kemikleştirmek | * Kemiğe donüştürmek. |
kemikli | * Kemiği olan veya çok kemiği olan. * Kemikleri iyi gelişmiş. * Çok zayıf, sıska. |
kemikli balıklar | * Balıklar sınıfından, iskeletleri kıkırdak durumunda kalmayıp kemikleşmişolan balıklar takımı. |
kemiksi | * Kemiğe benzeyen. |
kemiksi bölge | * Kıkırdağın kemiğe dönüşmekte olduğu kemik tabakası. |
kemiksiz | * Kemiği olmayan, kemiği ayrılmış. |
kemircik | * Burun, kulak vb. de bulunan küçük kıkırdak. |
kemirdek | * Kuyruğun iskeleti. |
kemirgen | * Kesici dişleri çok iyi gelişmişolan (hayvan). |
kemirgenler | * Tavşan, kobay, kirpi, sıçan ve kunduz gibi köpek dişleri olmayan ve kesici dişleri iyi gelişmişmemeliler takımı. |
kemirici | * Kemiren. |
kemiriciler | * Kemirgenler. |
kemirilme | * Kemirilmek işi. |
kemirilmek | * Kemirmek işi yapılmak veya kemirmek işine konu olmak. |
kemiriş | * Kemirmek işi veya biçimi. |
kemirme | * Kemirmek işi. |
kemirmek | * Sert bir şeyi dişleriyle azar azar koparmak. * Aşındırmak, yemek. * Bir şeyin içine işleyerek onu harap etmek. |
kemiyet | * Nicelik. |
kemlik | * Kötülük. |
kemlik etmek | * kötü davranışlarda bulunmak. |
kemoterapi | * Hastalıkların kimyasal maddelerle tedavi yöntemi. |
kemre | * Gübre, tezek. |
kemreleme | * Gübrelemek işi. |
kemrelemek | * Gübrelemek. |
kemrelik | * Gübrelik. |
-ken | * Bkz. -gan / -gen. |
kenar | * Bir şeyin, bir yerin bitişkısmıveya yakını, kıyı. * Bir şeyi çevreleyen çizgi. * Pervaz, çizgi, antika, baskı gibi çevre süsleri. * Bir biçimi sınırlayan çizgilerden her biri. * Merkezden uzak olan, kuytu, ıssız, sapa, tenha. |
kenar bobini | * (kâğıtçılıkta) Üretim maksimum makine genişliğinde olmasınısağlayabilmek için ana bobinlerin yanında üretilen dar, tekrar hamurlaştırmanın dışında kullanıma imkân sağlayacak genişlikteki bobin. |
kenar gezmek | * bir şeyden uzaklaşmışolmak. |
kenar mahalle | * Şehrin merkezinden uzak ve çoğu kültürsüz, görgüsüz ve fakir halkın oturduğu semt. |
kenar semt | * Bkz. kenar mahalle. |
kenar suyu | * Kenar süslemesi. |
kenara atmak | * bir şeyin üstünde durmamak, önemsememek. |
kenara çekilmek | * artık hiçbir şeye karışmamak. |
kenarcı | * Deniz kıyılarında avlanan balıkçı. |
kenarda kalmak | * kendine yakışan yeri tutamayarak önemsiz bir duruma düşmek. |
kenarda köşede | * Dikkati çekmeyen veya umulmayan yerlerde. |
kenarı bastırmak | * bir kumaşın kenarlarınıkıvırıp elle veya makine ile dikmek. |
kenarın dilberi | * Kibarlığa özenen görgüsü az kadın. |
kenarlı | * Herhangi bir biçimde kenarı olan. * Kenarısüslü, kenarı işlenmiş. |
kenarlık | * Kenar bölümünü oluşturan şey. |
kenarortay | * Bir üçgende her tepeden karşıkenarın ortasına indirilen doğru parçası. * Bir dikdörtgenin karşılıklı iki kenar ortasını birleştiren doğru parçası. |
kenarsız | * Kenarı olmayan. |
kendi | * İyelik ekleri alarak kişilerin öz varlığınıanlatmaya yarar. * Kişiler üzerinde direnilerek durulduğunu anlatır. * Bir işte başkalarının etkisi bulunmadığını belirtir. * “Kendisi, kendileri” biçiminde bazen saygıduygusuyla veya söz konusu olanlarıamaçlayarak o ve onlar yerine kullanılır. * İyelik eki almış bulunan isimlerden önce eksiz olarak iyelik düşüncesini pekiştirir, kişisel. |
kendi adına | * salt kendi için, kendisi hesabına. |
kendi ağzıyla tutulmak | * suçu, yalanıveya iddiasının yanlışlığıkendi sözüyle ortaya çıkmak. |
kendi başına | * Kimseye sormadan. * Başkasının payıveya yardımı olmaksızın. |
kendi beslek | * Öz beslenen. |
kendi derdine düşmek | * kendi sorunu sebebiyle başka şeyle ilgilenememek. |
kendi düşen ağlamaz | * kendi zararına kendi sebep olanın yakınmaya hakkı olmaz. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 77
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 74
kekik * Ballı babagillerden, karşılıklıküçük yapraklı, beyaz, pembe, kırmızı başak durumunda çiçekleri olan ve
çiçeği bahar gibi kullanılan, odunsu saplı, kokulu bir bitki (Thymus vulgaris).kekik yağı * Kekikten elde edilen ve genellikle geleneksel halk tedavisinde kullanılan kokulu yağ. kekikli * Üzerine veya içine kekik konulmuşolan. keklik * Sülüngillerden, güvercin büyüklüğünde, eti için avlanan, tüyü boz, ayaklarıve gagasıkırmızırenkte bir kuş
(Perdrix).
* Alımlı, güzel kadın.keklik etmek * aptallık etmek. keklik gibi * güzel, alımlı, hareketli. kekre * Tadıacımtırak, ekşimsi ve buruk olan. kekrelik * Kekre olma durumu. kekremsi * Tadıaz kekre olan.
* (koku için) Genzi yakan, buruk.
* Suratıasık, yüzü gülmeyen (kimse).kekremsilik * (tat ve koku için) Kekremsi olma durumu.
* Asık suratlı olma, yüzü gülmeme.kekresi * Tadıkekreye benzeyen. kel * Vücudun kıllıyerlerinde üreyen bir tür mantarın, kılların dökülmesine yol açtığı bulaşıcı bir hastalık.
* Bu hastalığa tutularak saçıdökülmüşolan (kimse).
* Kalıtıma bağlı olarak veya yaşlılık sebebiyle saçlarıdökülmüşolan.
* (doğa için) Çıplak.
* (bitki için) Gelişmemiş, cılız.
* İçinde az eşya bulunan.kel kâhya * ilgisi olsun olmasın her şeye karışan. kel kâhya * Kendisini ağa gibi göstermek isteyen zavallıkimse. kel ölür, sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur * Bkz. kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur. kelâm * Söz.
* Söyleyiş biçimi, söyleme.
* Tanrı’nın varlığınıve İslâm dininin doğruluğunu konu edinen bilim.Kelâmıkadim * Kur’anıkerim, Kur’an. kelâmıkibar * Özdeyiş. kelaynak * Leylekgillerden, yeryüzünde yalnız Birecik’te, Fırat vadisini çeviren kayalarda yaşayan uzun gagalı bir kuş
(Geronticus eremita).kelbaşa şimşir tarak * birçok ihtiyaç varken gereksiz özenti ve gösterişi belirtir. kele * Boğa, tosun. kelebek * Pul kanatlılardan, vücudu, kanatları ince pullarla ve türlü renklerle örtülü, dört kanatlı, çok sayıda türleri
olan böceklere verilen genel ad.
* Gevişgetiren hayvanların karaciğerlerinde yerleşip en çok öd yollarınıtıkayan bir cins asalak hayvan ve bu
hayvanın sebep olduğu hastalık.
* Vida, somun gibi nesnelerde kolayca çevrilmeye yarayan kelebek biçimindeki bölüm.
* Kelebek biçiminde olan.kelebek camı * Otomobilde ön kapıpenceresinde ekseni çevresinde dönerek açılabilen veya sabit bulunan küçük cam. kelebek çiçeği * İki çeneklilerden, aydınlık oda ve salonlarda zengin renkli ve çok dallı bir süs birkisi. kelebek gözlük * Burundan tutturularak kullanılan sapsız gözlük. kelebek otu * Bir cins yaban yoncası. kelebekler * Pul kanatlılar. keleci * Öz veya kusursuz, düzgün söz. kelek * Olgunlaşmamışham kavun.
* Irmaklarda işleyen ve şişirilmiştulumlar üzerine kurulan bir çeşit sal.
* Yer yer çıplaklığıveya boşluğu olan.
* Kılsız.
* Aptal.keleklik * Kelek olma durumu.
* Aptallık.kelem * Lâhana. keleme * Sürülmeden bırakılmıştarla.
* Bakımsız bırakılmış bağveya bahçe.kelep * Büyük iplik çilesi.
* Bağlam, demet.kelepçe * Tutukluların kaçmasınıönlemek için bileklerine takılan, bir zincirle tutturulmuşdemir halka.
* Kablo, boru gibi şeyleri bir yere bağlıtutmak için kullanılan halka.kelepçe vurmak (takmak veya kelepçeye vurmak) * bileklere demir halka geçirmek. kelepçeleme * Kelepçelemek işi. kelepçelemek * Kelepçe takmak. kelepçelenme * Kelepçelenmek işi. kelepçelenmek * Kelepçelemek işi yapılmak. kelepçeli * Kelepçesi olan.
* Bileklerine kelepçe takılmışolan.kelepir * Değerinden çok aşağı bir fiyatla alınan veya alınabilecek olan (şey). kelepirci * Her şeyi kelepir olarak ele geçirmek isteyen (kimse). kelepircilik * Kelepircinin işi. kelepire konmak (veya yakalamak) * bir şeyi çok ucuza almak. kelepleme * Keleplemek işi. keleplemek * İpi çile yapmak. kelepser * Atın başvurmasınıengelleyen kayış. keler * Sürüngenler sınıfının kelerler takımından olan hayvanların genel adı. keler balığı * Kelergillerden, 1,5m uzunluğunda bir cins köpek balığı(Squalus squatina). kelergiller * Asıl köpek balıklarıyla vatozlar arasında geçit sayılabilecek balıklarıkapsayan kemikli balıklar familyası. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 75
keleş * Yiğit, cesur, bahadır.
* Çok yakışıklı, çok güzel.
* Vücut yapısı gösterişsiz.
* Çirkin, kötü.
* Kel.keleşlik * Keleşolma durumu. keleye çekmek * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, boğaya çekmek. keli görünmek * kusuru ortaya çıkmak. keli kızmak * (seyrek öfkelenenler için) öfkelenmek. keli körü toplamak * işe yaramaz kimseleri toplamak. kelifit * Hidratlıdoğal magnezyum silikat. kelik * Eski ayakkabı. kelime * Anlamı olan ses veya ses birliği, söz, sözcük. kelime cambazı * Kelime cambazlığıyapan kimse. kelime cambazlığı * Sözlerle oyun yapma. kelime hazinesi * Bkz. söz dağarcığı, söz varlığı, vokabüler, kelime kadrosu. kelime kadrosu * Söz varlığı. kelime karışıklığı * 343 söz karışıklığı. kelime oyunu * Sözlerin çok anlamlı olmasından veya benzerliklerinden yararlanarak yapılan nükte veya aykırı
anlamlandırma.
* İki veya daha çok kişinin her defasında bir harf ekleyerek anlamlıkelime oluşturma oyunu.kelime sıklığı * Dilde bir sözün kullanılma oranı, frekans. kelime türü * Yapı, kavram, görev bakımından aralarındaki benzerliğe göre ayrılmış bulunan kelime türlerinden her biri.
Türkçede sekiz kelime türü vardır: isim, sıfat, zamir, zarf, edat, bağlaç, ünlem, fiil.kelime vurgusu * Bir kelimede bir hecenin öteki hecelerden daha baskılısöylenişi. kelimecik * Küçük kelime. kelimeişahadet * “Tanrı’dan başka Tanrıyoktur ve Muhammed onun kulu ve peygamberidir” sözü; İslâmın beşşartından
biri.kelimeleri tartarak konuşmak * sonucu hesaplayarak konuşmak. kelimeleşmek * Kelime durumuna, söz varlığıhâline gelmek, söze dönüşmek. kelimenin tam anlamıyla * bir durumu anlatmak için kullanılan sözün kapsadığıtam kavramla. kelimesi kelimesine * Hiçbir kelimesini atlamadan, olduğu gibi, tıpkı, harfiyen, aynen, motamot. kelimesiz * Sessiz, kelimeleri kullanmadan. kelin merhemi olsa başına sürer (veya kelin medarı olsa kendi başında olur) * kendi işini halledemeyen kişiden aynıdurum için yardım istendiğinde söylenir. kelle * Baş, kafa.
* (bazıpeynir cinsleri ve külçe durumundaki şeker gibi şeyler için) İri tane.
* Ekinlerde başak.kelle götürmek * gereksiz bir aceleyle gitmek, koşturmak, acele davranmak. kelle koltukta (gezmek) * gözünü budaktan esirgememek. kelle koparmak * olumsuz ve başarısız bir durum sonunda işe, göreve son vermek. kelle koşturmak * gereğinden çok acele etmek. kelle kulak yerinde (olmak) * kanlıcanlıve iri yapılı olan.
* gösterişli, itibarlısayılan.kellesinden olmak * can vermek, ölmek. kellesini koltuğuna almak * ölümü göze almak. kellesini uçurmak * kafasınıkeserek koparmak. kellesini vurdurmak * öldürmek. kelleşme * Kelleşmek işi. kelleşmek * Kel durumuna gelmek. kelleyi vermek * canınıfeda etmek. kelli * “Sonra” edatı gibi, çıkma durumundaki sözlerin ardısıra geldiğinde birbirine bağladığı iki yargıdan
birincisini zorlayıcı bir sebep olarak gösterir.kelli felli * Kılığıkıyafeti düzgün, olgun ve gösterişli (kimse), kerli ferli, gün görmüş. kellik * Kel olma durumu.
* Çıplak, bitkisiz yer.Keloğlan * Türk masallarının çoğunda geçen, sonunda zekâsıve yiğitliğiyle amacına eren bir kahramanın adı.
* (küçük k ile) Bir ailenin koruyuculuğuna veya bir yere çıraklığa alınan öksüz çocuklarıanlatmak için bir
okşama sözü gibi de kullanılır.keloğlan * Hindi. kem * Noksan, eksik.
* Kötü, fena.kem göz * Kötü, baktığışeye nazar değdiren göz. kem gözle bakmak * kötü niyetle bakmak.
* nazar değdiren bir bakışla bakmak.kem küm * Verecek cevap bulamayıp açık bir anlamı olmayan gelişigüzel sözler söylemek” demek olan kem küm
etmek deyiminde geçer.kem söz kem akçe sahibinindir * kötü söz söyleyenindir. kemakân * Önceden olduğu gibi, eskisi gibi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 76
kemal * Bilgi ve erdem bakımından olgunluk, yetkinlik, erginlik, eksiksizlik.
* En yüksek değer.kemale ermek (gelmek veya kemal bulmak) * (kema:le) olgunlaşmak. Kemalist * Atatürkçü. Kemalizm * Atatürkçülük. Kemalpaşa tatlısı * Un, yağve yumurta karışımıkurabiyelerin sıcak şeker şerbetine atılarak yapılan tatlı. keman * Yay.
* Dört telli, çenenin altına dayayarak çalınan yaylıçalgı.keman gibi * ince, düzgün (kaş). keman yayı * Kemana takılan ses vermeyi sağlayan tel. kemancı * Keman yapan veya çalan kimse. kemancılık * Kemancının işi. kemane * Keman ve kemençe yayı.
* Ağaç gemilerde talimarın üst ucundaki kıvrım.
* Bir tür halk çalgısı.
* Delgi veya küçük torna çevirmek için kullanılan ok yayı biçimindeki araç.kemane çekme * Yağlı güreşte, elleri hasmının arkasından göğsü üzerinde kilitledikten sonra midesi ve karnıüzerinde
kuvvetli bir biçimde ve bastıra bastıra gezdirme.kemanî * Alaturka müzikte keman çalan kimse. kemankeş * Ok atıcı, okçu. keme * Büyük sıçan.
* Domalan.kemençe * Yayla, diz üzerinde çalınan, kemana benzer üç telli küçük bir çalgı. kemençeci * Kemençe çalan veya yapan kimse. kement * Hayvanlarıyakalamak için kullanılan, ucu ilmikli, kaygan uzun ip.
* İdam için kullanılan yağlıkayış.kement atmak * kemendi bir ucu elde kalacak biçimde ileri doğru fırlatmak. kementlemek * Kement geçirmek. kemer * Bele dolayarak toka ile tutturulan, kumaş, deri veya metalden yapılan bel bağı.
* Etek, pantolon gibi giysilerin bele gelen bölümü.
* Özellikle yolculukta kullanılan, üzerinde altın para yerleştirmeye yarar gözleri olan meşin kuşak.
* İki sütun veya ayağı birbirine üstten yarım çember, basık eğri, yonca yaprağı gibi biçimlerde bağlayan ve
üzerine gelen duvar ağırlıklarını, iki yanındaki ayaklara bindiren tonos bağlantı.
* Bkz. emniyet kemeri.
* Kemiklerden oluşmuşkemer biçiminde tavan.
* Katmanlıkayaçlarda bir kıvrımın kabarık tepe yeri, tekne karşıtı.
* Tümsekli.kemer bağlama * Aile büyüğünün, gelinin beline altın veya gümüşkemer bağlamasıtöreni, kuşak bağlama. kemer gözü * Kemerle ayaklarıarasındaki boşluk. kemer patlıcanı * Bir çeşit ince uzun patlıcan. kemere * Gemi güvertesinin enine konmuşkirişlerinden her biri. kemeri dolu olmak * çok zengin olmak. kemerini sıkmak * açlığa veya tutumlu davranmaya katlanmak. kemerleme * Kemerlemek işi. kemerlemek * Ciltçilikte dikişten sonra kitabın sırtına yuvarlak bir biçim vermek. kemerli * Üzerinde kemeri olan veya kemer takılmışolan.
* Kemer biçiminde olan.
* Kavisli olan.kemerlik * Bazı işçi ve satıcıların araç veya gereçlerini koymak için bellerine taktıkları, gözlere ayrılmış, tahta, meşin
veya metal kemer.
* Kemer yapımında kullanılan.kemersiz * Kemeri olmayan. kemha * Bir çeşit ipek kumaş. kemiğine (kemiklerine) kadar * iyice, en son sınıra dek. kemik * İnsanın ve omurgalıhayvanların çatısını oluşturan türlü biçimdeki sert organların genel adı.
* Kemikten yapılmış.kemik atmak * susturmak, oyalamak için birini küçük bir şeyle avutmak. kemik bilimci * Kemik bilimi uzmanı, osteolog. kemik bilimi * Anatominin kemiklerle ilgili bölümü, osteoloji. kemik doku * Omurgalıhayvanlarda iskeleti oluşturan bir bağdokusu türü. kemik gibi * pek kuru, katı, sert; sağlam. kemik rengi * Beyaz ile krem rengi arasında olan renk. kemik yalayıcı * Dalkavuk. kemik zarı * Kemikleri kapsayan beyazımsıve sedef renginde zar. kemikçik * Küçük kemik. kemikleri sayılmak * çok zayıflamak. kemikleri sızlamak * (ölü) huzursuz. rahatsız olmak. kemiklerini kırmak * birini çok dövmek, aşırıdayak atmak. kemikleşme * Kemikleşmek işi. kemikleşmek * Kemik durumuna gelmek.
* Sert, değişmez bir durum almak.
* Dokusu kemik doku durumuna gelmek.kemikleştirme * Kemikleştirmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 72
keçimemesi * Sert kabuklu, iri taneli, uzunca, beyaz veya kırmızımsı bir çeşit üzüm. keçisağan * Çobanaldatan, dağkırlangıcı. keçisakalı * Lâdengillerden, çayırlarda, nemli yerlerde yetişen, topraklarımızraksıve çizgili çiçekleri mavimtırak veya
mor renkte lâden bitkisinin bir türü (Cistus creticus).
* Gülgillerden, beyaz veya penbe çiçekli, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen bir ağaççık, erkeçsakalı,
çayırmelikesi (Spiraea aruncus).keçisedefi * Keçisakalı. keçitırnağı * Kesici ağzıüçgen biçiminde olan oyma kalemi. keçiye can kaygısı, kasaba et (veya yağ) kaygısı * başkasının büyük zararıkarşısında kendi küçük yararınıdüşünenler için sitem olarak söylenir. keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur * gözü doymayan hırslı insanlar küçük bir çıkar için bütün varlığınıtehlikeye atar. keder * Acı, üzüntü, dert, sıkıntı, ıstırap, tasa. keder çekmek * acıduymak, ıstırap çekmek. keder vermek * üzüntü vermek, kederlendirmek, tasalandırmak. kederlendirme * Kederlendirmek işi. kederlendirmek * Keder, üzüntü duymasına yol açmak, acıvermek. kederleniş * Kederlenme durumu. kederlenme * Kederlenmek işi. kederlenmek * Kederli olmak, üzülmek, tasalanmak, mükedder olmak. kederli * Acılı, üzüntülü, mukedder. kedersiz * Acısız, üzüntüsüz. kedi * Kedigillerden, köpek dişleri iyi gelişmiş, kaslarıçevik ve kuvvetli evcil veya yabanî, küçük memeli hayvan
(Felis domesticus).kedi (veya eti) ne, budu ne? * yaşıküçük.
* imkânları, gücü sınırlı, parasıaz.kedi balı * Erik, kayısı gibi ağaçlardan sızan bir çeşit zamk. kedi balığı * Kedi balığı gillerden, dişleri ve solungaç yarıklarıküçük bir balık (Scyiliorhinus canicula). kedi balığı giller * Balıklar sınıfının köpek balıklarıtakımını içine alan bir familya. kedi ciğere bakar gibi bakmak (veya süzmek, seyretmek) * imrenerek bakmak. kedi gibi * uysal ve sokulgan. kedi gibi dört ayak üzerine düşmek * en güç durumdan zarar görmeden kurtulmak. kedi ile harara girmek * geçimsiz biri ile iş birliği yapmak. kedi ile köpek gibi * birbirleriyle geçinemeyen, anlaşamayan kimseler için söylenir. kedi nanesi * Ballı babagillerden, kırlarda yetişen, kedilerin kokusundan çok hoşlandığı bir bitki, yaban sümbülü (Nepeta
cataria).kedi olalı bir fare tuttu * şimdiye kadar bir tek başarılı işyapabildi. kedi otu * İki çeneklilerden, kök sapıhekimlikte kullanılan bir bitki (Valeriana). kedi otugiller * Yapraklarısapsız olan otsu bitkileri, seyrek olarak da çalıdurumundaki bitkileri kapsayan bitişik taç
yapraklı, iki çenekli bitkiler familyası.kedi yavrusunu yerken sıçana benzetir * yolsuz olduğunu bildiği bir işi yaparken kendini mazur göstermek için bahane uydurur. kedi yetişemediği (veya uzanamadığı) ciğere pis (veya murdar) dermiş * elde edemeyecekleri şeyi hor göstermeye kalkışanlar için söylenir. kediayağı * Birleşikgillereden, süs bitkisi olarak da yetiştirilen, beyazımsı, yumuşak, sık tüylü bir bitki (Antennaria
dioica).kedibastı * Bütün yüzeye tutkal sürmeyi gerektirmeyen işlerde, fırçayıaralıklı bastırarak tutkal sürme işi. kedidili * Genellikle dondurmanın yanında yenilen bir tür tatlı bisküvi. kedigiller * Kedi, aslan, kaplan, pars gibi hayvanları içine alan etçil memeli hayvanlar sınıfı. kedigözü * Taşıtların arkasındaki kırmızırenkli işaret lâmbası.
* Yollarda ışık vurduğu zaman parlayan trafik işareti.kedinin boynuna ciğer asılmaz * bir kimseye, kullanıp zarar vereceği, kendine mal edip ortadan kaldıracağışey emanet edilmez. kediyaladı * Kadife veya tiftikten yapılmış bir ürünün yüzeyine verilen şekil. kediye peynir ( veya ciğer) ısmarlamak * güvenilmeyecek birine saklaması için bir şey bırakmak. kefal * Kefalgillerden, orta büyüklükte, çok pullu, küt başlı, gümüşrenkte, beyaz etli bir balık (Mugil cephalus). kefalet * Birinin borcunu ödememesi veya verdiği sözü yerine getirmemesi durumunda bütün sorumluluğu üzerine
alma durumu, kefillik.kefaleten * Kefalet yoluyla. kefaletname * Bir kimsenin kefil olduğunu gösteren belge, kefillik kâğıdı. kefalgiller * Kefallarla onlara yakın türleri kapsayan kemikli balıklar familyası. kefaller * Kefalgiller, kum balığı giller, cennet balığı giller, uskumrugiller familyalarını içine alan kemikli balıklar
takımı.kefaret * Bir günahıTanrı’ya bağışlatmak umuduyla verilen sadaka veya tutulan oruç. kefaretini ödemek * cezasını çekmek. kefe * Terazi gözlerinden her biri. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 73
kefe * Semercilerin kullandığı bir tür araç. kefek * Kefeki. kefeki * Yapılarda kullanılan açık renkli, delikli, hafif, işlenmesi kolay, ateşe dayanıklı bir tür taş.
* Dişlerin diplerinde ve kaplarda oluşan kireç tabakası.kefeki tutmak * küflenmek. kefekiye dönmek * delik deşik olmak. kefeleme * Kefelemek işi. kefelemek * (atı) Kefe (II) ile silip tüylerini parlatmak. kefeli * Kefesi olan. kefen * Gömülmeden önce ölünün sarıldığı beyaz bez, kefin. kefenci * Cenaze gereçleri satan kimse.
* Zorba.kefeni boynunda olmak * her an ölümü göze almak. kefeni yırtmak * ağır bir hastalıkta ölüm tehlikesini atlatmak. kefenin cebi yok * mal veya para “ölürken götürülmez” anlamında cimriler için söylenir. kefenleme * Kefenlemek işi veya durumu. kefenlemek * Ölüye kefen sarmak, tekfin etmek. kefenleyiş * Kefenlemek işi veya biçimi. kefenli * Kefene sarılmış.
* Kefene sarılarak.kefenlik * Kefen olarak kullanılmaya elverişli (bez). kefenlik para * Ölüm durumunda gerekli masrafların görülmesi için ayrılmışpara. kefensiz * Kefene sarılmamış.
* Kefene sarılmadan.kefere * Müslüman olmayanlar, kâfirler. kefil * Borçlu borcunu ödemediğinde veya bir kimse verdiği sözü yerine getirmediğinde bütün sorumluluğu
üzerine alan kimse.kefil göstermek * bir işiçin gerekli olan kefili bulmak. kefil olmak * borçlu borcunu ödemediğinde veya bir kimse verdiği sözü yerine getirmediğinde bütün sorumluluğu
üzerine almak.kefillik * Kefil olma durumu, kefalet. kefin * 343 kefen. kefir * Özel bir maya mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek. kefiye * Arapların kullandığıve omuzlarıda örten, püsküllü erkek başörtüsü. kefne * Çuvaldız veya kalın iğne ile işişleyen kimsenin eline geçirdiği demirli kayış. kehanet * Bir olayın gerçekleşeceğini önceden bilme, kâhinlik. kehanette bulunmak * kâhinlik yapmak. Kehkeşan * Samanuğrusu, Samanyolu. kehle * Bit. kehribar * Süs eşyasıyapımında kullanılan, açık sarıdan kızıla kadar türlü renklerde, yarısaydam, kolay kırılır ve bir
yere hızlıca sürtüldüğünde hafif cisimleri kendine çeken, fosilleşmişreçine, samankapan.
* Bu maddeden yapılmış.kehribar balı * Sarıve saydam bal. kehribar gibi * sapsarı, koyu sarı. kehribarcı * Kehribardan tespih, ağızlık gibi şeyler yapan veya satan kimse. kek * Yumurta, un ve şekerden, genellikle içine çekirdeksiz kuru üzüm veya kakao vb. konularak yapılan, fırında
pişirilen tatlıçörek.
* Tane ve tohumların, etin veya balığın yağınıveya diğer sıvılarınıçıkarmak için mekanik sıkılmalarıyla
oluşan fiziksel form.kekâ * Keyifli bir durum anlatılırken “ne güzel, ne iyi” anlamında söylenir. kekâh * Bkz. kekâ. keke * Kekeme. kekeç * Kekeme. kekeleme * Kekelemek işi. kekelemek * Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak ve keserek konuşmak.
* Ne söyleyeceğini şaşırıp kelimeleri birbirine karıştırmak.kekeleyiş * Kekelemek işi veya biçimi. kekelik * Kekemelik. kekeme * Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak birdenbire söyleyen ve keserek konuşan,
keke.kekemeleşme * Kekemeleşmek işi. kekemeleşmek * Kekeme durumuna gelmek. kekemelik * Kekeme olma durumu, rekâket. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 71
kazmaç * Bkz. kazaratar. kazmak * Herhangi bir araçla toprağıaçmak, oymak.
* Bu yolla çukur, kuyu, yol vb. oluşturmak.
* Hakketmek.kazmir * Bkz. kaşmir. kazolit * Hidratlıdoğal kurşun ve uranyum silikat. kazulet * Kocaman. kazurat * Dışkı. ke * Türk alfabesinin on dördüncü harfinin adı. kebap * Doğrudan doğruya ateşte veya kap içinde susuz olarak pişirilmişet.
* Kızartma, çevirme veya kavurma yoluyla hazırlanan her türlü yiyecek.
* Kavrulmuş, kızarmış.
* Yanmış, yanık.kebapçı * Kebap yapıp satan kimse.
* Kebap yenilen veya satılan yer.kebapçılık * Kebapçı olma durumu. kebaplı * Kebabı olan, içine kebap konulmuşolan. kebaplık * Kebap yapılmaya elverişli, kebap yapılmak için ayrılmış. kebe * Kısa kepenek. kebere * Gebre otu. kebir * Büyük, ulu.
* Yaşça büyük, yaşlı.kebze * Kürek kemiği. kebzeci * Koyunların kebzesine bakarak gelecekten haber verdiğini ileri süren kimse. keçe * Yapağıveya keçi kılının dokunmadan, yalnızca dövülmesiyle elde edilen kaba kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.
* Yere serilen halı, kilim gibi yünlü döşemelik.keçe külâh etmek * aldatmak, kandırmak. keçe külâh olmak * ordudan veya resmî görevden çıkarılmak. keçeci * Keçe yapan veya satan kimse. keçecilik * Keçe yapma veya satma işi. keçeleme * Keçelemek işi.
* Keçeleşmek işi.keçelemek * Bir nesneye keçe geçirmek.
* Metal bir yüzeyi keçeyle parlatmak.keçelenme * Keçelenmek işi. keçelenmek * Keçeleşmek. keçeleşme * Keçeleşmek işi. keçeleşmek * Telleri birbirinin içine girip karışarak ayrılmaz olmak.
* (deri) Pürüzlü duruma gelmek, keçe gibi olmak.
* Vücudun bir yeri uyuşup duyarlığı azalmak.keçeleştirme * Keçeleştirmek işi. keçeleştirmek * Keçeleşmesine yol açmak. keçeli * Keçesi olan. keçesini sudan çıkarmak * güç olan bir işi, durumu yoluna koyarak rahatlamak. keçeyi suya atmak * ar ve namusu hiçe saymak. keçi * Gevişgetirenlerden, eti, sütü, derisi ve kılı için yetiştirilen, memeli evcil hayvan (Capra hircus).
* Bu hayvanın dişisi.
* İnatçı.keçi inadı * Bir türlü yumuşamayan vazgeçilmeden sürdürülen inat. keçi kömüreni * Yapraklarısoğan terine kullanılan bir tür yaban sarımsağı. keçi mantarı * Bkz. ak mantar. keçi postu * Keçinin derisinin terbiye edilmesi ile yapılan post. keçi sakal * Sakalıyalnız çenede sivri ve seyrek olarak bulunan. keçi söğüdü * Bataklıklarda ve nemli ormanlarda çok bulunan bir söğüt türü (Salix caprea). keçi yemişi * Yaban mersini. keçi yolu * Engebeli yerlerden gelip geçenlerin ayak izlerinden oluşan, tekerlekli araç işlemeyen dar yol, çığır, patika. keçiboynuzu * Baklagillerden, kerestesi marangozlukta, kabuklarıtabaklıkta kullanılan bir ağaç, harnup (Ceratonia siliqua).
* Bu ağacın baklamsı, şekerli olan yemişi, harnup.keçiboynuzu gibi * işi çok, verimi az olan şeyler için söylenir. keçiler * Keçileri ve çeşitli koyun türlerini içine alan, dağlık, kayalık yerlerde yaşayan, hafif yapılı, çevik geviş, getiren
hayvanlar sınıfı.keçileri kaçırmak * delirmek veya bir bunalım içinde bulunmak. keçileşme * Keçileşmek işi. keçileşmek * İnadıtutmak. keçilik * İnatçılık. keçilik etmek * inat etmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 70
kazgıç * Tandırdan ekmeği çıkarmaya yarayan bir araç.
* Bitki kökü çıkarmağa yarayan ucu sivriltilmişsopa.kazı * Bir yeri kazma işi, hafriyat.
* Yer altındaki tarihî değeri olan şeyleri, yapıları ortaya çıkarmak amacıyla arkeologlarca toprağın belli
kurallara ve yöntemlere göre kazılması, araştırılması.
* Tahta, maden gibi şeyler üzerine yazıveya resim oyma işi, hak (II).kazı bilimci * Arkeoloji ile uğraşan kimse, arkeoloji uzmanı, arkeolog. kazı bilimi * Arkeoloji. kazı bilimsel * Arkeoloji ile ilgili, arkeolojik. kazıkoz anlamak * söylenen şeyi çok yanlışanlamak. kazıcı * Kazıveya oyma işi yapan. kazığa vurmak * bir kimseyi yere dikilmişucu sivri bir kazığa oturtarak öldürmek. kazık * Toprağa çakılmak için hazırlanmış, ucu sivri çubuk.
* Direk, sopa.
* Yapıların temelinde kullanılan, toprağa çakılan veya toprak içine giren tahta, maden veya betonarmeden
silindir, prizma vb.biçimindeki uzun parça.
* İnsanıüzerine oturtarak öldürdükleri, yere dik çakılmışsivri uçlu odun veya şiş.
* Kazığa oturtarak uygulanan öldürme cezası.
* Genellikle yağlı güreşte, güreşçinin, elini hasmının kispeti içine sokarak yaptığı oyun.
* Alışverişte aldatılma.kazık atmak * aldatmak, kazıklamak. kazık dikmek * devamlıkalmak, ebediyen yaşamak. kazık gibi * dimdik ve sert. kazık kadar * kocaman (kimse). kazık kakmak * umulduğundan pek çok yaşamak. kazık kök * Havuçta olduğu gibi toprağa dikine giren koni biçiminde kök.
* Toprağın içinde derinlere doğru dik bir şekilde gelişen, üzerinden çıkan ikincil yan kökleri çoğunlukla az
olan kök.kazık marka * Çok pahalı. kazık yemek * aldatılmak, kazıklanmak. kazık yutmuşgibi * Bkz. baston yutmuşgibi. kazıkazan * Kazındığında, aynıtutardan üçünü bir arada bulma esasına dayalı bir tür talih oyunu. kazıkçı * Alışverişte aldatan, pahalımal satan (kimse). kazıklama * Kazıklamak işi. kazıklamak * Bir tarla veya arsanın sınırını belirtmek için kazık çakmak.
* Kazık cezasına çarptırmak.
* Bir malı, bir kimseye değerinden çok pahalıya satmak, alışverişte aldatmak.kazıklanma * Kazıklanmak işi. kazıklanmak * Kazığa oturtulmak.
* Bir malıdeğerinden çok pahalıya almak, alışverişte aldatılmak.kazıklayış * Kazıklamak işi veya biçimi. kazıklı * Kazığı olan, kazıkla desteklenmişolan. kazıklıhumma * Tetanos. kazıl * Kıldan bükülmüşçuval dikmekte kullanılan ip, sicim. kazılış * Kazılmak işi veya biçimi. kazılma * Kazılmak işi. kazılmak * Kazmak işi yapılmak. kazım * Kazma işi. kazıma * Kazımak işi.
* Vücutta boşluklar içinde bulunan yabancıcisimleri, hasta veya zararlısayılan dokularıkazıyarak almak,
kürtaj.kazıma resim * Ağaç, metal veya taş bir yüzeye ayrıkatlar hâlinde değişik renkli boyalar sürüldükten sonra, üstteki katları
yer yer kazıyarak alttaki renklerden yararlanma tekniği, gravür.
* Bu teknikle yapılan resim, gravür.kazımak * Kesici bir aracısürterek bir şeyin yüzündeki tabakayıkaldırmak.
* Kesici bir araç kullanarak silmek, çıkarmak.
* Sertçe ovmak.
* Vücuttaki yabancı bir cismi hasta, zararlıveya istenmeyen bir organıalmak, temizlemek, yok etmek.
* Tıraşetmek.
* Metal bir yüzey üstüne sert bir araçla şekil çizmek, yazıyazmak, nakşetmek.
* Aslını, kökünü çok detaylıaraştırmak.kazımık * Süt, muhallebi ve yemek pişerken tencerenin dibinde yanan yapışkan bölüm. kazın ayağıöyle değil * bir sorun, bir durum sanıldığı gibi değildir. kazınma * Kazınmak işi. kazınmak * Kendi kendini kazımak.
* Kazımak işi yapılmak.
* Derisini kazır gibi kaşımak.
* Derisini yüzercesine tıraşolmak.
* Her tarafı iyice temizlemek.
* Varıyoğu, elindeki bütün parasıalınmak veya çalınmak.kazıntı * Kazıyarak çıkarılan parça.
* Kâğıtta kazıma izi.kazıntılı * Kazıntısı olan (kâğıt, yazı). kazıtma * Kazıtmak işi. kazıtmak * Kazımak işini yaptırmak. kazıyış * Kazımak işi veya biçimi. kaziye * Önerme. kazkanadı * Güreşte hasmının başınıkoltuk altına alarak hasmıarkadan, yandan sararak, elleri koltuklarıaltından
geçirdikten sonra sırtında veya ensesinde birleştirme biçimindeki oyun.kazma * Kazmak işi.
* Toprağıkazıp kaldırmak, düzeltmek gibi işlerde kullanılan ağaç saplıdemir araç.
* Kazılarak yapılmış.kazma diş * Ön dişleri uzun ve dışarıdoğru çıkık olan (kimse). kazma gibi * büyük, kocaman (diş). kazmacı * Kömür ocaklarında kazma ile kömür çıkaran işçi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 68
kaynatılma * Kaynatılmak işi. kaynatılmak * Kaynatmak işi yapılmak. kaynatma * Kaynatmak işi. kaynatmak * Kaynamasını sağlamak.
* Kaynak yapmak.
* Konuşmak, sohbet etmek.
* Belli etmeden almak; unutturmak.kaynayan kazan kapak tutmaz * için için gelişen olaylar veya duygular bir yerde patlak verir. kaynayış * Kaynamak işi veya biçimi. kaypak * Kayagan, kaygan.
* Sözünde durmaz, dönek.kaypakça * Biraz kaypak.
* Sözünde durmayarak, döneklik ederek.kaypaklaşma * Kaypaklaşmak işi. kaypaklaşmak * Kaypak bir duruma gelmek. kaypaklık * Kaypak olma durumu.
* Sözünde durmazlık, döneklik.kaypama * Kaypamak işi. kaypamak * Ayağıkaymak. kayra * Yüksek tutulan veya sayılan birinden gelen iyilik, lütuf, ihsan, atıfet, inayet.
* Bkz. Tanrıkayrası.kayracılık * Evrendeki bütün olaylarıtanrısal sebebe dayandıran, insanların ancak Tanrıkayrasıyla, bağışıyla
kurtulabileceğini ileri süren öğreti, providansiyalizm.kayrak * Ekime elverişli olmayan, taşlı, kumlu toprak.
* Yassı, düz taş.
* Bileği taşı.kayran * Orman içinde genişve çıplak alan, düzlük. kayrılma * Kayrılmak işi. kayrılmak * Kayırmak işi yapılmak. kayser * Roma, Bizans ve Alman imparatorlarına verilen unvan. kayşa * Kayşamak olayı, kayma, göçü, heyelân. kayşama * Kayşamak işi. kayşamak * Kaya, toprak vb.yerinden koparak aşağıya kaymak. kayşat * Kayşama sonucu yerinden kopmuşparça. kaytaban * Sürü, deve sürüsü.
* Başı boş, düzensiz.kaytak * Kuytu.
* Sözünde durmayan.
* Yağcı, dalkavuk, numaracı.kaytaklık * Kaytak olma durumu. kaytan * Pamuk veya ipekten sicim.
* Yelkeni yarıkapatmak için kullanılan örgü halat.kaytan bıyıklı * İnce ve uzun bıyıklı. kaytanlı * Kaytanı olan, kaytanla dikilmiş. kaytarıcı * İşten kaçan kimse. kaytarış * Kaytarmak işi veya biçimi. kaytarma * Kaytarmak işi. kaytarmacı * Kaytaran (kimse). kaytarmacılık * Kaytarmacının işi. kaytarmak * Geri çevirmek, iade etmek.
* İşten kaçmak.kayyım * Bkz. kayyum. kayyum * Cami hademesi.
* Belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse.kayyumluk * Kayyum olma durumu.
* Kayyumun görevi.kaz * Perde ayaklılardan, uzun, beyaz veya gri boyunlu, suda ve karada yaşayan, uçan, yabanî veya evcil kuş
(Anser).
* Budala.kaz ayağı * Bkz. kazayağı. kaz gelen yerden tavuk esirgenmez * büyük çıkarlar beklenen yerde küçük fedakârlıklar yapılmalıdır. kaz kafalı * Anlayışsız, kavrayışsız, kafasız. kaza * Can veya mal kaybına veya zararına sebep olan kötü olay.
* Vaktinde kılınmayan namazıveya tutulmayan orucu sonradan dinî kurallara uygun olarak yerine getirme.
* Yargı, yargılama.
* Kadının görevi.
* İlçe, kaymakamlık.kaza dairesi * Yargıçevresi. kaza etmek * vaktinde kılınmayan namazı, tutulmayan orucu dinî kurallara uygun olarak yerine getirmek. kaza ile * kazara. kaza kurşunu * Yanlışlıkla gelen mermi. kaza ve kader * alın yazısı. kazaen * Kazara. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 69
kazağı * Kazımakta veya temizlemekte kullanılan demir araç. Kazak * Kazakistan Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse.
* Güney Rusya’da yaşayan Slavlaşmış bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse.
* Kazaklara özgü olan, Kazaklarla ilgili olan.kazak * Genellikle kollu, baştan geçirilerek giyilen, örme üst giysisi.
* Cokeylerin giydiği, göz alıcırenklerde bir tür ceket.kazak * Rusya’da ve İran’da ayrı bir sınıf oluşturan atlıasker.
* Karısına söz geçirebilen, dediğini yaptırabilen erkek, kılı bık karşıtı.Kazak çömelmesi * Bir bacak üzerinde çömelip dizi iyice bükerken, öteki bacağıönde tutma biçiminde yapılan bir güç
alıştırması.Kazakça * Kazak Türkçesi. kazaklık * Karısına söz geçirme, dediğini yaptırma durumu. kazalı * Kazaya yol açan, sakıncalı, tehlikeli.
* Kaza geçirmişolan.
* İlçesi olan.kazamat * Obüslerden, bombalardan korunmak için yerin altına kazılmışsiper. kazan * Çok miktarda yemek pişirmeye veya bir şey kaynatmaya yarar büyük, derin ve kulplu kap.
* Buhar makinelerinde, kalorifer tesisatında, suyun kaynatıldığıkapalıkap.kazan (biri) kepçe * bir kimsenin, bir yeri iyice araştırdığınıanlatır. kazan dairesi * Çok katlıyapılarda ısıtma sisteminin yer aldığı bölüm. kazan kaldırmak (veya devirmek) * (yeniçeriler) yemek pişirilen kazanıkaldırarak ayaklanmak, isyan etmek.
* yöneticinin bir tutumuna karşıhep birden ayaklanmak, isyan etmek.kazan kaynamayan yerde maymun oynamaz * hiçbir işkarşılıksız yapılmaz. kazan taşı * Kalsiyum tuzlarıkapsayan suyun ısıtıldığıkabın iç yüzeyinde oluşturduğu katman. kazancı * Kazan yapan, satan veya onaran usta.
* Kazanıateşleyen kimse, ateşçi.kazancılık * Kazancının işi veya mesleği. kazanç * Satılan bir mal, yapılan bir işveya harcanan bir emek karşılığında elde edilen para, temettü.
* Yarar, çıkar, kâr.kazançlı * Kazanmışolan.
* Kazanç getiren, kazanç sağlayan.kazançsız * Kazancı olmayan. kazandırma * Kazandırmak işi. kazandırmak * Kazanmasını sağlamak. kazandibi * Dibi tutturularak hafif yanık kokusu verilmişmuhallebi. kazanıkapalıkaynamak) * iç yüzü bilinmemek. kazanılma * Kazanılmak işi. kazanılmak * Kazanmak işi yapılmak. kazanım * Kazanmak işi.
* Bir işyerinde işçilere sağlanan hukuk, sosyal ve malî her tür hak.kazanış * Kazanmak işi veya biçimi. kazanma * Kazanmak işi, edinme. kazanmak * Kazanç sağlamak.
* Olumlu, iyi bir sonuç elde etmek.
* Çıkmak, isabet etmek.
* Edinmek, sahip olmak.
* Uğramak, yakalanmak.
* Kendinden yana çekmek.
* Ele geçirmek, fethetmek.
* Yenmek, galip gelmek.kazara * Kaza sonucu, yanlışlıkla, bilmeden, kazaen.
* Rastgele, tesadüfen.kazaratar * Eklemli bir kol üzerinde hareket eden kepçeli bir çark veya zincirle donatılmışkazımakinesi, kazmaç,
ekskavatör.kazasız * Kazaya uğramadan yapılan.
* Kazasız bir biçimde.kazasız belâsız * Kazaya veya güçlüğe, sıkıntıta uğramadan. kazaska * KaynağıKafkasya olan ve hızlı oynanan bir halk dansı. kazasker * İlmiye sınıfının yüksek derecesinde bulunan devlet görevlisi. kazaskerlik * Kazaskerin yaptığı iş, kazaskerin rütbesi ve makamı. kazaya bırakmak * (namaz için) vaktinde kılınamayanıdaha sonra kılmak. kazaya kalmak * (namaz için) vaktinde kılınamamak. kazaya rıza göstermek * yargıya, verilen hükümlere boyun eğmek. kazayağı * Ispanakgillerden, yapraklarıkaz ayağına benzeyen bir bitki (Chenopodium).
* Çok kollu çengel.
* Çaprazlama yapılan teyel, Hristo teyeli.
* Bir ucuna, ortasından bir ikincisi bağlanarak yapılan üç uçlu halat.
* Açık turuncu renk.
* Bu renkte olan.kazaz * Ham ipeği iplik ve ibrişim durumuna getiren kimse. kazazede * Kazaya uğramış, kaza geçirmişolan (kimse). kazboku * Kirli sarı(renk).
* Bu renkte olan.kazdığıçukura (veya kuyuya) kendisi düşmek * başkası için hazırladığıkötülüğe kendi uğramak. kazdırma * Kazdırmak işi. kazdırmak * Kazmak işini yaptırmak. kazein * Sütte bulunan protein maddesi.
* Bkz. bitkisel kazein.kazein tutkalı * Ekşi sütten kireç yardımı ile üretilen ve soğuk olarak kullanılan ağaç yapıştırıcısı. kazevi * Saz veya kamıştan örülmüş büyük sepet, zembil. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 65
kaydırma * Kaydırmak işi.
* Alıcının herhangi bir araç üzerinde çeşitli yönlere hareket ettirilmesi.
* Savunmanın belirli bir anında, oyunun güç noktasını birdenbire değiştirme.kaydırmak * Kaymasını sağlamak, kaymasına yol açmak. kaydırtma * Kaydırtmak işi. kaydırtmak * Kaymasınısağlatmak, kaymasına sebep olmak. kaydiye * Kayıt için alınan para. kaydolma * Kaydolmak işi, yazılma. kaydolmak * Yazılmak. kaygan * Islak veya düz olduğundan, kendisi kayan veya üzerinde kayılan, kaygın. kaygana * Omlet.
* Yumurta çalkanarak yapılan bir çeşit tatlı.kayganalık * Kaygana için gereken malzeme. kayganlık * Kaygan olma durumu. kaygı * Üzüntü, endişe duyulan düşünce, tasa. kaygıçekmek * üzüntü, tasa duymak. kaygılandırma * Kaygılandırmak işi. kaygılandırmak * Kaygılanmasına sebep olmak. kaygılanış * Kaygılanmak işi veya biçimi. kaygılanma * Kaygılanmak işi, üzülme. kaygılanmak * Kaygıduymak, üzülmek. kaygılı * Kaygısı olan, üzüntülü. kaygın * Kaygan.
* Gebe deve.kaygısız * Kaygısı olmayan, kaygıduymayan, aldırmaz. kaygısızca * Kaygısız, aldırmaz (bir biçimde). kaygısızlık * Kaygısız olma durumu veya kaygısızca davranış. Kayı * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. kayık * Kürek veya yelkenle yürütülen ufak tekne.
* Bir yana kaymış.kayık gibi * kayığa benzer biçimde, kayığın durumuna uygun olarak. kayık salıncak * Bayram yerlerinde kurulan kayık biçiminde salıncak. kayık tabak * Kayık biçiminde uzun ve düz tabak. kayık yaka * Açıklığı omuzlara doğru olan oval yaka. kayık yanaştırmak * bir konuya veya soruna yavaşyavaşgirmek. kayıkçı * Kayıkla insan veya yük taşıyan kimse. kayıkçıkavgası * Sonucu olmayan, bıktırıcımünakaşa. kayıkçılık * Kayık yapma ve satma işi.
* Kayık işletme işi.kayıkhane * Kayıkların çekildiği, korunduğu üstü örtülü yer. kayın * Kayıngillerin örnek bitkisi olan, kerestesi beyaz bir orman ağacı(Fagus orientalis). kayın * Karıveya kocaya göre birbirlerinin erkek kardeşi, kayın birader. kayın baba * Kaynata. kayın birader * Kayın (II). kayın peder * Kaynata. kayın valide * Kaynana. kayınço * Kayın biraderlere sevgi yollu söylenen söz. kayıngiller * İki çeneklilerden, palamut diye adlandırılan meyveleri yüksüksü bir kadehçik içinde duran, kayın, meşe,
kestane gibi çoğu kerestelik orman ağaçlarını içine alan bir familya, palamutlular.kayınlık * Kayın ağaçlarıçok olan yer. kayınlık * Kayın (II) olma durumu. kayıntı * Açlık bastırmaya yarar yiyecek, atıştırılmaya yarar yiyecek. kayıp * Yitme, yitim.
* Yitik, zayi.kayıp vermek * (ulus, toplum, kuruluşvb. için) değerli bireylerini yitirmek. kayıplara karışmak * bulunduğu yerden ayrılıp gitmek, gittiği yeri bildirmemek, görünmez olmak. kayır * Kalın kum.
* İnce kum.kayırıcı * Kayıran, koruyan, iltimasçı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 66
kayırıcılık * Kayırma işi, iltimasçılık. kayırılma * Kayırılmak işi. kayırılmak * Kayırmak işi yapılmak veya kayırmak işine konu olmak. kayırış * Kayırmak işi veya biçimi. kayırma * Kayırmak işi, koruma, himmet, iltimas. kayırmak * Koruyarak başarısını sağlamak, elinden tutmak, himmet etmek.
* Birini, başkalarının veya işin zararıpahasına tutmak, haksız yere kolaylıklar sağlamak” iltimas etmek.kayırtma * Kayırtmak işi. kayırtmak * Kayırmak işini yaptırmak. kayısı * Gülgillerden bir ağaç (Prunus armeniaca).
* Bu ağacın açık turuncu renkte, eti sulu, güzel kokulu, tek ve sert çekirdekli tatlımeyvesi.
* Beyazıpişmiş, sarısıyarıpişmiş(yumurta).kayısıhoşafı * Kayısının kaynatılması ile yapılan hoşaf. kayısıkompostosu * Kayısının şekerle kaynatılması ile yapılan komposto. kayısıkurusu * Kurutulmuşkayısı. kayış * Bağlamak, tutmak veya sıkmak amacıyla kullanılan, dar ve uzun kösele dilimi.
* Ustura bilenen cilâlıkösele.kayış * Kaymak işi veya biçimi. kayış balığı * Kâğıt balığı gillerden, Kuzey Avrupa denizleriyle Akdeniz’in derinliklerinde yaşayan kemikli bir balık
(Regalecus glesne).kayışdili * Kaba ve çirkin sözler kullanılarak konuşulan dil. kayışgibi * sert, koparılmayan.
* kara, çok kirli.kayışa çekmek * aldatmak, kandırmak. kayışa çekmek * usturanın kılağısınıalmak için berber kayışına sürtmek. kayışçı * Kayışyapan veya satan kimse.
* Aldatıcı, hileci.kayışkıran * Baklagillerden, kökleri toprağa derince girerek, tarlalar sürülürken sabanıtutan, çiçekleri kırmızı bir bitki,
sabankıran (Onosisspinosa).kayıt * Bir yere mal ederek deftere geçirme.
* Bir yazının, bir hesabın tarih, numara vb. nin veya kopyasının bir yerde yazılı bulunması.
* Sınırlama, davranışlarını çerçeveleme.
* Şart.
* Önem verme, gözetme.
* Resmî belge.
* Ses veya resmi, manyetik bant üzerine geçirme işlemi.kayıt * Pencere çerçevesi.
* Araç, eşya.kayıt altına girmek * davranışlarısınırlandırılmak; bir şey yapmaya zorlanmak. kayıt defteri * Kayıt yapılan defter. kayıt koymak * engellemek, sınırlamak, takyit etmek. kayıt kuyut * Sınırlandırmalar. kayıtım * Bir olayın kendi sebepleri üzerindeki tepkisi, rücu. kayıtımla uslamlama * Geriye dönerek sonuç çıkarma. kayıtlama * Kayıtlamak işi, takyit. kayıtlamak * Bir takım şartlarla bağlamak, sınırlandırmak, takyit etmek. kayıtlı * Kaydıyapılmış, kayda geçirilmişolan.
* Şarta bağlı.kayıtma * Kayıtmak işi. kayıtmak * Bir şeyi yapmaktan vazgeçmek, bir karardan dönmek, nükul etmek, rücu etmek. kayıtsız * Kaydıyapılmamış, deftere veya yazıya geçirilmemişolan.
* Bir şarta bağlı olmayan.
* Aldırmaz, ilgisiz, umursamaz, lâkayt.kayıtsız kalmak * önem vermemek, umursamamak. kayıtsız olmak * kayıt edilmemişveya yazıya geçirilmemişolmak.
* ilgisiz, umursamaz, önem vermeyen durumda bulunmak.kayıtsız şartsız * Hiçbir şart ve bağı olmaksızın. kayıtsızca * İlgisiz, aldırmaz (bir biçimde). kayıtsızlık * Aldırmazlık, ilgisizlik, umursamazlık, lâkaydî. kayıttan düşmek (veya birinin kaydınısilmek) * bir yere mal olmaktan çıkararak defterde bu durumu belirtmek. kaykay * Tahtadan yapılmış, altında tekerlekler bulunan üzerinde kayılan alet. kaykılma * Kaykılmak işi. kaykılmak * Arkaya doğru eğilerek, yaslanarak oturmak. kaykıltma * Kaykıltmak işi. kaykıltmak * Kaykılmasını sağlamak, kaykılmasına sebep olmak. kayma * Kaymak (II) işi.
* Herhangi bir sebeple filmin atlamasıveya görüntünün perdeye tam olarak gelmemesi.kaymağınıalmak * bir şeyin en büyük payını, kârınıele geçirmek. kaymak * Sütün yüzünde zar durumunda toplanan, açık sarırenkli, koyu yağlıkatman.
* Sütü yayvan kaplar içinde ve hafif ateşte tutarak elde edilen koyu, yağlıöz.
* Yağmur ve selden sonra toprağın üzerinde kalan özlü tabaka.
* Bir şeyin en iyi ve seçkin bölümü.kaymak * Düz, ıslak veya kaygan bir yüzey üzerinde sürtünerek kolayca yer değiştirmek.
* Kaygan bir yüzey üzerinde birdenbire dengesini yitirmek.
* Yerini değiştirmek.
* Yer, durum değiştirmek.
* Görüş, düşünce veya tutumunu değiştirmek.
* “İstemeden bir şey yapmak” anlamıyla bazıdeyimlerde geçer.
* Anlamıdeğişmek.
* Kurtulmak.