kıvançlanmak | * Kıvanç duymak, övünmek. |
kıvançlı | * Övünç duyan, iftihar eden, övünç veren, iftihar edilecek. * Sevinç duyan, mutlu. |
kıvanış | * Kıvanmak işi veya biçimi. |
kıvanma | * Kıvanmak işi, iftihar. |
kıvanmak | * Övünülecek bir olaydan dolayısevinmek, iftihar etmek, memnun olmak. |
kıvıl | * Kıvılcım. |
kıvıl kıvıl | * Toplu olarak hareket etmeyi, kaynaşmayıanlatır. |
kıvılcım | * Yanmakta olan bir maddeden sıçrayan küçük ateşparçası, kıvıl. * Demir ve taşgibi maddelerin güçlü çarpışmasında sıçrayan ateşdurumundaki küçük parça. * Harekete geçiren etken. * Güneşyüzeyinde görülen kesikli ışımalara verilen ad. |
kıvılcımlanma | * Kıvılcımlanmak işi. |
kıvılcımlanmak | * Kıvılcım saçarak yanmak, kıvılcımlıduruma gelmek. |
kıvılcımlı | * Kıvılcımı olan, kıvılcım saçan. |
kıvılcımsız | * Kıvılcımı olmayan, kıvılcım saçmayan. |
kıvır kıvır | * Büklümleri olan, kıvrımlı. * Kıvrılmışdurumda sürekli hareket hâlinde olarak. |
kıvır zıvır | * Önemsiz, değersiz, derme çatma. * Önemsiz ayrıntı. |
kıvırcık | * Küçük küçük kıvrımları olan. * Daha çok Trakya ve Marmara’da yetiştirilen, beyaz tüylü, ince kuyruklu bir tür koyun. * Bu koyunun eti. * Kıvırcık salata. |
kıvırcık koyun | * 343 kıvırcık. |
kıvırcık salata | * Yeşil salata, yapraklarıkıvırcık bir tür marul, kıvırcık. |
kıvırcıklaşma | * Kıvırcıklaşmak işi. |
kıvırcıklaşmak | * Kıvırcık duruma gelmek. |
kıvırış | * Kıvırmak işi veya biçimi. |
kıvırma | * Kıvırmak işi. |
kıvırmak | * Bükmek. * Kenarından katlamak, bükmek. * Bir giysinin veya kumaşın kenarını bükerek tersinden dikmek. * Kalçalarını iki yana sallayarak oynamak veya yürümek. * Başarmak, başa çıkmak, becermek, hakkından gelmek. * Uydurup söylemek. * Sapmak. * Yapmak istememek, yan çizmek. |
kıvırtma | * Kıvırtmak işi. |
kıvırtmak | * Kıvırmak işini yaptırmak. |
kıvracık | * Derli toplu ve işi kolay. * Ayağına çabuk, hamarat. |
kıvrak | * Canlı, hareketli, atik. * Akıcı, işlek. * Yerli dokumasıkara bezden yapılmışköylü kadın yeldirmesi. * İnce tülbent veya ipekli başörtüsü. * Aceleci. * Güzel, şık, yakışıklı. |
kıvrak kıvrak | * Kıvrak olarak, kıvrakça. |
kıvrakça | * Kıvrak bir biçimde. |
kıvraklaşma | * Kıvraklaşmak işi veya durumu. |
kıvraklaşmak | * Kıvrak duruma gelmek. |
kıvraklık | * Kıvrak olma durumu veya kıvrakça davranış. |
kıvrama | * Kıvramak işi veya durumu. |
kıvramak | * Buruşup toplanmak, kıvırcık duruma gelmek. * Hızlıyürümek. * Harekete geçmek. |
kıvrandırma | * Kıvrandırmak işi. |
kıvrandırmak | * Kıvranmasına sebep olmak. * Çok üzmek, acıçektirmek. |
kıvranış | * Kıvranmak işi veya biçimi. |
kıvranma | * Kıvranmak işi. |
kıvranmak | * Ağrı, sancı gibi fiziksel veya korku, heyecan gibi ruhî sebeplerle vücut eğilip bükülmek. * Acıçekmek, üzülmek. * Bir şeye çok ihtiyaç duymak. |
kıvrantı | * Kararsızlık. |
kıvratma | * Kıvratmak işi veya durumu. |
kıvratmak | * İpi katladıktan sonra iyice bükmek veya tel gibi şeyleri burmak. |
kıvrık | * Eğrilip bükülmüş; yuvarlak bir biçim verilmiş. |
kıvrıklık | * Kıvrık olma durumu. |
kıvrılış | * Kıvrılmak işi veya biçimi. |
kıvrılma | * Kıvrılmak işi, bükülme. * Dağların oluşumuna sebep olan, yer kabuğunun genişölçüde dalgalı bir biçim alması. |
kıvrılmak | * Eğrilip bükülmek. * Kıvırcık bir duruma gelmek. * Yuvarlak bir biçim almak. * (dar bir yere) Büzülerek yatmak. * Dönmek, sapmak. |
kıvrım | * Bir şeyin kıvrılan yeri, büklüm. * Kıvrılma sonunda oluşan toprak dalgası. * Bir tür tatlı. |
kıvrım kıvrım | * Kıvrımları olan, dalgalanmış bir yüzey veya dalgalı bir çizgi biçiminde olan. |
kıvrım kıvrım kıvranmak | * çok acıçekerek kıvranmak. * yalvarma veya sıkıntı gibi bir sebeple çok kıvranmak. |
kıvrımlanma | * Kıvrımlanmak işi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 102
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 99
kısırganmak * Esirgeyip bir şeyi vermekten çekinmek. kısırlaşma * Kısırlaşmak işi. kısırlaşmak * Kısır duruma gelmek. kısırlaştırma * Kısırlaştırmak işi. kısırlaştırmak * Üreme organlarınıameliyatla döl veremez duruma getirmek. kısırlık * Kısır olma durumu.
* Verimsizlik, akamet.kısış * Kısma işi. kısıt * Kişinin yurttaşlık haklarınıkullanma yetkisinin yargıkuruluşlarınca kaldırılması.
* Bunama, mahkûm olma gibi sebeplerden dolayıkanunun, bir kimsenin malını, parasını istediği gibi
kullanmasına ve harcamasına engel olması, hacir.kısıt altına almak * kısıtlamak. kısıtlama * Kısıtlamak işi, hacir. kısıtlamak * Önceden verilmişolan hak ve hürriyetlerin sınırlarınıdaraltmak, tahdit etmek.
* Birini yasal yoldan mallarınıkullanmaktan yoksun bırakmak, kısıt altına almak, hacir altına almak.
* Sınırlamak, daraltmak.kısıtlanış * Kısıtlanmak işi veya biçimi. kısıtlanma * Kısıtlanmak işi. kısıtlanmak * Kısıtlamak işi yapılmak. kısıtlayıcı * Kısıtlayan, kısıt altına alan.
* Sınırlayan, daraltan.kısıtlayış * Kısıtlamak işi veya biçimi. kısıtlı * Kısıtlanmış, kısıt altına alınmış, mahcur.
* Sınırlanmış.kısıtlılık * Kısıtlı olma durumu, hacir. kıska * Arpacık soğanı. kıskacı * Soğan tohumundan arpacık soğanıyetiştiren kimse. kıskacılık * Soğan tohumundan arpacık soğanıyetiştirme işi. kıskaç * Bir şeyi tutup sıkıştırmaya yarayan kerpeten, pense gibi araç.
* Açılıp kapanan eğreti merdiven.
* Böceklerde besin maddelerini parçalamaya ve kendilerini savunmaya yarayan organ.
* Demircilerin kızgın demiri tuttuklarımaşa gibi araç.
* Kıskaç biçiminde olan.kıskaç gözlük * Kelebek gözlük. kıskaçlama * Kıskaçlamak işi. kıskaçlamak * Kıskaç duruma gelmek. kıskanç * Kıskanma huyunda olan. kıskançlık * Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında
takınılan olumsuz tutum veya acıduyma.kıskançlık etmek * kıskanmak. kıskandırma * Kıskandırmak işi. kıskandırmak * Kıskanmasına yol açmak. kıskanılma * Kıskanılmak işi. kıskanılmak * Kıskanmak işi yapılmak veya kıskanmak işine konu olmak. kıskanış * Kıskanmak işi veya biçimi. kıskanma * Kıskanmak işi. kıskanmak * Sevgide veya kendisiyle ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına veya üstün durumda görünmesine
dayanamamak.
* Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acıduymak, günülemek, haset
etmek.
* Esirgemek, çok görmek.
* Bir şeye, en küçük saygısızlık gösterilmesine bile dayanamamak.
* Yerinde olmayı istemek, imrenmek.kıskı * Türlü maksatlarla iki şeyin arasına sokuşturulan, kıstırılan parça, kama, takoz. kıskıvrak * Çözülemeyecek veya kurtulamayacak bir biçimde. kıskıvrak yakalamak (veya bağlamak) * kurtulamayacak veya çözülemeyecek biçimde tutmak, sımsıkıtutmak.
* tamamen etkisi altında kalmak, bir şeyle sürekli meşgul olmak.kısma * Kısmak işi. kısmak * Azaltmak, alçaltmak.
* (göz için) Biraz kapamak.
* Boyunu kısaltmak veya daraltmak.
* (lâmba için) Işığınıazaltmak.
* Sıkıştırmak.
* (para, masraf vb. için) Azaltmak.
* Pintilik etmek.
* Verilen hak ve özgürlüklerin sınırınıdaraltmak.kısmen * Bütün değil, bir bölüm olarak veya bazı bakımdan, bazıyönden. kısmet * Tanrı’nın her kişiye uygun gördüğü yaşama durumu, nasip.
* (kız veya kadın için) Evlenme talihi.
* Olayların kötü sonuçlarınıtevekkülle karşılama durumu.
* Şimdiden belli değil, ya olur ya olmaz anlamında.kısmet (veya kısmeti) çıkmak * (kız, kadın için) evlenme teklifi almak. kısmet ağacı * Bütün sıcak ülkelerde sık rastlanan tırmanıcıve iri gövdeli ağaç (Clerodendron). kısmet beklemek * evlenmeyi, evleneceği kimseyi beklemek. kısmet kapısı * Gelir, geçim yeri sağlayan yer. kısmet olmak * talih yardım etmek. kısmeti açılmak * kazancıartmak, bolluğa ermek.
* kendisiyle evlenmek isteyen biri çıkmak.kısmeti ayağına (kadar) gelmek * beklenmeyen bir sebeple kazançlı bir durumla karşılaşmak. kısmeti bağlanmak * istediği hâlde evlenememek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 100
kısmeti çıkmak * olumlu bir duruma kavuşmak. kısmetinde ne varsa kaşığında o çıkar * kişi ne kadar çabalarsa çabalasın alın yazısındaki şeye ulaşır. kısmetine mani olmak * kazancına veya evlenmesine engel olmak. kısmetini ayağıyla tepmek * kavuşacağı iyi bir durumu, değerini bilmeyerek istememek. kısmetini bağlamak * (büyü ile) evlenmesine engel olmak. kısmetli * Kısmeti iyi olan. kısmetsiz * Kısmeti iyi olmayan. kısmetsizlik * Kısmetsiz olma durumu. kısmık * Cimri, pinti, hasis. kısmî * Bir şeyin yalnız bir bölümünü içine alan, tikel, cüz’î. kısmî felç * Vücudun bir bölümünün felçli duruma gelmesi. kısmî seçim * 1961 Anayasasına göre Cumhuriyet Senatosu üyelerinden süresi dolanların yenilenmesi için yapılan seçim. kısrak * Dişi at. kıssa * Hikâye, fıkra. kıssadan hisse * anlatılan bir olaydan alınacak ders. kıssadan hisse almak (veya çıkarmak) * anlatılan bir olaydan ders almak. kıstak * Bir yarımadayıkaraya bağlayan, iki yanısu, dar kara parçası, berzah, dil. kıstas * Ölçüt. kıstas tutmak * ölçü olarak almak. kıstelyevm * Görev başına gelinmediği günlerde kesilip ödenmeyen para. kıstırılma * Kıstırılmak işi. kıstırılmak * Kıstırmak işi yapılmak. kıstırma * Kıstırmak işi.
* İçerisine peynir, kıyılmışet vb. konularak sac üzerinde pişirilen börek.
* Karnıyarık yemeği.kıstırmak * İki şey arasında bırakarak sıkıştırmak.
* Kaçamayacak bir duruma getirmek.kış * (kuzey yarım küre için) Aralık ayının yirmi ikisinde başlayıp martın yirmi birine kadar süren, yılın en soğuk
mevsimi.
* Çok soğuk hava.kış * Tavuk gibi kümes hayvanlarınıkovalamak için çıkarılan ses. kış basmak * kışın, şiddetli soğukları başlamak. kışdönemi * Kışsüresine rastlayan, kışın yapılanşey. kışdönencesi * Bkz. Oğlak dönencesi. kışgünü * Kışın. kışkayıtı * Kışiçin saklanan yiyecekler. kışkıyamet * Çok zorlu kış; yağmurlu, fırtınalısoğuk hava. kışuykusu * Soğuk ve kurak mevsimlere karşıkoyabilmek için canlıvarlıkların yapısında görülen olayların bütünü.
* Ilıman ve soğuk bölgelerde, özellikle yapraklarınıdöken ağaçlarda ham ve ongun besi suyu dolaşımının
tamamen veya kısmen durması.
* Durgunluk, hareketsizlik dönemi.kışyapmak * (hava) çok soğuk ve karlı geçmek. kışı geçirmek * kışmevsimini bir yerde geçirmek. kışın * Kışmevsiminde, kışsüresince. kışır * Kabuk. kışkırtı * Kışkırtmak işi, tahrikât. kışkırtıcı * Kışkırtmak işini yapan, muharrik.
* Kışkırtma yapan, provokatör.kışkırtıcıajan * İnsanları, bazısuçları işlemeye sürüklemekle görevli kimse. kışkırtıcılık * Kışkırtıcı olma durumu.
* Kışkırtıcıajana özgü davranış.kışkırtılma * Kışkırtılmak işi. kışkırtılmak * Kışkırtmak işi yapılmak. kışkırtış * Kışkırtmak işi veya biçimi. kışkırtma * Kışkırtmak işi, tahrik, tahrikât.
* Herhangi bir kişiye, gruba, kuruluşa veya devlete karşı girişilen ve onlarısonradan ağır sonuçlar verecek bir
karşıeylemde bulunmaya zorlayan, önceden tasarlanmışgirişim, provokasyon.kışkırtmacı * Kışkırtmak işini yapan (kimse). kışkırtmacılık * Kışkırtmacının işi. kışkırtmak * (kümes hayvanlarını) Ürkütüp kaçırmak.
* Bir kimseyi kötü bir işyapması için harekete geçirmek, tahrik etmek.kışkışlama * Kışkışlamak işi. kışkışlamak * Genellikle kümes hayvanlarınıkovalamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 98
kısa mesafe * Uzaklığı az olan. kısa ömürlü * Ömrü az olan veya uzun süre yaşamayan. kısa tutmak * bir şeyi gerektiği kadar uzun yapmamak.
* bir konuyu genişve ayrıntılı bir biçimde vermemek.kısa ünlü * Boğumlanma süresi uzun olmayan ünlü: At, al, kır gibi kelimelerindeki ünlülerde olduğu gibi. kısa vadeli * Süresi az olan. kısa yoldan * Uzatmadan, süreyi geçirmeden.
* Kesin bir biçimde.kısaca * Oldukça kısa, biraz kısa.
* Kısa olarak, özetle.kısacası * kısa söylemek gerekirse. kısacık * Çok kısa. kısalık * Kısa olma durumu. kısalış * Kısalmak işi veya biçimi. kısalma * Kısalmak işi. kısalmak * Kısa duruma gelmek.
* Süresi azalmak.kısaltılma * Kısaltılmak işi. kısaltılmak * Kısa duruma getirilmek. kısaltım * Kısaltmak işi, taksir.
* (güzel sanatlarda) Perspektif sebebiyle bazı boyutlarıküçük görülen nesneleri, bu görünüşe uygun bir
biçimde çizme yöntemi.kısaltış * Kısaltmak işi veya biçimi. kısaltma * Kısaltmak işi, taksir.
* Kısaltılmışad veya söz, ihtisar.kısaltmak * Kısa duruma getirmek.
* Kısa gibi göstermek.kısaltmalı * Kısaltılmışolan. kısaltmalıkelime * Birden çok kelimenin başharfiyle kurulmuşkelime. kısalttırma * Kısalttırmak işi. kısalttırmak * Kısaltmak işini yaptırmak. kısarak * Biraz kısa, kısaca.
* Kısa süreli.kısas * Bir suçluyu, başkasına yaptığıkötülüğü aynı biçimde uygulayarak cezalandırma. kısas * Kıssalar, hikâyeler, öyküler: Kısas-ıenbiya. kısas etmek * bir suçluya başkasına yaptığıkötülüğü aynı biçimde uygulamak. kısasa kısas * Yapılan kötülüğü aynı biçimde, yapan kimseye yapma, uygulama. kısık * Kısılmışolan.
* (ses için) Boğuk, güçlükle çıkan.
* (göz kapakları için) Hafifçe aralanmış, yumulmuşolan.
* Bir kıvrımıkeserek iki yandaki çukurlukları birleştiren, dar ve boğaz biçimindeki koyak, dar boğaz, klüz.kısıkça * Biraz kısılmışolarak. kısıklık * Kısık olma durumu. kısılış * Kısılmak işi veya biçimi. kısılma * Kısılmak işi.
* Kalbin, içindeki kanıdamarlara vermek için açılıp kapanması.kısılmak * Hacmi, niceliği, gücü azalmak.
* (göz kapakları için) Hafifçe kapanmak.
* Kaçıp kurtulma yolu kalmamak.kısım * Avuç. kısım * Parçalara ayrılmış bir şeyin her bölümü, bölük, kesim.
* Bir cinsten veya meslekten olanların tümü.
* Bölüm, kol, dal.kısım kısım * Ayrıayrı, bölük bölük. kısımlama * Kısımlamak işi. kısımlamak * Tek elle avuçlamak. kısınma * Kısınmak işi. kısınmak * Kendi ihtiyaçlarınıkarşılamakta tutumlu davranmak, imsak etmek. kısıntı * Her türlü ihtiyacıkarşılamada tutumlu davranma, kısma, azaltma. kısıntıyapmak * tutumlu davranmak. kısıntılı * Kısıntıya dayanan, kısıntısı olan. kısıntısız * Kısıntıya dayanmayan, kısıntısı olmayan. kısır * (insan ve hayvan için) Üreme imkânı olmayan, döl vermeyen.
* (toprak için) Ürün vermeyen.
* Verimsiz, yararsız, sonuçsuz.
* İçinde hiçbir üreme olayı geçmeyen (canlıhücre, çekirdek vb.).kısır * Haşlanmış bulgur, taze soğan, maydanoz ve baharatla yapılan bir tür yemek. kısır döngü * Bir önermeyi ikinci bir önerme ile, bunu da birincisiyle tanıtlama.
* Aynı olumsuz sonucu veren, çözüm getirmeyen durumların tekrarlanması, sürdürülmesi.kısırgan * Esirgeyip vermeyen. kısırganma * Esirgeme. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 96
kırkıncı * Kırk sayısının sıra sıfatı, sırada otuz dokuzuncudan sonra gelen. kırkından sonra at olup da kuyruk mu sallayacak * “vakti geçmiş, artık işe yaramayacak durumda olmak” anlamında kullanılan bir söz. kırkından sonra azmak * yaşlandıktan sonra yaşına uymayan davranışlarda bulunmak. kırkından sonra saz çalmak * yaşlandıktan sonra uzun ve güç bir işe girişmek. kırkıntı * Kırpıntı. kırkikilik * Bir tabanca türü. kırklama * Kırklamak işi. kırklamak * Loğusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak.
* Bir şeyi kırk defa yapmak ve özellikle birçok defa sudan geçirmek, çok yıkamak.kırklanma * Kırklanmak işi. kırklanmak * Kırklamak işi yapılmak. kırklar * Kırk kişilik bir evliya topluluğuna verilen ad. kırklara karışmak * bir kimse artık ortalarda görünmez olmak. kırklarıkarışmışolmak * (çocuklar için) aynıkırk günlük süre içinde doğmuşolmak. kırklı * Kırk parçadan oluşmuş.
* Kırk gününü doldurmamış.
* Birinin kırkıçıkmadan, öbürü doğan iki çocuktan her biri.kırklık * İçinde kırk sayısı bulunan.
* Kırk yaşdolaylarında bulunan (kimse).
* Kırk para.
* Doğacak çocuk için hazırlanan bez veya giysi.kırkma * Kırkmak işi.
* Ucu kesilip alnın üstüne bırakılan saç.kırkmak * Bir şeyi uçlarından kesmek.
* (saç sakal, tüy için) Kesmek.
* Bir hayvanın tüylerini kesmek.kırkmerdiven * 343 kırk merdiveni. kırkmerdiveni * Dik yokuş. kırktırma * Kırktırmak işi. kırktırmak * Kırkmak işini yaptırmak. kırlangıç * Kırlangıçgillerden, genişgagalı, çatal kuyruklu, ince uzun kanatlı, küçük göçebe kuş(Hirundo).
* Öküz arabasında arka dingil ve tekerlekleri özeğe bağlayan çatal ağaç.
* Köyleri dolaşarak göz hastalıklarınıve özellikle ak basmayı iyi ettiğini öne süren sahte hekim.
* Osmanlıdonanmasında yer alan, karakol ve keşif işlerinde kullanılan, yelkenli ve kürekli küçük bir tür
savaşgemisi.kırlangıç balığı * Kırlangıç balığı gillerden, yüzgeçleri genişve uzun, eti beyaz, kırmızırenkli bir balık (Trigla hirundo). kırlangıç balığı giller * Kemikli balıklar takımının dikenli yüzgeçlikler alt takımına giren bir familya. kırlangıç dönümü * Ekim ayının ilk günleri. kırlangıç fırtınası * Nisan ayının ilk günlerinde görülen fırtına. kırlangıç otu * Gelincikgillerden, çiçekleri altın ve limon sarısırenginde olan, tanelerinden asitsiz bir yağelde edilen çok
yıllık ve otsu bir bitki (Chelidonium majus).kırlangıçgiller * Omurgalıhayvanlardan, kuşlar sınıfının ötücü kuşlar takımının bir familyası. kırlangıçkuyruğu * Hayvanın kulağınıdelerek yapılan işaret. kırlaşma * Kırlaşmak işi. kırlaşmak * Rengi kır olmak. kırlaşmak * Kır durumuna gelmek. kırlent * Çiçek veya yaprak işlemeli süs.
* İşlemeli veya işlemesiz olarak yatak üzerine konulan yastık.kırlık * Kır olan yer, şehir dışında açıklık yer. kırma * Kırmak işi.
* Kumaşıkatlayarak yapılan giysi süsü, pli.
* Kırılmışveya dövülmüştahıl.
* Basılıkâğıtlarıforma durumuna getirmek için belli yerlerinden bükme ve katlama işi.
* Ortasından kırılarak doldurulan (çifte veya tüfek).
* (hayvan için) Soyu karışmış, azma, melez, metis.
* Yabancıetkilerle özgün niteliğini yitirmişolan.kırmacı * Giysilere pli yapan kimse.
* Kırılmıştahıl satıcısı.
* Değirmen işleten kimse, değirmenci.
* Basılmışformalarıkatlayan kimse.kırmak * Vurarak veya ezerek parçalamak.
* İri parçalara ayırmak.
* Belirli bir biçimde katlamak.
* Öldürmek, yok olmasına sebep olmak.
* Azaltmak, indirmek.
* Gücünü, etkisini azaltmak.
* Yok etmek.
* İndirimle almak.
* Dileğini kabul etmeyerek veya beklenmeyen bir davranışkarşısında bırakarak gücendirmek, incitmek.
* (tavla gibi oyunlarda) Karşı oyuncunun pulunu oyun dışında bırakmak.
* Vücut kemiklerinden birini parçalamak.
* (tahıl için) İri ve kaba öğütmek.
* Hareket durumundaki canlının veya taşıtın yönünü değiştirmek, çevirmek, döndürmek.
* Kaçmak, uzaklaşmak.
* Daha iyi bir sonuç elde etmek.kırmalı * Üstünde kırmaları bulunan (giysi). kırmasız * Kırması bulunmayan. kırmız * Kırmız böceğinden çıkarılan parlak al boya, çiçek boyası. kırmız böceği * Zar kanatlılardan, küçük bir böcek (Coccus ilicis). kırmız madeni * 343 madenkırmız. kırmızı * Al, kızıl.
* Bu renkte olan.kırmızıçizgi * Özellikle çam türü ağaçlarda görülen, uygunsuz koşullarda kurutulan ağacın çatlayan göze zarından giren
mantarların yaptığı bir tür hastalık.kırmızıçürük * Zararlımantarların etkisi sonucu çam türü ağaçlardaki göbek odunun kırmızıkahverengi olması. kırmızıdipli mumla davet etmek * birine bir yere gelmesi için çok yalvarmak, ısrar etmek. kırmızıet * Büyükbaşhayvanların yağıve proteini yüksek, besleyici eti. kırmızıfener * Genel ev. kırmızı gömlek * Saklanmaya ne kadar çalışılırsa çalışılsın gizlenemeyen şey. kırmızıkart * Kurallara aykırıdavranan ve daha önce hakemler tarafından sarıkart gösterilerek ikaz edilmişoyuncuyu
oyundan çıkartma cezası. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 97
kırmızıkart görmek * oyundan çıkarılma cezasına çarptırılmak. kırmızılâhana * Rengi kırmızı olan bir tür lâhana. kırmızı oy * Bir oylamada, karşıdurum alındığını gösteren oy. kırmızı biber * Patlıcangillerden bir biber türü (Capsicum annuum).
* Bu bitkinin olgunlaşınca kızarıp yakıcı bir acılık kazanan, yemeklerde bahar olarak kullanılan tozu.kırmızılaşma * Kırmızılaşmak işi. kırmızılaşmak * Kırmızı bir renk almak, kızarmak. kırmızılık * Kırmızı olma durumu, kızıllık. kırmızımsı * Kırmızıyıandıran, kırmızıya çalan. kırmızımtırak * Kırmızımsı. kırmızıturp * Turpgillerden, kökü kırmızı olan bir turp tütü (Raphanus sativus varradicula). kırnak * Cariye.
* Çalımlı, süslü (kimse).
* Güzel, titiz.
* Cilveli, oynak (kadın).
* Boylu boslu; çevik.kırnav * Çiftleşmek isteyen dişi kedi. kırpık * Kırpılmışolan.
* Bölük pörçük.kırpılma * Kırpılmak işi. kırpılmak * Kırpmak işi yapılmak. kırpıntı * Kırpılan şeyden kalan küçük parça.
* Kırpıntı biçiminde olan.kırpıntı bohçası * İçine kumaşkırpıntılarıkonulan bohça. kırpışma * Kırpışmak işi. kırpışmak * (göz kapakları) Çok ışıktan sık sık kırpılmak.
* (ışık) Yanıp söner gibi olmak.kırpıştıra kırpıştıra * Kırpıştırarak, sürekli ve hızlıkırparak. kırpıştırma * Kırpıştırmak işi. kırpıştırmak * (göz kapaklarını) Çabuk çabuk açıp kapamak, kıpmak, kırpmak. kırpma * Kırpmak işi. kırpmak * Parçalara ayırmak, kesmek, kırkmak.
* (göz kapaklarını) Açıp kapamak, kıpmak.
* Kesinti yapmak, tutumlu davranmak.kırptırma * Kırptırmak işi. kırptırmak * Kırpmak işini yaptırmak. kırsal * Kır ile ilgili.
* Az insanın barındığı, daha çok kır durumunda olan (yer).kırsal alan * Üretim etkinlikleri tarıma dayalı olan, kırsal nüfusun yaşadığıve çalıştığı alan. kırsal bölge * Genellikle tarım veya hayvancılık yapılan ve az insanın yaşadığıyer. kırsal nüfus * Tarımla uğraşan, genellikle şehir sınırlarıdışında, köy ve kasabalarda yaşayan nüfus. kırt kırt * Kırt sesi çıkararak. kırtasiye * Defter, kâğıt, kalem, mürekkep gibi yazıaraç ve gereçlerinin bütünü.
* Kâğıtla yapılan işlemler.kırtasiyeci * Kırtasiye satan kimse.
* Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde, şekle gereğinden çok önem veren, bürokrat, şekilci, formalist.kırtasiyecilik * Kırtasiyecinin yaptığı iş.
* Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde şekle gereğinden çok önem verme, bürokrasi.kırtıklı * Kirtikli. kırtıpil * Değersiz, bayağı, yarım yamalak. kırtıpilleşme * Kırtıpilleşmek işi veya durumu. kırtıpilleşmek * Kırtıpil durumunda olmak. kıs kıs * Gülmenin sessiz ve alaylı olduğunu anlatır. kıs kıs gülmek * sessiz ve alaylı gülmek. kısa * Boyu, uzunluğu az olan, uzun karşıtı.
* Az süren, uzun olmayan.
* Ayrıntısıçok olmayan.
* Kısaca, kısaltarak.
* Kısa olan şey.kısa çizgi * Satır sonuna sığmayan kelimelere, hecelere bölerken kullanılan noktalama işareti ( – ), tire. kısa dalga * (radyo yayını için) Dalga boyu on ile yüz m arasında değişen dalga. kısa devre * Aralarında potansiyel farkı bulunan iki nokta, direnci çok küçük olan bir iletkenle birleştirildiğinde oluşan
elektrik olayı.kısa far * Otomobilde farın verdiği ışığın daha yakın görmesi, karşıdan geleni rahatsız etmemesi için getirdiği
konum, uzun far karşıtı.kısa görüşlü * Dar görüşlü. kısa günün kârı * “hiç olmamaktansa bu kadarıda iyidir” anlamında kullanılır. kısa kafalı * Kafatasının ön-art ekseni yan eksenine göre kısa olan (kimse), brakisefal. kısa kesmek * sözü uzatmamak. kısa kısa * Uzun olmayan bir biçimde, azar azar. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 94
kırçıllaşmak * Krıçıl duruma gelmek. kırçıllık * Krıçıl olma durumu.
* Koyu at donlarıüzerine ak kılların tek tek dağılması.kırdığıkoz (veya ceviz) kırkı(veya bini) aşmak * sürekli yakışıksız davranışlarda bulunmak. kırdırma * Kırdırmak işi, ıskonta. kırdırmak * Kırmak işini yaptırmak. kırdırtma * Kırdırtmak işi. kırdırtmak * Kırdırmak işini yaptırmak.
* Düşük fiyat verdirtmek.
* Ticarî bir senedi, süresi gelmeden düşük fiyatla birine devretmek veya satmak.kırgın * Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmışolan.
* Toplu ölümlere yol açan bulaşıcıhastalık.kırgınlık * Kırgın olma durumu.
* Kırıklık.Kırgız * Kırgızistan Cumhuriyeti’nde yaşayan, Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse.
* Kırgızlara özgü olan.Kırgızca * Kırgız Türkçesi. kırıcı * Kırmak işini yapan.
* Kaba, sert, çevresindekileri inciten.
* Senet, tahvil, bono ve süresi gelmemişalacaklarla ilgili alışverişveya işler yapan kimse veya kuruluş.
* Bir şeyin gerektiği gibi gelişmesini, oluşmasınıönleyici, engelleyici.
* Kırınım oluşturan.kırıcılık * Kırıcı olma durumu, huşunet.
* Işığıkırma özelliği.kırığı olmak * dönem sonu alınan karnede ders notu zayıf bulunmak. kırığı olmak * yasa ve törelere aykırı olarak karşıcinsten biriyle sürekli ilişki içinde bulunmak. kırık * Kırılmışolan.
* Melez.
* Tam nota göre düşük olan (not).
* Gücenmiş, üzgün.
* Kırılmış bir şeyden ayrılan parça.
* Kemiğin bir etki ile kırılması.
* Bir şeyin kırılan yeri.
* Kırılmış bir şeyin parçası.
* Tavla oyununda oyun dışı bırakılan pul.kırık * Kadının veya erkeğin yasalara ve törelere aykırı olarak ilişki kurduğu erkek veya kadın. kırık * Kayaç kütlelerinin bir kırılma düzlemi boyunca yerlerinden kayması, fay. kırık çizgi * Bir veya birkaç noktada doğrultu değiştiren çizgi. kırık dökük * Eski, sağlam olmayan, çürük, değersiz (şey).
* Düzgün olmayan, parça parça (söz).kırık dölü * Evlilik dışı ilişkiden doğan çocuk. kırık hava * Hareketli ve canlı oyun melodisi ve türküsü. kırık plâk gibi * Durmaksızın, aynıtonda tekrarlayarak. kırıkçı * Kırık kemikleri ve çıkıklarıtedavi eden kimse, sınıkçı, çıkıkçı. kırıkçılık * Kırıkçının işi. kırıklama * Kırıklamak işi. kırıklamak * Kırık duruma getirmek, ufalamak. kırıklık * Kırık olma durumu.
* Vücutta duyulan ağrı, yorgunluk, rahatsızlık, kırgınlık.
* İsteksizlik, güceniklik, kırgınlık.kırılgan * Kolay ve çabuk kırılan.
* Kolay ve çabuk gücenen.kırılganlık * Kırılgan olma durumu. kırılıp bükülmek * kırıtarak, kibarlığa özenerek konuşmak. kırılıp dökülmek * kibar görünmeye çalışmak.
* çok eskimek.
* kırıklık duymak.kırılış * Kırılmak işi veya biçimi. kırılma * Kırılmak işi.
* Yürürken salınma, nazlıyürüyüş.
* Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama (örneğin havadan cama) geçen bir ışının doğrultusunu
değiştirmesi.kırılmak * Kırmak işine konu olmak, bir veya birçok parçaya ayrılmak.
* Bükülerek kat yeri oluşturmak.
* (savaş, bulaşıcıhastalık sebebiyle) Çok sayıda insan ölmek.
* (soğuk, rüzgâr vb. için) Eski gücü kalmamak, azalmak, yatışmak.
* (cesaret, umut, onur için) Azalmak, yok olmak.
* Birine karşıkırgın duruma gelmek, gücenmek, incinmek.
* Kırıklık duymak.
* Ağaç, dal üzerinde meyve, çiçek, yaprak çok olmak.
* Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama geçen bir ışın, doğrultu değiştirmek.kırım * Savunmasız insanların veya tutsakların toplu olarak öldürülmesi, katliam.
* Hayvanların hastalık, soğuk gibi sebeplerle ölmesi.kırım kırım * Kırıtarak, kırıta kırıta. Kırımlı * Kırım halkından olan (kimse). kırınım * Işık, ses ve radyoelektrik dalgalarının karşılaştığı bazıengelleri dolanarak geçmesi olayı, difraksiyon. kırınma * Kırınmak işi. kırınmak * Yürürken salınmak.
* Oynamak, raksetmek.kırıntı * Bir şeyden ayrılan küçük parça.
* Küçük kalıntı.
* Kurumak için kesilip yerde bırakılan odun.kırıntıkülte * Kırıntılardan oluşmuşkülte. kırıntılı * Kırıntısı olan, kırıntılardan oluşmuş. kırıp dökmek * dikkatsizlik veya öfkeyle bir çok şeyin kırılmasına sebep olmak. kırıp geçirmek * yakıp yıkarak, öldürerek baskıveya etki yaparak büyük zarar vermek.
* çok sert davranarak darıltmak.
* tuhaf söz ve davranışlarıyla herkesi gülmekten katıltmak.
* hayran etmek.kırıp sarmak * bir şeyi yapmak için, güçlükle her türlü imkândan yararlanmak. kırışkırış * Kırışıkları olan, çok kırışık; kırışık bir biçimde. kırışık * Kırışmışolan.
* Deride esnekliğin kaybolmasından oluşan kıvrım.
* Kırışmışyer, kırışıklık.kırışıklı * Kırışığı olan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 95
kırışıklık * Kırışık olma durumu.
* Kırışık olan yüzeyin durumu.
* Kırışmışolan yer, kırışık.kırışıksız * Kırışığı olmayan. kırışma * Kırışmak işi. kırışmak * Bir yüzeyin düzgünlüğü bozulmak, kırışıklık oluşmak.
* Birbirini kırmak, yok etmek, öldürmek.
* Karşılıklıkırmak.
* Pazarlık etmek.
* Bahse tutuşmak.
* Bir şeyi yarıyarıya paylaşmak.kırıştırma * Kırıştırmak işi. kırıştırmak * Kırışmasına sebep olmak.
* Karşıcinsten biriyle yakın ilişkide bulunmak, flört etmek.kırıta kırıta * Kırıtarak, cilve yaparak. kırıtım * Kırıtmak işi. kırıtım kırıtım * Kırıtarak. kırıtış * Kırıtmak işi veya biçimi. kırıtkan * Her zaman kırıtan. kırıtkanlık * Kırıtkan olma durumu. kırıtma * Kırıtmak işi, cilve, işve. kırıtmak * Hoşgörünmek çabasıyla cilveli jest ve mimikli davranışlarda bulunmak. kırk * Otuz dokuzdan sonra gelen sayının adı, 40, XL.
* Dört kere on, otuz dokuzdan bir artık.
* Pek çok.kırk (veya bin) dereden su getirmek * birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek. kırk basmak * kırk gün dolmadan, doğum yapmışannenin ve bebeğin dışarıçıkarılmasının tehlikeli olacağını geleneksel
olarak kabul etmek.kırk basması * Doğumdan sonra kırk gün içinde anne veya çocuğun ruhsal sebeplerle bağlanan ateşli bir hastalığa
yakalanması.kırk bir (buçuk) maşallah * (ciddî veya alaylı) “nazar değmesin” anlamında kullanılır. kırk bir buçuk * “Allah nazardan korusun” anlamındaki kırk bir buçuk kere maşallah” sözünde geçer. kırk bir kere maşallah! * pek çok, binlerce kez nazar değmesin!. kırk budak * Bektaşîlikte erenler meydanına konulan kırk kollu büyük şamdan. kırk evin kedisi * birçok eve girip çıkan (kimse). kırk hamamı * Doğumdan kırk gün sonra annenin hamama götürülmesi ve bu amaçla yapılan tören.
* Kadının loğusallıkta ilk kırk günü doldurduktan sonra bebeği ile birlikte temizlenmesi için hamamda
yapılan toplantı.kırk ikindi * Genellikle Orta Anadolu’da ikindi zamanıyağan sürekli yağmurlara verilen ad. kırk kapının ipini çekmek * bir çok yere uğramak. kırk merak * Çok meraklı, herşeyi anlamak isteyen. kırk para * bir kuruş.
* (para için) çok az.kırk para * Para biriminin kırkta birlik değerine verilen ad. kırk tarakta bezi olmak * bir çok işi veya ilişkisi olmak. kırk yıl * Çok uzun bir süre. kırk yıl kıran olmuş, eceli gelen ölmüş * ecel gelmedikçe ölünmeyeceği inancınıanlatır. kırk yılda bir * çok seyrek olarak. kırk yılın başı(veya başında) * çok uzun süre içinde bir kez. kırk yıllık * Çok eski, köklü. kırk yıllık yani, olur mu kâni * eskimiş bir alışkanlık kolay kolay değişmez. Kırkağaç kavunu * Kabuğu alacalısarırenkte olan bir tür kavun. kırkambar * İçinde değişik türden şeyler bulunan kap veya yer.
* Bir çok konuda bilgisi olan kimse.
* Çerçi.kırkar * Kırk sayısının üleştirme biçimi, her birine kırk, her defasında kırkı bir arada olan. kırkayak * Eklem bacaklıların çok ayaklılar sınıfına giren, taşların altında yaşayan, vücudu yuvarlak ve uzun bir böcek
(Julus terrestris).
* Kasık biti.kırkbayır * Gevişgetiren hayvanların dört gözlü olan midelerinin üçüncü gözü. kırkbeşlik * Bir tabanca türü.
* Dönme hızıdakikada kırk beşdevir olan plâk.kırkgeçit * Üzerinden birçek kez geçilmesi gereken veya birçok geçidi bulunan ırmak. kırkı * Kırkmak işi.
* Davarların yün veya kıllarınıkırkmaya yarayan makasa benzer araç.kırkıçıkmak * (loğusa, yeni doğan bebek veya ölü için) doğumdan veya ölümden sonra kırk gün geçmek. kırkıcı * Davarların yün veya kıllarınıkırkan kimse. kırkılma * Kırkılmak işi. kırkılmak * Kırkmak işi yapılmak. kırkım * Davarların kırkılması işi.
* Davarların kırkıldıklarımevsim.kırkımcı * Kırkıcı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 92
kınama cezası * Bir görevlinin işyerindeki davranışının yasa ve tüzüğe aykırı olduğunu bildiren ceza. kınamak * Yapılan bir işin kötü olduğunu belirtir bir biçimde söz söylemek, ayıplamak, takbih etmek. kınanma * Kınanmak işi. kınanmak * Kınamak işi yapılmak. kınasız * Kına ile boyanmamış. kınayış * Kınamak işi veya biçimi. kındıra * Sulak yerlerde yetişen, ince uzun yapraklarının kenarlarıkeskin, koyu renkli bir tür çayır otu. kındıraç * Oluk veya yiv açmaya yarayan araç. Kınık * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. kınlama * Kınlamak işi. kınlamak * Bir şeye kın yapmak veya bir şeyi kınına geçirmek. kınlı * Kını olan, bir kınla sarılı olan.
* Kınıçok gelişerek bağlı bulunduğu sapıaz veya çok saran yaprak.kınnap * Sicim. kınsız * Kını olmayan. Kıpçak * Xl-XV. yüzyıllarda, Hazar ve Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda yaşamış bir Türk boyu, Kuman. Kıpçakça * Kıpçak Türkçesi. kıpık * Yarıkapalı(göz). kıpık gözlü * Gözleri yarıkapalı olan. kıpıklık * Kıpık olma durumu. kıpır kıpır * Yerinde duramayarak, sürekli ve aralıksız kımıldayarak.
* Çok hareketli, hamarat.kıpırdak * Çok hareketli, yerinde duramayan, canlı. kıpırdaklık * Kıpırdak olma durumu. kıpırdama * Kıpırdamak, kıpırdanmak işi. kıpırdamak * Kımıldamak, sürekli ve hafifçe oynamak. kıpırdanma * Kıpırdanmak işi veya durumu. kıpırdanmak * Bkz. kıpırdamak. kıpırdaşma * Kıpırdaşmak işi. kıpırdaşmak * Kımıldamak, kıpır kıpır etmek. kıpırdatma * Kıpırdatmak işi. kıpırdatmak * Kımıldatmak, yerinden oynatmak. kıpırtı * Hafif ve sürekli kımıldanma, kımıltı. kıpırtılı * Kıpırtısı olan. kıpırtısız * Kıpırtısı olmayan. kıpıştırma * Kıpıştırmak işi. kıpıştırmak * Göz kapaklarınıüst üste birçok kez açıp kapamak. kıpkıp * Gözünü çok kırpan (kimse). kıpkırmızı * Her yanıkırmızıveya çok parlak kırmızı. kıpkırmızıkesilmek (veya olmak) * (yüz için) herhangi bir sebeple çok kızarmak. kıpkızıl * Her yanıkızıl veya çok kızıl.
* Aşırı, koyu.kıpma * Kıpmak işi. kıpmak * Göz kapaklarınıçabucak açıp kapamak, kırpmak. kıprama * Kıpırdama, kıpramak işi. kıpramak * Kıpırdamak. kıprayış * Kıpramak işi veya biçimi. kıprayışlı * Kıpırtılı. kıprayışsız * Kıpırtısı olmayan, kıpırtısız. Kıptî * Mısır halkından olan kimse.
* (yanlışolarak) Çingene.
* Kıptîlerle ilgili olan.Kıptîlik * Kıptî olma durumu. kır * Beyazla az miktarda karanın karışmasından oluşan renk.
* Bu renkte olan.kır * Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boşve genişyer.
* Orman, dağvb.ye karşıt olan açıklık yer. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 93
kır bekçisi * Kırların ve ovaların güvenliğiyle görevli kimse. kır boynunu! * defol! çekil! git!. kır çiçeği * Kırlarda kendiliğinden yetişen çiçek. kır düşmek * göze çarpar derecede beyaz kılları bulunmak, kırlaşmak. kır eğlencesi * Kırda yapılan eğlence. kır gerillâsı * Dağlarda, köy ve kasabalarda eylem yapan çete. kır gülü * Çorak bölgelerde biten ve gün gülüne benzeyen bir tür çiçek (Fumana). kır kahvesi * Kırda bulunan, çoğunlukla küçük kahve. kır serdarı * Kırlarda eşkıyanın ardına düşüp yolların güvenliğini sağlamakla görevlilerin başı. kıraat * Okuma.
* Okuma kitabı.
* Kur’an’ın belli kural ve işaretlere göre okunması.kıraat etmek * okumak. kıraathane * Müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmişkahvehane.
* Kahve, kahvehane.kıraathaneci * Kıraathane işleten kimse. kıracak * Nalbantların atın tırnağınıkesmek için kullandıklarıkeskin demir alet. kıraç * Verimsiz veya sulanmayan, bitek olmayan toprak. kıraçlaşma * Kıraçlaşmak işi. kıraçlaşmak * Kıraç duruma gelmek, verimsizleşmek. kıraçlık * Kıraç olma durumu veya kıraç yer. kırağı * Soğuk havalarda, su buğusunun yerde, bitkiler, ağaçlar ve öteki nesneler üzerinde donmasıyla oluşan ince
buz billûru.kırağıçalmak (veya vurmak) * kırağı, dondurup bozmak. kırağıdüşmek (veya yağmak) * kırağı oluşmak. kırağılı * Kırağısı olan. kıran * Kırmak işini yapan (kimse).
* Bit topluluğun ve özellikle hayvanların büyük bir bölümünü yok eden hastalık veya başka sebep, ölet, afet.kıran * Kıyı, kenar, çevre, uç.
* Dağsırtı, tepe, bayır.
* Kıraç toprak.
* Birbirine parelel olarak uzanan iki akarsu arasında kalmışdağsırtı.kıran girmek * kısa bir zaman içinde çok sayıda ölmek. kıran kırana * Çok mücadeleli, acımaksızın öldürürcesine yapılan (kavga, güreş). kıranta * Saçlarıağarmaya başlamışorta yaşlıerkek.
* Ağırbaşlı, yaşına rağmen bakımlı, özenli (erkek).
* (saç sakal için) Kırlaşmış.kırat * Elmas, zümrüt gibi değerli taşların tartısında kullanılan iki desigramlık ölçü birimi.
* Nitelik, değer, düzey, seviye.kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan (almak) * kişi, kiminle arkadaşlık ederse, ondan etkilenir. kıratınıölçmek * değerini biçmek, kıymetini belirlemek. kıratlık * Kıratı olan, herhangi bir kırat değerinde olan (taş).
* Herhangi bir nitelikte, değerde olan.kıray * Yol kesen, asi.
* Genç, delikanlı.kırba * Sakaların içinde su taşıdıklarıağzıdar, altı geniş, deriden yapılmışkap, su kabı, matara.
* (çocuklarda) Karın şişmesiyle beliren bir hastalık.
* Çok su içen kimse.kırbacık * Tulumcuk. kırbaç * Kıl tek parça deri veya uzun esnek bir değneğin ucuna sırım bağlanarak yapılmışvurma aracı. kırbaç kurdu * Çeşitli türleri insanların ve hayvanların kalın bağırsağında yaşayan, boyu 5 cm olan eni, gözle görülmeyecek
incelikte bir asalak, trikosefal (Trichuris trichiura).kırbaç kurtları * Örnek hayvanıkırbaç kurdu olan, yuvarlak solucanlar familyası. kırbaçlama * Kırbaçlamak işi. kırbaçlamak * Kırbaçla vurmak.
* Canlandırmak, destek vermek, harekete geçirmek.kırbaçlanma * Kırbaçlanmak işi. kırbaçlanmak * Kırbaçla dövülmek. kırca * Hafif kırlaşmış.
* Hafif kırlaşmışdurumda.kırcı * Dolu.
* Ufak ve sert taneli kar.kırcımantı * Küçük ve içi iyi doldurulmuşmantı. kırcın * Hayvan kıranı. kırç * Kışın, sisli havalarda, ağaç dallarını, toprak çıkıntılarınıvb. yerleri kaplayan buz tabakası. kırçıl * Kırlaşmaya başlamış, kır renkli.
* Bu renkte saçı olan.kırçıllanma * Kırçıl duruma gelme. kırçıllanmak * Kırçıl duruma gelmek, ağarmak. kırçıllaşma * Krıçıllaşmak durumu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 89
kıl otu * Dağlık çayırlarda yetişen ince ve sert yapraklı bir bitki (Nardus). kıl payı * (daha çok kalmak fiili ile) Çok az. kıl testere * Çok ince bir tür testere. kıl yumağı * Saç yeme alışkanlığı olan kimselerin midesinde oluşan ur. kılabdan * 343 kılaptan. kılâde * Gerdanlık, boyna takılan süs eşyası. kılağı * Taşüzerinde bilenen bir kesici aracın keskin yüzüne yapışan ve aracın iyi kesebilmesi için, yağlanmış
yumuşak taşla kaldırılması gereken çok ince çelik parçaları, zağ.kılağılama * Kılağılamak işi. kılağılamak * Kesici araçların kılağısınıalarak keskinliğini artırmak. kılağılı * Kılağılanmış, keskin duruma getirilmişolan. kılağısınıalmak * kesici araçları bileği taşına veya kayışa sürterek keskinliğini artırmak. kılağısız * Kılağılanmamış, keskin olmayan. kılâptan * Pirinç, bakır, kalay gibi madenlerden çekilerek gümüşve altın yaldız vurulmuşince metal iplik.
* Pamuk ipliğine sırma katılarak eğrilmişiplik.
* Bu tür iplikten yapılmış.kılavuz * Genel olarak yol gösteren kimse, rehber.
* Yol yöntem gösteren şey.
* Evlenecek olan erkek veya kadına eş bulan kimse.
* Ruhî ve zihnî bakımdan yol gösteren,ışık tutan kimse.
* Somun veya boru içine yiv açmakta kullanılan araç.
* (dar, uzun bir yerden) Kolaylıkla bükülebilen yay biçiminde tel, kablo vb. geçirilirken bunların ucuna
bağlanan sert nesne.
* Makaradaki filmlerin başında ve sonunda yer alan, filmin alıcı, yıkama aracı, basım aracı, gösterici gibi
araçlara takılıp çıkarılmasında kolaylık sağlayan, asıl film için pay bırakan çeşitli renklerde film parçası.
* Bir devletin kılavuz alınmasımecburî olan sularında gemilere yol gösteren kimse.kılavuzlama * Kılavuzlamak işi. kılavuzlamak * Kılavuzluk etmek. kılavuzluk * Kılavuz olma durumu veya kılavuzun işi, rehberlik.
* Bir gemiyi limana sokmak veya limandan çıkarmak işi.kılavuzluk etmek * yol göstermek, rehberlik etmek. kılbaz * Dalkavuk. kılcal * Kıl gibi olan, çok ince. kılcal boru * Araştırma ve deneylerde kullanılan çok ince boru. kılcal damar * Bütün dokularda bulunan, atardamarların son dallarını, toplardamarların ilk dallarına birleştiren ince
damar.kılcal etki * Birbirine değen bir sıvı ile bir katının molekülleri arasındaki etki. kılcal kök * Ana, saçak ve yan köklerden çıkan ikincil, üçüncü kökler üzerinde bulunan ince kıl şeklindeki emici kök
paröaları.kılcallık * Kılcal olma durumu.
* Bir kılcal boru veya tüpün durumu.
* Kapsadığısıvılar bakımından kılcal boruların özellikleri.kılcan * At kuyruğu kılından yapılmışkuştuzağı. kılçık * Balıkların eti arasında bulunan diken gibi ince ve küçük kemik.
* Fasulye, bakla gibi sebzelerin yeşil kabuğunda ve ekin başaklarında bulunan sert ve kıl gibi uzun lif.
* Alttaki güreşçinin, kuyruk sokumunu hızla ve birdenbire havaya kaldırarak sırtına abanmışolan güreşçinin
dengesini bozup ön veya yan tarafına aşırıp atması.kılçık atmak * bir kimsenin işini karıştırmak, bozmak. kılçıklı * Kılçığı olan.
* Pürüzlü, çapraşık, karışık.kılçıksız * Kılçığı olmayan. kıldırma * Kıldırmak işi. kıldırmak * Kılmak işini yaptırmak.
* Namaz kılınmasını sağlamak.kıldırtma * Kıldırtmak işi. kıldırtmak * Kıldırmak işini yaptırmak.
* Namaz kılınma işini yaptırmak.kılgı * Bir sanat ve bilim dalının ilkelerini düşünce alanından, uygulama alanına geçirip gerçekleştirme işi,
uygulama, tatbik, ameliye, pratik.kılgılı * Harekete ilişkin olan, yalnız düşünce alanında kalmayıp harekete dönüşen, uygulamalı, amelî, tatbikî,
pratik, kuramsal karşıtı.
* Maksada uygun, kullanışlı; gerçeklere uygun.kılgın * Kılgıdurumuna geçirilebilen, amelî, pratik. kılgısal * Kılgılı, uygulamalı, pratik. kılıkılına * Tamıtamına. kılıkıpırdamamak * durum ve davranışınıdeğiştirmemek, aldırışetmemek, umursamamak. kılıkırk yarmak * titiz ve ayrıntılı bir biçimde incelemek, önemle üstünde durmak. kılı bık * Karısının baskısıaltında bulunan (erkek), kazak karşıtı. kılı bıklaşma * Kılı bıklaşmak işi. kılı bıklaşmak * Kılı bık duruma gelmek. kılı bıklık * Kılı bık olma durumu. kılı bıklık etmek * kılı bığa yakışan davranışlarda bulunmak. kılıcına * (kalas, cetvel tahtası gibi kalınlığıeninden az olan şeyler için) Keskin ve dar tarafıyukarı gelmek üzere,
kılıçlama.kılıç * Uzun, düz veya eğri, ucu sivri, bir veya her iki yüzü keskin, kın içinde bele takılan, çelikten silâh.
* Saban ökçesini oka bağlayan ağaç parçası.kılıç alayı * Kılıç kuşanma. kılıç bacak * Bacaklarıeğri olan, çarpık bacaklı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 90
kılıç balığı * Kılıç balığı gillerden, burnunda kılıç biçiminde bir uzantısı bulunan, kılçıksız, eti beyaz ve lezzetli, iri bir
balık (Xiphias gladius).kılıç balığı giller * Her türlü kılıç balığı olan, dişsiz ve pulsuz kemikli balıklar familyası. kılıç çalmak * kılıçla savaşmak, kılıç ile öldürmek. kılıç çekmek * saldırmak veya selâmlamak amacıyla kılıcıkınından çıkarmak. kılıç gagalı * Yağmur kuşugillerden, çok ince ve uzun gagalı, tüyleri ak, kanatlarıkara bir kuş(Recurvirosta avocetta). kılıç kınınıkesmez * sert ve öfkeli kişi yanındakilere zarar vermez. kılıç kuşanma * Tahta yeni çıkan Osmanlıpadişahlarının İstanbul’daki Eyüp Sultan türbesine giderek törenle kılıç
kuşanmaları.kılıç kuşanmak (veya takmak) * kılıcı olmak ve onu taşıyacak güce ve yetkiye hak kazanmak. kılıç oynatmak * egemen olarak yaşamak. kılıç oyuncusu * Kılıç oyunu oynayan sporcu, eskrimci. kılıç oyunu * Dürtücü kılıç, kesici kılıç ve delici kılıç adıverilen silâhlarla yapılan spor, eskrim. kılıç pabucu * Kılıç kınının aşağıkısmı. kılıç sallamak * kılıç ile dövüşmek, düşman üzerine kılıçla soldurmak. kılıç üşürmek * kılıç çekerek saldırmak. kılıççı * Kılıç yapan veya satan (kimse).
* Kılıç sporuyla uğraşan (kimse).kılıçhane * Kılıç yapılan yer. kılıçıkınına koymak * savaşı bırakmak, savaştan vazgeçmek. kılıçkuyruk * Kemikli balıklar takımından uzunluğu 8-10 cm. olan, tropik süs balığı(Xiphophorus helleri). kılıçlama * Kılıçlamak işi.
* Kılıcına.
* Çaprazlama.kılıçlama kaçmak * yan yan koşarak, çaprazlamasına gitmek. kılıçlamak * Kılıçla çok sayıda insanıtopluca öldürmek, kılıçtan geçirmek. kılıçlayış * Kılıçlamak işi veya biçimi. kılıçlı * Kılıç taşıyan.
* Kılıcı olan.
* Üzerinde kılıç motifi olan.kılıçtan geçirmek * çok sayıda insanıkılıçla topluca öldürmek. kılıf * Bir şeyi korumak için kendi biçimine göre, çoğunlukla yumuşak bir nesneden yapılmışözel kap.
* Yolsuz bir işe bulunan sudan gerekçe.kılıfçı * Kılıflama işini yapan kimse.
* Kılıf yapan ve satan kimse.kılıfına uydurmak * bir durum ve tutuma, yöntemine uygun biçim vermek. kılıflama * Kılıflamak işi. kılıflamak * Kılıf geçirmek, kılıfa koymak. kılıflı * Kılıfı olan veya kılıf içinde bulunan. kılıfsız * Kılıfı olmayan veya kılıf içinde bulunmayan. kılığına çeki düzen vermek * giyinişine özen göstermek. kılığına girmek * onun gibi giyinmek. kılık * Bir kimsenin giyinişi, giyim, üst baş, kıyafet, kisve.
* Bir kimsenin dışgörünüşü.
* Bir kimsenin resmi, fotoğraf.kılık kıyafet * Üst başve dışgörünüş. kılık kıyafet düşkünü * Giyecekleri eskimişveya kötü olan. kılık kıyafet köpeklere ziyafet * giyinişi ve görünüşü kötü ve tiksindirici olanlar için söylenir. kılık kıyafeti düzmek * giysilerini yenilemek. kılıklı * Herhangi bir kılıkta olan.
* Güzel, temiz.
* (birinin) huyunda olan, davranışlarınıtaklit eden.kılıklıkıyafetli * İyi giyinmiş. kılıksız * Giyimi düzgün olmayan, sünepe, süflî. kılıksızlaşma * Kılıksızlaşmak işi. kılıksızlaşmak * Kılıksız duruma gelmek. kılıksızlık * Kılıksız olma durumu. kılıktan kılığa girmek * giysi değiştirmek.
* sık sık düşünce değiştirmek.kılına dokunmamak * bir kimseye dokunacak, zarar verecek en ufak bir davranışta bile bulunmamak. kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak) * bir olay karşısında ilgisiz kalmak, en küçük bir tepki göstermemek. kılınış * Kılınmak işi veya biçimi. kılınma * Kılınmak işi. kılınmak * Kılmak işi yapılmak.