kinestezi | * Devin duyum. |
kinetik | * Hareketle ilgili, hareket sebebiyle oluşan. * Hareket olaylarını inceleyen bilim dalı. * Kimyasal tepkimelerin hızlarını inceleyen bilim dalı. |
kinetik enerji | * Hareket durumunda olan cismin enerjisi; bir cismin hareketini sağlayan veya hareket eden cisimlerde bulunan enerji. |
kinik | * Kinizm taraftarı(kimse veya görüş), sinik. |
kinin | * Kınakınadan elde edilen ve sıtmanın tedavisinde kullanılan beyaz alkaloit. Halk arasında, tuzlarından biri olan kinin sülfatısözünden kısaltılarak sülfata denir. |
kinin gibi | * çok acı. |
kinin sülfatı | * Kinin. |
kininli | * İçinde kinin bulunmak. |
kiniş | * Marangozlukta tahta üzerine boydan boya açılan, kesiti kare veya dikdörtgen biçiminde kanal. |
kinizm | * İnsanın erdem ve mutluluğa, hiçbir değere bağlı olmadan, bütün gereksinmelerden sıyrılarak bağımsız olarak erişebileceğini savunan Antisthenes’in öğretisi, sinizm. |
kinlenme | * Kinlenmek işi. |
kinlenmek | * Öç almak istemek, kin tutmak. |
kinli | * Öç almak isteyen, kin tutan. |
kinsiz | * Kini olmayan, kin taşımayan. |
kip | * Örnek, kalıp. * Değişebilen, geçici nitelik, san karşıtı. * Fiillerde belirli bir zamanla birlikte konuşanın, dinleyenin ve hakkında konuşulanın, teklik veya çokluk olarak belirtilmiş biçimi, sıyga. * Uygun, tıpatıp gelen. |
kip gelmek | * tıpatıp, uygun gelmek. |
kipe | * Hızla bükülen kalçanın sert ve birden gerilişiyle, vücudun yatıştan ayak üstü duruşa veya asılmadan dayanmaya geçmesi. |
kipkirli | * Çok kirli, çamura ve pisliğe bulaşmış. |
kiplik | * Önermelerin yalın, belkili veya mecburî olma nitelikleri. |
kir | * Herhangi bir şeyin veya vücudun üzerinde oluşan, biriken pislik. * Utanılacak durum, leke, şaibe. |
kir götürmek | * kirini belli etmeyecek bir renkte olmak. |
kir götürmek | * bir şey çok kirli olmak. |
kir pas | * Kir. |
kir tutmak | * kirini hemen belli edecek bir renkte olmak, çok kirlenmek. |
kira | * Bir konutun, bir mülkün veya taşıt gibi herhangi bir şeyin belli bir bedel karşılığında, bir süre için sahibi tarafından başkasına verilmesi, icar. * Bu biçimde tutulan bir şey için karşılık olarak ödenen para. |
kira arabası | * Kiralık kullanılan araba. |
kira bedeli | * Kiralanan mal için ödenen karşılık. |
kira kontratı | * Kiralamak işinde karşılıklıyükümlülükleri belirten resmî belge. |
kiracı | * Bir şeyi, bir yeri kira ile tutan kimse, müstecir. |
kiracılık | * Kiracı olma durumu. |
kirada olmak (veya oturmak) | * kira karşılığında verilmişolmak. * kira ile tutulmuş bir yerde oturmak. |
kiralama | * Kiralamak işi. |
kiralamak | * Kira ile vermek. * Kira ile tutmak. |
kiralanma | * Kiralanmak işi. |
kiralanmak | * Kiraya verilmek. * Kira ile tutulmak. |
kiralayan | * Kiraya veren. |
kiralayıcı | * Kiralayan kimse. |
kiralı | * Kiralanmışolan. |
kiralık | * Kiraya verilecek olan. |
kiralık adam | * Bir işyaptırmak için tutulan adam. |
kiralık ev | * Kiralanmak üzere hazırlanmışolan ev. |
kiralık kadın | * Para veya başka bir çıkarıkarşılığında erkeklerle cinsel ilişki kuran kadın. |
kiralık kasa | * Bankalarda müşterilerin değerli eşya, senet gibişeylerinin saklandığıkasa. |
kiralık katil | * Bir kimseyi öldürmek için bir başkasıtarafından tutulan kimse. |
kiralık kız | * 343 kiralık kadın. |
kiraya vermek | * kira karşılığında vermek, icara vermek. |
kiraz | * Gülgillerden bir meyve ağacı(Cerasus avium). * Bu ağacın kırmızıve beyaz renkte, etli, sulu, tek çekirdekli meyvesi. |
kiraz elması | * Kırmızı, küçük ve sert bir elma türü. |
kiraz reçeli | * Kirazın şeker ile kaynatılmasısonucu elde edilen reçel. |
kiraz zamkı | * Kiraz, badem, erik, kayısıve şeftali gibi ağaçların gövde ve dallarında meydana gelen zamk. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 111
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 112
kirazlık * Kiraz ağaçlarıçok olan yer, kiraz bahçesi. kirde * Genellikle mısır unuyla yapılan bir tür pide. kirdeci * Kirde yapan veya satan kimse. kirebolu * Arıların kovan deliğini kapamak için kullandıklarısarıve yumuşak madde. kireç * Mermer, tebeşir, kireç taşı, alçıtaşı gibi birçok taşın maddesini oluşturan kalsiyum oksit, (CaO).
* Kalsiyum hidroksit, Ca(OH).kireç fabrikası * Kireç üreten fabrika. kireç gibi (olmak) * yüzünde hiç renk kalmamak, rengi solmak. kireç kaymağı * Bazıeşya ve yerleri mikroplardan arıtmakta, çamaşırlarıağartmakta kullanılan, sarımsı beyaz renkte ve klor
kokusunda, toz veya sulandırılmışkireç klorürü.kireç kuyusu * İçinde kireç söndürülen genişçukur. kireç ocağı * Kireç yapmak için kireç taşlarının yakıldığıfırın. kireç söndürmek * kireci kullanmadan önce üzerine bolca su dökerek kalsiyum hidroksit durumuna getirmek. kireç suyu * İçinde erimiş bir durumda kireç bulunan su. kireç sütü * Badana için hazırlanmışsulu kireç. kireç taşı * Kireç elde etmekte kullanılan, kalsiyum karbon tuzundan bileşik kayaç, kalker, kireç. kireççi * Kireç taşından kireç elde eden veya satan kimse. kireççil * (bitki için) Kireçli topraktan hoşlanan, kireçli toprakta yetişen, kireçyeren karşıtı. kireçleme * Kireçlemek işi. kireçlemek * Kireç katmak veya kireç sürmek.
* Kireç kullanarak badana yapmak.kireçlenme * Kireçlenmek işi.
* Organik dokuların içinde kireç birikmesi durumu.kireçlenmek * Kireç dökülmek veya saçılmak.
* Kireç sürülmek.
* Kireç bulaşmak.
* Bitkilerin hücre zarlarında kalsiyum karbonat ve kalsiyum oksalat gibi kalsiyum tuzlarıtoplanmak.
* (kalsiyum tuzları için) Organik dokularda, dokunun görevine engel olacak derecede birikmek.kireçleşme * Kireçleşmek işi, kireçlenme. kireçleşmek * Kireç durumuna gelmek, kireçlenmek, kalkerleşmek. kireçli * Birleşiminde kireç olan veya kireci çok olan.
* Kirece sürülmüş, kireç bulaşmış.kireçlik * Kireç konulan yer.
* Kireci çok olan.kireçsileme * Kireçsilemek işi. kireçsilemek * Isıyardımıyla kirece çevirmek.
* Yüksek ısı ile kurutmak.kireçsiz * Birleşiminde kireç olmayan veya çok az olan.
* Birleşiminde karbon tuzlarının oranıdüşük olan (su).kireçsizlenme * Kayaçların içinde bulunan kalsiyum karbon tuzunun sularla eritilerek alınması. kireçsizleştirme * Kireçten arıtma. kireçsizleştirmek * Kireçsiz duruma getirmek. kireçyeren * Kireçli topraktan hoşlanmayan, kireçli toprakta yetişmeyen, kireççil karşıtı. kiremit * Yapıların çatılarınıörtmekte kullanılan, yan yana dizilerek, suyu aşağıya geçirmeden dışarıakıtacak biçimde
yapılmış, kızıl toprağın renginde, pişmiş balçık levha.kiremit fabrikası * Modern usullerle hazırlanmış balçığın kiremide dönüştürüldüğü işyeri. kiremit rengi * Kahverengine çalan kızıl kırmızırenk, kiremidin rengi.
* Bu renkte olan.kiremitçi * Kiremit yapan, satan veya döşeyen kimse. kiremitçilik * Kiremitçi olma durumu veya kiremitçinin yaptığı iş. kiremithane * Kiremit yapılan yer. kiremitli * Kiremiti olan. kiri kabarmak * nem, ısı gibi sebeplerle kir, üzerinde bulunduğu yüzeyden ayrılabilir duruma gelmek. kiril alfabesi * Yunan büyük harfi tipinde düzenlenmişSlav alfabe ve yazısı. kiriş * Bazıtelli müzik araçlarında kullanılan, hayvan bağırsaklarından yapılan tel.
* Ok atılan yayın iki ucu arasındaki esnek bağ.
* Dört köşe kalın keresteden, demirden veya betonarmeden yapılmışyatay destek parçası.
* Bir eğrinin iki noktasını birleştiren doğru parçası.
* Kasların uçlarında bulunan, kaslarıkemiklere ve başka organlara bağlayan beyazımsıkordon.kirişçi * Kirişyapan veya satan kimse. kirişhane * Kirişin yapıldığı işlik. kirişi kırmak * bulunduğu yerden ayrılmak, kaçıp gitmek. kirişleme * Kirişlemek işi.
* Ahşap döşemelerde yaklaşık 50 cm ara ile kirişler koyma.
* Çapraz olarak, kılıçlama.kirişlemek * (yay için) Kirişi çekip germek.
* Kiriş, olarak kullanılan keresteyi döşemek.kirişli * Kirişi olan.
* Kirişyapısında olan.kirişlik * Kirişolarak kullanılmaya uygun. kirişsiz * Kirişi olmayan. kirizma * Toprağıderince kazarak altınıüstüne getirme. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 113
kirizma yapmak (veya etmek) * toprağıderince kazarak altınıüstüne getirerek sürmek. kirizmalama * Kirizmalamak işi veya durumu. kirizmalamak * Kirizma yapmak. kirizme * 343 kirizma. kirkit * Dokumacılıkta atkı ipliğini sıkıştırmak için kullanılan, demirden veya ağaçtan yapılmışdişli araç. kirlenme * Kirlenmek işi. kirlenmek * Kirli duruma gelmek, pislenmek.
* Onuru lekelenmek.
* (kadın için) Irzına geçilmek, iffeti bozulmak, lekelenmek.
* (kadın) Ay başı olmak.kirletme * Kirletmek işi. kirletmek * Kirli duruma getirmek, pisletmek.
* Küçük veya büyük abdestini yapmak, pislemek.
* Namusuna, onuruna zarar verecek bir suç yüklemek, lekelemek.
* (kadın için) Irzına geçmek, namusuna zarar vermek.kirli * Leke, toz vb. ile kaplı, pis, murdar, mülevves.
* (kadın için) Aybaşıdurumunda bulunan.
* Toplumun değer yargılarına aykırı olan.kirli çamaşır * Yasal olmayan, saklı gizli iş. kirli çamaşırlarını ortaya dökmek * (birinin) ayıp, kusur veya suçlarınıaçıklamak, söylemek. kirli çıkı * Cimrilikle zengin olmuşkimseler için söylenir. kirli çıkın * Bkz. kirli çıkı. kirli kan * Toplardamarların kalbe götürdüğü kan. kirli sarı * Koyu ve donuk sarırenk. kirlihanım peyniri * Yumuşak ve yağlı bir tür peynir. kirlilik * Kirli olma durumu, pislik. kirliye atmak * yıkanmak için bir kenara koymak, bir yerde biriktirmek. kirloş * Kirli ve pasaklı. kirloz * Kirloş. kirmen * Elde yün eğirmeye yarayan tahtadan yapılmış araç. kirpi * Kirpigillerden, uzunluğu 25-30 cm olan, sırtıdikenlerle kaplımemeli hayvan (Erinaceus europaeus). kirpigiller * Böcekçiller takımının, örnek hayvanıkirpi olan, sırtlarıdikenlerle kaplımemeli hayvanlar familyası. kirpiği kirpiğine değmemek * hiç uyumamak. kirpik * Göz kapağının kenarındaki kıllar veya bu kıllardan her biri.
* Tüy gibi, küçük ve ince uzantıveya uzantılar.kirpik besleyici * Kirpiklerin dökülmesini önleyen ve besleyici nitelikleri olan şeffaf, sıvımadde. kirpikli * Herhangi bir nitelikte kirpiği olan.
* Üzerinde kirpik veya kirpiğe benzer uzantılar olan.kirpikliler * Bir hücreli hayvanlardan, üzerleri hareketlerini sağlayan kirpik biçimindeki uzantılarla kaplı organizmalar
sınıfı.kirpiksi * Kirpiğe benzer. kirpiksi cisim * gözde damar tabakanın ön dış bölümü. kirş * Kirazın mayalanmasıve damıtılmasıyla yapılan bir tür içki. kirtikli * Kenarları girintili çıkıntılı olan. kirtil * Büyük kabuklu deniz hayvanlarınıavlamakta kullanılan, ince dallardan örülmüşsepet. kirve * Sünnet olan çocuğun bütün masraflarınıüstlendikten sonra sünnet sırasında çocuğu kucağına alarak elini,
kolunu tutan ve bütün hayatı boyunca çocuk üzerinde babasına yakın hak taşıyan kimse.kirvelik * Kirve olma durumu. kirvelik etmek * kirve görevini yüklenmek. kisbî * 343 kispî. kisedar * Para hesabınıyapan, parayıtoplayan kimse, vekilharç. kispet * Yağlı güreşte pehlivanların giydikleri, belden baldıra kadar uzanan, dar paçalımeşin pantolon. kispet çıkarılması * Yağlı güreşte yenilginin en kötüsü sayılan, kispetin hasım tarafından çekilip çıkarılmasıveya boydan boya
yırtılması.kispî * Sonradan elde edinilmiş, sonradan kazanılmış. kist * İçi koloit veya yağgibi sıvıveya yarısıvı bir madde ile dolu patolojik torba.
* Tek hücrelilerin veya çok hücreli küçük hayvanların uygun olmayan şartlarda veya çoğalma sırasında
çevrelerine saldıklarıkendilerini korumaya yarayan dayanıklıkapsül.
* Sporlu bitkilerde, özellikle mantarlar veya su yosunlarında görülen, bir veya birkaç hücreden oluşmuş
organ.kistleşme * Kistleşmek işi. kistleşmek * Yabancı bir cisim veya patolojik bir urun çevresinde katılgan doku sertleşmek. kisve * Kılık.
* Hacıların Kâbe’de giydikleri beyaz üstlük.kisvesi altında * herhangi bir nitelikte veya biçimde. kişi * İnsan, kimse, şahıs.
* Eş, koca.
* Erkek.
* Bir eserde (oyun, roman, hikâye) yer alan kimse.
* Çekimli fiillerde ve zamirlerde konuşan, dinleyen, sözü edilen varlık, şahıs.kişi eki * Fiil çekimlerinde kullanılan ve kişiyi gösteren ek, şahıs eki: Geldi-m, gelmiş-sin gibi. kişi refikinden azar * kötü arkadaş, kişiyi kötü yola sürükler. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 114
kişi zamiri * Kişilerin yerine kullanılan zamir. kişiler arası * Bütün insanları göz önüne alan. kişiler arası ilişki * Bireyler arasındaki toplumsal etkileşim veya karşılaşma. kişileşme * Kişileşmek işi. kişileşmek * Kişilik kazanmak. kişileştirme * Cansız varlıklarıveya hayvanları insanmışgibi gösterme, canlandırma sanatı, teşhis. kişilik * Bir kimseye özgü belirgin özellik; manevî ve ruhî niteliklerinin bütünü, şahsiyet.
* İnsanlara yakışacak durum ve davranış.
* Bireyin toplumsal hayatı içinde edindiği alışkanlıkların ve davranışların bütünü.
* Herhangi bir kişi için, herhangi bir kişiye yetecek miktarda.
* Herhangi bir sayıda kişiden oluşan.
* Bayram gibi önemli günlerde veya konukların yanına çıkarken giyilen yeni giysi, yabanlık, adamlık.kişilik dışı * Kişisel olmayan, gayrişahsî. kişilik kazanmak * bir kişinin öz yapısı, kişiliği belirginleşmek. kişilikli * Kişiliği olan, şahsiyetli. kişiliksiz * Kişiliği olmayan, şahsiyetsiz. kişioğlu * İnsanoğlu, insan.
* Soylu kimse.kişisel * Kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, kişinin kendi malı olan, şahsî, zatî. kişiye özel * Sadece o kişiye ait, o kişi tarafından kullanılabilen (şey). kişizade * Soylu. kişmirî * Çekici, albenili.
* Esmer.kişmiş * Küçük taneli bir tür çekirdeksiz siyah üzüm. kişneme * Kişnemek işi veya sesi. kişnemek * (at için) Bağırmak. kişneyiş * Kişnemek işi veya biçimi. kişniş * Maydanozgillerden yapraklarımaydanozu andıran, 20-60 cm yükseklikte, tüysüz, bir yıllık ve otsu bir bitki
(Coriandrum sativum), kara kimyon.
* Bu bitkinin baharat olarak kullanılan kurutulmuşmeyvesi veya tohumu.kişnişşekeri * İçinde bir kişniştanesi bulunan ufak şeker. kit * Macun. kitaba (veya kitabına) uydurmak * kanun olmayan bir işi hile, düzen vb. ile kanuna uygun gibi göstermek. kitaba el basmak * kutsal kitap üzerine elini koyarak ant içmek. kitabe * Taş, mermer vb.gibi sert cisim üzerindeki oyma veya kabartma yazı, tarih, yazıt. kitabet * Yazmanlık, kâtiplik.
* Kompozisyon, tahrir.kitabıkapamak * herhangi bir konu ile ilgiyi kesmek. kitabî * Kitapla ilgili; kitaba uygun.
* Kitaba bağlıkalan, özgür düşünemeyen (kimse).
* Düzgün, dil bilgisi kurallarına uygun (anlatım).kitap * Ciltli veya ciltsiz olarak bir araya getirilmiş, basılıveya yazılıkâğıt yaprakların bütünü.
* Herhangi bir konuda yazılmışeser.
* Kutsal kitap.kitap açacağı * Sayfalarının bir veya iki kenarıkatlı olan kitaplarıaçmak amacıyla kullanılan, tahta, fil dişi, gümüşgibi
maddelerden yapılan araç.kitap dolabı * Ön yüzü açık, yatay ve dikey bölümleri olan bazıtürlerinde çekmece de bulunan, kitap koymaya yarayan
mobilya.kitap ehli * Dört kutsal kitaptan birine inanan, iman eden, bağlanan kimse. kitap evi * Kitap satılan yer, kitapçıdükkânı. kitap kurdu * Kitaplarıyiyerek zarar veren bir böcek.
* Çok kitap okuyan kimse.kitap sarayı * Halkın yararlanması için kurulmuş büyük kitaplık. kitapça * Kitabın yazdığına göre. kitapçı * Kitap satan veya kitap bastırıp satan kimse. kitapçılık * Kitap bastırma veya satma işi. kitaplaştırma * Kitaplaştırmak işi. kitaplaştırmak * Kitap durumuna getirmek, kitap olarak yayımlamak. kitaplık * Kitapların yerleştirildiği raflardan oluşan mobilya, kütüphane.
* Kuruluşamaç ve görevine uygun kitap, film, plâk gibi her türlü düşünce ve sanat ürününü toplayan,
düzenleyen ve genel olarak ilgilenen okurlara sunan kuruluş, kütüphane.
* Kitap yapmaya elverişli.
* Herhangi bir sayıda veya kitap olabilecek kadar.
* Belli bir sayıda kitabı olan.
* Evlerde ve işyerlerinde içinde kitapların bulunduğu oda.kitaplık bilimci * Kitaplıklarda işlerin yürütülmesini sağlayan, kitaplık bilimi öğrenimi görmüşkimse, kütüphaneci. kitaplık bilimi * Kitap sayısınıçoğaltmanın, kataloglayıp sınıflandırmanın ve okuyucularıkitaptan yararlandırmanın
yollarını, kurallarını belirten bilim dalı, kütüphanecilik.kitaplık görevlisi * Kütüphanecilik öğrenimi görmemişolan ve bir kitaplıkta bilimsel işler dışında kalan işleri yürüten kimse,
hafızıkütüp.kitapsever * Öz ve biçim yönünden iyi nitelikli kitaplarıseçen, kitaba tutkuyla bağlıkimse, bibliyofil. kitapseverlik * Kitapsever olma durumu. kitapsız * Kitabı olmayan.
* Dört kutsal kitaptan (Kuran, İncil, Zebur, Tevrat) hiçbirine inanmayan, dinsiz.
* Zalim, insafsız.kitapta yeri olmak * din veya yasa kitaplarında bulunmak, konusu geçmek. kitara * Bkz. gitar. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 115
kitaracı * Kitara çalan kimse. kitin * Eklem bacaklıların ve kabukluların örteneğini oluşturan, dayanıklıve esnek organik madde; bazımantar ve
likenlerde de rastlanır.kitle * İnsan topluluğu.
* Kütle.kitle haberleşmesi * Kitle iletişimi. kitle iletişimi * Genişdağınık insan topluluklarının, aynızamanda, örgütlenmiş bir kaynaktan iletilen haberlere veya
uyarılara maruz kalması, birtakım kaynaklardan elde edilen bilgi ve haberlerin değişik araçlarla genişhalk
topluluklarına yaygın olarak duyurulması.kitlemek * Kilitlemek. kitli * Kilitli. kitre * Gevenden çıkarılan bir tür zamk, kestere. kivi * Kivigillerden, kanatlarıküt olduğu için uçamayan, bacakları güçlü, Yeni Zelanda’da yaşayan bir kuş,
apteriks (Apteryx australis).kivi * Kahverenkli tüylü kabuğu soyularak yenen yeşil renkli sulu, C vitamini bakımından zengin meyve. kivigiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. kiyanus * Doğada serbest olarak bulunmayan, fakat birçok cismin birleşimine giren, karbon ve azottan oluşan bir
gaz.kiyaset * Akıllıca davranış, akıllılık. kizir * Köy muhtarıyardımcısı; köy kâhyası; köy bekçisi. klâkson * Korna. klâkson çalmak * korna çalmak. klân * Boy. klâpa * Yakanın göğüse doğru inen devrik bölümü. klâpe * Bir pompada, bir körükte, bir motorda, bazımüzik araçlarında vb. de bir akışkanın geçmesini sağlamak
veya engellemek üzere bir eksen etrafında yaptığı açval hareketle açılıp kapanan bir kapak.klârnet * Tahtadan, metal perdeli, orkestrada önemli yeri olan bir üflemeli çalgı. klârnetçi * Klârnet çalan kimse. klâs * Sınıf.
* Üstün nitelikli, üstün yetenekli.klâsik * Eski Yunan ve Roma çağıdili ve sanatı ile ilgili olan.
* XVll.yüzyıl Fransız dili, sanatıve yazarları ile ilgili olan.
* Üzerinde çok zaman geçtiği hâlde değerini yitirmeyen, türünde örnek olarak görülen (eser veya sanatçı).
* Sanatta kuralcı.
* Alışılmışolan, yenilik getirmeyen, geleneksel.
* Eski Yunan, Roma veya XVII. yüzyıl Fransız sanatıyla ilgili sanatçıveya eser.klâsikleşme * Klâsikleşmek işi. klâsikleşmek * (herhangi bir sanat, sanatçı, eser) Klâsik duruma gelmek, zamana karşıdeğerini yitirmemek.
* Alışılmışdurumda kalmak, bir yenilik, özellik getirmemek.klâsiklik * Klâsik olma durumu. klâsisizm * Eski Yunan, Roma sanatından, edebiyatından kaynaklanan, XVll. yüzyılda Fransa’dan yayılan sanat ve
edebiyat çığırı.klâsman * Bölümleme, sınıflama, tasnif. klâsör * İçinde belli bir sıraya göre kâğıtlar konacak bölmeleri olan dosya veya dolap, musannif, cilbent, sıralaç. klâvsen * Klâvyeli ve telli bir çalgı. klâvsenci * Klâvsen çalan kimse. klâvye * Parmaklarla hareket ettirilen piyano ve org gibi çalgılarda veya yazıve hesap makinelerinde değişmez bir
eksen çevresinde inip kalkabilen, istenilen işe göre düzenlenmiş bazımekanizmalarıçalıştıran kaldıraç kollarının, tuş
sıralarının bütünü.klâvyeli * Klâvyesi olan. kleptoman * Kleptomaniye yakalanmışkimse. kleptomani * Dayanılmaz bir ruhsal dürtüyle, kişinin hırsızlık yapma ihtiyacıduyması ile beliren hastalık. klerikalizm * Dinin ve din kurumlarının toplum hayatının çeşitli kesimlerindeki yerini güçlendirmeyi amaçlayan
toplumsal, ekonomik akım, din erkçilik.klik * Hizip. klikçi * Hizipçi. klikleşme * Hizipleşme. klikleşmek * Hizipleşmek. klima * Soğuk veya sıcak hava verme yoluyla kapalı bir mekânın havasınıdeğiştiren araç, iklimleme aracı. klimatolog * İklim bilimci. klimatoloji * İklim bilimi. klinik * Hasta bakılan yer.
* Hekim olacak öğrencilerin hasta başında uygulamalı olarak ders gördükleri hasta koğuşu.
* Vücut muayenesinde görülen (hastalık belirtisi).klinker * Çimento yapımında fırından ezilmeden çıkan pişirme ürünü. klinometre * Eğimölçer. klip * Görüntüleme. klips * Yaylı bir pensle tutturulmuşküpe, iğne vb. kliring * Dışticarette, iki ülke arasında yapılan alışverişin karşılıklı olarak malla ödenmesi, takas. klişe * Baskıda kullanılmak amacıyla, üzerine kabartma resim, şekil, yazıçıkarılmışmetal levha.
* Basma kalıp (söz, görüşvb.). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 103
kıvrımlanmak * Kıvrımlıduruma gelmek. kıvrımlı * Kıvrımı olan. kıvrıntı * Kıvrım.
* Kıvrılan yer, dönemeç.kıya * Adam öldürme suçu, cinayet. kıyacı * Cinayet işleyen kimse, cani. kıyafet * Kılık.
* Resmî giysi.kıyafet balosu * Alışılmışgiysilerin dışında her çeşit özel giysilerin giyildiği balo. kıyafet düşkünü * Kötü giyimli kimse. kıyafetli * Herhangi bir kıyafette olan, kılıklı. kıyafetname * Bir ülkenin veya bir dönemin giyimlerini anlatan kitap.
* Yüze veya dışgörünüşe bakılarak ruhî durumu anlama bilgisinden söz eden kitap.kıyafetsiz * Kıyafeti düzgün olmayan, kılıksız. kıyafetsizlik * Kıyafetsiz olma durumu, kılıksızlık. kıyak * Kıyıcı, zalim, gaddar.
* Benzerlerinden üstün olan, çok güzel, mükemmel.
* Güzel, biçimli, yakışıklı, düzgün giyimli.
* Hoşgörü, ayrıcalık tanıma.kıyak kaçmak * çok uygun düşmek, yakışık almak. kıyak yapmak * maddî ve manevî destek olmak, yardım etmek. kıyakçı * Gözü pek oyuncu, cesur kumarbaz. kıyaklaşma * Kıyaklaşmak işi. kıyaklaşmak * Kıyak duruma gelmek. kıyaklık * Kıyak olma durumu.
* Kıyakçıya yakışır davranış.kıyam * Ayağa kalkma, ayakta durma.
* Bir işe girişme, kalkışma, teşebbüs etme.
* Ayaklanma, başkaldırma, karşı gelme.
* İslâm inancına göre, ölümden sonra, yeniden dirilip ayağa kalkma.
* (namazda) Ayakta durma.kıyamet * Tek tanrılıdinlerin inanışına göre dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacağızaman.
* Gürültülü karışıklık, gürültü, patırtı.kıyamet alâmeti * Kıyametin kopacağınıönceden gösteren belirtiler.
* İçinde yaşanılan zamanın durumunu beğenmeyenlerin kullandığı bir tamlama.kıyamet gibi (veya kıyamet kadar) * pek çok. kıyamet günü * Dünyanın yok olacağı, ölülerin dirilip ayağa kalkacağızaman. kıyamet kopmak * kıyamet günü gelmek.
* (bir yerde) çok gürültü ve telâşolmak.kıyamet mi kopar? * “ne olur, ne çıkar, ne önemi var” anlamlarında kullanılır. kıyamete kadar * dünya durdukça, uzun süre. kıyamete kalmak * bir sorunun çözülemeyeceğini anlatır. kıyametleri koparmak * bir şeye çok kızarak bağırıp çağırmak, feryat etmek; aşırı gürültülere, kargaşaya yol açmak. kıyas * Bir tutma, denk sayma.
* Karşılaştırma, oranlama.
* Benzetme yolu, örnekseme.
* Tasım.kıyas etmek * kıyas eylemek. kıyas eylemek * karşılaştırmak, mukayese etmek. kıyas kabul etmez * iki şey arasındaki ayrımın çok fazla olduğunu belirtmek için kullanılır. kıyasa muhalefet * Bkz. kurala aykırılık. kıyasen * Kıyas edilerek, kıyas yoluyla.
* Karşılaştırarak, oranlayarak.
* Benzeterek.kıyasımukassem * 343 ikilem. kıyasıya * Canınıyakmak, öldürmek amacıyla.
* Çok şiddetli, korkunç, muthiş.kıyasî * Uygulama ve benzetme ile elde edilen.
* Kurala göre yapılmış, kurallı.kıyaslama * Kıyaslamak işi, mukayese. kıyaslamak * Karşılaştırmak, oranlamak, örneksemek, mukayese etmek. kıyaslanma * Kıyaslanmak işi. kıyaslanmak * Kıyaslamak işi yapılmak, karşılaştırılmak. kıydırma * Kıydırmak işi. kıydırmak * Kıymak işini yaptırmak. kıygı * Haksızlık, gadir.
* Acımazlık, zulüm.kıygın * Haksızlığa uğramış, mağdur. kıygınlık * Haksızlığa uğramışolma durumu, mağdurluk, mağduriyet. kıyı * Kara ile suyun birleştiği yer.
* Kenar, uç.
* Karanın deniz boyunca uzanan bölümü, sahil.
* Issız, tenha yer.kıyı balıkçılığı * Kıyıdan fazla uzaklaşmadan bir gün içinde avlanıp limana dönülme şeklinde yapılan avcılık. kıyı bucak * Göze çarpmayan yer. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 104
kıyıdili * Bir körfezin önünü kapatan, denizle küçük bir bağlantısıkalabilen, kum ve çakıl karışımı birikinti, sahil
kordonu.kıyıkıyı * Kıyıya yakın bir biçimde, kıyıyıtakip ederek, kıyıdan. kıyıtırmığı * Buğdaygillerin hasadında yararlanılan tırmık benzeri, dişleri metal ve sapıdaha uzun olan, kayalar
üzerindeki kökü zayıf deniz yosunlarının kıyı boyunca yapılan hasadında kullanılan bir alet.kıyıcı * Kıymak işini yapan kimse.
* Acıma duygusu olmayan, başkalarına kıyasıya kötülük eden, gaddar, zalim.kıyıcı * Kıyılara vuran enkazıdevletten aldığı izinle toplayan kimse. kıyıcılık * Kıyıcı olma durumu.
* Gaddarlık, zulüm.kıyıcılık etmek * gaddarlık etmek, gaddarca davranmak. kıyıda bucakta * Bkz. kıyıda köşede. kıyıda köşede * Göze çarpmayan, umulmayan yerlerde. kıyıda köşede kalmak * göze çarpmayan bir yerde unutulmuşolmak. kıyık * Kıyılmışolan. kıyık * İğne, kalın yorgan iğnesi.
* Çuvaldız.kıyılama * Kıyılamak işi. kıyılamak * Kıyı boyunca gitmek. kıyılık * Sayanın kenarlarınısağlamlaştırmak ve güzelleştirmek için dikilen şerit hâlindeki parça. kıyılma * Kıyılmak işi. kıyılmak * Çok ince ve küçük parçalar hâlinde doğranmak.
* Kıymak işi yapılmak.
* Ezilir, kıyılır gibi olmak.kıyım * Kıymak işi.
* Kıyılma biçimi.
* Görev yönünden kötü bir duruma sokma, haksızlığa uğratma.kıyım kıyım * İnce imce. kıyımlı * Herhangi bir biçimde kıyılmışolan. kıyımlık * Bir defada kıyılacak miktarda olan. kıyın * Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasınıuğrattığıkötü durum, zulüm. kıyın kıyın * Kıyıdan, gizli gizli. kıyınma * Kıyınmak işi. kıyınmak * Ezilmişveya kırılmışgibi bir duygu duymak. kıyıntı * Açlık sebebiyle midede duyulan eziklik.
* Herhangi bir sebeple vücutta duyulan kırıklık.
* İnce ince doğranmışküçük parça.kıyış * Kıymak işi veya biçimi. kıyışma * Kıyışmak işi. kıyışmak * Karşılıklısözleşmek, anlaşıp karar vermek.
* Biriyle yarışmaya kalkmak.
* Yüreklilik göstermek, cesaret etmek.kıyıya atmak * karaya çıkartmak veya sürüklemek. kıyıya çıkmak * karaya çıkmak, gemiden karaya inmek. kıyma * Kıymak işi.
* Kıyılmışet.
* Küçük kuş başıetlerden kavrularak yapılmışkışlık kavurma.kıymak * Çok ince ve küçük parçalar durumunda doğramak.
* Acımadan vermek, esirgememek, feda etmek.
* Acımayıp öldürmek.
* Acımayarak büyük bir kötülük etmek, zulmetmek.
* Bkz. nikâh kıymak.kıymalı * (yemek için) İçinde kıyma bulunan. kıymalı börek * Soğan ve çeşitli baharatlar katılmasıyla hazırlanan kavrulmuşkıymanın iç olarak kullanıldığı börek türü. kıymalııspanak * İnce kıyılmışıspanak, soğan, kıyma ve tereyağı ile hazırlandıktan sonra pirinç, salça ve tuz eklenen bir
yemek türü.kıymalımakarna * İçinde kavrulmuşkıyma bulunan makarna yemeği. kıymalıpide * Etli pide. kıymalıyumurta * İçine kavrulmuşkıyma konularak hazırlanan yumurtalıyemek. kıymalık * Kıyma yapmaya elverişli. kıymasız * (yemek için) İçinde kıyma bulunmayan. kıymet * Değer. kıymetini bilmek * önemini, değerini bilmek. kıymetlendirme * Kıymetlendirmek işi. kıymetlendirmek * Değerlendirmek. kıymetlenme * Kıymetlenmek işi. kıymetlenmek * Değerlenmek. kıymetleşme * Kıymetleşmek işi. kıymetleşmek * Değerli duruma gelmek. kıymetleştirme * Kıymetleştirmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 105
kıymetleştirmek * Değerli duruma getirmek. kıymetli * Değerli. kıymetli evrak * Senet niteliğinde bir hak bildiren evrak, önemli yazı, belge. kıymetlilik * Değerlilik. kıymetsiz * Değersiz. kıymetsizlik * Değersizlik. kıymettar * Değerli. kıymık * Çok küçük ve sivri tahta, demir veya kemik parçası. kıymıklı * Üzerinde veya içinde kıymık bulunan. kıytırık * Değersiz, bayağı, basit. kıytırıklık * Kıytırık davranma. kıyye * Yaklaşık 1300 gr lık ağırlık ölçüsü birimi, okka. kız * Dişi çocuk.
* Cinsî ilişkide bulunmamışdişi, kız oğlan kız, erden, bakire.
* Dişi cinsten birine daha yaşlı biri tarafından seslenilirken kullanılır.
* İskambil kâğıtlarında kız resimli kâğıt.
* Dişi.kız almak * bir ailenin kızını gelin olarak bir başka aileye katmak. kız beşikte (veya kundakta), çeyiz sandıkta * kız daha beşikte (veya kundakta) iken çeyiz düzmeye başlamak gerekir. kız böceği * Eklem bacaklıların kız böcekleri takımından, başı büyük, vücudu narin, zar kanatlı bir böcek (Libellula
depressa).kız böcekleri * Örnek hayvanıkız böceği olan, kanatlarıeşit, camsı, uçuşlarısürekli ve hızlı, avcı böcekler takımı. kız evi naz evi * kız evi nazlı olur, kızınıağır satar. kız gibi * kıza benzeyen.
* utangaç.
* çok güzel ve yeni.kız istemek * bir kızıevlenmek için ana ve babasından veya yakınlarından istemek. kız kaçırmak * bir kızıkendinin veya ailesinin rızası olmadan alıp götürmek. kız kardeş * Bir kimsenin, kendinden küçük, kendisiyle yaşıt olan kadın veya kız kardeşi. Kendinden büyük olana daha
çok abla denir.kız kızan * Çoluk çocuk, ev halkı. kız kilimi * Göçebe kızların işledikleri süslü çeyizlik kilim. kız kurusu * Evlenmemişyaşlıkız. kız kuşu * Yağmur kuşugillerden, uzunluğu 34 cm olan, eti yenebilen, başısorguçlu, koyu yeşilimsi renkte esmer,
küçük bir kuş(Vanellus vanellus).kız oğlan * 343 kız oğlan kız. kız oğlan kız * Cinsel ilişkide bulunmamış, bakire, erden. kız vermek * bir ailenin kızını bir başka aileye gelin etmek. kızağa çekmek * gemiyi bakım, onarım için bir süre veya hiç kullanılmamak üzere kızağa almak.
* bir görevliyi etkin bir görevden alıp çalışmayı gerektirmeyen, pasif bir işe vermek.kızak * Kar veya buz üzerinde kaydırılan tekerleksiz taşıt.
* Üzerinde gemi yapılan, onarılan veya gemiyi suya indirip sudan çıkarmaya yarayan ızgara.
* Ağaç tablaların kamburlaşmaması için liflere dikey konumda açılan kanala geçirilen uzun parça.
* Ambalâjın dibine uzunluğuna çakılan, hem dip levhasıelemanlarının tutturulmasınıhem de ambalâjın
yerde kolayca kaymasınısağlayan kereste parçası.kızak yapmak * (taşıt için) fren görevini yerine getirdiği hâlde duramayıp kaymak. kızaklama * Kızaklamak işi. kızaklamak * (taşıt için) Fren görevini yerine getirdiği hâlde kaymak, kızak yapmak. kızaklık * Döşeme tahtalarının altına çaprazlama olarak konulan uzun ve yassıdireklerden her biri. kızamık * Genellikle küçük yaşlarda görülen, kuluçka dönemi bir iki hafta süren, bulaşıcı, ateşli, ufak kızıl lekeler
döktüren hastalık.kızamıkçık * Kızamığa benzeyen, ona göre hafif geçen döküntülü bir hastalık. kızamıklı * Kızamığa yakalanmış. kızan * Erkek çocuk.
* Delikanlı; silâhlıköy delikanlısı.
* Çoluk çocuk.kızan * Dişi köpek, kedi gibi hayvanların çiftleşme isteği gösterdikleri durum veya zaman. kızana gelmek * (dişi kedi ve köpek) erkek istemek. kızanlık * Kızan olma durumu. kızarık * Kızarmış. kızarıklık * Kızarık olma durumu. kızarıp bozarmak * utanç, öfke gibi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek. kızarış * Kızarmak işi veya biçimi. kızarma * Kızarmak işi. kızarmak * Kırmızıveya ona yakın bir renk almak.
* (bazısebze ve meyveler için) Olgunlaşmaya başlamak, olgunlaşmak.
* Utanç, öfke gibi duyguların etkisiyle, kanın yüze hücumu sonucu yüz kırmızı bir renk almak.
* (yiyecekler için) Tavada kızgın yağiçinde veya ateşte kırmızılaşarak pişmek.kızartı * Kızarmışyer. kızartıcı * Kızarmayısağlayan, kızarmaya sebep olan.
* Karalayıcı, kirletici. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 106
kızartılı * Kızartısı olan, kızarmış. kızartılma * Kızartılmak işi. kızartılmak * Kızartmak işi yapılmak. kızartma * Kızartmak işi.
* Kızartılarak hazırlanmışyemek.
* Kızartılarak pişirilmiş.kızartmak * Kızarmasına sebep olmak.
* Kızgın yağda pişirmek.kızcağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan kız. kızdırılma * Kızdırılmak işi. kızdırılmak * Kızdırmak işine konu olmak veya kızdırmak işi yapılmak. kızdırma * Kızdırmak işi.
* Yüksek vücut ısısı, ateş.
* Üzüm çubuklarınıköklendirmek için yere gömme, daldırma.kızdırmak * Kızmasına sebep olmak, kızmasını sağlamak.
* Isıtmak.
* Öfkelenmesine sebep olmak, öfkelendirmek, sinirlendirmek.kızgın * Çok ısınmış, ısıtılmışveya kızdırılmış.
* Kızmışolan, öfkeli, mütehevvir.
* Kızışık, zorlu, sert, şiddetli.
* Eşarayan (hayvan).kızgın bulut * Yanardağlardan fışkırıp yüksek ısıda su buharıve başka gazlardan oluşmuş, içine kül ve lâv karışmış bulut
görünüşünde yığın.kızgınlaşma * Kızgınlaşmak işi. kızgınlaşmak * Kızgın duruma gelmek. kızgınlık * Kızgın, ısınmışolma durumu.
* Öfkeli olma durumu.
* Hayvanların çiftleşme isteği.kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçar (veya varır) ya zurnacıya * evlenme çağındaki kızı büyükleri uyarmazlarsa uygun olmayan birisiyle evlenir. kızıkısrağı * birinin ailesindeki kızlar ve kadınlar. Kızık * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. kızıl * Parlak kırmızırenk.
* Bu renkte olan.
* Aşırıderecede olan.
* Komünist.
* Daha çok küçük yaşlarda görülen, bulaşıcı, yüksek ateşli, kırmızırenkte genişlekeler döktüren, kuluçka
dönemi üç dört gün süren tehlikeli hastalık.
* Altın.kızıl boya * Kök boyası. kızıl ısı * Temmuzun çok sıcak olan ikinci yarısı. kızıl iblis * Çok kötü ruhlu (kimse). kızıl kıyamet * Büyük ve aşırı gürültü, kavga, kızılca kıyamet. kızıl ötesi * Işık tayfında kırmızıalanın ötesindeki alanda yayılmışısıışınlarından oluşan, gözle görülmeyen ışınım,
enfraruj.kızıl su yosunları * Denizlerin yaklaşık 200 m derinliklerinde yaşayan kırmızırenkli su yosunları. kızıl yara * Şirpence. kızıl yel * Güneyden esen rüzgâr. kızılağaç * Gürgengillerden, dişi çiçekleri küçük ve sarımtırak, erkek çiçekleri püskül biçiminde olan, kerestesi kolay
işlenebilir bir ağaç (Alnus).Kızılbaş * Şiî mezhebinin bir kolundan olanlara verilen ad. Kızılbaşlık * Kızılbaşolma durumu. kızılca * Kızıla çalar, az kızıl.
* Kızıla çalan bir çeşit buğday.
* Aşırıderecede, kızıl.kızılca kıyamet * Aşırı bir biçimde gürültülü, çekişme, kavga. kızılca kıyamet kopmak * kavga, gürültü olmak. kızılcadişi * 4-5 m yükseklikte, beyaz çiçekli bir ağaçcık (Cornus senguinea). kızılcık * Kızılcıkgillerden bir ağaç (Cornus mas).
* Bu ağacın güzün olgunlaşan, kırmızı, tek çekirdekli, reçeli ve şerbeti yapılan, buruk bir tadı olan yemişi.kızılcık reçeli * Kızılcık meyvesinden şeker katılarak yapılan ve genellikle ishale iyi gelen reçel. kızılcık şerbeti * Kızılcık meyvesinden yapılan bir tür şerbet. Bu söz kan kusup kızılcık şerbeti içmişgörünmek deyiminde
geçer.kızılcık şurubu * Kızılcık özü ile hazırlanan içecek. kızılcık tarhanası * Kızılcık suyu ile yoğrularak yapılan tarhana. kızılcıkgiller * İki çeneklilerden, çoğu iri gövdeli, yaklaşık on cinste toplanan yüz kadar türü olan bir bitki familyası. kızılçam * Uzun boylu bir çam türü.
* Bir tür orman ağacı.Kızılderili * Amerika yerlilerine verilen ad. Kızılelma * Osmanlılarca Roma ve Viyana şehirleri için kullanılan sembolik ad.
* Yeryüzündeki bütün Türkleri birleştirip büyük bir imparatorluk kurmayıamaç olarak alan ülkü.kızılış * Kızılmak işi veya biçimi. kızılkanat * Sazangilleredn, yüzgeçleri kırmızı, 25-30 cm boyunda, eti kılçıklı bir tatlısu balığı(Scardinus
eryhrophthalmus).kızılkantaron * Kızılkantarongillerin örnek bitkisi olan, 10-50 cm yükseklikte, kırmızıçiçekli, karşılıklıyapraklı, sap ve
yapraklarıhekimlikte kullanılan, iki yıllık otsu bir bitki (Eryhraea centaurium).kızılkantarongiller * İki çeneklilerden, kızılkantaron, acıyonca gibi cinsleri içine alan bir bitki familyası. kızılkök * Bkz. kök boyası. kızılkurt * At ve eşeklerin kalın bağırsaklarında yerleşip kanlarınıemen kırmızı bir kurt. kızılkuyruk * Karatavukgillereden, kışın göçen, küçük, güzel bir kuş(Phoenicurus). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 107
kızıllaşma * Kızıllaşmak işi. kızıllaşmak * Kızıl duruma gelmek. kızıllık * Kızıl olma durumu veya kızıl renkte yer.
* Pudra, allık, düzgün.kızılma * Kızılmak işi. kızılmak * Kızmak işi yapılmak, kızgın, öfkeli duruma gelmek. kızılşap * Açık, eflâtun renk.
* Bu renkte olan.kızıltı * Bir yerden yansıyan hafif kızıl renk, solgun kızıl. kızılyaprak * Gülgillerden, yol kenarlarında biten, sarıçiçek açan bir bitki (Agrimonia eupatorium). kızılyörük * Yılancık. kızım sana söylüyorum (veya dedim) gelinim sen işit * doğrudan doğruya kendisine söylenemeyen düşünce ve uyarıların, o kimsenin çok yakınına söylendiğinde
kullanılır.
* herhangi birine dolaylı olarak söylenecek uyarısöz konusu olduğunda kullanılır.kızını(veya evlâdını) dövmeyen dizini döver * kızını, çocuğunu gerektiği gibi eğitmeyen, ileride çok pişman olur. kızıp durmak * sürekli olarak kızmak ve söylenmek. kızış * Kızmak işi veya biçimi. kızışık * Kızışmışolan, şiddetli. kızışma * Kızışmak işi. kızışmak * Yüksek bir dereceyi bulmak, çok ısınmak.
* (bitkiler için) Islaklık ve mikropların etkisi altında çürürkenısınmak.
* Zorlu, sert, kızışık bir durum almak, şiddetlenmek.
* Hızlanmak, hareketlenmek.
* (hayvan için) Eşisteme zamanı gelmek, kösnümek.kızıştırış * Kızıştırmak işi veya biçimi. kızıştırma * Kızıştırmak işi. kızıştırmak * Kızışmasını sağlamak.
* İsteklendirmek, gayret vermek.kızkalbi * Şahteregillerden, kalp biçiminde pembe çiçekli bir süs bitkisi (Dicentra). kızlar ağası * Osmanlısarayındaki harem ağalarının başı. kızlık * Kız olma durumu, erdenlik, bekâret.
* Bir kadının evlenmeden önceki yaşantısıyla ilgili, o döneme özgü.
* Üvey kız.kızlık zarı * Cinsel ilişkide bulunmamışkızların döl yolunu kısmen kapayan zar, himen. kızma * Kızmak işi. kızmabirader * Zarla oynanan, karelerde taşyürütüp çeşitli engellerle dolu karelerden oluşan yolu bir an önce bitirmeye
dayanan bir tür oyun.kızmaca * Kızmaya, öfkelenmeye dayanan davranış. kızmak * Isıtılan veya ısınan bir nesnenin sıcaklığıçok artmak.
* Öfkelenmek, sinirlenmek.
* (at, eşek gibi hayvanlar için) Çiftleşmek istemek, kösnümek.
* (dişi kuşlar için) Zamanı gelip kuluçkaya yatma isteği göstermek.kızmemesi * Altıntop, greypfurt.
* Bir tür şeftali.ki * Anlam bakımından birbirleriyle ilgili cümleleri birbirine bağlar.
* Özneyi, tümleci güçlendirerek cümlenin temel bölümüne bağlar.
* “Öyle, o kadar, o denli” gibi öğelerden sonra, kullanıldığıcümleye güç katar.
* İkinci cümledeki yargının birincideki hareketin yapılışısırasında görülerek şaşıldığını bildirir.
* İki cümlede anlatılan durumların uyuşmazlığını bildirir.
* Yakınma veya kınama gibi duygular anlatmak için bir cümlenin sonuna getirilir.
* Bir soru cümlesinin sonuna getirildiğinde şüphe veya endişe anlatır.
* Bazıkelimelerin sonuna bir ek gibi eklenerek birtakım zarflar, yeni edatlar oluşturur: Belki, çünkü, halbuki,
mademki, sanki gibi.-ki * Bkz. -gı/ -gi. -ki * İsim soyundan kelimelere getirilerek o ismin kimle, neyle ilişkili olduğunu belirtir ve eklendiği ismi sıfat ve
zamir durumuna getirir, ilgi eki: Benim giysim kırmızı, ya seninki? Evde-ki, odada-ki, bahçede-ki, akşam-ki, sabah-ki.
Bu ek birkaç kelimeye -kü biçiminde eklenir: bugün-kü, dün-kü, çün-kü.kibar * Davranış, düşünce, duygu bakımından ince, nazik olan (kimse).
* Şık, seçkin, değerli.
* Zengin, soylu, köklü (kimse, aile).
* Büyükler, ulular.kibar düşkünü * Varlığını, saygınlığınıyitirmişkimse. kibar lokması * Gösterişli, görkemli durum veya ortam. kibarca * Kibar bir insana yakışacak biçimde. kibarlar âlemi * Yüksek sosyete. kibarlaşma * Kibarlaşmak işi. kibarlaşmak * Kibar duruma gelmek, kibarlık kazanmak. kibarlığıtutmak * bir olay karşısında genel davranışlarıdışında incelik göstermek. kibarlık * Kibar olma durumu, incelik.
* Kibar bir insana yakışacak biçimdeki söz veya davranış.kibarlık akmak * aşırıderecede kibar davranmak. kibarlık budalası * Kibar biri gibi görünmeye çalışırken gülünç duruma düşen kimse için kullanılır. kibarlık düşkünü * Kibarlığa aşırıderecede önem veren kimse. kibarlık etmek * kibarca davranmak. kibarlık taslamak * kibar olmadığıhâlde kibar gibi görünmeye çalışmak. kibarzade * Soylu bir aileden gelme, kibar çocuğu. kibernetik * Güdüm bilimi, sibernetik. kibir * Büyüklük, ululuk.
* Kendini büyük görme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme.
* Onur, gurur.kibirleniş * Kibirlenmek işi veya biçimi. kibirlenme * Kibirlenmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 108
kibirlenmek * Kendini büyük görmek, büyüklenmek. kibirli * Kendini büyük gören, büyüklenen. kibirsiz * Kendini büyük görmeyen, büyüklenmeyen. kibrine dokunmak * gururu zedelenmek. kibrine yedirememek * büyüklenmesini, gururlanmasınıuygun görmemek. kibrit * Eczalı bir ucu sürtünme sonucu yanabilecek birleşimde olan, küçük tahta veya karton parçası.
* İçinde kibrit çöplerini bulunduran küçük kutu.
* Kükürt.kibrit çakmak * kibriti yakmak için bir yere sürtmek. kibrit suyu * Zehir. kibritçi * Kibrit satan kimse.
* Cimri.kibritlik * Kibrit koymaya yarar yer veya kap. kibutz * İsrail’de ortak çalışma esaslarına göre oluşturulmuştarımsal topluluk. kifaf * Ancak yetecek kadar azıcık. kifafınefs * Doyuracak miktarda. kifafınefs etmek * ancak yaşayacak kadar yemek. kifaflanma * Kifaflanmak işi. kifaflanmak * Elde ne varsa onunla, çok az yiyecekle karın doyurmak, çok az şeyle yetinmek. kifayet * Yetişir miktarda olma, yetme, kâfi gelme.
* Bir işi yapabilecek yetenekte olma, yeterlik, liyakat, iktidar.kifayet etmek * yetmek, yeterli olmak. kifayetli * Yeterli. kifayetsiz * Yetersiz. kifayetsizlik * Yetersizlik. kik * Dar, uzun ve hafif bir yarışkayığı, futa (II). kikirik * Zayıf, ince uzun boylu kimse. kiklâ * Lâpinagillerden, güzel renkli, 50 cm uzunluğunda bir balık (Labrus berggylta). kiklon * Siklon. kiklotron * Atom araştırmalarında, elektriklenmiş cisimlere yüksek hız veren bir aygıt. kil * Islandığızaman kolayca biçimlendirilebilen yumuşak ve yağlıtoprak. kile * Genellikle tahıl ölçmede kullanılan bir ölçek. kiler * Yiyecek, içecek ve erzakın saklandığı oda, ambar veya dolap.
* Ambar.kilerci * Saraylarda, büyük konaklarda kiler işlerini yöneten kimse. kilermeni * Eczacılıkta kullanılmışolan kırmızırenkli kil. kilidi küreği olmamak * (her şeyi) açıkta bulunmak, kilitli yere saklanmamışolmak. kilim * Döşeme, divan gibi yerlere serilen, genellikle desenli, havsız, kalın, kıl veya yün dokuma. kilimci * Kilim dokuyan veya satan kimse. kilimci ile kör hacı * herhangi bir kimse. kilimcilik * Kilim dokuma veya satma işi. kilise * Hristiyan tapınağı.
* Hristiyan mezheplerinden her biri.
* Hristiyanlıkla ilgili dinî kuruluş.
* Hristiyanlığın öğretilmesi, dinî işlerin yönetimi vb.ile ilgili papa ve piskoposlar topluluğu.kilise çanı * Kiliselerde bulunan, saat başlarında ve dinî törenlerde çalınan büyük çan. kilise direği gibi * çok kalın (ense). kilise hukuku * Kilisenin kuruluşunu ve iç düzenini sağlayan kurallar. kilit * Anahtar, düğme gibi takılıp çıkarılabilen bir parça yardımıyla çalışan kapatma aleti.
* Bir yanıdeğirmi, öbür yanına demir çubuk geçirilmişolan yarım halka.
* Atların alnından alt çenesine uzanan beyazlık.kilit (kürek) altına almak * bir şeyi kilitli bir yere koyarak saklamak. kilit dili * Kilidin anahtarla sürülen parçası. kilit gibi olmak * birbirine çok bağlıve dayanışmalı olmak. kilit kürek olmak * (bir yeri) korumak, o yerin güvenilir, sağlam adamı olmak. kilit mevkii * 343 kilit noktası. kilit noktası * Bütün işlerin bağlı olduğu önemli nokta, makam veya yer. kilit sarma * İki veya daha çok bağboyunduruklarıaltına karşılıklı olarak atılmışve biribirine fırçalarla bağlanmışolan
bir çift sarma.kilit taşı * 343 anahtar taşı. kilit vurmak * Bkz. kapısına kilit vurmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 101
kışla * Askerlerin toplu olarak barındıkları büyük yapı.
* Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği veya kışın barındığıkapalıağıl.kışlak * Kışın barınılan yer.
* Kışın orduların, göçebe oymakların hayvanlarıyla birlikte yayladan inip konakladıklarıyer.kışlama * Kışlamak işi. kışlamak * Kışolmak.
* Kışı(bir yerde) geçirmek.kışlamak * Kuşve kümes hayvanlarınıürkütmek. kışlatma * Kışlatmak işi veya durumu. kışlatmak * Kışı(bir yerde) geçirtmek.
* Musallat etmek.kışlık * Kışa özgü, kışiçin.
* Kışın oturulan yapı.kıt * İhtiyaca yetmeyecek kadar az, bol karşıtı.
* (duygu, söz vb. için) Az.kıt kanaat * Yoksulluk içinde ve güçlükle (geçinmek). kıt’a * Yeryüzündeki beş büyük kara parçasından her biri, ana kara.
* Silâhlıveya silâhsız erlerin, bir komutanın emrinde bir araya gelmesinden oluşan birlik.
* Dörtlük.
* Parça, tane.kıt’a sahanlığı * Karalarıçevreleyen ve karalardan sayılan -iki yüz m derinliğe kadar olan sığdeniz dipleri.
* Ülke kıyılarına bitişik olan ve 200 m derinliğe veya bu sınırın ötesindeki su derinliğinin doğal kaynaklarının
işletilmesine elverişli olduğu noktaya kadar, kara sularının dışında kalan deniz altı bölgelerinin deniz yatağıve toprak
altıkesiminin bütünü.kıtaat * Kıtalar, ana karalar.
* Asker birlikleri.kıtal * Vuruşma, birbirini öldürme.
* Savaş.kıt’alar arası * Bütün kıt’aları birbirine bağlayan, kıt’alarla ilgili olan durum. kıtıkıtına * İhtiyaca zor yetecek kadar. kıtık * Minder, yastık gibi şeyleri doldurmak için kullanılan ve bazen de sıvanın içine katılan keten ve kendir lifleri. kıtıklama * Kıtıklamak işi. kıtıklamak * Kıtıkla doldurmak. kıtıklı * İçine kıtık konmuşolan. kıtıpiyos * Değersiz, bayağı, kötü. kıtıpiyozluk * Kıtıpiyoz olma durumu. kıtır * Uydurma söz, yalan.
* Patlamışmısır.
* Kuru ve gevrek ses.kıtır atmak * yalan uydurup söylemek. kıtır kıtır * Çok pişirilmekten veya kızartılmaktan kuru ve gevrek bir duruma gelmişolan.
* Yemek, kesmek, doğramak gibi fiillerle kullanıldığında o fiilin gevrek bir ses çıkararak yapıldığını belirtir.kıtıra almak * alay etmek. kıtırcı * Çok yalan söyleyen kimse. kıtırdama * Kıtırdamak işi. kıtırdamak * Kuru bir şey kıtır sesi çıkarmak. kıtırdatma * Kıtırdatmak işi. kıtırdatmak * Kıtır diye gevrek ses çıkarmak. kıtırtı * Kıtırdama sesi. kıtlama * Şekeri ağızda dişle küçük küçük ısırarak çay içmek için kullanılır. kıtlaşma * Kıtlaşmak işi. kıtlaşmak * İhtiyacıkarşılayamamak, kıt duruma gelmek. kıtlığına kıran girmek * bir şey hiç bulunmaz olmak. kıtlık * İhtiyaca yetmeyecek derecede azlık.
* Kuraklık, savaşgibi sebeplerle ürünün yetişmemesi ve bundan doğan açlık.
* Yiyecek maddelerinde görülen darlık.
* (duygu, söz vb. için) Azlık.kıtlıktan çıkmışgibi (yemek) * doymak bilmezcesine (yemek). kıvam * (sıvılar için) Koyuluk; koyuluk derecesi.
* Bir şeyin en uygun zaman veya durumu.
* Spor çalışmalarında başarılı olabilmek için, fizik ve moral yönünden istenilen iyi durum.kıvamını bulmak (veya kıvamına gelmek) * gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, en uygun anında olmak. kıvamlanma * Kıvamlanmak işi. kıvamlanmak * (sıvılar için) Kıvamına gelmek, koyulaşmak.
* Olgunlaşmak, uygun duruma gelmek.kıvamlaştırıcı * Sıvı bir maddeyi kıvamına getirmeyi sağlayan alet. kıvamlaştırma * Kıvamlaştırmak işi. kıvamlaştırmak * Bir maddeyi sıvıdan ayırarak kıvamlıduruma getirmek. kıvamlı * Gereken kıvamı bulmuşolan. kıvamsız * Kıvamlı olmayan. kıvanç * Övünç, iftihar.
* Sevinç.kıvanç duymak * övünmek.
* sevinmeki mutlu olmak.kıvançlanma * Kıvançlanmak işi.