karşıtlaşma | * Karşılaştırmak işi. |
karşıtlaşmak | * Birbirine karşıt olmak. |
karşıtlı | * Karşıtlık, zıtlık gösteren, tezatlı. |
karşıtlık | * Karşıt olma durumu, zıddiyet, mübayenet, tezat, kontrast. * Bir teoremin karşıtının da doğru olmasıdurumu. * İki organ, iki sistem arasındaki görevlerin zıt olmasıdurumu. * Başkalarının istek, dilek veya buyruklarının tersine davranma eğilimi. |
kart | * Gençliği ve körpeliği kalmamış. |
kart | * Düzgün kesilmişince karton parçası. * Bir kimsenin kimliğini gösteren, kutlamalarda veya kendini tanıtmada kullanılan, çoğunlukla beyaz, küçük, ince karton parçası, kartvizit. * Açık mektuplaşmada kullanılan, bir yüzü adrese, öbür yüzü yazıya ayrılmışolan karton parçası. * Kartpostal. * Bazıyerlere girmek veya bazışeylerden yararlanmak için verilen, kimliği belirten belge. * Oyun kâğıdı. |
kart basmak | * işçiler işyerine girişve çıkışta gelip gittikleri bir makine aracılığı ile belirtmek. |
kart çıkarmak | * hakem kural dışı hareket eden oyuncuya uyarıveya cezalandırma amacı ile sarıveya kırmızıkart göstermek. |
kartal | * Kartalgillerden, genel olarak kızıl siyah tüylü, çok güçlü, yuvasınıyüksek kayalıklar üzerinde kuran, iri bir yırtıcıkuş(Aquila). |
kartal ağacı | * Dulaptal otugillerden, Hindistan’da yetişen, odunu öd ağacı gibi kokan bir ağaç. |
kartalgiller | * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının, kartallar takımının gündüzyırtıcılarıalt takımına giren büyük bir familyası. |
kartallar | * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının karinalılar bölümüne giren bir takım. |
kartallı | * Kartalı olan. * Üzerinde kartal resmi bulunan. |
kartallıeğrelti otu | * Yurdumuzun kıyı bölgelerinde sık rastlanan, yaprak sapının enine kesiti mikroskop altında iki başlı bir kartalıandıran, büyük yapraklı bir eğrelti türü (Pteridium aquilinum). |
kartalma | * Kartalmak işi. |
kartalmak | * Yaşlanmak, kartlaşmak. |
kartaloş | * Kartlaşmış, yaşı geçkin. |
kartaloz | * Bkz. kartaloş. |
kartça | * Gençliği azalmış, yaşı geçkince. |
karteks dolabı | * Bilgi kartlarının bulunduğu kutu veya çekmecelerin içinde muhafaza edildiği, ayrıca ön kısmıdüz veya stor kapak ile kilitlenebilen mobilya. |
kartel | * Tekelci sermaye piyasasında, birtakım ticaret, üretim kuruluşlarının, daha çok kazanmak veya başka kuruluşlara karşıtutunabilmek gibi amaçlarla aralarında kurduklarıdayanışma birliği. |
kartel | * Gemilerde içlerine içme suyu konulan, ortası basık, küçük fıçı. |
kartelâ | * Tombala gibi bazı oyunlarda sayıların yazılı olduğu kart. * Tulûat tiyatrosunun kapısına asılan tabelâ. |
kartelleşme | * Kartel kurma işi. |
kartelleşmek | * Kartel kurmak. |
Kartezyen | * Dekartçı. |
Kartezyenizm | * Dekartçılık. |
kartlaşma | * Kartlaşmak işi. |
kartlaşmak | * Kart duruma gelmek. |
kartlık | * Kart olma durumu. |
kartograf | * Haritacı. |
kartografi | * Haritacılık. |
kartografik | * Haritacılıkla ilgili. |
karton | * Kâğıt hamuruyla yapılan, ayrıca içinde bir veya birkaç lif tabakası bulunan kalın ve sert kâğıt. * On paket sigarayı bir araya getiren ambalâj. * Tombala oyununda çekilen numaraların işaretlendiği kart. * Kamu kurum veya kuruluşlarında imzaya sunulan evrakların yerleştirildiği ciltli büyük defter. * Seri hâlinde canlandırılan, karakterleri hayvan olan çizgi film. |
kartoncu | * Karton işi veya eşya yapan veya satan kimse. |
kartonlama | * Kartonlamak işi. |
kartonlamak | * Karton yerleştirmek veya kartonla kaplamak. |
kartonpiyer | * Yapılarıkabartmalarla bezemek için çoğunlukla duvar ve tavan ara kesitleriyle tavan göbeklerinde kullanılan, sertleştirilmişmukavva veya kıtıklıalçı. |
kartonumsu | * Karton görünümünde veya sertliğinde olan. |
kartopu | * Kardan yapılmışve sıkıştırılmışyuvarlak. * Beyaz ve tombul. * Hanımeligillerden, birçok türü süs bitkisi olarak yetiştirilen, zeytinimsi, meyvemsi, kırmızırenkte bir ağaççık (Viburnum). |
kartotek | * Kartlar üstüne işlenmiş bilgilerin düzenli bir dizgeye göre derlenmesi. * Bu biçimde derlenmişkartların saklandığıkutu, dolap vb. |
kartpostal | * Genellikle dik dörtgen biçiminde ince kartondan yapılmış, bir yüzü resimli posta kartı, kart. * (fotoğrafçılıkta) 9×12 cm boyutlarındaki resim. |
kartpostalcı | * Kartpostal basan veya satan kimse. |
kartuk | * Büyük tarla tarağı. |
kartuş | * Merminin, içine barut doldurulmuşsilindir biçimindeki bölümü. * Dolma kalem içine yerleştirilen mürekkep dolu tüp. |
kartvizit | * Kart (II). |
Karun | * Din kitaplarıve efsanelerde geçen, çok zengin olduğu söylenen kişi. * (küçük k ile) Çok zengin kimse. |
karyağdı | * Üstü benek benek beyaz olan (kumaş). |
karye | * Köy. |
karyokinez | * Çok hücreli canlılarda hücrenin belli evrelerden geçerek çoğalması, mitoz. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 52
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 53
karyola * Üzerine yatak yapılıp yatılan tahta veya metal kerevet. kas * Tellerden oluşan ve kasılarak vücut hareketlerini sağlayan organ ve bu organın telsi dokusu, adele. kas doku * Canlının hareketini sağlayan, kasılabilen telleri kapsayan hücreler topluluğu. kas tutukluğu * İşe alıştırılmamışkasların çalışma durumunda duyulan ağrıve sızı. kasa * Para veya değerli eşya saklamaya yarayan çelik dolap.
* Ticarethanelerde para alınıp verilen yer.
* Bazı oyunlarda oyunu yönetme veya para karşılığında fişverme işi.
* Vagon, kamyon veya traktörün yük taşımak için şasiye bağlanmışüst bölümünü oluşturan parça.
* Tahta veya sentetik maddelerden yapılmış, dört köşe, sağlam ambalaj parçası, sandık.
* (basımcılıkta) Dizgi harflerinin konulduğu gözlerden oluşan tabla.
* Kapıve pencerelerin sabit olarak tutturulduğu asıl çerçeve.
* Biribiri üzerine istif edilerek yüksekliği ayarlanabilen atlama aracı.kasa defteri * İşletmelerde günlük alışverişhareketlerinin kaydedildiği defter. kasa fişi * Satın aldığımal veya hizmet için ödediği para karşılığında müşteriye yazar kasadan çıkarılarak verilen küçük
kâğıt belge.kasa sayımı * Günlük kasa mevcudunun, kasanın devredilmesinden önce, sayılıp belirlenmesi. kasaba * Şehirden küçük, köyden büyük, henüz kırsal özelliklerini yitirmemişolan yerleşim merkezi. kasabacık * Küçük kasaba. kasabalı * Kasaba halkından olan. kasacı * Veznedar, vezneci. kasadar * Ticarî kuruluşlarda kasada oturup para alıp veren kimse. kasalama * Kasalamak işi. kasalamak * Kasalara yerleştirmek. kasalanma * Kasalanmak işi. kasalanmak * Kasalara yerleştirmek. kasalı * Kasası olan. kasalık * Kasa yapımına elverişli ince dilinmiştahta. kasap * Sığır, koyun gibi eti yenecek hayvanlarıkesen veya dükkânında perakende olarak satan kimse.
* Bu alışverişin yapıldığıdükkân.
* Kan dökücü, hunhar.kasaphane * Kesim evi, mezbaha, kanara. kasaplık * Kasap olma durumu veya kasabın yaptığı iş.
* Kesim evine gönderilip kesilmek için ayrılmış(hayvan).
* Kan dökücülük, hunharlık.kasar * Bkz. kastar. kasara * Geminin başve kıç tarafında, asıl güverteden yüksek olan kısa güverte. kasatura * Süngü gibi, tüfeğin namlusu ucuna takılan veya bel kayışına asılı olarak taşınan bir çeşit bıçak. kasavet * Üzüntü, tasa, kaygı, sıkıntı. kasavet çekmek * üzülmek, tasalanmak. kasavet etmek * üzülmek, kaygılanmak. kasavetlenme * Kasavetlenmek işi. kasavetlenmek * Kasavet sahibi olmak. kasavetli * Üzüntülü, sıkıntılı, tasalı, kaygılı. kasavetsiz * Üzüntüsüz, sıkıntısız, tasasız, kaygısız. kasayıdevretmek * işletmelerde nöbetleşe çalışan kasadarlar kasa mevcudunu birbirine aktarmak. kâse * Cam, çini, toprak vb. den yapılmışderince çanak. kâsecik * Küçük kâse.
* Kulağın dolambacında bulunan ve lenf ile dolu olan küçük zarsı organ.kâseletme * Kâseletmek işi. kâseletmek * Kâse kullanarak işyapmak. kasem * Ant içme, yemin etme. kaset * İçinde, görüntü ve seslerin kaydedildiği, gerektiğinde yeniden kullanılmasınısağlayan bir manyetik şeridin
bulunduğu küçük kutu.kasetçalar * Ses kaydetmeden, sadece kaset çalan araç. kasetçi * Kaset satan kimse. kasetçilik * Kasetçinin yaptığı işveya meslek. kasık * Vücudun karın ile uyluk arasındaki bölümü. kasık bağcı * Kasık bağıyapan veya satan kimse. kasık bağı * Fıtığı içeride tutmak için kullanılan bağ. kasık biti * Genellikle üreme organlarıçevresindeki kıl diplerinde yerleşen bir tür bit (Phthirus pubis). kasık çatlağı * Kasık fıtığı. kasık otu * Karanfilgillerden, saz biçiminde ince sapları olan, güzel çiçekler açan, kasık yaralarına yararlısayılan bir
bitki (Herniaria hirsuta).kasıl * Kasla ilgili olan, adalî. kasıl duyumlar * Kasların iradeli kasılmasıyla ortaya çıkan hareketlerin düzenlenmesine yardım eden duyumlar. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 51
karşı gelmek * boyun eğmemek, başkaldırmak. karşı görüş * Bir teze karşıveya iddiaya karşıyeni ve değişik önerme getirme. karşıkarşıya * Yüz yüze. karşıkarşıya gelmek * birden karşılaşmak. karşıkoymak * direnmek, dayanmak, boyun eğmemek. karşı olmak * birine veya bir düşünceye katılmamak, karşıt olmak. karşı olum * Birbirinin karşısında bulunan, birbirini karşılıklı olarak dışta bırakan kavram veya yargıarasındaki bağlantı,
tekabül.karşı oy * Kırmızı oy.
* Muhalefet etme, karşı gelme.karşısav * Bir çatışkının ikinci terimini oluşturan düşünce veya önerme, antitez. karşıcı * Karşılamaya çıkan kimse, karşılayıcı.
* Karşıdüşüncede olan.karşıcılık * Karşıcı olma durumu. karşıdan karşıya * Bir yandan öbür yana.
* Karışmaz görünerek, uzaktan.karşılama * Karşılamak işi, istikbal.
* Trakya ve Marmara bölgesinde oynanan bir halk oyunu veya bu oyunun müziği.karşılama töreni * (önemli bir kimse için) Bir yere gelişi sırasında o yerin yöneticileri ve halkınca yapılan kabul töreni. karşılamak * Dışardan gelen bir kimseye karşılayıcı olarak çıkmak, istikbal etmek.
* Karşılık olmak, denk gelmek, tekabül etmek.
* Söylenen, yapılan, bildiren bir şeyi olumlu veya olumsuz bulmak.
* Önlemek, durdurmak.
* Boksta karşı oyuncunun yumruklarınısavmak.karşılanış * Karşılanmak işi veya biçimi. karşılanma * Karşılanmak işi. karşılanmak * Karşılamak işi yapılmak. karşılaşma * Karşılaşmak işi.
* İki sporcu veya iki takım arasında, karşılıklı olarak kazanmak amacıyla yapılan yarışma, müsakaba.karşılaşmak * Karşıkarşıya gelmek, rastlaşmak.
* (iki sporcu veya iki takım için) Yarışmak.karşılaştırılma * Karşılaştırılmak işi. karşılaştırılmak * Karşılaştırmak işi yapılmak. karşılaştırma * Kişi veya nesnelerin benzer veya aynıyanlarını incelemek için kıyaslama, mukayese. karşılaştırma derecesi * Daha, çok, fazla, ziyade gibi kelimelerle kavramların karşılaştırılıp üst derecede gösterilmesi. karşılaştırmacı * Karşılaştırmalıedebiyat veya dil bilimi uzmanı. karşılaştırmak * Karşılaştırmak işini yaptırmak.
* Kişi veya nesnelerin benzer veya ayrıyanlarını incelemek için kıyaslamak, mukayese etmek.
* (dikişte) Giysinin bir yanına yapılan işlemi, eşitlik sağlamak amacıyla öbür yanında uygulamak.karşılaştırmalı * Karşılaştırma yolu ile yapılmışolan, mukayeseli. karşılaştırmalıdil bilgisi * Akraba dilleri ve lehçeleri karşılaştırarak inceleyen dil bilgisi. karşılaştırmalıdil bilimi * Karşılaştırma yöntemiyle çeşitli diller arasındaki ilişkileri, benzerlikleri belirleyip dil ailelerini tespit etmeyi
amaçlayan inceleme.karşılaştırmalıedebiyat * Karşılaştırma yöntemiyle çeşitli edebiyatlar arasındaki ilişkileri, benzerlikleri tespit etmeyi amaçlayan bilim
dalı, mukayeseli edebiyat.karşılayıcı * Gelen birini karşılamaya çıkan kimse.
* Önleyen.
* Yerine getiren, yapan.karşılayış * Karşılamak işi veya biçimi. karşılık * Bir davranışın karşıtarafta uyandırdığı, gerektirdiği başka davranış, mukabele.
* Bir dildeki bir sözü başka bir dilde aynıanlamda karşılayan söz.
* Cevap, yanıt.
* Bir şey alınırken karşıtarafa verilen başka şey, bedel.
* Bir işiçin ayrılmışpara, ödenek, tahsisat.karşılık vermek * (küçük büyüğüne) karşı gelmek.
* cevap vermek, yanıt vermek.karşılıklı * İki kişi veya iki topluluğun arasında geçen ve karşılaşılan harekete eşdeğer bir hareketle beliren, mütekabil.
* Birbirine karşı bulunan.
* Birbirlerine karşılık olarak.
* Birbiriyle ilgili olarak.karşılıklıyapraklar * Sapların her düğümünde karşılıklı olarak ikişer ikişer bulunan yapraklar. karşılıksız * Karşılığı olmayan.
* Karşılık gerektirmeyen.
* Karşılık verilmeyecek.karşılıksız aşk * Bir tek kişinin kendince yarattığı aşk, tek yanlıaşk. karşılıksız çek * Ödenecek paranın bankadaki hesapta olmadığıçek. karşılıkta bulunmak * cevap vermek. karşın * Rağmen. karşısına almak * birinin düşünce ve tutumuna katılmadığını belli etmek. karşısına geçmek * karşıdüşünceye katılmak.
* karşıpartiye, guruba gitmek.karşıt * Nitelik ve durumları birbirine büsbütün aykırı olan, zıt, kontrast. karşıt anlamlı * Anlamları birbirinin karşıtı olan (söz): Aşağıyukarı, ileri geri, siyah beyaz, dar geniş, büyük küçük gibi. karşıt duygu * Bazıkişilere, veya varlıklara karşıduyulan ve belirli bir sebebe dayanmayan hoşnutsuzluk durumu, antipati. karşıtçı * Karşıçıkan, karşı olan, aleyhtar. karşıtçıllık * Bir işe, davranışa veya düşünceye karşı olma durumu, aleyhtarlık. karşıtlama * Karşıtlamak işi. karşıtlamak * Bir iddiaya zıt olarak başka bir iddia ileri sürmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 50
karmaşa * Karmaşık olma durumu.
* Hastalıklıdavranışları ortaya çıkaran, kişinin bilincini az çok şartlandıran, genellikle çocukluk döneminde
kazanılmış, baskıaltında tutulmuşhatıra, duygu ve düşüncelerin bütünü, kompleks.karmaşık * İçinde aynıcinsten bir çok öğe bulunan, birbirine az çok aykırı bir çok şeylerden oluşan, mudil.
* Çözeltide kendisine oluşturulan parçalara iki yönlü olarak ayrışan bir iyon veya birleşik, kompleks.karmaşık sayı * Kesirleri ondalık sayının tersine olarak çeşitli birimlere göre bölümlenmişsayı. karmaşıklaşma * Karmaşıklaşma işi. karmaşıklaşmak * Karmaşık duruma gelmek. karmaşma * Karmaşmak işi. karmaşmak * Bir şey başka bir şeyle birleşerek karışık durum almak. karmaştırma * Kamaştırmak işi. karmaştırmak * Karmaşık duruma getirmek. karmık * Çay ağzında yapılmışolan balıkçı büğeti.
* Mersin balıklarının denizden nehirlere üremek için geçişleri sırasında avlanmalarında kullanılan ve nehir
ağızlarına kurulan çok iğneli bir olta takımı.karmuk * Büyük kanca. karnabahar * Turpgillerden, çiçekleri etli ve tanecikli bir görünüşte olan, yapraklarılâhana yaprağına benzeyen, sebze
olarak kullanılan bir bitki (Brassica oleracea botrytis).karnabit * Karnabahar. karnaval * Hristiyanların büyük perhizden önce et kesiminde renkli, komik ve şaşırtıcıkılıklara girerek yaptıkları
şenlik ve eğlence dönemi.
* Bu dönemde yapılan eğlence.karnaval maskarası * Karnavala katılan gülünç giyimli kimse.
* Gülünç, abartmalı giyimli, süslü kimse.karnaval maskesi * Karnavalda takılan gülünç maske, maskara. karne * Öğrencilere dönem sonlarında okul yönetimlerince verilen ve her dersin başarıdurumu ile devam, sağlık,
yetenek ve genel gidişdurumlarını gösteren belge.
* Gerektikçe koparılıp kullanılmak için hazırlanmış biletlerin oluşturduğu defter.
* Bkz. sağlık karnesi.karnıaç * Acıkmış. karnı burnunda * Gebeliği çok ilerlemiş, doğumu yakın. karnı büyümek * hamile kalmak. karnı geniş * Gamsız, tasasız. karnıtok * bu sözlerle kanılmadığını, önem verilmediğini anlatmak için kullanılır. karnıtok sırtıpek * geçimi iyi, para sıkıntısı olmayan kimseler için kullanılır. karnızil çalmak * çok acıkmışolmak. karnıkara * Börülce.
* Kötü yürekli (kimse).karnından konuşan * 343 vantrilok. karnından konuşmak (veya söylemek) * işitilemeyecek kadar alçak sesle söylemek.
* uydurarak söylemek.karnınıdoldurmak * gebe kalmak. karnıyarık * Bir tür kıymalıpatlıcan yemeği.
* Matbaacılıkta her sayfayıçift sütun olarak düzenleme.karni * Lâboratuvarda, damıtma işlerinde kullanılan, genişkarınlı, dar ve eğri boyunlu cam kap. karnivor * Et obur, et yiyen canlı. karo * Oyun kâğıtlarının küçük, kırmızı, baklava biçimli benekli olan, orya.
* Betondan, dört köşe döşeme taşı.karoser * Otomobilde, mekanizmayı oluşturan motor, makine, tekerlek ve şasi gibi bölümlerin dışında kalan,
görünen dış bölüm.karpit * Asetilen gazıçıkarmakta kullanılan, karbonla kalsiyum birleşiği madde (CaC2). karpit lâmbası * Karpitin su etkisiyle asetilen gazıvermesi ve bu gazın yakılmasıyla ışık elde edilen lâmba. karpuz * Kabakgillerden, sürüngen gövdeli bir bitki (Citrullus vulgaris).
* Bu bitkinin iri ve sulu meyvesi.
* Karpuz biçiminde yuvarlak ve iri şey.
* Kadın memesi.karpuz fener * Şenliklerde kullanılan toparlak kâğıt fener. karpuzcu * Karpuz satan kimse. karpuzculuk * Karpuz yetiştirme veya alıp satma işi. karsak * Köpekgillerden, soluk kahve rengi, karnı beyaz tüylü, kısa kulaklı, postundan kürk yapılan bir memeli türü
(Vulpes corsac).kârsız * Kârı olmayan, kazançsız. karst * Kayaçların erimesiyle yer altıakıntıları olan, kireç taşıve dolomit bölgesi. karstik * Karst özelliği taşıyan, karst ile ilgili. karşı * Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin, esas tutulan yüzünün ilerisi.
* Yol, deniz, ırmak vb. nin öbür kıyısıveya yanı.
* Ön, kat, huzur.
* Bulunan yere göre önde, ileride olan.
* Karşıt, zıt, muhalif.
* Yüzünü bir şeye doğru çevirerek.
* Karşılık olarak, mukabil.
* İçin, hakkında.
* (zaman anlatan kelimelere) Doğru, sularında.karşıakın * Karşıtakımın yaptığı bir akınıdurdurup hemen akına geçme işi, kontratak. karşıçıkmak * dışardan gelenleri karşılamaya gitmek.
* bir düşünceye katılmamak, cephe almak.karşıdevrim * Bir devrimi yıkmayıve onun ürünlerini ortadan kaldırmayıhedefleyen hareket. karşıdurmak * direnmek, dayanmak, boyun eğmemek. karşıdüşürüm * Anti-damping. karşı gelim * Karşıtlık. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 48
karıncaincitmez * Bkz. karınca ezmez. karıncalanış * Karıncalanmak işi veya biçimi. karıncalanma * Karıncalanmak işi. karıncalanmak * Bir yere, bir şey üzerine karınca üşüşmek.
* Vücudun bir yerindeki uyuşukluktan sonra, kan dolaşımının başlamasıyla o yerde karıncalar dolaşır gibi bir
izlenim uyanmak.
* (metal yüzeylerde) Pas yüzünden yer yer ufak delikler oluşmak.
* Aşırızihin yorgunluğundan dolayı bir şeyi, bir durumu kavramada zorluk çekmek.karıncalar * Zar kanatlıların, karınca adıaltında toplanan ve beş bin kadar türü sayılan bir dalı. karıncalı * İçinde, üstünde karınca bulunan.
* (metal için) Paslıveya dökülme sonucu küçük delikleri olan.karıncasever * Karınca yiyerek geçinen ve karınca yuvasıçevresinde yaşayan böcek. karıncayı bile ezmemek (veya incitmemek) * çok merhametli, ince duygulu olmak. karıncayiyen * Karıncayiyengillerden, Avustralya’da yaşayan, karıncayla beslenen bir memeli türü (Echidna acule ata). karıncayiyengiller * Örnek hayvanıkarıncayiyen olan, vücutlarıkirpi dikenli, ağızları boru biçiminde uzamış, karıncayla
beslenen bir familya.karıncık * Vücudun çeşitli organları içinde bulunan boşluk.
* Kalbin alt bölümünde bulunan ve biri (sağdaki) akciğerlere, öbürü (soldaki) vücuda pompalanacak kanı
almaya yarayan iki boşluğa verilen ad.karından ayaklılar * Karından bacaklılar. karından bacaklılar * Yumuşakçalardan, karınlarındaki etli, yassıpul biçimindeki uzantıları bacak gibi kullanarak ve sürünerek
yürüyen salyangoz, sümüklü böcek vb. yi içine alan kabuklu hayvanlar sınıfı.karındaş * Kardeş. kârınıtamam etmek * öldürmek. karının saçlısı, tarlanın taşlısı * kadının saçlısı ile tarlanın taşlı olanımakbuldür. karınlama * Karınlamak işi. karınlamak * (gemi için) Yanınıdayamak. karınlı * Karnı büyük ve çıkıntılı olan. karınma * Karınmak işi. karınmak * Sallanarak, karışmak.
* Çiftleşmek.karınsa * Kuşların tüy değiştirme zamanı. karıntası * Pastırmacılıkta hayvanın göbek etlerine verilen ad. karıntı * Anaforlarda oluşan çevrinti.
* Geminin yanından vurarak gemiyi sarsan dalga.karısıağızlı * Karısının düşüncelerini benimseyip davranışlarını ona uyduran (koca). karısıköylü * Karısının yakınlarını benimseyip kendi yakınlarınıunutan erkek.
* Kılı bık.karış * Parmaklar birbirinden uzak duracak biçimde gergin duran elde, başparmak ve serçe parmakların uçları
arasındaki açıklık.karışkarış * Her yanınıve inceden inceye. karışanı görüşeni olmamak * işine kimse karışmamak, özgür olmak. karışık * Aynınitelikteki şeylerden oluşmuş.
* Karışmışolan, düzensiz, dağınık, intizamsız.
* Saf olmayan.
* Halk inancına göre cin ve perilerle ilişkisi olan.
* Çalkantı, kargaşa, gerginlik içinde olan.
* Anlaşılması güç olan, açık seçik olmayan.karışıklık * Karışık olma durumu, teşevvüş.
* Kalabalık, düzensizlik vb. nin yol açtığıkargaşa.karışılma * Karışılmak işi. karışılmak * Karışmak işi yapılmak, müdahale edilmek. karışım * Karışmışolanın durumu.
* Birden çok şeyin karıştırılmasıyla elde edilen şey.
* İki veya daha çok maddenin kimyasal tepkimeye girmeden bir araya gelmesi, mahlût.karışlama * Karışlamak işi. karışlamak * Karışla ölçmek. karışma * Karışmak işi.
* Engelleme, araya girme, müdahale.
* Düzeni bozulma.karışmak * İki veya ikiden çok şey bir araya gelip birbirinin içinde dağılmak, birbirinin içine girmek.
* Düzensiz, dağınık olmak.
* Bulanmak, duruluğunu yitirmek.
* Açıklığınıyitirmek, anlaşılması güçleşmek.
* Engellemek, araya girmek; müdahale etmek.
* Bir araya gelmek, katılmak.
* İlgilenmek, müdahale etmek, el atmak.
* Yetkisinde bulunmak, bakmak, işedinmek, işi olmak.karıştırıcı * İki veya daha çok maddeyi birbiri içinde dağıtmaya, karıştırmaya yarayan araçların genel adı, mikser.
* Çeşitli besin maddelerini karıştırma veya çarpma işinde kullanılan araç veya âlet, mikser.
* Ortalığı birbirine katan, fitneci, müfsit.karıştırıcılık * Karıştırıcı olma durumu, fitnecilik. karıştırılma * Karıştırılmak işi. karıştırılmak * Karıştırmak işi yapılmak. karıştırış * Karıştırmak işi veya biçimi. karıştırma * Karıştırmak işi. karıştırmak * Karışmak işini yaptırmak.
* İçinde ne olduğunu anlamak veya aradığını bulmak amacıyla elle yoklamak.
* Yemeği dibinin tutmaması için kaşıkla alt üst etmek.
* Kurcalamak, oynamak.
* Okumak, araştırmak, incelemek.
* Göz atmak, üstünkörü okumak.
* Ayırt edememek, tam olarak seçememek.kari * Okuyucu, okur. karides * Denizlerde veya tatlısularda yaşayan yüzücü, orta büyüklükte kabuklu türün adı. karides ağı * Karides avlamakta kullanılan bir tür ağ. karidesçi * Karides satan veya yakalayan (kimse). kariha * Düşünme gücü. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 49
karikatür * İnsan ve toplumla ilgili her tür olayıkonu alarak abartılı bir biçimde belirten, düşündürücü ve güldürücü
resim.
* Beceriksizce yapılmışşey, taslak.karikatürcü * Karikatür çizen sanatçı, karikatürist. karikatürcülük * Karikatür çizme sanatı. karikatürist * Karikatürcü. karikatürize * Karikatür durumuna getirilmişolan. karikatürize etmek * karikatürleştirmek. karikatürleştirme * Karikatürleştirmek işi. karikatürleştirmek * Karikatür durumuna getirmek.
* Bir şeyin, bir olayın belirtilmesi gereken özelliklerini bozarak, yererek, gülünç duruma getirerek anlatmak.karikatürlük * Karikatür çizmeye yarayan araç, gereç, karikatür yapmak için kullanılan malzeme.
* Karikatür konusunu oluşturan olay.
* Karikatür olma durumu.karina * Gemi omurgası.
* Gemi teknesinin su içinde kalan bölümü.karina etmek (veya karinaya basmak) * gemiyi karinası ortaya çıkacak biçimde bir yanıüzerine yatırmak. karinalılar * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfının hemen bütün kuşları içine alan büyük bir bölümü. karine * Karışık bir işveya sorunun anlaşılmasına, çözümlenmesine yarayan durum, ipucu.
* Belirti.karine ile anlamak * sözün gelişinden çıkarmak. kariyer * Meslek, uzmanlık. kariyer yapmak * uzmanlık alanında çalışmak, uzmanlaşmak, ihtisas yapmak. karizma * Büyüleyicilik, etkileyicilik. karizmatik * Büyüleyici, etkileyici. karkara * Uzun bacaklılardan, bataklık bölgelerde yaşayan, kışısıcak ülkelerde geçiren, başısorguçlu turna. karkas * Demirli betonla yapılmışyapı.
* Kemikli sığır eti.karlama * Karlamak işi. karlamak * Kar yağmak. karlanma * Karlanmak işi veya durumu. karlanmak * Kar ile örtülmek, kar ile kaplanmak. karlı * Üstünde kar bulunan.
* Kar yağan.kârlı * Kârı olan, kazançlı. kârlı iş * İyi para getiren işveya çalışma alanı. karlık * Kar kuyusu.
* Dışıhasır örgüsüyle kaplı, içinde kar veya buz koymak için bölmesi bulunan, soğutucu olarak kullanılan
büyük şişe.Karluk * Eski Türk boylarından biri. karma * Karmak işi.
* Ayrıtürden olan öğelerin karıştırılmasıyla oluşmuş, muhtelit.karma eğitim * Erkek ve kız öğrencilerin aynı okulda bir arada okumalarınısağlayan eğitim. karma ekonomi * Özel ve kamu kesimlerini kaynaştırma amacını güden, her iki kesimin birlikte girişimlerini ön gören
ekonomi siyaseti.karma okul * Karma eğitim uygulanan okul. karma sergi * Birçok ressamın eserlerini sergilediği yer. karma tamlama * İsim tamlamasındaki isimlerden birinin veya ikisinin sıfat almasıyla kurulan tamlama: Tok evin aç kedisi.
Yeşil köşkün lâmbası gibi.karmaç * Yapı işlerinde harcıkarmaya yarayan alet, mikser. karmak * Karıştırmak, bibirine katmak.
* Toz durumundaki bir şeyi sıvı ile karıştırarak çamur veya hamur durumuna getirmek.karmakarış * Çok karışık, karmakarışık. karmakarışetmek * çok karışık duruma getirmek. karmakarışolmak * çok karışık duruma gelmek. karmakarışık * Dağınık, düzensiz, çok karışık.
* Huzursuz, kararsız, karmaşık.karmakarışık etmek * çok karışık duruma getirmek. karmakarışık olmak * çok karışık duruma gelmek. karmalık * Karma olma durumu. karman çorman * Çok karışık ve düzensiz. karman çorman etmek * çok karışık ve düzensiz duruma getirmek. karman çorman olmak * çok karışık ve düzensiz duruma gelmek. karmanyola * Şehir içinde ıssız yolda ölümle korkutarak yapılan soygunculuk. karmanyolacı * Karmanyola yoluyla adam soyan kimse. karmanyolacılık * Karmanyolacı olma durumu.
* Karmanyola yoluyla soygun yapma işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 46
kardiyolog * Kalp hastalıklarında uzmanlaşmışhekim. kardiyoloji * Anatomi, fizyoloji ve patolojinin kalp ile ilgili bölümleri. kardiyopati * Kalp hastalıklarının genel adı. kardiyoskleroz * Bazen atardamar sertleşmesiyle birlikte görülen kalp dokusu sertleşmesi. kardiyoskop * Kalp kasılmalarının incelenmesine yarayan cihaz. kardiyoskopi * Kalp kasılmalarının kardiyoskop ile dinlenmesi. kare * Kenarlarıve açıları birbirine eşit olan dörtgen, dördül, murabba.
* Bu biçimde olan.
* İskambil oyunlarında aynıtürden dört kâğıdın bir araya gelmesi.kare kare * Kareleri olan, kareli. karekök * Karesi verilen bir sayıya eşit olan sayı. karekök almak * bir sayının kare kökünü hesaplamak. kareleme * Karelemek işi.
* Herhangi bir çokgenle eşdeğerli bir kare çizme; eşdeğer bir kare ile hesaplama.
* Bir resmin, büyüterek veya küçülterek kopyasınıçıkarma yöntemi.karelemek * Karelere ayırmak.
* Bir resmi büyütme veya küçültme işleminden sonra asıl örneğin oranlarınıkopyasında da elde etmek için
bir resmi eşit sayıda karelere ayırmak.kareli * Karelere bölünmüş, üstünde kareleri olan; damalı, satrançlı. karesel bölge * Karenin sınırladığıdüzlemsel bölge. karesi * bir sayının kendisiyle çarpımı. karesini almak * bir sayıyıkendisiyle çarpmak. karfiçe * Orta boy demir çivi. karga * Kargagillerden, kanatları geniş, tüyleri kara renkte, tarla ve bahçelere çok zarar veren kuş(Corvus). karga * Bir şeyin asıl durumunu yitirerek, başaşağı olması.
* Yelkenleri toplama.karga bok yemeden * çok erken bir saatte. karga burun * Burnu karga gagasına benzeyen (kimse). karga düleği * Acıhıyar. karga etmek * tulumbanın kurumuşkösele supaplarınııslatarak şişirmek için üzerinden su döküp kolu işletmek.
* bir geminin serenlerini daha az yer tutsun diye veya yas belirtisi olarak eğik bir duruma getirmek.karga gibi * çok zayıf ve esmer. karga tulumba * Birkaç kişi birini yakalayıp elleri üstünde havaya kaldırarak. karga tulumba etmek * birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup kaldırmak. karga yürüyüşü * Çömelmişolarak, çift ayakla sıçrayarak yapılan yürüyüş. kargabeyni * Pekmezle tatlıyoğurt karıştırılarak yapılan yiyecek. kargaburnu * Uçlarıkarga gagası gibi kıvrık olan araçların ortak adı.
* Tel bükmekte kullanılan ve uçlarısivri koni biçiminde olan metalden bir tür kıskaç.
* Sanayide küçük ve yuva içine yerleştirilmişvidalarısökmeye yarayan ince, uzun ağızlıalet, kargaburun.
* Kapımandalı.kargabüken * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri talkım durumunda olan, meyvesi zehirli
bir ağaç (Stryhnos nux-vomice).
* Bu ağacın striknin elde edilen tohumu.kargacık burgacık * (yazı için) Çarpık, düzensiz. kargadelen * Kabuğunun çok gevrek olmasıdolayısıyla kolay kırılan bir tür badem. kargagiller * Kuşlar sınıfının, ötücü kuşlar takımından, örnek hayvanıkarga olan kuşlar familyası. kargasekmez * Çok ıssız, sarp (yer). kargaşa * Kışkırtma ve karışıklık yoluyla toplumda ortaya çıkan düzen bozukluğu, anarşi.
* Karışıklık, düzensizlik.kargaşa çıkarmak * gürültü patırtıya yol açmak. kargaşacı * Kargaşa çıkaran (kimse). kargaşalık * Kargaşa durumu. kargı * Gövdesi 5-6 m yüksekliğe erişebilen çok yıllık bir bitki (Arundo donax), kamışsaz.
* Dalyanlarda büyük balıklar için kullanılan demir kanca.
* Silâh olarak kullanılan, ucu sivri ve demirli uzun mızrak.kargılama * Kargılamak işi. kargılamak * Kargı ile yaralamak veya öldürmek. kargılık * Fişeklerin konulduğu meşin kuşaklıfişeklik.
* Kamışyetişen yer.kargıma * Kargımak işi, lânet. kargımak * Birine, Tanrı’nın, insanların sevgi ve ilgisinden yoksun kalıp nefretlerine uğramasıdileğinde bulunmak,
ilenmek, lânet etmek, lânetlemek.kargın * Eriyen karların oluşturduğu akarsu.
* Karla karışık yağan yağmur.kargın * Marangozlukta kullanılan bir tür büyük rende. Kargın * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. kargış * Kargımak işi veya bu maksatla söylenen sözler, lânet, telin, beddua, alkışkarşıtı. kargışetmek (veya vermek) * kargımak, kargışlamak, lânet etmek. kargışlama * Kargışlamak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 47
kargışlamak * Kargımak. kargışlı * Tanrı’nın ve insanların nefretine, lânetine uğramış, mel’un, lânetli. kârgir * Bkz. kâgir. kargo * Yük taşıyan gemi.
* Uçak, gemi vb.bir taşıtla taşınan eşya, yük.kargocu * Kargo işiyle uğraşan kimse. kargoculuk * Kargocunun yaptığı iş. karha * Bkz. ülser. karı * (genellikle iyelik ekleriyle) Bir erkeğin evlenmişolduğu kadın, eş, refika, zevce.
* Kadın.
* Yaşlı, ihtiyar.karıağızlı * Dedikodu yapan (erkek). karı gibi * korkak, dönek (erkek). karıkoca * Birbirleriyle evlenmişkadın ve erkek. karıkocalık * Karıkoca olma durumu. kârı olmamak * yapabileceği işolmamak. karık * Kar yağmış bir alana bakma sonucu ortaya çıkan göz kamaşması.
* Karlı bir alana bakma sonucu kamaşmış(göz).karık * Bağve bahçe sulamak için açılmışsu yolu, ark.
* Bu arklar arasında kalan toprak parçası.
* Sabanla açılan çizi.karıklama * Meralarda yüzey akışınıönlemek ve toprak nemini uzun süre koruyarak vejetasyonu geliştirmek için, 1-1,5
m aralıklarla 10-15 cm kesitinde tesviye eğrilerine paralel küçük hendeklerin açılması.karıklamak * Karık (I) açmak. karıkma * Karıkmak işi. karıkmak * (göz) Fazla ışıktan kamaşmak.
* (göz) Kar yağmış bir alana bakmaktan kamaşmak.karılaşma * Karılaşmak işi. karılaşmak * (erkek için) Huylarıkadın huylarına benzemek, kadın gibi davranmak. karılı * (herhangi bir nitelik veya nicelikte) Karısı olan. karılıkocalı * Karıkoca birlikte. karılık * Kadın olma durumu.
* Evli kadının kocasına göre olan durumu veya görevi.karılık etmek * (evli bir kadın) kocasına olan görevini yerine getirmek.
* (erkek için) döneklik etmek, hile yapmak.karılma * Karılmak işi. karılmak * Karmak işi yapılmak, karışmak.
* (hayvan) Çiftleşmek.karım köylü * Karısıköylü.
* Kılı bık.karıma * Karımak işi. karımak * Yaşlanmak, kocamak, ihtiyarlamak. karın * İnsan ve hayvanlarda gövdenin kaburga kenarlarından kasıklara kadar olan ön bölgesi.
* Döl yatağı, rahim.
* (bazışeylerde) Şişve içi boş bölüm.
* Mide.
* İç, gönül, akıl, kafa.
* gelen ve yansımışdalgaların girişimiyle oluşan duraklıdalgalarda en büyük genlikte titreşen noktalar.karın ağrısı * Karında duyulan ağrı.
* Çekilmez, sevilmeyen kimse veya adı, niteliği bilinmeyen şey.karın boşluğu * Kaburga kemikleriyle kalça kemiklerinin arasında vücudun her iki yanında bulunan bölge. karın çatlağı * Karın fıtığı. karın doyurmak * geçinmek. karın zarı * Karın boşluğunun içini, bu boşluğun içinde bulunan bağırsakları, öbür organlarıkaplayan ve tutan zar,
periton.karın zarı iltihabı * Bkz. karın zarıyangısı. karın zarıyangısı * Karın zarının had veya kronik iltihabı, peritonit, karın zarı iltihabı. karınca * Zar kanatlılardan, birçok türü bulunan böceklerin genel adı(Formica).
* Madenlerde, döküm sırasında arada hava kalmaktan veya pastan ileri gelen ufak boşluk.karınca asidi * 343 formik asit. karınca belli * Beli çok ince olan. karınca duası * Bereket getirdiğine inanılan dua. karınca duası gibi * çok küçük, sık ve okunaksız (yazı). karınca kaderince * Bkz. karınca kararınca. karınca kararınca * Az da olsa, elinden geldiği kadar. karınca kuşu * Karıncayiyen. karınca kuşugiller * Karıncayiyengiller. karınca yuvası * Karıncaların barındığıyer. karınca yuvası gibi kaynamak * çok kalabalık ve hareketli olmak. karıncaezmez * Çok merhametli, ince duygulu (kimse), karıncaincitmez. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 44
karartılma * Karartılmak işi veya durumu. karartılmak * Karanlık duruma getirilmesini sağlamak. karartma * Kararmak işi.
* Savaşdurumunda düşman uçaklarından korunma amacıyla ışıklarıörtme veya söndürme biçiminde alınan
önlemlerin bütünü.karartmak * Rengini karaya çevirmek, esmerleştirmek, siyahlaştırmak.
* Karanlık duruma getirmek.
* (ışığı) Kısmak veya örtmek.
* Kötü bir duruma getirmek.karasakız * Zift. karasal * Kara (I) ile ilgili, berrî. karasal iklim * Bkz. kara iklimi. karasal kumul * Deniz kıyısından uzak, çöllerde oluşan kumul. karasal oluşuk * Yer kabuğunun kara bölümündeki katmanlarında olan oluşuk. karasığır * Orta Anadolu’da yetişen, sert ve kurak iklime dayanıklı, küçük yapılı bir sığır türü. karasinek * Böcekler sınıfının çift kanatlılar takımından, insan ve evcil hayvanların kanınıemen, görünüşü ev sineğine
benzeyen bir eklem bacaklıtürü (Stomoxys calcitrans).karasu * Çoğunlukla gözün iç basıncın çoğalmasıyla kendini gösteren, körlüğe sebep olabilen bir göz hastalığı,
glokum.karaşın * Esmer, sarışın karşımı. karataban * İpek böceklerinde genişçapta ölüme yol açan kelebek hastalığı. karatavuk * Karatavukgillerden, tüyleri kara, meyve ve böceklerle beslenen ötücü kuş(Turdus merula). karatavukgiller * Omurgalıhayvanların kuşlar sınıfından, ardıç kuşlarınıve kızılkuyrukları içine alan bir familya. karate * Ayak ve yumruk vuruşlarıüzerine kurulu, Japon kökenli bir dövüşyöntemi. karateci * Karate yapan kimse. karaturp * Turpgillerden, etli, iri beyaz köklü çok yıllık bir bitki (Raphanus sativusvar niger). karavan * Bir otomobilin arkasına takılan, insan taşımaya yarayan, tekerlekli, üstü kapalıaraç. karavana * En çok orduda erlerin yemeğini dağıtmada kullanılan, çok miktarda yiyecek alan, kenarlarıdik, derince
metal kap.
* (genellikle orduda veya yatılı okul ve ceza evlerinde) Yemek.
* İnce, yassıelmas.
* Atıştaliminde hedef tahtasını bile vuramama.karavana borusu * Yemek vaktinin geldiğini bildiren boru sesi. karavana çıkmak * yemek hazırlanmak veya gelmek. karavanacı * Karavanayıtaşıyan (asker).
* Hedef tahtasınıvuramayan kimse.karavanadan yemek * toplu durumda aynıkaptan yemek. karavaş * Savaşta tutsak edilen veya satın alınan ve sahibinin üzerinde tam bir kullanma hakkı bulunan kadın. karavaşlık * Karavaşolma durumu. karavel * Çift motorlu bir uçak türü. karavelâ * Büyük deniz teknesi.
* Gemilerde denizcilik kurallarına aykırıdurum.karavide * Bkz. kerevit. karaya * Eczacılıkta kullanılan ve çürümeyen bir bitki. karaya ayak basmak * deniz, göl vb. den karaya çıkmak.
* deniz taşıtından karaya çıkmak.karaya çıkarmak * göl veya denizden karaya çıkmasını sağlamak. karaya düşmek * (deniz içinde bulunan bir şey) akıntıveya dalga ile kıyıya atılmak. karaya oturmak * (gemi) denizin sığbölümüne saplanıp kalmak. karaya vurmak * denizden karaya atılmak. karayaka * Doğu Karadeniz kıyı bölgesinde yetişen, uzun kuyruklu, beyaz renkli koyun türü. karayandık * Deve dikeni. karayanık * Karakabarcık, yanıkara, şarbon. Karayca * 343 Karaimce. karayılan * Boyu uzun, başı iri pullarla örtülü, zararıhayvanlarıyediği için tarıma yararlı, tehlikesiz bir yılan (Coluber). karbojen * Bileşiminde yüzde 95 oksijen ve yüzde 5 karbondioksit bulunan gaz karışımı. karboksil * Organik asit grubunda bulunan -COOH formülündeki tek değerli köklere verilen ad. karboksilik * Korboksilli. karboksilli * Yapısında bir veya birçok karboksil koku bulunan (maddeler), karboksilik. karbon * Atom numarası6, atom ağırlığı12 olan, doğada elmas, grafit gibi billûrlaşmışveya maden kömürü, linyit,
antrasit gibi şekilsiz olarak bulunan element. KısaltmasıC.karbon dönemi * Birinci çağın dördüncü dönemi ve bu dönemde oluşmuşyer katmanları, karbonifer. karbon kâğıdı * Aynızamanda hem yazmak hem de kopya çıkarmak için yazıkâğıtlarının arasına konulan bir yüzü boyalı
kâğıt.karbonado * Kara elmas. karbonat * Karbonik asidin bazlarla birleşerek oluşturduğu tuzların genel adı.
* Sodyum bikarbonat.
* Genellikle sindirimi kolaylaştırmak için suya katılan kimyasal birleşim. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 45
karbonatlama * Karbonik asit alabilen maddelere bu gazıvererek onlarıkarbonat durumuna dönüştürme. karbonatlamak * Karbonat durumuna dönüştürmek. karbonatlı * İçinde karbonat olan. karbondioksit * Renksiz, kokusuz, yoğunluğu 152,0°C de ve 36 atmosfer basıncında kolayca sıvılaşan ekşimsi tatta bir gaz
(CO2).karbonhidrat * Yağlar ve yumurta akımaddeleri yanısıra, insan ve hayvanların organik besinlerinden en önemlisi olan
organik kimya birleşiklerinin genel adı.karbonifer * Karbon dönemi. karbonik * Karbonla ilgili olan. karbonik asit * Bir karbonla iki oksijenin birleşmesiyle oluşan bir gazın suda erimişdurumuna verilen ad. Bu gaz, organik
veya başka karbonlu maddelerin çürümesinden, yanmasından, bitkilerin ve canlıların solunumundan oluşur.karbonil * Birleşme değeri 2 olan karbonmonokside verilen ad. karbonit * Karbon grubundan basit madde. karbonizasyon * Hayvansal lifler içinde bulunan bitkisel kısımların veya selülozik liflerin giderilmesi için asitlerle sıcaklık
etkisi altında işlem görmesi.karbonlama * (metalürjide) Çeliğe karbon verme işlemi. karbonlamak * Bir maden veya alaşımıkarbon bakımından zenginleştirmek. karbonlaşma * Karbonlaşmak işi. karbonlaşmak * Karbon durumuna gelmek, kömürleşmek. karbonlu * Birleşiminde karbon bulunan. karbonmonoksit * 0,97 yoğunluğunda, renksiz, kokusuz bir gaz. Bol miktarda ısıaçığa çıkararak mavi bir alevle yanar ve hava
ile birleşerek bir çok uygulama alanı olan patlayıcı bir karışım oluşturur (CO).karborundum * Aşındırıcımadde olarak kullanılan silisyum karbürün ticaretteki adı. karbür * Karbonun başka bir elementle birleşmesinden oluşan madde. karbüratör * Patlamalımotorlarda akaryakıtı buharlaştırıp hava ile karışmasınısağlayan cihaz. karbürleme * (metalürjide) Madenî bir ürünün karbon bakımından zenginleştirilmesi. karcığar * Klâsik Türk müziğinde hareketli bir makam. karda yürüyüp (gezip) izini belli etmemek * kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli işçevirmek. kardaş * Kardeş. kardelen * Nergisgillerden, baharda çok erken çiçek açan ve eczacılıkta kullanılan soğanlı bir bitki (Galanthus nivalis). kardeş * Aynıana babadan doğmuş, veya ana babalarından biri aynı olan çocukların birbirine göre adı.
* Yaşça küçük olan kardeş.
* Aralarında çok değer verilen ortak bir bağbulunanlardan her biri.
* Seslenme sözü olarak kullanılır.kardeşkanı * Soy ve ırk bakımından aralarında yakınlık bulunma, kan bağı. kardeşkardeş * Dostlukla, dostça, sevgiyle. kardeşkardeşi atmış, yar başında tutmuş * kardeşler ne kadar geçimsiz olsa, kötü bir durumda birbirlerine yardım ederler. kardeşkavgası * Bir ülkede yurttaşların birbirlerine karşıt düşüncelerinden doğan silâhlıçatışma. kardeşokul * Bir okulun, toplumsal ve kültürel bakımdan yardıma ihtiyaç duyduğu için seçtiği ve türlü yardımlarda
bulunduğu okul.kardeşparti * Belli bir ortak amaca yönelen siyasî toplulukların her biri. kardeşpayı * Yarıyarıya bölüşme; eşit paylarla bölüşme. kardeşşehir * Ülkemizdeki bir şehirle yabancı bir ülkedeki bir şehir arasında ilişkileri özel olarak geliştirmeyi ve
yakınlaştırmayıkabul eden şehirlere verilen genel ad.kardeşçe * Kardeşe yaraşır (biçimde), dostça, içtenlikle. kardeşkanı * Kardeşkanıağacından alınan, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan, koyu renkte bir sakız. kardeşkanıağacı * Baklagillerden, en çok Asya’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç (Draceane draco). kardeşlenme * Kardeşlenmek işi. kardeşlenmek * (ekin için) Bir kökten birkaç sap birden üremek. kardeşlik * Kardeşolma durumu, uhuvvet.
* Kardeşkadar yakın sayılan kimse, yakın dost.
* Seslenme sözü olarak kullanılır.
* Birlik, beraberlik.kardeşlik etmek * kardeşgibi hareket etmek, kardeşçe davranmak. kardırma * Kardırmak işi. kardırmak * Karmak işini yaptırmak. kardinal * Papayıseçen, danışmanlığınıyapan başpapazlardan her biri. kardinal kuşu * İspinozgillerden parlak, kırmızırenkli, iri gagalı, tepelikli, ötücü bir kuştürü (Cardinalis cardinalis). kardinallik * Kardinal olma durumu.
* Kardinalin görevi veya makamı.kardiyak * Kalple ilgili.
* Kalp hastalığı olan kimse.kardiyograf * Kalbin hareketlerini, grafik biçiminde kaydeden cihaz, elektrokardiyograf. kardiyografi * Kalp hareketlerini kaydetme yöntemi, elektrokardiyografi. kardiyogram * Kardiyografın kaydettiği kalp hareketlerinin çizgilerle gösterilmişgrafiği, elektrokardiyogram. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 42
karakoncolos * Çocuklarıkorkutmak için kendisinden söz edilen, gerçek dışı bir yaratık, umacı, hayalet.
* Çok çirkin kimse.karakter * Bir nesnenin, bir bireyin kendine özgü yapısı, onu başkalarından ayıran temel belirti ve bireyin davranış
biçimlerini belirleyen ana özellik, öz yapı, seciye.
* Bir kimsenin veya bir insan grubunun tutumu; duygulanma ve davranış biçimi.
* Üstün, manevî özellik.
* Basımda harf türü.
* Bireyin kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle uyum içinde bulunmasını, düşünüşve
hareketlerinde tutarlı, sağlam kalabilmesini sağlayan özellikler bütünü.
* Bir eserde duygu, tutku ve düşünce yönlerinden ele alınan kimse.karakteristik * Bir kimse veya nesneye özgü olan (ayırıcınitelik), tipik.
* Bir logaritmanın tam birimler anlatan bölümü.karakterize * Ayırıcıniteliği ortaya konulmuş, ayırt edilmiş. karakterize etmek * ayırıcıniteliğini ortaya koymak, ayırt etmek. karakterli * Herhangi bir karakteri olan.
* Karakteri sağlam olan.karakteroloji * İnsanlarda karakterin gelişmesini ve özelliklerini inceleyen bilim dalı. karaktersiz * Karakteri kötü olan. karaktersizlik * Güvenilir karakteri olmama durumu. karakucak * Kökeni Orta Asya’ya kadar uzanan, en eski, yağsürülmeden, serbest biçimindeki geleneksel Türk güreşi. karakul * Asıl yurdu Buhara’da Karakul bölgesi olan ve yurdumuzda da yetiştirilen, tüyleri uzun ve kıvırcık bir cins
koyun.karakulak * Kedigillerden, çakala benzer vahşî bir hayvan (Caracal melanotis). karakulak * Osmanlıİmparatorluğunda emir çavuşu, haberci. karakuş * Kartal türünden karakuşlara verilen ad. karakuş * Atların ayaklarında şişyapan bir hastalık. karakuşî * Kanun, kural, mantık ölçülerine dayanmayan. karalâhana * Yapraklarıkoyu yeşil olan bir tür lâhana. karalâhana çorbası * Karalâhana yapraklarının ince ince kıyılmasından sonra tere yağı, kuru fasulye, mısır yarmasıve baharat ile
pişirilmesiyle hazırlanan sulu bir yemek.karalama * Karalamak işi.
* El alıştırmak için çok tekrarlanarak yazılan yazı.
* Üstünde düzeltmeler yapılan, temize çekilmemişyazıtaslağı, müsvedde.
* Leke sürme, kötülük yükleme.karalama defteri * Karalamaların yapıldığıdefter, müsvedde defteri. karalamak * Boya veya kalemle birtakım şekiller çizerek bir yeri kirletmek.
* Bir yazının üzerini çizerek onu geçersiz kılmak.
* Taslak olarak yazmak veya çizmek.
* Leke sürmek, kötülük yüklemek, iftira etmek.
* Hızlıve acele olarak yazmak.karalanma * Karalanmak işi. karalanmak * Karalamak işi yapılmak.
* Kara duruma gelmek.
* Leke sürülmek, kötülük yüklenmek.karalar bağlamak (veya giymek) * yas tutmak. karalatma * Karalatmak işi. karalatmak * Karalamak işini yaptırmak. karalayış * Karalamak işi veya biçimi. karaleylek * Leylekgillerden, gagasıaşağıdoğru kıvrık, tüyleri kara, uzun bacaklı bir kuş, çeltik gagası(Ciconia nigra). karalı * Karası(II) olan.
* Üzeri kalemle karalanmış.karalı beyazlı * Üzerinde hem kara hem beyaz bulunan. karalık * Kara olma durumu.
* Karaya çalan leke.karaltı * Uzaklık veya karanlık sebebiyle kim veya ne olduğu seçilemeyen, belli belirsiz, koyu renkli biçim.
* Hafif karanlık, leke.karama * Karamak işi. karamak * Hor görmek.
* Karalamak, kara çalmak, lekelemek.
* Kötülemek, yermek.karaman * Orta Anadolu’da yetiştirilen, kuyruğu iri ve yağlı bir tür koyun. karamandola * Daha çok ayakkabıyüzü yapılan bir çeşit sağlam ve parlak kumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu * bir şeye tam güvenmeyip ileride nasıl olacağını beklemek gerekir. karambol * Bilârdo oyununda istaka ile vurulan bilyenin öbürlerine dokunması.
* Çarpışma, birbirine çarpma, karışıklık, karmaşa.karambole getirmek * karışıklıktan yararlanarak birini aldatmak.
* bir işi aşırı bir çabuklukla yaparak gereken özeni göstermemek.karamelâ * Eritilmişve birazıyakılmışşekerle yapılan şekerleme. karamsar * Kötümser, bedbin, meyus, pesimist. karamsar olmak * kötümserliğe kapılmak, bedbin olmak. karamsarlaşma * Kötümserleşme. karamsarlaşmak * Kötümserleşmek. karamsarlaştırma * Karamsarlaştırma işi. karamsarlaştırmak * Karamsar etmek. karamsarlık * Kötümserlik, meyusiyet, bedbinlik, pesimizm. karamuk * Karanfilgillerden, ekin tarlalarında biten, yapraklarıkarşılıklı, çiçeği pembe mor renkte, zararlı bir bitki
(Agrostemmagithago).
* Vücutta kara renkli kabarcıklara sebep olan bir hastalık.
* Koyunlarda görülen bir tür hastalık.karamusal * Çifte demir atıldığında geminin dönmesiyle zincirlerin karışmasınıönlemek için kullanılan x biçiminde ve
fırdondüye bağlızincir düzeni.Karamusal (veya Karamürsel) sepeti * önemsiz kimse veya şey. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 43
Karamusal (veya Karamürsel) sepeti sanmak * bir kimse veya şeyi ufak, önemsiz saymak. karanfil * Karanfilgillerden, güzel renkli çiçekler açan bir süs bitkisi (Dianthus caryophyllus).
* Mersingillerden, Molük adalarında, Filipinler’de ve Hindistan’da yetişen bir ağaç (Caryophyllus
aromaticus).
* Bu ağacın karanfil yağıelde edilen ve baharat olarak kullanılan, ağız kokusunu gideren, acımsı, koyu renkli,
küçük çivi biçimindeki tomurcuğu.karanfil yağı * Karanfilin tomurcuklarından elde edilen uçucu yağ. karanfilci * Karanfil yetiştiricisi. karanfilgiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi karanfil olan, çöven, karamuk, sabun otu ve benzeri cinsleri içine alan bir
familya.karanfili sıkmak * tehlikelere ve güçlüklere göğüs gerebilmek. karanlığa gömülmek * koyu karanlık içinde kalmak.
* büyük sıkıntıve keder içinde kalmak.karanlığa kalmak * varılacak yere varmadan akşam olmak. karanlığıdeşmek (veya yırtmak) * karanlıkta görmeye çalışmak, aydınlığa çıkmak için çaba harcamak.
* Büyük sıkıntıve üzüntüden kurtulmak için çabalamak.karanlık * Işığı olmayan, bütünü veya bir parçasıışıktan yoksun olan.
* Işık olmama durumu.
* Gereğince anlaşılıp bilinemeyen, ne olacağı, sonu belli olmayan (durum).
* Yasalara, töreye uygun olmayan; karışık.
* Üzüntü, sıkıntı, perişanlık.karanlık basmak (veya çökmek) * (hava) kararmak. karanlık etmek * bir şeyin önünde durarak görünmesine engel olmak. karanlık oda * Fotoğraf camı banyosu, röntgen muayenesi gibi işlerin yapıldığıışıksız oda. karanlıkta göz kırpmak * bir şeyi anlatmak isterken karşısındakinin anlayamayacağı bir işarette bulunmak veya bir söz söylemek. karantina * Bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir yerden gelen kişileri, gemileri ve malları geçici olarak ayırma
biçiminde alınan önlem.
* Hastahanelerde, yatacak hastaların kayıt ve kabul edildikleri yer.karantina müddeti * 343 karantina süresi. karantina süresi * Karantina için gerekli olan ve öngörülen süre. karar * Bir işveya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargı.
* (herhangi bir durum için) Tartışılarak verilen kesin yargı.
* Bu yargıyı bildiren belge.
* Değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik.
* Türk müziğinde, taksim yaparken ana makama dönüş.
* (hava için) Değişmez olma.
* Tam ölçüsünde, ne az ne çok.karar almak * bir davayı, bir sorunu sonuca bağlamak. karar altına almak * karar vermek, kararlaştırmak. karar bulmak * kararlı bir durum almak; yatışmak. karar kılmak * birçok şeyi deneyip birini seçmek. karar vermek * bir sorunu karara bağlamak, kararlaştırmak. karara bağlamak * bir davayı, bir sorunu çözümlemek, sonuçlandırmak. karara kalmak * (dava için) görüşülmesi bitip yargıcın kararını beklemek. karara varmak * bir konuda anlaşmak, bir şeyi kararlaştırmak. karargâh * Bir birlik veya kurumun, kumandan ile yardımcışube ve bölümlerinden oluşan kuruluş.
* Ordunun uzun bir süre veya geçici olarak konakladığıyer.
* Durulan veya kalınan yer.kararınca * Gerektiği ölçüde. kararında bırakmak * ölçüyü aşmamak. kararış * Kararmak işi veya biçimi. kararlama * Kararlamak işi.
* Kararlayarak (yapılan), tahminî.kararlamadan * Kararlama yoluyla, görmeden. kararlamak * Ölçü ve tartıya dayanmaksızın, gözle oranlayarak hesaplamak, tahmin etmek. kararlaşma * Kararlaşmak işi. kararlaşmak * Bir şey için karar verilmek. kararlaştırılma * Kararlaştırılmak işi. kararlaştırılmak * Kararlaştırmak işi yapılmak. kararlaştırma * Kararlaştırmak işi. kararlaştırmak * Bir konunun, bir işin herhangi bir yolda yapılmasıyla ilgili kesin düşünce belirtmek, tayin etmek. kararlı * Kararında direnen, kararınıdeğiştirmeyen, kesin karar vermişolan.
* Düzenli, dengeli, ölçülü, istikrarlı.kararlıdalga * 343 duraklıdalga. kararlıdenge * Bir güç etkisiyle hareket ettikten sonra gene aynıduruma gelen cisimlerin konumunu anlatır. kararlılık * Kararlı olma durumu, istikrar. kararma * Kararmak işi.
* Görüntülerin gittikçe kararıp görünmez duruma geçmesine dayanan bir noktalama çeşidi.kararmak * Rengi karaya dönmek, siyahlaşmak.
* (ışık) Sönmek, kısılmak veya gücü azalmak.
* (ateş) Sönmeye yüz tutmak.
* (iç, ruh gibi sözlerle) Kederlenmek, canısıkılmak.
* Niteliğini yitirmek.kararname * Cumhurbaşkanının onayladığıhükûmet kararı.
* Bakanlar Kuruluna verilen yetkilere dayanarak alınan karar.
* Bu kararı bildiren resmî yazı.kararsız * Kararı olmayan, karar vermekte güçlük çeken, bir kararda durmayan; duruksun, mütereddit.
* Düzensiz, istikrarsız.kararsız denge * Denge durumundaki cismin küçük bir yer değiştirmesiyle bozulan denge. kararsızlık * Kararsız olma durumu, tereddüt.
* Düzensizlik, istikrarsızlık.karartı * Karaltı.
* Kararmışyer, siyahlık.