kamu kesimi | * Devlet eliyle yürütülen ekonomik işlerin bütünü. |
kamu kurumu | * Belirli kamu hizmetlerini yerine getirmek amacıyla oluşturulan kamu tüzel kişisi. |
kamu personeli | * Devlet hizmetinde çalışan kişiler. |
kamu sağlığı | * Bir toplumda büyük halk kitlelerinin sağlık koşullarıaçısından içinde bulunduğu durum. |
kamu sektörü | * Bkz. kamu kesimi. |
kamu tanrıcı | * Tüm tanrıcı, panteist. |
kamu tanrıcılık | * Tüm tanrıcılık, panteizm. |
kamu yararı | * Devletin ihtiyaçlarına cevap veren ve bu ihtiyaçlarıkarşılayan, devlete yarar sağlayan değerler bütünü. |
kamu yönetimi | * Devletin yönetim faaliyetlerinin faydalıve verimli bir biçimde düzenlenmesiyle uğraşan bilim dalı, amme idaresi. |
kamuflâj | * Örtme, saklama, gizleme, peçeleme, alalama. |
kamufle | * Görünmeyecek, tanınmayacak biçimde örtülmüş, saklanmış, gizlenmiş, alalanmış, maskelenmiş. |
kamufle etmek | * gizlemek, maskelemek, alalamak, peçelemek. |
kamulaştırılma | * Kamulaştırılmak işi. |
kamulaştırılmak | * Kamulaştırmak işi yapılmak. |
kamulaştırma | * Kamulaştırmak işi, istimlâk. * Devletleştirme. |
kamulaştırmak | * Taşınmaz bir malısahibinden satın alarak kamuya mal etmek, kamu yararına almak, istimlâk etmek. * Devletleştirmek. |
kamuoyu | * Bir sorun üzerine halkın genel düşüncesi, halk oyu, amme efkârı, efkârıumumiye. |
kamuoyu oluşturmak (veya yaratmak) | * bir düşünceyi yaygınlaştırmak ve halkın dikkati o düşünce etrafında toplamak ve yoğunlaştırmak. |
kamus | * Büyük sözlük. |
kamusal | * Kamu ile ilgili. |
kamusallaşma | * Kamusallaşmak işi. |
kamusallaşmak | * Kamusal duruma gelmek. |
kamutay | * (dil inkılâbının ilk yıllarında) Türkiye Büyük Millet Meclisinin genel kurulu. |
kamyon | * Motorlu büyük yük taşıtı. * Kamyonun taşıyabildiği mal, kimse vb. |
kamyoncu | * Kamyonla taşıyıcılık yapan kimse. * Kamyon kullanan sürücü. |
kamyonculuk | * Sahip olduğu kamyonu başkasıaracılığıyla çalıştırtma işi. * Kamyon sürücülüğü. |
kamyonet | * 1500 kilogram yük taşıyan küçük kamyon, pikap. |
kamyonetçi | * Kamyonet kullanan kimse. |
kamyonetçilik | * Taşımacılıkta kamyonet kullanma işi. |
kan | * Atardamar ve toplardamarların içinde dolaşarak hücrelerde özümleme, yadımlama görevlerini sağlayan plâzma ve yuvarlardan oluşmuşkırmızırenkli sıvı. * Soy. |
-kan / -ken | * 343 -gan / -gen. |
kan ağlamak | * büyük bir üzüntü içinde bulunmak. |
kan akçesi | * Birini yaralayandan alınıp yaralanana veya ölenin mirasçılarına verilen para. |
kan akıtmak | * kurban kesmek. |
kan akmak | * kanlıçarpışma olmak. |
kan aktarımı | * Hasta veya yararlıya, kendi veya uygun başka bir kan grubundan damar yoluyla kan verme, kan nakli, transfüzyon. |
kan alacak damarı bilmek | * nereden veya kimden çıkar sağlanabileceğini bilmek. |
kan almak | * bir damardan bir miktar kan çekmek veya akıtmak. |
kan bağı | * Aynısoydan gelme durumu. |
kan bankası | * Gereğinde hastalara aktarmak için sağlam kimselerden alınan kanların saklandığıyer. |
kan basıncı | * Bkz. tansiyon. |
kan başına sıçramak (veya beynine çıkmak) | * çok sinirlenip öfkelenmek. |
kan beynine çıkmak | * çok sinirlenmek, hiddetlenmek, kontrolü yitirmek. |
kan bilimci | * Kan bilimi uzmanı, hematolog. |
kan bilimi | * Kanın morfolojik, fizyolojik, kimyasal ve genetik açıdan incelenmesi. * Kan hastalıkları bilimi, hematoloji. |
kan boğmak | * beynine kan hücumuyla ölmek. |
kan çanağı gibi | * Bkz. gözleri kan çanağına dönmek. |
kan çekmek | * yüz ve huy, ana veya baba tarafının yüzüne ve huyuna benzemek. * (akraba için) yakınlık duymak. |
kan çı banı | * Kıl kökünden başlayarak deri altıdokusunu saran ve deride şişkinlikle beliren irinli kabartı. |
kan çıkmak | * kan dökülmek, cinayet işlenmek. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 26
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 27
kan davası * Geçmişte, aralarında cinayetten, kan akmışolmaktan veya başka bir sebepten kökleşmiş bir düşmanlık
bulunan iki ailenin karşılıklıkan gütmesi.kan doku * Plâzmasıve taşıdığıyuvarlar bakımından bir doku gibi görünen kana, doku bilimine verilen ad. kan dolaşımı * 343 dolaşım. kan dökmek * ölüme yol açmak, cana kıymak. kan gelmek * kanamak. kan gitmek * büyük abdestini ederken kan gelmek.
* (kadınlarda) aybaşıçok kanlı olmak.kan gövdeyi götürmek * çok kan dökülmüşolmak. kan grubu * Bireyde serum ve alyuvarların taşıdığı antijen veya antikorların türüne göre ayırıcıözellikler taşıyan grup. kan gütmek * kan dökerek öç almak istemek. kan istemek * öldürülen bir kimsenin öcünün alınmasını istemek. kan kanseri * Kanda akyuvarların olağanüstü çoğalmasıyla beliren bir hastalık, lösemi. kan kardeşi * Birinin kanınıemerek veya yalayarak kardeşlik andı içmek yoluyla kardeşolanlardan her biri, ant kardeşi. kan kaybetmek * herhangi bir sebeple vücuttan çok kan akmak. kan kırmızı * Çok kırmızı.
* üstün, yaman.kan kusturmak * çok eziyet çektirmek. kan kusup kızılcık şerbeti içtim * çok eziyet çektiği hâlde durumunu iyi göstermek. kan nakli * 343 kan aktarımı. kan olmak * insan öldürülmek. kan olmak * aralarında kan davası bulunmak. kan otu * Gelincikgiller familyasından kan kırmızırenkte çok yıllık zehirli bir bitki. kan oturmak * bir damarın çatlamasıyla sızan kan, dokular arasına akıp kalmak. kan parası * Diyet. kan plâzması * Kanın hücrelerarasısıvımaddesi. kan portakalı * İçi kırmızı bir portakal türü. kan revan içinde * her yanıkana bulanmış. kan serumu * Kanın çökmesinden sonra üstünde kalan sıvıkısmı. kan taşı * Hematit. kan ter içinde (kalmak) * çok terli, yorgun ve perişan bir durumda (kalmak). kan tere batmak * kan ter içinde kalmak. kan tutmak * kan görünce bayılmak.
* (adam öldüren kimse) şok geçirmek.kan unu * Kıl, mide içeriği, idrar ve benzeri yabancımaddeden arıtemiz, taze hayvan kanından normal işlemle elde
edilmiş, genellikle koyu, siyaha benzer bir renkte, suda çözünmeyen kurutulmuş bir ürün.kan vermek * (hastaya, yaralıya) kan aktarmak.
* kan nakli için kan aldırmak.kan yürümek * bir organda aşırıkan birikmek. kana * Geminin çektiği suyu göstermek için başve kıç bodoslamalarıüzerine konulan işaretler. kana boyamak (veya bulamak) * kan içinde bırakmak. kana kan * birinin öldürülmesinden sonra, öldürenin öldürülerek ceza verilmesi. kana kan istemek * öldürenin öldürülmesini istemek. kana kana * Kanıncaya kadar, doya doya, içine çeke çeke. kana susamak * öldürme hırsıduymak. kanaat * Elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, yeter bulma, yetinme, fazlasını istememe, doyum.
* Kanma, inanma.
* Kanış, kanı, inanç, düşünce.kanaat etmek * yetinmek. kanaat getirmek * kanmak, aklıyatmak, inanmak. kanaatkâr * Azla yetinen, elindeki ile yetinen, kanık, kanaatli, yetingen. kanaatkârlık * Azla yetinme durumu, kanıklık, yetingenlik. kanaatli * Elindeki ile yetinen, kanık, yetingen. Kanada geyiği * Kuzey Afrika’da yaşayan iri gövdeli geyik türü (Cervus Canadensis). Kanada kavağı * Kuzey Afrika’da yetişen uzun bir kavak türü. Kanadalı * Kanada halkından olan kimse. kanadıaltına almak (veya birinin üstüne) kanat germek * korumak, himayesine almak. kanadıkolu * akrabası, en yakınları.
* koruyucusu, desteği. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 28
kanadiyen * Kanadalıtuzak avcılarının ceketlerine benzeyen içi kürklü veya pamuklu, şal yakalı, kemerli kruvaze ceket.
* Yaz aylarında giyilen bol ve genişdikimli astarsız hafif ceket.kanal * Bazı bölgeleri sulamak, kurutmak amacıyla veya gemilerin işlemesine elverişli, insan eliyle açılmışsu yolu.
* İki kıyıarasındaki dar ve derin deniz.
* İçinden damar, sinir veya bir sıvı geçen yol.
* Telefon, telgraf, televizyon gibi araçlarla iletişimi sağlayan yol, hat.
* Tahtanın liflerine dik yönde açılan kırlangıç kuyruğu biçimli girinti.kanalcık * Küçük kanal.
* Bir organizmadaki küçük kanal.kanalcıklı * Kanalcığı olan. kanalet * Küçük kanal. kanalıyla * Bir kimse veya bir şey aracılığıyla, yoluyla, eliyle. kanalizasyon * Pis ve atık suların özel kanallar aracılığıyla belli merkezlerde toplanıp atılmasınısağlayan sistem, şebeke. kanama * Kanamak işi, nezif. kanamak * Vücudun herhangi bir yerinden kan akmak, kan gelmek, kan kaybetmek.
* (manevî acılar için) Yeniden etkisini duyurmak, depreşmek.kanamalı * Kanaması olan. kanara * Bkz. kesim evi, mezbaha. kanarya * İspinozgillerden, yeşilimsi veya sarıtüylü, koni biçiminde küçük gagalı, ötücü kuş(Serinus canaria). kanarya çiçeği * Çan çiçeğigillerden, sarırenkli bir çiçek (Tropaeolum peregrinum). kanarya otu * Çuha çiçeğigillerden, tohumlarıkafes kuşlarına yem olarak verilen bir bitki (Alsine media). kanaryalık * Kanarya yetiştirilen yer. kanasta * Bir tür kâğıt oyunu. kanat * Kuşlarda ve böceklerde uçmayısağlayan organ.
* (balıklarda) Yüzgeç.
* Bir uçağın havada durmasınısağlayan taşıyıcıaerodinamik güçlerin etkilediği yatay yüzey.
* Kapı, pencere, dolap gibi dikine açılıp kapanan şeylerin kapağı.
* Yan, taraf.
* Meclis, parti gibi topluluklarda düşünce yönünden özellik gösteren taraflardan her biri.
* Fırıldak biçiminde olan şeylerde kol.
* Bkz. Angıç.
* Savaşdüzenindeki ordunun iki yanından her biri, cenah.
* Futbol, hentbol vb.takım oyunlarında hücum hattının sağve sol uçlarında yer alan oyuncular.kanat açmak * birini korumak, himaye etmek. kanat alıştırmak * bir işe alışmaya çalışmak. kanata * Ağzı geniştek kulplu su kabı. kanatçık * Küçük kanat.
* Baklagillerin çiçek tacında bulunan, yan iki taç yapraktan her biri.
* Kuşların eğreti kanadı; başparmak ve birinci parmak kemiklerine bağlıteleklerinin bütünü.kanatış * Kanatmak işi veya biçimi. kanatlandırma * Kanatlandırmak işi. kanatlandırmak * Çok sevinmesine sebep olmak. kanatlanış * Kanatlanmak işi veya biçimi. kanatlanma * Kanatlanmak işi. kanatlanmak * Uçmaya başlamak.
* Uçmak, kanat açmak.
* Çok sevinmek.kanatlı * Kanadı olan. kanatlılar * Böceklerin kanatlı olanlarını içine alan alt sınıf. kanatma * Kanatmak işi. kanatmak * Kanamasına yol açmak veya kanamasını sağlamak. kanatsız * Kanadı olmayan. kanatsızlar * Böcekler sınıfının kanatsız olan en ilkel biçimlerini kapsayan alt sınıfı. kanava * 343 kanaviçe. kanaviçe * El işleri için kullanılan seyrek dokunmuşketen bezi.
* Bu bezin üzerine yapılmışolan işleme.
* Çuval olarak kullanılan kendirden veya kenevirden yapılmışseyrek bez.kanayan yara olmak * sürekli sıkıntı, üzüntü ve zarar veren bir durumda olmak. kanayış * Kanamak işi veya biçimi. kanbiyit * Hidratlıdoğal demir silikat. kanca * Bir şey çekmeye yarar ucu demir çengelli çubuk. kancabaş * Altıveya sekiz çift kürekle çekilen, dar, uzun bir çeşit kayık. kancacı * Metal zincir imalâtında palet zincirlerine monte edilebilmesi için palet zincirlerinin uçtaki baklalarına özel
kanca takan kimse.kancalama * Kancalamak işi. kancalamak * Kancayı bir şeye takmak.
* Kancayıatıp çekmek.
* Bir kimse veya şeyin üzerine bıktıracak kadar düşmek.kancalanma * Kancalanmak durumu. kancalanmak * Kanca ile tutulmak, kancaya takılmak. kancalı * Kancası olan. kancalı iğne * Çengelli iğne. kancalıkurt * İpsiler familyasından, 10 mm boyunda, ağzıçift çengelli, ince bağırsaklarda yaşayan asalak solucan. kancasız * Kancası olmayan. kancayıtakmak (veya atmak) * bir kimsenin kötülüğü için uğraşmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 29
kancık * (hayvanlarda) Dişi.
* Dönek, güvenilmez.
* Kadın.kancıkça * Döneklik ederek, gizlice kötülükte bulunarak. kancıklık * Kancık olma durumu.
* Kancıkça davranış.kancıklık etmek (veya yapmak) * döneklik, kalleşlik etmek. kancıl * Kanda yaşayan asalak. kancur * İzmarit balığının küçüğü. kançılar * Elçiliklerde, konsolosluklarda yazıve evrak işlerini yürüten görevli. kançılarlık * Kançılar eliyle yönetilen işler.
* Bu işlerin görüldüğü yer.kançılarya * Elçilik ve konsolosluklarda yönetimle ilgili görevlilerin bütünü.
* Bu görevlilerin çalıştığıyer.kandamlası * Asya ve Avrupa’da ılıman bölgelerde yetişen kırmızıveya sarıçiçekli otsu bir bitki (Adonis). kandaş * Aynıkanıtaşıyan, aynısoydan olan. kandaşlık * Kan birliği, soy birliği. kandelâ * Işık yoğunluğu birimi, mum. Kısaltmasıcd. kandıra ağacı * Mine çiçeğigillerden, ıtırlı bir süs bitkisi (Lipia citriodora). kandıra otu * Buğdaygillerden, çok yıllık, sürünücü, otsu bir bitki (Calamagrostis). kandırıcı * İnandırıcı.
* Aldatıcı.
* İçme isteğini giderici.kandırıcılık * Kandırıcı olma durumu. kandırılış * Kandırılmak işi veya biçimi. kandırılma * Kandırılmak işi. kandırılmak * Kandırmak işi yapılmak. kandırış * Kandırmak işi veya biçimi. kandırma * Kandırmak işi. kandırmaca * Kandırmak amacıyla yapılan düzen. kandırmak * Kanmasını sağlamak, inandırmak, ikna etmek.
* Aldatmak.
* İçme, yeme isteğini karşılamak.kandidoz * Pamukçuk. kandil * İçinde sıvı bir yağve fitil bulunan kaptan oluşmuşaydınlatma aracı.
* Çok sarhoş.
* Kandil gecesi.kandil çiçeği * Civanperçemi. kandil çöreği * Kandillerde yapılıp satılan geleneksel çörek. kandil gecesi * Berat, miraç, regaip ve mevlit (Hz. Muhammed’in doğum yıl dönümü) geceleri. kandil günü * Kandil gecesinden önceki gün. kandil simidi * Kandil günlerinde yapılıp satılan bol susamlısimit. kandil yağı * Kötü cins zeytinyağı. kandilci * Cami ve minarelerin kandillerini yakan kimse.
* Kandil yapan veya satan kimse.kandilin yağıtükenmek * hayat sona ermek, ölmek. kandilisa * Yelkenleri yerlerine çekmekte kullanılan halatların genel adı. kandilleşme * Kandilleşmek işi. kandilleşmek * Birbirinin kandil gününü kutlamak. kandilli * Kandili olan.
* Çok sarhoş.kandilli küfür * İşitilmedik, çok ağır bir sövgü. kandilli selâm * El etek öperek, yerlere kadar eğilerek verilen selâm. kandilli temenna * Eli eğilip yere kadar uzatarak ve başa götürerek verilen selâm. kandillik * Kandillerin konulduğu yer.
* Kandil günü ile ilgili.kanepe * Birkaç kişinin oturabileceği genişlikte koltuk.
* Genellikle çay ve kokteyller için hazırlanan, peynir, sucuk, salam gibi şeylerle süslenen çok küçük ekmek.kangal * Tel, kurşun boru gibi uzun ve bükülebilir şeylerin halka biçiminde sarılmasıyla yapılan bağ.
* Bu biçimde bükülmüşşeylerin her bir halkası.kangal * Deve dikeni. kangal köpeği * Çoban köpeği olarak yetiştirilen, burnu ve ağzısiyah, kulaklarıdüşük, kuyruğısırtına doğru düzgün kıvrım
yaparak duran, Anadolu’da Sivas yöresinde yetiştirilen ve çok tutulan bir tür köpek.kangallama * Kangallamak işi. kangallamak * Kangal durumuna getirmek. kangallanma * Kangallanmak işi. kangallanmak * Kangal durumuna getirilmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 30
kangren * Vücudun bir yerindeki dokunun ölmesi. kangren olmak * vücudun bir yerindeki dokular ölmek.
* kangrenleşmek.kangrenleşme * Kangrenleşmek işi. kangrenleşmek * Kangren olmak.
* Bir durum veya işdüzelmeyecek duruma gelmek, uzamak.kangrenleştirme * Kangrenleştirmek durumu veya biçimi. kangrenleştirmek * Kangren durumunun ortaya çıkmasına sebep olmak. kangrenli * Kangreni olan. kanguru * Kangurugillerden, iri, otçul, memeli, ön ayaklarıkısa, art ayakları ile kuyruğu uzun ve güçlü, başıküçük,
Avustralya’da yaşayan keseli hayvan; dişisinin karnında yavrularınıtaşıyacak bir kesesi vardır (Macropus giganteus).kangurugiller * Memelilerden, sıçrayıcı, keseli hayvanlar familyası. kanı * İnanılan düşünce, kanaat. kanıayaklı * Evli kadın. kanı başına çıkmak (veya sıçramak veya toplamak) * çok öfkelenmek. kanı bozuk * Soysuz. kanıdonmak * donakalmak; çok şaşırmak. kanıısınmak * (birine karşı) yakınlık duymak. kanı içine akmak * derdini dışa vuramamak. kanıkanla yumazlar, kanısuyla yurlar * kötülük, kötülük yapılarak düzeltilmez, ancak iyilik yapılarak ortadan kaldırılır. kanıkaynamak * coşkun ve kıpırdak olmak. kanıkaynamak * çabucak sevgi duymak. kanıkurumak * çok usanmak,çok bıkmak. kanıpahasına * yaralanmayıveya ölümü göze alarak. kanısıcak * Sevimli, kendini çabuk sevdiren. kanısulanmak * kansızlığa uğramak. kanıtemizlenmek * öldürülenin arkasından, öldüren kişi veya yakınlarından birini öldürerek öç almak. kanık * Elindekinden hoşnut olan, azla yetinen, yetingen, kanaatkâr.
* Tok gözlü.kanıklanma * Kanıklanmak işi. kanıklanmak * Edindiği bir şeyi yeter bulmak, yetinmek, kanaat etmek. kanıklık * Elindekinden hoşnut olma durumu, kanaat, kanaatkârlık. kanıkma * Kanıkma işi. kanıkmak * Kanmak, gönlü kanmak. kanıksama * Kanıksamak işi. kanıksamak * Çok tekrarlama sebebiyle etkilenmez olmak; alışmak.
* Bıkkınlık getirmek, usanmak.kanıksayış * Kanıksamak işi veya biçimi. kanıma göre (veya kanımca) * düşünceme, inancıma göre. kanına dokunmak * çok sinirlendirmek. kanına ekmek doğramak * birinin ölümüne yol açarak sevinmek.
* birini küçük düşürmek, birine zarar vermek.kanına girmek * birini öldürmek veya öldürtmek.
* (bir kızın) kızlığını bozmak.kanına susamak * belâsınıaramak. kanınıemmek * insafsızca sömürmek. kanını içine akıtmak * sıkıntısını belli etmemek. kanınıkaynatmak * heyecanlandırmak, coşturmak. kanınıkurutmak * canından bezdirmek. kanınıyerde koymak * birini öldüreni ölümle cezalandırmamak. kanırma * Kanırmak işi. kanırmak * (bir şeyi) Eğip zorlayarak yerinden çıkarmak veya çıkarmaya çalışmak. kanırtma * Kanırtmak işi. kanırtmaç * Bir şeyi kanırmak için kullanılan değnek veya araç, bir tür kaldıraç. kanırtmak * Büküp zorlayarak yerinden oynatmak. kanısında olmak * inancında olmak, kanaatinde olmak. kanış * Kanı, kanaat.
* Aldanış, kanma. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 21
kaligrafi * Harfleri güzel biçimler vererek yazma sanatı, güzel yazısanatı, hüsnühat. kaliko * Pamuk iplikleriyle yapılan ilk cilt bezi. kalinis * Bir tür yağmur kuşu, su tavuğu. kalinos * Levreğe benzer bir balık. kalipso * Jamaika’dan yayılmış, iki zamanlı bir dans.
* Bu dansın müziği.kaliptra * Kökün büyüme bölgesinin üzerini örten yüksük şeklindeki koruyucu doku. kalite * Bir şeyin iyi veya kötü olma özelliği, nitelik.
* (Fransızcada kullanılmaz) Üstün nitelikli.kalite çemberleri * Bir işyerinde işin daha etkili ve verimli yapılabilmesi için, bilgi akışının hızlanması, bilgi paylaşımının
artmasısâyesinde, gönüllülerin ekipler oluşturması.kalite kontrolü * Her türlü malın üretiminin başlangıcından mal çıkışına kadar nitelik ve özelliğinin belirlenmesi için yapılan
analiz ve denetim.kalite riski * Alıcının, varışyerine gelen malının kalitesi için yüklendiği riziko. kaliteli * Nitelikli. kalitesiz * Niteliksiz. kalitesizlik * Niteliksizlik. kalk borusu * Bir kıtayıveya bir gemideki tayfalarıuyandırmak için belirli saatte boru ile verilen işaret. kalkan * Oktan veya kılıçtan korunmak için savaşçıların kullandığıkorunmalık.
* Toplum olaylarında güvenlik görevlilerinin çeşitli saldırıaraçlarından kendilerini ve başkalarınıkorumak
için kullandıkları, özel olarak yapılmışkorumalık.
* Koruyucu.kalkan * Yan yüzergillerden, büyük, yassı, derisi düğme veya çivi denilen birtakım sivri kemiklerle örtülü, beyaz etli
balık (Scophtalmus maximus).kalkan balığı * Kalkan. kalkan balığı giller * Denizlerin kumlu, çamurlu diplerinde yaşayan, yassı bedenli, kemikli balıklar familyası. kalkan bezi * Gırtlağın ön ve alt bölümünde bulunan, salgısınıkana veren, çok damarlı, önemli bir bez, tiroit. kalkan böcekleri * Bir çok türü, tarım ve orman bitkilerinde asalak olarak yaşayan, kın kanatlarıkalkanımsı böcekler familyası. kalkancık * Tohum içerisinde embriyonu besi dokuya bağlayan, onu besin deposundan ayıran ve besin maddelerini
absorbe ederek embriyona veren zar gibi ince ve kalkan şeklinde bir parça.kalker * Kireç taşı. kalkerleşme * Kalkerleşmek işi. kalkerleşmek * (toprak) Kireçlenmek. kalkerli * Birleşiminde kireç taşı bulunan. kalkersiz * Birleşiminde kireç taşı bulunmayan. kalkık * Düzeyine göre yüksekte olan.
* Kabararak yerinden ayrılmış.
* Dik durumda, ucu yukarıdoğru olan.kalkıklık * Kalkık olma durumu. kalkındırma * Kalkındırmak işi. kalkındırmak * Kalkınmasını sağlamak, kalkınmasına yol açmak. kalkınış * Kalkınmak işi veya biçimi. kalkınma * Kalkınmak işi.
* İyileşme, şifa bulma.kalkınma hızı * Belirli iki tarih arasında ekonomide büyüme veya gelişme durumu. kalkınmak * Durumunu düzeltmek, aşamalı bir biçimde gelişmek, ilerlemek. kalkıp kalkıp oturmak * öfkesini vücut kımıldanışlarıyla belli etmek. kalkış * Kalkmak işi veya biçimi. kalkışa geçmek * (uçak) havalanmak için pistten ayrılmak. kalkışılma * Kalkışılmak durumu. kalkışılmak * Kalkışmak işine konu olmak. kalkışma * Kalkışmak işi.
* İsyan, ayaklanma, kıyam.kalkışmak * Yetenek, imkân ve gücü aşan bir işe girişmek.
* Girişmek, başlamak.kalkma * Kalkmak işi. kalkmak * Oturuşdurumundan dik duruma gelmek, doğrulmak.
* Uyanarak yataktan ayrılmak.
* Gitmek üzere yerinden ayrılmak.
* Yukarıdoğru yükselmek.
* (taşıtlar için) Yola çıkmak.
* Uçmak.
* Yerinden ayrılıp yol almaya başlamak.
* (hayvan) İki art ayağıüzerinde dik durum almak.
* Kabarmak, ayrılmak.
* (kapak, örtü) Kaldırılmak, alınmak.
* Derlenip götürülmek.
* İyileşerek gezecek duruma gelmek.
* Varlığı, hayatıson bulmak.
* Yok olmak, artık bulunmamak.
* Girişmek, başlamak, davranmak, yeltenmek.
* Geçerli olmamak, geçerliğini yitirmek, geçmez olmak.
* Uygulanmaz olmak.
* Güncelliğini yitirmek.
* Geçmek.
* Başka yere gitmek, taşınmak.
* Ayakta beklemek.kalkojen * Periyodik dizgede, altıncı gruptaki oksijen, kükürt, selenyum, tellür, polonyum elementlerinin genel adı. kalkolitik * Bakırın kullanılmaya başlamasıyla nitelenen (tarih öncesi dönem). kallavi * Vezir ve sadrazamların giydikleri bir çeşit kavuk.
* Çok iri, kocaman.kallavi fincan * İri, kulpsuz fincan. kallem * “Allem etmek, kallem etmek” sözünde geçer. kalleş * Sözünde durmayıp bir işin yüzüstü kalmasına yol açan; birine gizlice kötülük eden. kalleşçe * Kalleşe yaraşır (biçimde). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 22
kalleşlik * Kalleşolma durumu veya kalleş ce davranış. kalleşlik etmek * sözünde durmayarak döneklik etmek; birine gizlice kötülük etmek. kalma * Kalmak işi.
* Herhangi bir kimseden veya bir dönemden kalmışolan.kalma durumu * İsim soyundan bir sözün, taşıdığıkavramda bulunuşunu bildiren durum. Türkçede bu durum -da / -de, –
ta / -te ekleri ile bildirilir, -de hâli, lokatif.kalmak * Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek.
* (zaman, uzaklık veya nicelik için) Belirtilen miktarda bulunmak.
* Konaklamak, konmak.
* Oturmak, yaşamak, eğleşmek.
* Hayatınısürdürmek, yaşamak.
* Varlığınıkorumak, sürdürmek.
* Oyalanmak, vakit geçirmek.
* Sınıf geçmemek.
* İşlemez, yürümez duruma gelmek.
* Geriye atılmak, ertelenmek.
* Görevi veya yetkisi içinde olmak, düşmek, durumu itibarıyla aşağıseviyede bulunmak.
* Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak.
* Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek.
* Geçmek.
* Geri kalmak, yapamamak.
* Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak.
* Yetinmek.
* (olumsuz olarak) Olmak, meydana gelmek.
* Olmak, herhangi bir durumda bulunmak.
* Herhangi bir durumu sürdürmek.
* Kök veya gövdeleri sonuna -e ( -a ) eki almışfiillerle sürerlik bildiren birleşik fiiller oluşturur.
* Bazı-ip ekiyle yapılmışzarf fiillerden sonra da gelerek sürerlik bildirir.kalmalı * Kalma durumunda olan. kalmalıtümleç * Çoğu kez fiilin, bazen de ismin anlamınıtümleyen ve kalma durumunda bulunan dolaylıtümleç. kaloma * Demir atmış bir geminin zincirinin su içindeki bölümü. kalomel * Tatlısülümen. kalori * Normal atmosfer basıncında, ısınma ısısı15°C’ lik suyunkine eşit olan bir cismin, bir gramının sıcaklığını
10°C yükseltmek için gerekli ısımiktarına eşit olan ısı birimi.
* Besinlerin, dokular içinde yanarak vücudun sıcaklık ve enerjisini sağlama değerleri de kalori ile ölçülür.
KısaltmasıKal.kalorifer * Merkez ve depo durumunda olan bir kazandan çıkan sıcak hava, su veya buharı, borularla dolaştırmak
yoluyla bir yapının her yanınıısıtan araç veya tesisat.
* Radyatör.kalorifer borusu * Kalorifer ısısını ileten boru. kalorifer dairesi * Kalorifer kazanının bulunduğu bölüm. kalorifer kazanı * Kalorifer suyunun içinde bulunduğu kazan. kalorifer peteği * Kalorifer ısısını oda içinde dağıtan metal bölüm. kaloriferci * Kalorifer döşeyen veya onaran kimse.
* Kaloriferi yakan kimse.kalorifercilik * Kalorifer döşeme veya onarma işi.
* Kaloriferi yakma görevi.kalorimetre * Isıölçer. kalorimetri * Isıölçümü. kaloş * 343 galoş. kaloşsuz * 343 galoşsuz. kalotip * Yarısaydam durumdaki kâğıt üzerinde fotoğraf negatifleri elde etme yöntemi. kalp * Göğüs boşluğunda, iki akciğer arasında, vücudun her yanından gelen kanıakciğerlere ve oradan gelen
temiz kanıda vücuda dağıtan organ, yürek.
* Kalp hastalığı.
* Sevgi, gönül.
* Bir ülkenin, bir kuruluşun işleyiş, yönetim ve varlığınısürdürme bakımından en önde gelen yeri.
* Duygu, his.kalp * Bir durumdan başka bir duruma çevirme, dönüştürme. kalp * Düzme, sahte, geçmez (para).
* Yalancı, kendine güvenilmeyen.
* İşe yaramaz, tembel.kalp acısı * Büyük üzüntü. kalp ağrısı * Aşktan doğan üzüntü. kalp akçe * Sahte metal veya kâğıt para.
* Yaramaz kimse.kalp aksesi * Kalp krizi. kalp çarpıntısı * Kalbi veya kalbinin çalışması bozuk olan kimse. kalp etmek * bir durumdan başka bir duruma çevirmek, dönüştürmek. kalp kalbe karşıdır * sevgi karşılıklıdır. kalp kası * Kalbin ana duvarını çeviren ve düzenli hareket edeb kas örgüsü. kalp kazanmak (veya fethetmek) * ince bir davranışveya güzel bir sözle birinin sevgisini kazanmak; ilgisini çekmek. kalp kırmak * gönül kırmak, incitmek. kalp krizi * Kalbin normal çalışmasını birdenbire engelleyen, önlem alınmazsa ölüme yol açan rahatsızlık. kalp olmak * sahte, düzme olmak. kalp olmamak * acıma duygusu olmamak. kalp sektesi * Kalbin birdenbire durması. kalp spazmı * İrade dışıkalbin kasılıp gevşemesi ve bundan doğan rahatsızlık, kalp sıkışması. kalp yarası * Yürek yarası. kalpak * Kesik koni biçiminde deri, kürk veya kumaştan yapılmış başlık. kalpakçı * Kalpak yapan veya satan kimse. kalpakçılık * Kalpak yapma veya satma işi. kalpaklı * Kalpak giymiş. kalpaklık * Kalpak yapmaya elverişli. kalpazan * Sahte para basan veya piyasaya süren kimse.
* Yalan ve hile ile işgören (kimse).kalpazanlık * Kalpazan olma durumu veya kalpazanca iş. kalpçi * Kalp hastalıklarıuzmanı(hekim). kalplaşma * Kalplaşmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 23
kalplaşmak * (bir kimse) Çeviklik, doğruluk veya çalışkanlığınıyitirmek. kalplık * Düzmelik, sahtelik.
* İşyapma isteksizliği.kalpli * Kalp hastalığı olan. kalpsiz * Acıması olmayan, katıyürekli, duygusuz, acımasız, merhametsiz. kalpsizlik * Katıyüreklilik, acımasızlık, duygusuzluk, merhametsizlik. kalsa (veya kalırsa) * herhangi birinin kanısınca.
* elinden gelse, elinde olsa.kalseduan * Yapısında billûrlaşmışkuvars ve biçimsiz silis bulunan, mavimtırak beyaz renkte bir cins akik, Kadıköy
taşı.kalsemi * Kanda bulunması gerekli kalsiyum miktarı. kalsifikasyon * Kireç taşıhâline dönüşme. kalsit * Billûrlaşmışdoğal kalsiyum karbonatı. kalsiyum * Atom numarası20, atom ağırlığı40,80, yoğunluğu 1,55 olan, 845°C’de eriyen, kireç ve alçının birleşimine
giren, sarımtırak beyaz bir element. KısaltmasıCa.kalsiyum fosfat * Üç kalsiyum atomu içeren ve formülü Ca3(PO4)2. olan fosfat. kalsiyum karbonat * En az % 38 kalsiyum içeren bir ürün. kalsiyum klorür * Hidroklorik asidin kimyasal formülü CaCl2 olan kalsiyum tuzu ve bunun hidrotlaştırılmış biçimi. kalsiyum oksit * Kalsiyumun kimyasal formülü CaO olan kireç taşının kalsinasyon ürünü. kalsiyumlu * Birleşiminde kalsiyum bulunan. kalsiyumsuz * Birleşiminde kalsiyum bulunmayan. kaltaban * Namussuz.
* Şarlatan, yalancı, hileci.kaltabanlık * Kaltaban olma durumu.
* Kaltabanca davranış.kaltak * Üzeri meşin, halı gibi şeylerle kaplanmamışolan eyerin tahta bölümü.
* Kuskunsuz eyer.
* İffetsiz, namussuz kadın.kaltakçı * Kaltaklık yapan kimse. kaltaklık * Toplumca hoşkarşılanmayan davranışlarda bulunan kadının durumu.
* Böyle bir kadına yakışır davranış.kalubelâ * Arapça “evet dediler” anlamında. kalubelâdan beri * dünya kurulalı beri, çok eskiden beri. Kalvenci * Kalvenizmi benimseyen. Kalvencilik * Tanrı ile kul arasına hiçbir otoritenin giremeyeceğini, Hristiyanlığın eski sadeliğine dönmesini savunan I.
Calvin tarafından ileri sürülen Protestanlığın özel bir kolu.Kalvenizm * Kalvencilik. kalya * Sadeyağile pişirilen bir çeşit kabak veya patlıcan yemeği. kalyon * Yelkenle ve kürekle yol alan savaşgemilerinin en büyüğü. kalyoncu * Kalyon eri.
* Deniz eri.kam * Bkz. şaman. kâm * Dilek.
* Zevk, mutluluk, tat.kâm almak * umduğunu ve istediğini elde etmek, dilediği biçimde zevk almak, keyfini çıkarmak. kama * Silâh olarak kullanılan, ucu sivri, iki ağzıda keskin uzun bıçak.
* Açılmışolan boşluklarda tavan ve yanlardan taşveya cevher parçalarının düşmesini önlemek amacıyla
tahkimat elemanlarıüstüne veya arkasına yerleştirilen bir tahkimat parçası.
* Kütüğü yarmak için kullanılan ucu sivri, yassı, enli çivi, takoz, kıskı.
* Topun gerisini kapayan kapak.
* Oyunda kazanılan her parti.
* Oyunda sayı.kama basmak * oyunda yenmek. kamacı * Kama yapan veya satan (kimse).
* Top kamasıyapan veya onaran kimse.kamacılık * Kamacının işi veya mesleği. kamalama * Kamalamak işi. kamalamak * Kama ile yaralamak. kamalı * Kaması olan. kamamsı * Kamaya benzeyen, kama biçiminde olan. kamanço * Yükleme, aktarma, elden ele geçirme. kamanço etmek (veya edilmek) * yüklemek, aktarmak, elden ele geçirmek. kamara * Gemilerde oda.
* İngiltere yasama meclisi.kamaramsı * Kamaraya benzeyen, kamara gibi, kamarayıandıran yer. kamarillâ * Bir büyük güç sahibini perde arkasından yöneten kimse. kamarot * Gemilerde yolcuların hizmetine bakan görevli. kamarotluk * Kamarotun görevi. kamasız * Kaması olmayan. kamaşma * Kamaşmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 24
kamaşmak * (göz) Güçlü bir ışık sebebiyle bakamaz olmak.
* (diş) Ekşi bir şey sebebiyle uyuşup tedirginlik vermek.kamaştırma * Kamaştırmak işi. kamaştırmak * Kamaşmasına sebep olmak. kamber * Sadık köle. kambersiz düğün olmaz * her toplantıda veya her işin içinde bulunmak merakında olanlar için yarısitem, yarışaka olarak söylenir. kambersiz düğün olmaz * her toplantıda veya her işin içinde bulunanlar için alay yollu söylenir. kambium * Çift çenekli bitkilerin gövde ve kökünde yer alan, yeni odun ve soymuk tabakaları oluşturarak bitkinin
kalınlaşmasınısağlayan ve meristem hücrelerinden meydana gelen tabaka.kambiyo * İki ayrıülke parasının birbiriyle değiştirilmesi.
* Herhangi bir yerdeki bir alacağın tahsili, bir borcun ödenmesi veya bir yerden toplanan para ve para yerine
geçen taşınabilir değerlerin başka bir yere aktarılması için yapılan işlemin bedeli.
* Bu işlemin yapıldığıyer.kambiyo ajanı * Borsalarda müşterilerin alım ve satım yapmalarınısağlayan kişi veya kuruluş. kambiyo cirosu * Döviz kurunun, poliçenin ciro edilmesi ile sabit duruma getirilmesi. kambiyo senedi * Poliçenin birinci kopyasıveya aslı. kambiyocu * Kambiyo işleriyle uğraşan kimse. kambiyoculuk * Kambiyo işlemleri. kambriyen * Birinci Çağın ilk dönemi ve bu dönemde oluşmuşyer katmanları. kambriyen öncesi * Yeryüzü tarihinde Birinci Çağ’dan daha eski, dağların ve magma olaylarının oluştuğu uzun bir zaman
süresi, prekambriyen.kambur * Bel kemiğinin, göğüs kemiğinin eğrilmesi veya raşitizm sonucu sırtta ve göğüste oluşan tümsek.
* Bazıhayvanların sırtındaki çıkıntı.
* Kamburu olan (kimse).
* Yapıveya eşyada dışarıya doğru eğrilme.
* Sıkıntı, dert.kambur felek * (talih ve kader için) Sitem yollu kullanılır. kambur kambur * 343 kambur zambur. kambur üstüne kambur (veya kambur kambur üstüne) * sıkıntıve tersliklerin üst üste geldiğini anlatır. kambur zambur * Kambur ve eğri büğrü. kambura * Kitapların ciltlenmesiyle sırt bölümünde oluşan yuvarlaklık. kambura makinesi * Ciltçilikte, kitapların sırtınıyuvarlaklaştırmak ve sırt kenarlarınıdüzgünce oluşturmakta kullanılan makine. kambura vermek * ciltlenecek kitabın sırtını, formalar dikildikten sonra çekiç veya makine yardımıyla yuvarlaklaştırmak. kambura yatmak * ayakta duran birini sırt üstü düşürmek için arkasında iki büklüm olup gizlice eğilmek ve başka birinin onu
önden üzerine itmesini sağlamak.kamburlaşma * Kamburlaşmak işi. kamburlaşmak * Kambur duruma gelmek. kamburlaştırma * Kamburlaştırmak işi. kamburlaştırmak * Kambur duruma getirmek. kamburluk * Kambur olma durumu.
* Tümseklik.kamburu çıkmak * sırtıkambur olmak.
* (eğilerek yapılan işler için) çok çalışmışolmak.
* ihtiyarlamak.kamburumsu * Az kambur, kambura benzer. kamburunu çıkarmak * (insan, kedi vb.) sırtınıtümsek duruma getirmek. kamçı * Bir ucuna ip, deri vb. bağlıvurma, dövme aracı.
* Bir ucu bir yere bağlı, öbür ucu herhangi bir işte kullanılmak için serbest bırakılan halat.
* Spermatozoitlerde ve bazıtek hücreli hayvanlarda hareketi sağlayan ipliksi organ.kamçıçalmak (veya vurmak) * kamçılamak. kamçıkuyruk * İyi cins kıvırcık koyun. kamçı başı * İpek artıklarından elde edilen ve dokumacılıkta kullanılan iplik. kamçılama * Kamçılamak işi. kamçılamak * Kamçı ile vurmak.
* (yağmur, kar, rüzgâr) Hızla çarpmak.
* Etkinliğini artırmak; hızlandırmak; isteklendirmek, özendirmek, teşvik etmek.kamçılanış * Kamçılanmak işi veya biçimi. kamçılanma * Kamçılanmak işi. kamçılanmak * Kamçı ile dövülmek. kamçılaşmak * Kamçıdurumuna gelmek. kamçılatma * Kamçılatmak işi. kamçılatmak * Kamçılamak işini yaptırmak. kamçılayış * Kamçılamak işi veya biçimi. kamçılı * Kamçısı olan.
* Zor kullanan.kamçılılar * Bir hücreli hayvanların, hareket organlarıkamçı biçiminde olan bir sınıfı. kame * Değişik renkli üst üste iki katmandan oluşan ve üstteki katmanına kabartma bir desen yapılan değerli taş. kamelya * Çaygillerden, büyük, beyaz, pembe veya kırmızırenkte çiçekler açan, dayanıklıyapraklı bir bitki. Japon
gülü. Çin gülü (Camellia japonica).kamer * Ay. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 19
kalemkârlık * Kalemkâr olma durumu veya sanatı. kalemlik * Kalem koyacağı, kalem kutusu. kalemşor * Yazılarıyla sürekli olarak başkalarına saldıran yazar. kalemtıraş * Kamışkalemleri açmak için kullanılan, uzun saplıküçük bıçak.
* Kurşun kalemlerin ucunu açmak için kullanılan türlü biçimlerdeki keski.kalender * Gösterişsiz, sade yaşamaktan yana olan, alçak gönüllü (kimse), ehlidil, rint.
* Özensiz giyinmiş, kılıksız.
* (kâğıtçılıkta) Aslında yalnız birisi tahrikli üst üste konulmuş belirli sayıda silindirden meydana gelen ve
düzgün yüzeyli kâğıt üretmek için kullanılan bir makine.kalenderce * Kalendere yakışır (bir biçimde). kalenderî * Bir halk şiiri türü.
* Bu şiirin, halk şairlerince yapılmış bestesi.Kalenderiye * Dünya malına, gösterişe önem vermeyen bir İslâm tarikatı. kalenderleşme * Kalenderleşmek işi. kalenderleşmek * Kalenderce davranmak veya yaşamak. kalenderlik * Kalender olma durumu. kalensöve * Sivri tepeli külâh.
* Bitkilerde kökün ucunu örten koruyucu bölüm, yüksük.kaleska * Dört tekerlekli, hafif, bir tür gezinti arabası. kalevî * Alkalik, antiasit. kalevra * Bkz. kalavra. kaleydoskop * Bir ucu buzlu camla kapatılan, metal veya mukavvadan bir boru içine yerleştirilmişaynaların aracılığıyla,
boru içine konulmuşrenkli küçük cisimlerin ve görüntülerin oluşturduğu çeşitli biçimleri gösteren araç, çiçek
dürbünü.kaleyi içinden fethetmek * davasınıkarşıtaraftan birinin yardımıyla kazanmak. kalfa * Aşamasıçırakla usta arasında bulunan zanaatçı.
* Ustalıktan yetişme mimar yardımcısı.
* Saraylarda ve büyük konaklarda halayıkların başında bulunan kadın.
* İlkokullarda hoca yardımcısı.
* Çocuklarıevlerinden alarak okula, okuldan evlerine götüren kimse.kalfalık * Kalfa olma durumu veya kalfanın işi.
* Kalfa ücreti.kalgıma * Kalgımak işi. kalgımak * Sıçramak, fırlamak, şaha kalkmak.
* Öfkeyle kalkmak.
* Çapkınlık, serserilik yapmak.kalhane * Kal işi yapılan yer. kalı ba dökmek * dökmecilikte erimişmadeni kalı bın içine akıtmak. kalı ba vurmak * biçimi bozulmuş bir şeyi düzeltmek için kalı ba geçirmek. kalı bıdeğiştirmek (veya dinlendirmek) * ölmek. kalı bıkıyafeti yerinde * görünüşü gösterişli olan kimse. kalı bını basmak * bir şeyi güvenle doğrulamak. kalı bının adamı olmamak * görünüşünden beklendiği gibi olmamak. kalıcı * Sürekli, daimi, geçici karşıtı.
* Her zaman geçerliğini sürdürecek olan.
* Bir süre için belli bir yerde kalan, mihman.kalıcıruj * Uzun süre dayanıklılığınıkoruyan ruj. kalıcılık * Kalıcı olma durumu.
* Mıknatıslayan etki kalktıktan sonra da mıknatıs olarak kalabilen cisimlerin özelliği.
* Tözün kendi bağımsızlığı içinde var olma biçimi, tözün var oluşunu sürdürmesi ilkesi, ayrılmazlık karşıtı.kalıç * Orak. kalık * Kalmış, artmış, eskimiş.
* Evlenme çağı geçmiş, evde kalmış(kız).kalıklık * Eksiklik, noksanlık. kalım * Kalmak işi.
* Bkz. Ölüm kalım.kalımlı * Kalıcı, yok olmayan, ölümsüz, zevalsiz, bakî, payidar. kalımlılık * Kalımlı olma durumu. kalımsız * Kalımlı olmayan, kalıcı olmayan, yok olacak, fanî. kalın * (cisimlerde) Uzunluk ve genişlik dışında üçüncü boyutu çok olan, ince karşıtı.
* Enli ve gür.
* Düzlem biçimindeki şeylerde, iki yüz arasındaki uzaklık kendi cinsindekilere göre çok olan.
* Yoğun, akıcılığı az olan.
* Etli, dolgun.
* (ses için) Gür.kalın * Gelin olacak kıza verilen para veya armağan, ağırlık. kalın * Mayalıhamurun parçalara ayrılıp ve tandırda pişirilmesiyle elde edilen ekmek türü. kalın bağırsak * Sindirim borusunun ince bağırsaktan anüse kadar ortalama 1,5 m uzunluğundaki bölümü. kalın kafa * Budala, aptal, anlayışsız. kalın kafalı * Geç veya güç anlayan, gabi. kalın kafalılık * Kalın kafalı olma durumu. kalın ses * Titreşim sayısıaz olan. kalın ünlü * Dilin geri çekilmesiyle art damakta oluşan ünlü: a, ı, o, u. kalın yağ * Ham petrolden elde edilen, makinelerin hareketli bölümlerini yağlamakta kullanılan yoğun yağ, ağır yağ. kalınca * Kalına yakın. kalınlaşma * Kalınlaşmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 20
kalınlaşmak * Kalın duruma gelmek. kalınlaştırma * Kalınlaştırmak işi veya durumu. kalınlaştırmak * Kalın duruma getirmek. kalınlatma * Kalınlatmak işi. kalınlatmak * Kalınlaştırmak. kalınlık * Kalın olma durumu.
* (cisimler için) Uzunluk ve genişlik dışında üçüncü boyut.kalınma * Kalınmak işi veya durumu. kalınmak * (bir kimse için) Kalmak. kalıntı * Artıp kalan şey, bakiye.
* Bir kentten veya mimarlık eserinden artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, enkaz.
* İz, işaret.
* Bir toplum, kültür, uygarlık vb.den artakalan şey.kalıp * Bir şeye biçim vermeye veya eski biçimini korumaya yarayan araç.
* Genellikle küp biçiminde bir kalı ba dökülerek yapılmışolan.
* Biçki modeli, patron.
* Belirli bir biçim.
* Gösterişli görünüş.
* Biçim, durum.kalıp gibi * durumunu bozmadan. kalıp gibi oturmak * (giysi) vücuda tam uymak. kalıp gibi serilmek * (yorgunluktan) upuzun yatmak. kalıp gibi uyumak * kımıldamadan uzun ve derin bir uyku uyumak. kalıp kesilmek * olduğu gibi kalmak. kalıp kıyafet * Dışgörünüş. kalıp sigarası * Sigara sarma makinesinden çıkmışsigara. kalıpçı * Kalıp yapan veya satan kimse.
* Görevi herhangi bir şeyi kalı ba vurmak olan kimse.
* (yapı işlerinde) Beton kalıplarınıyapan kimse.kalıpçılık * Kalıpçının yaptığı iş. kalıplama * Kalıplamak işi. kalıplamak * Biçimi bozulmuş bir şeyi düzeltmek için kalı ba geçirmek, kalı ba vurmak. kalıplanma * Kalıplanmak işi. kalıplanmak * Belli bir kalıp verilmek, kalı ba vurulmak. kalıplaşma * Kalıplaşmak işi. kalıplaşmak * Belli bir biçim almak, klişeleşmek.
* Görevini yitirmek: birisi, hepisi kelimelerindeki -i iyelik eki kalıplaşmıştır.kalıplaşmış * Durumunu sürdüren, belli bir durumun dışına çıkmayan. kalıplatma * Kalıplatmak işi. kalıplatmak * Kalı ba vurdurmak. kalıplı * Kalıplanmışolan.
* Düzgün, biçimli.kalıplıkıyafetli * Gösterişli, bakımlı. kalıpsız * Kalıplanmışolan.
* Biçimsiz, düzgün olmayan.kalıpsız kıyafetsiz * Gösterişsiz, bakımsız. kalıptan kalı ba girmek * çıkar sağlamak için her duruma uymak. kalır yeri yok * ayrımsız, farksız. kalış * Kalmak işi veya biçimi. kalıt * Ölen bir kimseden yakınlarına geçen mal veya mülk, miras.
* Kalıtım yoluyla geçmişolan şey.
* Görenekler yoluyla yerleşmişolan tutum veya davranış biçimi.kalıtçı * Bir kalıttan yasalar gereğince yararlanan kimse, mirasçı, varis, muris. kalıtım * Çevre etkileriyle köklü olarak değiştirilemediğine inanılan özelliklerin, döllenme sırasında, dişi ve erkeğin
kromozomlarıyoluyla bir kuşaktan ötekine geçmesi, soya çekim, irsiyet, veraset.kalıtım bilimi * Bitki, hayvan ve insanların kalıtım olaylarını inceleyen bilim, genetik. kalıtımsal * Soydan geçme, soydan kalma, kalıtımla ilgili, ırsî. kalıtsal * Kalıtımsal, ırsî. kalıtsallık * Kalıtsal olma durumu. kaliborit * Hidratlıdoğal sodyum ve magnezyum boratı. kalibraj * Ayarlama. kalibrasyon * Ölçü, ayar. kalibrasyon testi * Doğru ölçüm için yapılan, uygulama veya işlem. kalibre * Mermilerde, ateşli silâhlarda çap. kalifiye * Bir şeyi yapabilme niteliğini ve ustalığınıkazanmışolan, nitelikli. kalifiye işçi * İstenilen nitelikleri taşıyan, iyi yetişmişusta işçi, nitelikli işçi, vasıflı isçi. kaliforniyum * Atom numarası98, atom ağırlığı244 olan, aktinit grubundan yapay bir radyoaktif element. KısaltmasıCf. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 15
kaklık * (kaya ve ağaç oyuklarında) Su birikintisi. kakma * Kakmak işi.
* Ağaç üzerinde veya diğer ahşap malzemede, mobilyada, belirlenmişdesen ve çizimlere göre oyulmuş
yuvalara gümüş, sedef gibi süs maddeleri kakılıp oturtularak yapılan.kakma aşı * Tepesi düzgün şekilde kesilmişağacın bir kenarında açılan üçgen biçimindeki yarığa, ucu aynışekilde
yontulmuşkalemin yerleştirilip aşı bağı ile bağlanmasıve aşımacunu ile örtülmesi şeklinde uygulanan bir kalem aşısı.kakmacı * Kakma işleri yapan usta. kakmacılık * Kakmacı olma durumu.
* Kakmacının işi ve sanatı.kakmak * İtmek, vurmak.
* Kakma yapmak.
* Vurarak dar bir yere sokmak.kakmalı * Üzerinde kakma işi bulunan. kaknem * Çirkin, huysuz.
* Kuru, sıska.kakofoni * Kakışma, tenafür. kaktüs * Kaktüsgillerden, yapraklarıyayvan ve dikenli, güzel, parlak renkte çiçekler açan bir bitki, atlas çiçeği
(Cactus).kaktüsgiller * İki çelenklilerden, sıcak ve kurak ülkelerde yetişen, gövdesi, yapraklarıetli ve dikenli bir bitki familyası,
atlas çiçeğigiller.kakule * Zencefilgillerden, sıcak iklimlerde yetişen ıtırlı bir bitki (Elettaria cardamomum).
* Bu bitkinin bahar olarak kullanılan tohumu.kakuleli * İçine kakule katılmış. kakum * Bkz. kakım. kâkül * Alnın üzerine düşen kısa kesilmişsaç, perçem. kâküllü * Kâkülü olan. kal * Bir alaşımdaki madenlerin erime derecesi farkından yararlanarak bunları birbirinden ayırma işlemi. kal * Söz, lâkırdı, lâf. kala * (uzaklık veya herhangi bir saat başı için) Kalarak. kala kala * Bütünü, olup olacağı, en sonunda. kalaazar * Malta humması. kalaba * Kalabalık. kalabalık * Çok sayıda insan topluluğu.
* Gereksiz, karışık seyler topluluğu.
* Sayıca çok.kalabalık ağızlı * Geveze, bilir bilmez konuşan. kalabalık etmek * gereksiz olarak yer doldurmak. kalabalıkça * Biraz kalabalık. kalabalıklaşma * Kalabalıklaşmak işi. kalabalıklaşmak * Kalabalık duruma gelmek. kalafat * Geminin kaplama tahtalarıarasınıüstüpü ile doldurup ziftleyerek su geçirmez duruma getirme işi.
* Aşağısıdar, yukarısı geniş bir çeşit yeniçeri başlığı.
* Osmanlıİmparatorluğunda vezir veya yüksek mevkide devlet adamlarının giydikleri bir başlık.
* Onarma, tamir etme.kalafat yeri * Gemi ve kayıkların onarıldığıyer. kalafata çekmek * gemiyi onarmak için karaya çekmek.
* azarlamak, paylamak.kalafatçı * Gemi ve kayıklarıkalafat eden kimse. kalafatçılar * Tersane halkını oluşturan bölüklerden her biri. kalafatçılık * Kalafat yapma işi. kalafatlama * Kalafatlamak işi. kalafatlamak * Geminin kaplamasınıkalafatla onarmak.
* Onarılmak, çeki düzen verilmek.kalafatlanma * Kalafatlanmak işi. kalafatlanmak * Kalafatlanmak işi yapılmak. kalafatsız * Kalafatıçıkmış. kalak * Burun, burun ucu.
* Gelin tacı.
* Tezek yığını.kalakalma * Kalakalmak işi. kalakalmak * Bir şey veya durum karşısında şaşırmak.
* Güç durumda kalmak.kalamar * Mürekkep balığının bir türü (Loligo vulgaris). kalamata * Bir tür etli ve büyük zeytin. kalamin * Doğada az bulunan, güç işlenen, hidratlıçinko silikat.
* Havada, yüksek ısıda işlenen metal parçaların yüzeyinde oluşan oksit katmanı.kalamit * Amfibol cinsinden bir mineral türü.
* İlk Çağağaç taşılı.kalan * Kalmak işini yapan.
* Artan, mütebaki.
* Bir çıkarmanın sonucu.
* Bölme işleminde bölünenden artan sayı.kalandır * Dokunmuşkumaşve bezleri buhar altında veya belli bir ısıda silindir arasından geçirerek ütüleme,
parlatma, istenilen boy ve ene göre çektirip germe.kalandır makinesi * Kalandır işini yapan makine. kalandırcı * Kalandır işini makine aracılığıyla yapan kimse.