. iç güvey. iç harp * İç savaş. iç hastalıkları * Bkz. dahiliye. iç hastalıklarıuzmanı * Bkz. dahiliyeci. iç hat * Yurt içi ulaşım yolu.
* Yurt içi iletişim.iç ısıtıcı * Mutluluk veren, neşelendiren. iç içe * Birbirinin içinde, karışık bir durumda, birbirine çok yakın.
* Biri ötekinin içinde veya birine ötekinden geçilen.iç işleri * Bir ülkede iç işleri bakanlığının sorumluluğundaki işler.
* Bir kurum, kuruluşvb.nin yönetimiyle ilgili işler. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 4
iç kapak * Kitabın dışkapaktan sonra gelen, adınıve bazıözelliklerini içeren sayfa. iç kavuz * Buğdaygil çiçeğinin erkek ve dişi organlarını içerisinde tutan ve başakçık eksenine aşağıdan ve dıştaraftan
bağlanmışolan kavuz.iç kulak * Kulağın işitme sinirlerinin bulunduğu bölümü. iç kuyu * Yer altında, ocak katlarıarasında bulunan ve ağzıyer üstüne açılmayan kuyu türü. iç lâstik * Arabalarda dıştaki koruyucu lâstiğin içinde bulunan ve hava ile doldurulan lâstik, şambriyel. iç merkez * Depremin başladığıyer olarak kabul edilen nokta. iç mimar * Bir yapının içini süsleyen, düzenleyen ve döşeyen sanatçı, dekoratör. iç mimarî * Bir yapının içini süsleme ve döşeme sanatı. iç mimarlık * Bir yapının içini süsleme ve döşeme sanatı, dekoratörlük. iç odun * Ağaç gövdesinin kendi çevresinde bulunan, sertleşmişve odunlaşmışhücrelerden oluşan, genellikle koyu
renkli bölümü.iç oğlanı * Osmanlıİmparatorluğunda, saraylarda türlü devlet hizmetleri için aday olarak yetiştirilen gençlere verilen
ad, celep.iç pazar * Ülke içinde yapılan satış. iç pilâv * Tavla zarı büyüklüğünde doğranmışkuzu ciğeri, fıstık, pirinç, kuşüzümü, yağve baharat kullanılarak
pişirilen bir pilâv türü.iç plâzma * Bir hücreli canlılarda protoplâzmanın merkez bölümüne verilen ad. iç politika * Bir devletin kendi sınırları içinde kamu işlerinin örgütlenmesine ve yönetime ilişkin uyguladığısiyaset. iç salgı * Vücuttaki salgı bezlerinin doğrudan doğruya kana karışacak yolda çıkardıklarısalgı, endokrin. iç salgı bezi * Salgısı bir boşaltım kanalıyerine doğrudan doğruya kana karışan bez. iç salgı bilimi * İç salgı bezlerinin gelişmelerini, işlevlerini, hastalıklarını inceleyen biyoloji ve tıp dalı, endokrinoloji. iç savaş * Bir ülke içinde çıkan savaş, dahilî harp. iç ses * Kelimenin ön ses ve son sesi arasında kalan ses veya sesler. iç ses düşmesi * Kelime içindeki bir ünsüzün kaybolması. iç su * Denizlerden uzak bölgelerde bulunan göl veya göletler. iç ters açı * İki paralel doğruyu kesen üçüncü bir doğrunun iki yanında ve paralellerin içinde altlıüstlü ortaya çıkan
dört açıdan her biri.iç turizm * Halkın kendi ülkesinde yaptığı gezi. iç tutmak (veya iç bağlamak) * yemişin içi oluşmak. iç tümce * İç cümle. iç türeme * Kelimenin aslında bulunmayan bir ünlünün veya ünsüzün iç seste belirmesi. iç tüzük * Bir kuruluş, meclis, kurum vb.nin iç işlerini düzenleyen tüzük. iç yarıçap * Düzgün bir çokgenin içine çizilen dairenin yarıçapı. iç yüz * Herkesçe bilinmeyen, anlaşılmayan ve görünenden büsbütün başka olan sebep veya nitelik, mahiyet, zamir,
künh.iç zar * Çiçek tozunu saran iki zardan içte olanı. içbükey * Yüzeyi düzgün ve pürüzsüz çukur biçiminde olan, obruk, mukaar, konkav. içe bakış * Deneğin bilincinde olanları izleyerek ruh süreçlerin özellik ve nitelikleri hakkında bilgi vermesi durumu. içe dönük * Gerginlik ve çatışma durumlarında kendi içine kapanarak başkalarından kaçan (kimse). içe dönüklük * Kişinin dikkat ve ilgisinin, dışçevreden çok, öncelikle kendi duygu ve yaşantılarıüzerinde toplanması
durumu.içe kapanık * Dışdünyaya karşı ilgi ve ilişkisi güçsüz, içine kapanık (kimse). içe kapanıklık * İçe kapanık olma durumu. içe yöneliklik * Gerçeklerden kaçınarak hayal olaylara bağlılığı geliştirme ve düşünceleri, daha çok dileklerin yönetmesine
bırakmak durumu, otizm.içecek * İçilen her şey, meşrubat.
* İçilmeye elverişli.içecek suyu olmak * o yere gitmesi kısmet olmak. içeri * İç yan, iç bölüm.
* Belirtilen durumunda, iç, iç yüzey.
* İç yüzeyde, iç bölümde olan.
* İç yana, iç yana doğru.
* Gönül, yürek.
* Hapishane.içeri girmek * bir işveya alışverişte zarar etmek.
* hapse girmek.içeride olmak * zarar etmişolmak, borçlanmışolmak.
* hapishanede olmak.içeriden evlenmek * Bkz. iç evlilik. içerik * Bir şeyin içinde bulunan ögelerin bütünü, muhteva.
* Bir anlatımda verilmek istenen öz; düşünce, duygu ve imgelerin bütünü.
* Herhangi bir ruhî süreç veya düşünsel işlevi oluşturan ögelerin bütünü.
* Bir cümle veya yargıda açıkça söylenmemekle birlikte var olduğu anlaşılabilen, zımnî.içerikli * Herhangi bir nitelikte, konuda içeriği olan. içerisi * Bkz. içeri. içeriye atmak (almak veya tıkamak) * hapsetmek. içeriye dalmak * kapalı bir yere hızlıca girmek. içeriye düşmek * hapse girmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 5
içerlek * Yanındakilerden daha içeride, daha geride bulunan.
* İçine çökmüş, derinde olan.içerleme * İçerlemek işi. içerlemek * İçin için öfkelenmek; kırılmak. içerleyiş * İçerlemek işi veya biçimi. içerme * İçermek işi, tazammun, ihtiva. içermek * İçine almak, içinde bulundurmak, ihtiva etmek.
* Bir şey, başka bir şeyin varlığını gerektirmek, biri ötekini ister istemez düşündürmek, tazammun etmek.içgüdü * Bir canlıtürünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak, doğuştan gelen bilinçsiz her türlü
hareket ve davranış, insiyak, sevkıtabiî.
* Organizmayı o türe özgü olan bir amaca ulaşmaya sürükleyen davranışeğilimi.içgüdülü * İçgüdüsü olan, insiyakî. içgüdüsel * İçgüdü ile ilgili, insiyakî. içi (veya midesi) kazınmak (veya kıyılmak) * açlıktan midesinde eziklik duymak. içi açılmak * güzel bir şey karşısında sıkıntısıdağılmak, ferahlamak. içi alaylı, dışıkalaylı * dışgörünüşü iyi, ancak içi bozuk (kimse). içi almamak * midesi kabul etmemek.
* sakıncalı gördüğünden veya beğenmediğinden, bir işi yapmak istememek.içi bayılmak * çok acıkmak.
* çok şekerli veya yağlıyiyecek ağır gelmek.içi beni yakar, dışıeli (veya seni) yakar * dışgörünüşü ile başkalarının hoşuna giden bir şey veya durumun gerçekten kötü yönleri olduğunu
belirtmek için kullanılır.içi bulanmak * kusacak gibi olmak. içi burkulmak (veya içi sızlanmak) * bir şeye çok üzülmek. içi cız etmek * ansızın içi sızlamak. içi çekmek * istek duymak. içi çıfıt çarşısı * her işte aklından türlü kötülükler geçiren. içi dar * Beklemeye dayanamayan, tez canlı, sabırsız. içi daralmak * sıkılmak, bunalmak. içi dayanmamak * Bkz. içi götürmemek. içi dışı bir * düşündüğünü açıkça söyleyen, gizli bir düşüncesi olmayan, iki yüzlü olmayan, özü sözü bir. içi dışına çıkmak * kusmaktan çok rahatsız olmak.
* bir taşıtta, kötü yol sebebiyle çok sarsılıp kusmak.içi erimek * kaygıduymak, çok üzülmek. içi ezilmek * üzülmek, yüreği burkulmak.
* sıkıntıve heyecan içine düşmek.içi geçmek * istemeden kısa bir süre uyuyuvermek.
* bir işe yaramaz duruma gelmek.
* yaşlılıktan, güçsüzlükten isteksiz olmak, hiçbir şeye ilgi duymamak.
* kavun, karpuz vb. yenmeyecek biçimde içi bozulmuşolmak.içi geniş * Sabırlı, rahat, huzurlu, gamsız, tasasız. içi gitmek * içi sürmek.
* bir şeyi yapmayıveya elde etmeyi çok istemek.içi götürmemek * (acıklı bir durum karşısında) dayanamamak.
* kıskanmak, çekememek.
* vicdanına sığdıramamak.içi hop etmek * birdenbire heyecanlanmak. içi ısınmak * hoşlanmak, sevmek. içi içine geçmek * tedirgin olmak. içi içine sığmamak * telâş, sabırsızlık, coşkunluk göstermekten kendini alamamak. içi içini yemek * istediğini yapamamak yüzünden üzülmek; dert etmek. içi kabul etmemek * (bir şeyden) midesi bulanmak. içi kalkmak (veya kabarmak) * iğrenerek bulantıduymak.
* taşkın bir ağlama duygusu içinde bulunmak.
* duygulanmak, heyecanlanmak.içi kan ağlamak * çok üzüntü duymak. içi kapanmak * sıkılmak, bunalmak. içi kararmak * sıkılmak, bunalmak; hiçbir şeyden tat alamaz olmak.
* umutsuzluğa düşmek.içi paralanmak (veya parçalanmak) * birine acıyarak çok üzülmek. içi pır pır etmek * Bkz. içi vık vık etmek. içi rahat etmek * kaygıduyulacak bir konu bulamadığınıöğrenerek ferahlamak. içi sıkılmak * bunalmak. içi sızlamak * bir şey veya kişi için çok üzülmek. içi sürmek * ishal olmak. içi tez * Aceleci, sabırsız, yavaşyapılan işten sıkılan. içi titremek (veya titrememek) * özen göstermek.
* çok üşümek.
* duygulanmak.içi vık vık (fık fık veya pır pır) etmek * sabırsızca, tedirgin davranmak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 6
içi yağbağlamak * Bkz. yüreği yağbağlamak. içi yanmak * çok susamak.
* büyük bir acıvb. sebebiyle çok üzülmek.içici * İçmek işini yapan (kimse).
* İçkici, ayyaş, akşamcı.içicilik * İçmeyi alışkanlık hâline getirmek işi. içiliş * İçilmek işi veya biçimi. içilme * İçilmek işi. içilmek * İçmek işi yapılmak. içim * İçmek işi veya biçimi, içiş.
* Bir yudumda içilecek miktar.
* Bir şey içilirken alınan tat.içimli * İçimi herhangi bir nitelikte olan.
* İçimi iyi, lezzetli.içimlik * İçilecek miktarda olan. için * Amacıyla, maksadıyla.
* Sebep ve sonuç belirtir.
* -dan / -den dolayı, … -dan / -den ötürü.
* Özgü, ayrılmış.
* Düşüncesince, kendince, göre.
* Hakkında.
* Oranla, göz önünde tutulursa.
* Karşılığında, karşılık olarak.
* Uğruna, yoluna.
* Süre belirtir.
* Ant deyimleri yapar.için için * İçinden, açığa vuramayarak, yavaşyavaş, gizli gizli. için için gülmek (veya gülümsemek) * belli etmeden, gizli gizli gülmek. için için kaynamak * aşırıheyecan, gözü peklik ve hareket içindeyken bunu belli etmemek. için için yanmak * yanmasısürmek; (ateşiçin) farkına varılmadan yanmak.
* dışa vurmadan çok üzülmek.içinde * Süresince, zarfında.
* Ortamında.
* Kendisinden önceki söze “çok” anlamıverir.içinde duymak * hissetmek, varlığınıalgılamak. içinde kaybolmak * göze çarpmak.
* (giysi için) çok büyük gelmek.içinde yüzmek * olumlu veya olumsuz bir durumun aşırıderecesinde bulunmak. içindekiler * Bir kitabın veya derginin başveya son bölümüne konulan, kişi, konu, yer adıvb. ni yer numarasıyla
belirten liste, fihrist.
* Bir kitap, dergi, gazete, mektup vb.nin içinde bulunan konular veya kapsadığışeyler, münderecat.içinden bir şeyler kopmak * ruhundaki güzellikler yitmek, iç acısıduymak. içinden çıkmak * karışık bir işin güçlüklerini yenebilmek, üstesinden gelmek. içinden geçirmek * bir şeyi yapmayıdüşünmek. içinden geçmek * düşünmek, aklından geçmek. içinden gelmek (veya gelmemek) * bir şeyi yapmak için içten bir istek duymak (veya duymamak). içinden gülmek * sezdirmeden eğlenmek. içinden kan gitmek * Bkz. içi kan ağlamak. içinden konuşmak (veya demek) * kimsenin duymayacağıkadar yavaşsesle konuşmak. içinden okumak * ses çıkarmadan okumak.
* sessiz bir biçimde sövmek.içinden pazarlıklı(veya içten pazarlıklı) * sinsi. içinden yanmak * çok istemek, sabırsızlık göstermek. içine almak * kapsamak. içine ateşatmak * aşırıacı, sıkıntıveya üzüntü verecek davranışta bulunmak. içine ateşdüşmek * büyük bir acıve üzüntünün etkisi altına girmek. içine atmak * sıkıntısınıkimseye belli etmemek.
* yapılan bir kötülüğe karşısesini çıkarmamakla birlikte, bunu unutmamak.içine baygınlıklar çökmek * sıkıntı, fenalık basmak. içine çekilmek * Bkz. kabuğuna çekilmek. içine çekmek * soluk almak.
* bilincine varmak, anlamak.içine dert olmak * bir şeyi yapmamaktan dolayıüzülmek. içine doğmak * hiçbir belirtiye dayanmadan, bir işin olacağınıveya olduğunu önceden sezinlemek, malûm olmak. içine dokunmak * dertlendirmek, üzmek. içine etmek * Bkz. içine sıçmak. içine hüzün çökmek * kederlenmek, hüzünlenmek. içine işlemek * duygulanmak, etkilenmek, dokunmak. içine kapanmak (veya içine çekilmek) * çevresindeki kişilerle ilgi kurmamak, duygularınıkimseye açmamak. içine kurt düşmek * kendisine zararıdokunacak bir durum meydana geleceğinden kuşkulanmak. içine oturmak * çok etkilemek, çok üzmek. içine sıçmak * bozup berbat etmek, içine etmek. içine sinmek (veya sinmemek) * isteğince olduğu için huzur ve mutluluk duymak (duymamak).
* içi rahat etmek (etmemek).içine sokacağı gelmek * birini çok sevmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 7
içine tükürmek * bir şeyi bozup berbat etmek. içini açmak * derdini anlatmak, içini dökmek. içini bayıltmak (veya kıymak) * (tatlı) ağır gelip artık yiyememek.
* çok konuşarak veya ağır davranarak birini usandırmak.
* yoğun olarak hissetmek.içini boşaltmak * sıkıntıve derdini söylemek; öfkesini açığa vurmak. içini çekmek (iç çekmek veya iç geçirmek) * üzüntüyle veya özlemle derin soluk almak. içini çürütmek * ruhunu karartmak, bezdirmek, yıldırmak. içini dökmek * derdini anlatmak, iç dünyasındaki duygu ve düşüncelerini bir bir anlatmak.
* ferahlamak, rahatlamak.içini ezmek * üzüntüsünü, sıkıntısınıduymak. içini karartmak * bunalıma veya sıkıntıya sokmak, endişeye düşürmek. içini kemirmek * bir üzüntüden rahatsızlık duymak, tedirgin olmak. içini kurt yemek (veya kemirmek) * sürekli bir kaygı içinde bulunmak. içini okumak * birinin gizli, saklıdüşüncelerini anlamak. içini parçalamak (veya parça parça etmek) * çok üzülmek, aşırıderecede sıkılıp harap olmak. içini sarmak * sürekli düşünmek, hep onunla meşgul olmak. içini sıkmak * sıkıntıvermek. içini yakmak * çok üzülmek. içini yemek * çok üzülmek. içinin (veya yüreğinin) yağıerimek * telâşveya kaygı ile üzülmek. içinin ateşi küllenmek * acısı, hüznü, kederi son bulmamak, sürmek. içirik * Yatak doldurmaya yarayan yün, pamuk, kıtık gibi şeyler. içirilme * İçirilmek işi. içirilmek * İçmesi sağlanmak. içiriş * İçirmek işi veya biçimi. içirme * İçirmek işi. içirmek * İçmek işini yaptırmak, içmesini sağlamak. içirtme * İçirtmek işi. içirtmek * İçmek işini yaptırmak. içiş * İçmek işi veya biçimi, içim. içit * İçilecek şey. içitim * Vücuda şırınga ile sıvıverme işi, zerk. içitme * İçitmek işi, zerk. içitmek * Sıvıyışırınga vb. ile vücuda vermek, zerk etmek. içki * İçinde alkol bulunan içecek.
* İçki içme işi.içki âlemi * İçkili yemek eğlentisi. içki masası * İçki sofrası. içki psikozu * Alışkanlık hâlinde ve aşırıderecede içki kullanmanın yarattığı ağır bunalım. içki sefası * İçki âlemi. içki sofrası * İçki içilen sofra. içkici * İçki yapan veya satan kimse.
* İçkiye düşkün kimse, içici.içkicilik * İçki yapma veya satma işi.
* İçkiye düşkün olma durumu.içkili * İçki içmişolan.
* İçki içilen.
* İçki içmişolarak.içkin * Varlığın içinde bulunan, varlığın yapısına karışmışolan, mündemiç.
* Yalnızca bilinçten olan, yalnızca bilinç içeriği olarak var olan (şey), mündemiç.
* Deney içinde kalan, deneyi aşmayan (şey).
* Dünya içinde, dünyada olan (şey).içkinlik * İçkin olma durumu. içkisiz * İçki içmemişolan.
* İçki içilmeyen.
* İçki içmemişolarak.içkiyi bırakmak * içki içmekten vazgeçmek. içlem * Bir kavramın çağrıştırdığı kapsama giren niteliklerin veya taşıdığı özelliklerin bütünü, tazammun.
* Bir nesnenin içeriğini oluşturan şey.içlendirme * İçlendirmek işi veya durumu. içlendirmek * İçlenmek işini yaptırmak. içlene içlene * Sürekli içine atarak. içleniş * İçlenmek işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 1
i * İyot’un kısaltması. -i * Bkz. -ı/ -i (II). -i * Bkz. -ı/ -i (III). -i * Bkz. -ı/ -i (IV). -i * 343 -ı/ -i (I). -i hâli * Bkz. belirtme durumu, yükleme durumu. i, İ * Türk alfabesinin on ikinci harfi. İadıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ince, düz, dar ünlüyü gösterir. iade * Alınmış bir şeyi geri verme.
* Verilen bir şeyi almayarak geri çevirme, reddetme.
* Karşılıklı olarak yapma, mukabele etme.iade edilmek * geri verilmek, geri çevrilmek. iade etmek * geri vermek, geri çevirmek.
* karşılık olarak yapmak, mukabele etmek.iadeiziyaret * Daha önce yapılan ziyaretin karşılığınıverme. iadeli * Kendisine ulaştırılan kimseden, gönderene iletmek için imza alınan.
* Divan edebiyatında her beytin son sözünü sonraki beytin ilk sözü yapma biçiminde ortaya çıkan söz sanatı,
buna iade de denilmiştir.iadeli taahhütlü * Bkz. iadeli. iane * Yardım.
* Yardım amacıyla toplanan para.iare * Eğreti verme, ödünç verme. iaşe * Yedirip içirme, besleme, bakma. iaşe etmek * yedirip içirmek, beslemek, bakmak. iaşe ve ibate * Besleme, yedirip içirme ve barındırma. ibadet * Tanrı buyruklarınıyerine getirme, Tanrı’ya yönelen saygıdavranışı, tapınma.
* Âyin, kült.ibadet de gizli, kabahat de * yapılan iyiliklerin göstermelik olmaması, işlenen suçların, ayıplarının açığa vurulmaması için kullanılır. ibadet etmek * Tanrı buyruklarınıyerine getirmek, Tanrı’ya yönelen saygıdavranışlarında bulunmak, tapınmak. ibadetgâh * İbadet yeri, ibadethane. ibadethane * İbadet edilen yer, tapınak. ibadullah * Tanrı’nın kulları.
* Pek bol, pek çok.ibare * Bir düşünce anlatan bir veya birkaç cümlelik söz. ibaret * Oluşan, meydana gelen. ibaret olmak (veya kalmak) * -dan /-den oluşmak, meydana gelmek.
* ancak bu kadar olmak.ibate * Barındırma. ibate etmek * barındırmak. ibda * Yaratma, yoktan var etme. ibdaî * Orijinal. ibibik * Çavuşkuşu, hüthüt. ibik * Horoz, hindi vb.nin tepesinde bulunan kırmızıderi uzantısı.
* Bazıkemiklerde bulunan ve kasların tutunmasına yarayan, çizgi durumunda pürtüklü çıkıntı.
* Emzik.
* Köşe, kenar, uç.ibikli * İbiği olan. ibiksi * İbiğe benzer. ibis * Leyleksilerden, Afrika ve BatıAsya’nın sulak yerlerinde yaşayan bir kuş, Mısır turnası(İbis aethiopica). ibiş * Orta oyununda çoğu kez aptal uşak rolünü oynayan komik.
* Şapşal, palyaço.ibişgibi * yüz ve davranışları gülünç olan kimseler için söylenir. iblâğ * Ulaştırma, eriştirme.
* Bir şeyin miktarınıartırma.iblâğetmek * ulaştırmak, eriştirmek.
* bir şeyin miktarınıartırmak.iblis * Şeytan.
* Kötü, düzenci.iblisane * İblis gibi. iblisçe * Şeytanca, kötülük düşünerek. iblisçilik * İblise bağlanma ve tapınma.
* İblisçe davranma.iblisçilik etmek * iblisçe davranmak. ibne * Eş cinsel ilişkide pasif erkek.
* Kırgınlıkla hakaret yollu söylenen söz.ibnelik * İbne olma durumu.
* İbne gibi davranma durumu.ibra * Aklama, temize çıkarma. ibra etmek * aklamak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 2
ibraname * Aklama belgesi. İbranca * İbranîce. İbranî * Eski Yahudilere verilen ad. İbranîce * Bugün İsrail’de kullanılan Samî dili. ibraz * Ortaya koyma, gösterme, meydana çıkarma. ibraz etmek * ortaya koymak, göstermek, meydana çıkarmak. ibre * Ölçü aletlerinde sayıveya işaret göstermeye yarayan hareketli iğne.
* Çam, ardıç, sedir gibi ağaçların yaprağı.ibret * Yanlış, kötü davranışlardan sakınmayısağlayan olgu veya bu gibi olgulardan alınması gereken sonuç, ders.
* Çirkin, kötü, acayip.ibret almak * ders almak. ibret olmak * ders olmak. ibretamiz * İbret verici, ibret dolu. ibreten * İbret olsun diye. ibretiâlem * Herkes, başkaları. ibretiâlem için * başkalarına örnek olsun diye. ibretin kudreti * çok acayip ve çirkin. ibretlik * Ders alınacak nitelikte olan. ibrik * Su ve sulu şeyler koymaya yarayan kulplu, emzikli kap. ibrikçi * İbrikle su taşıyan, döken kimse.
* İbrik yapan veya satan kimse.ibriktar * Sarayın leğen, ibrik gibi eşyalarından sorumlu olan görevli. ibriktar usta * Sarayın harem dairesinde leğen ve ibriklere bakan ve padişahın özel hizmetini gören kimse, karavaş. ibrişim * Kalınca bükülmüşipek iplik. ibrişim kurdu * İpek böceği. ibzal * Esirgemeden bol bol verme, yapma veya söyleme. ibzal etmek * esirgemeden bol bol vermek, yapmak veya söylemek. icabet * Bir çağrıyıyerine getirme, bir çağrıya gitme.
* Bir buyruk veya isteğe uyma, kabul etme, razı olma.icabet etmek * çağrıüzerine gitmek.
* bir buyruğa, bir isteğe uygun olarak davranmak.icabına bakmak * gereğini yerine getirmek.
* bir kimseyi yok etmek, ortadan kaldırmak.icabında * Gerekince, gerekirse. icap * Gerek, gereklik, ister, lüzum.
* Olumlama.icap etmek * gerekmek. icap ettirmek * gerektirmek. icapçı * Nöbeti hastahanede değil, evde tutan ve her an hastahaneden çağrılacak vaziyette bekleyen doktor. icar * Kira. icara vermek * kiraya vermek. icat * Yeni bir şey yaratma, bulma.
* Gerçekmişgibi gösterme çabası.icat çıkarmak * hoşgörülmeyen yeni bir huy, davranışgöstermek veya yadırganan bir yol tutmak.
* ortaya gereği olmayan bir sorun atmak.icat etmek * ilk kez yeni bir şey yaratmak.
* bir şeyi gerçekmişgibi göstermek.icatçı * İcat eden, bulan, kâşif, bulucu. icaz * Az sözle çok şey anlatma. icazet * İzin, onay, onaylama.
* Diploma.icazet almak * izin, onay almak.
* diploma almak.icazetname * İzin belgesi, onay belgesi.
* Diploma.icbar * Zorlama, zorunda bırakma. icbar etmek * birine istemediği bir işi zorla yaptırmak, zorlamak, zorunda bırakmak. -ici- * Bkz. -ıcı. iciği ciciği * Bkz. ıcığıcıcığı. icmal * Özet, kısaltma. icmal etmek * özetlemek. icra * Yapma, yerine getirme, (bir işi) yürütme.
* Bir müzik eserini oluşturan notalarısese çevirme.
* Borçlunun alacaklıya karşıyapmak veya ödemekle yükümlü bulunduğu bir şeyi adlî bir kuruluşaracılığıyla
yerine getirme ve adliyenin bu işle görevli dairesi.icra etmek * yapmak.
* bir müzik eserini söylemek veya çalmak.