Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 46

    istavroz * Haç.
    * Sıhhî tesisatta kullanılan dört girişli bağlantı borusu.
    istavroz çıkarmak * Bkz. haç çıkarmak.
    istediği gibi at koşturmak (düz oynatmak) * keyfince, istediği gibi davranmak.
    istek * Bir şeye duyulan eğilim, arzu.
    * Yerine getirilmesi (başkasından) istenilen şey, talep.
    * İstek ve niyet kavramıveren isteme kipi.Türkçede bu kip fiil kök veya gövdesine -a/-e eki getirilerek
    kurulur.
    * Belirli bir ihtiyacıkarşılayacağıdüşünülen nesne veya duruma karşıduyulan özlem, arzu.
    istek duymak * bir şeye karşıeğilim duymak, arzulamak.
    istek uyandırmak * İstemesine, arzu duymasına yol açmak.
    istek yutumu * Kökü ve gövdesi ünlü ile biten isteme kiplerinde, aynıünlüden birinin düşmesi.
    isteka * Bilârdo oyununda kullanılan değnek.
    * Bkz. İstika.
    * Basım evlerinde kitap formalarınıkırmak, katlamak için kullanılan tahta veya kemikten yapılmış araç.
    isteklendirici * İstek uyandıran, teşvikkâr.
    isteklendirme * İsteklendirmek işi, teşvik.
    isteklendirmek * Birinde, bir şey yapma isteğini uyandırmak, özendirmek, teşvik etmek.
    istekleniş * İsteklenmek işi veya biçimi.
    isteklenme * İsteklenmek işi.
    isteklenmek * Bir şeye karşı istek duymak, heveslenmek.
    istekli * Bir şeye karşı isteği olan.
    isteksiz * Bir işi yapmaya isteği olmayan, gönülsüz.
    isteksizce * İstek göstermeden, isteksiz olarak.
    isteksizlik * İsteksiz olma durumu.
    istem * Bir kimseden bir şeyi yapmasınıveya yapmamasını isteme, talep, arzu.
    * İrade veya isteğin eylem durumunda belirmesi.
    isteme * İstemek işi.
    isteme kipleri * Dilek, istek, gereklik ve emir kavramlarıveren kipler.
    istemek * İstek duymak, arzulamak.
    * Bir şeyin kendisine verilmesini veya yapılmasınısöylemek, dilemek.
    * Görmek istediğini bildirmek.
    * Gerek olmak.
    * Evlenmek dileğinde bulunmak.
    istemeye istemeye * İstemeyerek, gönülsüzce.
    istemli * Yapılıp yapılmaması insanın kendi isteğine bağlı olan.
    * Bir istek üzerine veya isteyerek yapılan.
    istemseme * İradeyi etkileyebilecek güçte olmayan, gelip geçici isteme.
    istemsiz * İstenmeden yapılan.
    * İstemeyerek yapılan.
    istemsizlik * İstemsiz olma durumu.
    istenç * İrade, istek.
    * Davranışlarla ilgili tepilerden bir bölümünü tutup ötekileri eyleme dönüştürme gücü, irade.
    istenç dışı * İradesiz, irade dışı, gayriiradî.
    istenç yitimi * Bkz. irade yitimi.
    istenççi * İstenççilik yanlısı.
    istenççilik * Akla ve bilmeye değil de iradeye üstünlük tanıyan, ruhsal olayların ve bilgi sürecinin temelinde iradeyi
    gören bilim dışıöğreti, iradiye, volontarizm.
    istençli * İradeyle yapılan, iradî.
    * Herhangi bir dışzorunluluk söz konusu olmadan belirli bir durum karşısında girişilecek eylemi
    kararlaştıran ve uygulayabilen, iradeli.
    istençsiz * İradeyle yapılmayan, istenci olmayan, istenç dışı, irade dışı, iradesiz.
    * Yapılması istenmediği hâlde yapılan (davranış), irade dışı, gayriiradî.
    istençsizlik * İradesiz olma durumu, iradesizlik.
    istenilme * İstenilmek, istenmek işi.
    istenilmek * İstemek işi yapılmak.
    istenme * İstenmek işi.
    istenmek * İstenilmek.
    istenmeyen durum * Karşılaşılması beklenilmeyen durum, karışıklık, komplikasyon.
    istenmeyen kişi * İyi karşılanmayan kişi (Persona non grata).
    ister * Bir şeyin yapılabilmesinin veya olabilmesinin bağlı olduğu şey, gerek, icap, lüzum.
    * Cümledeki görevleri aynı olan kelimelerin ayrıayrıher birinin başına getirilerek herhangi birinin
    onanmasında sakınca olmadığınıanlatır.
    ister istemez * Zorunlu olarak, elinde olmadan.
    * Yarı gönüllü olarak, biraz mecbur olarak.
    ister misin? * ya olursa.
    isteri * Duyu bozuklukları, türlü ruh karışıklıkları, çırpınma, kasılmalar ve bazen inmelerle kendini gösteren bir
    sinir bozukluğu, histeri.
    isteri nöbeti * İsteri sıkıntısının yaşandığısüre.
    isterik * İsteriye tutulmuşolan, histerik.
    istetme * İstetmek işi.
    istetmek * İstemek işini başkasına yaptırmak.
    isteyeninin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara * birinden bir şey isteyen biraz utanır ama isteği yerine getirmeyen daha çok utanmalıdır.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 47

    isteyiş * İstemek işi veya biçimi.
    istiane * Yardım isteme.
    istiane etmek * yardım istemek.
    istiap * (içine) Alma, (içine) sığdırma.
    istiap etmek * içine almak, sığdırmak.
    istiap haddi * Deniz, kara ve hava taşıtlarının yük ve yolcu miktarlarını belirleyen sınır.
    istiare * Ödünç, borç veya eğreti alma, ödünçleme, metafor.
    * Bir şeyi anlatmak için ona benzetilen başka bir şeyin adınıeğreti olarak kullanma, eğretileme: “Bu adam
    hayatının sonbaharında” cümlesinde sonbahar kelimesi yaşlılığı anlatan bir istiaredir.
    istibat * Olmasınıuzak görme, imkân vermeme, uzaksama, ıraksama.
    istibat etmek * uzaksamak, ıraksamak.
    istibdat * Uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız monarşi, despotluk, despotizm.
    istical * İvedilik, acele etme, müstaceliyet.
    istical etmek * ivmek, acele etmek.
    isticar * Kira ile tutma, kiralama.
    isticar etmek * kiralamak.
    isticvap * Sorguya çekme, sorgu.
    istida * Dilekçe, arzuhal.
    istidaname * Resmî bir makama yazılan dilekçe yazısı.
    istidat * Yaradılıştan gelen veya sonradan edinilmişyetenek.
    * Yeteneği olan kimse.
    istidatlı * İstidadı olan.
    istidatsız * İstidadı olmayan.
    istidlâl * Bir konuda kanıtlara dayanarak sonuç çıkarma.
    * Çıkarım.
    istidlâl etmek * kanıtlara dayanarak bir sonuca varmak.
    istif * Üst üste eşya konularak yapılan düzgün yığın.
    * Kereste, tahta gibi ağaç ürünlerini kurutmak veya bekletmek amacı ile belirli düzenlerde üst üste dizerek
    yapılan yığın.
    * Stok.
    istif etmek * yıkılmayacak bir biçimde, düzgünce yerleştirmek.
    * stok etmek.
    istifa * Kendi isteğiyle görevden ayrılma.
    * İşten ayrılma isteğini bildiren dilekçe.
    istifa etmek * (işinden) çekilmek.
    istifade * Yararlanma, faydalanma.
    istifade etmek * yararlanmak.
    istifaname * Bir görevden kendi isteğiyle ayrıldığını belirten dilekçe.
    istifayı basmak * herhangi bir sebeple görevinden ani bir kararla çekilmek.
    istifçi * Malları, eşyayı istif eden görevli.
    * İstifçilik yapan, stokçu.
    istifçilik * İstif yapma işi.
    * İleride bulunmayacağıveya pahalılaşacağıdüşüncesiyle çok mal yığarak piyasada sıkıntıya yol açma,
    stokçuluk.
    istifham * (zihinde beliren) Soru.
    istifini bozmamak * aldırışetmeyip durum ve davranışınıhiç değiştirmemek.
    istifleme * İstiflemek işi.
    istiflemek * Düzgün bir biçimde üst üste yığmak.
    * Stok etmek.
    istifleniş * İstiflenmek işi veya biçimi.
    istiflenme * İstiflenmek işi.
    istiflenmek * İstiflemek işi yapılmak.
    istifleyiş * İstiflemek işi veya biçimi.
    istifrağ * Kusma.
    istifrağetmek * kusmak.
    istifsar * Bir şeyin açıklanmasını, aydınlığa kavuşmasını isteme, anlamaya çalışma, sorma.
    istifsarıhatır * Hâl hatır sorma.
    istiğfar * Tanrı’dan suçlarının bağışlanmasınıdileme; tövbe etme.
    istiğfar etmek * tövbe etmek.
    istiğna * Önerilen bir işe karşınazlanma, nazlıdavranma.
    * Doygunluk, gönül tokluğu.
    istiğrak * Dalma, içine gömülme, dalınç.
    istihale * Biçim değiştirme.
    * Başkalaşma.
    * Başkalaşım.
    istihale etmek * biçim değiştirmek.
    * başkalaşmak.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 48

    istihare * Bir inanışa göre, girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığınırüyadan anlamak için abdest alıp dua okuyarak
    uyuma.
    istihareye yatmak * girişilecek bir işin hayırlı olup olmadığınırüyadan anlamak için abdest alıp dua okuyarak uyumak.
    istihbar * Haber ve bilgi alma.
    istihbar etmek * haber almak, duymak, öğrenmek.
    istihbarat * Yeni öğrenilen bilgiler, haberler.
    * Bilgi toplama, haber alma.
    istihbarat dairesi * Haber alma dairesi.
    istihbarat servisi * Haber alma işlerini yürüten işyeri.
    istihdaf * Amaçlama, hedef alma.
    istihdaf etmek * amaçlamak.
    istihdam * Bir görevde, bir işte kullanma.
    istihdam etmek * bir işte, bir görevde kullanmak.
    istihfaf * Küçümseme, hor görme, hafifseme.
    istihfaf etmek * küçümsemek, hor görmek, hafifsemek.
    istihkak * Hakkı olma, hak kazanma.
    * Hizmet karşılığıkazanılan hak (para).
    istihkâm * Düşman saldırısınıdurdurmak, düşmana karşısavunma yapmak amacıyla düzenlenmişyer.
    * İstihkâm işleriyle uğraşma, istihkâmcılık.
    istihkâm sınıfı * Savaşan birliklerin saldırısınıkolaylaştıran, savunma gücünü artıran, yapı işleriyle uğraşan teknik askerî
    sınıf.
    istihkâmcılık * İstihkâm sınıfının yaptığı iş.
    istihkar * Hor görme, aşağılama.
    istihkar etmek * hor görmek, aşağılamak.
    istihlâk * Tüketim.
    istihlâk etmek * tüketmek.
    istihraç * (anlam, sonuç) Çıkarma, çıkarsama.
    istihraç etmek * sonuç çıkarmak.
    istihsal * Çıkarma, elde etme.
    * Üretim, üretme.
    istihsal etmek * elde etmek.
    * üretmek.
    istihza * Gizli veya ince alay.
    istihza etmek * alay etmek, alaya almak.
    istihzalı * İstihzası olan.
    istihzar * Hazırlama.
    * Hatırlama, anımsama.
    istika * Ayakkabıların altınıparlatmak için kunduracıların kullandığıkemik, isteka.
    istikamet * Doğrultu, yön.
    istikamet vermek * yön vermek, yöneltmek.
    istikbal * Karşıçıkma, karşılama.
    * Gelecek (zaman), ati.
    istikbal etmek * karşılamak.
    istiklâl * Bağımsızlık.
    istikra * Tüme varım.
    istikrah * Tiksinme, iğrenme.
    istikrah etmek * tiksinmek, iğrenmek.
    istikrar * Aynıkararda, biçimde sürme, kararlılık.
    * Yerleşme, oturma.
    * Denge.
    * Ödemeler dengesinde, istihdamda düzen.
    istikrar bulmak * karar kılmak.
    * yerleşmek.
    istikrarlı * İstikrarı olan, dengeli, kararlı.
    istikrarlılık * İstikrarlı olma durumu.
    istikrarsız * İstikrarı olmayan, dengesiz, kararsız.
    istikrarsızlık * İstikrarsız olma durumu, dengesizlik, kararsızlık.
    istikraz * Ödünç alma, borçlanma.
    istikraz etmek * ödünç para almak, borçlanmak.
    istikşaf * Araştırma.
    * Açınsama.
    istilâ * Bir ülkeyi silâh gücüyle ele geçirme.
    * Yayılma, kaplama, sarma, bürüme.
    istilâ etmek * bir ülkeyi silâh gücüyle ele geçirmek.
    * yayılmak, kaplamak, sarmak, bürümek.
    istilâcı * İstilâ eden (kimse, devlet).
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 41

    irdeleme * İrdelemek işi.
    irdelemek * Bir konunun incelenmesi ve eleştirilmesi gereken bütün yönlerini birer birer incelemek, araştırmak, tetkik
    ve tetebbu etmek, mütalâa etmek.
    irfan * Bilme, anlama, sezme, kültür.
    * Gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziş, varış, varışlılık.
    iri * Olağandan daha hacimli, olağanıaşan büyüklüğü olan.
    iri iri * büyük, çok iri.
    iri kıyım * İri kıyılmış.
    * İri yapılı, gövdeli.
    iri lâf * Abartılısöz.
    iri yarı * İri yapılı.
    iribaş * Kuyruksuz kurbağanın yumurtadan yeni çıkmışkurtçuğu.
    irice * İriye yakın, biraz iri (kimse veya şey).
    iridyum * Atom ağırlığı193,1 atom numarası77, yoğunluğu 22,4 olan ve plâtin filizlerinde bulunan değerli bir
    element. Kısaltmasıİr.
    irileşme * İrileşmek işi.
    * Bazı organların hastalık sonucunda olağan dışı büyümesi durumu.
    irileşmek * İri bir duruma gelmek.
    irili ufaklı * Büyük küçük karışık.
    irilik * İri olma durumu.
    irin * Organizmanın herhangi bir yerinde iltihaplanma sonunda ölmüşhücre artıklarından ve bozulmuşak
    yuvarlardan oluşan, mikroplu veya mikropsuz, genellikle sarımtırak renkte koyuca sıvı, cerahat.
    irinlenme * İrinlenmek işi, iltihaplanma, cerahatlenme.
    irinlenmek * İrin oluşmak, iltihaplanmak, cerahatlenmek.
    irinli * İrin toplamış, cerahatli.
    irinti * Elek ve kalbur üzerinde kalan iri taneler.
    * Hayvanların beğenmeyerek yemedikleri iri saman.
    iris * Saydam tabaka ile göz merceği arasında bulunan, ince, kasılabilen bir zardan oluşan, gözün renkli bölümü,
    süsen.
    iriş * Arış.
    irkiliş * İrkilmek işi veya biçimi.
    irkilme * İrkilmek işi.
    irkilmek * Ürkerek geri çekilir gibi olmak veya şaşırıp duraklamak.
    * (vücudun bir yeri) Dışarıdan gelen bir uyarıcının etkisiyle kanlanıp şişmek, taharrüşetmek.
    * (akan bir şey) Bir engel karşısında duraklayıp birikmek.
    irkiltici * İrkilmeye sebep olan.
    irkiltme * İrkiltmek işi veya durumu.
    irkiltmek * İrkilmesine sebep olmak.
    irkinti * Su birikintisi.
    * Ürperme, tiksinti.
    * Korku, çekinme.
    irkme * İrkmek işi veya durumu.
    irkmek * Birikmek.
    * Biriktirmek, toplamak.
    * Tiksinmek.
    İrlandalı * İrlanda halkından olan (kimse).
    irmik * Sert buğdaydan elde edilen, taneleri iri, glütence zengin un.
    irmik helvası * İrmik, çam fıstığı, yağve şeker karışımıyla hazırlanan bir tatlıtürü.
    ironi * Dolaylıve alaylıanlatım, mizah.
    irrasyonalizm * Hayatta ve bilgilerde akıl dışıögelere tek yanlı olarak ağırlık veren sevgi, duygu ve iç güdüleri, bilginin
    kaynağısayan görüş, akıl dışıcılık.
    irrasyonel * Akıl dışı, gayriaklî, us dışı.
    irrealist * Gerçek dışı.
    irredantizm * Dil, gelenek, görenek ve çeşitli kültür değerleri bakımından bir birlik gösterdiği hâlde ana yurt dışında
    kalmışhalkın yaşadığıtopraklarıana yurt sınırları içine almak düşüncesi.
    irs * Kalıtım, soya çekim.
    irsal * Gönderme, yollama.
    irsalât * Gönderilen şeyler, gönderiler.
    irsaliye * Bir yere gönderilen eşyanın listesi, gönderme belgesi.
    irsen * Kalıtım yoluyla.
    irsî * Kalıtımla geçen, soydan kalma, soydan geçme, kalıtsal.
    irsiyet * Soya çekim, kalıtım, veraset.
    irşat * Doğru yolu gösterme, uyarma.
    irşat etmek * doğru yolu göstermek, uyarmak.
    irtibat * Bağlantı, bağlı olma.
    irtibat kurmak * bağlantı sağlamak.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 42

    irtica * Gericilik.
    irticaî * Gericilikle ilgili gerici (davranış, tutum).
    irtical * Bir manzumeyi veya sözü birdenbire düşünmeden, içine doğduğu gibi söyleme, doğaç.
    irticalen * İçine doğduğu gibi söyleyerek, doğaçtan.
    irtifa * Yükseklik.
    * Yükselti.
    irtifak * Dayanma.
    irtifak hakkı * Başkasının arsa, yol, bahçe gibi taşınmaz bir malından belirli bir yolda yararlanma hakkı.
    irtihal * (öbür dünyaya) Göçme, ölme.
    irtihal etmek * ölmek.
    irtikâp * (kötü iş) Yapma, kötülük etme.
    * Yiyicilik, rüşvet alma.
    * Yalan söyleme, hile yapma.
    irtisam * Resmi çıkma, resmi çizilme.
    * İz düşümü.
    irtişa * Rüşvet alma, rüşvet yeme.
    is * Dumanın değdiği yerde bıraktığıkara leke.
    * Sürme.
    isabet * (bir yöne doğru atılan şey için) Hedefe varma, hedefi vurma.
    * (piyango vb.) Şans oyunlarında, kazanma, çıkma, vurma.
    * (öneri, düşünce, söz için) Yerinde olma, yanılmazlık.
    * Güzel rastlantı.
    * “Çok güzel”, “iyi oldu!” gibi anlamlarda kullanılır.
    isabet almak * vurulmak, yaralanmak.
    isabet etmek * nişan alınan yere değmek, rastlamak.
    * çıkmak.
    * yerinde işgörmüşolmak.
    isabet oldu * yerinde, tam isteğe uygun.
    isabetli * Yerine düşmüş, yerinde, uygun.
    isabetsiz * Yerinde olmayan, uygun olmayan, yersiz.
    isaf * (bir dileği, isteği) Yerine getirme.
    isal * Ulaştırma.
    isale * Akıtma.
    is’at * Kutlama.
    is’at etmek * kutlamak.
    İsa’yıküstürdü, Muhammed’i memnun edemedi * iyilik edeyim derken kimseyi memnun edemedi.
    ise
    ise tutmak * dumana tutup karartmak.
    İsevî * Hz. İsa’ nın yaydığıdinden olan, Hristiyan.
    İsevîlik * Hristiyanlık.
    isfendan * Akçaağaç.
    * Akçaağaçtan yapılmışolan.
    isfenks * Bkz. Sfenks.
    ishak kuşu * Bataklık baykuşu.
    ishal * Sürgün, iç sürme, ötürük, amel.
    ishal olmak * amel olmak, sürgün olmak.
    ishalli * İshali olan.
    isilik * Terlemekten veya sıcaktan vücutta meydana gelen küçük pembe kabartılar, ısırgın.
    isim * Ad.
    * Kişi, insan.
    * Canlıve cansız varlıkları, duygu ve düşünceleri, çeşitli durumları bildiren kelime.
    isim cümlesi * Yüklemi isim soyundan olan veya ek fiile kurulan cümle.
    isim çekimi * İsimlere iyelik eklerinin getirilmesi.
    isim durumu * İsim hâli.
    isim gövdesi * İsim ve fiil köklerinden yapım ekleriyle türetilen ve isim olarak kullanılan gövde.
    isim hakkı * Bir ticarethanenin veya malın adınıkullanma karşılığında talep edilen hak, patent hakkı.
    isim hâli * Başka bir kelime ile ilgi kurmak için, ismin yalın olarak veya ek olarak girdiği durum.
    isim koymak * ad koymak, tesmiye etmek.
    isim kökü * Bir ismin eklerine bölünemeyen anlamlıen küçük parça.
    isim tabanı * İsim kök ve gövdelerinin çekim eki almamışhâli.
    isim tamlaması * İki veya daha çok isim soyundan kelime ile kurulmuşolan tamlama.
    isim vermek * ad vermek.
    isim yapmak * bir alanda ün kazanmak, ün almak.
    isimcilik * Adcılık.
    isimden türeme fiil * İsim kökünden fiil yapım ekiyle yapılmışfiil gövdesi.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 43

    isimden türeme isim * İsim kökünden yapım ekleriyle türetilen isim gövdesi: Ev-cil, göz-cü-lük vb.
    isimlendirme * İsimlendirmek işi.
    isimlendirmek * Adlandırmak, ad koymak.
    isimli * Adı olan, ad almış.
    isimlik * İsmin yazıldığıplâketin konulduğu yer.
    isimsiz * Adı olmayan, ad almamış.
    * Yaptığı iş bilinmesine karşılık kendi bilinmeyen, adsız.
    iskalârya * Çarmıhların halat basamakları.
    iskambil * Bir yüzünde sayılar veya resimler bulunan, çeşitli oyunlar oynamaya yarayan kart, oyun kâğıdı.
    * Bu kartların 52 tanesinden oluşan deste.
    * Bu kart destesiyle oynanan oyun.
    iskambil kâğıdı * İskambil.
    iskambil kâğıdı gibi devrilmek * birer birer ve birbiri ardısıra devrilmek.
    iskân * Yurtlandırma, yerleştirme.
    * Yurtlanma, yerleşme.
    iskân etmek * (ev, yurt) kazandırmak, boş bir yere insan yerleştirmek.
    iskandil * Denizin derinliğini ölçme.
    * Bu işiçin kullanılan araç.
    * İşin iç yüzünü öğrenme, bilgi toplama, sorup soruşturma.
    iskandil etmek * deniz derinliğini ölçmek.
    * bir işin iç yüzünü araştırmak, bilgi toplamak.
    * gözetlemek, çevreyi kollamak.
    * sorup soruşturmak, araştırmak.
    İskandinav * Kuzey Avrupa yarım adalarının bütünü.
    * İskandinavyalı.
    İskandinav dilleri * Germen dillerinin kuzey kolundaki dillere verilen ad.
    İskandinavyalı * İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya’da oturan halk ve bu halkın soyundan olan (kimse).
    iskarpelâ * Tahta, metal veya taşı işlemeye yarayan çelik araç.
    iskarpin * Ökçeli, konçsuz ayakkabı.
    iskarto * Yapağıkırıntısı.
    iskele * Deniz taşıtlarının yanaştığı, çoğu tahta ve betondan yapılmış, denize doğru uzanan yer.
    * Kıyıya yanaşan deniz aracına doğru uzatılan eğreti küçük köprü veya gemiye çıkmayısağlayan merdiven.
    * Vapur uğrağı olan şehir veya kasaba.
    * İçerlerde bulunan bir yerin kendine en yakın olan deniz taşıtıuğrağıveya demir yolu durağı.
    * Yapıların dışında sıvama, boyama veya onarım için keresteden kat kat kurulan, çalışma sırasında üstüne
    çıkılan çatkı.
    * Geminin sol yanı.
    * Işıkların yerleştirilmesi, ışıkçıların dolaşabilmesi için stüdyolarda tavana yakın yerde duvarıçepeçevre saran
    çıkıntı.
    iskele almak * (gemi) merdivenleri kaldırılıp harekete hazırlanmak.
    * bir erkek, bir kadına sarkıntılık etmek.
    iskele babası * Yanaşan gemileri bağlamak için rıhtıma konmuşdökme demir veya betondan silindir.
    iskele kelepçesi * İnşaatın dışyüzeyine kurulan iskeleyi birbirine bağlamaya yarayan bağlantıparçaları.
    iskele kuşu * Yalıçapkını, emircik.
    iskelet * İnsan ve hayvan bedeninin kemik çatısı, teşrih.
    * Yumuşak bölümleri dökülmüş, ölü bir vücudun kemiklerinin bütünü.
    * Bir şeyi oluşturan temel çatı.
    * Çok zayıf.
    * Bir eserin genel plânı.
    * Kuru, çıplak.
    iskelet gibi * çok zayıf.
    iskelet mobilya * Esas taşıyıcıkısımlarımasif ağaç malzemeden yapılan ve oturma grubuna giren koltuk, kanepe, sandalye,
    kolçaklısandalye, sallanan koltuk vb. mobilya.
    iskeleti çıkmak * çok zayıflamak.
    iskemle * Arkalıksız sandalye.
    * Üstüne sigara tablası, çiçek vazosu gibi şeyler konulan küçük masa.
    * Sandalye.
    iskerlet * Dikenli salyangoz.
    iskete * Serçegillerden, gagalarıdişli, zararlı böcek ve kurtlarla beslenen, güzel sesli bir kuş(Parus ater).
    iski * Bkz. ski.
    İskitçe * İskitlerin dili.
    İskitler * MÖ. Vlll-Vll. yüzyıllarda Orta Asya’dan Güney Rusya’ya göç eden bir kavim.
    İskoç * İskoçya halkından olan kimse.
    * İskoçya yapısı, İskoçlara özgü olan.
    İskoçça * İskoç dili.
    İskoçyalı * İskoç halkından olan kimse,İskoç.
    iskolâstik * Bkz. skolâstik.
    iskonto * Bkz. ıskonto.
    iskorbüt * C vitamini eksikliğinden ileri gelen ve dermansızlık, zayıflık ve dişetlerinin iltihabı gibi belirtilerle kendini
    gösteren hastalık.
    iskorçina * Birleşikgillerden, lezzetli kökleri sebze olarak kullanılan, Akdeniz bölgesinde çok yetiştirilen bir bitki
    (Scorzonera).
    iskorpit * İskorpitgillerden, iri başlı, yüzgeçlerinde yakıcıdikenleri bulunan, eti beğenilen bir balık (Scorpaena scrofa).
    iskorpitgiller * Omurgalılardan, örnek hayvanı iskorpit olan, sırt yüzgeçleri zehirli bezlere bağlı güçlü dikenlerle donanmış,
    bütün denizlerde rastlanan balıklar sınıfı.
    iskota * Yelkenleri açmak ve tutmak için alt köşelerine bağlanan halat, zincir ve palangadan oluşan donanım.
    İslâm * İslâmiyet.
    * Hz. Muhammed’in yaydığıdinden olan (kimse), Müslüman.
    İslâm gizemciliği * Tasavvuf.
    İslâm hukuku * Din temeline dayanan hukuk, şeriat.
    İslâmcı * Müslümanlığın esaslarınısadece dinî hayatta değil, hukukî, iktisadî ve siyasî düzenlemelerde de geçerli
    kılmak isteyen kimse.
    İslâmcılık * İslâmcı olma durumu.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 44

    İslâmî * İslâm diniyle ilgili olan.
    İslâmiyet * Hz. Muhammed’in yaydığıdin, Müslümanlık.
    İslâmlaşma * İslâmlaşmak işi.
    İslâmlaşmak * Müslüman olmak.
    İslâmlaştırma * Müslüman olmasını sağlama.
    İslâmlaştırmak * Müslüman yapmak.
    İslâmlık * Müslümanlık.
    İslâv * Slav.
    İslâvca * Slavca.
    İslâvcılık * Slavcılık.
    İslâvist * Slavist.
    İslâvistik * Slavistik.
    İslâvlaştırmak * Slavlaştırmak.
    isleme * İslemek işi.
    islemek * İse tutup karartmak.
    islenme * İslenmek işi.
    islenmek * İsli duruma gelmek.
    isli * İsi olan, islenmiş, is bulaşmış.
    * İs verecek biçimde.
    isli küf * Toprakta ve gübreliklerde çürükçül yaşamakla birlikte kulak, burun, akciğer asalağı olarak da gelişebilen
    asklımantar (Aspergillus fumigatus).
    islim * Gücünden yararlanmak için elde edilen buhar, istim.
    islim arkadan gelsin * Bkz. istim arkadan gelsin.
    İsloven * Sloven.
    ismen * Adını belirterek, adınısöyleyerek, adınıvererek.
    ismet * Ahlâk kurallarına bağlıkalma durumu, sililik.
    * Dürüstlük, temizlik.
    ismetli * Ahlâk kurallarına bağlı, ismet sahibi.
    * Dürüst olan.
    ismetsiz * Ahlâk kurallarına aykırıdavranan.
    * Dürüst olmayan.
    ismi çıkmak * ünlü olmak.
    * kötü bir ün yapmak.
    ismi geçmek * adından söz edilmek, bahsedilmek, adı geçmek.
    ismi var cismi yok * sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığınıanlatır.
    * adı olmasına karşılık görevini, etkinliğini yerine getirmeyen.
    ismini cismini almak * adını, kimliğini belirleyip kaydetmek.
    ismini cismini bilmemek * hiç tanımamak.
    ismiyle cismiyle * Bkz. adıyla sanıyla.
    isnaden * Dayanarak.
    isnat * Bir düşünceyi, bir konuyu bir kişi veya sebebe dayandırma, yükleme, atfetme.
    * Karacılık, iftira.
    isnat etmek * dayandırmak.
    * kara çalmak; iftira etmek.
    isnat grubu * Sıfatların isimden sonra gelmesiyle oluşan ve genellikle deyim olarak kullanılan kelime grubu.
    ispalya * Herek.
    ispanya * Boyacılıkta kullanılan tebeşir tozu.
    İspanyol * İspanya halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse).
    * İspanyol halkına özgü olan.
    İspanyol dansı * İspanyollara özgü, hareketli bir tür dans.
    İspanyol müziği * İspanyollara özgü bir tür müzik.
    İspanyol nezlesi * Paçavra hastalığı.
    İspanyolca * Hint-Avrupa dillerinden, İspanya’da, Brezilya dışındaki Lâtin Amerika’da ve İspanyol uygarlığını
    benimsemişülkelerde kullanılan dil.
    ispanyolet * Pencere kanatlarınıkapadıktan sonra sürgülemeye yarayan ve ortasında her iki yana işleyen tutacak yeri
    bulunan uzun demir sürgü.
    ispanyolet kilit * Elbise dolabı, büro dolabıvb. eşyaların kapaklarına takılan, sürgü kolları ile kapağın altından ve üstünden
    kilitleme yapan gömme kilit çeşidi.
    ispari * İzmaritgillerden, kurşun renginde bir balık (Sargus annularis).
    ispat * Tanıt ve kanıt göstererek bir şeyin gerçek yönünü ortaya çıkarma, tanıtlama, tanıt.
    ispat etmek * kanıtlamak.
    * tanıtlamak.
    ispati * İskambil kâğıdında sinek.
    ispatlama * Kanıtlama.
    * Tanıtlama.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 45

    ispatlamak * Kanıtlamak.
    * Tanıtlamak.
    ispatlanış * İspatlanmak işi veya biçimi.
    ispatlanma * İspatlanmak işi.
    ispatlanmak * Tanıtlamak işi yapılmak, tanıtlanmak.
    ispatlayış * İspatlamak işi veya biçimi.
    ispatlı * Tanıtlanmış.
    ispatlışahitli * Gerçek yönü gösterilen, tanıtlıve kanıtlı.
    ispazmoz * Bkz. spazm.
    ispenç * Bodur bir cins horoz veya tavuk.
    * Tarımla uğraşan Hristiyan uyruktan alınan bir tür vergi.
    ispenç horozu * Ufak tefek olduğu hâlde kabadayılık taslayan.
    ispençiyari * Eczacılık.
    ispendek * Levrek balığının küçüğü.
    ispermeçet * Balinalardan ve özellikle ispermeçet balinasının başından çıkarılan, mum yapımıve kozmetik sanayiinde
    kullanılan beyaz bir madde.
    ispermeçet balinası * Balinalardan, büyüklüğü bakımından balinaya benzeyen, alt çenesindeki genişdişiyle ondan ayrılan deniz
    memelisi, kaşalot (Physeter catodon).
    ispinoz * İspinozgillerden, gagasıkısa ve koni biçiminde, sırt tüyleri yeşilimtırak mavi, boynu ve karnıkırmızırenkte,
    güzel sesli bir kuş(Fringilla coelebs).
    ispinozgiller * Kanarya, saka, serçe, ispinoz gibi ötücü kuşları içine alan göçmen kuşlar familyası.
    ispir * At veya araba uşağı.
    ispiralya * Gemi kamaralarınıaydınlatmak için güvertelerde açılan küçük yuvarlak camlıkaporta.
    ispirto * Etil alkol.
    * İçki.
    ispirto ocağı * İspirtoluk.
    ispirtocu * İspirto içen kimse.
    ispirtolu * İspirtosu olan.
    ispirtoluk * İspirto yakan küçük ocak, ispirto ocağı, kamineto.
    ispirtosuz * İspirtosu olmayan.
    ispit * Jant.
    ispiyon * Birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyip başkalarına bildirerek çıkar sağlayan (kimse).
    ispiyoncu * İspiyon.
    ispiyonculuk * İspiyonun yaptığı iş.
    ispiyonlama * İspiyonlamak işi.
    ispiyonlamak * Birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyerek yetkili kişilere bildirmek.
    ispritizma * Ruhun ölmediğine inanan, gereğinde ölülerin ruhlarıyla ilişki kurulabileceğini ileri süren inanış, ruh
    çağırma.
    ispritizmacı * İspritizma ile uğraşan kimse, ruh çağırımcı.
    ispritizmacılık * İspritizmacının işi.
    israf * Gereksiz yere para, zaman, emek vb.yi harcama, savurganlık, tutumsuzluk.
    israf etmek * gereksiz yere harcamak, savurganlık etmek, tutumsuzluk etmek.
    israfa kaçmak * gereksiz yere aşırıharcamalarda bulunmak.
    İsrafil * İslâm inanışına göre kıyamet gününü öttüreceği boru ile bildirecek olan melek.
    İsrailli * İsrail halkından olan (kimse).
    istadya * Uzakta bulunan iki noktanın arasınıölçmekte kullanılan araç.
    istalagmit * Bkz. stalagmit.
    istalaktit * Bkz. stalaktit.
    İstanbul efendisi * Genellikle İstanbul’da oturan kibar, saygılı, alçak gönüllü, olgun, çelebi ve yardımsever kimse.
    İstanbul kekiği * Trakya, Batıve Güney Anadolu’da yetişen sık tüylü, beyaz ve pembe çiçekli, kuvvetli kokulu, çok yıllık bir
    bitki (Origanum heradeoticum).
    istanbulin * Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar Türkiye’de kullanılan, yakasıkapalı bir tür erkek ceketi.
    istasyon * Tren durağı.
    * Araştırma kuruluşu.
    * Satış, bakım, aşı gibi işler yapılan kuruluşveya yer.
    istasyon yapmak * duraklamak, beklemek.
    istatistik * Bir sonuç çıkarmak için olgularıyöntemli bir biçimde toplayıp sayı olarak belirtme işi, sayımlama.
    * Bir dizi olayın veya sayı ile gösterilen olguların yöntemli öbekleştirilmesine dayanan ve ilkelerini olasılık
    kuramlarından alan, matematiğin uygulamalıdalı, sayım bilimi.
    istatistikçi * İstatik uzmanı, sayımlamacı, istatikle uğraşan (kimse).
    istavrit * Uskumrugillerden, pulsuz ve az kılçıklı bir balık (Trachurus trachurus).
    istavrit azmanı * Orkinos balığına yanlışolarak verilen ad.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 36

    insan biçimcilik * İnsanın niteliklerinin başka bir varlığa, özellikle Tanrı’ya aktarılması, antropomorfizm.
    insan bilimci * Antropolog.
    insan bilimi * Antropoloji.
    insan bilimsel * Antropolojik.
    insan coğrafyası * Beşerî coğrafya.
    insan eli değmemiş(veya dokunmamış) * bakımsız kalmışyer.
    insan eti yemek * birini çekiştirmek.
    insan evlâdı * İyi insan, iyi kimse.
    insan gibi * insanlara yaraşır biçimde.
    insan gönlünün artığınısöyler * insanlar şaka yaparken içlerinden geçeni yansıtırlar.
    insan hâli * Olabilir, hoşkarşılamak gerekir.
    insan içine çıkmak * toplum içine karışmak, başkalarıyla ilişki kurmak.
    insan konuşa konuşa, hayvan koklaşa koklaşa * insanlar konuşarak birbirlerini daha iyi anlarlar.
    insan kurusu * Çok zayıf.
    insan kuşmisali * uzakça bir yere gidildiğinde söylenir.
    insan müsveddesi * Bir insanda bulunması gerekli niteliklerden yoksun olan.
    insan sarrafı * Bkz. adam sarrafı.
    insanbaşlı * İnsan kafalı, androsefal.
    insanca * İnsana yakışır biçimde, insanî.
    * İnsan bakımından.
    insancı * İnsancıl.
    insancıl * İnsan seven.
    * İnsanla ilgili.
    * İnsana değer veren.
    * İnsancılık yanlısı olan, hümanist.
    insancılık * Eski Yunan ve Lâtin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Orta Çağın skolâstik düşünüşüne
    karşıXlV.yüzyılda doğan felsefe, bilim ve sanat görüşü, hümanizm, humanizma.
    * İnsanlık sevgisini, insan ululuğunu en yüce amaç ve olgunluk sayan öğreti, hümanizm, humanizma.
    insancıllaşma * İnsancıllaşmak işi.
    insancıllaşmak * İnsancıl duruma gelmek.
    insangiller * Fosil hâlinde yaşayan insanıkapsayan familya.
    insanımsılar * İnsana benzer yaratıklar, insansılar, antropoitler.
    insanın adıçıkacağına canıçıksın * haklıveya haksız yere adı bir defalık kötüye çıktımı, ondan sonra yaptıklarıhep o gözle değerlendirilir.
    insanî * İnsana, insanlığa yakışan, insanca.
    insaniçincilik * İnsanıevrenin merkezi sayan, bütün öbür yaratıkların insan için yaratılmışolduklarınısöyleyen dinî
    nitelikli öğreti, antroposantrizm.
    insaniyet * İnsanlık.
    insaniyet namına * insanlığa yakışır duygulara uyarak.
    insaniyetli * İnsanlığı olan, insan, mürüvvetli.
    insaniyetsiz * İnsanlığı olmayan, mürüvvetsiz.
    insaniyetsizlik * İnsaniyetsiz olma durumu.
    insanlaşma * İnsanlarımaymunlardan ayıran evrim süreçlerinin hepsi.
    insanlaşmak * İnsanca davranma özelliği kazanmak, insana yaraşır biçimde davranmak.
    insanlık * Bütün insanları içine alan varlık.
    * İnsanı insan yapan, insanın doğasını oluşturan niteliklerin hepsi.
    * İnsanın değerini, saygınlığınıveren öz, insana yaraşır yaşama ve düşünme ilkesi.
    * İnsanısevme, insan sevgisi, insancıl olma.
    insanlık etmek * insana yaraşır biçimde davranmak.
    insanlık hâli * Olabilir, hoşkarşılamak gerekir, insan hâli.
    insanlıktan çıkmak * çok zayıflamışolmak.
    * insana özgü niteliklerini yitirmek.
    insanoğlu * İnsan, âdemoğlu.
    insanoğlu çiğsüt emmiş * insanlardan tam bir doğruluk beklenmez.
    insansı * İnsana benzeyen, insanıandıran, antropoit.
    insansılar * Maymunlarıve insangilleri içine alan maymunlar alt takımı, insanımsılar, antropoitler.
    insanüstü * İnsan gücünü ve yeteneklerini aşan, fevkalbeşer.
    insektaryum * Bilimsel amaçlarla böcek inceleme, saklama, koruma yeri.
    insicam * Düzgünlük, tutarlık, bağdaşım.
    * Tutarlık.
    insicamlı * Düzgün, tutarlı.
    insicamlılık * Tutarlılık.
    insicamsız * Birbirini tutmayan, tutarsız.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 37

    insicamsızlık * İnsicamsız olma durumu.
    insiraf * Bükün.
    insirafî * Bükülgen (dil).
    insiyak * İçgüdü, sevkıtabiî.
    insiyakî * İçgüdülü, sevkıtabiî.
    instant coffee * Bkz. hazır kahve.
    inşa * Yapıkurma, yapıyapma, kurma.
    * (düz yazı, şiir) Kaleme alma, yazıya dökme.
    * Düz yazı, nesir.
    inşa etmek * kurmak, yapmak.
    inşaat * Yapı, yapı işleri.
    * Yapmak işi, yapım.
    inşaat çivisi * Çapı2-7 mm, boyu 4-20 cm arasında değişen, başlıve tepesi tırtıllıçivi.
    inşaatçı * Yapı işlerini yöneten teknik görevli.
    * Yapıustası.
    inşaatçılık * İnşaat işleriyle uğraşma.
    inşallah * Allah “Tanrıdilerse” anlamında dilek anlatır.
    inşallahla maşallahla * çaba harcamadan, tevekkülle.
    inşat * Şiir okuma, şiir söyleme.
    * Bir şiiri, bir edebiyat eserini topluluk önünde, yüksek sesle ve gerektiği biçimde okuma.
    inşat etmek * bir şiiri, bir edebiyat eserini yüksek sesle okumak.
    inşirah * İç açılması, gönül açılması, ferahlık.
    inşirah bulmak * iç açılmak, ferahlamak.
    intaç * Bir işi sonuçlandırma, sona erdirme, bitirme.
    intaç etmek * sonuçlandırmak, bitirmek.
    intak * Konuşturma söyletme.
    * Kişileştirilen varlıklara, hayalî yaratıklara söz söyletme sanatı, dillendirme.
    intan * Mikroptan ileri gelen hastalık.
    * Kokuşma, kötü kokma.
    intanî * Mikropla oluşan, mikroplu.
    intaniye * Mikropla bulaşan hastalıklar.
    intaniyeci * Mikroplu hastalıklar doktoru, uzmanı.
    integral * Parçalardan oluşmuş bütün.
    * Türevi bilinen fonksiyon.
    integral denklemi * Bir değişkenin bilinmeyen fonksiyonunu ve bu fonksiyonun bulunduğu belirli integrali birbirine bağlayan
    denklem.
    integral hesapları * Sonsuz integrallerin bulunmasıve onların uygulanması ile ilgili yöntemleri kullanan matematik dalı.
    integrasyon * Bilinen bir diferansiyelin denklemini çözme işlemi.
    * Bir diferansiyel denklemi çözme işlemi.
    integre * Entegre.
    intelekt * Entelekt.
    intelektüalizm * Entelektüalizm.
    interferometre * Girişimölçer.
    interferometri * Girişim ölçme.
    interferon * Hücrelerin virüslere karşı oluşturduklarıözel savunma maddesi.
    interkinez * Çekirdeğin iki bölünme devresi arasındaki dinlenme durumu.
    interkoneksiyon * Birçok elektrik şebekesi arasında bağlantıkurma.
    intermezzo * Serbest bir biçimde yazılmışolan ve kendi kendine bir bütün oluşturan müzik eseri.
    -inti * Bkz. -ıntı/ -nti.
    intiba * İzlenim.
    intibah * Uyanma, uyanış.
    intibak * Çevreye veya bir duruma uyma.
    * İki şeyin ölçülerinin birbirini tutması.
    intibak etmek * uymak, alışmak.
    intibaksız * Yaşadığıçevreye veya duruma uymakta güçlük çeken.
    intibaksızlık * Çevreye uymama durumu.
    intifa * Yararlanma, faydalanma.
    intifa hakkı * Başkasına ait bir maldan yararlanma, başkasına ait bir malıkullanma hakkı.
    intiha * Son, sona erme, sonu gelme.
    intihabat * Seçimler.
    intihal * Aşırma.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 38

    intihap * Seçim, seçme.
    intihar * Bir kimsenin toplumsal ve ruhsal sebeplerin etkisi ile kendi hayatına son vermesi.
    * Hayatınıtehlikeye düşürecek aşırıdavranışveya iş.
    intihar etmek * kendini öldürmek.
    intikal * Bir yerden başka bir yere geçme, geçiş.
    * Anlama, kavrama.
    * Miras olarak babadan oğula kalma.
    intikal etmek * yer değiştirmek.
    * anlamak, kavramak.
    * miras olarak babadan oğula kalmak.
    intikam * Öç.
    intikam almak * öç almak.
    intikamcı * Öç almaya çalışan.
    intisap * Bağlanma.
    * Girme.
    * Kapılanma.
    intisap etmek * bağlanmak.
    * girmek.
    * kapılanmak.
    intişar * Yayılma.
    * (gazete, dergi) Çıkma, yayımlanma.
    intişar etmek * yayılmak, dağılmak.
    * yayımlanmak.
    intizam * Düzenli, düzgün olma.
    intizamlı * Düzgün, düzenli.
    intizamsız * Düzensiz, düzeni olmayan, karışık.
    intizamsızlık * Düzensiz olma durumu, düzensizlik, karışıklık.
    intizar * Bekleme, gözleme.
    * İlenme, beddua, inkisar.
    intizar etmek * beklemek, gözlemek.
    * iIenmek, beddua etmek.
    inzal * İndirme, indirilme.
    inzibat * Sıkıdüzen.
    * Silâhlıkuvvetlerde, ordudaki düzeni sağlamak amacıyla görevlendirilmiş er.
    inzibatî * Sıkıdüzeni sağlayıcı, düzene bağlayıcı, insan davranışlarınısınırlayıcı, düzenleyici, baskıaltına alıcı.
    inzibatsız * Sıkıdüzeni olmayan, düzensiz, başı boş.
    inzimam * Katılma, ulanma, eklenme.
    inzimam etmek * katılmamak, eklenmek, ulanmak.
    inziva * Toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama.
    * Dışdünyayla bütün bağlarınıkeserek Tanrıyla birleşebilmek için insanın kendi içine kapanması.
    inzivaya çekilmek * toplumdan kaçıp, hiçbir şeyle ilgilenmeyerek tek başına yaşamak.
    ip * Dokuma maddelerinin bükülmüşliflerinden yapılan bağ.
    * (bazı bölgelerde) İplik.
    * Asarak öldürme cezası.
    -ip * Bkz. -ıp / -ip.
    ip atlamak * ipin iki ucunun tutularak çevrilmesiyle, ipe ayağınıve başınıdeğdirmeden zıplamak.
    ip cambazı * İki direk arasında, yüksekte gerilmişip üzerinde gösteriler yapan cambaz.
    ip merdiven * İpten örülmüş, çoğunlukla gemilerde kullanılan merdiven.
    ip takmak * birinin kötülüğü için çalışmak.
    ip torba * Pazar filesi.
    ip torbalı * Elinde pazar filesi olan.
    ipçi * İp üreten, yapan veya satan kimse.
    ipçik * Bitkilerin erkek organlarında başçığıçiçeğe bağlayan ince sap.
    ipçilik * İpçinin işi veya mesleği.
    ipe çekmek * asarak öldürmek.
    ipe dizmek * boncuk gibi şeyleri ipliğe geçirmek.
    ipe gelesice * “asılarak öl” anlamında bir ilenme.
    ipe gitmek * ölüme gitmek.
    ipe sapa gelmeyen (veya gelmez) * akla yakın olmayan veya birbirini tutmayan.
    ipe un sermek * geçersiz birtakım sebepler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak.
    ipek * İpek böceği kozalarıçözülerek çıkarılan ve dokumacılıkta kullanılan çok ince, esnek ve parlak tel.
    * Bu telden yapılmış.
    ipek ağacı * Ekvatoral bölgelerde yetişen, kerestesi ipek görünüşünde, sarıparıltılı, değerli bir mobilya ağacı.
    ipek böceği * Kanatlarıpullu böcekler sınıfından, ördüğü kozalardan ipek elde edilen, dut yaprağı ile beslenen bir cins
    kelebeğin tırtılı(Bombyx mori).
    ipek böceği kelebeği * Tırtıllarının ördüğü kozalardan ipek elde edilen kelebeklere verilen genel ad.
    ipek böcekçiliği * İpek ipliği veya ipek böceği yumurtasıelde etmek amacıyla ipek böceği yetiştirmek ve koza elde etmek işi.
    ipek çiçeği * Semizotugillerden, güzel çiçek açan bir bitki cinsi (Portulaca grandiflora).
    ipek gibi * çok ince, parlak ve yumuşak.
    * güzel, iyi huylu.
  • Türkçe Sözlük İ Sayfa 39

    ipek matı * Cilâ veya vernikle ağaç üzerinde oluşturulan, ipeği andıran yarıparlak görünüş.
    ipeka * Altın kökü.
    ipekçi * İpek böceği yetiştiren veya ipek satan kimse.
    ipekçilik * İpek böceği yetiştirme veya ipek alıp satma işi.
    ipekhane * Kozaların, ipek çilesi durumuna getirilmesi için işlendiği yer.
    ipekli * İpekten yapılmışveya içinde ipek bulunan (kumaş).
    ipham * Belirsizlik, kapalılık.
    * Etkisini artırmak için anlamın bilerek, isteyerek kapalı bırakılması.
    ipi (birinin) eline geçmek * yönetimi başkasının eline geçmek, kontrolü başkasının elinde bulunmak.
    ipi çözmek * ilgisini kesmek.
    ipi çürük * Güvenilmez (kimse).
    ipi kırık * Serseri, sorumsuz.
    ipi kırmak * savuşup gitmek.
    ipi koparmak * bağlı bulunduğu kuruluşla veya yakınlığı bulunan kişi ile ilişkisini kesmek.
    ipi sapıyok * birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız.
    ipil ipil * Parlak bir ışıkla yanarak, bir sönüp bir parlayarak.
    ipileme * İpilemek işi.
    ipilemek * Az ışıkla yanmak.
    ipilti * Hafif esinti.
    ipin ucunu kaçırmak * yönetimde veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü yitirmek.
    ipince * Çok ince, incecik.
    ipini çekmek * birini ölçülü davranmaya zorlamak.
    ipini kırmak * azmak, ele avuca sığmaz bir durum almak.
    ipini koparan * başı boşkalan.
    ipipullah * Kimsesi, malımülkü olmayan kimse.
    ipipullah, sivri külâh (kalmak) * yalnız, kimsesiz, hiçbir şeysiz (kalmak).
    ipiyle kuyuya inilmez * kendisine güvenilmez.
    ipka * Yerinde, önceki durumunda bırakma.
    * Sınıfta bırakma.
    ipka etmek * yerinde bırakmak, kaldırmamak, değiştirmemek.
    ipka kalmak * sınıf geçmemek.
    iple çekmek * sabırsızlıkla beklemek.
    iplemek * Saygı göstermek, değer vermek.
    iplememek * saygı göstermemek, değer vermemek, önem vermemek, aldırışetmemek.
    ipleri birinin elinde olmak * o işi el altından yönetmek.
    iplicik * Sığırların soluk borularına yerleşen ve ara konakçısız bulaşan, en çok 8 cm uzunluğunda akciğer kıl kurdu
    (Dictyocaulus viviparus).
    ipliği pazara çıkmak * kötü nitelik ve suçları ortaya çıkmak.
    iplik * Pamuk, keten, yün, ipek, naylon vb.dokuma maddelerinin uzun, ince liflerinden her biri.
    * Bu liflerin birlikte bükülmüşve çekilmişdurumu.
    * Fasulye gibi sebzelerin veya bazımeyvelerin lifi.
    iplik çekmek * kumaştan iplik çıkarmak.
    * iplik eğirmek.
    iplik iplik * Tel tel.
    * Yol yol.
    iplik kurdu * İpsiler sınıfına bağlıtürlerden her biri.
    iplik solucanlar * İpsiler.
    iplikçi * İplik yapan veya satan kimse.
    iplikçilik * Dokuma liflerini iplik durumuna getirmek için yapılan işlemlerin bütünü.
    * İplik satma işi.
    iplikhane * Ham bitki liflerinin iplik yapıldığıyer.
    ipliklenme * İpliklenmek işi.
    ipliklenmek * Tel tel olmak, lif lif olmak.
    ipliksi * İpliğe benzer.
    ipnotize * İpnotizma yoluyla uyutulmuş, etki altında kalmış.
    ipnotize etmek * ipnotizma yoluyla birini uyutmak.
    ipnotize olmak * ipnotizma yoluyla etki altında kalmak; yarıuykulu duruma gelmek.
    ipnotizma * Sözle, bakışla, telkin yoluyla sağlanan bir tür uyku.