ıstavroz | * Bkz. istavroz. |
ıstıfa | * Ayıklanma. |
ıstılah | * Terim. * Herkesin anlamadığıözel anlamda kullanılan söz. |
ıstılah paralamak | * herkesin anlamadığı ağdalı bir biçimde konuşmak. |
ıstırap | * Acı. * Üzüntü, sıkıntı, keder. |
ıstırap çekmek | * ağrıve acı içinde kıvranmak, aşırıderecede üzülmek. |
ıstıraplı | * Istırap veren, acılı, sıkıntılı. |
ıstırapsız | * Istırabı olmayan, acıveya üzüntü vermeyen. |
ıstırar | * Çaresizlik, mecburiyet, zorunluk. |
ıstırarî | * Mecburî, zorunlu. |
-ış/ -iş, -uş/ -üş | * Fiillerden isim türeten ek: al-ış, gel-iş, bul-uş, gör-üş, anla-y-ış, bekle-y-iş, solu-y-uş, yürü-y-üşvb. |
-ış/ -iş, -uş/ -üş | * Bkz. -ş-. |
ışığa doğrulum | * Işık etkisiyle bir bitkinin büyüme hareketi, fototropizm (Işığa doğrulum bazen ışığa göçüm, fototaktizm yerine kullanılır). |
ışığa göçüm | * Bir hücrelilerde birdenbire aydınlanma sonucu görülen tepkime, fototaktizm, fototaksi. |
ışığı altında | * bir durum veya düşüncenin konuyu aydınlatmasından yararlanarak, onu göz önünde tutarak. |
ışık | * Cisimleri görmeyi, renkleri ayırt etmeyi sağlayan fiziksel enerji, erke, ziya, nur, şavk. * Yüksek derecede ısıtılan cisimlerin (akkorluk) veya çeşitli enerji biçimleriyle uyarılan cisimlerin (gaz ışı) yaydığı gözle görülen ışıma. * Bir yeri aydınlatmaya yarayan araç. * Mutluluk, sevinç veya zekâdan doğan, özellikle yüzde ve gözlerde beliren parıltı. * Yol gösteren, aydınlatan kimse, düşünce, eser vb. * (resim sanatında) Işıklı, parlak yer. |
ışık akısı | * Birim yüzeyinden, birim zamanda geçen ışık enerjisi. |
ışık aylası | * Herhangi bir gök cismini çevreleyen ışıklıhalka. |
ışık aynası | * (fotoğrafçılıkta) Işığıyansıtmak için ışık kaynağının önüne konulan nesne. |
ışık bacası | * Yapıların içine ışığın iyi girebilmesi için bırakılan baca. |
ışık çanağı | * Sahneyi aydınlatmak için değişik açılardan ışığın gelmesini sağlayan çukur madenî yansıtıcı. |
ışık eğrisi | * Değişken bir yıldızın parlaklığının görünmesini veren grafik. |
ışık göçüm | * Bitkilerde protoplâzmanın ışığa gösterdiği tepki. |
ışık gölge | * (resimde) Işıklıve gölgeli bölümlerin birbirine göre dağılımını gösteren kısımlar. |
ışık hızı | * Işığın bir saniyede aldığıyol. |
ışık ışını | * Yayılan ışığın izlediği doğru. |
ışık korkusu | * Bazıcanlıların ışıktan korkma duygusu. |
ışık küre | * Bkz. ışık yuvarı. |
ışık ölçümü | * Fiziğin, ışık miktarının ölçülmesini ve cisimlerin ışığı iletme, yansıtma, dağıtma gibi özelliklerini inceleyen bölümü, fotometri. |
ışık tutmak | * bir yeri ışıkla aydınlatmak. * düşüncesiyle kılavuzluk etmek, konuyu aydınlatıcıdüşünceler söylemek, tutacağıyolu göstermek. |
ışık yılı | * Işığın bir yılda aldığıyol. |
ışık yuvarı | * Güneşte, dışarıya ışık veren katman, ışık küre, fotosfer. |
ışıkçı | * Sinema filmlerinin çekiminde veya tiyatro, opera, bale gibi gösteri sanatlarında sahnenin aydınlatılması için gerekli ışık ve elektrik işlemini düzenleyip yapan kimse. |
ışıkçılık | * Işıkçının işi veya mesleği. |
ışıkkesen | * Karanlık odalara girip çıkarken bu yerlere ışık sızmasınıönleyen düzen. |
ışıklama | * Çevirim sırasında, aydınlatılmışolan konunun görüntüsünün duyar kat üzerine belirli bir süre düşerek etkilemesi. |
ışıklandırılma | * Işıklandırılmak işi. |
ışıklandırılmak | * Işıklandırılmak işi yapılmak veya ışıklanmasısağlanmak. |
ışıklandırma | * Işıklandırmak işi, aydınlatma. |
ışıklandırmak | * Işıklıduruma getirmek, aydınlatmak. |
ışıklanma | * Işıklanmak işi. |
ışıklanmak | * Işıklıduruma gelmek, aydınlanmak, ışımak. |
ışıklı | * Işığı olan, aydınlık, ışıklandırılmış, nurlu, nuranî. * Neşe veren, sevinç yaratan, mutlu. |
ışıklılık | * Bir optik cihazda, cisme çıplak gözle veya cihazla bakıldığında, ağtabakadaki birim yüzeyi etkileyen ışık miktarlarıarasındaki oran. |
ışıkölçer | * Işık şiddetini veya enerjisini ölçen araç, fotometre. * Bir ışık kaynağının, belli uzaklıkta oluşturduğu aydınlığıölçme işinde kullanılan araç, fotometre. |
ışıksız | * Işığı olmayan, karanlık. |
ışıksızlık | * Işıksız,ışıktan yoksun olma durumu. |
ışıl | * Işıklı. |
ışıl ışıl | * Titrek ve parlak bir ışık saçarak. * Parıltılı, ışıltılı. |
ışıl ışıl bakmak | * sevinçten gözleri parıl parıl olmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük I Sayfa 7
-
Türkçe Sözlük I Sayfa 8
ışıl küf * Sığır, domuz ve insanlarda ışıl küflüce hastalığına yol açan, ışıl küflerin örnek türü olan asalak mantar
(Actinomyces bovis).ışıl küfler * Çeşitli türleri, insan ve hayvanlarda asalak yaşayan tallı bitkiler takımı. ışıl küflüce * Evcil hayvanlarda, özellikle sığırlarda, ışıl küflerden ileri gelen ve insanlara da bulaşabilen ilkel mantar
hastalığı.ışılak * Parıltı. ışılama * Işılamak durumu veya biçimi. ışılamak * Işıldamak, parlamak. ışılatma * Işılatmak işi veya biçimi. ışılatmak * Parıldatmak. ışıldak * Karanlıkta bir hedefi aydınlatmak için kullanılan dar, uzun bir ışın demeti çıkaran ışık kaynağı, projektör.
* Parlayan, ışıltılı.ışıldama * Işıldamak işi. ışıldamak * Titrek, parlak bir ışık saçmak, parıldamak. ışıldatma * Işıldatmak işi. ışıldatmak * Işıldamasını sağlamak, ışıl ışıl parlatmak, parıldatmak. ışıltı * Hafif ışık.
* Bir şeyin ışıldarken saçtığıışık.ışıltılı * Işıltısı olan, ışıltıyapan. ışıma * Işımak işi, ışıklanma, aydınlanma.
* Işınım.ışımak * Işıklanmak, aydınlanmak.
* Işık saçmak.ışın * Bir ışık kaynağından çıkarak her yöne yayılıp giden ışık demeti, şua.
* Işın etkin özdeklerin saçtıklarıalfa, beta, gama ışınlarından her biri.
* Bir noktadan çıkıp sonsuza giden yarım doğrulardan her biri.ışın bilimci * Işın bilimi uzmanı, radyolog. ışın bilimi * Işık, elektrik ve ısıışınlarının uygulama alanlarını inceleyen bilim dalı, radyoloji. ışın etkin * Işın etkinliği olan, radyoaktif. ışın etkinlik * Alfa, beta veya gama ışınlarınıyayma özelliği, radyoaktivite. ışınım * Işın veya tanecik yayımı, radyasyon.
* Uzayda yayılan bir dalgayı oluşturan öğelerin bütünü, radyasyon.
* Bir enerjinin ışık demeti durumunda yayılması, radyasyon.
* Isının, bir kaynaktan ışın ve dalga hareketi yoluyla yayılması, radyasyon.ışınım akısı * Birim düzeyden birim zamana geçen ışınım. ışınım alıcısı * Işınıma karşıhassas araç veya gereç. ışınım basıncı * Işınımın birim düzeye birim zamanda yüklediği itme gücü. ışınım dengesi * Bir yüzeyde oluşan ışınımın denkliği. ışınımölçer * Bir kaynağın bütün dalga boylarındaki toplam ışınımınıölçen araç, bolometre. ışınlama * Işınlamak işi. ışınlamak * Işın (bilim kurguya göre) gücüyle bir varlığı, atomlara ayırarak görünmez duruma getirmek veya atomlarını
birleştirerek bir varlığıyeniden yaratmak.
* Virüslerden başka mikroorganizmaların, özellikle mikropların bulaşmasınıazaltmak amacıyla yiyecek
maddelerini hafif iyonlaştırıcıışınlara tutmak.ışınlandırma * Işınlandırmak işi. ışınlandırmak * İnsan, hayvan veya herhangi bir materyalin röntgen, gamma veya nötron gibi ışınlarının etkisinde kalmak. ışınlanma * Işınlanmak işi. ışınlanmak * Işınlamak işine konu olmak veya ışınlamak işi yapılmak. ışınlayıcı * Yapısında bir ışıma kaynağı bulunan ve bir maddeyi ışınlamaya yarayan (araç). ışınlı * Işın veren, ışın saçan. ışınlılar * Bir hücreli hayvanların, kök bacaklılar sınıfına giren, protoplazmalarından, hareket ve duyu organı olarak
yalancıayak salan takım.ışınölçer * Işınların enerjiye dönüşmesini gösteren araç, radyometre. ışıntı * Işıklı, ışıltı. ışıntılâmbası * Işık saçan lâmba. ışıtım * İçine yağkonularak ucundaki fitil sayesinde ışık elde edilen kandil. ışıtma * Işıtmak işi. ışıtmak * Işık saçmak, ışıklandırmak. ışkı * Deri, tahta kazımakta kullanılan, iki ucu saplıeğri bıçak. ışkın * Bir ravent türü. ışkırlak * Karagöz’ün başlığı. ıştır * Ispanakgillerden, saplarıetli bir ot, yaban pazısı(Blitum capitatum). -ıt- * Bkz. -t- (III). -ıt / -it, -ut / -üt * İsimlerden sıfat türeten ek: yaş-ıt, eş-it vb. -ıt / -it, -ut / -üt * Fiillerden isim türeten ek: an-ıt, geç-it, um-ut, göm-üt vb. -
Türkçe Sözlük I Sayfa 9
ıtır * Güzel koku.
* Itır çiçeği.ıtır çiçeği * Sardunyagillerden, yaprakları güzel kokulu, çiçekleri türlü renklerde bir süs bitkisi (Pelargonium radicula). ıtır yaprağı * Süsleme sanatında ıtır yaprağı biçiminde oluşturulan ve kullanılan motif. ıtırlı * Güzel kokulu, muattar, ıtrî. ıtlak * Salıverme, koyuverme. ıtlak olunmak * ad verilmek, adı olmak. ıtlak üzre * genel olarak. ıtnap * Sözü boşyere uzatma. ıtrah * Dışarıçıkarma, dışarıatma. ıtrah etmek * vücuttan dışarıatmak. ıtrışahî * Sultanlara özgü güzel koku. ıtrî * Itırlı, kokulu. ıtriyat * (sürünülecek) Güzel kokular. ıtriyatçı * Güzel kokular, makyaj malzemesi satan kimse veya yer. ıtriyatçılık * Itriyatçı olma durumu. ıttıla * Bilgi edinme, öğrenme. ıttırat * Birbirini izleme, birbiri arkasından gelme, düzenli sıralanma. ıvır zıvır * Küçük, önemsiz (şey). ıydiye * Bayram kutlaması.
* Bayramlarda din ve devlet büyüklerine sunulan kaside.-ız * Bkz. -z (I). -ız * Fiilden sıfat türeten ek: tık-ız vb. -ız / -iz, -uz / -üz * İsim soyundan yüklemlere, fiillerin türlü kip ve zamanlarına eklenen çokluk 1. kişi eki: iyiy-iz, yorgun-uz,
üzgünüz, al-ır-ız, bil-ir-iz, gid-iyor-uz, görür-üz, al-acağ-ız, gör-eceğ-iz, çalış-malı-y-ız vb.ızbandut * Görünüşü ve davranışı ile korku veren (iri yarıadam).
* Rum korsanlarına verilen ad.ızbandut gibi * çok iri, cüsseli (erkek). ızgara * Metal çubukların, ağaç dallarının aralıklısıralanmasıyla yapılan parmaklık veya kafes biçiminde araç.
* Et, balık, köfte gibi yiyecekleri pişirmekte kullanılan araç.
* Bu araç üstünde pişmiş.
* Pisliklerin su yollarınıtıkamasınıönlemek veya havalandırmak amacıyla su yollarının veya havalandırma
çıkışlarıüzerine konulan kafesli veya parmaklıklıdemir.
* Futbol ayakkabısıaltında bulunan iri başlıkabara.ızgara demiri * Kazan ızgarasınımeydana getiren demir çubuklardan her biri. ızgara köfte * Kıyma ve özel baharatların karıştırılarak ve yoğurularak hazırlanan, ızgarada pişirilen bir tür köfte. ızgara parmaklığı * Yüzen cisimleri ve yapraklarıtutmak için, bir barajda, yükleme odasında basınçlı boru ağzının önüne eğik
olarak yerleştirilen demir parmaklık.ızgara yatağı * Katıyakıtlımadenî bir ocağın, içine ızgaranın yerleştirildiği kısmı. ızgaralı * Izgarası olan. ızgaralık * Izgara yapmaya elverişli (et). ızgarasız * Izgarası olmayan. ızgın * Tohumlarından yağçıkarılan bir bitki (Eruca cappadocica). ızrar * Zarar verme, zarara sokma. ıztırap * Bkz. ıstırap. ıztırar * Çaresizlik, ihtiyaç. -
Türkçe Sözlük I Sayfa 5
ıska geçmek * hedefe rast getirememek.
* üzerinde durmamak, önem vermemek, atlamak.ıskaça * Yelkenli gemilerde direklerin alt uçlarının içine oturtulduğu yuva. ıskala * Bir bestede kullanılabilecek aynıtürden sesler kümesi.
* Genellikle ölçü aletlerinde gösterge çizelgesi.
* Gam.ıskala yapmak * çalgıperdelerine parmak alıştırmak. ıskalama * Iskalamak işi. ıskalamak * Hedefe rast getirememek. ıskara * Bkz. ızgara. ıskaralık * Bkz. ızgaralık. ıskarça * Bir limanın gemi kalabalığı içindeki durumu.
* Bir şeyi tıka basa doldurma.ıskarmoz * Gemilerin kaburgalarını oluşturan eğri ağaçların adı.
* Kürek takmak için kayık ve sandalın yan kenarına dikine yerleştirilmişağaç çubuk.ıskarmoz * Vücudu yuvarlak, uzunca, pullu, burnu sivri, küçük palamut boyunda bir balık (Sphyraena sphyraena). ıskarpelâ * Bkz. iskarpelâ. ıskarta * Bazı iskambil oyunlarında kullanılması gerekmediğinden bir yana bırakılan kâğıtlar.
* Herhangi bir sebep dolayısıyla değerini kaybetmiş(mal).ıskartaya çıkarmak (veya ayırmak) * değersiz bularak bir yana atmak, işe yaramadığı için ayırıp bir yana koymak. ıskartaya çıkmak * değersiz sayılarak bir yana atılmak. ıskat * Düşürme, aşağıatma.
* Düşürülme.
* Ölenlerin kılınmamışnamazlarıve tutulmamışoruçları için verilen sadaka.ıskatçı * Iskat verilen kimse.
* Mezarlık dilencisi.ıskonto * İndirim, tenzilât.
* Süresi dolmamış bir senedin, faiz ve komisyonu düşürülerek karşılığından eksiğine alınması, kırdırma.
* Senedin saymaca değeri üzerinden yapılan indirim.
* (söz için) Bir bölümünü söylenmemişsayma.ıskonto etmek * indirim yapmak.
* (söz için) bir bölümünü söylenmemişsaymak.ıskontolu * İndirimli, tenzilâtlı.
* Bir bölümü söylenmemişsayılan.ıskontosuz * İndirimsiz, tenzilâtsız. ıskota * Büyük yelkenleri yönetmek için kullanılan ip. ıskuna * Brikten küçük, iki direkli bir çeşit yelkenli gemi. ıslah * Düzeltme, iyileştirme.
* Bir hayvan veya bitki türünden daha iyi verim alabilmek amacıyla yapılan işlem.ıslah etmek * iyi bir duruma getirmek, iyileştirmek, düzeltmek.
* yola getirmek.ıslah evi * Suç işleyen çocuklarııslah etmek ve eğitmek amacıyla ceza yasasına göre işleyen kurum, ıslahhane. ıslah olmaz * düzelmez, iyileşmez. ıslahat * Daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik, düzeltme veya iyileştirme, reform. ıslahatçı * Reformcu. ıslahatçılık * Reformculuk. ıslahhane * Islah evi. ıslak * Suya batırılmışveya üzerine su dökülmüşolan. ıslak karga * Çok ıslanmış, sırılsıklam olmuş.
* Çok korkan, çekingen, ürkek.ıslak sıçan * Islak karga. ıslak zemin * İnşaat sektöründe mutfak, banyo, tuvalet gibi suyla teması olan bölümlerin yüzeyi. ıslaklık * Islak olma durumu. ıslama * Islamak işi. ıslamak * Islatmak. ıslanış * Islanmak işi veya biçimi. ıslanma * Islanmak işi veya durumu. ıslanmak * Islak duruma gelmek. ıslatıcı * Yapıştırmadan önce pulları, zarfları, etiketleri ıslatmaya yarayan araç. ıslatılma * Islatılmak işi. ıslatılmak * Islatmak işi yapılmak, ıslak duruma getirilmek. ıslatış * Islatmak işi veya biçimi. ıslatma * Islatmak işi. ıslatma suyu * Bazımaddelerin çeşitli amaçlarla işlenmesinde kullanıldıktan sonra değişik yöntemlerle ayrılan ve
çözünmüş besin maddeleri içeren sıvı.ıslatmak * Islak duruma getirmek.
* Dayak atmak veya ağır hakarette bulunmak.
* Mutlu bir olayı içki ile kutlamak.ıslık * Dudakların büzülerek veya parmağın dil üzerine getirilmesiyle çıkarılan ince ve tiz ses.
* İnce ve tiz ses.ıslık çalmak * ıslık sesi çıkarmak. -
Türkçe Sözlük I Sayfa 6
ıslıklama * Islıklamak işi. ıslıklamak * Birine karşııslık çalarak sevilmediğini, istenmediğini veya beğenilmediğini belli etmek. ıslıklanış * Islıklanmak işi veya biçimi. ıslıklanma * Islıklanmak işi. ıslıklanmak * Islıklamak işi yapılmak veya ıslıklamak işine konu olmak. ıslıklı * Islık çıkaran.
* Islık gibi çıkan.ıslıklıünsüz * Dilin ön orta bölümünün bir tür oluk biçimini almasıyla oluşan ünsüz: s, z, ş, j. ısmarlama * Ismarlamak işi, sipariş.
* Ismarlanarak yaptırılan.
* İçten olmayan, baştan savma.ısmarlamak * Bir şeyin yapılmasınıveya getirilmesini, bu işlerle uğraşan birine söylemek, siparişetmek.
* Parasınıkendi ödeyerek başkaları için yiyecek veya içecek getirilmesini söylemek.
* Kendi için bir şey alınmasını başkasına söylemek.
* Bir şeyin, bir kimsenin bakılmasını, korunmasını birine veya birinin gözetilmesine bırakmak, emanet
etmek.
* Bir işin yapılmasını, bırakılmasınıveya o işten vazgeçilmesini söylemek.ısmarlanma * Ismarlanmak işi. ısmarlanmak * Bir şeyin yapılmasıveya getirilmesi birine söylenmek. ısmarlatma * Ismarlatmak işi. ısmarlatmak * Ismarlamak işini yaptırmak. ıspanak * Ispanakgillerden, yapraklarından sebze olarak yararlanılan bir bitki (Spinacia oleracea). ıspanakgiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi ıspanak olan, pazı, pancar gibi başka türleri de içine alan bir familya. ıspanaklar * Şekerci boyası giller, horoz ibiğigiller, ıspanakgiller familyalarını içine alan iki çenekli bitki takımı. ıspanaklı * İçinde ıspanak bulunan (yiyecek). ıspanaklı börek * Haşlanan ıspanağın suyu süzüldükten sonra süzülmesi, yağ, soğan ve salçayla karıştırılıp hamurun içine
konulmasıyla yapılan ve pişirilen börek.ıspanaklıyumurta * Haşlanmışve yağda hafif kavrulmuşıspanağın içine yumurta kırılması ile hazırlanan yemek. ısparmaça * Deniz içinde birkaç zincirin birbirine dolaşması. Isparta gülü * Isparta yöresinde yetişen kendine özgü kokusu ve değişik renkleri ile tanınan bir tür gül. Isparta halısı * Isparta yöresinde el tezgâhlarında dokunan ve çok tutulan bir tür halı. ıspatula * Cerrahîde, ev işlerinde, duvarcılıkta vb.de kullanılan, bir maddeyi kazımaya, yaymaya yarayan küçük bir
kürek veya ucu keskin olmayan bükülen bir bıçak biçiminde metal, ağaç, kemik vb. maddelerden yapılmış araç.ıspavli * Gemilerde kullanılan bir çeşit kalın sicim. ıspazmoz * Aşırıtitreme, kasılma. ıspazmoza tutulmak * aşırıderecede titremeye başlamak. ısrar * Direnme, ayak direme, üsteleme, üstünde durma. ısrar etmek * bir konuda, bir düşüncede sürekli direnmek, ayak diremek.
* çok istemek.ısrarla * ısrarlı bir biçimde. ısrarlı * Üstünde durulan, çok istenen. ıssız * Kimse bulunmayan veya az kimse bulunan, tenha.
* Yalnız, kimsesi olmayan.ıssız kalmak * ıssızlaşmak, tenhalaşmak. ıssızlaşma * Issızlaşmak işi. ıssızlaşmak * Issız duruma gelmek, tenhalaşmak. ıssızlık * Issız olma durumu, yalnızlık, tenhalık. ıssızlık çökmek * ıssız, tenha duruma gelmek, tenhalaşmak. ıstaka * Bkz. isteka. ıstakoz * Istakozlardan, suda yaşayan, birinci ayak çifti güçlü iki kıskaç durumunda gelişmiş bulunan, sevilen beyaz
eti için avlanan, iri bir böcek (Homarus vulgaris).ıstakoz ağı * Kabuklu deniz hayvanlarınıavlamakta kullanılan küçük ağ. ıstakoz gibi * çok kırmızı. ıstakozlar * On ayaklılar takımına giren, örnek hayvanııstakoz olan bir familya. ıstakozluk * Istakozlarısaklamak için deniz kıyısında yapılan özel bölüm veya havuz. ıstampa * Ağaç, metal vb.üzerine oyulduktan sonra bir yere basılan biçim.
* Bu tür biçim veya resimleri basmaya yarayan kalıp, damga, mühür.
* İçinde, mühür veya damga gibi şeyleri mürekkeplemeye yarayan mürekkepli çuha bulunan kutu.ıstampa resim * Ağaç, bakır gibi yüzeylere oyulan ve tuvale basılan resim sanatı. ıstampacı * Istampa yapan veya satan kimse. ıstampacılık * Istampacının işi veya mesleği. ıstampalama * Istampalamak işi. ıstampalamak * Ham madeni sıcakta veya soğukta istenilen kalı ba sokarak şekillendirmek. ıstanbulin * Bkz. istanbulin. ıstar * Halı, kilim dokunan tezgâh. -
Türkçe Sözlük I Sayfa 1
ı, I * Türk alfabesinin on birinci harfi. I adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından kalın, düz, dar ünlüyü
gösterir.
* Majüskülü Romen rakamlarında 1 sayısını gösterir.-ıcı/ -ici, -ucu / -ücü * Fiilden “yapan, eden” anlamında sıfat türeten sıfat-fiil eki: yap-ıcı, gid-ici, uç-ucu, böl-ücü. Bu ekle yapılmış
isimler de vardır: gör-ücü, sat-ıcıvb.ıcığıcıcığı * İçi dışı, hepsi. ıcığınıcıcığınıçıkarmak * incelenmemiş, elden geçirilmemişhiçbir yerini bırakmamak, didik didik etmek.
* bir konuyu en küçük ayrıntılarına kadar incelemek, eleştirmek.ıcığınıcıcığınısormak * (bir kimsenin) soyunu sopunu, huyunu suyunu iyice öğrenmek için araştırmak. ığıl * Belli olmayacak kadar yavaşakan su. ığıl ığıl * Ağır ağır, yavaşyavaş. ığrıp * Bir tür delikli balık ağı, ırıp.
* Yalan, düzen.ığrıp çekmek * balık yakalamak için atılmışığrı bıyukarıçıkarmak. ığrıp çevirmek * yalan dolanla bir şeyden yararlanmak. ığrıp kayığı * Beşçifte kürekli balıkçıkayığı. ıh * Deveyi çöktürmek için çıkarılan ses. ıhı * İşte. ıhlama * Ihlamak işi. ıhlamak * Hastalıktan veya yorgunluktan inler gibi ıh sesi çıkarmak. ıhlamur * Ihlamurgillerden, kerestesi beğenilen, büyük bir gölge ağacı(Tilia).
* Bu ağacın kurutularak çay gibi içilen güzel kokulu çiçeği.ıhlamurgiller * İki çeneklilerden, örneği ıhlamur ağacı olan bir bitki familyası. ıhma * Ihmak işi. ıhmak * (deve) Çöküp oturmak. ıhtırılma * (deve) Ihtırılmak işi. ıhtırılmak * (deve) Çöktürülerek oturtulmak. ıhtırma * (deveyi) Ihtırmak işi. ıhtırmak * (deveyi) Çöktürüp oturtmak. -ık / -ik, -uk / -ük * Fiillerden sıfat türeten ek. ıkıl ıkıl * Boğulur gibi, sıkıntı ile soluyarak.
* Güçlükle, zorla.ıkına sıkına * Büyük güç harcayarak, kendini zorlayarak.
* Çekinerek, sıkılarak.ıkına tıkına * Sıkılarak, zorluk çekerek. ıkındırma * Ikındırmak işi. ıkındırmak * Ikınmasına yol açmak. ıkınıp sıkınmak * bir işyapabilmek için kendini çok zorlamak. ıkınma * Ikınmak işi. ıkınmak * Herhangi bir sebeple soluğunu içinde tutarak kendini zorlamak.
* Peklikte veya doğum sırasında kaslarızorlayarak soluğunu tutmak.ıkıntı * Ikınmak işi. -ıkla- / -ikle-, -ukla- / -ükle- * Bazıfiillerden sıklık çatısıtüreten ek: say-ıkla-, did-ikle-, sür-ükle- vb. ıklama * Iklamak işi. ıklamak * Yük altında güçlükle solumak.
* Ağlarken bunalır ve soluğu kesilir gibi iç çekmek.ıklaya sıklaya * büyük çaba harcayarak, kendini elden geldiği kadar zorlayarak. ıklım tıklım * Alabildiğinden de çok, ağzına kadar dolu, çok kalabalık. -ıl * Bkz. -I (I). -ıl * Bkz. -I- (II). ılgama * Ilgamak işi veya durumu. ılgamak * Atıdört nala sürmek. ılgar * Dizginleri koyuverilmişatın dört nala koşması.
* Atla ansızın yapılan dolu dizgin saldırı.ılgar etmek * ılgarlamak. ılgarcı * Ilgarla düşman toprağına saldıran kimse. ılgarlama * Ilgarlamak işi. ılgarlamak * (bir ülkeye) Ilgarla saldırmak. ılgım * Çölde, uzaktan su gibi görünen ışık yanıltmacı, yalgın, pusarık, serap. ılgım salgım * Belli belirsiz. -
Türkçe Sözlük I Sayfa 2
ılgın * Ilgıngillerden, Akdeniz bölgesinde yetişen bir ağaç veya ağaççık cinsi (Tamarix). ılgıncar * Kuşkirazı. ılgıngiller * Örnek bitkisi ılgın olan, ayrıtaç yapraklı iki çenekli bitkiler familyası. ılgıt ılgıt * (esinti ve akışiçin) Yavaşyavaş. -ılı/ -ili, -ulu / -ülü * Fillden sıfat türeten ek: sar-ılı, ser-ili, kur-ulu, ört-ülü vb. ılıca * Suyu sıcak olarak yerden çıkan hamam, kaplıca, çermik, kudret hamamı. ılıcak * Az ılık, ılıkça. ılık * Soğukla sıcak arası, ne soğuk ne de sıcak. ılık ılık * Ilık olarak. ılıkça * Biraz ılık. ılıklaşma * Ilıklaşmak işi. ılıklaşmak * Ilık duruma gelmek. ılıklaştırma * Ilıklaştırmak işi. ılıklaştırmak * Ilık duruma getirmek, ılıtmak. ılıklık * Ilık olma durumu. ılım * İstek ve tutkularda ölçülü davranma erdemi, ölçülülük, itidal. ılıma * Ilımak işi veya durumu. ılımak * Ilınmak. ılıman * Sıcaklığıçok yüksek veya çok düşük olmayan (yer), mutedil. ılımlı * Aşırılığa kaçmayan, ölçülü, mutedil.
* Siyasette aşırı görüşler arasında ortalama bir görüşü savunan.ılımlılık * Ilımlı olma durumu, mutedillik. ılındırma * Ilındırmak işi. ılındırmak * Ilık duruma getirmek. ılınma * Ilınmak durumu. ılınmak * Ilık duruma gelmek, ılımak. ılıştırma * Ilıştırmak işi. ılıştırmak * Sıcak suya soğuk veya soğuğa sıcak su katarak ılık duruma getirmek. ılıtma * Ilıtmak işi. ılıtmak * Ilık duruma getirmek. ılkı * Bkz. yılkı. ıltar * Çoban köpeklerinin boğazına takılan çivili demir. -ım * Bkz. -m (I). -ım * Bkz. -m (II). -ım * Bkz. -m (III). ımızganma * Imızganmak işi. ımızganmak * Uyku ile uyanıklık arası bir durumda bulunmak, uyuklamak.
* Kararıp söner gibi olmak.-ımtırak * Bkz. -mtırak. -ın- * Bkz. -n-. -ın / -in, -un / -ün * Fiillerden isim ve sıfat türeten ek: yığ-ın, ek-in, dol-un, sök-ün vb. -ın / -in, -un / -ün * Belirtili isim tamlamasıkuran ek. -ınca / -ince, -unca / -ünce * Fiillerden zarf-fiil türeten ek: yap-ınca, gel-ince, ol-unca, gör-ünce vb. ıncalız * Turşusu yapılan bir tür küçük yaban soğanı. -ıncı/ -inci * Bkz. -ncı/ -nci. -ınç / -inç, -unç / -ünç * Bkz. -nç. -ıntı * Bkz. -ntı/ -nti, -ntu / -ntü. -ıp / -ip, -up / -üp * Fiillerden bağlama zarf-fiili türeten ek: yaz-ıp, gel-ip, otur-up, gül-üp, oy-na-yıp, bekle-yip vb. ıpıl ıpıl * Pırıl pırıl. ıpıslak * Çok ıslak, her yanııslak. ıpıssız * Çok ıssız, ıssız. ır * Bkz. yır. -
Türkçe Sözlük I Sayfa 3
-ır / -ir, -ur / -ür * Ünsüzle biten birçok fiile eklenen genişzaman eki: al-ır, ver-ir, ol-ur, gör-ür vb. ıra * Seciye, karakter. ırak * Uzak. ırak * Klâsik Türk müziğinde, aynıadla anılan ve kalın fa diyez notasınıandıran perdedeki makamlardan biri. ırakça * Biraz uzak, uzak gibi. ırakgörür * Dürbün.
* Teleskop.ıraklaşma * Iraklaşmak işi. Iraklaşmak * Uzaklaşmak. Iraklı * Irak halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. ıraklık * Uzaklık. ıraksak * Birbirinden gittikçe uzaklaşan (ışınlar, çizgiler). ıraksak mercek * Üzerine düşen birbirine paralel ışınlarıyanlara doğru kırarak birbirinden uzaklaştıran mercek. ıraksama * Iraksamak işi, istibat.
* Iraksak olma durumu.ıraksamak * Bir şeyin gerçekleşmesini uzak görmek, olacağına pek inanmamak, istibat etmek. ıraksınma * Iraksınmak işi veya durumu. ıraksınmak * Uzak bulmak. ıralama * Iralamak işi. ıralamak * Belirli bir ıra ile belirtmek, karakterize etmek. ırama * Iramak işi. ıramak * Uzaklaşmak, uzamak, ara açılmak. ırgalama * Irgalamak işi. ırgalamak * Yerinden oynatıp, sallamak, sarsmak.
* İlgilendirmek.ırgalanma * Irgalanmak işi veya durumu. ırgalanmak * Irgalamak işi yapılmak, sarsılmak, sallanmak. ırgama * Irgamak işi. ırgamak * Çabuk olmak, davranmak.
* Oynatmak, kımıldatmak.ırganma * Irganmak işi veya durumu. ırganmak * Sallanmak, kıpırdanmak. ırgat * Tarım işçisi, rençber.
* Yapı işçisi.
* Gemilerde ve yapılarda yatay kollarla ve birkaç kişi tarafından çevrilen bocurgat.ırgat gibi çalışmak * çok ağır bir işte çalışmak. ırgat pazarına döndürmek * karışık ve dağınık bir duruma getirmek. ırgatbaşı * Irgatlardan sorumlu kimse. ırgatlık * Irgat olma durumu, rençberlik. ırıp * Bkz. ığrıp. ırk * Kalıtımsal olarak, ortak fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip insanlar topluluğu.
* Bir canlıtüründe aynıkarakteri taşıyan canlıların oluşturduğu alt bölüm.
* Soy.ırk ayrımı * Bireylerin, toplumsal kümelerin veya toplumların ırk özelliklerinden dolayıeşit olmayan işlemler karşısında
bırakılmaları, ayrıtutulmaları, dışlanmaları, sınırlandırılmalarıveya üstün tutulmaları.ırk bilimi * Etnoloji, ırkiyat. ırk birliği * Irk esasına dayalı birlik. ırkçı * Irkçılık yanlısı olan (kimse). ırkçılık * İnsanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün
olduğunu öne süren öğreti.ırkî * Irkla ilgili. ırkiyat * Etnoloji. ırksal * Bkz. ırkî. ırktaş * Aynıırktan olan kimse. ırlamak * Bkz. yırlamak. ırmak * Çoğunlukla denize dökülen, özellikle genişliği ve taşıdığısu niceliği bakımından en büyük akarsu, nehir. ırmak roman * Bir olayın, geniş bir zaman diliminde geçtiği bir çağı, bir toplumun geniş bir görünümünü veren çok uzun
roman, nehir roman.ırmaklaşma * Irmaklaşmak işi veya durumu. ırmaklaşmak * Irmak durumuna gelmek, ırmak gibi akmak. ırz * Bir kimsenin, başkalarıtarafından dokunulmamasıve saygı gösterilmesi gereken iffeti. -
Türkçe Sözlük I Sayfa 4
ırz düşmanı * Cinsel zevki için her türlü yasa ve töreleri çiğnemekten çekinmeyen kimse. ırz ehli * Namuslu, iffetli, temiz kimse. ırzına geçmek * zor kullanarak bir kimseyi cinsel zevkine alet etmek, tecavüz etmek. ırzını bozmak * ırzına geçmek. ısfahan * Klâsik Türk müziğinde dügâh perdesindeki makamlardan biri. ısı * Bir cismin uzamasına, genleşmesine, buharlaşmasına, erimesine, sıcaklığının artmasına, bir işyapmasına
sebep olan fiziksel enerji, hararet.
* Doğal vücut sıcaklığı, hararet: İnsan vücudunun doğal ısısı36,5° C dir.
* Hastalığın etkisiyle ortaya çıkan vücut sıcaklığı.
* Sıcaklık.ısıcam * İki cam plâkanın çevresel olarak metal bir ara çıtasıyardımıyla birbirine bağlanmasıtemeline dayanan bir
madde.ısıdam * Hamam. ısıkuşak * Sıcak kuşak. ısıölçümü * Çeşitli olaylar sırasında açığa çıkan, ısımiktarının ölçülmesini konu alan fizik dalı, kalorimetri. ısıyayımı * Hareket eden nesnelerle belli nicelikte ısının taşınması olayı, iletim, konveksiyon. ısıyuvarı * Sıcaklığın gittikçe yükseldiği 100-300 km yükseklikler arasındaki hava yuvarıkatmanı, termosfer. ısıalan * Oluşumu sırasında ısıalan (birleşme, tepkime), endotermik. ısıcak * Sıcak.
* Hamam.ısıdenetir * Bir yer veya nesnenin ısısınıkendiliğinden düzenleyen, aynıderecede olmasınısağlayan cihaz, termostat. ısıl * Isı ile ilgili, termik. ısın * Bir kilogram suyun sıcaklığını bir derece yükseltmek için gereken ısımiktarı, kalori. ısındırma * Isındırmak işi. ısındırmak * Isınmasını sağlamak, sıcaklık kazandırmak.
* Birinin bir şeye alışmasını, ilgi duymasını sağlamak.ısınış * Isınmak işi veya biçimi. ısınma * Isınmak işi. ısınma ısısı * Bir cismin bir gramının sıcaklığını bir santigrat derece yükselten ısımiktarı. ısınma koşusu * Özellikle serin havalarda, vücut çalışmalarına başlamadan önce kaslarıısıtmak, böylece kas kopmalarını
önlemek için yapılan hazırlayıcıhafif koşu.ısınmak * Sıcak duruma gelmek.
* Üşümesini gidermek.
* Yadırgamaz olmak, hoşlanır olmak, alışmak.ısı ot * Bkz. isot. ısıölçer * Cisimlerin ısınma ısısınıöİçmeye yarayan âlet, kalorimetre. ısıracak it dişini göstermez * kötülük edecek kimse önceden haber vermez. ısırgan * Isırgangillerden, her tarafısert tüylerle kaplı, tüyleri kırılınca karınca asidi denilen çok kaşındırıcı bir madde
çıkartan bir ot (Urtica).ısırgangiller * İki çeneklilerden, örneği ısırgan otu olan, yapışkan otu, rami gibi birtakım türleri içine alan bitki familyası. ısırgın * İsilik. ısırıcı * Isıran, dişlerini batıran.
* (kumaş, yün için) Dalayan, kaşındıran.
* (rüzgâr için) Sert, soğuk.ısırık * Isırılan yerde kalan iz.
* Bir kezde ısırılan.ısırılma * Isırılmak işi. ısırılmak * Dişleri arasında sıkılmak veya koparılmak. ısırımlık * Bir kezde ısırılacak miktar. ısırma * Isırmak işi. ısırmak * Dişleri arasına alıp sıkmak.
* Dişleriyle koparmak.
* (rüzgâr, soğuk için) Sert esmek, keskin bir biçimde etkilemek.
* (kumaşiçin) Dalamak, kaşındırmak.ısırtma * Isırtmak işi. ısırtmak * Isırmasına sebep olmak. ısıtıcı * Bir nesnenin, daha çok bir akışkanın sıcaklığını, kullanmadan önce arttırmaya yarayan alet. ısıtılma * Isıtılmak işi. ısıtılmak * Isıtmak işi yapılmak. ısıtıp ısıtıp önüne koymak * daha önce geçmiş bir olayı, bir işi, ileri sürülmüş bir düşünceyi sık sık tekrarlamak. ısıtış * Isıtmak işi veya biçimi. ısıtma * Isıtma işi, teshin.
* Sıtma.ısıtmak * Sıcak duruma getirmek.
* Çekici, olumlu, hoş bir duruma getirmek.ısıveren * Isıaçığa çıkaran, çevresine ısısalan (birleşme, tepkime), ekzotermik. ısıyayar * Bir akışkanda ısıyıher tarafa eşit olarak yaymaya yarayan alet, konvektör. ıska * Boşa çıkarma, rast getirememe. ıska geçilmek * gözden kaçırmak, atlamak, değerini ve önemini anlamamak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 58
huysuzlaşmak * Huysuz bir duruma gelmek. huysuzlaştırma * Huysuzlaştırmak işi. huysuzlaştırmak * Huysuz duruma getirmek. huysuzluk * Huysuz olma durumu.
* Huysuzca davranış.huysuzluk etmek * huysuzca davranışlarda bulunma. huyu huyuna suyu suyuna (uygun) * iki kişinin her yönden birbirine uygunluğunu anlatmak için kullanılır. huyuna suyuna gitmek * onu kızdırmayacak veya ürkütmeyecek biçimde uysalca davranmak, alışkanlıklarına, isteklerine uygun
davranışlarda bulunmak.huzme * Demet, ışın demeti. huzmeli * Işık saçan. huzur * Dirlik, başdinçliği, gönül rahatlığı, rahatlık.
* (bazıdeyimlerde) Ön, yan, kat, makam.
* (bir yerde) Bulunma.
* Padişah katı.huzur evi * Yaşlanmışkimselerin kaldığı, bakıldığıve barındığıyer. huzur hakkı * Belli bir konuyu görüşmek için toplanan bir kurulun üyelerine ödenen para. huzur vermek * gönül rahatlığı, dirlik vermek, dinlendirmek. huzurlu * Huzuru olan, rahat. huzursuz * Huzuru olmayan, tedirgin, rahatsız. huzursuzca * Biraz huzursuz (bir biçimde). huzursuzluk * Huzursuz olma durumu.
* Huzursuzca davranış.huzurunu kaçırmak * tedirgin, rahatsız etmek. hüccet * Belgit.
* Tanıt.hücre * İnce bir zar içindeki protoplâzma ve çekirdekten oluşmuş, bir organizmanın yapıve görev bakımlarından
en küçük birliği, göze.
* Küçük oda.
* Tutukluların veya hükümlülerin yalnız olarak kapatıldıklarıküçük oda.
* Siyasî bir inançla gizli olarak çalışan bir örgütün genellikle aynıyerde çalışanlarının oluşturduğu topluluk.hücre bilimi * Biyolojinin, hücrenin yapı, görev, çoğalma ve hayatıyla ilgili dalı, göze bilimi, sitoloji. hücre yutarlığı * Vücuda giren mikropların yutar hücreler tarafından yutulup yok edilmesi, göze yutarlığı, fagositoz. hücreler arası * Dokularda hücrelerin arasında yer alan, gözeler arası. hücum * Saldırma, saldırı, saldırış.
* Üşüşme, bir yere toplanma.
* Sert eleştiri.
* Gol atmak veya sayıkazanmak amacıyla yapılan akın, hamle.
* İleri.hücum etmek * saldırmak. hücum oyuncusu * İleri uçta oynayan oyuncu. hücuma kalkmak * (asker) siperden düşmana doğru fırlamak. hücumbot * Bir tür küçük savaşgemisi. hücumcu * Hücum eden, saldıran. hükme varmak * iyice düşündükten sonra karar vermek. hükmen * Hakem kararıyla. hükmetme * Hükmetmek işi. hükmetmek * Egemenliği altında bulundurmak.
* Düşünme veya yargılama sonunda bir kanıya varmak.
* Aklına esmek.hükmî * Hükümle ilgili, tüzel. hükmî şahsiyet * Tüzel kişilik. hükmolunma * Hükmolunmak durumu. hükmolunmak * Hüküm verilmek. hükmü geçmek (veya hüküm yürütmek) * gücü yetmek, sözü geçmek.
* geçerli, etkili durumunu yitirmek.hükmü olmak (veya olmamak) * Önemi, geçerliliği, etkisi bulunmak veya bulunmamak. hükmü parasına geçmek * para ile dilediğini yapabilme gücünü kazanmak. hükmü var (veya yok) * geçerliliği, önemi olma veya olmama. hükmünde olmak * yerinde olmak, yerine geçmek, değerinde olmak. hükûmet * Devletin görevlerini yerine getirmesini sağlayan yetkili organ, bakanlar kurulu, kabine.
* Bir ülkenin yönetim kuruluşları.
* Devlet yönetimi.
* Hükûmet konağı.hükûmet darbesi * Bir ülkenin yönetim düzeninde değişiklik yapmak için zora dayanarak yapılan yasa dışı iş. hükûmet erkânı * İllerde ve daha küçük beldelerde başta vali veya kaymakam olmak üzere hükûmet işlerini yürüten kimse
veya kimseler.hükûmet etmek * bir ülkenin yönetimini elinde bulundurmak. hükûmet gibi * güçlü, her dediğini yaptıran. hükûmet kapısı * Devlet dairesi. hükûmet konağı * İllerde ve daha küçük yerlerde, başta vali veya kaymakam olmak üzere, hükûmet görevlilerinin işgördüğü
yapı.hükûmet kurmak * bakanlar kurulunu oluşturmak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 59
hükûmet merkezi * Başşehir, başkent. hükûmet sürmek * ülke yönetiminin başında bulunmak. hükûmeti devirmek * zor kullanarak devlet yönetiminde değişiklik yapmak. hükûmeti kurmak * baş bakan, hükûmet işlerinde görev alacak bakanlar kurulunu seçmek. hüküm * Yargı.
* Egemenlik, hâkimiyet.
* Değer, aynıveya benzer nitelik.
* Önem, geçerlilik.
* Etki, hız, şiddet.
* Karar.hüküm giymek * mahkemece cezalandırılmak. hüküm sürmek * iş başında olmak.
* yaygın olmak.
* (etki, hız vb.) sürmek, devam etmek.hüküm vermek * iyice düşündükten sonra bir karara varmak.
* bir suçluyu mahkûm etme.hüküm yemek * mahkûm olmak. hükümdar * Padişah, kral, hakan gibi taht sahibi devlet başkanı. hükümdarlık * Hükümdar olma durumu.
* Hükümdarla yönetilen ülke.hükümferma * Hüküm süren, hükümdar. hükümlü * Ceza hükmü verilmişolan, mahkûm. hükümlülük * Hükümlü olma durumu. hükümran * Egemen. hükümranlık * Egemenlik, hâkimiyet. hükümsüz * Yürürlükten çıkarılmış, yürürlükten kaldırılmış, geçersiz, hükmü kalmamış. hükümsüz kılmak * yürürlükten kaldırmak, iptal etmek. hükümsüzlük * Hükümsüz olma durumu, geçersizlik. hülle * Medenî Kanunun kabulünden önce, kocasından üç kez boşanan kadının, yine eski kocasıyla evlenebilmesi
için yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâh edilmesi.hülleci * Hülle yoluyla evlenme işini gerçekleştiren kimse. hümanist * İnsancıl. hümanistleşme * Hümanistleşmek durumu. hümanistleşmek * İnsancıl davranışlar ve düşünceler içinde olmak. hümanizm * İnsancılık, insanlarısevme ülküsü. hümanizma * Hümanizm. hümayun * Kutlu, mutlu.
* Padişahla ilgili.
* Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kılan bir makam.hüner * Beceri isteyen ustalık, beceriklilik. hüner göstermek * becerisini, ustalığını ortaya koymak.
* herkesin yapamayacağı bir işi yapmak.hünerli * Hüneri olan (kimse).
* Hünerle yapılan (şey).hünersiz * Hüneri olmayan (kimse).
* Hünerle yapılmayan, hüner istemeyen (şey).hüngür hüngür * Yüksek sesle ve hıçkıra hıçkıra. hüngürdeme * Hüngürdemek işi. hüngürdemek * Yüksek sesle ve hıçkırarak ağlamak. hüngürtü * Hüngürderken çıkan ses. hünkâr * Osmanlılarda yalnız padişahlar için kullanılan bir unvan. hünkârbeğendi * Üzerine salçalıet konulan patlıcan ezmesiyle hazırlanan bir yemek. hünnap * Hünnapgillerin örnek bitkisi, yenilen meyvesi için özellikle Batıve Güney Anadolu’da yetiştirilen dikenli
bir ağaç, çiğde (Zizyphus jujuba).
* Bu bitkinin meyvesi.hünnapgiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, örneği hünnap olan ve sıcak ülkelerde yetişen bir bitki familyası. hünsa * Er dişi. hür * Özgür. hür teşebbüs * Özel girişim. hürle * Bir cins burçak. hürlük * Hür, özgür olma durumu. hürmet * Saygı. hürmet etmek * saymak, saygı göstermek. hürmeten * Hürmetli olarak, saygılıca. hürmetkâr * Hürmetli. hürmetli * Saygılı.
* Oldukça büyük okkalı.hürmetsiz * Saygısız. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 60
hürmetsizlik * Saygısızlık.
hürmette kusur etmekhürriyet * Özgürlük. hürriyetçi * Hürriyeti benimseyen kimse. hürriyetçilik * Hürriyet yanlısı olan kimse. hürriyeti seçmek * baskıdan kurtulmak ve özgür yaşamak için davranışta bulunmak. hürriyetperver * Hürriyetçi. hürriyetsiz * Hürriyetini yitirmiş. hürriyetsizlik * Hürriyetini yitirmişolma durumu. hürya * Hep birden, cümbür cemaat. hürya etmek * bir yerden çıkmak veya bir yere girmek için hep birden atılmak. hüryemez * Bir çeşit elma. hüseynî * Klâsik Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kılan bir makam.
* Klâsik Türk müziğinde mi notası.hüsnü kabul göstermek * iyi karşılamak, güler yüz göstermek. hüsnühâl * Bir kimsenin yaşayışında kötü bir şey bulunmama durumu, iyi hâl. hüsnühâl kâğıdı * Bir kimsenin yaşamında kötü bir şey bulunmadığını gösteren resmî kuruluşlarca verilen belge, iyi hâl
belgesi.hüsnühat * Güzel yazısanatı. hüsnükabul * İyi karşılama, güler yüz gösterme. hüsnükuruntu * Herhangi bir durumu safça kendinden yana iyiye yorma. hüsnüniyet * Herhangi bir kimse veya konuda hiçbir kötü düşünce beslememe, temiz yüreklilik, iyi dilek, iyi niyet. hüsnüniyetle * İyi niyetle. hüsnütelâkki * İyi karşılama, iyiye yorma. hüsnüteveccüh * Sevgi ve saygıyla.yakınlık gösterme. hüsnüyusuf * Karanfilgillerden, bazıtürleri bahçelere süs olarak dikilen bir bitki, gugu çiçeği (Dianthus barbatus). hüsran * Zarar, ziyan.
* Beklenilen şeyin elde edilememesi yüzünden duyulan acı.hüsrana uğramak * beklenilen sonucun elde edilmemesi sebebiyle çok üzülmek, acıçekmek. hüsün * Güzellik. Hüt * “Çok şişmek, kabarmak” anlamında kullanılan Hüt dağı gibi şişmek deyiminde geçer. hüthüt * Çavuşkuşu, ibibik. hüve * “Tamamıtamamına” anlamında hüvesi hüvesine sözünde geçer. hüvelbaki * “Baki kalan o’ (Allah) dur.” anlamında ve genellikle mezar taşlarına yazılan bir söz. hüveyda * Besbelli, açıkça, meydanda, aşikâr. hüviyet * Kimlik. hüviyet cüzdanı * Kimlik belgesi. hüzün * İç kapanıklığı, gönül üzgünlüğü. hüzün çökmek (veya içine bir hüzün çökmek) * hüzünlenmek. hüzüne kapılmak * hüzünlenmek. hüzünlendirme * Hüzünlendirmek işi. hüzünlendirmek * Hüzünlü duruma getirmek. hüzünleniş * Hüzünlenmek işi veya biçimi. hüzünlenme * Hüzünlenmek işi. hüzünlenmek * Hüzünlü duruma gelmek, hüzün duymak. hüzünlü * Gönüle üzgünlük veren, iç kapanıklığına yol açan. hüzünsüz * Hüznü olmayan, şen (kimse). hüzünsüzlük * Hüzünsüz olma durumu. hüzzam * Klâsik Türk müziğinde segâh perdesinde bir makam. hüzzam beşlisi * Klâsik Türk müziğinde birleşik makamların beşlilerinden biri. -ı/ -i, -u / -ü * Fiillerden isim türeten ek: yaz-ı, diz-i, doğ-u, öl-ü vb. -ı/ -i, -u / -ü * Fiillerden sıklık çatısıtüreten ek: kaz-ı-mak, sür-ü-mek vb. -ı/ -i, -u / -ü * Belirli nesne yapan yükleme (akuzatif) eki: kapı-y-ı, ev-i, kutu-y-u, kötü-y-ü vb. -ı/ -i, -u / -ü * Ünsüzle biten kelimelere eklenen 3. kişi iyelik eki: kaş-ı, diş-i, kol-u, göz-ü vb.