kabuk kahvesi | * Antep fıstığıkabuğunun öğütülmüşve hafifçe kavrulmuşu ile yapılan ve kahveye benzer içecek. |
kabuk yönetim | * İçi, iç yapısı belli olmayan, belirsiz kalan yönetim. |
kabuklanma | * Kabuklanmak işi. * Bir lâv akıntısıveya bir lâv gölü yüzeyinin katılaşması. |
kabuklanmak | * Kabuk oluşmak. |
kabuklaşma | * Kabuklaşmak işi. |
kabuklaşmak | * Kabuk durumunu almak, kabuk gibi sertleşmek. |
kabuklu | * Kabuğu olan. |
kabuklu bit | * Koşnil. |
kabuklular | * Kabukları, yapılarındaki kireçli tuzlar dolayısıyla sertleşmiş bulunan, solunum aygıtları balıklara benzeyen, çok hücreli hayvanlardan eklem bacaklılar sınıfı. |
kabuksu | * Kabuğa benzeyen. |
kabuksuz | * Kabuğu olmayan. |
kabuksuz yumurtlatmak | * bir işi ivedilikle yaptırıp eksik kalmasına yol açmak. |
kabul | * Bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olma. * (konuklarıveya işi olanları) Yanına sokma, katına alma. * Sunulan bir şeyi, armağanıalma. * Bir öneriyi uygun bulma, onaylama. * Bir yere alınma. * Rıza veya izin, akseptans. |
kabul etmek | * bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olmak. * yanına, katına almak. * bir armağanıalmak. * onaylamak. |
kabul eylemek | * kabul ettirmek. |
kabul günü | * Ev hanımlarının konuk ağırladıkları belirli gün. |
kabul kredisi | * Kabulün vadesinden önce poliçeyi kabul eden bankaya belirli bir tarihte belirli bir meblâğın ödeneceğine dair anlaşmadan sonra bankanın açtığıkredi. |
kabul odası | * Büyük konak veya dairelerde konukların oturtuldukları büyük oda. |
kabul salonu | * Resmî konukların ağırlandığı büyük konuk salonu. |
kabul töreni | * Resmî konuklarıkarşılama töreni. |
kabul yeri | * Bkz. kabul odası; kabul salonu. |
kabullenme | * Kabullenmek işi. |
kabullenmek | * Kabul etmek. * Hakkıyokken veya istemeyerek kendine mal etmek. |
kaburga | * Eğe kemiklerinin oluşturduğu kafes. * Bkz. Eğe. * Gemilerde dışkaplamanın dayandığı iskelet. |
kaburgalarıçıkmak (veya sayılmak) | * çok zayıf olmak. |
kâbus | * Karabasan. * Acı, sıkıntı, korku veren. |
kâbus basmak (veya çökmek) | * büyük sıkıntı, korku duymak. |
kâbus gibi | * kâbusa benzer, kâbusu andıran. |
kâbuslu | * Karabasan dolu, sıkıntılıve korkulu. |
kabuz | * Yalan, palavra. |
kabuzcu | * Yalancı, palavracı. |
kabz | * El ile tutma, kavrama. * Azrail tarafından ruh teslim alınma, ölme. * “Alma” anlamında “ahzükabz” teriminde kullanılır. |
kabza | * Tutulacak yer, tutak, sap. |
kabzımal | * Meyve ve sebze üreticileri ile satıcılar arasında aracılık eden kimse, komisyoncu. |
kabzımallık | * Kabzımal olma durumu. * Kabzımalın yaptığı iş. |
kacak | * Bkz. kap kacak. |
kaç | * Herhangi bir şeyin niceliğini sormak için kullanılan soru sıfatı. * (cümle, soru cümlesi olmadığında) Birçok. |
-kaç / -keç | * Bkz. -gaç / -geç. |
kaç para eder? | * neye yarar, ne değeri var?. |
kaç paralık (adam veya şey) | * değersiz. |
kaç parça olayım! | * (birçok işler karşısında) hangi birine yetişeyim!. |
kaç zamandır | * belirsiz, fakat çok zamandan beri, çoktan beri. |
kaça | * (fiyat için) Ne kadara?. |
kaça kaç | * Bir yarışmada tarafların aldığısayıveya derecenin oranını belirtir. * Yarışma, tartışma, kavga ve benzeri gibi durumlarda tarafların oranını belirtir. * İki kişinin karşılıklı olarak gizlice sayıyazıp tahmin etmesine dayanan bir oyun. |
kaça patlamak | * ne kadara mal olmak, fiyatıne olmak. |
kaçacak delik aramak | * korku ile saklanacak yer aramak. |
kaçak | * Bağlı bulunduğu yerden veya yasadan kaçan, uzaklaşan kimse. * Yasaca yapılmasıyasak olan veya yapılması için gerekli izin alınmayan. * Yasaca belirtilmişgerekli gümrük ve vergileri ödenmeden bir yere sokulan veya bir yerden çıkarılan. * Bir kaptan, bir borudan gaz, sıvıveya bir telden akım kaçması. * Yasalara, kurallara uymayarak, gizlice. * Gizlice kaçırılmışolan mal veya madde. |
kaçak güreşmek | * asıl konuya girmeksizin başka şeylerden söz etmek veya politikada sık sık düşünce değiştirip esas amacını gizlemek. |
kaçakçı | * Yasalara karşı gelerek bir yere mal sokan, bir yerden mal kaçıran veya bir yerde satan kimse. |
kaçakçılık | * Bir devletin yasalarına karşı gelerek yapılan ticaret. * Bir ülkeye gizli olarak, gümrüğü ödenmemiş, yasaklanmışmal sokma işi. * Gizli olarak, sezdirmeden kaçırma işi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 4
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 5
kaçaklık * Kaçak olma durumu. kaçamak * Hoşgörülmeyen bir şeyi ara sıra yapma.
* Bir şeyi belli etmeden, gizlice yapmaya çalışma.
* Bir şeyden kaçınma yolu.
* Kaçacak yer, özellikle çobanların sürüyü barındırmak, saklamak için yaptıklarıyer.kaçamak * Mısır unundan yapılan yağlı bir yemek. kaçamak yapmak * hoşgörülmeyen şeyi gizlice ara sıra yapmak. kaçamak yol * Bir sorundan kendisini kurtarmak için gelişigüzel ileri sürülen özür. kaçamak yolu * Kaçamak yol. kaçamaklı * Kesin olmayan, yargı bildirmeyen ve her iki tarafa da çekilebilen (söz, cevap, davranış). kaçan balık büyük olur * elden kaçırılan fırsat gözde büyütülür. kaçan kaçana * Peşpeşe kaçma. kaçanın anasıağlamamış * tehlikeden kaçan kazançlıçıkmış. kaçar * Kaç soru sıfatının üleştirme biçimi. kaçgöç * Dinî bir anlayışla bazıMüslüman kadınların erkeklere görünmemeleri, bir arada oturup konuşmaktan
kaçınmaları.kaçı * Ne kadarı, kaç kişi. kaçık * (bir yana) Kaçmış, kaymış.
* İlmeği kaçmış(çorap vb.).
* Bazıdavranışlarıdelice olan.
* (çorap vb. nin) İlmeği kaçmışyeri.kaçık öz * Uygun olmayan ortamda büyüme sonucu ağaç özünün ortadan kaçık biçimde oluşması. kaçıkça * Biraz kaçık.
* Kaçığa benzer, biraz deli gibi, deliye benzer.kaçıklık * Kaçık olma durumu.
* Delice, kaçıkça davranış.kaçılma * Kaçılmak işi. kaçılmak * Kaçmak işi yapılmak.
* Çekilmek, savulmak.kaçımsama * Kaçımsamak işi. kaçımsamak * Bir işi yapmamak için sözde sebepler yaratmak. kaçımsar * Kaçamak yolu arayan, kaçamağa sapan. kaçın kur’ası * birinin kolay kolay aldanmayacak kadar görmüşgeçirmişolduğunu anlatmak için söylenir. kaçıncı * Kaç soru sıfatının sıra biçimi.
* (cümle, soru cümlesi olmadığında) Çok kez, birçok kez.kaçıngan * Geri duran, girişken olmayan, insan içine girmek istemeyen, insanlardan kaçan, çekingen. kaçınganlık * Geri durma, isteksiz davranma.
* Kaçıngan olma durumu.kaçınılmaz * İstek ve irade dışında olan. kaçınma * Kaçınmak işi. kaçınmak * Herhangi bir işi yapmaktan veya özverili davranmaktan geri durmak, imtina etmek. kaçıntı * Erken doğan kuzu.
* Sızıntı, kaçak.kaçırga * İşe yaramaz, yaşlıhayvan. kaçırılma * Kaçırılmak işi. kaçırılmak * Kaçırmak işi yapılmak veya kaçırmak işine konu olmak. kaçırış * Kaçırmak işi veya biçimi. kaçırma * Kaçırmak işi. kaçırmak * Kaçmasını sağlamak veya kaçmasına imkân yaratmak.
* Bir işi belirlenen zamanda yapamamak.
* Zor kullanarak yanında götürmek.
* Yararlanamamak; bir daha ele geçmemek üzere yitirmek.
* Gitmek, kaçmak zorunda bırakmak.
* Çalmak, kimsenin haberi olmadan götürmek, aşırmak.
* Yasal olmayan yoldan bir ülkeye mal sokmak veya çıkarmak.
* Ölçüyü, sınırıaşmak, fazlasına gitmek.
* Sızdırmak.
* İstemeyerek abdestini yapmak.
* Delirmek.
* Bir araç veya âletle işgörürken aracı iyi kullanamama yüzünden herhangi bir zarara yol açmak.
* Birini veya bir şeyi göstermemek.
* Yarışan bir koşucu diğer bir koşucu tarafından hızla geçilip arayıaçmak.
* Futbol veya basketbolda savunduğu oyuncuyu boş bırakmak, pas almasına fırsat vermek.kaçırtma * Kaçırtmak işi. kaçırtmak * Kaçırmak işini yaptırmak.
* Birinin kaçırılmasına sebep olmak.kaçış * Kaçmak işi veya biçimi.
* Yarışan bir koşucunun veya bir kümenin diğer yarışçılarıhızla geçmesi.kaçışılma * Kaçışılmak durumu. kaçışma * Kaçışmak işi. kaçışmak * Hep birden kaçıp dağılmak. kaçkın * (isim tamlamalarında belirtilen olarak) Bir yerden veya bir işten kaçmışkimse.
* İnsanlardan uzak durmak, insan içine çıkmamak isteyen kimse.kaçlı * Sayısıkaç, hangi sayıdan.
* Bir kimsenin hangi tarihte doğduğunu, okulu bitirdiğini veya asker olduğunu belirtmek için kullanılır.kaçlık * Kilo, lira, metre, adet gibi ölçü anlatan nesnelerin hangisinden olduğunu belirten (soru sözü).
* Kaç yaşında.kaçma * Kaçmak işi, firar. kaçmak * Kimseye bildirmeden bulunduğu yerden ayrılmak, firar etmek.
* Hızla koşup bir yere saklanmak.
* Kendini göstermemek, rastlatmamaya çalışmak.
* Kaçınmak.
* Sızmak.
* İpliği kopmak.
* Girmek.
* Bir yana doğru kaymak.
* Görünmeden gitmek, savuşmak, sıvışmak.
* Hızlıkoşmak.
* Yok olmak.
* Yaklaşmak, benzemek, andırmak.
* (kadınlar için) Kaçgöçe uymak.
* (kız, kadın için) Yasalara ve aile isteklerine karşı gelerek evlenmek için evinden ayrılmak.
* (renk için) Ağarmak, uçmak.
* Yarışçıdiğerlerinden hızla ayrılıp arayıaçmak.
* Futbol veya basketbolda engelleyen adamdan kurtulmak veya pas alabilmek için boşalana koşmak.
* Bazınitelik bildiren sözlerle birlikte “olmak” anlamıyla yardımcıfiil gibi kullanılır.kaçmaklık * Kaçmak durumu. kaçmaktan kovalamaya vakit olmamak * önemli işler yüzünden başka işlere yetişememek. kaçmaz * İlmiklerin kaçmasına imkân vermeyen. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 2
kabak tadı * Beğenilmeyen, bıkkınlık veren durum. kabak tadıvermek * bıktırmak, usanç vermek, tatsız gelmeye başlamak. kabak tadıvermek * bıkkınlık veya sıkıntı oluşturmak. kabak tatlısı * Soyulmuş, çekirdekleri çıkarılmışve parmak kalınlığında bal kabağının ağır ateşte uzun süre pişirilmesi ve
üzerine ceviz serpilmesiyle hazırlanan bir tatlıtürü.kabakçı * Kabak yetiştiren veya satan kimse. kabakgiller * İki çeneklilerden, kabak, kavun, karpuz, hıyar gibi cinsleri içine alan, genişyapraklı, sürüngen ve sarılgan
bir bitki familyası.kabaklama * Kabaklamak işi. kabaklamak * Ağaçların gençleşmesi için dallarını budamak. kabaklaşma * Kabaklaşmak işi. kabaklaşmak * Saçlarıdökülmek, dazlaklaşmak.
* (taşıt lâstikleri için) Tırtıllarıaşınıp yüzeyi düz bir duruma gelmek.kabaklık * (karpuz, kavun için) Hamlık.
* (başiçin) Tüysüzlük, dazlaklık.
* Bilgisizlik, görgüsüzlük.kabakulak * Tükürük bezlerinin, özellikle kulak altı bezlerinin iltihaplanmasıyla beliren bulaşıcı, salgın ve ateşli bir
hastalık.kabakulak olmak * bu hastalığa yakalanmak. kabakulak otu * Loğusa otu, zeravent. kabala * Yahudilerde, yazılı olarak konulmuşolan Tanrıkanunlarının yanında, ağızdan ağza geçen din
buyruklarının, İbranî felsefesinin ve efsane yazılarının bütünü.
* Bir öğretinin yandaşlarının bütünü.
* Doğaüstü varlıklarla ilişki kurma sanatı.kabala * Götürü, toptan. kabalacı * Kabala konusunda uzmanlaşmışkimse, kabala ile uğraşan kişi. kabalacı * Kabala (II) işyapan kimse. kabalak * Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ordusunda kullanılmışolan, şapkaya benzeyen bir tür başlık. kabalak * Kabak yaprakları biçiminde etli ve tüylü yaprakları olan, kırlarda ve su kenarlarında yetişen bir bitki. kabalaşma * Kabalaşmak işi. kabalaşmak * Kaba bir duruma gelmek.
* Kabalık etmek.kabalaştırma * Kabalaştırmak işi. kabalaştırmak * Kaba bir duruma getirmek, kabalaşmasına sebep olmak. kabalık * Kaba olma durumu.
* Kaba davranış, nezaketsizlik, huşunet.kabalist * Kabalacı(I). kabalizm * Kabala (I) yanlısısanat akımı. kaballama * Kaballamak işi. kaballamak * Maden ocaklarında galerileri ağaçlarla pekiştirmek. kaban * Dik yokuş.
* Tepe.kaban * Kalçaya kadar uzunluğu olan, paltoya benzeyen üst giysisi. kabana * Genellikle otelin ana binasının dışında, plâj veya havuz kıyısında bir oda. kabara * Dayanıklılık sağlamak amacıyla, ayakkabıların altına çakılan, iri başlıdemir çivi.
* Süs olarak odaların ahşap bölümlerine, türlü biçimler yapmak için çakılan iri başlı, sarıçivi.kabara kabara * Gittikçe kabararak, coşarak.
* Böbürlenerek, gururlanarak.kabaralı * Kabara çakılmışolan. kabarcık * İçi su veya hava dolu ufak kabartıveya kürecik.
* Vücutta oluşan sivilce gibi küçük şişkinlik.
* (metal biliminde) Sıvıveya katıların içinde oluşan gaz hacmi.
* Kabartı.kabarcıklı * Kabarcıklı olan. kabarcıklıdüzeç * İçinde hava kabarcığı bırakılmışsu dolu bir cam silindir ve bir tahta yataktan oluşan, düzlem veya
doğruların yataylığını belirleyen alet, tesviye ruhu.kabare * Çeşitli gösterilerin yapıldığıeğlence yeri.
* Meyhane.kabare tiyatrosu * Daha çok güncel konuları iğneleyici, yerici, taşlayıcı biçimde ele alan skeçlerin oynandığı, monologların,
şarkıların ve şiirlerin söylendiği küçük tiyatro.kabareci * Kabare oyuncusu. kabarecilik * Kabare işletmek veya kabarede oynamak işi. kabarık * Kabarmışolan.
* Çıkıntısı olan, tümsekli.kabarık deniz * Gelgit olayında, sular yükseldiğinde denizin durumu. kabarıklık * Kabarık olma durumu, şişkinlik. kabarış * Kabarmak işi veya biçimi. kabarma * Kabarmak işi.
* Duygulanma.
* Kendini üstün görme, büyüklük taslama.
* Ay ve Güneş’in çekim etkisiyle, büyük denizlerde suların yükselmesi, met.kabarmak * Ağırlığı artmadan hacmi büyümek.
* (sıvılar için) Yağışlardan veya kaynamaktan taşmaya yüz tutmak.
* Niceliği artmak, büyümek.
* Şişmek, genişlemek.
* (hayvanlar için) Tüyleri dikilmek.
* (kumaşiçin) Üzerinde tüyler oluşmak, havlanmak.
* Islanıp veya ısınıp yerinden kurtulmak.
* (deniz) Dalgalanmak, büyük dalgalar oluşmak.
* Bulanmak.
* (öfke, sevgi gibi bazıduygular için) Gittikçe güçlenmek.
* Kafa tutmak, öfkelenip üstüne yürüyecek gibi davranmak.
* Böbürlenmek, gururlanmak.kabartı * Tümsek, çıkıntı, kabarmışyer. kabartıcı * Kabartma maddesi, kabartma tozu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 3
kabartılı * Kabartısı olan.
* Belirgin.kabartma * Kabartmak işi.
* Bir biçimin veya bir süslemenin düz yüzey üzerindeki çıkıntısı.
* Kil, alçı, taşgibi işlenebilir gereçleri girintili çıkıntılıyüzeyler durumunda biçimlendirerek yapılmışolan
eser, rölyef.
* Kabartılarak yapılmışolan.kabartma tozu * Pasta, çörek vb. hamur işlerinde kabarmayısağlayan toz, sodyum bikarbonat. kabartmak * Kabarmasını sağlamak, kabarmasına yol açmak.
* Toprağıtırmık vb. bir araçla karıştırmak, alt üst etmek, yumuşatmak.kabartmalı * Kabartması olan. kabasınıalmak * biçim verilecek bir maddenin gereksiz bölümlerini gidermek.
* bir yeri veya bir şeyi gelişigüzel, üstünkörü temizlemek.kabına sığmamak * duygularına engel olamayıp taşkın davranışlarda bulunmak. kâbına varamamak * değerce birinden pek aşağı olmak. kabız * Kavrama, tutma.
* Alma.
* Peklik, sürgün karşıtı.kabız olmak * peklik olmak. kabızlık * Kabız olma durumu. kabil * Olabilir, mümkün. kabil * Türlü, gibi, benzer.
* Tür, cins.kabil değil * imkânsız, imkânıyok. kabile * Ebe. kabile * Boy. kabilinden * gibi, türünden, çeşidinden. kabiliyet * Yetenek. kabiliyetli * Yetenekli. kabiliyetsiz * Yeteneksiz. kabiliyetsizlik * Yeteneksizlik. kabin * Küçük, özel bölme.
* Gemilerde, uçaklarda, uzay gemilerinde küçük bölme.
* Plâjda soyunma yeri.kabine * Bakanlar kurulu.
* Hekim muayenehanesi.
* Kabin.
* Helâ.kabine çekilmek * bakanlar kurulu görevini bırakmak. kabine düşmek * herhangi bir sebeple bakanlar kurulu görevini bırakmak zorunda kalmak. kabir * Mezar, sin. kabir azabı * Büyük üzüntü, sıkıntı. kabir azabıçekmek * çok sıkılmak, üzülmek. kabir suali * Uzun ve bıktırıcısoru. kabl * Önce, önceki. kablelmilât * Milâttan önce. kablelvuku * Olmadan önce. kablo * Elektrik akımı iletiminde kullanılan ve yalıtkan bir madde ile sarılı bulunan metal tel. kablocu * Kablo döşeyen kimse. kablolu * Kablosu olan.
* Kablo aracılığıyla işlevini yapan (araç, gereç).kablolu yayın * Televizyon yayınının kablo, cam iletken ve benzeri bir fizikî ortam üzerinden halkın almasımaksadıyla
abonelere ulaştırıldığıyayın türü.kabotaj * Bir ülkenin iskele veya limanlarıarasında gemi işletme işi. kabotaj bayramı * Deniz ticaretini teşvik amacıyla her yılın temmuz ayında kutlanan bayram. kabotaj gemisi * Kabotaj hattında çalışan gemi. kabotaj hakkı * Türk kara sularında, Türkiye’deki akarsu ve göllerde gemi bulundurma, bunlarla gidişgelişve taşıma
yapma hakkı.kabristan * Mezarlık, gömütlük, sinlik. kabuğu dışına çıkmak * içinde bulunduğu ortam veya durumdan ayrılmak. kabuğuna çekilmek * dışarısı ile olan ilişkilerini kesmek, kimse ile görüşmemek. kabuğunu çatlatmak (veya kabuğunu kırmak) * içinde bulunduğu güç, olumsuz veya kötü durumdan kurtulup rahatlamak. kabuk * Bir şeyin üstünü kaplayan ve onu dışetkilere karşıkoruyan, kendiliğinden oluşmuş, sertçe bölüm, kışır.
* Ekmeğin pişme sırasında içinden daha çok sertleşen dış bölümü.
* Bir sıvıveya atmosferi dıştan saran, sert katman.
* Bir hayvanıdıştan örten kitinli, kalkerli, silisli, kemiksi veya boynuzsu örtü, kavkı.
* Deri üzerinde bir yaranın veya sivilcenin kurumasıyla oluşan sertçe bölüm.kabuk bağlamak (veya tutmak) * üstünde kabuk oluşturmak, kabuklanmak. kabuk bilimi * Kabukları inceleyen bilim dalı. kabuk böcekleri * Kın kanatlılar takımına giren, kabuğun hemen altındaki odun katınıkemirerek oyan ve böylece birçok
orman ve meyve ağacının kurumasına yol açan familya.kabuk değiştirme * Yenilenme. kabuk gibi * (kumaşiçin) sağlam sert. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 1
K * Potasyum’un kısaltması. -k * Bkz. ık / ik, uk / ük. -k * 343 -ak / -ek. k, K * Türk alfabesinin on dördüncü harfi. Ke adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ince ünlülerle ön damak,
kalın ünlülerle art damak patlayıcıünsüzlerinin ötümsüzünü gösterir.kaba * Özensiz, gelişigüzel yapılmış, zevksiz, sakil.
* Taneleri iri.
* Terbiyesi, görgüsü kıt, nezaketsiz.
* Terbiyeye, inceliğe aykırı, çirkin, kötü.
* Hafif olduğu hâlde kalın veya hacimli.
* Kuyruk sokumunun iki yanındaki şişkin yer.kaba düzen * Şöyle böyle üstünkörü yapılan iş.
* Çalgılarıpes seslere akort etmek işi.kaba et * Kuyruk sokumunun her iki yanındaki şişkin yer. kaba kâğıt * Bir şey sarmak için kullanılan kalın kâğıt. kaba kurgu * Filmin son durumuna yer vermek üzere seçilen çekimlerin senaryodaki sıralanışa göre birbirine eklenerek
oluşturulan ilk kurgusu.kaba kuşluk * Öğleden bir iki saat önceki zaman. kaba kuvvet * Yasa dışı işlerle bir amaca ulaşmak için zorbalık yaparak veya güç kullanarak tutulan yol. kaba saba * Görgüsüz.
* Özensiz.kaba sakal * Gür ve genişsakallı. kaba sıva * İnce sıvadan önce duvarlarda bulunan pürüzleri doldurup kapatmak için yapılan sıva. kaba sofu * Dinî kurallarıyanlışyorumlayarak ibadet ve düşüncede aşırılığa kaçan. kaba şiş * Kaba kulak. kaba taslak * Bir şeyin ayrıntılarına girmeden ana çizgilerini belirten. kaba Türkçesi * Açıkçası, tam anlamıyla. kaba yapı * Bir binayıdışetkenlere karşıkoruyup ayakta tutan temel, ana duvarlar, kirişler, çatıvb. nden oluşan asıl
gövde.kaba yel * Lodos. kababurun * Sazangillerden, ırmak ve göllerde yaşayan, eti kılçıklıküçük bir balık (Chondrostoma nasus). kabaca * Kaba bir biçimde.
* İrice, büyükçe.
* Yaklaşık.kabadayı * Korkusuz, iyi dövüşen, kendine özgü namus kurallarının dışına çıkmayan kimse.
* Babayiğit, koçak.
* Bir şeyin en iyisi, başta geleni.kabadayıca * Kabadayıya yakışır bir biçimde, kabadayı gibi. kabadayılanma * Kabadayılaşmak, kabadayılanmak işi. kabadayılanmak * Kabadayılık etmek, kabadayı gibi davranmak. kabadayılaşma * Kabadayılaşmak işi. kabadayılaşmak * Kabadayı gibi davranmak, kabadayılık etmek. kabadayılık * Kabadayı olma durumu veya kabadayıca davranış. kabadayılık etmek * kabadayı gibi davranmak. kabadayılık taslamak * kabadayı gibi davranmak, kabadayı gibi görünmeye çalışmak. kabahat * Uygunsuz hareket, çirkin, yakışıksız davranış, suç, kusur, töhmet.
* Hafif hapis, para cezasıveya meslek ve sanattan alıkonulma ile cezalandırılan hafif suç.kabahat bulmak * bir kusur, suç aramak. kabahat etmek (veya işlemek) * suç olacak, kusur sayılacak bir işyapmak. kabahat samur kürk olsa, kimse sırtına almaz * hiç kimse suçlu olduğunu kabul etmek istemez. kabahati (birine veya bir şeye) yüklemek * işlediği bir suçu başkasının üzerine atmak. kabahatli * Kabahati olan, kusurlu, suçlu, töhmetli. kabahatlilik * Kabahatli olma durumu. kabahatsiz * Kabahati olmayan, kusursuz, suçsuz. kabahatsizlik * Kabahatsiz olma durumu. kabak * Kabakgillerden, birçok türleri olan bir bitki (Cucurbita).
* Bu bitkinin türlerine göre yemeği ve tatlısıyapılan ürünü.
* Esrarkeşlerin kullandığı bir çeşit nargile.
* Bilgisiz, görgüsüz, kaba.
* (kavun, karpuz için) Ham, tatsız.
* Tüysüz, dazlak.
* (taşıt lâstikleri için) Tırtıllarıaşınarak yüzeyi düzleşmişolan.
* Kabak kemane.
* Kısa boynuzlu hayvan.kabak (birinin) başına (veya başında) patlamak * birçok kimsenin ilgili olduğu bir olaydan, yalnızca bir kimse zarar veya ceza görmek. kabak çekirdeği * Bal kabağının tohumu.
* Genellikle vakit geçirmek için yenilen kuru yemişçeşidi.kabak çıkmak (karpuz, kavun vb. için) * ham çıkmak. kabak çiçeği * Süs eşyası. kabak çiçeği gibi açılmak * utangaçlıktan çabucak sıyrılarak aşırıölçüde serbestlik göstermek. kabak gibi * tüysüz, çıplak, her tarafıaçık. kabak kafalı * Saçlarıdökülmüş, dazlak.
* Saçlarıustura ile kazınmış.
* Aptal, budala.kabak kemane * Gövdesi uzunlamasına ikiye bölünen su kabağının üzerine ince bir deri gerilerek yapılan, üç telli, yayla
çalınan bir halk çalgısı. -
Türkçe Sözlük J Sayfa 1
j J * Türk alfabesinin on üçüncü harfi. Je adıverilen bu harf ses bilimi bakımından fışıltılıötümlü dişeti
ünsüzünü gösterir.jagar * Bkz. jaguar. jaguar * Kedigillerden, Orta ve Güney Amerika’da yaşayan, postu, iri benekli memeli türü (Felis onca). jaketatay * Resmî ziyaret ve davetlerde erkeklerin giydikleri, arkasıyırtmaçlı, etekleri uzun ve ön köşeleri yuvarlak
kesilmiş ceket.jaketataylı * Jaketatayı olan. jakoben * Fransa’da Aziz Dominicus tarikatına bağlırahip ve rahibelere verilen ad. jakobenizm * Jakoben yanlısı olma. jakuzi * Sağlık havuzu. jale * Gece yağan ve yapraklara konan ince nem, çiğ, kırağı. jalûzi * İçeriden görülmeksizin dışarıyı görmeyi sağlayan, şerit biçiminde metal veya plâstik levhalardan yapılmış
bir tür pencere kapama düzeni, şerit perde.jambon * Tuzlama veya dumanlama yoluyla hazırlanmışdomuz budu veya kolu, domuz pastırması. jambonluk * Jambon yapmaya elverişli domuz eti. jandarma * Yurt içinde genel güvenliği ve kamu düzenini korumakla görevli, yasa ve nizamların koyduğu hükümlerin
yürütülmesini ve bunlara dayanan hükûmet emirlerinin yerine getirilmesini sağlayan silâhlıaskerî kuvvet.
* Bu kuvvette görevli olan kimse.
* Açıkgöz.jandarmalık * Jandarmanın görevi.
* Açıkgözlülük.janjan * Yanardöner, şanjan. janjanlı * Yanardöner olan. janr * Çığır, tarz, cins. jant * Taşıtlarda, lâstiklerin takıldığıtekerleğin çember biçimindeki bölümü, ispit. Japon * Japonya halkından veya bu halkın soyundan olan (kimse).
* Japon halkına özgü olan (şey).Japon armudu * İki çenekliler sınıfından olup Japonya’da ve Çin’de yetişen bir bitki türü. Japon bezi * Japonya’da üretilen bir bez. Japon denizi * Büyük Okyanus’ta Japon takımadalarıKore kıyılarıve Sovyet uzak doğusu arasında yer alan deniz. Japon elması * Japonya’ya özgü bir bitki türü. Japon gülü * Kamelya. Japon hurması * Trabzon hurması. Japon kaktüsü * Sütleğen. Japon sarmaşığı * Asmagillerden, ana yurdu Çin ve Japonya olan, sülüklerinin ucu duvarlara tutunmak için genellikle daire
biçiminde genişlemişolan sarılıcı bir süs bitkisi (Ampelopsis japonica).Japonca * Japon dili. japone * Uzun kollu kadın giysisi için omuz kesimi olmayan, bol ve geniş.
* (kadın giysisi için) Kolsuz.jargon * Dar bir çerçeveye özgü dil, argo. jarse * Esnek dokunmuşipekli veya yünlü bir kumaş.
* Bu kumaştan yapılan veya esnek örülmüş(giyecek).jartiyer * Çoraplarıdizin altında veya üstünde tutmaya yarayan lâstikli bağ. je * Türk alfabesinin on üçüncü harfinin adı. jel * Tedavi amacıyla kullanılan jöle yapısında bir krem türü. jelâtin * Daha çok hekimlik ve fotoğrafçılıkta kullanılan, hayvanların kemik ve kıkırdak gibi dokularından veya
bitkisel yosunlardan elde edilen saydam, renksiz, kokusuz bir madde.jelâtinleme * Jelâtinlemek işi. jelâtinlemek * (bir yeri veya şeyi) Jelâtin ile kaplamak. jelâtinli * Jelâtinden yapılmışveya jelâtinle kaplanmış. jeloz * Bkz. Agaragar. jen * Gen. jenerasyon * Kuşak, nesil. jeneratör * Üreteç, dinamo. jenerik * Bkz. tanıtma yazısı. jenosit * Soy kırımı, katliam. jeodezi * Yer ölçme bilgisi. jeodinamik * İç (volkan, deprem vb.) ve dış(aşınma) etkenlerle yer kabuğunda oluşan değişikliklerin incelenmesi. jeofizik * Yer yuvarlağınıve atmosferi etkileyen doğal fiziksel olayların incelenmesi. jeofizikçi * Jeofizik uzmanı. jeokimya * Yer kabuğunu oluşturan kimyasal ögelerin tümü. -
Türkçe Sözlük J Sayfa 2
jeolog * Yer bilimci. jeoloji * Yer bilimi. jeolojik * Yer bilimi ile ilgili. jeomorfolog * Jeomorfoloji uzmanı. jeomorfoloji * Yeryüzü engebelerini ve aşınma ile ilgili gelişimleri inceleyen bilim. jeopolitik * Coğrafya, ekonomi, nüfus vb.nin bir devletin politikasıüzerindeki etkisi.
* Bir devlette bir bölgede uygulanan politikayla o yerin coğrafyasıarasındaki ilişki.
* Bir devletin saldırgan nitelikteki genişlemesini, ekonomik ve siyasî coğrafya açısından haklıkılmaya yönelik
siyasî öğreti.jeosantrik * Yer özekçil. jeosantrizm * Yer özekçilik. jeosenklinal * Yer kabuğunun uzun bir süre çöken, buna bağlı olarak kat kat kalın tortullarla dolmuş bulunan bölümü. jeosismik * Bir patlama sonucu, derinlemesine yayılan dalgaların incelenmesi yoluyla (yeryüzü katmanlarındaki
madenleri) araştırma yöntemi.jeotermal * Sıcaklığı, yer içinde kalmaya veya buradan geçmeye bağlı olan ısı. jeotermal enerji * Yer altından çıkan sıcak su veya sıcak su buharından elde edilen enerji. jeotermi * Yerkürede oluşan ısı olaylarının incelenmesi.
* Yerküreyle ilgili ısışartlarını(sıcaklıkların dağılımı, ısıalışverişi vb.) inceleyen jeofizik dalı.jeotermik * Jeotermi ile ilgili. jeotropizma * Yere yönelim. jersey * Sarıve kahverenginden esmere kadar değişen renkte et tutmayan, kemikleri belirgin, sakin bakışlı bir kültür
ırkısığırı.jest * Herhangi bir şeyi açıklamak için genellikle el, kol veya başile yapılan içgüdüsel veya iradeli hareket.
* Genellikle yerinde yapılan ve beğenilen davranış.jet * Tepkili uçak. jet gibi * hızla, son sür’atle. jet motoru * Yüksek basınçla ve çok büyük hızla gaz akışınıpüskürtme sistemiyle en yüksek düzeyde itme gücü yaratan
motor, tepkili motor.jet yakıtı * Jet motorlarının çalışma sistemine göre ayrıştırılmışrenksiz benzin. jeton * Telefonda, türlü oyunlarda garsonların kasa ile hesaplaşmasında para yerine kullanılan küçük, metal veya
plâstik marka.jeton geç düşmek * konuşulan veya sözü edilen konuyu geç anlamak, geç intikal etmek. jetoncu * Jeton satan kimse. jig * Bir Orta Çağçalgısı. jigolo * Geçimi yaşlıve zengin bir kadın tarafından sağlanan genç, erkek sevgili, tokmakçı. jigolo tutmak * (yaşlı, zengin bir kadın) genç bir erkekle ilişki kurmak. jigololuk * Jigolo olma durumu. jikle * Motorlu taşıtların yüksek devirde çalışması için fazla benzin akışınısağlayan alet. jile * Daha çok kadınların blûz üzerine giydikleri yelek. jilet * İnce çelikten yapılmış, iki yanıkeskin tıraş bıçağı. jilet gibi * çok keskin. jimnastik * Vücudu çevikleştirmek ve güçlendirmek için yapılan alıştırmaların tümü, idman, kültürfizik.
* Erkeklerde, yer alıştırmaları, barparalel, barfiks, halkalar ve kulplu beygir; kadınlarda yer alıştırmaları, eşit
olmayan çubuklar, barfiks, denge kalasıalıştırmalarını içeren yarışma disiplini.jimnastik yapmak * vücudu çevikleştirmek ve güçlendirmek için hareket yapmak. jimnastikçi * Jimnastik yapan sporcu.
* Jimnastik öğretmeni.jin * Bkz. cin. jinekolog * Jinekoloji uzmanıhekim, nisaiye uzmanı. jinekoloji * Kadın organizmasınıve cinsel organlarınıfizyolojik, morfolojik ve patolojik bakımdan inceleyen bilim,
nisaiye.
* Kadın hastalıklarınıkonu edinen tıp dalı, nisaiye.jip * Bkz. cip. jips * Alçıtaşı. jiujitsu * Güçten çok yönteme dayanan, çıplak elle savunma tekniği; Japon güreşi. jiujitsucu * Jiujitsu yapan sporcu. jogging * Kırda, ormanda vb. yerlerde yapılan koşu sporu. jokey * Bkz. Cokey. jorjet * Bürümcük görünüşlü, çok bükümlü, genellikle pamuk iplikleri ile dokunmuş bir kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.jöle * Meyve suyunun şekerle kaynatılmasıyla istenilen yoğunlukta elde edilmişşekerleme.
* Et suyunun soğuduktan sonra gevşek ve esnek bir kıvam almışdurumu.
* Saçın düzgün bir biçimde uzun süre kalmasınısağlayan yağlı, parlak ve yapışkan madde.jön * Genç.
* Önemli rollerde oynayan genç oyuncu, jönprömiye.jönprömiye * Jön. judo * Jiujitsudan gelişmiş, silâhsız olarak, tutmalara, fırlatmalara, hareketsiz bırakmalara dayanan Japon kökenli
dövüşsporu.judocu * Judo yapan kimse. -
Türkçe Sözlük J Sayfa 3
jul * Bir cisim üzerine uygulanan bir nevtonluk kuvvetin uygulama noktasını, kendi doğrultusunda bir metre
değiştiren iş birimi.jurnal * Biriyle ilgili olarak yetkililere verilen kötüleme, ihbar yazısı.
* Günlük.jurnal etmek * biriyle ilgili olarak yetkililere kötülemek, ihbar yazısıvermek veya böyle bir bilgiyi iletmek. jurnalci * Jurnal ederek yetkililere, yöneticilere yaranmaya çalışan (kimse). jurnalcilik * Jurnalcinin yaptığı iş. jurnalleme * Jurnallemek işi. jurnallemek * Şikâyet etmek, ispiyonlamak. juro * İkinci çağın triasla kretase arasında kalan dönemi. jübile * Eski Ahit’e göre, Yahudilerde, elli yılda bir Tanrı’ya ve dinlenmeye ayrılan yıl.
* Katoliklerde, Roma’ya hacca gidenlerin, kilisece günahlarının tam olarak bağışlandığıyıl.
* Evliliğin ellinci yılında düzenlenen kutlama şenliği.
* Bir meslekte uzun bir süre başarılı olarak çalışanlar için düzenlenen tören.Jüpiter * Gezegenlerin en büyüğü ve Güneş’e yakınlık bakımından beşincisi, Erendiz, Müşteri. jüpon * Giysi altına giyilen etek, iç etek. jüri * Seçiciler kurulu, seçici kurul.
* Yargıcılar kurulu.jüt * Ihlamurgillerden, Hindistan ve Bangladeş’te yetişen, ip ve çuval yapımında kullanılan, liflerinden
yararlanılan bir bitki (Corchorus capsularis).
* Bu bitkinin liflerinden yapılan dokuma. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 63
izdüşüren * Bir biçimin bir düzlem üzerindeki iz düşümünde, biçimin her noktasını iz düşümüyle birleştiren (doğru). izhar * Belirtme, gösterme, açığa vurma. izhar etmek * açığa vurmak, belirtmek, göstermek. izi belirsiz olmak * iz bırakmadan ortadan çekilmek. izi silinmek * ortadan yok olmak, kaybolmak. izin * Bir şey yapmak için verilen veya alınan özgürlük, müsaade, ruhsat, icazet, mezuniyet.
* Bir kimseye çalıştığıyerce verilen tatil.izin almak * bir şey yapmak için onay sağlamak. izin çıkmak * bir şey yapmada serbest bırakılmak. izin istemek * bir şeyi gerçekleştirmek amacı ile onay almaya kalkmak. izin koparmak * üst makamdan güçlükle izin almak. izin vermek * birini bir şey yapmada serbest bırakmak.
* işine son vermek, hizmetinden çıkarmak.izinden yürümek * birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynıanlayışla sürdürmek. izine basmak * gözden uzaklaştırmayarak ne yaptığını gözetlemek. izine dönmek * bir karar veya yargıdan geri dönmek, bir karardan vazgeçmek, rücu etmek. izine düşmek * av hayvanlarının, gittiği yolu izleyerek arkalarından gitmek. izine uymak * düşünce ve davranışlarını benimsemek. izini düşürmek * iz düşümünü çıkarmak. izini kaybetmek * bir kimse hakkında bilgi alamamak. izinli * İzin alarak belli bir süre için bir yerden ayrılmış, mezun. izinname * Bırakma veya çıkarma kâğıdı.
* Bir nikâhın kıyılması için kadıtarafından verilen izin kâğıdı.izinsiz * Ceza olarak hafta sonu veya tatil günü çıkmasına izin verilmeyen (asker veya yatılıöğrenci).
* Bu cezanın adı.
* İzin almadan.izinsizlik * İzinsiz olma durumu. izlek * Keçi yolu, patika. izlem * İzlemek işi, izleme, takip. izleme * İzlemek işi, takip. izlemek * Birinin veya bir şeyin arkasından gitmek, takip etmek.
* (zaman, süre, sıra vb. için) Sonra gelmek, arkasından gelmek; olmak.
* Bir olayın gelişimini gözden geçirmek.
* Eğlenmek, görmek, öğrenmek için bakmak, seyretmek.
* Belirli bir yönde gitmek.
* Gözlemek, incelemek.
* Belirli bir tutum, davranışveya düşünceyi benimsemek.
* Bir şeye uymak, bağlı olmak.
* Herhangi bir olayla ilgilenmek.izlence * Program. izlenim * Bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığıetki, intiba.
* Uyaranların, duyu organlarıve ilişkili sinirler üzerindeki etkileri veya belirli bir durumun kişi üzerindeki
çözümlenmemiş bütün etkisi, intiba.izlenim vermek * etki bırakmak. izlenimci * İzlenimcilik yanlısı olan (sanat veya sanatçı), empresyonist.
* Kesin bir doğruluğu olmayıp duyumlara, izlenime dayanan.izlenimcilik * Doğayı, gerçekte olduğu gibi bütün ayrıntılarına bağlıkalarak değil, ondan edinilen izlenimin ölçüsüne göre
anlatan; doğrudan doğruya gerçeği, nesneyi değil de, onun sanatçıda uyandırdığıduyumlarıveren sanat akımı,
empresyonizm.
* Sanatta, dışetkilerin içe yansıması, içte izler bırakmasıve bu izlere dayanarak sanat eserlerini yaratması.izleniş * İzlenmek işi veya biçimi. izlenme * İzlenmek işi. izlenmek * İzlemek işi yapılmak, takip edilmek. izletilme * İzletilmek işi. izletilmek * İzlenmesi sağlanmak. izletme * İzletmek işi. izletmek * İzlemek işini yaptırmak. izleyici * İzlemek işini yapan (kimse). izleyiş * İzlemek işi veya biçimi. izmarit * İzmaritgillerden, pullu ve kılçıklı bir çeşit ufak balık (Maena smraris). Küçük boy olanlarına koncur,
irilerine kanal izmariti denir.
* İçilmişsigara artığı.izmaritgiller * Örnek hayvanı izmarit olan kemikli balıklar familyası. izmihlâl * Yıkılma, çökme. İzmir köfte * Kıyma, soğan, maydanoz, ıslatılmışekmek içi, yumurta, domates, yeşil biber, sarımsak ve yağ
kullanılmasıyla hazırlanan ve kısık ateşte pişirilen bir yemek türü.İzmir köftesi * İzmir köfte. izobar * Eş basınç. izobar eğrisi * Bkz. eş basınç eğrisi. izohips * Eşyükselti. izohips eğrisi * Bkz. eşyükselti eğrisi. izolâsyon * Yalıtım, tecrit. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 64
izolâtor * Yalıtkan. izole * Yalıtılmış, tecrit edilmiş. izole bant * Akım geçirilecek çıplak elektrik tellerini, birbirlerinden veya başka iletkenlerden yalıtmak için kullanılan
sargı.izole etmek * yalıtmak.
* yalnız bırakmak.izomer * Aynı oranlarda birleşmişaynıelementlerden oluşan, fakat moleküllerinde atom gruplaşmalarıdeğişik
olduğu için birbirlerinden farklıözellikler gösteren (maddeler).izomeri * Cisimlerin niteliği. izomerik * İzomeri ile ilgili olan. izomerleşme * Bir maddenin bunun izomeri olan başka bir maddeye doğrudan doğruya veya kimyasal bir etkiyle geçme. izometri * Eşölçüm. izomorf * Eş biçim. izomorfik * Eş biçimli. izomorfizm * Eş biçimlilik. izomori * Eş biçim. izomorlik * Eş biçimli. izoterm * Eşsıcak. izoterm eğrisi * Bkz. eşsıcak eğrisi. izotop * Yalnız atomlarının kitleleri yönünden birbirinden farklı olan (aynıkimyasal element). izzet * Büyüklük, yücelik, ululuk. izzetinefis * Onur, öz saygı. izzetinefse dokunmak * onuruna dokunmak; gücüne gitmek. izzetinefsine yedirememek * onursuz kalmayıkabul edememek, düşkünlüğü veya zavallılığıreddetmek. izzetüikbal * Saygınlık. izzetüikram * Ağırlama. -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 61
iyi kalpli * Başkaları için hep iyilik düşünen. iyi ki * güzel bir rastlantı olarak, ne mutlu. iyi kötü * Ne çok uygun, ne de çok aykırı, şöyle böyle. iyi niyet * Herhangi bir kimse veya konuda hiçbir kötü düşünce beslememe, hüsnüniyet. iyi olmak * hastalıktan kurtulmak, iyileşmek.
* yerinde olmak.
* uygun gelmek.iyi saatte olsunlar * cin ve perilerden söz edilirken kullanılır. iyi söylemek * övmek. iyi yürekli * Bkz. iyi kalpli. iyice * İyiye yakın.
* Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen.iyicene * Tam olarak, adamakıllı. iyicil * İyilik etmeyi seven, hayırhah.
* (hastalık için) Sonu iyi, tehlikesiz, kötücül olmayan.iyiden iyiye * Adam akıllı, çok iyi, gereği gibi. iyileşme * İyileşmek işi. iyileşmek * İyi duruma gelmek.
* Hastalıktan kurtulmak, sağlığıyerine gelmek, salâh bulmak.iyileştirme * İyileştirmek işi, ıslah. iyileştirmek * İyileşmesini sağlamak, sağlığına kavuşturmak, tedavi etmek.
* Eksikliğini, bozukluğunu gidermek, ıslah etmek.iyiliği dokunmak * yararlı olmak, yararını görmek. iyilik * İyi olma durumu, salâh.
* Karşılık beklenilmeden yapılan yardım, kayra, lütuf, kerem, ihsan, inaye.
* Sağlığıyerinde olma durumu, esenlik.
* Yarar veya elverişlilik, nimet.iyilik bilmek * kendisine yapılan iyiliği unutmamak. iyilik etmek (veya yapmak) * yararlı işler yapmak, yardımcı olmak. iyilik görmek * maddî, manevî yardım görmek. iyilik güzellik * Sağlıklı olma durumu, iyilik sağlık. iyilik perisi * Maddî, manevî yardımda bulunan (kimse). iyilik sağlık * Nasılsınız sorusuna karşılık olarak sağlıklıve iyi durumda olunduğunu anlatır. iyilikbilir * Değerbilir, kadirşinas. iyilikbilirlik * Değerbilirlik, kadirşinaslık. iyilikçi * Herkesin iyiliğini isteyen, herkese iyilik etmesini seven, hayırhah, hayırsever. iyilikçilik * İyilikçi olma durumu. iyilikle * Tatlıdille, iyi davranışla. iyiliksever * İyilikçi, hayırsever. iyilikseverlik * İyiliksever olma durumu, hayırseverlik. iyimser * Genel olarak her düşünce ve işi iyi olarak değerlendiren, kötümser karşıtı, nikbin, optimist. iyimserlik * Genel olarak her düşünce ve işi iyi olarak değerlendiren bir tutum veya kişilik özelliği, nikbinlik, optimizm.
* Her şeyi en iyi yanından gören, her durumda iyi bir çıkışyolu uman dünya görüşü, nikbinlik, optimizm.
* İnsanlığın ilerlemesine, bütün durum veşartların iyiye gideceğine inanan öğretilerin genel adı.iyisi * en doğru olanı. iyisi mi * yapılacak en doğru, en uygun olan iş. iyiye çekmek * bir düşünce veya olayı olumlu yönüyle değerlendirmek. iyiye iyi, kötüye kötü demek * hatır için söz söylememek, dürüst olmak. iyodür * İyodun bir element veya bir birleşikle verdiği birleşim. iyon * Bir veya daha çok elektron kazanmışveya yitirmiş bir atom veya bir atom grubundan oluşmuşelektrik
yüklü parçacık, yükün.iyon yuvarı * Yer atmosferindeki atom ve moleküllerin güneş ışınlarıyla iyonlaştığı80-400 km yükseklikler arasındaki
katman.iyonik * İyonlardan oluşan, iyonlarla ilgili. iyonlanma * İyonlaşma. iyonlaşma * Moleküllerin parçalanmasıyla veya atomlara, moleküllere, molekül gruplarına elektron katılmasıveya
çıkarılmasıyla iyonların oluşması.iyonlaştırma * İyonlaştırmak işi. iyonlaştırmak * Bir ortamda iyonlar oluşturmak. iyot * Atom numarası53, atom ağırlığı126,92 olan, tabiatta, deniz suyunda sodyum iyodür durumunda
rastlanılan, bazıdeniz bitkilerinde de çokça birikmişolarak bulunan, mavimtırak esmer renkte katı bir element.
Kısaltması i.iyotlama * İçme sularındaki mikropların iyot etkisiyle giderilmesi.
* Organik bir birleşikte hidrojenin iyotla yer değiştirmesi.iyotlu tuz * Homojen karıştırılmışen az % 0,007 iyot içeren yemek tuzu (NaCl). iz * Bir şeyin geçtiği veya önce bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, alâmet.
* Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti.
* Bir olay veya bir durumdan geride kalan belirti, ip ucu, emare.
* Bir olay, bir durum veya yaşayıştan geride kalan belirti, eser.
* Bir düzlemin başka bir düzlemle veya bir doğru ile kesişmesinden doğan ara kesit.-iz * Bkz. -z (I). -
Türkçe Sözlük İ Sayfa 62
-iz * 343 -z (II). -iz * 343 -ız (III). iz bırakmak * etkisini kalıcıduruma getirmek. iz düşümlü * İz düşümü olan. iz düşümsel * Bir düzlem üzerine iz düşürülen biçimlerin bozulmasından kalan (özellikler). iz düşümü * Bir ışık kaynağından çıkan ışınlarla ekran üzerinde görüntü oluşturma, projeksiyon.
* Bu biçimde oluşturulan görüntü, projeksiyon.
* İz düşümü düzlemi denilen bir düzlem üzerinde, bazı geometri kurallarına uygularak bir cismin
gösterilmesi, irtisam, mürtesem.iz sürmek * izlemek, arkasından gitmek, takip etmek.
* av sırasında hayvanın ayak izlerine bakarak gittiği yeri bulmaya çalışmak.izabe * Madenleri ergitme, sıvıdurumuna getirme. izabe fırını * Maden ergitme ocağı. izabe noktası * Madenin sıvıduruma getirildiği derece. iz’aç * Bunaltma, tedirgin etme, başağrıtma, can sıkma. iz’aç etmek * bunaltmak, tedirgin etmek, başağrıtmak. izafe * (bir şeye veya bir kimseye) Bağlama, mal etme, yakıştırma.
* Katma, ekleme, ilâve etme.izafe etmek * bağlamak, yüklemek, mal etmek.
* katmak, eklemek, ilâve etmek.izafet * Bağıntı, görelik. izafeten * (bir şeye veya kimseye) Bağlanarak, dayanarak, ilişik olarak, mal edilerek.
* (bir kimsenin adına) Saygı göstermek amacıyla.izafî * Bağıl, bağıntılı, göreli, göreceli, nispî rölâtif. izafîlik * Bağıl olma durumu, bağıntılı olma durumu, görelik, görecelik. izafiye * Bağıntıcılık, görecilik, rölâtivizm. izafiyet * Bağıntılılık, görelilik, bağıllık, görelik, rölâtivite. izah * Açıklama. izah etmek * açıklamak, ayrıntılı bilgi vermek. izahat * Açıklamalar. izahat vermek (veya izahatta bulunmak) * açıklamalarda bulunmak, ayrıntılı bilgi vermek. izahlı * Açıklamalı. izale * Yok etme, giderme. izale etmek * yok etmek, gidermek. izaleişüyu * Bir mülk üzerindeki ortaklığı giderme. izam * (bir kimseyi) Gönderme, yollama. izam * Olduğundan büyük gösterme, büyütme, abartma. izam etmek * büyütmek, abartmak. izamik * Bağıl olma durumu, bağıntılı olma durumu, görelik, görecelik. iz’an * Anlayış, anlama yeteneği. iz’an etmek * anlayışlıdavranmak, düşünmek. iz’anıyok * anlayışsız, kavrama yeteneği zayıf. iz’anlı * Anlayışlı, düşünceli. iz’ansız * Anlayışsız, düşüncesiz. iz’ansızca * Anlayışsız (bir biçimde); akılsızca, düşüncesizce. iz’ansızlık * Anlayışsızlık, düşüncesizlik. izaz * Ağırlama. izaz etmek * ağırlamak. izazüikram * Saygı gösterme ve ağırlama. izbe * Basık, loş, nemli, kuytu (yer).
* Sapa.izbelik * İzbe yer. izbiro * Çeşitli yükleri yukarıçekmek için halattan yapılmışsapan. izci * İz güderek aradığını bulabilen kimse, keşşaf.
* Dayanışma ve yardımlaşma duygularını geliştirmek, ruhça ve bedence güçlendirilmek için kamplarda ve
okullarda eğitilen genç.izcilik * İzci olma durumu veya izcinin yaptığı iş.
* Gençleri ruh ve bedence sağlam ve yararlı bir biçimde yetiştirmeyi amaçlayan dünya çapındaki spor ve
eğitim örgütü.izdiham * Aşırıkalabalıkta sıkışma, yığılma. izdivaç * Evlenme. izdivaç etmek * evlenmek.