Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 52

    karşıtlaşma * Karşılaştırmak işi.
    karşıtlaşmak * Birbirine karşıt olmak.
    karşıtlı * Karşıtlık, zıtlık gösteren, tezatlı.
    karşıtlık * Karşıt olma durumu, zıddiyet, mübayenet, tezat, kontrast.
    * Bir teoremin karşıtının da doğru olmasıdurumu.
    * İki organ, iki sistem arasındaki görevlerin zıt olmasıdurumu.
    * Başkalarının istek, dilek veya buyruklarının tersine davranma eğilimi.
    kart * Gençliği ve körpeliği kalmamış.
    kart * Düzgün kesilmişince karton parçası.
    * Bir kimsenin kimliğini gösteren, kutlamalarda veya kendini tanıtmada kullanılan, çoğunlukla beyaz, küçük,
    ince karton parçası, kartvizit.
    * Açık mektuplaşmada kullanılan, bir yüzü adrese, öbür yüzü yazıya ayrılmışolan karton parçası.
    * Kartpostal.
    * Bazıyerlere girmek veya bazışeylerden yararlanmak için verilen, kimliği belirten belge.
    * Oyun kâğıdı.
    kart basmak * işçiler işyerine girişve çıkışta gelip gittikleri bir makine aracılığı ile belirtmek.
    kart çıkarmak * hakem kural dışı hareket eden oyuncuya uyarıveya cezalandırma amacı ile sarıveya kırmızıkart göstermek.
    kartal * Kartalgillerden, genel olarak kızıl siyah tüylü, çok güçlü, yuvasınıyüksek kayalıklar üzerinde kuran, iri bir
    yırtıcıkuş(Aquila).
    kartal ağacı * Dulaptal otugillerden, Hindistan’da yetişen, odunu öd ağacı gibi kokan bir ağaç.
    kartalgiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının, kartallar takımının gündüzyırtıcılarıalt takımına giren büyük bir
    familyası.
    kartallar * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının karinalılar bölümüne giren bir takım.
    kartallı * Kartalı olan.
    * Üzerinde kartal resmi bulunan.
    kartallıeğrelti otu * Yurdumuzun kıyı bölgelerinde sık rastlanan, yaprak sapının enine kesiti mikroskop altında iki başlı bir
    kartalıandıran, büyük yapraklı bir eğrelti türü (Pteridium aquilinum).
    kartalma * Kartalmak işi.
    kartalmak * Yaşlanmak, kartlaşmak.
    kartaloş * Kartlaşmış, yaşı geçkin.
    kartaloz * Bkz. kartaloş.
    kartça * Gençliği azalmış, yaşı geçkince.
    karteks dolabı * Bilgi kartlarının bulunduğu kutu veya çekmecelerin içinde muhafaza edildiği, ayrıca ön kısmıdüz veya stor
    kapak ile kilitlenebilen mobilya.
    kartel * Tekelci sermaye piyasasında, birtakım ticaret, üretim kuruluşlarının, daha çok kazanmak veya başka
    kuruluşlara karşıtutunabilmek gibi amaçlarla aralarında kurduklarıdayanışma birliği.
    kartel * Gemilerde içlerine içme suyu konulan, ortası basık, küçük fıçı.
    kartelâ * Tombala gibi bazı oyunlarda sayıların yazılı olduğu kart.
    * Tulûat tiyatrosunun kapısına asılan tabelâ.
    kartelleşme * Kartel kurma işi.
    kartelleşmek * Kartel kurmak.
    Kartezyen * Dekartçı.
    Kartezyenizm * Dekartçılık.
    kartlaşma * Kartlaşmak işi.
    kartlaşmak * Kart duruma gelmek.
    kartlık * Kart olma durumu.
    kartograf * Haritacı.
    kartografi * Haritacılık.
    kartografik * Haritacılıkla ilgili.
    karton * Kâğıt hamuruyla yapılan, ayrıca içinde bir veya birkaç lif tabakası bulunan kalın ve sert kâğıt.
    * On paket sigarayı bir araya getiren ambalâj.
    * Tombala oyununda çekilen numaraların işaretlendiği kart.
    * Kamu kurum veya kuruluşlarında imzaya sunulan evrakların yerleştirildiği ciltli büyük defter.
    * Seri hâlinde canlandırılan, karakterleri hayvan olan çizgi film.
    kartoncu * Karton işi veya eşya yapan veya satan kimse.
    kartonlama * Kartonlamak işi.
    kartonlamak * Karton yerleştirmek veya kartonla kaplamak.
    kartonpiyer * Yapılarıkabartmalarla bezemek için çoğunlukla duvar ve tavan ara kesitleriyle tavan göbeklerinde
    kullanılan, sertleştirilmişmukavva veya kıtıklıalçı.
    kartonumsu * Karton görünümünde veya sertliğinde olan.
    kartopu * Kardan yapılmışve sıkıştırılmışyuvarlak.
    * Beyaz ve tombul.
    * Hanımeligillerden, birçok türü süs bitkisi olarak yetiştirilen, zeytinimsi, meyvemsi, kırmızırenkte bir
    ağaççık (Viburnum).
    kartotek * Kartlar üstüne işlenmiş bilgilerin düzenli bir dizgeye göre derlenmesi.
    * Bu biçimde derlenmişkartların saklandığıkutu, dolap vb.
    kartpostal * Genellikle dik dörtgen biçiminde ince kartondan yapılmış, bir yüzü resimli posta kartı, kart.
    * (fotoğrafçılıkta) 9×12 cm boyutlarındaki resim.
    kartpostalcı * Kartpostal basan veya satan kimse.
    kartuk * Büyük tarla tarağı.
    kartuş * Merminin, içine barut doldurulmuşsilindir biçimindeki bölümü.
    * Dolma kalem içine yerleştirilen mürekkep dolu tüp.
    kartvizit * Kart (II).
    Karun * Din kitaplarıve efsanelerde geçen, çok zengin olduğu söylenen kişi.
    * (küçük k ile) Çok zengin kimse.
    karyağdı * Üstü benek benek beyaz olan (kumaş).
    karye * Köy.
    karyokinez * Çok hücreli canlılarda hücrenin belli evrelerden geçerek çoğalması, mitoz.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 53

    karyola * Üzerine yatak yapılıp yatılan tahta veya metal kerevet.
    kas * Tellerden oluşan ve kasılarak vücut hareketlerini sağlayan organ ve bu organın telsi dokusu, adele.
    kas doku * Canlının hareketini sağlayan, kasılabilen telleri kapsayan hücreler topluluğu.
    kas tutukluğu * İşe alıştırılmamışkasların çalışma durumunda duyulan ağrıve sızı.
    kasa * Para veya değerli eşya saklamaya yarayan çelik dolap.
    * Ticarethanelerde para alınıp verilen yer.
    * Bazı oyunlarda oyunu yönetme veya para karşılığında fişverme işi.
    * Vagon, kamyon veya traktörün yük taşımak için şasiye bağlanmışüst bölümünü oluşturan parça.
    * Tahta veya sentetik maddelerden yapılmış, dört köşe, sağlam ambalaj parçası, sandık.
    * (basımcılıkta) Dizgi harflerinin konulduğu gözlerden oluşan tabla.
    * Kapıve pencerelerin sabit olarak tutturulduğu asıl çerçeve.
    * Biribiri üzerine istif edilerek yüksekliği ayarlanabilen atlama aracı.
    kasa defteri * İşletmelerde günlük alışverişhareketlerinin kaydedildiği defter.
    kasa fişi * Satın aldığımal veya hizmet için ödediği para karşılığında müşteriye yazar kasadan çıkarılarak verilen küçük
    kâğıt belge.
    kasa sayımı * Günlük kasa mevcudunun, kasanın devredilmesinden önce, sayılıp belirlenmesi.
    kasaba * Şehirden küçük, köyden büyük, henüz kırsal özelliklerini yitirmemişolan yerleşim merkezi.
    kasabacık * Küçük kasaba.
    kasabalı * Kasaba halkından olan.
    kasacı * Veznedar, vezneci.
    kasadar * Ticarî kuruluşlarda kasada oturup para alıp veren kimse.
    kasalama * Kasalamak işi.
    kasalamak * Kasalara yerleştirmek.
    kasalanma * Kasalanmak işi.
    kasalanmak * Kasalara yerleştirmek.
    kasalı * Kasası olan.
    kasalık * Kasa yapımına elverişli ince dilinmiştahta.
    kasap * Sığır, koyun gibi eti yenecek hayvanlarıkesen veya dükkânında perakende olarak satan kimse.
    * Bu alışverişin yapıldığıdükkân.
    * Kan dökücü, hunhar.
    kasaphane * Kesim evi, mezbaha, kanara.
    kasaplık * Kasap olma durumu veya kasabın yaptığı iş.
    * Kesim evine gönderilip kesilmek için ayrılmış(hayvan).
    * Kan dökücülük, hunharlık.
    kasar * Bkz. kastar.
    kasara * Geminin başve kıç tarafında, asıl güverteden yüksek olan kısa güverte.
    kasatura * Süngü gibi, tüfeğin namlusu ucuna takılan veya bel kayışına asılı olarak taşınan bir çeşit bıçak.
    kasavet * Üzüntü, tasa, kaygı, sıkıntı.
    kasavet çekmek * üzülmek, tasalanmak.
    kasavet etmek * üzülmek, kaygılanmak.
    kasavetlenme * Kasavetlenmek işi.
    kasavetlenmek * Kasavet sahibi olmak.
    kasavetli * Üzüntülü, sıkıntılı, tasalı, kaygılı.
    kasavetsiz * Üzüntüsüz, sıkıntısız, tasasız, kaygısız.
    kasayıdevretmek * işletmelerde nöbetleşe çalışan kasadarlar kasa mevcudunu birbirine aktarmak.
    kâse * Cam, çini, toprak vb. den yapılmışderince çanak.
    kâsecik * Küçük kâse.
    * Kulağın dolambacında bulunan ve lenf ile dolu olan küçük zarsı organ.
    kâseletme * Kâseletmek işi.
    kâseletmek * Kâse kullanarak işyapmak.
    kasem * Ant içme, yemin etme.
    kaset * İçinde, görüntü ve seslerin kaydedildiği, gerektiğinde yeniden kullanılmasınısağlayan bir manyetik şeridin
    bulunduğu küçük kutu.
    kasetçalar * Ses kaydetmeden, sadece kaset çalan araç.
    kasetçi * Kaset satan kimse.
    kasetçilik * Kasetçinin yaptığı işveya meslek.
    kasık * Vücudun karın ile uyluk arasındaki bölümü.
    kasık bağcı * Kasık bağıyapan veya satan kimse.
    kasık bağı * Fıtığı içeride tutmak için kullanılan bağ.
    kasık biti * Genellikle üreme organlarıçevresindeki kıl diplerinde yerleşen bir tür bit (Phthirus pubis).
    kasık çatlağı * Kasık fıtığı.
    kasık otu * Karanfilgillerden, saz biçiminde ince sapları olan, güzel çiçekler açan, kasık yaralarına yararlısayılan bir
    bitki (Herniaria hirsuta).
    kasıl * Kasla ilgili olan, adalî.
    kasıl duyumlar * Kasların iradeli kasılmasıyla ortaya çıkan hareketlerin düzenlenmesine yardım eden duyumlar.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 51

    karşı gelmek * boyun eğmemek, başkaldırmak.
    karşı görüş * Bir teze karşıveya iddiaya karşıyeni ve değişik önerme getirme.
    karşıkarşıya * Yüz yüze.
    karşıkarşıya gelmek * birden karşılaşmak.
    karşıkoymak * direnmek, dayanmak, boyun eğmemek.
    karşı olmak * birine veya bir düşünceye katılmamak, karşıt olmak.
    karşı olum * Birbirinin karşısında bulunan, birbirini karşılıklı olarak dışta bırakan kavram veya yargıarasındaki bağlantı,
    tekabül.
    karşı oy * Kırmızı oy.
    * Muhalefet etme, karşı gelme.
    karşısav * Bir çatışkının ikinci terimini oluşturan düşünce veya önerme, antitez.
    karşıcı * Karşılamaya çıkan kimse, karşılayıcı.
    * Karşıdüşüncede olan.
    karşıcılık * Karşıcı olma durumu.
    karşıdan karşıya * Bir yandan öbür yana.
    * Karışmaz görünerek, uzaktan.
    karşılama * Karşılamak işi, istikbal.
    * Trakya ve Marmara bölgesinde oynanan bir halk oyunu veya bu oyunun müziği.
    karşılama töreni * (önemli bir kimse için) Bir yere gelişi sırasında o yerin yöneticileri ve halkınca yapılan kabul töreni.
    karşılamak * Dışardan gelen bir kimseye karşılayıcı olarak çıkmak, istikbal etmek.
    * Karşılık olmak, denk gelmek, tekabül etmek.
    * Söylenen, yapılan, bildiren bir şeyi olumlu veya olumsuz bulmak.
    * Önlemek, durdurmak.
    * Boksta karşı oyuncunun yumruklarınısavmak.
    karşılanış * Karşılanmak işi veya biçimi.
    karşılanma * Karşılanmak işi.
    karşılanmak * Karşılamak işi yapılmak.
    karşılaşma * Karşılaşmak işi.
    * İki sporcu veya iki takım arasında, karşılıklı olarak kazanmak amacıyla yapılan yarışma, müsakaba.
    karşılaşmak * Karşıkarşıya gelmek, rastlaşmak.
    * (iki sporcu veya iki takım için) Yarışmak.
    karşılaştırılma * Karşılaştırılmak işi.
    karşılaştırılmak * Karşılaştırmak işi yapılmak.
    karşılaştırma * Kişi veya nesnelerin benzer veya aynıyanlarını incelemek için kıyaslama, mukayese.
    karşılaştırma derecesi * Daha, çok, fazla, ziyade gibi kelimelerle kavramların karşılaştırılıp üst derecede gösterilmesi.
    karşılaştırmacı * Karşılaştırmalıedebiyat veya dil bilimi uzmanı.
    karşılaştırmak * Karşılaştırmak işini yaptırmak.
    * Kişi veya nesnelerin benzer veya ayrıyanlarını incelemek için kıyaslamak, mukayese etmek.
    * (dikişte) Giysinin bir yanına yapılan işlemi, eşitlik sağlamak amacıyla öbür yanında uygulamak.
    karşılaştırmalı * Karşılaştırma yolu ile yapılmışolan, mukayeseli.
    karşılaştırmalıdil bilgisi * Akraba dilleri ve lehçeleri karşılaştırarak inceleyen dil bilgisi.
    karşılaştırmalıdil bilimi * Karşılaştırma yöntemiyle çeşitli diller arasındaki ilişkileri, benzerlikleri belirleyip dil ailelerini tespit etmeyi
    amaçlayan inceleme.
    karşılaştırmalıedebiyat * Karşılaştırma yöntemiyle çeşitli edebiyatlar arasındaki ilişkileri, benzerlikleri tespit etmeyi amaçlayan bilim
    dalı, mukayeseli edebiyat.
    karşılayıcı * Gelen birini karşılamaya çıkan kimse.
    * Önleyen.
    * Yerine getiren, yapan.
    karşılayış * Karşılamak işi veya biçimi.
    karşılık * Bir davranışın karşıtarafta uyandırdığı, gerektirdiği başka davranış, mukabele.
    * Bir dildeki bir sözü başka bir dilde aynıanlamda karşılayan söz.
    * Cevap, yanıt.
    * Bir şey alınırken karşıtarafa verilen başka şey, bedel.
    * Bir işiçin ayrılmışpara, ödenek, tahsisat.
    karşılık vermek * (küçük büyüğüne) karşı gelmek.
    * cevap vermek, yanıt vermek.
    karşılıklı * İki kişi veya iki topluluğun arasında geçen ve karşılaşılan harekete eşdeğer bir hareketle beliren, mütekabil.
    * Birbirine karşı bulunan.
    * Birbirlerine karşılık olarak.
    * Birbiriyle ilgili olarak.
    karşılıklıyapraklar * Sapların her düğümünde karşılıklı olarak ikişer ikişer bulunan yapraklar.
    karşılıksız * Karşılığı olmayan.
    * Karşılık gerektirmeyen.
    * Karşılık verilmeyecek.
    karşılıksız aşk * Bir tek kişinin kendince yarattığı aşk, tek yanlıaşk.
    karşılıksız çek * Ödenecek paranın bankadaki hesapta olmadığıçek.
    karşılıkta bulunmak * cevap vermek.
    karşın * Rağmen.
    karşısına almak * birinin düşünce ve tutumuna katılmadığını belli etmek.
    karşısına geçmek * karşıdüşünceye katılmak.
    * karşıpartiye, guruba gitmek.
    karşıt * Nitelik ve durumları birbirine büsbütün aykırı olan, zıt, kontrast.
    karşıt anlamlı * Anlamları birbirinin karşıtı olan (söz): Aşağıyukarı, ileri geri, siyah beyaz, dar geniş, büyük küçük gibi.
    karşıt duygu * Bazıkişilere, veya varlıklara karşıduyulan ve belirli bir sebebe dayanmayan hoşnutsuzluk durumu, antipati.
    karşıtçı * Karşıçıkan, karşı olan, aleyhtar.
    karşıtçıllık * Bir işe, davranışa veya düşünceye karşı olma durumu, aleyhtarlık.
    karşıtlama * Karşıtlamak işi.
    karşıtlamak * Bir iddiaya zıt olarak başka bir iddia ileri sürmek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 50

    karmaşa * Karmaşık olma durumu.
    * Hastalıklıdavranışları ortaya çıkaran, kişinin bilincini az çok şartlandıran, genellikle çocukluk döneminde
    kazanılmış, baskıaltında tutulmuşhatıra, duygu ve düşüncelerin bütünü, kompleks.
    karmaşık * İçinde aynıcinsten bir çok öğe bulunan, birbirine az çok aykırı bir çok şeylerden oluşan, mudil.
    * Çözeltide kendisine oluşturulan parçalara iki yönlü olarak ayrışan bir iyon veya birleşik, kompleks.
    karmaşık sayı * Kesirleri ondalık sayının tersine olarak çeşitli birimlere göre bölümlenmişsayı.
    karmaşıklaşma * Karmaşıklaşma işi.
    karmaşıklaşmak * Karmaşık duruma gelmek.
    karmaşma * Karmaşmak işi.
    karmaşmak * Bir şey başka bir şeyle birleşerek karışık durum almak.
    karmaştırma * Kamaştırmak işi.
    karmaştırmak * Karmaşık duruma getirmek.
    karmık * Çay ağzında yapılmışolan balıkçı büğeti.
    * Mersin balıklarının denizden nehirlere üremek için geçişleri sırasında avlanmalarında kullanılan ve nehir
    ağızlarına kurulan çok iğneli bir olta takımı.
    karmuk * Büyük kanca.
    karnabahar * Turpgillerden, çiçekleri etli ve tanecikli bir görünüşte olan, yapraklarılâhana yaprağına benzeyen, sebze
    olarak kullanılan bir bitki (Brassica oleracea botrytis).
    karnabit * Karnabahar.
    karnaval * Hristiyanların büyük perhizden önce et kesiminde renkli, komik ve şaşırtıcıkılıklara girerek yaptıkları
    şenlik ve eğlence dönemi.
    * Bu dönemde yapılan eğlence.
    karnaval maskarası * Karnavala katılan gülünç giyimli kimse.
    * Gülünç, abartmalı giyimli, süslü kimse.
    karnaval maskesi * Karnavalda takılan gülünç maske, maskara.
    karne * Öğrencilere dönem sonlarında okul yönetimlerince verilen ve her dersin başarıdurumu ile devam, sağlık,
    yetenek ve genel gidişdurumlarını gösteren belge.
    * Gerektikçe koparılıp kullanılmak için hazırlanmış biletlerin oluşturduğu defter.
    * Bkz. sağlık karnesi.
    karnıaç * Acıkmış.
    karnı burnunda * Gebeliği çok ilerlemiş, doğumu yakın.
    karnı büyümek * hamile kalmak.
    karnı geniş * Gamsız, tasasız.
    karnıtok * bu sözlerle kanılmadığını, önem verilmediğini anlatmak için kullanılır.
    karnıtok sırtıpek * geçimi iyi, para sıkıntısı olmayan kimseler için kullanılır.
    karnızil çalmak * çok acıkmışolmak.
    karnıkara * Börülce.
    * Kötü yürekli (kimse).
    karnından konuşan * 343 vantrilok.
    karnından konuşmak (veya söylemek) * işitilemeyecek kadar alçak sesle söylemek.
    * uydurarak söylemek.
    karnınıdoldurmak * gebe kalmak.
    karnıyarık * Bir tür kıymalıpatlıcan yemeği.
    * Matbaacılıkta her sayfayıçift sütun olarak düzenleme.
    karni * Lâboratuvarda, damıtma işlerinde kullanılan, genişkarınlı, dar ve eğri boyunlu cam kap.
    karnivor * Et obur, et yiyen canlı.
    karo * Oyun kâğıtlarının küçük, kırmızı, baklava biçimli benekli olan, orya.
    * Betondan, dört köşe döşeme taşı.
    karoser * Otomobilde, mekanizmayı oluşturan motor, makine, tekerlek ve şasi gibi bölümlerin dışında kalan,
    görünen dış bölüm.
    karpit * Asetilen gazıçıkarmakta kullanılan, karbonla kalsiyum birleşiği madde (CaC2).
    karpit lâmbası * Karpitin su etkisiyle asetilen gazıvermesi ve bu gazın yakılmasıyla ışık elde edilen lâmba.
    karpuz * Kabakgillerden, sürüngen gövdeli bir bitki (Citrullus vulgaris).
    * Bu bitkinin iri ve sulu meyvesi.
    * Karpuz biçiminde yuvarlak ve iri şey.
    * Kadın memesi.
    karpuz fener * Şenliklerde kullanılan toparlak kâğıt fener.
    karpuzcu * Karpuz satan kimse.
    karpuzculuk * Karpuz yetiştirme veya alıp satma işi.
    karsak * Köpekgillerden, soluk kahve rengi, karnı beyaz tüylü, kısa kulaklı, postundan kürk yapılan bir memeli türü
    (Vulpes corsac).
    kârsız * Kârı olmayan, kazançsız.
    karst * Kayaçların erimesiyle yer altıakıntıları olan, kireç taşıve dolomit bölgesi.
    karstik * Karst özelliği taşıyan, karst ile ilgili.
    karşı * Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, esas tutulan yüzünün ilerisi.
    * Yol, deniz, ırmak vb. nin öbür kıyısıveya yanı.
    * Ön, kat, huzur.
    * Bulunan yere göre önde, ileride olan.
    * Karşıt, zıt, muhalif.
    * Yüzünü bir şeye doğru çevirerek.
    * Karşılık olarak, mukabil.
    * İçin, hakkında.
    * (zaman anlatan kelimelere) Doğru, sularında.
    karşıakın * Karşıtakımın yaptığı bir akınıdurdurup hemen akına geçme işi, kontratak.
    karşıçıkmak * dışardan gelenleri karşılamaya gitmek.
    * bir düşünceye katılmamak, cephe almak.
    karşıdevrim * Bir devrimi yıkmayıve onun ürünlerini ortadan kaldırmayıhedefleyen hareket.
    karşıdurmak * direnmek, dayanmak, boyun eğmemek.
    karşıdüşürüm * Anti-damping.
    karşı gelim * Karşıtlık.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 48

    karıncaincitmez * Bkz. karınca ezmez.
    karıncalanış * Karıncalanmak işi veya biçimi.
    karıncalanma * Karıncalanmak işi.
    karıncalanmak * Bir yere, bir şey üzerine karınca üşüşmek.
    * Vücudun bir yerindeki uyuşukluktan sonra, kan dolaşımının başlamasıyla o yerde karıncalar dolaşır gibi bir
    izlenim uyanmak.
    * (metal yüzeylerde) Pas yüzünden yer yer ufak delikler oluşmak.
    * Aşırızihin yorgunluğundan dolayı bir şeyi, bir durumu kavramada zorluk çekmek.
    karıncalar * Zar kanatlıların, karınca adıaltında toplanan ve beş bin kadar türü sayılan bir dalı.
    karıncalı * İçinde, üstünde karınca bulunan.
    * (metal için) Paslıveya dökülme sonucu küçük delikleri olan.
    karıncasever * Karınca yiyerek geçinen ve karınca yuvasıçevresinde yaşayan böcek.
    karıncayı bile ezmemek (veya incitmemek) * çok merhametli, ince duygulu olmak.
    karıncayiyen * Karıncayiyengillerden, Avustralya’da yaşayan, karıncayla beslenen bir memeli türü (Echidna acule ata).
    karıncayiyengiller * Örnek hayvanıkarıncayiyen olan, vücutlarıkirpi dikenli, ağızları boru biçiminde uzamış, karıncayla
    beslenen bir familya.
    karıncık * Vücudun çeşitli organları içinde bulunan boşluk.
    * Kalbin alt bölümünde bulunan ve biri (sağdaki) akciğerlere, öbürü (soldaki) vücuda pompalanacak kanı
    almaya yarayan iki boşluğa verilen ad.
    karından ayaklılar * Karından bacaklılar.
    karından bacaklılar * Yumuşakçalardan, karınlarındaki etli, yassıpul biçimindeki uzantıları bacak gibi kullanarak ve sürünerek
    yürüyen salyangoz, sümüklü böcek vb. yi içine alan kabuklu hayvanlar sınıfı.
    karındaş * Kardeş.
    kârınıtamam etmek * öldürmek.
    karının saçlısı, tarlanın taşlısı * kadının saçlısı ile tarlanın taşlı olanımakbuldür.
    karınlama * Karınlamak işi.
    karınlamak * (gemi için) Yanınıdayamak.
    karınlı * Karnı büyük ve çıkıntılı olan.
    karınma * Karınmak işi.
    karınmak * Sallanarak, karışmak.
    * Çiftleşmek.
    karınsa * Kuşların tüy değiştirme zamanı.
    karıntası * Pastırmacılıkta hayvanın göbek etlerine verilen ad.
    karıntı * Anaforlarda oluşan çevrinti.
    * Geminin yanından vurarak gemiyi sarsan dalga.
    karısıağızlı * Karısının düşüncelerini benimseyip davranışlarını ona uyduran (koca).
    karısıköylü * Karısının yakınlarını benimseyip kendi yakınlarınıunutan erkek.
    * Kılı bık.
    karış * Parmaklar birbirinden uzak duracak biçimde gergin duran elde, başparmak ve serçe parmakların uçları
    arasındaki açıklık.
    karışkarış * Her yanınıve inceden inceye.
    karışanı görüşeni olmamak * işine kimse karışmamak, özgür olmak.
    karışık * Aynınitelikteki şeylerden oluşmuş.
    * Karışmışolan, düzensiz, dağınık, intizamsız.
    * Saf olmayan.
    * Halk inancına göre cin ve perilerle ilişkisi olan.
    * Çalkantı, kargaşa, gerginlik içinde olan.
    * Anlaşılması güç olan, açık seçik olmayan.
    karışıklık * Karışık olma durumu, teşevvüş.
    * Kalabalık, düzensizlik vb. nin yol açtığıkargaşa.
    karışılma * Karışılmak işi.
    karışılmak * Karışmak işi yapılmak, müdahale edilmek.
    karışım * Karışmışolanın durumu.
    * Birden çok şeyin karıştırılmasıyla elde edilen şey.
    * İki veya daha çok maddenin kimyasal tepkimeye girmeden bir araya gelmesi, mahlût.
    karışlama * Karışlamak işi.
    karışlamak * Karışla ölçmek.
    karışma * Karışmak işi.
    * Engelleme, araya girme, müdahale.
    * Düzeni bozulma.
    karışmak * İki veya ikiden çok şey bir araya gelip birbirinin içinde dağılmak, birbirinin içine girmek.
    * Düzensiz, dağınık olmak.
    * Bulanmak, duruluğunu yitirmek.
    * Açıklığınıyitirmek, anlaşılması güçleşmek.
    * Engellemek, araya girmek; müdahale etmek.
    * Bir araya gelmek, katılmak.
    * İlgilenmek, müdahale etmek, el atmak.
    * Yetkisinde bulunmak, bakmak, işedinmek, işi olmak.
    karıştırıcı * İki veya daha çok maddeyi birbiri içinde dağıtmaya, karıştırmaya yarayan araçların genel adı, mikser.
    * Çeşitli besin maddelerini karıştırma veya çarpma işinde kullanılan araç veya âlet, mikser.
    * Ortalığı birbirine katan, fitneci, müfsit.
    karıştırıcılık * Karıştırıcı olma durumu, fitnecilik.
    karıştırılma * Karıştırılmak işi.
    karıştırılmak * Karıştırmak işi yapılmak.
    karıştırış * Karıştırmak işi veya biçimi.
    karıştırma * Karıştırmak işi.
    karıştırmak * Karışmak işini yaptırmak.
    * İçinde ne olduğunu anlamak veya aradığını bulmak amacıyla elle yoklamak.
    * Yemeği dibinin tutmaması için kaşıkla alt üst etmek.
    * Kurcalamak, oynamak.
    * Okumak, araştırmak, incelemek.
    * Göz atmak, üstünkörü okumak.
    * Ayırt edememek, tam olarak seçememek.
    kari * Okuyucu, okur.
    karides * Denizlerde veya tatlısularda yaşayan yüzücü, orta büyüklükte kabuklu türün adı.
    karides ağı * Karides avlamakta kullanılan bir tür ağ.
    karidesçi * Karides satan veya yakalayan (kimse).
    kariha * Düşünme gücü.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 49

    karikatür * İnsan ve toplumla ilgili her tür olayıkonu alarak abartılı bir biçimde belirten, düşündürücü ve güldürücü
    resim.
    * Beceriksizce yapılmışşey, taslak.
    karikatürcü * Karikatür çizen sanatçı, karikatürist.
    karikatürcülük * Karikatür çizme sanatı.
    karikatürist * Karikatürcü.
    karikatürize * Karikatür durumuna getirilmişolan.
    karikatürize etmek * karikatürleştirmek.
    karikatürleştirme * Karikatürleştirmek işi.
    karikatürleştirmek * Karikatür durumuna getirmek.
    * Bir şeyin, bir olayın belirtilmesi gereken özelliklerini bozarak, yererek, gülünç duruma getirerek anlatmak.
    karikatürlük * Karikatür çizmeye yarayan araç, gereç, karikatür yapmak için kullanılan malzeme.
    * Karikatür konusunu oluşturan olay.
    * Karikatür olma durumu.
    karina * Gemi omurgası.
    * Gemi teknesinin su içinde kalan bölümü.
    karina etmek (veya karinaya basmak) * gemiyi karinası ortaya çıkacak biçimde bir yanıüzerine yatırmak.
    karinalılar * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının hemen bütün kuşları içine alan büyük bir bölümü.
    karine * Karışık bir işveya sorunun anlaşılmasına, çözümlenmesine yarayan durum, ipucu.
    * Belirti.
    karine ile anlamak * sözün gelişinden çıkarmak.
    kariyer * Meslek, uzmanlık.
    kariyer yapmak * uzmanlık alanında çalışmak, uzmanlaşmak, ihtisas yapmak.
    karizma * Büyüleyicilik, etkileyicilik.
    karizmatik * Büyüleyici, etkileyici.
    karkara * Uzun bacaklılardan, bataklık bölgelerde yaşayan, kışısıcak ülkelerde geçiren, başısorguçlu turna.
    karkas * Demirli betonla yapılmışyapı.
    * Kemikli sığır eti.
    karlama * Karlamak işi.
    karlamak * Kar yağmak.
    karlanma * Karlanmak işi veya durumu.
    karlanmak * Kar ile örtülmek, kar ile kaplanmak.
    karlı * Üstünde kar bulunan.
    * Kar yağan.
    kârlı * Kârı olan, kazançlı.
    kârlı iş * İyi para getiren işveya çalışma alanı.
    karlık * Kar kuyusu.
    * Dışıhasır örgüsüyle kaplı, içinde kar veya buz koymak için bölmesi bulunan, soğutucu olarak kullanılan
    büyük şişe.
    Karluk * Eski Türk boylarından biri.
    karma * Karmak işi.
    * Ayrıtürden olan öğelerin karıştırılmasıyla oluşmuş, muhtelit.
    karma eğitim * Erkek ve kız öğrencilerin aynı okulda bir arada okumalarınısağlayan eğitim.
    karma ekonomi * Özel ve kamu kesimlerini kaynaştırma amacını güden, her iki kesimin birlikte girişimlerini ön gören
    ekonomi siyaseti.
    karma okul * Karma eğitim uygulanan okul.
    karma sergi * Birçok ressamın eserlerini sergilediği yer.
    karma tamlama * İsim tamlamasındaki isimlerden birinin veya ikisinin sıfat almasıyla kurulan tamlama: Tok evin aç kedisi.
    Yeşil köşkün lâmbası gibi.
    karmaç * Yapı işlerinde harcıkarmaya yarayan alet, mikser.
    karmak * Karıştırmak, bibirine katmak.
    * Toz durumundaki bir şeyi sıvı ile karıştırarak çamur veya hamur durumuna getirmek.
    karmakarış * Çok karışık, karmakarışık.
    karmakarışetmek * çok karışık duruma getirmek.
    karmakarışolmak * çok karışık duruma gelmek.
    karmakarışık * Dağınık, düzensiz, çok karışık.
    * Huzursuz, kararsız, karmaşık.
    karmakarışık etmek * çok karışık duruma getirmek.
    karmakarışık olmak * çok karışık duruma gelmek.
    karmalık * Karma olma durumu.
    karman çorman * Çok karışık ve düzensiz.
    karman çorman etmek * çok karışık ve düzensiz duruma getirmek.
    karman çorman olmak * çok karışık ve düzensiz duruma gelmek.
    karmanyola * Şehir içinde ıssız yolda ölümle korkutarak yapılan soygunculuk.
    karmanyolacı * Karmanyola yoluyla adam soyan kimse.
    karmanyolacılık * Karmanyolacı olma durumu.
    * Karmanyola yoluyla soygun yapma işi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 46

    kardiyolog * Kalp hastalıklarında uzmanlaşmışhekim.
    kardiyoloji * Anatomi, fizyoloji ve patolojinin kalp ile ilgili bölümleri.
    kardiyopati * Kalp hastalıklarının genel adı.
    kardiyoskleroz * Bazen atardamar sertleşmesiyle birlikte görülen kalp dokusu sertleşmesi.
    kardiyoskop * Kalp kasılmalarının incelenmesine yarayan cihaz.
    kardiyoskopi * Kalp kasılmalarının kardiyoskop ile dinlenmesi.
    kare * Kenarlarıve açıları birbirine eşit olan dörtgen, dördül, murabba.
    * Bu biçimde olan.
    * İskambil oyunlarında aynıtürden dört kâğıdın bir araya gelmesi.
    kare kare * Kareleri olan, kareli.
    karekök * Karesi verilen bir sayıya eşit olan sayı.
    karekök almak * bir sayının kare kökünü hesaplamak.
    kareleme * Karelemek işi.
    * Herhangi bir çokgenle eşdeğerli bir kare çizme; eşdeğer bir kare ile hesaplama.
    * Bir resmin, büyüterek veya küçülterek kopyasınıçıkarma yöntemi.
    karelemek * Karelere ayırmak.
    * Bir resmi büyütme veya küçültme işleminden sonra asıl örneğin oranlarınıkopyasında da elde etmek için
    bir resmi eşit sayıda karelere ayırmak.
    kareli * Karelere bölünmüş, üstünde kareleri olan; damalı, satrançlı.
    karesel bölge * Karenin sınırladığıdüzlemsel bölge.
    karesi * bir sayının kendisiyle çarpımı.
    karesini almak * bir sayıyıkendisiyle çarpmak.
    karfiçe * Orta boy demir çivi.
    karga * Kargagillerden, kanatları geniş, tüyleri kara renkte, tarla ve bahçelere çok zarar veren kuş(Corvus).
    karga * Bir şeyin asıl durumunu yitirerek, başaşağı olması.
    * Yelkenleri toplama.
    karga bok yemeden * çok erken bir saatte.
    karga burun * Burnu karga gagasına benzeyen (kimse).
    karga düleği * Acıhıyar.
    karga etmek * tulumbanın kurumuşkösele supaplarınııslatarak şişirmek için üzerinden su döküp kolu işletmek.
    * bir geminin serenlerini daha az yer tutsun diye veya yas belirtisi olarak eğik bir duruma getirmek.
    karga gibi * çok zayıf ve esmer.
    karga tulumba * Birkaç kişi birini yakalayıp elleri üstünde havaya kaldırarak.
    karga tulumba etmek * birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup kaldırmak.
    karga yürüyüşü * Çömelmişolarak, çift ayakla sıçrayarak yapılan yürüyüş.
    kargabeyni * Pekmezle tatlıyoğurt karıştırılarak yapılan yiyecek.
    kargaburnu * Uçlarıkarga gagası gibi kıvrık olan araçların ortak adı.
    * Tel bükmekte kullanılan ve uçlarısivri koni biçiminde olan metalden bir tür kıskaç.
    * Sanayide küçük ve yuva içine yerleştirilmişvidalarısökmeye yarayan ince, uzun ağızlıalet, kargaburun.
    * Kapımandalı.
    kargabüken * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri talkım durumunda olan, meyvesi zehirli
    bir ağaç (Stryhnos nux-vomice).
    * Bu ağacın striknin elde edilen tohumu.
    kargacık burgacık * (yazı için) Çarpık, düzensiz.
    kargadelen * Kabuğunun çok gevrek olmasıdolayısıyla kolay kırılan bir tür badem.
    kargagiller * Kuşlar sınıfının, ötücü kuşlar takımından, örnek hayvanıkarga olan kuşlar familyası.
    kargasekmez * Çok ıssız, sarp (yer).
    kargaşa * Kışkırtma ve karışıklık yoluyla toplumda ortaya çıkan düzen bozukluğu, anarşi.
    * Karışıklık, düzensizlik.
    kargaşa çıkarmak * gürültü patırtıya yol açmak.
    kargaşacı * Kargaşa çıkaran (kimse).
    kargaşalık * Kargaşa durumu.
    kargı * Gövdesi 5-6 m yüksekliğe erişebilen çok yıllık bir bitki (Arundo donax), kamışsaz.
    * Dalyanlarda büyük balıklar için kullanılan demir kanca.
    * Silâh olarak kullanılan, ucu sivri ve demirli uzun mızrak.
    kargılama * Kargılamak işi.
    kargılamak * Kargı ile yaralamak veya öldürmek.
    kargılık * Fişeklerin konulduğu meşin kuşaklıfişeklik.
    * Kamışyetişen yer.
    kargıma * Kargımak işi, lânet.
    kargımak * Birine, Tanrı’nın, insanların sevgi ve ilgisinden yoksun kalıp nefretlerine uğramasıdileğinde bulunmak,
    ilenmek, lânet etmek, lânetlemek.
    kargın * Eriyen karların oluşturduğu akarsu.
    * Karla karışık yağan yağmur.
    kargın * Marangozlukta kullanılan bir tür büyük rende.
    Kargın * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    kargış * Kargımak işi veya bu maksatla söylenen sözler, lânet, telin, beddua, alkışkarşıtı.
    kargışetmek (veya vermek) * kargımak, kargışlamak, lânet etmek.
    kargışlama * Kargışlamak işi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 47

    kargışlamak * Kargımak.
    kargışlı * Tanrı’nın ve insanların nefretine, lânetine uğramış, mel’un, lânetli.
    kârgir * Bkz. kâgir.
    kargo * Yük taşıyan gemi.
    * Uçak, gemi vb.bir taşıtla taşınan eşya, yük.
    kargocu * Kargo işiyle uğraşan kimse.
    kargoculuk * Kargocunun yaptığı iş.
    karha * Bkz. ülser.
    karı * (genellikle iyelik ekleriyle) Bir erkeğin evlenmişolduğu kadın, eş, refika, zevce.
    * Kadın.
    * Yaşlı, ihtiyar.
    karıağızlı * Dedikodu yapan (erkek).
    karı gibi * korkak, dönek (erkek).
    karıkoca * Birbirleriyle evlenmişkadın ve erkek.
    karıkocalık * Karıkoca olma durumu.
    kârı olmamak * yapabileceği işolmamak.
    karık * Kar yağmış bir alana bakma sonucu ortaya çıkan göz kamaşması.
    * Karlı bir alana bakma sonucu kamaşmış(göz).
    karık * Bağve bahçe sulamak için açılmışsu yolu, ark.
    * Bu arklar arasında kalan toprak parçası.
    * Sabanla açılan çizi.
    karıklama * Meralarda yüzey akışınıönlemek ve toprak nemini uzun süre koruyarak vejetasyonu geliştirmek için, 1-1,5
    m aralıklarla 10-15 cm kesitinde tesviye eğrilerine paralel küçük hendeklerin açılması.
    karıklamak * Karık (I) açmak.
    karıkma * Karıkmak işi.
    karıkmak * (göz) Fazla ışıktan kamaşmak.
    * (göz) Kar yağmış bir alana bakmaktan kamaşmak.
    karılaşma * Karılaşmak işi.
    karılaşmak * (erkek için) Huylarıkadın huylarına benzemek, kadın gibi davranmak.
    karılı * (herhangi bir nitelik veya nicelikte) Karısı olan.
    karılıkocalı * Karıkoca birlikte.
    karılık * Kadın olma durumu.
    * Evli kadının kocasına göre olan durumu veya görevi.
    karılık etmek * (evli bir kadın) kocasına olan görevini yerine getirmek.
    * (erkek için) döneklik etmek, hile yapmak.
    karılma * Karılmak işi.
    karılmak * Karmak işi yapılmak, karışmak.
    * (hayvan) Çiftleşmek.
    karım köylü * Karısıköylü.
    * Kılı bık.
    karıma * Karımak işi.
    karımak * Yaşlanmak, kocamak, ihtiyarlamak.
    karın * İnsan ve hayvanlarda gövdenin kaburga kenarlarından kasıklara kadar olan ön bölgesi.
    * Döl yatağı, rahim.
    * (bazışeylerde) Şişve içi boş bölüm.
    * Mide.
    * İç, gönül, akıl, kafa.
    * gelen ve yansımışdalgaların girişimiyle oluşan duraklıdalgalarda en büyük genlikte titreşen noktalar.
    karın ağrısı * Karında duyulan ağrı.
    * Çekilmez, sevilmeyen kimse veya adı, niteliği bilinmeyen şey.
    karın boşluğu * Kaburga kemikleriyle kalça kemiklerinin arasında vücudun her iki yanında bulunan bölge.
    karın çatlağı * Karın fıtığı.
    karın doyurmak * geçinmek.
    karın zarı * Karın boşluğunun içini, bu boşluğun içinde bulunan bağırsakları, öbür organlarıkaplayan ve tutan zar,
    periton.
    karın zarı iltihabı * Bkz. karın zarıyangısı.
    karın zarıyangısı * Karın zarının had veya kronik iltihabı, peritonit, karın zarı iltihabı.
    karınca * Zar kanatlılardan, birçok türü bulunan böceklerin genel adı(Formica).
    * Madenlerde, döküm sırasında arada hava kalmaktan veya pastan ileri gelen ufak boşluk.
    karınca asidi * 343 formik asit.
    karınca belli * Beli çok ince olan.
    karınca duası * Bereket getirdiğine inanılan dua.
    karınca duası gibi * çok küçük, sık ve okunaksız (yazı).
    karınca kaderince * Bkz. karınca kararınca.
    karınca kararınca * Az da olsa, elinden geldiği kadar.
    karınca kuşu * Karıncayiyen.
    karınca kuşugiller * Karıncayiyengiller.
    karınca yuvası * Karıncaların barındığıyer.
    karınca yuvası gibi kaynamak * çok kalabalık ve hareketli olmak.
    karıncaezmez * Çok merhametli, ince duygulu (kimse), karıncaincitmez.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 44

    karartılma * Karartılmak işi veya durumu.
    karartılmak * Karanlık duruma getirilmesini sağlamak.
    karartma * Kararmak işi.
    * Savaşdurumunda düşman uçaklarından korunma amacıyla ışıklarıörtme veya söndürme biçiminde alınan
    önlemlerin bütünü.
    karartmak * Rengini karaya çevirmek, esmerleştirmek, siyahlaştırmak.
    * Karanlık duruma getirmek.
    * (ışığı) Kısmak veya örtmek.
    * Kötü bir duruma getirmek.
    karasakız * Zift.
    karasal * Kara (I) ile ilgili, berrî.
    karasal iklim * Bkz. kara iklimi.
    karasal kumul * Deniz kıyısından uzak, çöllerde oluşan kumul.
    karasal oluşuk * Yer kabuğunun kara bölümündeki katmanlarında olan oluşuk.
    karasığır * Orta Anadolu’da yetişen, sert ve kurak iklime dayanıklı, küçük yapılı bir sığır türü.
    karasinek * Böcekler sınıfının çift kanatlılar takımından, insan ve evcil hayvanların kanınıemen, görünüşü ev sineğine
    benzeyen bir eklem bacaklıtürü (Stomoxys calcitrans).
    karasu * Çoğunlukla gözün iç basıncın çoğalmasıyla kendini gösteren, körlüğe sebep olabilen bir göz hastalığı,
    glokum.
    karaşın * Esmer, sarışın karşımı.
    karataban * İpek böceklerinde genişçapta ölüme yol açan kelebek hastalığı.
    karatavuk * Karatavukgillerden, tüyleri kara, meyve ve böceklerle beslenen ötücü kuş(Turdus merula).
    karatavukgiller * Omurgalıhayvanların kuşlar sınıfından, ardıç kuşlarınıve kızılkuyrukları içine alan bir familya.
    karate * Ayak ve yumruk vuruşlarıüzerine kurulu, Japon kökenli bir dövüşyöntemi.
    karateci * Karate yapan kimse.
    karaturp * Turpgillerden, etli, iri beyaz köklü çok yıllık bir bitki (Raphanus sativusvar niger).
    karavan * Bir otomobilin arkasına takılan, insan taşımaya yarayan, tekerlekli, üstü kapalıaraç.
    karavana * En çok orduda erlerin yemeğini dağıtmada kullanılan, çok miktarda yiyecek alan, kenarlarıdik, derince
    metal kap.
    * (genellikle orduda veya yatılı okul ve ceza evlerinde) Yemek.
    * İnce, yassıelmas.
    * Atıştaliminde hedef tahtasını bile vuramama.
    karavana borusu * Yemek vaktinin geldiğini bildiren boru sesi.
    karavana çıkmak * yemek hazırlanmak veya gelmek.
    karavanacı * Karavanayıtaşıyan (asker).
    * Hedef tahtasınıvuramayan kimse.
    karavanadan yemek * toplu durumda aynıkaptan yemek.
    karavaş * Savaşta tutsak edilen veya satın alınan ve sahibinin üzerinde tam bir kullanma hakkı bulunan kadın.
    karavaşlık * Karavaşolma durumu.
    karavel * Çift motorlu bir uçak türü.
    karavelâ * Büyük deniz teknesi.
    * Gemilerde denizcilik kurallarına aykırıdurum.
    karavide * Bkz. kerevit.
    karaya * Eczacılıkta kullanılan ve çürümeyen bir bitki.
    karaya ayak basmak * deniz, göl vb. den karaya çıkmak.
    * deniz taşıtından karaya çıkmak.
    karaya çıkarmak * göl veya denizden karaya çıkmasını sağlamak.
    karaya düşmek * (deniz içinde bulunan bir şey) akıntıveya dalga ile kıyıya atılmak.
    karaya oturmak * (gemi) denizin sığbölümüne saplanıp kalmak.
    karaya vurmak * denizden karaya atılmak.
    karayaka * Doğu Karadeniz kıyı bölgesinde yetişen, uzun kuyruklu, beyaz renkli koyun türü.
    karayandık * Deve dikeni.
    karayanık * Karakabarcık, yanıkara, şarbon.
    Karayca * 343 Karaimce.
    karayılan * Boyu uzun, başı iri pullarla örtülü, zararıhayvanlarıyediği için tarıma yararlı, tehlikesiz bir yılan (Coluber).
    karbojen * Bileşiminde yüzde 95 oksijen ve yüzde 5 karbondioksit bulunan gaz karışımı.
    karboksil * Organik asit grubunda bulunan -COOH formülündeki tek değerli köklere verilen ad.
    karboksilik * Korboksilli.
    karboksilli * Yapısında bir veya birçok karboksil koku bulunan (maddeler), karboksilik.
    karbon * Atom numarası6, atom ağırlığı12 olan, doğada elmas, grafit gibi billûrlaşmışveya maden kömürü, linyit,
    antrasit gibi şekilsiz olarak bulunan element. KısaltmasıC.
    karbon dönemi * Birinci çağın dördüncü dönemi ve bu dönemde oluşmuşyer katmanları, karbonifer.
    karbon kâğıdı * Aynızamanda hem yazmak hem de kopya çıkarmak için yazıkâğıtlarının arasına konulan bir yüzü boyalı
    kâğıt.
    karbonado * Kara elmas.
    karbonat * Karbonik asidin bazlarla birleşerek oluşturduğu tuzların genel adı.
    * Sodyum bikarbonat.
    * Genellikle sindirimi kolaylaştırmak için suya katılan kimyasal birleşim.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 45

    karbonatlama * Karbonik asit alabilen maddelere bu gazıvererek onlarıkarbonat durumuna dönüştürme.
    karbonatlamak * Karbonat durumuna dönüştürmek.
    karbonatlı * İçinde karbonat olan.
    karbondioksit * Renksiz, kokusuz, yoğunluğu 152,0°C de ve 36 atmosfer basıncında kolayca sıvılaşan ekşimsi tatta bir gaz
    (CO2).
    karbonhidrat * Yağlar ve yumurta akımaddeleri yanısıra, insan ve hayvanların organik besinlerinden en önemlisi olan
    organik kimya birleşiklerinin genel adı.
    karbonifer * Karbon dönemi.
    karbonik * Karbonla ilgili olan.
    karbonik asit * Bir karbonla iki oksijenin birleşmesiyle oluşan bir gazın suda erimişdurumuna verilen ad. Bu gaz, organik
    veya başka karbonlu maddelerin çürümesinden, yanmasından, bitkilerin ve canlıların solunumundan oluşur.
    karbonil * Birleşme değeri 2 olan karbonmonokside verilen ad.
    karbonit * Karbon grubundan basit madde.
    karbonizasyon * Hayvansal lifler içinde bulunan bitkisel kısımların veya selülozik liflerin giderilmesi için asitlerle sıcaklık
    etkisi altında işlem görmesi.
    karbonlama * (metalürjide) Çeliğe karbon verme işlemi.
    karbonlamak * Bir maden veya alaşımıkarbon bakımından zenginleştirmek.
    karbonlaşma * Karbonlaşmak işi.
    karbonlaşmak * Karbon durumuna gelmek, kömürleşmek.
    karbonlu * Birleşiminde karbon bulunan.
    karbonmonoksit * 0,97 yoğunluğunda, renksiz, kokusuz bir gaz. Bol miktarda ısıaçığa çıkararak mavi bir alevle yanar ve hava
    ile birleşerek bir çok uygulama alanı olan patlayıcı bir karışım oluşturur (CO).
    karborundum * Aşındırıcımadde olarak kullanılan silisyum karbürün ticaretteki adı.
    karbür * Karbonun başka bir elementle birleşmesinden oluşan madde.
    karbüratör * Patlamalımotorlarda akaryakıtı buharlaştırıp hava ile karışmasınısağlayan cihaz.
    karbürleme * (metalürjide) Madenî bir ürünün karbon bakımından zenginleştirilmesi.
    karcığar * Klâsik Türk müziğinde hareketli bir makam.
    karda yürüyüp (gezip) izini belli etmemek * kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli işçevirmek.
    kardaş * Kardeş.
    kardelen * Nergisgillerden, baharda çok erken çiçek açan ve eczacılıkta kullanılan soğanlı bir bitki (Galanthus nivalis).
    kardeş * Aynıana babadan doğmuş, veya ana babalarından biri aynı olan çocukların birbirine göre adı.
    * Yaşça küçük olan kardeş.
    * Aralarında çok değer verilen ortak bir bağbulunanlardan her biri.
    * Seslenme sözü olarak kullanılır.
    kardeşkanı * Soy ve ırk bakımından aralarında yakınlık bulunma, kan bağı.
    kardeşkardeş * Dostlukla, dostça, sevgiyle.
    kardeşkardeşi atmış, yar başında tutmuş * kardeşler ne kadar geçimsiz olsa, kötü bir durumda birbirlerine yardım ederler.
    kardeşkavgası * Bir ülkede yurttaşların birbirlerine karşıt düşüncelerinden doğan silâhlıçatışma.
    kardeşokul * Bir okulun, toplumsal ve kültürel bakımdan yardıma ihtiyaç duyduğu için seçtiği ve türlü yardımlarda
    bulunduğu okul.
    kardeşparti * Belli bir ortak amaca yönelen siyasî toplulukların her biri.
    kardeşpayı * Yarıyarıya bölüşme; eşit paylarla bölüşme.
    kardeşşehir * Ülkemizdeki bir şehirle yabancı bir ülkedeki bir şehir arasında ilişkileri özel olarak geliştirmeyi ve
    yakınlaştırmayıkabul eden şehirlere verilen genel ad.
    kardeşçe * Kardeşe yaraşır (biçimde), dostça, içtenlikle.
    kardeşkanı * Kardeşkanıağacından alınan, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan, koyu renkte bir sakız.
    kardeşkanıağacı * Baklagillerden, en çok Asya’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç (Draceane draco).
    kardeşlenme * Kardeşlenmek işi.
    kardeşlenmek * (ekin için) Bir kökten birkaç sap birden üremek.
    kardeşlik * Kardeşolma durumu, uhuvvet.
    * Kardeşkadar yakın sayılan kimse, yakın dost.
    * Seslenme sözü olarak kullanılır.
    * Birlik, beraberlik.
    kardeşlik etmek * kardeşgibi hareket etmek, kardeşçe davranmak.
    kardırma * Kardırmak işi.
    kardırmak * Karmak işini yaptırmak.
    kardinal * Papayıseçen, danışmanlığınıyapan başpapazlardan her biri.
    kardinal kuşu * İspinozgillerden parlak, kırmızırenkli, iri gagalı, tepelikli, ötücü bir kuştürü (Cardinalis cardinalis).
    kardinallik * Kardinal olma durumu.
    * Kardinalin görevi veya makamı.
    kardiyak * Kalple ilgili.
    * Kalp hastalığı olan kimse.
    kardiyograf * Kalbin hareketlerini, grafik biçiminde kaydeden cihaz, elektrokardiyograf.
    kardiyografi * Kalp hareketlerini kaydetme yöntemi, elektrokardiyografi.
    kardiyogram * Kardiyografın kaydettiği kalp hareketlerinin çizgilerle gösterilmişgrafiği, elektrokardiyogram.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 42

    karakoncolos * Çocuklarıkorkutmak için kendisinden söz edilen, gerçek dışı bir yaratık, umacı, hayalet.
    * Çok çirkin kimse.
    karakter * Bir nesnenin, bir bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış
    biçimlerini belirleyen ana özellik, öz yapı, seciye.
    * Bir kimsenin veya bir insan grubunun tutumu; duygulanma ve davranış biçimi.
    * Üstün, manevî özellik.
    * Basımda harf türü.
    * Bireyin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüşve
    hareketlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü.
    * Bir eserde duygu, tutku ve düşünce yönlerinden ele alınan kimse.
    karakteristik * Bir kimse veya nesneye özgü olan (ayırıcınitelik), tipik.
    * Bir logaritmanın tam birimler anlatan bölümü.
    karakterize * Ayırıcıniteliği ortaya konulmuş, ayırt edilmiş.
    karakterize etmek * ayırıcıniteliğini ortaya koymak, ayırt etmek.
    karakterli * Herhangi bir karakteri olan.
    * Karakteri sağlam olan.
    karakteroloji * İnsanlarda karakterin gelişmesini ve özelliklerini inceleyen bilim dalı.
    karaktersiz * Karakteri kötü olan.
    karaktersizlik * Güvenilir karakteri olmama durumu.
    karakucak * Kökeni Orta Asya’ya kadar uzanan, en eski, yağsürülmeden, serbest biçimindeki geleneksel Türk güreşi.
    karakul * Asıl yurdu Buhara’da Karakul bölgesi olan ve yurdumuzda da yetiştirilen, tüyleri uzun ve kıvırcık bir cins
    koyun.
    karakulak * Kedigillerden, çakala benzer vahşî bir hayvan (Caracal melanotis).
    karakulak * Osmanlıİmparatorluğunda emir çavuşu, haberci.
    karakuş * Kartal türünden karakuşlara verilen ad.
    karakuş * Atların ayaklarında şişyapan bir hastalık.
    karakuşî * Kanun, kural, mantık ölçülerine dayanmayan.
    karalâhana * Yapraklarıkoyu yeşil olan bir tür lâhana.
    karalâhana çorbası * Karalâhana yapraklarının ince ince kıyılmasından sonra tere yağı, kuru fasulye, mısır yarmasıve baharat ile
    pişirilmesiyle hazırlanan sulu bir yemek.
    karalama * Karalamak işi.
    * El alıştırmak için çok tekrarlanarak yazılan yazı.
    * Üstünde düzeltmeler yapılan, temize çekilmemişyazıtaslağı, müsvedde.
    * Leke sürme, kötülük yükleme.
    karalama defteri * Karalamaların yapıldığıdefter, müsvedde defteri.
    karalamak * Boya veya kalemle birtakım şekiller çizerek bir yeri kirletmek.
    * Bir yazının üzerini çizerek onu geçersiz kılmak.
    * Taslak olarak yazmak veya çizmek.
    * Leke sürmek, kötülük yüklemek, iftira etmek.
    * Hızlıve acele olarak yazmak.
    karalanma * Karalanmak işi.
    karalanmak * Karalamak işi yapılmak.
    * Kara duruma gelmek.
    * Leke sürülmek, kötülük yüklenmek.
    karalar bağlamak (veya giymek) * yas tutmak.
    karalatma * Karalatmak işi.
    karalatmak * Karalamak işini yaptırmak.
    karalayış * Karalamak işi veya biçimi.
    karaleylek * Leylekgillerden, gagasıaşağıdoğru kıvrık, tüyleri kara, uzun bacaklı bir kuş, çeltik gagası(Ciconia nigra).
    karalı * Karası(II) olan.
    * Üzeri kalemle karalanmış.
    karalı beyazlı * Üzerinde hem kara hem beyaz bulunan.
    karalık * Kara olma durumu.
    * Karaya çalan leke.
    karaltı * Uzaklık veya karanlık sebebiyle kim veya ne olduğu seçilemeyen, belli belirsiz, koyu renkli biçim.
    * Hafif karanlık, leke.
    karama * Karamak işi.
    karamak * Hor görmek.
    * Karalamak, kara çalmak, lekelemek.
    * Kötülemek, yermek.
    karaman * Orta Anadolu’da yetiştirilen, kuyruğu iri ve yağlı bir tür koyun.
    karamandola * Daha çok ayakkabıyüzü yapılan bir çeşit sağlam ve parlak kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmış.
    Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu * bir şeye tam güvenmeyip ileride nasıl olacağını beklemek gerekir.
    karambol * Bilârdo oyununda istaka ile vurulan bilyenin öbürlerine dokunması.
    * Çarpışma, birbirine çarpma, karışıklık, karmaşa.
    karambole getirmek * karışıklıktan yararlanarak birini aldatmak.
    * bir işi aşırı bir çabuklukla yaparak gereken özeni göstermemek.
    karamelâ * Eritilmişve birazıyakılmışşekerle yapılan şekerleme.
    karamsar * Kötümser, bedbin, meyus, pesimist.
    karamsar olmak * kötümserliğe kapılmak, bedbin olmak.
    karamsarlaşma * Kötümserleşme.
    karamsarlaşmak * Kötümserleşmek.
    karamsarlaştırma * Karamsarlaştırma işi.
    karamsarlaştırmak * Karamsar etmek.
    karamsarlık * Kötümserlik, meyusiyet, bedbinlik, pesimizm.
    karamuk * Karanfilgillerden, ekin tarlalarında biten, yapraklarıkarşılıklı, çiçeği pembe mor renkte, zararlı bir bitki
    (Agrostemmagithago).
    * Vücutta kara renkli kabarcıklara sebep olan bir hastalık.
    * Koyunlarda görülen bir tür hastalık.
    karamusal * Çifte demir atıldığında geminin dönmesiyle zincirlerin karışmasınıönlemek için kullanılan x biçiminde ve
    fırdondüye bağlızincir düzeni.
    Karamusal (veya Karamürsel) sepeti * önemsiz kimse veya şey.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 43

    Karamusal (veya Karamürsel) sepeti sanmak * bir kimse veya şeyi ufak, önemsiz saymak.
    karanfil * Karanfilgillerden, güzel renkli çiçekler açan bir süs bitkisi (Dianthus caryophyllus).
    * Mersingillerden, Molük adalarında, Filipinler’de ve Hindistan’da yetişen bir ağaç (Caryophyllus
    aromaticus).
    * Bu ağacın karanfil yağıelde edilen ve baharat olarak kullanılan, ağız kokusunu gideren, acımsı, koyu renkli,
    küçük çivi biçimindeki tomurcuğu.
    karanfil yağı * Karanfilin tomurcuklarından elde edilen uçucu yağ.
    karanfilci * Karanfil yetiştiricisi.
    karanfilgiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi karanfil olan, çöven, karamuk, sabun otu ve benzeri cinsleri içine alan bir
    familya.
    karanfili sıkmak * tehlikelere ve güçlüklere göğüs gerebilmek.
    karanlığa gömülmek * koyu karanlık içinde kalmak.
    * büyük sıkıntıve keder içinde kalmak.
    karanlığa kalmak * varılacak yere varmadan akşam olmak.
    karanlığıdeşmek (veya yırtmak) * karanlıkta görmeye çalışmak, aydınlığa çıkmak için çaba harcamak.
    * Büyük sıkıntıve üzüntüden kurtulmak için çabalamak.
    karanlık * Işığı olmayan, bütünü veya bir parçasıışıktan yoksun olan.
    * Işık olmama durumu.
    * Gereğince anlaşılıp bilinemeyen, ne olacağı, sonu belli olmayan (durum).
    * Yasalara, töreye uygun olmayan; karışık.
    * Üzüntü, sıkıntı, perişanlık.
    karanlık basmak (veya çökmek) * (hava) kararmak.
    karanlık etmek * bir şeyin önünde durarak görünmesine engel olmak.
    karanlık oda * Fotoğraf camı banyosu, röntgen muayenesi gibi işlerin yapıldığıışıksız oda.
    karanlıkta göz kırpmak * bir şeyi anlatmak isterken karşısındakinin anlayamayacağı bir işarette bulunmak veya bir söz söylemek.
    karantina * Bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir yerden gelen kişileri, gemileri ve malları geçici olarak ayırma
    biçiminde alınan önlem.
    * Hastahanelerde, yatacak hastaların kayıt ve kabul edildikleri yer.
    karantina müddeti * 343 karantina süresi.
    karantina süresi * Karantina için gerekli olan ve öngörülen süre.
    karar * Bir işveya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı.
    * (herhangi bir durum için) Tartışılarak verilen kesin yargı.
    * Bu yargıyı bildiren belge.
    * Değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik.
    * Türk müziğinde, taksim yaparken ana makama dönüş.
    * (hava için) Değişmez olma.
    * Tam ölçüsünde, ne az ne çok.
    karar almak * bir davayı, bir sorunu sonuca bağlamak.
    karar altına almak * karar vermek, kararlaştırmak.
    karar bulmak * kararlı bir durum almak; yatışmak.
    karar kılmak * birçok şeyi deneyip birini seçmek.
    karar vermek * bir sorunu karara bağlamak, kararlaştırmak.
    karara bağlamak * bir davayı, bir sorunu çözümlemek, sonuçlandırmak.
    karara kalmak * (dava için) görüşülmesi bitip yargıcın kararını beklemek.
    karara varmak * bir konuda anlaşmak, bir şeyi kararlaştırmak.
    karargâh * Bir birlik veya kurumun, kumandan ile yardımcışube ve bölümlerinden oluşan kuruluş.
    * Ordunun uzun bir süre veya geçici olarak konakladığıyer.
    * Durulan veya kalınan yer.
    kararınca * Gerektiği ölçüde.
    kararında bırakmak * ölçüyü aşmamak.
    kararış * Kararmak işi veya biçimi.
    kararlama * Kararlamak işi.
    * Kararlayarak (yapılan), tahminî.
    kararlamadan * Kararlama yoluyla, görmeden.
    kararlamak * Ölçü ve tartıya dayanmaksızın, gözle oranlayarak hesaplamak, tahmin etmek.
    kararlaşma * Kararlaşmak işi.
    kararlaşmak * Bir şey için karar verilmek.
    kararlaştırılma * Kararlaştırılmak işi.
    kararlaştırılmak * Kararlaştırmak işi yapılmak.
    kararlaştırma * Kararlaştırmak işi.
    kararlaştırmak * Bir konunun, bir işin herhangi bir yolda yapılmasıyla ilgili kesin düşünce belirtmek, tayin etmek.
    kararlı * Kararında direnen, kararınıdeğiştirmeyen, kesin karar vermişolan.
    * Düzenli, dengeli, ölçülü, istikrarlı.
    kararlıdalga * 343 duraklıdalga.
    kararlıdenge * Bir güç etkisiyle hareket ettikten sonra gene aynıduruma gelen cisimlerin konumunu anlatır.
    kararlılık * Kararlı olma durumu, istikrar.
    kararma * Kararmak işi.
    * Görüntülerin gittikçe kararıp görünmez duruma geçmesine dayanan bir noktalama çeşidi.
    kararmak * Rengi karaya dönmek, siyahlaşmak.
    * (ışık) Sönmek, kısılmak veya gücü azalmak.
    * (ateş) Sönmeye yüz tutmak.
    * (iç, ruh gibi sözlerle) Kederlenmek, canısıkılmak.
    * Niteliğini yitirmek.
    kararname * Cumhurbaşkanının onayladığıhükûmet kararı.
    * Bakanlar Kuruluna verilen yetkilere dayanarak alınan karar.
    * Bu kararı bildiren resmî yazı.
    kararsız * Kararı olmayan, karar vermekte güçlük çeken, bir kararda durmayan; duruksun, mütereddit.
    * Düzensiz, istikrarsız.
    kararsız denge * Denge durumundaki cismin küçük bir yer değiştirmesiyle bozulan denge.
    kararsızlık * Kararsız olma durumu, tereddüt.
    * Düzensizlik, istikrarsızlık.
    karartı * Karaltı.
    * Kararmışyer, siyahlık.