Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 24

    ilistir * Süzgeç.
    ilişiği kalmamak * ilgisi, bağlılığı olmamak.
    ilişiğini kesmek * hiçbir ilgisi kalmamak, bağlantılarınıkoparmak.
    ilişik * İliştirilmiş, eklenmiş, bağlanmış, merbut.
    * Bir şeyle ilgili, ilişkin, ait.
    * İlgi, bağlılık, ilişki, münasebet.
    * Eklenmişolan bölüm.
    ilişikli * İlişiği olan, ilişkin.
    ilişiksiz * İlişiği olmayan.
    ilişilme * İlişilmek işi.
    ilişilmek * İlişmek işi yapılmak.
    ilişken * Deniz dibinde batık ve atıkların oluşturduğu tabaka.
    ilişkenli * İlişken özellik bulunduran.
    ilişki * İki şey arasında karşılıklı ilgi, bağ, münasebet, temas.
    * Bağlantı, temas.
    ilişki kurmak * bağlantı sağlamak, ilgi sağlamak.
    ilişkilendirmek * İlişkili duruma getirmek.
    ilişkili * İlişkisi olan.
    * İlgili olarak.
    ilişkin * İlgisi, ilişiği olan, bağlı, ilgili, ait, merbut, müteallik.
    ilişkisiz * İlişkisi olmayan.
    ilişkisizlik * İlişkisiz olma durumu.
    ilişme * İlişmek işi.
    ilişmek * Hafifçe dokunmak, takılmak.
    * Elini sürmek, dokunmak.
    * Bir şeyin kenarına kısa bir süre için oturmak.
    * Karışmak, rahat vermemek, müdahale etmek.
    * Değinmek, sözünü etmek.
    * Şaka etmek.
    iliştirilme * İliştirilmek işi.
    iliştirilmek * İliştirmek işi yapılmak; eğreti takılmak, hafifçe tutturulmak.
    iliştirme * İliştirmek işi.
    iliştirmek * İlişmesini sağlamak; bağlamak, tutturmak; eğreti takmak, hafifçe tutturmak.
    ilk * Zaman, sıra, yer ve önem bakımından ötekilerden önce gelen, son karşıtı.
    * Herhangi bir şeyin en önde olanı, önce geleni.
    * Birinci olarak, en başta.
    ilk adım * Başlangıç.
    ilk ağızda * Önce, öncelikle, ilk işolarak, her şeyden önce.
    İlk Çağ * En eski zamanlardan başlayarak milâdî 476, BatıRoma İmparatorluğunun çöküşyılına kadar süren çağ.
    ilk dördün * Ayın, yeni ay evresinden bir hafta sonra yarım daire biçiminde göründüğü evre.
    ilk elden * Baştan başlayarak; dolaysız, aracısız.
    ilk gösteri * Sahneye konulan oyunun ilk temsili, prömiyer.
    ilk göz ağrısı * ilk doğan evlât.
    * ilk sevilen, âşık olunan kimse.
    ilk kânun * Aralık.
    ilk önce * Önce, en önce, en başta.
    ilk örnek * Kök tip.
    ilk plânda * önce, en önde.
    * başlangıçta.
    ilk sezi * Bir konuda edinilen ilk ve yalın bilgi.
    ilk teşrin * Ekim.
    ilk ve son * Tek, yegâne.
    ilk yardım * Tedavisi gereken kimselerin ilk bakımlarında uygulanan basit tedavi.
    * Tehlikeli ve anî durumlarda uygulanan ilk ve ivedi tedavi işlemi.
    * Bu işlemin uygulandığıyer.
    ilk yardım hastahanesi * Anîden rahatsızlananlar veya kazada yaralananlara ilk tı bbî müdahelenin yapılabileceği nitelikte donatılan
    hastahane.
    ilk yarı * Futbol, basketbol vb. karşılaşmalarda iki devreden ilki.
    ilkah * Dölleme, döllenme.
    * Aşılama.
    ilkah etmek * döllemek.
    * aşılamak.
    ilkbahar * (kuzey yarım küre için) Mart, nisan ve mayıs aylarını içine alan zaman aralığı. Gök biliminde 21 Mart ile 22
    Haziran arası, ilkyaz, bahar.
    ilke * Temel düşünce, temel inanç, umde, unsur, prensip.
    * Temel bilgi.
    * Başka şeylerin kendisinden türediği ilk madde, öge, unsur.
    * Her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, mebde, prensip.
    * Davranışkuralı.
    ilkeci * İlkelerine bağlı(kimse).
    ilkecilik * İlkeci olma durumu.
    ilkel * İlk durumunda kalmışolan, gelişmesinin başında bulunan, iptidaî, primitif.
    * Zaman bakımından en eski olan, iptidaî, primitif.
    * (sanatta) Yalın bir nitelik gösteren, yapmacıksız olan, primitif.
    * Özellikle XIV-XV. yüzyıllarda İtalyan ressamlarına, Orta Çağsonlarında Avrupa ressamlarına verilen ad.
    * Eğitimsiz, kültürsüz, görgüsüz.
    ilkel memeliler * Bazısınıflandırmalara göre memeliler sınıfının tek delikliler ile soyu tükenmişolan bazı ilkel yapılı
    memelileri içine alan bir alt sınıfı.
    ilkel toplum * Yazılıkültürü bulunmayan, sanayileşmemiş, şehirleşmemiştarım toplumu.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 25

    ilkelce * İlkel (bir biçimde).
    ilkelciler * İlkelcilik yanlısı olan sanatçılar.
    ilkelcilik * Avrupa sanatının çağımıza kadar geçirdiği gelişmelerden habersiz görünen, ilkel ulusların sağlam, kaba, saf,
    yalın biçimli sanatını benimseyen görüş, primitivizm.
    * İlkellik özlemini ileri süren düşünce akımlarının genel adı, primitivizm.
    ilkeleşme * İlkeleşmek işi.
    ilkeleşmek * İlke durumuna gelmek.
    ilkelleşme * İlkelleşmek işi.
    ilkelleşmek * İlkel bir durum almak veya ilkel bir duruma gelmek.
    ilkelleştirme * İlkelleştirmek işi veya durumu.
    ilkelleştirmek * İlkel duruma getirmek.
    ilkellik * İlkel olma durumu, iptidaîlik.
    ilkesel * İlke ile ilgili.
    ilkgüz * Eylül ayı.
    ilkin * Başta, başlangıçta, önce, iptida.
    ilkokul * Zorunlu öğrenim çağındaki kız ve erkek çocuklarının temel eğitim ve öğretimini sağlamak için devletçe
    açılan veya açılmasına izin verilen beşyıllık okul.
    ilköğrenim * İlköğretim.
    ilköğretim * Birkaç öğretim basamağından oluşan örgün eğitim sisteminin, okuma yazmayı, aritmetiği, iyi bir yurttaş
    olmak için gerekli temel bilgi ve becerileri kazandıran sekiz yıllık ilk basamağı.
    ilkten * İlk önce.
    ilkyaz * İlkbahar, bahar.
    illâ * İlle.
    illâki * İlle.
    illâllah * Usanç ve bezginlik anlatır.
    illâllah demek * usanmak, bıkmak, bezmek.
    illâllah etmek * usanmak, bıkmak.
    ille * Ne olursa olsun, hangi şartta olursa olsun, her hâlde.
    * Hele, özellikle.
    * Yoksa, olmazsa.
    ille velâkin * Gel gelelim, bununla birlikte.
    illegal * Yasa dışı, yasaya aykırı.
    illet * Hastalık.
    * Hastalık derecesine varan alışkanlık.
    * Bozukluk.
    * Kızdıran, sinirlendiren şey veya kimse.
    * Sebep.
    illet etmek * sinirlendirmek, kızdırmak.
    * sakatlamak.
    illet olmak * çok sinirlenmek, çok kızmak.
    illetine uğramak * hastalık derecesinde düşkün veya tutkun olmak.
    illetli * Hastalığı olan.
    * İkide bir aksaklık gösteren.
    illî * Nedensel.
    illiyet * Nedensellik.
    illüstrasyon * Resimlerle süsleme.
    * Kitap içindeki bir yazıyıaçıklayan veya süsleyen resim.
    illüzyon * Yanılsama.
    illüzyonist * Göz bağcı.
    illüzyonizm * Göz bağcılık.
    ilme * İlmek (II) işi.
    ilmek * İlmik.
    ilmek * Hafif bir düğüm yaparak bağlamak.
    * Halıdokurken düğümleri bağlamak.
    * Değmek, dokunmak.
    ilmekleme * İlmeklemek işi.
    ilmeklemek * İlmek durumuna getirmek.
    ilmî * Bilimsel.
    ilmî ahlâk * Töre bilimi.
    ilmiahlâk * Bkz. ahlâk bilimi, etik.
    ilmihâl * Din kurallarınıöğrenmek için yazılmışkitap.
    ilmik * Çözülmesi kolay düğüm, eğreti düğüm.
    ilmik atmak * ilmik yapmak.
    ilmikleme * İlmiklemek işi.
    ilmiklemek * Eğreti düğümle bağlamak.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 22

    ilerisini gerisini hesaplamamak (veya düşünmemek) * herhangi bir konuda çok ve ayrıntılıdüşünmeden hareket etmek, tedbirsizce, ihtiyarsızca davranmak.
    ileriyi görmek * Bkz. uzağı görmek.
    ilerlek * İlerlemiş, ileriye varmış.
    ilerleme * İlerlemek işi.
    * Terfi, terakki.
    * Daha iyi, daha yetkin, daha değerli, daha yüksek bir duruma doğru basamak basamak oluşan gelişme,
    terakki.
    ilerlemek * Bulunduğu yerden daha ileriye gitmek; yol almak.
    * (vakit için) Geçmek.
    * Daha güçlü, daha etkili duruma gelmek.
    * Daha iyi, daha yüksek bir düzeye, aşamaya erişmek, gelişmek, terakki etmek.
    ilerletme * İlerletmek işi.
    ilerletmek * İlerlemesini sağlamak, ilerlemesine yol açmak.
    ilerleyici * İleri giden, ilerleyen.
    ilerleyici benzeşme * Kelimede önceki sesin sonraki sesi etkilemesi.
    ilerleyiş * İlerlemek işi veya biçimi.
    ileti * Bildirme yazısı, mesaj.
    iletici * İletme özelliği olan (şey).
    iletiliş * İletilmek işi veya biçimi.
    iletilme * İletilmek işi.
    iletilmek * İletmek işi yapılmak.
    iletim * İletmek işi.
    * İletken şeylerden ısıveya elektriğin geçmesi.
    * Isıyayımı, konveksiyon.
    iletiş * İletmek işi veya biçimi.
    iletişim * Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim,
    haberleşme, komünikasyon.
    * Telefon, telgraf, televizyon, radyo gibi araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi, bildirişim,
    haberleşme, komünikasyon.
    iletişim ağı * İletişim araçlarının birbirleriyle ortak bağlantıkurma veya iş birliği sağlama durumu veya düzeni.
    iletişim araçları * Toplumda sözlü veya yazılıhaber alma imkânınısağlayan teknik araçlar.
    iletişim merkezi * Bildirişim ve haberleri toplam ve değerlendirme bürosu.
    iletişim ortamı * Bildirişim, haberleşme veya komünikasyon imkânlarının sağlandığı ortam, medya.
    iletişme * İletişmek işi veya durumu.
    iletişmek * Bir durumu karşılıklı olarak iletmek, karşılıklı olarak haber alıp vermek.
    iletken * Akım, ısı, ses vb. geçiren (madde), nakil, yalıtkan karşıtı.
    * Elektrik akımı, ısı, gaz vb. ni bir yerden başka bir yere aktaran (madde, şey).
    iletken damarlar * Bitkilerde hücrelere besin maddelerini ileten borucuklar.
    iletkenlik * İletken olma durumu.
    iletki * Bir açıyıölçmeye ve başka bir yerde aynıaçıyıçizmeye yarayan, yarım çember biçimindeki araç, minkale.
    iletme * İletmek işi.
    iletmek * Götürmek, ulaştırmak, nakletmek.
    * Elektrik akımı, ısı, gaz vb. ni bir yerden başka bir yere götürmek.
    ilga * (varlığını) Kaldırma.
    ilga etmek * (varlığını) ortadan kaldırmak.
    ilgeç * Edat: Ev gibi huzur köşesi olmaz. Çocuk sabaha karşıuyudu.
    ilgeçli * İlgeci olan, edatlı.
    ilgeçli tümleç * Edatla kurulmuştümleç, edatlıtümleç.
    ilgi * İki şey arasında bulunan herhangi bir bağlılık, ilişki, alâka, taallûk.
    * Dikkati öncelikle belirli bir şey üzerinde toplama eğilimi.
    * Belirli bir olay veya etkinliğe yakınlık duyma, ondan hoşlanma ve ona öncelik tanıma.
    * Kimyasal şartlar eşveya birbirine çok yakın olduğunda ögelerin birbirleriyle birleşmede gösterdiği seçicilik.
    ilgi alanı * Bir kişi veya kuruluşun ilgilendiği konular.
    ilgi çekici * İlgiyi, dikkati üzerinde toplayan.
    ilgi çekmek (toplamak veya uyandırmak) * çevresinde ilgiyi, dikkati ve merakıüzerine toplamak, alâka çekmek, alâka toplamak veya alâka uyandırmak.
    ilgi duymak * bir işe, bir olaya, bir kimseye önem vermek, yakınlık duymak.
    ilgi eki * Bağlantıkavramıveren ek. Türkçede bu kavram isim görevli kelimeye -ki ekinin bağlanmasıyla sağlanır. Bu
    ek ünlü uyumlarına aykırıdüşer ve çoğu kez kalma durumuyla kalıplaşır.
    ilgi görmek * ilgi çekmek.
    ilgi göstermek * ilgisini esirgememek, belli etmek.
    ilgi toplamak * ilgisini yoğunlaştırmak, belli etmek.
    * ilgi görmek.
    ilgileme * İlgilemek işi.
    ilgilemek * İki parçayı birbirine eğreti olarak dikmek, teyellemek.
    ilgilendiriş * İlgilendirmek işi veya biçimi.
    ilgilendirme * İlgilendirmek işi.
    ilgilendirmek * İlgisini çekmek, önem vermek veya bir şeyle ilgili kılmak.
    * İlişkin olmak.
    * Elverişli, uygun bulmak.
    ilgileniş * İlgilenmek işi veya biçimi.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 21

    ilân * Duyuru.
    * Açıkça bildirme, açıkça duyurma.
    ilân etmek * bir durumu yayım yoluyla duyurmak.
    * bir durumu yaymak.
    * açıkça bildirmek.
    ilân tahtası * Duyuruların üzerine yazıldığıveya yapıştırıldığıdüz levha, pano.
    ilân vermek * çeşitli basın yayın organlarıyla bir durumu duyurmak, açıklamak.
    ilâncılık * Ticarî bir amaçla geniştopluluklara tanıtılmak istenen bir şeyi basın ve yayım yoluyla duyurma işi.
    ilânen * Duyuru yoluyla.
    ilânıaşk * Karşıcinse aşkını bildirmek işi.
    ilânıaşk etmek * (bir erkek bir kadına veya bir kadın bir erkeğe) kendisini sevdiğini söylemek.
    ilânihaye * Sonsuza kadar.
    ilârya * Gümüş balığının küçüğü.
    ilâve * Katma, ekleme, ulama, ek.
    * Eklenmiş, katılmışparça.
    * Arttırma, büyütme, abartma.
    * Ek.
    ilâve etmek * eklemek, katmak, ulamak.
    ilâveli * Eki olan.
    * Abartılmış, yalan katılmış, mübalâğalı.
    ilâveten * Ek olarak, ek yoluyla, ekleyerek.
    ilbay * Vali.
    ilca * Zorlama, zorunda bırakma.
    ilca etmek * zorlamak, zorunda bırakmak.
    ilçe * Yönetim bakımından yurt bölümlemesinde ilden sonra gelen bölüm, kaymakamlık, kaza.
    ilçebay * Kaymakam.
    ile * Kelimenin sonuna geldiğinde birliktelik, işteşlik, beraberlik, araç, sebep veya durum anlatan cümleler
    yapmaya yarar.
    * Bazısoyut isimlere getirilince durum bildiren zarflar oluşturur.
    * Cümle içinde aynı görevde bulunan iki ögeyi birbirine bağlamaya yarar.
    ilelebet * Sonsuzluğa değin, sürgit.
    ilen * İle.
    ilenç * İlenmek amacıyla söylenen söz, ilenme, beddua.
    ileniş * İlenmek işi veya biçimi.
    ilenme * İlenmek işi, beddua.
    ilenmek * Bir kimse için kötü dilekte bulunmak, beddua etmek.
    iler tutar yeri olmamak (veya kalmamak) * çok dağınık, kötü, bozuk veya berbat bir duruma gelmek.
    ilerde * İleride.
    ileri * Herhangi bir şeye göre daha ötede olan yer, geri karşıtı.
    * Bir şeyin ulaşılacak yönü.
    * Henüz gelmemişzaman, gelecek, sonra.
    * Önde bulunan.
    * Doğrusundan daha çok gösteren (saat).
    * Önceki, evvelki.
    * Benzerlerini geride bırakmış.
    * “Amaca doğru durmadan yürü” anlamına.
    * Öne doğru, ileri doğru.
    * Temel duruşta ayak uçlarının gösterdiği yön.
    ileri (veya öne) sürmek * öne doğru yürütmek.
    * bir düşünceyi veya tasarıyıönermek, serdetmek.
    ileri almak * öne almak.
    * (saat için) önceki vakte almak, öne ayarlamak.
    ileri atılmak (veya çıkmak) * öne doğru çıkmak.
    ileri geçmek * öne geçmek.
    * üstün bir makama geçmek.
    ileri gelenler * Bir topluluğun önemli, sözü dinlenir, saygın kişileri, eşraf.
    ileri gelmek * sebep olmak, oluşmak, bağlı bulunmak, doğmak, meydana gelmek.
    ileri geri * Herhangi bir konuda dikkat etmeme, ayrıntılarıdüşünmeme.
    ileri geri etmemek * uzun boylu tartışmadan, sorgu sual etmeden.
    ileri geri konuşmak (lâflar etmek veya söylemek) * yersiz ve gönül kıracak biçimde konuşmak.
    ileri geri söz (etmek veya söylemek) * yersiz, yakışıksız söz.
    ileri gitmek (veya varmak) * söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak, gereksiz, aşırıdavranışta bulunmak.
    ileri görüş * Daha sonra olabilecekleri düşünmek işi.
    ileri görüşlü * İleri görüşü olan (kimse).
    ileri götürmek * (bir durum veya davranışiçin) ölçüyü aşmak.
    ileri uç * Futbolda ileri hat, hücum mevkii, forvet.
    ileri uç oyuncusu * Futbolda ileri uçta oynayan sporcu, golcü.
    ilerici * İlerlemeden yana olan; ileri düzeydeki toplumsal ve siyasî gelişmeleri benimsemişolan (düşünce, kimse
    vb.), terakkiperver.
    ilericilik * İlerici olma durumu, ilerici davranış.
    ileride * Gelecekte, gelecek zamanda.
    * Ötede.
    ilerisi * Daha ön tarafı.
    * Geleceği, ötesi.
    ilerisine gitmek * bir işin sonuna kadar gitmek.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 19

    ikiz anlam * Bir anlatımın, iki türlü anlam verecek biçimde kurulmuşolması.
    ikiz anlamlı * İkiz anlamı olan.
    ikiz doğurmak * herhangi bir işte çok sıkıntıçekmek.
    ikiz ünlü * Aynıünlünün yan yana bulunması: yok > yook.
    ikiz ünsüz * Aynıünsüzün yan yana bulunması: hissî.
    ikizkenar * İki kenarıeşit olan.
    ikizkenar üçgen * Yalnız iki kenarı birbirine eşit olan üçgen.
    ikizkenar yamuk * Paralel olmayan iki kenarıeşit yamuk.
    ikizler * Zodyak üzerinde, Boğa ile Yengeç burçlarıarasında bulunan burç, Zodyak.
    ikizleşme * İki dişarasındaki bütün dokuların bitişmesiyle oluşan dişanomalisi.
    ikizli * İkizleri olan (ana).
    * İki kollu (araç).
    * Kendisinden iki anlam çıkarılabilen, ikiz anlamlı(anlatım).
    ikizlilik * İkizli olma durumu.
    iklim * Yeryüzünün herhangi bir yerinde, hava yuvarı olaylarının ortaklaşa gerçekleştirdikleri etkilerin uzun yılların
    ortalamasına dayanan durumu.
    * Ülke, diyar.
    iklim bilimci * İklim bilimi uzmanı, klimatolog.
    iklim bilimi * İklimleri inceleyen bilim, klimatoloji.
    iklimleme * Yapıların sıcaklık, nem ve temizliğini sağlamaya, gerekli hava akımını gerçekleştirmeye ilişkin işlem.
    iklimleme cihazı * İstenilen iklimleme şartlarınısağlayan alet, klima.
    ikmal * Eksik bir şeyi tamamlama, daha iyi duruma getirme, bütünleme.
    * Bitirme.
    * Cümlenin veya dizenin anlamınısonra gelen cümle veya dize ile tamamlama.
    ikmal etmek * bütünlemek, tamamlamak.
    * bitirmek.
    ikmal imtihanı * Bkz. bütünleme sınavı.
    ikmale bırakmak * bütünlemeye kalmasına sebep olmak.
    ikmale kalmak * okulda bütünlemeye kalmak.
    ikna * Bir konuda birinin inanmasını sağlama, inandırma, kandırma.
    ikna etmek * inandırmak, kandırmak.
    ikna olmak * inanmak, kanmak.
    ikon * Ortodokslarda İsa, Meryem veya ermişlerin tahta üzerine mumlu ve yumurtalı boyalarla yapılmışdinî
    içerikli resimlerine verilen ad.
    ikona * Bkz. ikon.
    ikonografi * İkonların tanıtılmasıve açıklanması.
    ikrah * Tiksinme, iğrenme.
    ikrah etmek * tiksinmek, iğrenmek.
    ikrah getirmek * tiksinmeye, iğrenmeye başlamak.
    ikrahlık * İkrah etme durumu.
    ikram * Konuğu ağırlama.
    * Bir şeyi armağan olarak verme, sunma.
    * Alışverişte satıcının alıcıya yaptığı indirim.
    * Sunulan şey.
    ikram etmek * (konuğu) bir şeyle ağırlamak, (konuğa) bir şey sunmak.
    * fiyatta indirim yapmak.
    ikram görmek * (konuk için) ağırlanmak.
    ikramcı * İkramda bulunmayıseven, mükrim.
    ikramiye * Bir yerde çalışan kimselere genellikle kazançtan dağıtılan veya iyi çalıştıkları için verilen aylık dışıpara.
    * Piyangoda bir kimseye çıkan para veya nesne.
    ikramiyeli * İkramiyesi olan.
    ikrar * Saklamayarak söyleme, açıkça söyleme.
    * Bildirme.
    * Benimseme, onama, kabul, tasdik.
    ikrar etmek * açıkça söylemek, kabul etmek.
    ikrar vermek * söz vermek.
    ikraz * Borç veya ödünç verme.
    ikraz etmek * ödünç vermek.
    iksir * Eskiden hayatıölümsüzleştirmek, madenleri altına çevirmek gibi olağanüstü etkileri olduğuna inanılan sıvı.
    * İç ferahlatıcı ilâç veya içki.
    * Aşk ilham eden büyülü içki.
    iktibas * Ödünç alma.
    * Alıntı.
    iktibas etmek * ödünç almak.
    * alıntılamak.
    iktidar * Bir işi yapabilme gücü, erk, kudret.
    * Bir işi başarabilme yetki ve yeteneği.
    * Devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi; bu yetkiyi elinde bulunduran kişi
    ve kuruluşlar.
    iktidardan düşmek * devlet yönetiminde yetkiyi başka bir partiye bırakmak zorunda kalmak.
    iktidarsız * Gücü, yeteneği olmayan, beceriksiz, yetersiz.
    * Cins gücü olmayan (erkek).
    iktidarsızlaşma * İktidarsızlaşmak durumu.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 20

    iktidarsızlaşmak * İktidarsız duruma gelmek.
    iktidarsızlık * Güçsüzlük, beceriksizlik, yetersizlik.
    * (erkek için) Cinsî gücü olmama durumu.
    iktifa * Yetinme; kanma.
    iktifa etmek * yetinmek; kanmak.
    iktiran * Yaklaşma.
    * (bir yere) Ulaşma, erişme.
    iktiran etmek * ulaşmak, erişmek.
    iktisaden * Ekonomik olarak, ekonomi bakımından.
    iktisadî * Ekonomik.
    iktisadiyat * Bir devletin ekonomik durumu.
    iktisap * Kazanma, edinme, edinim.
    iktisap etmek * kazanmak, edinmek.
    iktisat * Ekonomi.
    iktisat etmek (veya yapmak) * para artırmak, tutumlu davranmak, tasarruf etmek.
    iktisatçı * Ekonomi uzmanı, ekonomist.
    iktisatçılık * Ekonomi uzmanlığı.
    iktisatlı * Aşırıharcama yapmayan veya gerektirmeyen (kimse, şey), tutumlu.
    iktisatsız * Aşırıharcama yapan veya gerektiren (kimse, şey), tutumsuz.
    iktiza * Gerekli olma, gerekme.
    iktiza etmek * gerekmek.
    il * Merkezî yönetimin, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara, kamu hizmetlerinin gereklerine göre, ülke
    üzerinde yayılmış, bir vali yönetimindeki en önemli bölümü, vilâyet.
    -il * Bkz. -ıl / -il.
    -il- * Bkz. -ıl- / -il.
    ilâ * -den …-e kadar.
    ilâç * Bir hastalığı iyi etmek veya önlemek için, türlü yollardan kullanılan madde, em, deva.
    * Çare, önlem.
    ilâç için … yok …
    * hiç yok.
    ilâç yapmak (veya hazırlamak) * gerekli maddeleri kullanarak reçetede belirtilen dozda ilâcı ortaya koymak.
    ilâç yazmak * reçete yazmak.
    ilâçlama * İlâçlamak işi.
    ilâçlamak * İlâç sürmek.
    * Mikroplardan arındırmak, zararlı böceklerden korunmak amacıyla ilâç püskürtmek veya sıkmak.
    ilâçlanış * İlâçlanmak işi veya biçimi.
    ilaçlanma * İlâçlanmak işi.
    ilâçlanmak * İlâçlamak işi yapılmak veya ilâçlamak işine konu olmak.
    ilâçlı * İçinde ilâç bulunan.
    * İlâçlanmış.
    ilâçlık * İlâç, yapmak için ayrılmış, ilâç yapmaya yarar.
    ilâçsız * İlâcı olmayan.
    * İlâçlanmamış.
    ilâçsızlık * İlâçsız olma durumu.
    ilâh * Tanrı.
    * Bir alanda yaratıcılığı ile hayranlık uyandıran, çok beğenilen, çok tutulan.
    ilâh gibi * çok yakışıklı(erkek).
    ilâhe * Tanrıça.
    ilâhi * “Bu ne hâl”, “ne tuhaf” gibi şaşma, sitem bildirir.
    ilâhî * Tanrı’ya özgü, tanrısal.
    * Çok güzel, mükemmel.
    * Tanrı’yıövmek, ona dua etmek için yazılıp makamla okunan nazım.
    ilâhiyat * Allah’ın varlığıve nitelikleriyle ilgili konularıele alan felsefenin bir kolu, Tanrı bilimi, teoloji.
    ilâhiyatçı * Tanrı bilimci, teolog.
    ilâhlaşma * İlâhlaşmak işi.
    ilâhlaşmak * Yücelmek; çok beğenilmek, hayranlık uyandıran bir duruma gelmek.
    ilâhlaştırma * İlâhlaştırmak durumu veya biçimi.
    ilâhlaştırmak * İlâh durumuna veya biçimine getirmek.
    ilâm * Bildirme, anlatma.
    * Bir davanın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî belge.
    ilâm almak * mahkeme kararını bildiren belgeyi almak.
    ilâm etmek * bildirmek.
    ilâmaşallah * Sonu gelmeyecek bir zamana kadar.
    * Sitem veya alay yollu “maşallah” yerine kullanılır.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 12

    iğne * Dikişdikmeye yarayan, ince, ucu sivri, bir ucunda iplik geçecek deliği bulunan çelik araç.
    * İki şeyi birbirine tutturmaya yarar ince, uzun, ucu sivri, metal araç.
    * Toplu iğnenin süs olarak kullanılan türü.
    * Altındaki iğne ile tutturulan süs eşyası.
    * Bazıaraçların ucu sivri parçaları.
    * Kaslar veya damar yoluyla vücuda sıvı bir ilâcıvermek için kullanılan araç, enjektör, şırınga.
    * Zerk yolu ile vücuda verilen ilâç.
    * Vücuda bu yolla ilâç verme işi.
    * Dokunaklısöz.
    * Bazı böceklerde bulunan savunma organı.
    * Oltanın ucundaki küçük çengel.
    * Bitkilerde yumurtacıkla tepecik arasındaki sapçık.
    iğne ardı * İğneyi, çıkışnoktasının gerisinden saplayıp daha ileriden çıkararak yapılan aralıksız dikişveya nakıştürü.
    iğne atsan yere düşmez * çok kalabalık.
    iğne deliği * İğnenin arkasında iplik geçirilen delik.
    iğne deliği gibi * küçücük.
    iğne deliğinden Hindistan’ıseyretmek * küçük bir olaydan büyük anlamlar çıkarmak.
    iğne deliğine girmek * kimsenin bulamayacağı bir biçimde gizlenmek, saklanmak.
    iğne ile kuyu kazmak * yetersiz araçlarla, sürekli ve sabırlıçalışmalarla çok güç olan veya çok ağır yürüyen bir işi başarmaya
    çalışmak.
    iğne ipliğe dönmek * çok zayıflamak.
    iğne oyası * İğneyle değişik biçimli veya düğümlü ilmekler oluşturularak ve bunlar birleştirilerek yapılan oya.
    iğne üstünde oturmak * Bkz. diken üstünde oturmak.
    iğne yapmak (veya vurmak) * iğne ile vücuda sıvı bir ilâç vermek.
    iğne yaprak * Çam türlerinde görülen, ince uzun, sivri uçlu yaprak.
    iğne yapraklılar * Kozalaklılar.
    iğne yastığı * İğnelik.
    iğne yurdu * İğne gözü, iğne deliği.
    iğne yutmuşite (veya maymuna dönmek) * zayıf ve bitkin duruma gelmek.
    iğneci * İğne yapan kimse.
    iğnecik * Bazı omurgasız hayvanlarda rastlanan silis veya kalkerden oluşmuş, iğne biçiminde küçük çıkıntı.
    * Deniz teknelerinde dümen menteşesi.
    iğnecilik * İğnecinin yaptığı iş.
    iğneden ipliğe kadar * ne kadar eşya varsa, her şey.
    iğnedenlik * İğnelik.
    iğneleme * İğnelemek işi.
    iğnelemek * İğne ile tutturmak.
    * Üstü kapalı olarak onur kırıcı, üzüntü verici söz söylemek.
    iğnelenme * İğnelenmek işi.
    iğnelenmek * İğnelemek işi yapılmak, veya iğnelemek işine konu olmak.
    * İğne batar gibi acıduyulmak.
    iğneleyici * Kırıcı, dokunaklı(söz veya davranış).
    * Kırıcı bir biçimde.
    iğneleyiş * İğnelemek işi veya biçimi.
    iğneli * İğnesi olan.
    * İğne ile tutturulmuş, iğnelenmiş.
    * Kırıcı, gücendirici; dokunaklı, onur kırıcı, kinayeli.
    iğneli fıçı * Çok sıkıntıve üzüntü veren durum veya şey.
    iğneli söz * Dokunaklı, kırıcısöz.
    iğnelik * Üzerine iğne saplanan küçük yastık, iğnedenlik, iğne yastığı.
    iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batırmak * hoşlanılmayan bir davranışı başkalarından önce kendinde denemek.
    iğrenç * İğrenme duygusu uyandıran, tiksindiren, müstekreh.
    iğrençlik * İğrenç olma durumu.
    iğrendirme * İğrendirmek işi.
    iğrendirmek * İğrenmesine yol açmak.
    iğrengen * Her şeyden iğrenme huyu olan.
    iğrengenlik * İğrengen olma durumu.
    iğrenilme * İğrenilmek işi veya durumu.
    iğrenilmek * İğrenmek işi yapılmak.
    iğreniş * İğrenmek işi veya biçimi.
    iğrenme * İğrenmek işi.
    iğrenmek * Bir şeyi tiksindirici bulmak, istikrah etmek.
    * Aşağılık, bayağı bulmak, tiksinmek.
    iğrenti * İğrenme.
    iğreti * Bkz. eğreti.
    iğretileme * Bkz. eğretileme.
    iğretilik * Bkz. eğretilik.
    iğri * Bkz. eğri.
    iğrilik * Bkz. eğrilik.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 13

    iğrilmek * Bkz. eğrilmek.
    iğritmek * Bkz. eğritmek.
    iğtinam * Ganimet yoluyla alma, yağma.
    ihale * Bir işi veya bir malı birçok istekli arasından en uygun şartlarla kabul edene bırakma, eksiltme veya artırma.
    ihale etmek * bir işi en uygun görülene bırakmak.
    ihaleye çıkarılmak * eksiltmeye (veya artırmaya) çıkarılmak.
    iham * Kuruntuya düşürme.
    * İki anlamı olan bir sözün akla en az gelen anlamının amaçlanarak kullanılmasıve anlamı güçlendirmesi
    sanatı.
    ihanet * Hıyanet, hainlik.
    * Sevgide aldatma, sadakatsizlik.
    * Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme.
    ihanet etmek * hainlik, kötülük etmek.
    * (karı, koca için) aldatmak.
    ihanete uğramak * aldatılmak, sadakatsizlik görmek.
    ihata * Kuşatma, sarma, çevirme, çevreleme.
    * Kavrayış, anlayış.
    ihata etmek * çevirmek, çevrelemek, kuşatmak, sarmak.
    * kavramak, anlamak.
    ihatalı * Alanı geniş.
    * Kavrayışlı, anlayışlı.
    ihbar * Bildirme, bildirim, haber verme.
    * Suçlu saydığı birini veya suç saydığı bir olayıyetkili makama gizlice bildirme, ele verme.
    ihbar etmek * bildirmek, haber vermek.
    * bir suçu veya suçluyu yetkili makama gizlice bildirmek.
    ihbar tazminatı * Bildirim ödencesi.
    ihbarcı * Haber veren, bildiren kimse.
    * Muhbir.
    ihbarcılık * Muhbirlik.
    ihbariye * Haber verme kâğıdı, bildirim, ihbarname.
    * Haber verme ücreti.
    ihbarlama * İhbarlamak işi.
    ihbarlamak * İhbar etmek.
    ihbarlı * Önceden bildirilmiş, haber verilmiş.
    ihbarname * Haber verme kâğıdı, bildirim, ihbariye.
    ihdas * Ortaya çıkarma, meydana getirme.
    * Kurma.
    ihdas etmek * ortaya çıkarmak, meydana getirmek.
    * kurmak.
    ihlâl * Bozma, zarar verme.
    ihlâl etmek * bozmak, zarara uğratmak.
    ihlâs * Temiz sevgi ve yürekten bağlılık.
    * Saf ibadet.
    ihlâslı * İhlâsıyerinde ve sağlam olan (kimse).
    ihmal * Gereken ilgiyi göstermeme, boşlama, savsaklama, savsama, önem vermeme.
    ihmal edilmek * unutulmak, yok sayılmak, kaldırılmak.
    ihmal etmek * savsamak, savsaklamak, boşlamak, önem vermemek.
    ihmalci * Savsak, ihmalkâr.
    ihmalcilik * İhmalci olma durumu.
    ihmalkâr * Savsak, ihmalci.
    ihmalkârlık * Savsaklama.
    ihnaklama * Sıkıştırma.
    ihracat * Bir ülkenin ürettiği malları başka bir ülkeye veya ülkelere satması, dışsatım.
    ihracatçı * İhracat işleriyle uğraşan, dışsatımcılık.
    ihracatçılık * İhracat işleriyle uğraşma, dışsatımcılık.
    ihraç * Çıkarma, dışarıya atma.
    * Üretim fazlasınıyurt dışına satma.
    ihraç edilmek * ilişkisi kesilmek, çıkarılmak.
    ihraç etmek * çıkarmak, dışarıatmak.
    * üretim fazlasımalıyurt dışına satmak.
    ihram * Eskiden Yunanlıların, Romalıların, günümüzde de Berberîlerin büründükleri geniş, beyaz, yünlü çarşaftan
    giysi.
    * Kâbe’ye girerken hacıların örtündükleri dikişsiz bürgü.
    * Yün yaygı.
    ihrama girmek * hac görevini yerine getirmek üzere ihram giymek.
    ihramdan çıkmak * hac görevini tamamladıktan sonra giyilen ihramıçıkarmak.
    ihraz * Kazanma, elde etme, erişme.
    ihraz etmek (veya eylemek) * kazanmak, elde etmek, erişmek.
    ihsan * İyilik etme, iyi davranma.
    * Bağışlama, bağışta bulunma.
    * Bağışlanan şey, kayra, lütuf, inayet, atıfet.
    * Karşılık beklemeden yapılan yardım, iyilik.
    ihsan etmek (veya buyurmak) * bağışta bulunmak, bağışlamak.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 14

    ihsanıhümayun * Padişah tarafından yeteneği veya başarısıdolayısıyla birine verilen görev, rütbe veya ödül.
    ihsas * Üstü kapalıanlatma, sezdirme, ima.
    * Duyum.
    ihsas etmek * sezdirmek, ima etmek.
    ihtar * Uyarma, dikkat çekme, uyarı.
    * Bir şeyi birine hatırlatma.
    ihtar etmek * hatırlatmak, uyarmak, dikkatini çekmek.
    ihtarname * Resmî ihtar yazısı, protesto.
    ihtida * Başka bir dinden çıkıp Müslüman olma.
    ihtifal * Anma töreni.
    ihtikâr * Vurgunculuk, vurgun, spekülâsyon.
    ihtilâç * Çırpınma.
    ihtilâç etmek * çırpınmak.
    ihtilâf * Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık.
    ihtilâfa düşmek * anlaşamamak, bozuşmak, uyuşamamak.
    ihtilâl * Bir devletin siyasî, sosyal ve iktisadî yapısınıveya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla hukuk kurallarına
    ve kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan genişhalk hareketi, devrim.
    * Kargaşalık, düzensizlik, karışıklık.
    * Köklü değişim.
    ihtilâlci * İhtilâl yanlısıve ihtilâl yapan kimse, devrimci.
    ihtilâlcilik * İhtilâlci olma durumu, devrimcilik.
    ihtilâm * Düşazması.
    ihtilâs * Aşırma, özellikle para aşırma, aşırtı.
    ihtilât * (hastalık, başka bir hastalıkla) Karışma.
    * Karşılaşıp görüşme.
    ihtilât etmek (veya yapmak) * hastalık başka bir hastalığa dönmek.
    ihtimal * Bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, olasılık.
    * Belki, ola ki.
    ihtimal ki * olabilir ki, belki.
    ihtimal vermemek * bir şeyin gerçekleşeceğini, olabileceğini hiç düşünmemek.
    ihtimalî * Olabilen, olasılı, belkili.
    * Belkili.
    ihtimaliyet hesabı * Bkz. ihtimaller hesabı.
    ihtimaller hesabı * Olasılıklar hesabı.
    ihtimam * Özen, özenme, dikkatli davranma, itina.
    * İyi, özenli bakım.
    ihtimam etmek (veya göstermek) * özen göstermek, dikkatle davranmak.
    ihtira * Yeni bir şey bulma, türetme.
    ihtira beratı * Bilinen araç, gereçlerle ve yaratıcı güçle yeni bir şey bulana, bulduğu şeyden bir süre yalnız kendisinin
    yararlanması için devletçe verilen belge.
    ihtiram * Saygı.
    ihtiram birliği * Devlet büyüklerini, yüksek makamlardaki kumandanlarıkarşılamak ve uğurlamakla görevli birlik, tören
    birliği.
    ihtiram duruşu * Saygıduruşu.
    ihtiram kıt’ası * İhtiram birliği.
    ihtiras * Aşırı, güçlü istek.
    * Tutku.
    ihtiraslı * Aşırı istekli.
    * Tutkulu.
    ihtiraz * Çekinme, sakınma.
    ihtisap * Belediye memurunun işi ve dairesi.
    ihtisar * Sözü kısa kesme, kısaltma.
    * Bir metinden gereksiz ayrıntılarıçıkarma.
    ihtisas * Duygu.
    * Duygulanma.
    ihtisas * Uzmanlık, uzmanlaşma.
    ihtisas yapmak * belli bir konuda özel eğitim görmek, uzmanlaşmak, ihtisaslaşmak.
    ihtisaslaşma * İhtisaslaşmak işi.
    ihtisaslaşmak * Herhangi bir konuda uzmanlaşmak.
    ihtişam * Büyüklük, göz alıcılık, gösterişlilik, görkem.
    ihtişamlı * İhtişamı olan.
    ihtiva * İçine alma, içinde bulundurma, içerme.
    ihtiva etmek * içine almak, içinde bulundurmak, içermek, kapsamak.
    ihtiyaca cevap vermek * ihtiyacınıkarşılamak.
    ihtiyacı olmak * gereksemek, gereksinmek.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 15

    ihtiyaç * Gerekseme, gereksinme.
    * Güçlü istek.
    * İhtiyaç duyulan şey.
    * Yoksulluk, yokluk.
    ihtiyaç duymak * bir şeyi kendisi için gerek saymak.
    ihtiyar * Yaşlı, kocamışolan (kimse).
    * Baba veya anne.
    ihtiyar * Seçme.
    ihtiyar etmek * yaşlandırmak, kocaltmak.
    ihtiyar etmek * seçmek, üstün tutmak.
    * katlanmak.
    ihtiyar heyeti * Köy tüzel kişiliğinde, muhtar başkanlığında görev yapan kişilerden oluşan yetkili organ.
    ihtiyar meclisi * Bkz. ihtiyar heyeti.
    ihtiyar olmak * yaşlanmak.
    ihtiyarcık * Yaşlılara karşıacıma ifadesi olarak kullanılır.
    * Zavallı, yaşlı(kimse).
    ihtiyarî * İsteğe bağlı, seçmeli olan, seçimlik.
    ihtiyarlama * İhtiyarlamak işi, yaşlanma.
    ihtiyarlamak * Yaşı ilerlemek, yaşlanmak, kocamak.
    * İhtiyar görünüşü almak, ihtiyar görünmek.
    ihtiyarlatma * İhtiyarlatmak işi.
    ihtiyarlatmak * İhtiyar olma durumuna gelmesine sebep olmak.
    ihtiyarlayış * İhtiyarlamak işi veya biçimi.
    ihtiyarlık * İhtiyar olma durumu, yaşlılık.
    * Her bakımdan güçsüzlük, yetersizlik, zayıflık.
    ihtiyarlık sigortası * Bkz. yaşlılık sigortası.
    ihtiyarsız * Seçmesiz, irade dışı.
    * Düşünmeksizin, elde olmadan.
    ihtiyat * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma.
    * Gereğinden fazla olup saklanan, yedek.
    * Savaşsırasında harekâtın gelişmesine etkide bulunmak için her an savaşa girebilecek biçimde hazır
    bulundurulan birliklere verilen ad.
    ihtiyat akçesi * Yedek akçe.
    ihtiyat kaydı ile * doğruluğu şüpheli görülerek.
    ihtiyaten * Her duruma, her ihtimale karşı, ilerisini düşünerek.
    ihtiyatî * İlerisi düşünülerek yapılan.
    ihtiyatî tedbir * İlerisi düşünülerek alınan önlem(ler).
    * Yargılama öncesi yasal organlarca alınan önlem(ler).
    ihtiyatkâr * Sakıngan, ihtiyatlı.
    ihtiyatkârlık * İhtiyatlı olma durumu.
    ihtiyatlı * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranan, önlem alan, sakıngan, ihtiyatkâr.
    ihtiyatlı bulunmak * beklenmedik sonuçlara karşıhazırlıklı olmak.
    ihtiyatlıdavranmak * uyanık olmak, düşünerek davranmak.
    ihtiyatlı olmak * herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranmak.
    ihtiyatsız * İhtiyatlıdavranmayan.
    ihtiyatsızlık * İhtiyatsız olma durumu.
    ihtiyatsızlık etmek * önlem almadan davranmak.
    ihtizaz * Titreşme, titreşim.
    ihvan * Yakın dostlar, arkadaşlar.
    * Aynı okul veya tarikattan olan kimseler.
    ihya * (yeniden) Canlandırma, diriltme.
    * Çok iyi duruma getirme, geliştirme, güçlendirme.
    * Yeni bir güç, umut, erinç verme.
    ihya etmek * canlandırmak.
    * mutluluğa kavuşturmak.
    * mamur bir duruma getirmek.
    ihya olmak * mutluluğa kavuşmak; daha iyi bir duruma gelmek.
    * mamur bir duruma getirilmek.
    ihzar * Hazırlama, hazır etme.
    ihzarî * Hazırlık niteliğinde olan, hazırlayıcı.
    -ik * Bkz. -ık/ -ik.
    ika * Yapma, etme.
    ika etmek * yapmak, işlemek.
    ikame * Yerine koyma, yerine kullanma.
    * Ayağa kaldırma, ayakta durdurma.
    * (dava için) Açma.
    * Yerine konulan, yerine geçen (şey).
    ikame etmek * yerine koymak.
    * ayakta durdurmak.
    * dava açmak.
    ikame mallar * Birbirlerinin yerine geçen, konulabilen mallar.
    ikamet * Bir yerde oturma eğleşme.
    ikamet etmek * bir yerde oturmak, eğleşmek.
    ikamete memur edilmek * sürgün cezasıverilmek.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 16

    ikametgâh * İkamet edilen, oturulan yer, konut.
    ikametgâh ilmühaberi * Konut belgesi.
    ikametgâh kâğıdı * Bkz. ikametgâh ilmühaberi, konut belgesi.
    ikaz * Uyarma, uyarı, dikkat çekme, ihtar, tembih.
    * Uyandırma.
    ikaz etmek * uyarmak, dikkat çekmek.
    ikbal * Baht açıklığıveya yüksek bir makama, duruma erişmişolma durumu.
    * İstek, arzu.
    * Padişaha veya şehzadeye eşolmaya aday, gözde cariye.
    ikbal düşkünlüğü * Önce iyi bir yaşantısıvarken gözden düşerek yoksul olma durumu.
    ikbal düşkünü * Önce iyi bir yaşantısıvarken gözden düşerek yoksulluğa mecbur kalan kimse.
    ikbali sönmek * daha önce iyi olan durum veya işi bozulmak.
    ikdam * Gayretle çalışma, sürekli uğraşma.
    ikebana * Belli kurallara göre yapılan çiçek düzenlemesi.
    iken * Esnasında, …-dığı/ -diği hâlde, …-dığı/ -diği zaman.
    iki * Birden sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 2, II.
    * Birden bir artık.
    iki ahbap çavuş * her yerde hep birlikte görülen, birbirinden ayrılmayan iki arkadaşiçin şaka yollu söylenir.
    iki anlamlı * İki anlama gelen veya iki şekilde yorumlanabilen.
    * Bkz. ikircil.
    iki anlamlılık * İki anlama gelme veya yorumlanabilme durumu.
    * İkircil.
    iki arada bir derede (kalmak) * sıkışık, zor şartlar altında (kalmak).
    iki arada kalmak * birbirine karşıt iki kişi arasında ne yapacağını bilemeyerek şaşırmak.
    iki ateşarasında (kalmak) * zor bir durumda karar verememek.
    iki ayağını bir pabuca sokmak * birini bir işi hemen yapması için çok sıkıştırmak.
    iki ayaklı * İki ayağı olan (hayvan veya eşya).
    iki ayaklılık * İki ayaklı olma özelliği veya durumu.
    iki başlı * İki başlı olan.
    iki başlılık * İki başlı olma durumu.
    * Yönetimde birden fazla yetkiye sahip olma.
    * Yönetimde birden çok kişinin müdahalesi sonunda işlerin sarpa sarması.
    iki baştan olmak * bir şey, her iki tarafın aynışeyi istemesiyle, iyi niyetiyle gerçekleştirilebilmek.
    iki bir * Oyunda, zarlardan birinin bir, öbürünün iki benekli olan yüzünün üste gelmesi.
    iki buçukluk * Çeyrek lira değerinde para.
    * Maçlarda oyun sahasının dışına çıkan topları getiren kimse, top toplayıcı.
    iki büklüm * Beli bükük, öne doğru eğik.
    iki büklüm olmak * (yorgunluk, hastalık, yaşlılık gibi sebeplerle) beli bükülmek, öne doğru eğilmek.
    * (riyakârlık, dalkavukluk, gerçek olmayan saygı gibi sebeplerle) iki kat olup öne eğilmek.
    iki cambaz bir ipte oynamaz * kurnazlıkta eşit olan iki kimse birbirlerini aldatamaz.
    iki cami arasında kalmış beynamaz (veya bînamaz) * iki yoldan hangisini tutacağınışaşırmışkimseler için kullanılır.
    iki canlı * Gebe, yüklü, hamile.
    iki canlılık * İki canlı olma durumu.
    iki cihan * Dünya ve ahret, İslâm inancına göre bu dünya ve ebedî olan öteki dünya.
    iki cihanda * Bu dünyada ve öteki dünyada.
    iki cinslikli * Bkz. iki eşeyli.
    iki çenekliler * (Jessieu’nün bitki sınıflamasına göre) Tohumlarında iki çenek bulunan kapalıtohumlu bitkiler sınıfı.
    iki çenetli * Çatladığında kabuğu iki çenete ayrılan (meyve).
    * İki parçalıkavkısı birbirine kaslarla bağlıyassısolungaçlılardan midye, istiridye gibi (hayvan).
    iki çenetliler * İki çenetli kabuklu yumuşakçalar sınıfı.
    iki çıplak bir hamama yakışır * iki yoksul kimsenin birbiriyle evlenmesinin uygun olmayacağınıanlatmak için kullanılır.
    iki çift lâf (lâkırdıveya söz) etmek * birkaç söz söylemek.
    iki çifte * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ikişer küreği olan tekne.
    iki dilli * İki ayrıdilde olan.
    iki dillilik * İki ayrıdile sahip olma veya iki ayrıdili okuyup yazma gücünde ve becerisinde olma.
    * İki dilin bir arada konuşulduğu bölge veya ülke.
    iki dirhem bir çekirdek * çok güzel ve özenli giyinmiş.
    iki düzlemli * İki düzlemin kesişmesinden oluşan (açı).
    iki el bir başiçin * ancak kendi geçimini sağlayabilenler, başkalarına yardım edecek bir durumda değildir.
    iki eli (birinin) yakasında olmak * kıyamette ondan davacı olmak.
    iki eli böğründe kalmak * çaresiz kalıp ne yapacağını bilememek.
    iki eli kanda (veya kızıl kanda) olsa * elindeki işne kadar önemli olursa olsun.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 17

    iki eli şakaklarında düşünmek * derin derin düşünmek.
    iki eli yanına gelmek * ölerek Tanrıkatına çıkacağı için yalan söylemek.
    iki eşeyli * Erkek ve dişi eşey organları bir arada bulunan, iki cinslikli.
    iki evcikli * Erkek ve dişi çiçekleri ayrıayrı bitkilerde bulunan (bitki).
    iki fazlı * Aralarında devrenin dörtte biri kadar faz farkı olan (aynıfrekans ve genlikte iki alternatif akım veya
    gerilim).
    iki geçeli * Karşılıklı iki sıra olarak, iki yanlı.
    iki gönül bir olunca samanlık seyran olur * birbirini sevenler için zenginlik önemli değildir.
    iki gözü iki çeşme ağlamak * sürekli veya çok ağlamak.
    iki gözüm (iki gözümün nuru) * okşayıcı bir seslenişolarak kullanılır.
    iki hırtı, bir pırtı * aşırıyoksulluğu anlatır.
    iki kanatlılar * Çift kanatlılar.
    iki kaptan bir gemiyi batırır * bir iş, iki taraftan gelen buyruklarla yürütülemez.
    iki karpuzu bir koltuğa sığdırmak * aynıanda iki işi veya görevi yapmak.
    iki kat olmak * iki büklüm olmak.
    iki katlı * Üst üste iki katı olan.
    iki kere iki dört eder * gerçekliğinden şüphe edilmeyecek kadar açık.
    iki kulak bir dil için * çok dinleyip az söylemeli.
    iki lâfı bir araya getirememek * düşündüğünü doğru dürüst ifade edememek.
    iki lâkırdıetmek * iki çift lâf etmek.
    iki lâkırdıyı bir araya getirmek * Bkz. iki lâfı bir araya getirememek.
    iki nokta * Üst üste konmuşiki nokta biçimindeki noktalama işareti (:).
    iki paralık * Değersiz, önemsiz.
    iki paralık etmek * değerini, onurunu düşürmek.
    iki paralık etmek * değerini, onurunu düşürmek.
    iki paralık olmak * değerini, onurunu yitirmek.
    iki paralık olmak * değerini, onurunu yitirmek.
    iki parmaklı * İki parmağı olan (hayvan).
    iki rahmetten (veya iyilikten) biri * (çok acıçeken ağır hastalar için) iyileşme veya ölüm.
    iki satır lâf etmek (veya konuşmak) * dostça biraz söyleşmek.
    iki seksen uzanmak * bir çarpma, vurma sonucu boylu boyunca serilmek.
    iki söz bir pazar * uzun boylu pazarlık etmeden.
    iki sözü (veya lâkırdıyı) bir araya getirememek * düşündüğünü düzgün bir biçimde anlatamamak, iki lâfı bir araya getirememek.
    iki şekilli * Birbirinden farklı iki biçimde billûrlaşan.
    iki şıktan biri * iki seçenekten, iki çözüm yolundan biri.
    iki tek * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ayrıayrı oturaklarda ve sadece birer küreği olan tekne.
    iki tek atmak * iki kadeh içki içmek.
    iki telli * İki teli olan bir çeşit saz.
    iki terimli * Toplama (+) veya çıkarma (-) işaretiyle birbirine bağlanan iki terimden oluşan cebirsel anlatım.
    iki terimli * Bkz. iki terimli.
    iki ucu boklu değnek * ne yönden bakılırsa bakılsın çözülmesi çok güç işveya durum.
    iki ucunu bir araya getirememek * gelirle gideri denkleştirememek, işleri düzene koyamamak.
    iki yakası bir araya gelmemek * geçim sıkıntısından bir türlü kurtulamamak, borçtan kurtulamamak.
    iki yakasını bir araya getirmek * maddî sıkıntıdan kurtulup rahata ermek.
    iki yaşayışlı * Hem suyun içinde, hem karada yaşayabilen, amfibi.
    iki yüzlü * İki tarafı olan veya iki taraflıkullanılan.
    ikici * İkicilik felsefesini kabul eden, düalist.
    ikicilik * Birbirinden ayrı, birbirinden bağımsız, birbirine geri götürülemeyen, birbirinin yanında veya karşısında
    bulunan iki ilkenin varlığınıkabul eden görüş, düalizm.
    ikide bir (veya ikide birde) * ara sıra, sık sık.
    ikilem * İki önermesi bulunan ve her iki önermenin vargısı olan tasım, kıyasımukassim, dilemma: Fatih’in, babası
    II. Murat’a yolladığı bir haber güzel bir ikilem örneğidir.
    * İnsanı istenmeyen seçeneklerden birini, çoğunlukla iki seçenekten birini izlemeye zorlayan tartışma, sorun
    veya usa vurma durumu.
    ikileme * İkilemek işi.
    * Anlamı güçlendirmek için aynıkelimenin tekrarlanması, anlamları birbirine yakın, karşıt olan veya sesleri
    birbirini andıran kelimelerin yan yana kullanılması: Yavaşyavaş, irili ufaklı, aşağıyukarı gibi.