ilistir | * Süzgeç. |
ilişiği kalmamak | * ilgisi, bağlılığı olmamak. |
ilişiğini kesmek | * hiçbir ilgisi kalmamak, bağlantılarınıkoparmak. |
ilişik | * İliştirilmiş, eklenmiş, bağlanmış, merbut. * Bir şeyle ilgili, ilişkin, ait. * İlgi, bağlılık, ilişki, münasebet. * Eklenmişolan bölüm. |
ilişikli | * İlişiği olan, ilişkin. |
ilişiksiz | * İlişiği olmayan. |
ilişilme | * İlişilmek işi. |
ilişilmek | * İlişmek işi yapılmak. |
ilişken | * Deniz dibinde batık ve atıkların oluşturduğu tabaka. |
ilişkenli | * İlişken özellik bulunduran. |
ilişki | * İki şey arasında karşılıklı ilgi, bağ, münasebet, temas. * Bağlantı, temas. |
ilişki kurmak | * bağlantı sağlamak, ilgi sağlamak. |
ilişkilendirmek | * İlişkili duruma getirmek. |
ilişkili | * İlişkisi olan. * İlgili olarak. |
ilişkin | * İlgisi, ilişiği olan, bağlı, ilgili, ait, merbut, müteallik. |
ilişkisiz | * İlişkisi olmayan. |
ilişkisizlik | * İlişkisiz olma durumu. |
ilişme | * İlişmek işi. |
ilişmek | * Hafifçe dokunmak, takılmak. * Elini sürmek, dokunmak. * Bir şeyin kenarına kısa bir süre için oturmak. * Karışmak, rahat vermemek, müdahale etmek. * Değinmek, sözünü etmek. * Şaka etmek. |
iliştirilme | * İliştirilmek işi. |
iliştirilmek | * İliştirmek işi yapılmak; eğreti takılmak, hafifçe tutturulmak. |
iliştirme | * İliştirmek işi. |
iliştirmek | * İlişmesini sağlamak; bağlamak, tutturmak; eğreti takmak, hafifçe tutturmak. |
ilk | * Zaman, sıra, yer ve önem bakımından ötekilerden önce gelen, son karşıtı. * Herhangi bir şeyin en önde olanı, önce geleni. * Birinci olarak, en başta. |
ilk adım | * Başlangıç. |
ilk ağızda | * Önce, öncelikle, ilk işolarak, her şeyden önce. |
İlk Çağ | * En eski zamanlardan başlayarak milâdî 476, BatıRoma İmparatorluğunun çöküşyılına kadar süren çağ. |
ilk dördün | * Ayın, yeni ay evresinden bir hafta sonra yarım daire biçiminde göründüğü evre. |
ilk elden | * Baştan başlayarak; dolaysız, aracısız. |
ilk gösteri | * Sahneye konulan oyunun ilk temsili, prömiyer. |
ilk göz ağrısı | * ilk doğan evlât. * ilk sevilen, âşık olunan kimse. |
ilk kânun | * Aralık. |
ilk önce | * Önce, en önce, en başta. |
ilk örnek | * Kök tip. |
ilk plânda | * önce, en önde. * başlangıçta. |
ilk sezi | * Bir konuda edinilen ilk ve yalın bilgi. |
ilk teşrin | * Ekim. |
ilk ve son | * Tek, yegâne. |
ilk yardım | * Tedavisi gereken kimselerin ilk bakımlarında uygulanan basit tedavi. * Tehlikeli ve anî durumlarda uygulanan ilk ve ivedi tedavi işlemi. * Bu işlemin uygulandığıyer. |
ilk yardım hastahanesi | * Anîden rahatsızlananlar veya kazada yaralananlara ilk tı bbî müdahelenin yapılabileceği nitelikte donatılan hastahane. |
ilk yarı | * Futbol, basketbol vb. karşılaşmalarda iki devreden ilki. |
ilkah | * Dölleme, döllenme. * Aşılama. |
ilkah etmek | * döllemek. * aşılamak. |
ilkbahar | * (kuzey yarım küre için) Mart, nisan ve mayıs aylarını içine alan zaman aralığı. Gök biliminde 21 Mart ile 22 Haziran arası, ilkyaz, bahar. |
ilke | * Temel düşünce, temel inanç, umde, unsur, prensip. * Temel bilgi. * Başka şeylerin kendisinden türediği ilk madde, öge, unsur. * Her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, mebde, prensip. * Davranışkuralı. |
ilkeci | * İlkelerine bağlı(kimse). |
ilkecilik | * İlkeci olma durumu. |
ilkel | * İlk durumunda kalmışolan, gelişmesinin başında bulunan, iptidaî, primitif. * Zaman bakımından en eski olan, iptidaî, primitif. * (sanatta) Yalın bir nitelik gösteren, yapmacıksız olan, primitif. * Özellikle XIV-XV. yüzyıllarda İtalyan ressamlarına, Orta Çağsonlarında Avrupa ressamlarına verilen ad. * Eğitimsiz, kültürsüz, görgüsüz. |
ilkel memeliler | * Bazısınıflandırmalara göre memeliler sınıfının tek delikliler ile soyu tükenmişolan bazı ilkel yapılı memelileri içine alan bir alt sınıfı. |
ilkel toplum | * Yazılıkültürü bulunmayan, sanayileşmemiş, şehirleşmemiştarım toplumu. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 24
-
Türkçe Sözlük İ Sayfa 25
ilkelce * İlkel (bir biçimde). ilkelciler * İlkelcilik yanlısı olan sanatçılar. ilkelcilik * Avrupa sanatının çağımıza kadar geçirdiği gelişmelerden habersiz görünen, ilkel ulusların sağlam, kaba, saf,
yalın biçimli sanatını benimseyen görüş, primitivizm.
* İlkellik özlemini ileri süren düşünce akımlarının genel adı, primitivizm.ilkeleşme * İlkeleşmek işi. ilkeleşmek * İlke durumuna gelmek. ilkelleşme * İlkelleşmek işi. ilkelleşmek * İlkel bir durum almak veya ilkel bir duruma gelmek. ilkelleştirme * İlkelleştirmek işi veya durumu. ilkelleştirmek * İlkel duruma getirmek. ilkellik * İlkel olma durumu, iptidaîlik. ilkesel * İlke ile ilgili. ilkgüz * Eylül ayı. ilkin * Başta, başlangıçta, önce, iptida. ilkokul * Zorunlu öğrenim çağındaki kız ve erkek çocuklarının temel eğitim ve öğretimini sağlamak için devletçe
açılan veya açılmasına izin verilen beşyıllık okul.ilköğrenim * İlköğretim. ilköğretim * Birkaç öğretim basamağından oluşan örgün eğitim sisteminin, okuma yazmayı, aritmetiği, iyi bir yurttaş
olmak için gerekli temel bilgi ve becerileri kazandıran sekiz yıllık ilk basamağı.ilkten * İlk önce. ilkyaz * İlkbahar, bahar. illâ * İlle. illâki * İlle. illâllah * Usanç ve bezginlik anlatır. illâllah demek * usanmak, bıkmak, bezmek. illâllah etmek * usanmak, bıkmak. ille * Ne olursa olsun, hangi şartta olursa olsun, her hâlde.
* Hele, özellikle.
* Yoksa, olmazsa.ille velâkin * Gel gelelim, bununla birlikte. illegal * Yasa dışı, yasaya aykırı. illet * Hastalık.
* Hastalık derecesine varan alışkanlık.
* Bozukluk.
* Kızdıran, sinirlendiren şey veya kimse.
* Sebep.illet etmek * sinirlendirmek, kızdırmak.
* sakatlamak.illet olmak * çok sinirlenmek, çok kızmak. illetine uğramak * hastalık derecesinde düşkün veya tutkun olmak. illetli * Hastalığı olan.
* İkide bir aksaklık gösteren.illî * Nedensel. illiyet * Nedensellik. illüstrasyon * Resimlerle süsleme.
* Kitap içindeki bir yazıyıaçıklayan veya süsleyen resim.illüzyon * Yanılsama. illüzyonist * Göz bağcı. illüzyonizm * Göz bağcılık. ilme * İlmek (II) işi. ilmek * İlmik. ilmek * Hafif bir düğüm yaparak bağlamak.
* Halıdokurken düğümleri bağlamak.
* Değmek, dokunmak.ilmekleme * İlmeklemek işi. ilmeklemek * İlmek durumuna getirmek. ilmî * Bilimsel. ilmî ahlâk * Töre bilimi. ilmiahlâk * Bkz. ahlâk bilimi, etik. ilmihâl * Din kurallarınıöğrenmek için yazılmışkitap. ilmik * Çözülmesi kolay düğüm, eğreti düğüm. ilmik atmak * ilmik yapmak. ilmikleme * İlmiklemek işi. ilmiklemek * Eğreti düğümle bağlamak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 22
ilerisini gerisini hesaplamamak (veya düşünmemek) * herhangi bir konuda çok ve ayrıntılıdüşünmeden hareket etmek, tedbirsizce, ihtiyarsızca davranmak. ileriyi görmek * Bkz. uzağı görmek. ilerlek * İlerlemiş, ileriye varmış. ilerleme * İlerlemek işi.
* Terfi, terakki.
* Daha iyi, daha yetkin, daha değerli, daha yüksek bir duruma doğru basamak basamak oluşan gelişme,
terakki.ilerlemek * Bulunduğu yerden daha ileriye gitmek; yol almak.
* (vakit için) Geçmek.
* Daha güçlü, daha etkili duruma gelmek.
* Daha iyi, daha yüksek bir düzeye, aşamaya erişmek, gelişmek, terakki etmek.ilerletme * İlerletmek işi. ilerletmek * İlerlemesini sağlamak, ilerlemesine yol açmak. ilerleyici * İleri giden, ilerleyen. ilerleyici benzeşme * Kelimede önceki sesin sonraki sesi etkilemesi. ilerleyiş * İlerlemek işi veya biçimi. ileti * Bildirme yazısı, mesaj. iletici * İletme özelliği olan (şey). iletiliş * İletilmek işi veya biçimi. iletilme * İletilmek işi. iletilmek * İletmek işi yapılmak. iletim * İletmek işi.
* İletken şeylerden ısıveya elektriğin geçmesi.
* Isıyayımı, konveksiyon.iletiş * İletmek işi veya biçimi. iletişim * Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim,
haberleşme, komünikasyon.
* Telefon, telgraf, televizyon, radyo gibi araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi, bildirişim,
haberleşme, komünikasyon.iletişim ağı * İletişim araçlarının birbirleriyle ortak bağlantıkurma veya iş birliği sağlama durumu veya düzeni. iletişim araçları * Toplumda sözlü veya yazılıhaber alma imkânınısağlayan teknik araçlar. iletişim merkezi * Bildirişim ve haberleri toplam ve değerlendirme bürosu. iletişim ortamı * Bildirişim, haberleşme veya komünikasyon imkânlarının sağlandığı ortam, medya. iletişme * İletişmek işi veya durumu. iletişmek * Bir durumu karşılıklı olarak iletmek, karşılıklı olarak haber alıp vermek. iletken * Akım, ısı, ses vb. geçiren (madde), nakil, yalıtkan karşıtı.
* Elektrik akımı, ısı, gaz vb. ni bir yerden başka bir yere aktaran (madde, şey).iletken damarlar * Bitkilerde hücrelere besin maddelerini ileten borucuklar. iletkenlik * İletken olma durumu. iletki * Bir açıyıölçmeye ve başka bir yerde aynıaçıyıçizmeye yarayan, yarım çember biçimindeki araç, minkale. iletme * İletmek işi. iletmek * Götürmek, ulaştırmak, nakletmek.
* Elektrik akımı, ısı, gaz vb. ni bir yerden başka bir yere götürmek.ilga * (varlığını) Kaldırma. ilga etmek * (varlığını) ortadan kaldırmak. ilgeç * Edat: Ev gibi huzur köşesi olmaz. Çocuk sabaha karşıuyudu. ilgeçli * İlgeci olan, edatlı. ilgeçli tümleç * Edatla kurulmuştümleç, edatlıtümleç. ilgi * İki şey arasında bulunan herhangi bir bağlılık, ilişki, alâka, taallûk.
* Dikkati öncelikle belirli bir şey üzerinde toplama eğilimi.
* Belirli bir olay veya etkinliğe yakınlık duyma, ondan hoşlanma ve ona öncelik tanıma.
* Kimyasal şartlar eşveya birbirine çok yakın olduğunda ögelerin birbirleriyle birleşmede gösterdiği seçicilik.ilgi alanı * Bir kişi veya kuruluşun ilgilendiği konular. ilgi çekici * İlgiyi, dikkati üzerinde toplayan. ilgi çekmek (toplamak veya uyandırmak) * çevresinde ilgiyi, dikkati ve merakıüzerine toplamak, alâka çekmek, alâka toplamak veya alâka uyandırmak. ilgi duymak * bir işe, bir olaya, bir kimseye önem vermek, yakınlık duymak. ilgi eki * Bağlantıkavramıveren ek. Türkçede bu kavram isim görevli kelimeye -ki ekinin bağlanmasıyla sağlanır. Bu
ek ünlü uyumlarına aykırıdüşer ve çoğu kez kalma durumuyla kalıplaşır.ilgi görmek * ilgi çekmek. ilgi göstermek * ilgisini esirgememek, belli etmek. ilgi toplamak * ilgisini yoğunlaştırmak, belli etmek.
* ilgi görmek.ilgileme * İlgilemek işi. ilgilemek * İki parçayı birbirine eğreti olarak dikmek, teyellemek. ilgilendiriş * İlgilendirmek işi veya biçimi. ilgilendirme * İlgilendirmek işi. ilgilendirmek * İlgisini çekmek, önem vermek veya bir şeyle ilgili kılmak.
* İlişkin olmak.
* Elverişli, uygun bulmak.ilgileniş * İlgilenmek işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 21
ilân * Duyuru.
* Açıkça bildirme, açıkça duyurma.ilân etmek * bir durumu yayım yoluyla duyurmak.
* bir durumu yaymak.
* açıkça bildirmek.ilân tahtası * Duyuruların üzerine yazıldığıveya yapıştırıldığıdüz levha, pano. ilân vermek * çeşitli basın yayın organlarıyla bir durumu duyurmak, açıklamak. ilâncılık * Ticarî bir amaçla geniştopluluklara tanıtılmak istenen bir şeyi basın ve yayım yoluyla duyurma işi. ilânen * Duyuru yoluyla. ilânıaşk * Karşıcinse aşkını bildirmek işi. ilânıaşk etmek * (bir erkek bir kadına veya bir kadın bir erkeğe) kendisini sevdiğini söylemek. ilânihaye * Sonsuza kadar. ilârya * Gümüş balığının küçüğü. ilâve * Katma, ekleme, ulama, ek.
* Eklenmiş, katılmışparça.
* Arttırma, büyütme, abartma.
* Ek.ilâve etmek * eklemek, katmak, ulamak. ilâveli * Eki olan.
* Abartılmış, yalan katılmış, mübalâğalı.ilâveten * Ek olarak, ek yoluyla, ekleyerek. ilbay * Vali. ilca * Zorlama, zorunda bırakma. ilca etmek * zorlamak, zorunda bırakmak. ilçe * Yönetim bakımından yurt bölümlemesinde ilden sonra gelen bölüm, kaymakamlık, kaza. ilçebay * Kaymakam. ile * Kelimenin sonuna geldiğinde birliktelik, işteşlik, beraberlik, araç, sebep veya durum anlatan cümleler
yapmaya yarar.
* Bazısoyut isimlere getirilince durum bildiren zarflar oluşturur.
* Cümle içinde aynı görevde bulunan iki ögeyi birbirine bağlamaya yarar.ilelebet * Sonsuzluğa değin, sürgit. ilen * İle. ilenç * İlenmek amacıyla söylenen söz, ilenme, beddua. ileniş * İlenmek işi veya biçimi. ilenme * İlenmek işi, beddua. ilenmek * Bir kimse için kötü dilekte bulunmak, beddua etmek. iler tutar yeri olmamak (veya kalmamak) * çok dağınık, kötü, bozuk veya berbat bir duruma gelmek. ilerde * İleride. ileri * Herhangi bir şeye göre daha ötede olan yer, geri karşıtı.
* Bir şeyin ulaşılacak yönü.
* Henüz gelmemişzaman, gelecek, sonra.
* Önde bulunan.
* Doğrusundan daha çok gösteren (saat).
* Önceki, evvelki.
* Benzerlerini geride bırakmış.
* “Amaca doğru durmadan yürü” anlamına.
* Öne doğru, ileri doğru.
* Temel duruşta ayak uçlarının gösterdiği yön.ileri (veya öne) sürmek * öne doğru yürütmek.
* bir düşünceyi veya tasarıyıönermek, serdetmek.ileri almak * öne almak.
* (saat için) önceki vakte almak, öne ayarlamak.ileri atılmak (veya çıkmak) * öne doğru çıkmak. ileri geçmek * öne geçmek.
* üstün bir makama geçmek.ileri gelenler * Bir topluluğun önemli, sözü dinlenir, saygın kişileri, eşraf. ileri gelmek * sebep olmak, oluşmak, bağlı bulunmak, doğmak, meydana gelmek. ileri geri * Herhangi bir konuda dikkat etmeme, ayrıntılarıdüşünmeme. ileri geri etmemek * uzun boylu tartışmadan, sorgu sual etmeden. ileri geri konuşmak (lâflar etmek veya söylemek) * yersiz ve gönül kıracak biçimde konuşmak. ileri geri söz (etmek veya söylemek) * yersiz, yakışıksız söz. ileri gitmek (veya varmak) * söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak, gereksiz, aşırıdavranışta bulunmak. ileri görüş * Daha sonra olabilecekleri düşünmek işi. ileri görüşlü * İleri görüşü olan (kimse). ileri götürmek * (bir durum veya davranışiçin) ölçüyü aşmak. ileri uç * Futbolda ileri hat, hücum mevkii, forvet. ileri uç oyuncusu * Futbolda ileri uçta oynayan sporcu, golcü. ilerici * İlerlemeden yana olan; ileri düzeydeki toplumsal ve siyasî gelişmeleri benimsemişolan (düşünce, kimse
vb.), terakkiperver.ilericilik * İlerici olma durumu, ilerici davranış. ileride * Gelecekte, gelecek zamanda.
* Ötede.ilerisi * Daha ön tarafı.
* Geleceği, ötesi.ilerisine gitmek * bir işin sonuna kadar gitmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 19
ikiz anlam * Bir anlatımın, iki türlü anlam verecek biçimde kurulmuşolması. ikiz anlamlı * İkiz anlamı olan. ikiz doğurmak * herhangi bir işte çok sıkıntıçekmek. ikiz ünlü * Aynıünlünün yan yana bulunması: yok > yook. ikiz ünsüz * Aynıünsüzün yan yana bulunması: hissî. ikizkenar * İki kenarıeşit olan. ikizkenar üçgen * Yalnız iki kenarı birbirine eşit olan üçgen. ikizkenar yamuk * Paralel olmayan iki kenarıeşit yamuk. ikizler * Zodyak üzerinde, Boğa ile Yengeç burçlarıarasında bulunan burç, Zodyak. ikizleşme * İki dişarasındaki bütün dokuların bitişmesiyle oluşan dişanomalisi. ikizli * İkizleri olan (ana).
* İki kollu (araç).
* Kendisinden iki anlam çıkarılabilen, ikiz anlamlı(anlatım).ikizlilik * İkizli olma durumu. iklim * Yeryüzünün herhangi bir yerinde, hava yuvarı olaylarının ortaklaşa gerçekleştirdikleri etkilerin uzun yılların
ortalamasına dayanan durumu.
* Ülke, diyar.iklim bilimci * İklim bilimi uzmanı, klimatolog. iklim bilimi * İklimleri inceleyen bilim, klimatoloji. iklimleme * Yapıların sıcaklık, nem ve temizliğini sağlamaya, gerekli hava akımını gerçekleştirmeye ilişkin işlem. iklimleme cihazı * İstenilen iklimleme şartlarınısağlayan alet, klima. ikmal * Eksik bir şeyi tamamlama, daha iyi duruma getirme, bütünleme.
* Bitirme.
* Cümlenin veya dizenin anlamınısonra gelen cümle veya dize ile tamamlama.ikmal etmek * bütünlemek, tamamlamak.
* bitirmek.ikmal imtihanı * Bkz. bütünleme sınavı. ikmale bırakmak * bütünlemeye kalmasına sebep olmak. ikmale kalmak * okulda bütünlemeye kalmak. ikna * Bir konuda birinin inanmasını sağlama, inandırma, kandırma. ikna etmek * inandırmak, kandırmak. ikna olmak * inanmak, kanmak. ikon * Ortodokslarda İsa, Meryem veya ermişlerin tahta üzerine mumlu ve yumurtalı boyalarla yapılmışdinî
içerikli resimlerine verilen ad.ikona * Bkz. ikon. ikonografi * İkonların tanıtılmasıve açıklanması. ikrah * Tiksinme, iğrenme. ikrah etmek * tiksinmek, iğrenmek. ikrah getirmek * tiksinmeye, iğrenmeye başlamak. ikrahlık * İkrah etme durumu. ikram * Konuğu ağırlama.
* Bir şeyi armağan olarak verme, sunma.
* Alışverişte satıcının alıcıya yaptığı indirim.
* Sunulan şey.ikram etmek * (konuğu) bir şeyle ağırlamak, (konuğa) bir şey sunmak.
* fiyatta indirim yapmak.ikram görmek * (konuk için) ağırlanmak. ikramcı * İkramda bulunmayıseven, mükrim. ikramiye * Bir yerde çalışan kimselere genellikle kazançtan dağıtılan veya iyi çalıştıkları için verilen aylık dışıpara.
* Piyangoda bir kimseye çıkan para veya nesne.ikramiyeli * İkramiyesi olan. ikrar * Saklamayarak söyleme, açıkça söyleme.
* Bildirme.
* Benimseme, onama, kabul, tasdik.ikrar etmek * açıkça söylemek, kabul etmek. ikrar vermek * söz vermek. ikraz * Borç veya ödünç verme. ikraz etmek * ödünç vermek. iksir * Eskiden hayatıölümsüzleştirmek, madenleri altına çevirmek gibi olağanüstü etkileri olduğuna inanılan sıvı.
* İç ferahlatıcı ilâç veya içki.
* Aşk ilham eden büyülü içki.iktibas * Ödünç alma.
* Alıntı.iktibas etmek * ödünç almak.
* alıntılamak.iktidar * Bir işi yapabilme gücü, erk, kudret.
* Bir işi başarabilme yetki ve yeteneği.
* Devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi; bu yetkiyi elinde bulunduran kişi
ve kuruluşlar.iktidardan düşmek * devlet yönetiminde yetkiyi başka bir partiye bırakmak zorunda kalmak. iktidarsız * Gücü, yeteneği olmayan, beceriksiz, yetersiz.
* Cins gücü olmayan (erkek).iktidarsızlaşma * İktidarsızlaşmak durumu. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 20
iktidarsızlaşmak * İktidarsız duruma gelmek. iktidarsızlık * Güçsüzlük, beceriksizlik, yetersizlik.
* (erkek için) Cinsî gücü olmama durumu.iktifa * Yetinme; kanma. iktifa etmek * yetinmek; kanmak. iktiran * Yaklaşma.
* (bir yere) Ulaşma, erişme.iktiran etmek * ulaşmak, erişmek. iktisaden * Ekonomik olarak, ekonomi bakımından. iktisadî * Ekonomik. iktisadiyat * Bir devletin ekonomik durumu. iktisap * Kazanma, edinme, edinim. iktisap etmek * kazanmak, edinmek. iktisat * Ekonomi. iktisat etmek (veya yapmak) * para artırmak, tutumlu davranmak, tasarruf etmek. iktisatçı * Ekonomi uzmanı, ekonomist. iktisatçılık * Ekonomi uzmanlığı. iktisatlı * Aşırıharcama yapmayan veya gerektirmeyen (kimse, şey), tutumlu. iktisatsız * Aşırıharcama yapan veya gerektiren (kimse, şey), tutumsuz. iktiza * Gerekli olma, gerekme. iktiza etmek * gerekmek. il * Merkezî yönetimin, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara, kamu hizmetlerinin gereklerine göre, ülke
üzerinde yayılmış, bir vali yönetimindeki en önemli bölümü, vilâyet.-il * Bkz. -ıl / -il. -il- * Bkz. -ıl- / -il. ilâ * -den …-e kadar. ilâç * Bir hastalığı iyi etmek veya önlemek için, türlü yollardan kullanılan madde, em, deva.
* Çare, önlem.
ilâç için … yok …
* hiç yok.ilâç yapmak (veya hazırlamak) * gerekli maddeleri kullanarak reçetede belirtilen dozda ilâcı ortaya koymak. ilâç yazmak * reçete yazmak. ilâçlama * İlâçlamak işi. ilâçlamak * İlâç sürmek.
* Mikroplardan arındırmak, zararlı böceklerden korunmak amacıyla ilâç püskürtmek veya sıkmak.ilâçlanış * İlâçlanmak işi veya biçimi. ilaçlanma * İlâçlanmak işi. ilâçlanmak * İlâçlamak işi yapılmak veya ilâçlamak işine konu olmak. ilâçlı * İçinde ilâç bulunan.
* İlâçlanmış.ilâçlık * İlâç, yapmak için ayrılmış, ilâç yapmaya yarar. ilâçsız * İlâcı olmayan.
* İlâçlanmamış.ilâçsızlık * İlâçsız olma durumu. ilâh * Tanrı.
* Bir alanda yaratıcılığı ile hayranlık uyandıran, çok beğenilen, çok tutulan.ilâh gibi * çok yakışıklı(erkek). ilâhe * Tanrıça. ilâhi * “Bu ne hâl”, “ne tuhaf” gibi şaşma, sitem bildirir. ilâhî * Tanrı’ya özgü, tanrısal.
* Çok güzel, mükemmel.
* Tanrı’yıövmek, ona dua etmek için yazılıp makamla okunan nazım.ilâhiyat * Allah’ın varlığıve nitelikleriyle ilgili konularıele alan felsefenin bir kolu, Tanrı bilimi, teoloji. ilâhiyatçı * Tanrı bilimci, teolog. ilâhlaşma * İlâhlaşmak işi. ilâhlaşmak * Yücelmek; çok beğenilmek, hayranlık uyandıran bir duruma gelmek. ilâhlaştırma * İlâhlaştırmak durumu veya biçimi. ilâhlaştırmak * İlâh durumuna veya biçimine getirmek. ilâm * Bildirme, anlatma.
* Bir davanın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî belge.ilâm almak * mahkeme kararını bildiren belgeyi almak. ilâm etmek * bildirmek. ilâmaşallah * Sonu gelmeyecek bir zamana kadar.
* Sitem veya alay yollu “maşallah” yerine kullanılır. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 12
iğne * Dikişdikmeye yarayan, ince, ucu sivri, bir ucunda iplik geçecek deliği bulunan çelik araç.
* İki şeyi birbirine tutturmaya yarar ince, uzun, ucu sivri, metal araç.
* Toplu iğnenin süs olarak kullanılan türü.
* Altındaki iğne ile tutturulan süs eşyası.
* Bazıaraçların ucu sivri parçaları.
* Kaslar veya damar yoluyla vücuda sıvı bir ilâcıvermek için kullanılan araç, enjektör, şırınga.
* Zerk yolu ile vücuda verilen ilâç.
* Vücuda bu yolla ilâç verme işi.
* Dokunaklısöz.
* Bazı böceklerde bulunan savunma organı.
* Oltanın ucundaki küçük çengel.
* Bitkilerde yumurtacıkla tepecik arasındaki sapçık.iğne ardı * İğneyi, çıkışnoktasının gerisinden saplayıp daha ileriden çıkararak yapılan aralıksız dikişveya nakıştürü. iğne atsan yere düşmez * çok kalabalık. iğne deliği * İğnenin arkasında iplik geçirilen delik. iğne deliği gibi * küçücük. iğne deliğinden Hindistan’ıseyretmek * küçük bir olaydan büyük anlamlar çıkarmak. iğne deliğine girmek * kimsenin bulamayacağı bir biçimde gizlenmek, saklanmak. iğne ile kuyu kazmak * yetersiz araçlarla, sürekli ve sabırlıçalışmalarla çok güç olan veya çok ağır yürüyen bir işi başarmaya
çalışmak.iğne ipliğe dönmek * çok zayıflamak. iğne oyası * İğneyle değişik biçimli veya düğümlü ilmekler oluşturularak ve bunlar birleştirilerek yapılan oya. iğne üstünde oturmak * Bkz. diken üstünde oturmak. iğne yapmak (veya vurmak) * iğne ile vücuda sıvı bir ilâç vermek. iğne yaprak * Çam türlerinde görülen, ince uzun, sivri uçlu yaprak. iğne yapraklılar * Kozalaklılar. iğne yastığı * İğnelik. iğne yurdu * İğne gözü, iğne deliği. iğne yutmuşite (veya maymuna dönmek) * zayıf ve bitkin duruma gelmek. iğneci * İğne yapan kimse. iğnecik * Bazı omurgasız hayvanlarda rastlanan silis veya kalkerden oluşmuş, iğne biçiminde küçük çıkıntı.
* Deniz teknelerinde dümen menteşesi.iğnecilik * İğnecinin yaptığı iş. iğneden ipliğe kadar * ne kadar eşya varsa, her şey. iğnedenlik * İğnelik. iğneleme * İğnelemek işi. iğnelemek * İğne ile tutturmak.
* Üstü kapalı olarak onur kırıcı, üzüntü verici söz söylemek.iğnelenme * İğnelenmek işi. iğnelenmek * İğnelemek işi yapılmak, veya iğnelemek işine konu olmak.
* İğne batar gibi acıduyulmak.iğneleyici * Kırıcı, dokunaklı(söz veya davranış).
* Kırıcı bir biçimde.iğneleyiş * İğnelemek işi veya biçimi. iğneli * İğnesi olan.
* İğne ile tutturulmuş, iğnelenmiş.
* Kırıcı, gücendirici; dokunaklı, onur kırıcı, kinayeli.iğneli fıçı * Çok sıkıntıve üzüntü veren durum veya şey. iğneli söz * Dokunaklı, kırıcısöz. iğnelik * Üzerine iğne saplanan küçük yastık, iğnedenlik, iğne yastığı. iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batırmak * hoşlanılmayan bir davranışı başkalarından önce kendinde denemek. iğrenç * İğrenme duygusu uyandıran, tiksindiren, müstekreh. iğrençlik * İğrenç olma durumu. iğrendirme * İğrendirmek işi. iğrendirmek * İğrenmesine yol açmak. iğrengen * Her şeyden iğrenme huyu olan. iğrengenlik * İğrengen olma durumu. iğrenilme * İğrenilmek işi veya durumu. iğrenilmek * İğrenmek işi yapılmak. iğreniş * İğrenmek işi veya biçimi. iğrenme * İğrenmek işi. iğrenmek * Bir şeyi tiksindirici bulmak, istikrah etmek.
* Aşağılık, bayağı bulmak, tiksinmek.iğrenti * İğrenme. iğreti * Bkz. eğreti. iğretileme * Bkz. eğretileme. iğretilik * Bkz. eğretilik. iğri * Bkz. eğri. iğrilik * Bkz. eğrilik. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 13
iğrilmek * Bkz. eğrilmek. iğritmek * Bkz. eğritmek. iğtinam * Ganimet yoluyla alma, yağma. ihale * Bir işi veya bir malı birçok istekli arasından en uygun şartlarla kabul edene bırakma, eksiltme veya artırma. ihale etmek * bir işi en uygun görülene bırakmak. ihaleye çıkarılmak * eksiltmeye (veya artırmaya) çıkarılmak. iham * Kuruntuya düşürme.
* İki anlamı olan bir sözün akla en az gelen anlamının amaçlanarak kullanılmasıve anlamı güçlendirmesi
sanatı.ihanet * Hıyanet, hainlik.
* Sevgide aldatma, sadakatsizlik.
* Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme.ihanet etmek * hainlik, kötülük etmek.
* (karı, koca için) aldatmak.ihanete uğramak * aldatılmak, sadakatsizlik görmek. ihata * Kuşatma, sarma, çevirme, çevreleme.
* Kavrayış, anlayış.ihata etmek * çevirmek, çevrelemek, kuşatmak, sarmak.
* kavramak, anlamak.ihatalı * Alanı geniş.
* Kavrayışlı, anlayışlı.ihbar * Bildirme, bildirim, haber verme.
* Suçlu saydığı birini veya suç saydığı bir olayıyetkili makama gizlice bildirme, ele verme.ihbar etmek * bildirmek, haber vermek.
* bir suçu veya suçluyu yetkili makama gizlice bildirmek.ihbar tazminatı * Bildirim ödencesi. ihbarcı * Haber veren, bildiren kimse.
* Muhbir.ihbarcılık * Muhbirlik. ihbariye * Haber verme kâğıdı, bildirim, ihbarname.
* Haber verme ücreti.ihbarlama * İhbarlamak işi. ihbarlamak * İhbar etmek. ihbarlı * Önceden bildirilmiş, haber verilmiş. ihbarname * Haber verme kâğıdı, bildirim, ihbariye. ihdas * Ortaya çıkarma, meydana getirme.
* Kurma.ihdas etmek * ortaya çıkarmak, meydana getirmek.
* kurmak.ihlâl * Bozma, zarar verme. ihlâl etmek * bozmak, zarara uğratmak. ihlâs * Temiz sevgi ve yürekten bağlılık.
* Saf ibadet.ihlâslı * İhlâsıyerinde ve sağlam olan (kimse). ihmal * Gereken ilgiyi göstermeme, boşlama, savsaklama, savsama, önem vermeme. ihmal edilmek * unutulmak, yok sayılmak, kaldırılmak. ihmal etmek * savsamak, savsaklamak, boşlamak, önem vermemek. ihmalci * Savsak, ihmalkâr. ihmalcilik * İhmalci olma durumu. ihmalkâr * Savsak, ihmalci. ihmalkârlık * Savsaklama. ihnaklama * Sıkıştırma. ihracat * Bir ülkenin ürettiği malları başka bir ülkeye veya ülkelere satması, dışsatım. ihracatçı * İhracat işleriyle uğraşan, dışsatımcılık. ihracatçılık * İhracat işleriyle uğraşma, dışsatımcılık. ihraç * Çıkarma, dışarıya atma.
* Üretim fazlasınıyurt dışına satma.ihraç edilmek * ilişkisi kesilmek, çıkarılmak. ihraç etmek * çıkarmak, dışarıatmak.
* üretim fazlasımalıyurt dışına satmak.ihram * Eskiden Yunanlıların, Romalıların, günümüzde de Berberîlerin büründükleri geniş, beyaz, yünlü çarşaftan
giysi.
* Kâbe’ye girerken hacıların örtündükleri dikişsiz bürgü.
* Yün yaygı.ihrama girmek * hac görevini yerine getirmek üzere ihram giymek. ihramdan çıkmak * hac görevini tamamladıktan sonra giyilen ihramıçıkarmak. ihraz * Kazanma, elde etme, erişme. ihraz etmek (veya eylemek) * kazanmak, elde etmek, erişmek. ihsan * İyilik etme, iyi davranma.
* Bağışlama, bağışta bulunma.
* Bağışlanan şey, kayra, lütuf, inayet, atıfet.
* Karşılık beklemeden yapılan yardım, iyilik.ihsan etmek (veya buyurmak) * bağışta bulunmak, bağışlamak. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 14
ihsanıhümayun * Padişah tarafından yeteneği veya başarısıdolayısıyla birine verilen görev, rütbe veya ödül. ihsas * Üstü kapalıanlatma, sezdirme, ima.
* Duyum.ihsas etmek * sezdirmek, ima etmek. ihtar * Uyarma, dikkat çekme, uyarı.
* Bir şeyi birine hatırlatma.ihtar etmek * hatırlatmak, uyarmak, dikkatini çekmek. ihtarname * Resmî ihtar yazısı, protesto. ihtida * Başka bir dinden çıkıp Müslüman olma. ihtifal * Anma töreni. ihtikâr * Vurgunculuk, vurgun, spekülâsyon. ihtilâç * Çırpınma. ihtilâç etmek * çırpınmak. ihtilâf * Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık. ihtilâfa düşmek * anlaşamamak, bozuşmak, uyuşamamak. ihtilâl * Bir devletin siyasî, sosyal ve iktisadî yapısınıveya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla hukuk kurallarına
ve kanunlara uymaksızın cebir ve kuvvet kullanarak yapılan genişhalk hareketi, devrim.
* Kargaşalık, düzensizlik, karışıklık.
* Köklü değişim.ihtilâlci * İhtilâl yanlısıve ihtilâl yapan kimse, devrimci. ihtilâlcilik * İhtilâlci olma durumu, devrimcilik. ihtilâm * Düşazması. ihtilâs * Aşırma, özellikle para aşırma, aşırtı. ihtilât * (hastalık, başka bir hastalıkla) Karışma.
* Karşılaşıp görüşme.ihtilât etmek (veya yapmak) * hastalık başka bir hastalığa dönmek. ihtimal * Bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, olasılık.
* Belki, ola ki.ihtimal ki * olabilir ki, belki. ihtimal vermemek * bir şeyin gerçekleşeceğini, olabileceğini hiç düşünmemek. ihtimalî * Olabilen, olasılı, belkili.
* Belkili.ihtimaliyet hesabı * Bkz. ihtimaller hesabı. ihtimaller hesabı * Olasılıklar hesabı. ihtimam * Özen, özenme, dikkatli davranma, itina.
* İyi, özenli bakım.ihtimam etmek (veya göstermek) * özen göstermek, dikkatle davranmak. ihtira * Yeni bir şey bulma, türetme. ihtira beratı * Bilinen araç, gereçlerle ve yaratıcı güçle yeni bir şey bulana, bulduğu şeyden bir süre yalnız kendisinin
yararlanması için devletçe verilen belge.ihtiram * Saygı. ihtiram birliği * Devlet büyüklerini, yüksek makamlardaki kumandanlarıkarşılamak ve uğurlamakla görevli birlik, tören
birliği.ihtiram duruşu * Saygıduruşu. ihtiram kıt’ası * İhtiram birliği. ihtiras * Aşırı, güçlü istek.
* Tutku.ihtiraslı * Aşırı istekli.
* Tutkulu.ihtiraz * Çekinme, sakınma. ihtisap * Belediye memurunun işi ve dairesi. ihtisar * Sözü kısa kesme, kısaltma.
* Bir metinden gereksiz ayrıntılarıçıkarma.ihtisas * Duygu.
* Duygulanma.ihtisas * Uzmanlık, uzmanlaşma. ihtisas yapmak * belli bir konuda özel eğitim görmek, uzmanlaşmak, ihtisaslaşmak. ihtisaslaşma * İhtisaslaşmak işi. ihtisaslaşmak * Herhangi bir konuda uzmanlaşmak. ihtişam * Büyüklük, göz alıcılık, gösterişlilik, görkem. ihtişamlı * İhtişamı olan. ihtiva * İçine alma, içinde bulundurma, içerme. ihtiva etmek * içine almak, içinde bulundurmak, içermek, kapsamak. ihtiyaca cevap vermek * ihtiyacınıkarşılamak. ihtiyacı olmak * gereksemek, gereksinmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 15
ihtiyaç * Gerekseme, gereksinme.
* Güçlü istek.
* İhtiyaç duyulan şey.
* Yoksulluk, yokluk.ihtiyaç duymak * bir şeyi kendisi için gerek saymak. ihtiyar * Yaşlı, kocamışolan (kimse).
* Baba veya anne.ihtiyar * Seçme. ihtiyar etmek * yaşlandırmak, kocaltmak. ihtiyar etmek * seçmek, üstün tutmak.
* katlanmak.ihtiyar heyeti * Köy tüzel kişiliğinde, muhtar başkanlığında görev yapan kişilerden oluşan yetkili organ. ihtiyar meclisi * Bkz. ihtiyar heyeti. ihtiyar olmak * yaşlanmak. ihtiyarcık * Yaşlılara karşıacıma ifadesi olarak kullanılır.
* Zavallı, yaşlı(kimse).ihtiyarî * İsteğe bağlı, seçmeli olan, seçimlik. ihtiyarlama * İhtiyarlamak işi, yaşlanma. ihtiyarlamak * Yaşı ilerlemek, yaşlanmak, kocamak.
* İhtiyar görünüşü almak, ihtiyar görünmek.ihtiyarlatma * İhtiyarlatmak işi. ihtiyarlatmak * İhtiyar olma durumuna gelmesine sebep olmak. ihtiyarlayış * İhtiyarlamak işi veya biçimi. ihtiyarlık * İhtiyar olma durumu, yaşlılık.
* Her bakımdan güçsüzlük, yetersizlik, zayıflık.ihtiyarlık sigortası * Bkz. yaşlılık sigortası. ihtiyarsız * Seçmesiz, irade dışı.
* Düşünmeksizin, elde olmadan.ihtiyat * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma.
* Gereğinden fazla olup saklanan, yedek.
* Savaşsırasında harekâtın gelişmesine etkide bulunmak için her an savaşa girebilecek biçimde hazır
bulundurulan birliklere verilen ad.ihtiyat akçesi * Yedek akçe. ihtiyat kaydı ile * doğruluğu şüpheli görülerek. ihtiyaten * Her duruma, her ihtimale karşı, ilerisini düşünerek. ihtiyatî * İlerisi düşünülerek yapılan. ihtiyatî tedbir * İlerisi düşünülerek alınan önlem(ler).
* Yargılama öncesi yasal organlarca alınan önlem(ler).ihtiyatkâr * Sakıngan, ihtiyatlı. ihtiyatkârlık * İhtiyatlı olma durumu. ihtiyatlı * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranan, önlem alan, sakıngan, ihtiyatkâr. ihtiyatlı bulunmak * beklenmedik sonuçlara karşıhazırlıklı olmak. ihtiyatlıdavranmak * uyanık olmak, düşünerek davranmak. ihtiyatlı olmak * herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranmak. ihtiyatsız * İhtiyatlıdavranmayan. ihtiyatsızlık * İhtiyatsız olma durumu. ihtiyatsızlık etmek * önlem almadan davranmak. ihtizaz * Titreşme, titreşim. ihvan * Yakın dostlar, arkadaşlar.
* Aynı okul veya tarikattan olan kimseler.ihya * (yeniden) Canlandırma, diriltme.
* Çok iyi duruma getirme, geliştirme, güçlendirme.
* Yeni bir güç, umut, erinç verme.ihya etmek * canlandırmak.
* mutluluğa kavuşturmak.
* mamur bir duruma getirmek.ihya olmak * mutluluğa kavuşmak; daha iyi bir duruma gelmek.
* mamur bir duruma getirilmek.ihzar * Hazırlama, hazır etme. ihzarî * Hazırlık niteliğinde olan, hazırlayıcı. -ik * Bkz. -ık/ -ik. ika * Yapma, etme. ika etmek * yapmak, işlemek. ikame * Yerine koyma, yerine kullanma.
* Ayağa kaldırma, ayakta durdurma.
* (dava için) Açma.
* Yerine konulan, yerine geçen (şey).ikame etmek * yerine koymak.
* ayakta durdurmak.
* dava açmak.ikame mallar * Birbirlerinin yerine geçen, konulabilen mallar. ikamet * Bir yerde oturma eğleşme. ikamet etmek * bir yerde oturmak, eğleşmek. ikamete memur edilmek * sürgün cezasıverilmek. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 16
ikametgâh * İkamet edilen, oturulan yer, konut. ikametgâh ilmühaberi * Konut belgesi. ikametgâh kâğıdı * Bkz. ikametgâh ilmühaberi, konut belgesi. ikaz * Uyarma, uyarı, dikkat çekme, ihtar, tembih.
* Uyandırma.ikaz etmek * uyarmak, dikkat çekmek. ikbal * Baht açıklığıveya yüksek bir makama, duruma erişmişolma durumu.
* İstek, arzu.
* Padişaha veya şehzadeye eşolmaya aday, gözde cariye.ikbal düşkünlüğü * Önce iyi bir yaşantısıvarken gözden düşerek yoksul olma durumu. ikbal düşkünü * Önce iyi bir yaşantısıvarken gözden düşerek yoksulluğa mecbur kalan kimse. ikbali sönmek * daha önce iyi olan durum veya işi bozulmak. ikdam * Gayretle çalışma, sürekli uğraşma. ikebana * Belli kurallara göre yapılan çiçek düzenlemesi. iken * Esnasında, …-dığı/ -diği hâlde, …-dığı/ -diği zaman. iki * Birden sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 2, II.
* Birden bir artık.iki ahbap çavuş * her yerde hep birlikte görülen, birbirinden ayrılmayan iki arkadaşiçin şaka yollu söylenir. iki anlamlı * İki anlama gelen veya iki şekilde yorumlanabilen.
* Bkz. ikircil.iki anlamlılık * İki anlama gelme veya yorumlanabilme durumu.
* İkircil.iki arada bir derede (kalmak) * sıkışık, zor şartlar altında (kalmak). iki arada kalmak * birbirine karşıt iki kişi arasında ne yapacağını bilemeyerek şaşırmak. iki ateşarasında (kalmak) * zor bir durumda karar verememek. iki ayağını bir pabuca sokmak * birini bir işi hemen yapması için çok sıkıştırmak. iki ayaklı * İki ayağı olan (hayvan veya eşya). iki ayaklılık * İki ayaklı olma özelliği veya durumu. iki başlı * İki başlı olan. iki başlılık * İki başlı olma durumu.
* Yönetimde birden fazla yetkiye sahip olma.
* Yönetimde birden çok kişinin müdahalesi sonunda işlerin sarpa sarması.iki baştan olmak * bir şey, her iki tarafın aynışeyi istemesiyle, iyi niyetiyle gerçekleştirilebilmek. iki bir * Oyunda, zarlardan birinin bir, öbürünün iki benekli olan yüzünün üste gelmesi. iki buçukluk * Çeyrek lira değerinde para.
* Maçlarda oyun sahasının dışına çıkan topları getiren kimse, top toplayıcı.iki büklüm * Beli bükük, öne doğru eğik. iki büklüm olmak * (yorgunluk, hastalık, yaşlılık gibi sebeplerle) beli bükülmek, öne doğru eğilmek.
* (riyakârlık, dalkavukluk, gerçek olmayan saygı gibi sebeplerle) iki kat olup öne eğilmek.iki cambaz bir ipte oynamaz * kurnazlıkta eşit olan iki kimse birbirlerini aldatamaz. iki cami arasında kalmış beynamaz (veya bînamaz) * iki yoldan hangisini tutacağınışaşırmışkimseler için kullanılır. iki canlı * Gebe, yüklü, hamile. iki canlılık * İki canlı olma durumu. iki cihan * Dünya ve ahret, İslâm inancına göre bu dünya ve ebedî olan öteki dünya. iki cihanda * Bu dünyada ve öteki dünyada. iki cinslikli * Bkz. iki eşeyli. iki çenekliler * (Jessieu’nün bitki sınıflamasına göre) Tohumlarında iki çenek bulunan kapalıtohumlu bitkiler sınıfı. iki çenetli * Çatladığında kabuğu iki çenete ayrılan (meyve).
* İki parçalıkavkısı birbirine kaslarla bağlıyassısolungaçlılardan midye, istiridye gibi (hayvan).iki çenetliler * İki çenetli kabuklu yumuşakçalar sınıfı. iki çıplak bir hamama yakışır * iki yoksul kimsenin birbiriyle evlenmesinin uygun olmayacağınıanlatmak için kullanılır. iki çift lâf (lâkırdıveya söz) etmek * birkaç söz söylemek. iki çifte * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ikişer küreği olan tekne. iki dilli * İki ayrıdilde olan. iki dillilik * İki ayrıdile sahip olma veya iki ayrıdili okuyup yazma gücünde ve becerisinde olma.
* İki dilin bir arada konuşulduğu bölge veya ülke.iki dirhem bir çekirdek * çok güzel ve özenli giyinmiş. iki düzlemli * İki düzlemin kesişmesinden oluşan (açı). iki el bir başiçin * ancak kendi geçimini sağlayabilenler, başkalarına yardım edecek bir durumda değildir. iki eli (birinin) yakasında olmak * kıyamette ondan davacı olmak. iki eli böğründe kalmak * çaresiz kalıp ne yapacağını bilememek. iki eli kanda (veya kızıl kanda) olsa * elindeki işne kadar önemli olursa olsun. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 17
iki eli şakaklarında düşünmek * derin derin düşünmek. iki eli yanına gelmek * ölerek Tanrıkatına çıkacağı için yalan söylemek. iki eşeyli * Erkek ve dişi eşey organları bir arada bulunan, iki cinslikli. iki evcikli * Erkek ve dişi çiçekleri ayrıayrı bitkilerde bulunan (bitki). iki fazlı * Aralarında devrenin dörtte biri kadar faz farkı olan (aynıfrekans ve genlikte iki alternatif akım veya
gerilim).iki geçeli * Karşılıklı iki sıra olarak, iki yanlı. iki gönül bir olunca samanlık seyran olur * birbirini sevenler için zenginlik önemli değildir. iki gözü iki çeşme ağlamak * sürekli veya çok ağlamak. iki gözüm (iki gözümün nuru) * okşayıcı bir seslenişolarak kullanılır. iki hırtı, bir pırtı * aşırıyoksulluğu anlatır. iki kanatlılar * Çift kanatlılar. iki kaptan bir gemiyi batırır * bir iş, iki taraftan gelen buyruklarla yürütülemez. iki karpuzu bir koltuğa sığdırmak * aynıanda iki işi veya görevi yapmak. iki kat olmak * iki büklüm olmak. iki katlı * Üst üste iki katı olan. iki kere iki dört eder * gerçekliğinden şüphe edilmeyecek kadar açık. iki kulak bir dil için * çok dinleyip az söylemeli. iki lâfı bir araya getirememek * düşündüğünü doğru dürüst ifade edememek. iki lâkırdıetmek * iki çift lâf etmek. iki lâkırdıyı bir araya getirmek * Bkz. iki lâfı bir araya getirememek. iki nokta * Üst üste konmuşiki nokta biçimindeki noktalama işareti (:). iki paralık * Değersiz, önemsiz. iki paralık etmek * değerini, onurunu düşürmek. iki paralık etmek * değerini, onurunu düşürmek. iki paralık olmak * değerini, onurunu yitirmek. iki paralık olmak * değerini, onurunu yitirmek. iki parmaklı * İki parmağı olan (hayvan). iki rahmetten (veya iyilikten) biri * (çok acıçeken ağır hastalar için) iyileşme veya ölüm. iki satır lâf etmek (veya konuşmak) * dostça biraz söyleşmek. iki seksen uzanmak * bir çarpma, vurma sonucu boylu boyunca serilmek. iki söz bir pazar * uzun boylu pazarlık etmeden. iki sözü (veya lâkırdıyı) bir araya getirememek * düşündüğünü düzgün bir biçimde anlatamamak, iki lâfı bir araya getirememek. iki şekilli * Birbirinden farklı iki biçimde billûrlaşan. iki şıktan biri * iki seçenekten, iki çözüm yolundan biri. iki tek * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ayrıayrı oturaklarda ve sadece birer küreği olan tekne. iki tek atmak * iki kadeh içki içmek. iki telli * İki teli olan bir çeşit saz. iki terimli * Toplama (+) veya çıkarma (-) işaretiyle birbirine bağlanan iki terimden oluşan cebirsel anlatım. iki terimli * Bkz. iki terimli. iki ucu boklu değnek * ne yönden bakılırsa bakılsın çözülmesi çok güç işveya durum. iki ucunu bir araya getirememek * gelirle gideri denkleştirememek, işleri düzene koyamamak. iki yakası bir araya gelmemek * geçim sıkıntısından bir türlü kurtulamamak, borçtan kurtulamamak. iki yakasını bir araya getirmek * maddî sıkıntıdan kurtulup rahata ermek. iki yaşayışlı * Hem suyun içinde, hem karada yaşayabilen, amfibi. iki yüzlü * İki tarafı olan veya iki taraflıkullanılan. ikici * İkicilik felsefesini kabul eden, düalist. ikicilik * Birbirinden ayrı, birbirinden bağımsız, birbirine geri götürülemeyen, birbirinin yanında veya karşısında
bulunan iki ilkenin varlığınıkabul eden görüş, düalizm.ikide bir (veya ikide birde) * ara sıra, sık sık. ikilem * İki önermesi bulunan ve her iki önermenin vargısı olan tasım, kıyasımukassim, dilemma: Fatih’in, babası
II. Murat’a yolladığı bir haber güzel bir ikilem örneğidir.
* İnsanı istenmeyen seçeneklerden birini, çoğunlukla iki seçenekten birini izlemeye zorlayan tartışma, sorun
veya usa vurma durumu.ikileme * İkilemek işi.
* Anlamı güçlendirmek için aynıkelimenin tekrarlanması, anlamları birbirine yakın, karşıt olan veya sesleri
birbirini andıran kelimelerin yan yana kullanılması: Yavaşyavaş, irili ufaklı, aşağıyukarı gibi.