Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 102

    kıvançlanmak * Kıvanç duymak, övünmek.
    kıvançlı * Övünç duyan, iftihar eden, övünç veren, iftihar edilecek.
    * Sevinç duyan, mutlu.
    kıvanış * Kıvanmak işi veya biçimi.
    kıvanma * Kıvanmak işi, iftihar.
    kıvanmak * Övünülecek bir olaydan dolayısevinmek, iftihar etmek, memnun olmak.
    kıvıl * Kıvılcım.
    kıvıl kıvıl * Toplu olarak hareket etmeyi, kaynaşmayıanlatır.
    kıvılcım * Yanmakta olan bir maddeden sıçrayan küçük ateşparçası, kıvıl.
    * Demir ve taşgibi maddelerin güçlü çarpışmasında sıçrayan ateşdurumundaki küçük parça.
    * Harekete geçiren etken.
    * Güneşyüzeyinde görülen kesikli ışımalara verilen ad.
    kıvılcımlanma * Kıvılcımlanmak işi.
    kıvılcımlanmak * Kıvılcım saçarak yanmak, kıvılcımlıduruma gelmek.
    kıvılcımlı * Kıvılcımı olan, kıvılcım saçan.
    kıvılcımsız * Kıvılcımı olmayan, kıvılcım saçmayan.
    kıvır kıvır * Büklümleri olan, kıvrımlı.
    * Kıvrılmışdurumda sürekli hareket hâlinde olarak.
    kıvır zıvır * Önemsiz, değersiz, derme çatma.
    * Önemsiz ayrıntı.
    kıvırcık * Küçük küçük kıvrımları olan.
    * Daha çok Trakya ve Marmara’da yetiştirilen, beyaz tüylü, ince kuyruklu bir tür koyun.
    * Bu koyunun eti.
    * Kıvırcık salata.
    kıvırcık koyun * 343 kıvırcık.
    kıvırcık salata * Yeşil salata, yapraklarıkıvırcık bir tür marul, kıvırcık.
    kıvırcıklaşma * Kıvırcıklaşmak işi.
    kıvırcıklaşmak * Kıvırcık duruma gelmek.
    kıvırış * Kıvırmak işi veya biçimi.
    kıvırma * Kıvırmak işi.
    kıvırmak * Bükmek.
    * Kenarından katlamak, bükmek.
    * Bir giysinin veya kumaşın kenarını bükerek tersinden dikmek.
    * Kalçalarını iki yana sallayarak oynamak veya yürümek.
    * Başarmak, başa çıkmak, becermek, hakkından gelmek.
    * Uydurup söylemek.
    * Sapmak.
    * Yapmak istememek, yan çizmek.
    kıvırtma * Kıvırtmak işi.
    kıvırtmak * Kıvırmak işini yaptırmak.
    kıvracık * Derli toplu ve işi kolay.
    * Ayağına çabuk, hamarat.
    kıvrak * Canlı, hareketli, atik.
    * Akıcı, işlek.
    * Yerli dokumasıkara bezden yapılmışköylü kadın yeldirmesi.
    * İnce tülbent veya ipekli başörtüsü.
    * Aceleci.
    * Güzel, şık, yakışıklı.
    kıvrak kıvrak * Kıvrak olarak, kıvrakça.
    kıvrakça * Kıvrak bir biçimde.
    kıvraklaşma * Kıvraklaşmak işi veya durumu.
    kıvraklaşmak * Kıvrak duruma gelmek.
    kıvraklık * Kıvrak olma durumu veya kıvrakça davranış.
    kıvrama * Kıvramak işi veya durumu.
    kıvramak * Buruşup toplanmak, kıvırcık duruma gelmek.
    * Hızlıyürümek.
    * Harekete geçmek.
    kıvrandırma * Kıvrandırmak işi.
    kıvrandırmak * Kıvranmasına sebep olmak.
    * Çok üzmek, acıçektirmek.
    kıvranış * Kıvranmak işi veya biçimi.
    kıvranma * Kıvranmak işi.
    kıvranmak * Ağrı, sancı gibi fiziksel veya korku, heyecan gibi ruhî sebeplerle vücut eğilip bükülmek.
    * Acıçekmek, üzülmek.
    * Bir şeye çok ihtiyaç duymak.
    kıvrantı * Kararsızlık.
    kıvratma * Kıvratmak işi veya durumu.
    kıvratmak * İpi katladıktan sonra iyice bükmek veya tel gibi şeyleri burmak.
    kıvrık * Eğrilip bükülmüş; yuvarlak bir biçim verilmiş.
    kıvrıklık * Kıvrık olma durumu.
    kıvrılış * Kıvrılmak işi veya biçimi.
    kıvrılma * Kıvrılmak işi, bükülme.
    * Dağların oluşumuna sebep olan, yer kabuğunun genişölçüde dalgalı bir biçim alması.
    kıvrılmak * Eğrilip bükülmek.
    * Kıvırcık bir duruma gelmek.
    * Yuvarlak bir biçim almak.
    * (dar bir yere) Büzülerek yatmak.
    * Dönmek, sapmak.
    kıvrım * Bir şeyin kıvrılan yeri, büklüm.
    * Kıvrılma sonunda oluşan toprak dalgası.
    * Bir tür tatlı.
    kıvrım kıvrım * Kıvrımları olan, dalgalanmış bir yüzey veya dalgalı bir çizgi biçiminde olan.
    kıvrım kıvrım kıvranmak * çok acıçekerek kıvranmak.
    * yalvarma veya sıkıntı gibi bir sebeple çok kıvranmak.
    kıvrımlanma * Kıvrımlanmak işi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 99

    kısırganmak * Esirgeyip bir şeyi vermekten çekinmek.
    kısırlaşma * Kısırlaşmak işi.
    kısırlaşmak * Kısır duruma gelmek.
    kısırlaştırma * Kısırlaştırmak işi.
    kısırlaştırmak * Üreme organlarınıameliyatla döl veremez duruma getirmek.
    kısırlık * Kısır olma durumu.
    * Verimsizlik, akamet.
    kısış * Kısma işi.
    kısıt * Kişinin yurttaşlık haklarınıkullanma yetkisinin yargıkuruluşlarınca kaldırılması.
    * Bunama, mahkûm olma gibi sebeplerden dolayıkanunun, bir kimsenin malını, parasını istediği gibi
    kullanmasına ve harcamasına engel olması, hacir.
    kısıt altına almak * kısıtlamak.
    kısıtlama * Kısıtlamak işi, hacir.
    kısıtlamak * Önceden verilmişolan hak ve hürriyetlerin sınırlarınıdaraltmak, tahdit etmek.
    * Birini yasal yoldan mallarınıkullanmaktan yoksun bırakmak, kısıt altına almak, hacir altına almak.
    * Sınırlamak, daraltmak.
    kısıtlanış * Kısıtlanmak işi veya biçimi.
    kısıtlanma * Kısıtlanmak işi.
    kısıtlanmak * Kısıtlamak işi yapılmak.
    kısıtlayıcı * Kısıtlayan, kısıt altına alan.
    * Sınırlayan, daraltan.
    kısıtlayış * Kısıtlamak işi veya biçimi.
    kısıtlı * Kısıtlanmış, kısıt altına alınmış, mahcur.
    * Sınırlanmış.
    kısıtlılık * Kısıtlı olma durumu, hacir.
    kıska * Arpacık soğanı.
    kıskacı * Soğan tohumundan arpacık soğanıyetiştiren kimse.
    kıskacılık * Soğan tohumundan arpacık soğanıyetiştirme işi.
    kıskaç * Bir şeyi tutup sıkıştırmaya yarayan kerpeten, pense gibi araç.
    * Açılıp kapanan eğreti merdiven.
    * Böceklerde besin maddelerini parçalamaya ve kendilerini savunmaya yarayan organ.
    * Demircilerin kızgın demiri tuttuklarımaşa gibi araç.
    * Kıskaç biçiminde olan.
    kıskaç gözlük * Kelebek gözlük.
    kıskaçlama * Kıskaçlamak işi.
    kıskaçlamak * Kıskaç duruma gelmek.
    kıskanç * Kıskanma huyunda olan.
    kıskançlık * Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında
    takınılan olumsuz tutum veya acıduyma.
    kıskançlık etmek * kıskanmak.
    kıskandırma * Kıskandırmak işi.
    kıskandırmak * Kıskanmasına yol açmak.
    kıskanılma * Kıskanılmak işi.
    kıskanılmak * Kıskanmak işi yapılmak veya kıskanmak işine konu olmak.
    kıskanış * Kıskanmak işi veya biçimi.
    kıskanma * Kıskanmak işi.
    kıskanmak * Sevgide veya kendisiyle ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına veya üstün durumda görünmesine
    dayanamamak.
    * Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acıduymak, günülemek, haset
    etmek.
    * Esirgemek, çok görmek.
    * Bir şeye, en küçük saygısızlık gösterilmesine bile dayanamamak.
    * Yerinde olmayı istemek, imrenmek.
    kıskı * Türlü maksatlarla iki şeyin arasına sokuşturulan, kıstırılan parça, kama, takoz.
    kıskıvrak * Çözülemeyecek veya kurtulamayacak bir biçimde.
    kıskıvrak yakalamak (veya bağlamak) * kurtulamayacak veya çözülemeyecek biçimde tutmak, sımsıkıtutmak.
    * tamamen etkisi altında kalmak, bir şeyle sürekli meşgul olmak.
    kısma * Kısmak işi.
    kısmak * Azaltmak, alçaltmak.
    * (göz için) Biraz kapamak.
    * Boyunu kısaltmak veya daraltmak.
    * (lâmba için) Işığınıazaltmak.
    * Sıkıştırmak.
    * (para, masraf vb. için) Azaltmak.
    * Pintilik etmek.
    * Verilen hak ve özgürlüklerin sınırınıdaraltmak.
    kısmen * Bütün değil, bir bölüm olarak veya bazı bakımdan, bazıyönden.
    kısmet * Tanrı’nın her kişiye uygun gördüğü yaşama durumu, nasip.
    * (kız veya kadın için) Evlenme talihi.
    * Olayların kötü sonuçlarınıtevekkülle karşılama durumu.
    * Şimdiden belli değil, ya olur ya olmaz anlamında.
    kısmet (veya kısmeti) çıkmak * (kız, kadın için) evlenme teklifi almak.
    kısmet ağacı * Bütün sıcak ülkelerde sık rastlanan tırmanıcıve iri gövdeli ağaç (Clerodendron).
    kısmet beklemek * evlenmeyi, evleneceği kimseyi beklemek.
    kısmet kapısı * Gelir, geçim yeri sağlayan yer.
    kısmet olmak * talih yardım etmek.
    kısmeti açılmak * kazancıartmak, bolluğa ermek.
    * kendisiyle evlenmek isteyen biri çıkmak.
    kısmeti ayağına (kadar) gelmek * beklenmeyen bir sebeple kazançlı bir durumla karşılaşmak.
    kısmeti bağlanmak * istediği hâlde evlenememek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 100

    kısmeti çıkmak * olumlu bir duruma kavuşmak.
    kısmetinde ne varsa kaşığında o çıkar * kişi ne kadar çabalarsa çabalasın alın yazısındaki şeye ulaşır.
    kısmetine mani olmak * kazancına veya evlenmesine engel olmak.
    kısmetini ayağıyla tepmek * kavuşacağı iyi bir durumu, değerini bilmeyerek istememek.
    kısmetini bağlamak * (büyü ile) evlenmesine engel olmak.
    kısmetli * Kısmeti iyi olan.
    kısmetsiz * Kısmeti iyi olmayan.
    kısmetsizlik * Kısmetsiz olma durumu.
    kısmık * Cimri, pinti, hasis.
    kısmî * Bir şeyin yalnız bir bölümünü içine alan, tikel, cüz’î.
    kısmî felç * Vücudun bir bölümünün felçli duruma gelmesi.
    kısmî seçim * 1961 Anayasasına göre Cumhuriyet Senatosu üyelerinden süresi dolanların yenilenmesi için yapılan seçim.
    kısrak * Dişi at.
    kıssa * Hikâye, fıkra.
    kıssadan hisse * anlatılan bir olaydan alınacak ders.
    kıssadan hisse almak (veya çıkarmak) * anlatılan bir olaydan ders almak.
    kıstak * Bir yarımadayıkaraya bağlayan, iki yanısu, dar kara parçası, berzah, dil.
    kıstas * Ölçüt.
    kıstas tutmak * ölçü olarak almak.
    kıstelyevm * Görev başına gelinmediği günlerde kesilip ödenmeyen para.
    kıstırılma * Kıstırılmak işi.
    kıstırılmak * Kıstırmak işi yapılmak.
    kıstırma * Kıstırmak işi.
    * İçerisine peynir, kıyılmışet vb. konularak sac üzerinde pişirilen börek.
    * Karnıyarık yemeği.
    kıstırmak * İki şey arasında bırakarak sıkıştırmak.
    * Kaçamayacak bir duruma getirmek.
    kış * (kuzey yarım küre için) Aralık ayının yirmi ikisinde başlayıp martın yirmi birine kadar süren, yılın en soğuk
    mevsimi.
    * Çok soğuk hava.
    kış * Tavuk gibi kümes hayvanlarınıkovalamak için çıkarılan ses.
    kış basmak * kışın, şiddetli soğukları başlamak.
    kışdönemi * Kışsüresine rastlayan, kışın yapılanşey.
    kışdönencesi * Bkz. Oğlak dönencesi.
    kışgünü * Kışın.
    kışkayıtı * Kışiçin saklanan yiyecekler.
    kışkıyamet * Çok zorlu kış; yağmurlu, fırtınalısoğuk hava.
    kışuykusu * Soğuk ve kurak mevsimlere karşıkoyabilmek için canlıvarlıkların yapısında görülen olayların bütünü.
    * Ilıman ve soğuk bölgelerde, özellikle yapraklarınıdöken ağaçlarda ham ve ongun besi suyu dolaşımının
    tamamen veya kısmen durması.
    * Durgunluk, hareketsizlik dönemi.
    kışyapmak * (hava) çok soğuk ve karlı geçmek.
    kışı geçirmek * kışmevsimini bir yerde geçirmek.
    kışın * Kışmevsiminde, kışsüresince.
    kışır * Kabuk.
    kışkırtı * Kışkırtmak işi, tahrikât.
    kışkırtıcı * Kışkırtmak işini yapan, muharrik.
    * Kışkırtma yapan, provokatör.
    kışkırtıcıajan * İnsanları, bazısuçları işlemeye sürüklemekle görevli kimse.
    kışkırtıcılık * Kışkırtıcı olma durumu.
    * Kışkırtıcıajana özgü davranış.
    kışkırtılma * Kışkırtılmak işi.
    kışkırtılmak * Kışkırtmak işi yapılmak.
    kışkırtış * Kışkırtmak işi veya biçimi.
    kışkırtma * Kışkırtmak işi, tahrik, tahrikât.
    * Herhangi bir kişiye, gruba, kuruluşa veya devlete karşı girişilen ve onlarısonradan ağır sonuçlar verecek bir
    karşıeylemde bulunmaya zorlayan, önceden tasarlanmışgirişim, provokasyon.
    kışkırtmacı * Kışkırtmak işini yapan (kimse).
    kışkırtmacılık * Kışkırtmacının işi.
    kışkırtmak * (kümes hayvanlarını) Ürkütüp kaçırmak.
    * Bir kimseyi kötü bir işyapması için harekete geçirmek, tahrik etmek.
    kışkışlama * Kışkışlamak işi.
    kışkışlamak * Genellikle kümes hayvanlarınıkovalamak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 98

    kısa mesafe * Uzaklığı az olan.
    kısa ömürlü * Ömrü az olan veya uzun süre yaşamayan.
    kısa tutmak * bir şeyi gerektiği kadar uzun yapmamak.
    * bir konuyu genişve ayrıntılı bir biçimde vermemek.
    kısa ünlü * Boğumlanma süresi uzun olmayan ünlü: At, al, kır gibi kelimelerindeki ünlülerde olduğu gibi.
    kısa vadeli * Süresi az olan.
    kısa yoldan * Uzatmadan, süreyi geçirmeden.
    * Kesin bir biçimde.
    kısaca * Oldukça kısa, biraz kısa.
    * Kısa olarak, özetle.
    kısacası * kısa söylemek gerekirse.
    kısacık * Çok kısa.
    kısalık * Kısa olma durumu.
    kısalış * Kısalmak işi veya biçimi.
    kısalma * Kısalmak işi.
    kısalmak * Kısa duruma gelmek.
    * Süresi azalmak.
    kısaltılma * Kısaltılmak işi.
    kısaltılmak * Kısa duruma getirilmek.
    kısaltım * Kısaltmak işi, taksir.
    * (güzel sanatlarda) Perspektif sebebiyle bazı boyutlarıküçük görülen nesneleri, bu görünüşe uygun bir
    biçimde çizme yöntemi.
    kısaltış * Kısaltmak işi veya biçimi.
    kısaltma * Kısaltmak işi, taksir.
    * Kısaltılmışad veya söz, ihtisar.
    kısaltmak * Kısa duruma getirmek.
    * Kısa gibi göstermek.
    kısaltmalı * Kısaltılmışolan.
    kısaltmalıkelime * Birden çok kelimenin başharfiyle kurulmuşkelime.
    kısalttırma * Kısalttırmak işi.
    kısalttırmak * Kısaltmak işini yaptırmak.
    kısarak * Biraz kısa, kısaca.
    * Kısa süreli.
    kısas * Bir suçluyu, başkasına yaptığıkötülüğü aynı biçimde uygulayarak cezalandırma.
    kısas * Kıssalar, hikâyeler, öyküler: Kısas-ıenbiya.
    kısas etmek * bir suçluya başkasına yaptığıkötülüğü aynı biçimde uygulamak.
    kısasa kısas * Yapılan kötülüğü aynı biçimde, yapan kimseye yapma, uygulama.
    kısık * Kısılmışolan.
    * (ses için) Boğuk, güçlükle çıkan.
    * (göz kapakları için) Hafifçe aralanmış, yumulmuşolan.
    * Bir kıvrımıkeserek iki yandaki çukurlukları birleştiren, dar ve boğaz biçimindeki koyak, dar boğaz, klüz.
    kısıkça * Biraz kısılmışolarak.
    kısıklık * Kısık olma durumu.
    kısılış * Kısılmak işi veya biçimi.
    kısılma * Kısılmak işi.
    * Kalbin, içindeki kanıdamarlara vermek için açılıp kapanması.
    kısılmak * Hacmi, niceliği, gücü azalmak.
    * (göz kapakları için) Hafifçe kapanmak.
    * Kaçıp kurtulma yolu kalmamak.
    kısım * Avuç.
    kısım * Parçalara ayrılmış bir şeyin her bölümü, bölük, kesim.
    * Bir cinsten veya meslekten olanların tümü.
    * Bölüm, kol, dal.
    kısım kısım * Ayrıayrı, bölük bölük.
    kısımlama * Kısımlamak işi.
    kısımlamak * Tek elle avuçlamak.
    kısınma * Kısınmak işi.
    kısınmak * Kendi ihtiyaçlarınıkarşılamakta tutumlu davranmak, imsak etmek.
    kısıntı * Her türlü ihtiyacıkarşılamada tutumlu davranma, kısma, azaltma.
    kısıntıyapmak * tutumlu davranmak.
    kısıntılı * Kısıntıya dayanan, kısıntısı olan.
    kısıntısız * Kısıntıya dayanmayan, kısıntısı olmayan.
    kısır * (insan ve hayvan için) Üreme imkânı olmayan, döl vermeyen.
    * (toprak için) Ürün vermeyen.
    * Verimsiz, yararsız, sonuçsuz.
    * İçinde hiçbir üreme olayı geçmeyen (canlıhücre, çekirdek vb.).
    kısır * Haşlanmış bulgur, taze soğan, maydanoz ve baharatla yapılan bir tür yemek.
    kısır döngü * Bir önermeyi ikinci bir önerme ile, bunu da birincisiyle tanıtlama.
    * Aynı olumsuz sonucu veren, çözüm getirmeyen durumların tekrarlanması, sürdürülmesi.
    kısırgan * Esirgeyip vermeyen.
    kısırganma * Esirgeme.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 96

    kırkıncı * Kırk sayısının sıra sıfatı, sırada otuz dokuzuncudan sonra gelen.
    kırkından sonra at olup da kuyruk mu sallayacak * “vakti geçmiş, artık işe yaramayacak durumda olmak” anlamında kullanılan bir söz.
    kırkından sonra azmak * yaşlandıktan sonra yaşına uymayan davranışlarda bulunmak.
    kırkından sonra saz çalmak * yaşlandıktan sonra uzun ve güç bir işe girişmek.
    kırkıntı * Kırpıntı.
    kırkikilik * Bir tabanca türü.
    kırklama * Kırklamak işi.
    kırklamak * Loğusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak.
    * Bir şeyi kırk defa yapmak ve özellikle birçok defa sudan geçirmek, çok yıkamak.
    kırklanma * Kırklanmak işi.
    kırklanmak * Kırklamak işi yapılmak.
    kırklar * Kırk kişilik bir evliya topluluğuna verilen ad.
    kırklara karışmak * bir kimse artık ortalarda görünmez olmak.
    kırklarıkarışmışolmak * (çocuklar için) aynıkırk günlük süre içinde doğmuşolmak.
    kırklı * Kırk parçadan oluşmuş.
    * Kırk gününü doldurmamış.
    * Birinin kırkıçıkmadan, öbürü doğan iki çocuktan her biri.
    kırklık * İçinde kırk sayısı bulunan.
    * Kırk yaşdolaylarında bulunan (kimse).
    * Kırk para.
    * Doğacak çocuk için hazırlanan bez veya giysi.
    kırkma * Kırkmak işi.
    * Ucu kesilip alnın üstüne bırakılan saç.
    kırkmak * Bir şeyi uçlarından kesmek.
    * (saç sakal, tüy için) Kesmek.
    * Bir hayvanın tüylerini kesmek.
    kırkmerdiven * 343 kırk merdiveni.
    kırkmerdiveni * Dik yokuş.
    kırktırma * Kırktırmak işi.
    kırktırmak * Kırkmak işini yaptırmak.
    kırlangıç * Kırlangıçgillerden, genişgagalı, çatal kuyruklu, ince uzun kanatlı, küçük göçebe kuş(Hirundo).
    * Öküz arabasında arka dingil ve tekerlekleri özeğe bağlayan çatal ağaç.
    * Köyleri dolaşarak göz hastalıklarınıve özellikle ak basmayı iyi ettiğini öne süren sahte hekim.
    * Osmanlıdonanmasında yer alan, karakol ve keşif işlerinde kullanılan, yelkenli ve kürekli küçük bir tür
    savaşgemisi.
    kırlangıç balığı * Kırlangıç balığı gillerden, yüzgeçleri genişve uzun, eti beyaz, kırmızırenkli bir balık (Trigla hirundo).
    kırlangıç balığı giller * Kemikli balıklar takımının dikenli yüzgeçlikler alt takımına giren bir familya.
    kırlangıç dönümü * Ekim ayının ilk günleri.
    kırlangıç fırtınası * Nisan ayının ilk günlerinde görülen fırtına.
    kırlangıç otu * Gelincikgillerden, çiçekleri altın ve limon sarısırenginde olan, tanelerinden asitsiz bir yağelde edilen çok
    yıllık ve otsu bir bitki (Chelidonium majus).
    kırlangıçgiller * Omurgalıhayvanlardan, kuşlar sınıfının ötücü kuşlar takımının bir familyası.
    kırlangıçkuyruğu * Hayvanın kulağınıdelerek yapılan işaret.
    kırlaşma * Kırlaşmak işi.
    kırlaşmak * Rengi kır olmak.
    kırlaşmak * Kır durumuna gelmek.
    kırlent * Çiçek veya yaprak işlemeli süs.
    * İşlemeli veya işlemesiz olarak yatak üzerine konulan yastık.
    kırlık * Kır olan yer, şehir dışında açıklık yer.
    kırma * Kırmak işi.
    * Kumaşıkatlayarak yapılan giysi süsü, pli.
    * Kırılmışveya dövülmüştahıl.
    * Basılıkâğıtlarıforma durumuna getirmek için belli yerlerinden bükme ve katlama işi.
    * Ortasından kırılarak doldurulan (çifte veya tüfek).
    * (hayvan için) Soyu karışmış, azma, melez, metis.
    * Yabancıetkilerle özgün niteliğini yitirmişolan.
    kırmacı * Giysilere pli yapan kimse.
    * Kırılmıştahıl satıcısı.
    * Değirmen işleten kimse, değirmenci.
    * Basılmışformalarıkatlayan kimse.
    kırmak * Vurarak veya ezerek parçalamak.
    * İri parçalara ayırmak.
    * Belirli bir biçimde katlamak.
    * Öldürmek, yok olmasına sebep olmak.
    * Azaltmak, indirmek.
    * Gücünü, etkisini azaltmak.
    * Yok etmek.
    * İndirimle almak.
    * Dileğini kabul etmeyerek veya beklenmeyen bir davranışkarşısında bırakarak gücendirmek, incitmek.
    * (tavla gibi oyunlarda) Karşı oyuncunun pulunu oyun dışında bırakmak.
    * Vücut kemiklerinden birini parçalamak.
    * (tahıl için) İri ve kaba öğütmek.
    * Hareket durumundaki canlının veya taşıtın yönünü değiştirmek, çevirmek, döndürmek.
    * Kaçmak, uzaklaşmak.
    * Daha iyi bir sonuç elde etmek.
    kırmalı * Üstünde kırmaları bulunan (giysi).
    kırmasız * Kırması bulunmayan.
    kırmız * Kırmız böceğinden çıkarılan parlak al boya, çiçek boyası.
    kırmız böceği * Zar kanatlılardan, küçük bir böcek (Coccus ilicis).
    kırmız madeni * 343 madenkırmız.
    kırmızı * Al, kızıl.
    * Bu renkte olan.
    kırmızıçizgi * Özellikle çam türü ağaçlarda görülen, uygunsuz koşullarda kurutulan ağacın çatlayan göze zarından giren
    mantarların yaptığı bir tür hastalık.
    kırmızıçürük * Zararlımantarların etkisi sonucu çam türü ağaçlardaki göbek odunun kırmızıkahverengi olması.
    kırmızıdipli mumla davet etmek * birine bir yere gelmesi için çok yalvarmak, ısrar etmek.
    kırmızıet * Büyükbaşhayvanların yağıve proteini yüksek, besleyici eti.
    kırmızıfener * Genel ev.
    kırmızı gömlek * Saklanmaya ne kadar çalışılırsa çalışılsın gizlenemeyen şey.
    kırmızıkart * Kurallara aykırıdavranan ve daha önce hakemler tarafından sarıkart gösterilerek ikaz edilmişoyuncuyu
    oyundan çıkartma cezası.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 97

    kırmızıkart görmek * oyundan çıkarılma cezasına çarptırılmak.
    kırmızılâhana * Rengi kırmızı olan bir tür lâhana.
    kırmızı oy * Bir oylamada, karşıdurum alındığını gösteren oy.
    kırmızı biber * Patlıcangillerden bir biber türü (Capsicum annuum).
    * Bu bitkinin olgunlaşınca kızarıp yakıcı bir acılık kazanan, yemeklerde bahar olarak kullanılan tozu.
    kırmızılaşma * Kırmızılaşmak işi.
    kırmızılaşmak * Kırmızı bir renk almak, kızarmak.
    kırmızılık * Kırmızı olma durumu, kızıllık.
    kırmızımsı * Kırmızıyıandıran, kırmızıya çalan.
    kırmızımtırak * Kırmızımsı.
    kırmızıturp * Turpgillerden, kökü kırmızı olan bir turp tütü (Raphanus sativus varradicula).
    kırnak * Cariye.
    * Çalımlı, süslü (kimse).
    * Güzel, titiz.
    * Cilveli, oynak (kadın).
    * Boylu boslu; çevik.
    kırnav * Çiftleşmek isteyen dişi kedi.
    kırpık * Kırpılmışolan.
    * Bölük pörçük.
    kırpılma * Kırpılmak işi.
    kırpılmak * Kırpmak işi yapılmak.
    kırpıntı * Kırpılan şeyden kalan küçük parça.
    * Kırpıntı biçiminde olan.
    kırpıntı bohçası * İçine kumaşkırpıntılarıkonulan bohça.
    kırpışma * Kırpışmak işi.
    kırpışmak * (göz kapakları) Çok ışıktan sık sık kırpılmak.
    * (ışık) Yanıp söner gibi olmak.
    kırpıştıra kırpıştıra * Kırpıştırarak, sürekli ve hızlıkırparak.
    kırpıştırma * Kırpıştırmak işi.
    kırpıştırmak * (göz kapaklarını) Çabuk çabuk açıp kapamak, kıpmak, kırpmak.
    kırpma * Kırpmak işi.
    kırpmak * Parçalara ayırmak, kesmek, kırkmak.
    * (göz kapaklarını) Açıp kapamak, kıpmak.
    * Kesinti yapmak, tutumlu davranmak.
    kırptırma * Kırptırmak işi.
    kırptırmak * Kırpmak işini yaptırmak.
    kırsal * Kır ile ilgili.
    * Az insanın barındığı, daha çok kır durumunda olan (yer).
    kırsal alan * Üretim etkinlikleri tarıma dayalı olan, kırsal nüfusun yaşadığıve çalıştığı alan.
    kırsal bölge * Genellikle tarım veya hayvancılık yapılan ve az insanın yaşadığıyer.
    kırsal nüfus * Tarımla uğraşan, genellikle şehir sınırlarıdışında, köy ve kasabalarda yaşayan nüfus.
    kırt kırt * Kırt sesi çıkararak.
    kırtasiye * Defter, kâğıt, kalem, mürekkep gibi yazıaraç ve gereçlerinin bütünü.
    * Kâğıtla yapılan işlemler.
    kırtasiyeci * Kırtasiye satan kimse.
    * Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde, şekle gereğinden çok önem veren, bürokrat, şekilci, formalist.
    kırtasiyecilik * Kırtasiyecinin yaptığı iş.
    * Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde şekle gereğinden çok önem verme, bürokrasi.
    kırtıklı * Kirtikli.
    kırtıpil * Değersiz, bayağı, yarım yamalak.
    kırtıpilleşme * Kırtıpilleşmek işi veya durumu.
    kırtıpilleşmek * Kırtıpil durumunda olmak.
    kıs kıs * Gülmenin sessiz ve alaylı olduğunu anlatır.
    kıs kıs gülmek * sessiz ve alaylı gülmek.
    kısa * Boyu, uzunluğu az olan, uzun karşıtı.
    * Az süren, uzun olmayan.
    * Ayrıntısıçok olmayan.
    * Kısaca, kısaltarak.
    * Kısa olan şey.
    kısa çizgi * Satır sonuna sığmayan kelimelere, hecelere bölerken kullanılan noktalama işareti ( – ), tire.
    kısa dalga * (radyo yayını için) Dalga boyu on ile yüz m arasında değişen dalga.
    kısa devre * Aralarında potansiyel farkı bulunan iki nokta, direnci çok küçük olan bir iletkenle birleştirildiğinde oluşan
    elektrik olayı.
    kısa far * Otomobilde farın verdiği ışığın daha yakın görmesi, karşıdan geleni rahatsız etmemesi için getirdiği
    konum, uzun far karşıtı.
    kısa görüşlü * Dar görüşlü.
    kısa günün kârı * “hiç olmamaktansa bu kadarıda iyidir” anlamında kullanılır.
    kısa kafalı * Kafatasının ön-art ekseni yan eksenine göre kısa olan (kimse), brakisefal.
    kısa kesmek * sözü uzatmamak.
    kısa kısa * Uzun olmayan bir biçimde, azar azar.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 94

    kırçıllaşmak * Krıçıl duruma gelmek.
    kırçıllık * Krıçıl olma durumu.
    * Koyu at donlarıüzerine ak kılların tek tek dağılması.
    kırdığıkoz (veya ceviz) kırkı(veya bini) aşmak * sürekli yakışıksız davranışlarda bulunmak.
    kırdırma * Kırdırmak işi, ıskonta.
    kırdırmak * Kırmak işini yaptırmak.
    kırdırtma * Kırdırtmak işi.
    kırdırtmak * Kırdırmak işini yaptırmak.
    * Düşük fiyat verdirtmek.
    * Ticarî bir senedi, süresi gelmeden düşük fiyatla birine devretmek veya satmak.
    kırgın * Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmışolan.
    * Toplu ölümlere yol açan bulaşıcıhastalık.
    kırgınlık * Kırgın olma durumu.
    * Kırıklık.
    Kırgız * Kırgızistan Cumhuriyeti’nde yaşayan, Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse.
    * Kırgızlara özgü olan.
    Kırgızca * Kırgız Türkçesi.
    kırıcı * Kırmak işini yapan.
    * Kaba, sert, çevresindekileri inciten.
    * Senet, tahvil, bono ve süresi gelmemişalacaklarla ilgili alışverişveya işler yapan kimse veya kuruluş.
    * Bir şeyin gerektiği gibi gelişmesini, oluşmasınıönleyici, engelleyici.
    * Kırınım oluşturan.
    kırıcılık * Kırıcı olma durumu, huşunet.
    * Işığıkırma özelliği.
    kırığı olmak * dönem sonu alınan karnede ders notu zayıf bulunmak.
    kırığı olmak * yasa ve törelere aykırı olarak karşıcinsten biriyle sürekli ilişki içinde bulunmak.
    kırık * Kırılmışolan.
    * Melez.
    * Tam nota göre düşük olan (not).
    * Gücenmiş, üzgün.
    * Kırılmış bir şeyden ayrılan parça.
    * Kemiğin bir etki ile kırılması.
    * Bir şeyin kırılan yeri.
    * Kırılmış bir şeyin parçası.
    * Tavla oyununda oyun dışı bırakılan pul.
    kırık * Kadının veya erkeğin yasalara ve törelere aykırı olarak ilişki kurduğu erkek veya kadın.
    kırık * Kayaç kütlelerinin bir kırılma düzlemi boyunca yerlerinden kayması, fay.
    kırık çizgi * Bir veya birkaç noktada doğrultu değiştiren çizgi.
    kırık dökük * Eski, sağlam olmayan, çürük, değersiz (şey).
    * Düzgün olmayan, parça parça (söz).
    kırık dölü * Evlilik dışı ilişkiden doğan çocuk.
    kırık hava * Hareketli ve canlı oyun melodisi ve türküsü.
    kırık plâk gibi * Durmaksızın, aynıtonda tekrarlayarak.
    kırıkçı * Kırık kemikleri ve çıkıklarıtedavi eden kimse, sınıkçı, çıkıkçı.
    kırıkçılık * Kırıkçının işi.
    kırıklama * Kırıklamak işi.
    kırıklamak * Kırık duruma getirmek, ufalamak.
    kırıklık * Kırık olma durumu.
    * Vücutta duyulan ağrı, yorgunluk, rahatsızlık, kırgınlık.
    * İsteksizlik, güceniklik, kırgınlık.
    kırılgan * Kolay ve çabuk kırılan.
    * Kolay ve çabuk gücenen.
    kırılganlık * Kırılgan olma durumu.
    kırılıp bükülmek * kırıtarak, kibarlığa özenerek konuşmak.
    kırılıp dökülmek * kibar görünmeye çalışmak.
    * çok eskimek.
    * kırıklık duymak.
    kırılış * Kırılmak işi veya biçimi.
    kırılma * Kırılmak işi.
    * Yürürken salınma, nazlıyürüyüş.
    * Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama (örneğin havadan cama) geçen bir ışının doğrultusunu
    değiştirmesi.
    kırılmak * Kırmak işine konu olmak, bir veya birçok parçaya ayrılmak.
    * Bükülerek kat yeri oluşturmak.
    * (savaş, bulaşıcıhastalık sebebiyle) Çok sayıda insan ölmek.
    * (soğuk, rüzgâr vb. için) Eski gücü kalmamak, azalmak, yatışmak.
    * (cesaret, umut, onur için) Azalmak, yok olmak.
    * Birine karşıkırgın duruma gelmek, gücenmek, incinmek.
    * Kırıklık duymak.
    * Ağaç, dal üzerinde meyve, çiçek, yaprak çok olmak.
    * Saydam bir ortamdan başka bir saydam ortama geçen bir ışın, doğrultu değiştirmek.
    kırım * Savunmasız insanların veya tutsakların toplu olarak öldürülmesi, katliam.
    * Hayvanların hastalık, soğuk gibi sebeplerle ölmesi.
    kırım kırım * Kırıtarak, kırıta kırıta.
    Kırımlı * Kırım halkından olan (kimse).
    kırınım * Işık, ses ve radyoelektrik dalgalarının karşılaştığı bazıengelleri dolanarak geçmesi olayı, difraksiyon.
    kırınma * Kırınmak işi.
    kırınmak * Yürürken salınmak.
    * Oynamak, raksetmek.
    kırıntı * Bir şeyden ayrılan küçük parça.
    * Küçük kalıntı.
    * Kurumak için kesilip yerde bırakılan odun.
    kırıntıkülte * Kırıntılardan oluşmuşkülte.
    kırıntılı * Kırıntısı olan, kırıntılardan oluşmuş.
    kırıp dökmek * dikkatsizlik veya öfkeyle bir çok şeyin kırılmasına sebep olmak.
    kırıp geçirmek * yakıp yıkarak, öldürerek baskıveya etki yaparak büyük zarar vermek.
    * çok sert davranarak darıltmak.
    * tuhaf söz ve davranışlarıyla herkesi gülmekten katıltmak.
    * hayran etmek.
    kırıp sarmak * bir şeyi yapmak için, güçlükle her türlü imkândan yararlanmak.
    kırışkırış * Kırışıkları olan, çok kırışık; kırışık bir biçimde.
    kırışık * Kırışmışolan.
    * Deride esnekliğin kaybolmasından oluşan kıvrım.
    * Kırışmışyer, kırışıklık.
    kırışıklı * Kırışığı olan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 95

    kırışıklık * Kırışık olma durumu.
    * Kırışık olan yüzeyin durumu.
    * Kırışmışolan yer, kırışık.
    kırışıksız * Kırışığı olmayan.
    kırışma * Kırışmak işi.
    kırışmak * Bir yüzeyin düzgünlüğü bozulmak, kırışıklık oluşmak.
    * Birbirini kırmak, yok etmek, öldürmek.
    * Karşılıklıkırmak.
    * Pazarlık etmek.
    * Bahse tutuşmak.
    * Bir şeyi yarıyarıya paylaşmak.
    kırıştırma * Kırıştırmak işi.
    kırıştırmak * Kırışmasına sebep olmak.
    * Karşıcinsten biriyle yakın ilişkide bulunmak, flört etmek.
    kırıta kırıta * Kırıtarak, cilve yaparak.
    kırıtım * Kırıtmak işi.
    kırıtım kırıtım * Kırıtarak.
    kırıtış * Kırıtmak işi veya biçimi.
    kırıtkan * Her zaman kırıtan.
    kırıtkanlık * Kırıtkan olma durumu.
    kırıtma * Kırıtmak işi, cilve, işve.
    kırıtmak * Hoşgörünmek çabasıyla cilveli jest ve mimikli davranışlarda bulunmak.
    kırk * Otuz dokuzdan sonra gelen sayının adı, 40, XL.
    * Dört kere on, otuz dokuzdan bir artık.
    * Pek çok.
    kırk (veya bin) dereden su getirmek * birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek.
    kırk basmak * kırk gün dolmadan, doğum yapmışannenin ve bebeğin dışarıçıkarılmasının tehlikeli olacağını geleneksel
    olarak kabul etmek.
    kırk basması * Doğumdan sonra kırk gün içinde anne veya çocuğun ruhsal sebeplerle bağlanan ateşli bir hastalığa
    yakalanması.
    kırk bir (buçuk) maşallah * (ciddî veya alaylı) “nazar değmesin” anlamında kullanılır.
    kırk bir buçuk * “Allah nazardan korusun” anlamındaki kırk bir buçuk kere maşallah” sözünde geçer.
    kırk bir kere maşallah! * pek çok, binlerce kez nazar değmesin!.
    kırk budak * Bektaşîlikte erenler meydanına konulan kırk kollu büyük şamdan.
    kırk evin kedisi * birçok eve girip çıkan (kimse).
    kırk hamamı * Doğumdan kırk gün sonra annenin hamama götürülmesi ve bu amaçla yapılan tören.
    * Kadının loğusallıkta ilk kırk günü doldurduktan sonra bebeği ile birlikte temizlenmesi için hamamda
    yapılan toplantı.
    kırk ikindi * Genellikle Orta Anadolu’da ikindi zamanıyağan sürekli yağmurlara verilen ad.
    kırk kapının ipini çekmek * bir çok yere uğramak.
    kırk merak * Çok meraklı, herşeyi anlamak isteyen.
    kırk para * bir kuruş.
    * (para için) çok az.
    kırk para * Para biriminin kırkta birlik değerine verilen ad.
    kırk tarakta bezi olmak * bir çok işi veya ilişkisi olmak.
    kırk yıl * Çok uzun bir süre.
    kırk yıl kıran olmuş, eceli gelen ölmüş * ecel gelmedikçe ölünmeyeceği inancınıanlatır.
    kırk yılda bir * çok seyrek olarak.
    kırk yılın başı(veya başında) * çok uzun süre içinde bir kez.
    kırk yıllık * Çok eski, köklü.
    kırk yıllık yani, olur mu kâni * eskimiş bir alışkanlık kolay kolay değişmez.
    Kırkağaç kavunu * Kabuğu alacalısarırenkte olan bir tür kavun.
    kırkambar * İçinde değişik türden şeyler bulunan kap veya yer.
    * Bir çok konuda bilgisi olan kimse.
    * Çerçi.
    kırkar * Kırk sayısının üleştirme biçimi, her birine kırk, her defasında kırkı bir arada olan.
    kırkayak * Eklem bacaklıların çok ayaklılar sınıfına giren, taşların altında yaşayan, vücudu yuvarlak ve uzun bir böcek
    (Julus terrestris).
    * Kasık biti.
    kırkbayır * Gevişgetiren hayvanların dört gözlü olan midelerinin üçüncü gözü.
    kırkbeşlik * Bir tabanca türü.
    * Dönme hızıdakikada kırk beşdevir olan plâk.
    kırkgeçit * Üzerinden birçek kez geçilmesi gereken veya birçok geçidi bulunan ırmak.
    kırkı * Kırkmak işi.
    * Davarların yün veya kıllarınıkırkmaya yarayan makasa benzer araç.
    kırkıçıkmak * (loğusa, yeni doğan bebek veya ölü için) doğumdan veya ölümden sonra kırk gün geçmek.
    kırkıcı * Davarların yün veya kıllarınıkırkan kimse.
    kırkılma * Kırkılmak işi.
    kırkılmak * Kırkmak işi yapılmak.
    kırkım * Davarların kırkılması işi.
    * Davarların kırkıldıklarımevsim.
    kırkımcı * Kırkıcı.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 92

    kınama cezası * Bir görevlinin işyerindeki davranışının yasa ve tüzüğe aykırı olduğunu bildiren ceza.
    kınamak * Yapılan bir işin kötü olduğunu belirtir bir biçimde söz söylemek, ayıplamak, takbih etmek.
    kınanma * Kınanmak işi.
    kınanmak * Kınamak işi yapılmak.
    kınasız * Kına ile boyanmamış.
    kınayış * Kınamak işi veya biçimi.
    kındıra * Sulak yerlerde yetişen, ince uzun yapraklarının kenarlarıkeskin, koyu renkli bir tür çayır otu.
    kındıraç * Oluk veya yiv açmaya yarayan araç.
    Kınık * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    kınlama * Kınlamak işi.
    kınlamak * Bir şeye kın yapmak veya bir şeyi kınına geçirmek.
    kınlı * Kını olan, bir kınla sarılı olan.
    * Kınıçok gelişerek bağlı bulunduğu sapıaz veya çok saran yaprak.
    kınnap * Sicim.
    kınsız * Kını olmayan.
    Kıpçak * Xl-XV. yüzyıllarda, Hazar ve Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda yaşamış bir Türk boyu, Kuman.
    Kıpçakça * Kıpçak Türkçesi.
    kıpık * Yarıkapalı(göz).
    kıpık gözlü * Gözleri yarıkapalı olan.
    kıpıklık * Kıpık olma durumu.
    kıpır kıpır * Yerinde duramayarak, sürekli ve aralıksız kımıldayarak.
    * Çok hareketli, hamarat.
    kıpırdak * Çok hareketli, yerinde duramayan, canlı.
    kıpırdaklık * Kıpırdak olma durumu.
    kıpırdama * Kıpırdamak, kıpırdanmak işi.
    kıpırdamak * Kımıldamak, sürekli ve hafifçe oynamak.
    kıpırdanma * Kıpırdanmak işi veya durumu.
    kıpırdanmak * Bkz. kıpırdamak.
    kıpırdaşma * Kıpırdaşmak işi.
    kıpırdaşmak * Kımıldamak, kıpır kıpır etmek.
    kıpırdatma * Kıpırdatmak işi.
    kıpırdatmak * Kımıldatmak, yerinden oynatmak.
    kıpırtı * Hafif ve sürekli kımıldanma, kımıltı.
    kıpırtılı * Kıpırtısı olan.
    kıpırtısız * Kıpırtısı olmayan.
    kıpıştırma * Kıpıştırmak işi.
    kıpıştırmak * Göz kapaklarınıüst üste birçok kez açıp kapamak.
    kıpkıp * Gözünü çok kırpan (kimse).
    kıpkırmızı * Her yanıkırmızıveya çok parlak kırmızı.
    kıpkırmızıkesilmek (veya olmak) * (yüz için) herhangi bir sebeple çok kızarmak.
    kıpkızıl * Her yanıkızıl veya çok kızıl.
    * Aşırı, koyu.
    kıpma * Kıpmak işi.
    kıpmak * Göz kapaklarınıçabucak açıp kapamak, kırpmak.
    kıprama * Kıpırdama, kıpramak işi.
    kıpramak * Kıpırdamak.
    kıprayış * Kıpramak işi veya biçimi.
    kıprayışlı * Kıpırtılı.
    kıprayışsız * Kıpırtısı olmayan, kıpırtısız.
    Kıptî * Mısır halkından olan kimse.
    * (yanlışolarak) Çingene.
    * Kıptîlerle ilgili olan.
    Kıptîlik * Kıptî olma durumu.
    kır * Beyazla az miktarda karanın karışmasından oluşan renk.
    * Bu renkte olan.
    kır * Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boşve genişyer.
    * Orman, dağvb.ye karşıt olan açıklık yer.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 93

    kır bekçisi * Kırların ve ovaların güvenliğiyle görevli kimse.
    kır boynunu! * defol! çekil! git!.
    kır çiçeği * Kırlarda kendiliğinden yetişen çiçek.
    kır düşmek * göze çarpar derecede beyaz kılları bulunmak, kırlaşmak.
    kır eğlencesi * Kırda yapılan eğlence.
    kır gerillâsı * Dağlarda, köy ve kasabalarda eylem yapan çete.
    kır gülü * Çorak bölgelerde biten ve gün gülüne benzeyen bir tür çiçek (Fumana).
    kır kahvesi * Kırda bulunan, çoğunlukla küçük kahve.
    kır serdarı * Kırlarda eşkıyanın ardına düşüp yolların güvenliğini sağlamakla görevlilerin başı.
    kıraat * Okuma.
    * Okuma kitabı.
    * Kur’an’ın belli kural ve işaretlere göre okunması.
    kıraat etmek * okumak.
    kıraathane * Müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmişkahvehane.
    * Kahve, kahvehane.
    kıraathaneci * Kıraathane işleten kimse.
    kıracak * Nalbantların atın tırnağınıkesmek için kullandıklarıkeskin demir alet.
    kıraç * Verimsiz veya sulanmayan, bitek olmayan toprak.
    kıraçlaşma * Kıraçlaşmak işi.
    kıraçlaşmak * Kıraç duruma gelmek, verimsizleşmek.
    kıraçlık * Kıraç olma durumu veya kıraç yer.
    kırağı * Soğuk havalarda, su buğusunun yerde, bitkiler, ağaçlar ve öteki nesneler üzerinde donmasıyla oluşan ince
    buz billûru.
    kırağıçalmak (veya vurmak) * kırağı, dondurup bozmak.
    kırağıdüşmek (veya yağmak) * kırağı oluşmak.
    kırağılı * Kırağısı olan.
    kıran * Kırmak işini yapan (kimse).
    * Bit topluluğun ve özellikle hayvanların büyük bir bölümünü yok eden hastalık veya başka sebep, ölet, afet.
    kıran * Kıyı, kenar, çevre, uç.
    * Dağsırtı, tepe, bayır.
    * Kıraç toprak.
    * Birbirine parelel olarak uzanan iki akarsu arasında kalmışdağsırtı.
    kıran girmek * kısa bir zaman içinde çok sayıda ölmek.
    kıran kırana * Çok mücadeleli, acımaksızın öldürürcesine yapılan (kavga, güreş).
    kıranta * Saçlarıağarmaya başlamışorta yaşlıerkek.
    * Ağırbaşlı, yaşına rağmen bakımlı, özenli (erkek).
    * (saç sakal için) Kırlaşmış.
    kırat * Elmas, zümrüt gibi değerli taşların tartısında kullanılan iki desigramlık ölçü birimi.
    * Nitelik, değer, düzey, seviye.
    kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan (almak) * kişi, kiminle arkadaşlık ederse, ondan etkilenir.
    kıratınıölçmek * değerini biçmek, kıymetini belirlemek.
    kıratlık * Kıratı olan, herhangi bir kırat değerinde olan (taş).
    * Herhangi bir nitelikte, değerde olan.
    kıray * Yol kesen, asi.
    * Genç, delikanlı.
    kırba * Sakaların içinde su taşıdıklarıağzıdar, altı geniş, deriden yapılmışkap, su kabı, matara.
    * (çocuklarda) Karın şişmesiyle beliren bir hastalık.
    * Çok su içen kimse.
    kırbacık * Tulumcuk.
    kırbaç * Kıl tek parça deri veya uzun esnek bir değneğin ucuna sırım bağlanarak yapılmışvurma aracı.
    kırbaç kurdu * Çeşitli türleri insanların ve hayvanların kalın bağırsağında yaşayan, boyu 5 cm olan eni, gözle görülmeyecek
    incelikte bir asalak, trikosefal (Trichuris trichiura).
    kırbaç kurtları * Örnek hayvanıkırbaç kurdu olan, yuvarlak solucanlar familyası.
    kırbaçlama * Kırbaçlamak işi.
    kırbaçlamak * Kırbaçla vurmak.
    * Canlandırmak, destek vermek, harekete geçirmek.
    kırbaçlanma * Kırbaçlanmak işi.
    kırbaçlanmak * Kırbaçla dövülmek.
    kırca * Hafif kırlaşmış.
    * Hafif kırlaşmışdurumda.
    kırcı * Dolu.
    * Ufak ve sert taneli kar.
    kırcımantı * Küçük ve içi iyi doldurulmuşmantı.
    kırcın * Hayvan kıranı.
    kırç * Kışın, sisli havalarda, ağaç dallarını, toprak çıkıntılarınıvb. yerleri kaplayan buz tabakası.
    kırçıl * Kırlaşmaya başlamış, kır renkli.
    * Bu renkte saçı olan.
    kırçıllanma * Kırçıl duruma gelme.
    kırçıllanmak * Kırçıl duruma gelmek, ağarmak.
    kırçıllaşma * Krıçıllaşmak durumu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 89

    kıl otu * Dağlık çayırlarda yetişen ince ve sert yapraklı bir bitki (Nardus).
    kıl payı * (daha çok kalmak fiili ile) Çok az.
    kıl testere * Çok ince bir tür testere.
    kıl yumağı * Saç yeme alışkanlığı olan kimselerin midesinde oluşan ur.
    kılabdan * 343 kılaptan.
    kılâde * Gerdanlık, boyna takılan süs eşyası.
    kılağı * Taşüzerinde bilenen bir kesici aracın keskin yüzüne yapışan ve aracın iyi kesebilmesi için, yağlanmış
    yumuşak taşla kaldırılması gereken çok ince çelik parçaları, zağ.
    kılağılama * Kılağılamak işi.
    kılağılamak * Kesici araçların kılağısınıalarak keskinliğini artırmak.
    kılağılı * Kılağılanmış, keskin duruma getirilmişolan.
    kılağısınıalmak * kesici araçları bileği taşına veya kayışa sürterek keskinliğini artırmak.
    kılağısız * Kılağılanmamış, keskin olmayan.
    kılâptan * Pirinç, bakır, kalay gibi madenlerden çekilerek gümüşve altın yaldız vurulmuşince metal iplik.
    * Pamuk ipliğine sırma katılarak eğrilmişiplik.
    * Bu tür iplikten yapılmış.
    kılavuz * Genel olarak yol gösteren kimse, rehber.
    * Yol yöntem gösteren şey.
    * Evlenecek olan erkek veya kadına eş bulan kimse.
    * Ruhî ve zihnî bakımdan yol gösteren,ışık tutan kimse.
    * Somun veya boru içine yiv açmakta kullanılan araç.
    * (dar, uzun bir yerden) Kolaylıkla bükülebilen yay biçiminde tel, kablo vb. geçirilirken bunların ucuna
    bağlanan sert nesne.
    * Makaradaki filmlerin başında ve sonunda yer alan, filmin alıcı, yıkama aracı, basım aracı, gösterici gibi
    araçlara takılıp çıkarılmasında kolaylık sağlayan, asıl film için pay bırakan çeşitli renklerde film parçası.
    * Bir devletin kılavuz alınmasımecburî olan sularında gemilere yol gösteren kimse.
    kılavuzlama * Kılavuzlamak işi.
    kılavuzlamak * Kılavuzluk etmek.
    kılavuzluk * Kılavuz olma durumu veya kılavuzun işi, rehberlik.
    * Bir gemiyi limana sokmak veya limandan çıkarmak işi.
    kılavuzluk etmek * yol göstermek, rehberlik etmek.
    kılbaz * Dalkavuk.
    kılcal * Kıl gibi olan, çok ince.
    kılcal boru * Araştırma ve deneylerde kullanılan çok ince boru.
    kılcal damar * Bütün dokularda bulunan, atardamarların son dallarını, toplardamarların ilk dallarına birleştiren ince
    damar.
    kılcal etki * Birbirine değen bir sıvı ile bir katının molekülleri arasındaki etki.
    kılcal kök * Ana, saçak ve yan köklerden çıkan ikincil, üçüncü kökler üzerinde bulunan ince kıl şeklindeki emici kök
    paröaları.
    kılcallık * Kılcal olma durumu.
    * Bir kılcal boru veya tüpün durumu.
    * Kapsadığısıvılar bakımından kılcal boruların özellikleri.
    kılcan * At kuyruğu kılından yapılmışkuştuzağı.
    kılçık * Balıkların eti arasında bulunan diken gibi ince ve küçük kemik.
    * Fasulye, bakla gibi sebzelerin yeşil kabuğunda ve ekin başaklarında bulunan sert ve kıl gibi uzun lif.
    * Alttaki güreşçinin, kuyruk sokumunu hızla ve birdenbire havaya kaldırarak sırtına abanmışolan güreşçinin
    dengesini bozup ön veya yan tarafına aşırıp atması.
    kılçık atmak * bir kimsenin işini karıştırmak, bozmak.
    kılçıklı * Kılçığı olan.
    * Pürüzlü, çapraşık, karışık.
    kılçıksız * Kılçığı olmayan.
    kıldırma * Kıldırmak işi.
    kıldırmak * Kılmak işini yaptırmak.
    * Namaz kılınmasını sağlamak.
    kıldırtma * Kıldırtmak işi.
    kıldırtmak * Kıldırmak işini yaptırmak.
    * Namaz kılınma işini yaptırmak.
    kılgı * Bir sanat ve bilim dalının ilkelerini düşünce alanından, uygulama alanına geçirip gerçekleştirme işi,
    uygulama, tatbik, ameliye, pratik.
    kılgılı * Harekete ilişkin olan, yalnız düşünce alanında kalmayıp harekete dönüşen, uygulamalı, amelî, tatbikî,
    pratik, kuramsal karşıtı.
    * Maksada uygun, kullanışlı; gerçeklere uygun.
    kılgın * Kılgıdurumuna geçirilebilen, amelî, pratik.
    kılgısal * Kılgılı, uygulamalı, pratik.
    kılıkılına * Tamıtamına.
    kılıkıpırdamamak * durum ve davranışınıdeğiştirmemek, aldırışetmemek, umursamamak.
    kılıkırk yarmak * titiz ve ayrıntılı bir biçimde incelemek, önemle üstünde durmak.
    kılı bık * Karısının baskısıaltında bulunan (erkek), kazak karşıtı.
    kılı bıklaşma * Kılı bıklaşmak işi.
    kılı bıklaşmak * Kılı bık duruma gelmek.
    kılı bıklık * Kılı bık olma durumu.
    kılı bıklık etmek * kılı bığa yakışan davranışlarda bulunmak.
    kılıcına * (kalas, cetvel tahtası gibi kalınlığıeninden az olan şeyler için) Keskin ve dar tarafıyukarı gelmek üzere,
    kılıçlama.
    kılıç * Uzun, düz veya eğri, ucu sivri, bir veya her iki yüzü keskin, kın içinde bele takılan, çelikten silâh.
    * Saban ökçesini oka bağlayan ağaç parçası.
    kılıç alayı * Kılıç kuşanma.
    kılıç bacak * Bacaklarıeğri olan, çarpık bacaklı.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 90

    kılıç balığı * Kılıç balığı gillerden, burnunda kılıç biçiminde bir uzantısı bulunan, kılçıksız, eti beyaz ve lezzetli, iri bir
    balık (Xiphias gladius).
    kılıç balığı giller * Her türlü kılıç balığı olan, dişsiz ve pulsuz kemikli balıklar familyası.
    kılıç çalmak * kılıçla savaşmak, kılıç ile öldürmek.
    kılıç çekmek * saldırmak veya selâmlamak amacıyla kılıcıkınından çıkarmak.
    kılıç gagalı * Yağmur kuşugillerden, çok ince ve uzun gagalı, tüyleri ak, kanatlarıkara bir kuş(Recurvirosta avocetta).
    kılıç kınınıkesmez * sert ve öfkeli kişi yanındakilere zarar vermez.
    kılıç kuşanma * Tahta yeni çıkan Osmanlıpadişahlarının İstanbul’daki Eyüp Sultan türbesine giderek törenle kılıç
    kuşanmaları.
    kılıç kuşanmak (veya takmak) * kılıcı olmak ve onu taşıyacak güce ve yetkiye hak kazanmak.
    kılıç oynatmak * egemen olarak yaşamak.
    kılıç oyuncusu * Kılıç oyunu oynayan sporcu, eskrimci.
    kılıç oyunu * Dürtücü kılıç, kesici kılıç ve delici kılıç adıverilen silâhlarla yapılan spor, eskrim.
    kılıç pabucu * Kılıç kınının aşağıkısmı.
    kılıç sallamak * kılıç ile dövüşmek, düşman üzerine kılıçla soldurmak.
    kılıç üşürmek * kılıç çekerek saldırmak.
    kılıççı * Kılıç yapan veya satan (kimse).
    * Kılıç sporuyla uğraşan (kimse).
    kılıçhane * Kılıç yapılan yer.
    kılıçıkınına koymak * savaşı bırakmak, savaştan vazgeçmek.
    kılıçkuyruk * Kemikli balıklar takımından uzunluğu 8-10 cm. olan, tropik süs balığı(Xiphophorus helleri).
    kılıçlama * Kılıçlamak işi.
    * Kılıcına.
    * Çaprazlama.
    kılıçlama kaçmak * yan yan koşarak, çaprazlamasına gitmek.
    kılıçlamak * Kılıçla çok sayıda insanıtopluca öldürmek, kılıçtan geçirmek.
    kılıçlayış * Kılıçlamak işi veya biçimi.
    kılıçlı * Kılıç taşıyan.
    * Kılıcı olan.
    * Üzerinde kılıç motifi olan.
    kılıçtan geçirmek * çok sayıda insanıkılıçla topluca öldürmek.
    kılıf * Bir şeyi korumak için kendi biçimine göre, çoğunlukla yumuşak bir nesneden yapılmışözel kap.
    * Yolsuz bir işe bulunan sudan gerekçe.
    kılıfçı * Kılıflama işini yapan kimse.
    * Kılıf yapan ve satan kimse.
    kılıfına uydurmak * bir durum ve tutuma, yöntemine uygun biçim vermek.
    kılıflama * Kılıflamak işi.
    kılıflamak * Kılıf geçirmek, kılıfa koymak.
    kılıflı * Kılıfı olan veya kılıf içinde bulunan.
    kılıfsız * Kılıfı olmayan veya kılıf içinde bulunmayan.
    kılığına çeki düzen vermek * giyinişine özen göstermek.
    kılığına girmek * onun gibi giyinmek.
    kılık * Bir kimsenin giyinişi, giyim, üst baş, kıyafet, kisve.
    * Bir kimsenin dışgörünüşü.
    * Bir kimsenin resmi, fotoğraf.
    kılık kıyafet * Üst başve dışgörünüş.
    kılık kıyafet düşkünü * Giyecekleri eskimişveya kötü olan.
    kılık kıyafet köpeklere ziyafet * giyinişi ve görünüşü kötü ve tiksindirici olanlar için söylenir.
    kılık kıyafeti düzmek * giysilerini yenilemek.
    kılıklı * Herhangi bir kılıkta olan.
    * Güzel, temiz.
    * (birinin) huyunda olan, davranışlarınıtaklit eden.
    kılıklıkıyafetli * İyi giyinmiş.
    kılıksız * Giyimi düzgün olmayan, sünepe, süflî.
    kılıksızlaşma * Kılıksızlaşmak işi.
    kılıksızlaşmak * Kılıksız duruma gelmek.
    kılıksızlık * Kılıksız olma durumu.
    kılıktan kılığa girmek * giysi değiştirmek.
    * sık sık düşünce değiştirmek.
    kılına dokunmamak * bir kimseye dokunacak, zarar verecek en ufak bir davranışta bile bulunmamak.
    kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak) * bir olay karşısında ilgisiz kalmak, en küçük bir tepki göstermemek.
    kılınış * Kılınmak işi veya biçimi.
    kılınma * Kılınmak işi.
    kılınmak * Kılmak işi yapılmak.