kotonperle | * İbrişim gibi parlak ve kalınca, bir cins pamuk iplik. |
kotra | * Çoğunlukla bir direkli, randası olan, ince gövdeli yelkenli. |
kotra | * Irmak ve göl ağızlarında kurulan ve ince kazıklarla kamışlardan yapılma dalyan. |
kov | * Yerip çekiştirme, gıybet. |
kov etmek | * yerip çekiştirmek. |
Kova | * Zodyakta Oğlak ile Balık burçlarıarasında bulunan bir burç. Zodyak. |
kova | * Genellikle su veya sulu şeyleri içine koyup taşımaya, kuyudan veya denizden su çekmeye yarayan üstünden kulplu kap. * Futbolda çok gol yiyen kaleci veya takım. |
kova | * Bataklıklarda yetişen bir çeşit saz, hasır otu. |
kova kova | * Kovalar dolusu, kova üstüne kova dolusu. |
kova olmak | * çok gol yemek. |
kovalama | * Kovalamak işi. |
kovalamaca | * Ebenin, yanına gizlice sokulup koluna vuranıkovalayıp yakalamaya çalışması biçiminde oynanan bir çocuk oyunu. |
kovalamak | * Kovmak. * Kaçanın arkasından koşmak, yakalamaya çalışmak. * Bir şeyin arkasına düşüp elde etmeye veya bir sonuca bağlamaya çalışmak, izlemek, takip etmek. * Yarışta, kaçmakta olan koşucu veya koşucularıyakalamaya çalışmak. |
kovalanış | * Kovalanmak işi veya biçimi. |
kovalanma | * Kovalanmak işi. |
kovalanmak | * Kovalamak işine konu olmak. |
kovalayış | * Kovalanmak işi veya biçimi. |
kovalık | * Sazlık yer. |
kovan | * Fişeğin kapsül, barut ve kurşun taşıyan yuva bölümü, kapçık. * Arılara barınak olarak yapılan, türlü biçimdeki tahta, sepet veya sandık. * Yayık. |
kovan anahtar | * Altıve sekiz köşe cıvatalarısıkmak ve sökmek için kullanılan anahtar. |
kovan otu | * Oğul otu. |
kovanlık | * Bkz. arılık (II). |
kovboy | * Amerika’da sığır çobanlarına verilen ad. |
kovboyculuk | * Kovboyculara özenme durumu. |
kovcu | * Söz getirip götüren, arkadan çekiştiren, fitneci, fitçi, gammaz. |
kovculuk | * Kovcu olma durumu, fitnecilik, fitçilik, gammazlık. |
kovdurma | * Kovdurmak işi. |
kovdurmak | * Kovmak işini yaptırmak. |
kovlama | * Kovlamak işi. |
kovlamak | * Birinin yaptığı işi, söylediği sözü yermek, kötülemek, birisini yerip çekiştirmek, fitlemek, gammazlamak. |
kovma | * Kovmak işi. |
kovmak | * Sert veya küçük düşürücü sözlerle gitmesini söylemek, savmak. * Bir yerden sürüp çıkarmak, kovalamak. * İşine son vermek, görevinden atmak, uzaklaştırmak. * Varlığına son vermek, ortadan kaldırmak. * İzlemek. |
kovucuk | * Bitkilerde, mantar tabakasıüzerinde, sünger dokunun kalınlaşmadığıyerlerde oluşan ve bitkinin solunumuna yardım eden küçük deliklere verilen ad, adese. |
kovuk | * Bir şeyin oyuk durumunda bulunan iç bölümü. |
kovulma | * Kovulmak işi veya biçimi. |
kovulmak | * Kovmak işine konu olmak veya kovmak işi yapılmak. |
kovuluş | * Kovulmak işi veya biçimi. |
kovuntu | * Kovulmuşkimse, matrut. |
kovuş | * Kovmak işi veya biçimi. |
kovuşturma | * Kovuşturmak işi. * Suçlu sanılan biri için yapılan soruşturma ve araştırma, takibat, takip. |
kovuşturma açmak | * kovuşturmak işlemine başlamak. |
kovuşturma yapmak | * kovuşturma işlemini yürütmek. |
kovuşturmak | * Suçlu olduğu ileri sürülen biri için gerekli araştırma ve soruşturmayıyapmak, takip etmek. |
koy | * Denizin, gölün küçük girintiler biçiminde karaya doğru sokulduğu yer, küçük körfez. |
koyacak | * İçine öte beri koymaya yarayan şey. |
koyak | * İki dağın arasında kalan büyük çukur, vadi. * Dağlar ve kayalıklarda oluşmuşdoğal çukur. * Karalarda akarsu aşındırmasıyla oluşmuş, bir yöne doğru eğimli, uzunluğuna çukurluk. |
koyar | * İki akarsuyun birleştiği yer. |
koycuk | * Küçük koy. |
koyduğum yerde otluyor | * uzun süredir hiçbir ilerleme göstermeyenler için söylenir. |
koydunsa bul! | * arandığıhâlde bulunamayan şeyler veya bulunması gereken yerde bulunmayan kimseler için kullanılır. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 136
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 137
koydurma * Koydurmak işi. koydurmak * Birinin bir şeyi bir yere koymasını sağlamak. koygun * Dokunaklı, etkili, içli, acıklı. koyma * Koymak işi. koyma akıl * Tecrübe edilmemiş, etkisi kısa süren, o an için ortaya atılmış bir tür nasihat. koymak * Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek.
* Bir kimseyi işe yerleştirmek, birine işsağlamak.
* Bırakmak.
* Katmak, eklemek.
* Yazmak (imza, tarih, adres).
* Uyulması gereken kuralları belirlemek, ortaya çıkarmak.
* Etkilemek, dokunmak.
* (bütçede) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, ayırmak.
* Bırakmak, terk etmek.koynuna almak * biriyle beraber yatmak.
* biriyle sevişmek için yatmak.koynuna girmek * biriyle yatıp sevişmek. koynunda yılan beslemek * bir yakınından ihanet görmek. koyu * Yoğunluğundan dolayı güç akan, sulu karşıtı.
* Karaya kaçan (renk), açık karşıtı.
* (bazınitelikler için) Aşırı.
* Derin, hareketli.koyu gri * Açık siyaha yakın gri, grinin bir ton koyusu. koyu kahverengi * Karaya yakın kahverengi, kahverengini bir ton koyusu. koyu kır * Kırlaşmanın ilk devresinde meydana gelen koyu renkli at donu. koyu kırmızı * Bordoya yakın kırmızı, kırmızının bir ton koyusu. koyu koyu * (renk için) İyice koyu. koyu koyu düşünmek * uzun uzun veya derin derin düşünmek. koyu lâcivert * Karaya yakın lâcivert, lâcivertin bir ton koyusu. koyu mavi * Mavinin bir ton koyusu. koyu pembe * Pembenin bir ton koyusu. koyu sarı * Sarının bir ton koyusu. koyu yeşil * Karaya yakın yeşil, yeşilin birkaç ton koyusu. koyulaşma * Koyulaşmak işi. koyulaşmak * Koyu duruma gelmek.
* Derinleşmek, hararetlenmek, aşırıduruma gelmek.koyulaştırma * Koyulaştırmak işi.
* İyi bir görüntü veremeyecek kadar zayıf olan bir film parçasının kimyasal işlemlerle güçlendirilmesi işi.koyulaştırmak * Koyu duruma getirmek. koyulma * Koyulmak işi. koyulmak * Koymak işine konu olmak.
* Koyulaşmak.
* Girişmek, başlamak, teşebbüs etmek.koyultma * Koyultmak işi. koyultmak * Koyu duruma getirmek.
* Bir konuşmayıtat alınır biçimde uzatmak.koyuluk * Koyu olma durumu. koyun * Gevişgetirenlerden, eti, sütü, yapağısıve derisi için yetiştirilen evcil hayvan (Ovis aries).
* Verilen buyruklara uyan, kendi kişiliğini gösteremeyen kimse.koyun * Göğüsle giysi arası.
* (yatmakta iken) Kollar arası, kucak.
* Koruyucu, şefkatli çevre.koyun bakışlı * Bön bakışlı, budala, şaşkın. koyun can derdinde, kasap yağderdinde * Bkz. keçiye can kaygısı, kasaba et (veya yağ) kaygısı. koyun dede * Alık, aptal. koyun eti * Kesilmişkoyunun parçalanıp satılan eti. koyun gibi * budala, şaşkın.
* karar ve davranışlarında başkasına bağımlı olan, başkasına uyan.koyun kaval dinler gibi dinlemek * hiçbir şey anlamadan dinlemek. koyun koyuna * (yatmakta iken) Birbirine sarılmış bir durumda. koyun mantarı * Bir çeşit mantar, koyun göbeği. koyuncu * Koyun besleyen veya alıp satan kimse. koyunculuk * Koyun beslemek veya alıp satmak işi. koyungöbeği * Bir çeşit mantar, koyun mantarı. koyungözü * Birleşikgillerden, beyaz ve iri bir papatya türü (Matricaria parthenium). koyuntu * Sıkıntı, üzüntü, keder.
* Sopa, baston koymaya yarayan yer.koyunun bulunmadığıyerde keçiye Abdurrahman çelebi derler * istenilen nitelikteki şey bulunamayınca onun daha düşük nitelikte olanına da razı olunur. koyunyünü * Bir tür sünger, bal peteği. koyut * Konut (II). koyuverme * Koyuvermek, koyvermek işi. koyuvermek * Salmak, serbest bırakmak.
* Oluruna bırakmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 133
korner direği * Futbolda köşe atışının yapılacağıyeri belirleyen bayraklıdirek. kornet * Pistonlu orkestra çalgısı. kornetçi * Kornet çalan kimse. korniş * Perdeleri asmaya yarayan tahta veya metalden araç.
* Çerçeve biçiminde oymalıçıkıntı.
* Sarp, kayalık çıkıntı.kornişçi * Kornişyapan veya satan kişi. kornişçilik * Kornişçinin işi veya mesleği. kornişon * Kabuğunun üzeri pürtüklü, lezzetli bir tür turşuluk hıyar. korno * Savaşlarda çağrıaracı olarak kullanılan, boynuz veya fil dişi boru.
* Bir ağızlık, kendi üzerine dolanmışkoni biçiminde uzun bir boru ve ağzı genişçe açılan bir kulaklıktan
oluşan üflemeli bakır çalgı.koro * Tek veya çok sesli olarak yazılmış bir müzik eserini uygulamak için bir araya gelen topluluk.
* Böyle bir topluluğun söylediği söz veya şarkı.koro hâlinde * toplu bir durumda, hep birlikte; gürültülü bir biçimde. koroner * Kalbi taç şeklinde kuşatıp besleyen (damarlar). korporasyon * Lonca. korporatif * Korporasyonla ilgili. korsan * Düşman veya kendi ulusunun gemilerine saldıran deniz haydudu.
* Başkalarının hakkınızor kullanarak alan kimse.
* Bir hakkı izinsiz olarak kullanan.korsanlık * Korsan olma durumu.
* Bir hakkı izinsiz olarak kullanma.korse * Güzellik veya sağlık gayesiyle kullanılan esnek iç giysisi. korseci * Korse yapan veya satan kimse. korsecilik * Korse yapma veya satma işi. korseli * Korsesi olan. korsesiz * Korsesi olmayan. kort * Tenis oynanan alan. korte * Âşıktaşlık, flört. korte etmek * âşıktaşlık etmek. kortej * Bir devlet büyüğünün yanında bulunan kimseler, maiyet, maiyet alayı.
* Bayram, cenaze gibi törenlerde sıra hâlinde giden insan topluluğu, alay.korteks * Beyin zarı. kortizon * Böbrek üstü bezi kabuğunun salgıladığıhormonlardan biri. kortizonlu * Birleşiminde kortizon olan. kortizonlu ilâç * İltihaplanmada, alerjilerde ve bazıkan hastalıklarının tedavisinde kullanılan, birleşiminde kortizon olan ilâç. koru * Bakımlıküçük orman. korucu * Orman veya kır bekçisi.
* Kırsal bölgede güvenlik güçlerine yardımcı olan sivil görevli.korucuk * Küçük koru. koruculuk * Korucu olma durumu veya korucunun işi. korugan * Ağaç gövdeleriyle yapılmışve çevresinde kazılıçukuru bulunan, korunmaya elverişli, kare biçimindeki ev.
* Ateşetmeye imkân verecek şekilde hazırlanmışdelik ve mazgalları bulunan yer.koruk * Henüz olgunlaşmamışekşi üzüm. koruk lüferi * Ağustosta avlanan turfanda lüfer. koruk suyu * Koruğun ezilmesiyle elde edilen sıvı. koruk şerbeti * Koruktan yapılmış bazen nane veya oğul otu katılan şerbet. koruluk * Koru durumunda olan sık ağaçlıyer. koruma * Can güvenliğinin tehlikede olduğu düşünülen bir kimseyi saldırılardan korumak üzere görevlendirilmişkişi. koruma polisi * Can güvenliği tehlikede olduğu düşünülen bir kimseyi korumak üzere eğitilmişve bazıözel aletlerle
donatılmışemniyet görevlisi.koruma ünsüzü * Bağlantıünsüzü. korumak * Bir kimseyi veya bir şeyi dışetkilerden, tehlikeden veya zor bir durumdan uzak tutmak, muhafaza etmek,
vikaye etmek, sıyanet etmek.
* Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi her türlü tehlikeden esirgemek, onu desteklemek,
himaye etmek.
* Tehlikeye karşıdenetimi altında bulundurmak, savunmak, müdafaa etmek.
* Tehlikeli, zararlıdurumlarıönlemek.
* Bir şeyin eskimesini, yıpranmasınıönlemek için gereken dikkat ve özeni göstermek.
* Süregelen bir durumun değişikliğe uğramasınıönlemek.
* Karşılamak, denk gelmek.korumalık * Koruma sağlayan şey. korun * Üst derinin en dıştabakası. korun dokusu * Korun tabakasınıve bu tabakanın değişimiyle oluşan tırnak, boynuz vb. yi yapan doku. korunak * Korunmak için yapılmışyer; sığınılan, saklanılan yapı, mağara gibi yer.
* Koruyan, esirgeyen, saklayan yer veya kimse.korunaklı * Korunağı olan. korunaksız * Korunağı olmayan. koruncak * Ambalâjlanan malıdışetkilere karşıkorumak için ambalâj çatısına çakılan tahta, kontrplâk vb. malzeme,
mahfaza.korunga * Yabanî yonca, tirfil. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 134
korungalık * Tirfil tarlası. korunma * Korunmak işi. korunma görmek * anlayışveya hoşgörü ile karşılanmak. korunmak * Kendini korumak, sığınmak, sakınmak.
* Korumak işine konu olmak.korunum * Korunmak işi, muhafaza. korunumlu * Mekanik enerjisini değişmez kalan (sistem). koruyucu * Korumak işini yapan, gözetici, hami.
* Koruyan kimse, muhafız.
* Asalağıdışortamda yok eden, onun konakçıya ulaşmasına engel olan (ilâç veya işlem).koruyucu hekimlik * Hastalık ortaya çıkmadan önce alınacak önlemlerle ilgilenen hekimlik dalı. koruyucu ünsüz * Türkçede ünlü ile biten bir kelimeye ünlüyle başlayan bir ek getirilince araya giren -y- ünsüzü: Anne-y-e,
evde-y-iz gibi.koruyuculuk * Korumak işi, himaye. koruyuş * Korumak işi veya biçimi. korvet * Denizaltılara karşıözel olarak silâhlandırılan bir çeşit küçük savaşgemisi. korza * Denizin içinde iki zincirin biribirine dolaşması. kosa * Bir çeşit uzun saplı orak. kosinüs * Tümler açının sinüsü, (cos). koskoca * Çok büyük, muazzam.
* Boyca uzun.koskocaman * Çok büyük, çok iri, muazzam.
* Geniş, büyük, kalabalık.kosmos * 343 kozmos. kostak * Zarif, kibar, çalımlı, güzel giyinmiş, yakışıklı.
* Yiğit, kabadayı, yürekli.kostaklanma * Kostaklanmak işi. kostaklanmak * Zarif, kibar görünmeye çalışmak, çalım satmak, gösterişyapmak. koster * Kıyılimanlarıarasında seferler yapmak üzere inşa edilmişve donatılmışküçük yük gemisi. kostik * Hayvan ve bitki dokularınıyakan, aşındıran. kostüm * Ceket, pantolon ve bazen de yelekten oluşan erkek takım giysisi.
* Çoğunlukla sokakta giyilmek için dikilmişkadın giysisi.kostümcü * Kostüm diken, hazırlayan veya satan (kimse). kostümlü * Kostüm giymişolan.
* Alışılmışve günlük giysilerin dışında bazıözel giysiler giyilen.kostümlük * Kostüm yapmaya elverişli. koşa * Çift, eş, ikiz.
* Hep birlikte.koşa karımak * birlikte yaşlanmak (yeni evlenenlere dilek olarak söylenir). koşa koşa * koşarak. koşaç * İsim cümlelerinde özne ile yüklemi birleştiren, yükleme olumluluk veya olumsuzluk, süreklilik, kesinlik,
güçlü ihtimal kavramlarıveren -dır/-dir eki veya değil kelimesi.koşalık * Koşa olma durumu. koşaltı * İki hayvanı birbirine koşma veya bağlama. koşam * Avuç.
* İki avuç dolusu.koşamlama * Koşamlamak işi. koşamlamak * İki elle avuçlamak. koşar adım * Toplu jimnastikte yapılan hafif tempolu koşu.
* Hızlıadımlarla, koşarcasına.koşin * Ağır, hareketsiz, bol ve kabarık tüylü bir tavuk ırkı. koşma * Koşmak işi.
* Sazla okunmak için hece ölçüsü ile yazılmış, ilk parçasının birinci, ikinci ve dördüncü dizeleriyle öteki
parçaların dördüncü dizeleri birbiriyle, kalan dizeler de kendi aralarında uyaklı, konularısevgi ve doğa olayları olan bir
halk şiiri.
* Bir halatı, ağacıpekiştirmek için yanına konulan halat veya ağaç.koşmaca * Birbirini kovalayarak oynanan bir çocuk oyunu. koşmak * Adım atışlarınıartırarak ileri doğru hızla gitmek.
* Bir yere ivedilikle gitmek.
* Bir işle çok ilgilenmek, koşuşturmak.
* Koşuya çıkmak.
* (ardından veya peşinden zarflarıyla ) Kovalamak, üstüne düşmek, izlemek.koşmak * Birlikte işgörmesi için bir şeyi başka birinin yanına katmak, arkadaşolarak vermek.
* Hayvanı çekeceği şeye bağlamak.
* Şart ileri sürmek.
* Birini, bir işte görevlendirmek.koşnil * Kırmız böceğinin güzel lâl boya çıkarılan bir türü, kabuklu bit (Coccus coeti). koşturma * Koşturmak işi. koşturmak * Koşmak işini yaptırmak.
* Çabucak göndermek.
* Çabalamak, uğraşmak.koşturulma * Koşturulmak işi veya durumu. koşturulmak * Koşmak işi yaptırılmak. koşu * Koşarak yapılan yarış.
* At yarışı.koşu atı * Koşu için yetiştirilmişat. koşu koparmak * hızla koşuvermek, çabucak atılıp gitmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 135
koşu yolu * Sağlıklıyaşam için orman içlerinde veya yol kenarlarında özel olarak düzenlenmişşerit hâlinde toprak yol. koşucu * Koşuya katılan yarışçı. koşuk * Nazım, manzume.
* Koşma, türkü.koşul * Şart.
* Bir antlaşmada belirlenen hükümlerden her biri.
* Bir şeyin kendi özelliğini kazanması için, bulunması gereken durum, gerekli olan özellik.koşullama * Şartlamak işi. koşullamak * Şartlıduruma getirmek. koşullandırma * Şartlandırmak işi, şartlandırma. koşullandırmak * Şartlandırmasına sebep olmak, şartlandırmak. koşullanma * Şartlanmak işi. koşullanmak * Şartlara bağlıkalmak, şartlanmak. koşullu * Şartlı, meşrut.
* Şartlanmışolan (şey).koşullu tepke * Doğal olmayan, sonradan kazandırılan tepkenin bir uyaran karşısında ortaya çıkması biçiminde beliren
tepke, şartlırefleks.koşullu yan cümle * Şartlıyan cümle. koşulma * Koşulmak işi. koşulmak * Koşmak (II) işi yapılmak.
* Sürülmek, gönderilmek.
* Herhangi biri koşmak (I).koşulsuz * Şartsız. koşulsuz tepke * Herhangi bir şartlandırma sürecinin başında belirli bir uyaranla sağlanan doğal tepke, şartsız refleks. koşum * Araba hayvanının kayıştakımı.
* Hayvanın arabaya koşulması.koşum atı * Arabaya koşulan at veya hayvan. koşum hayvanı * 343 koşum atı. koşum takımı * 343 koşum. koşumcu * Araba hayvanlarının kayış bölümünü yapan kimse. koşumlu * Koşum geçirilmiş, koşulmuş(hayvan). koşun * Asker, yan yana durmuşasker dizisi, saf.
* Yan yana dizilmişinsanların oluşturduğu dizi.
* Koşu, yarış.koşun bağlamak * koşun durumuna girmek, saf tutmak. koşun koşun * Dizi dizi, sıra sıra. koşuntu * Bir adamın yanında bulunanlar, yardakçılar, tayfa. koşuşa koşuşa * Koşuşarak. koşuşma * Koşuşmak işi. koşuşmak * Birlikte ve birden koşmak.
* Koşuşturmak.koşuşturma * Koşuşturmak işi. koşuşturmak * Bir işi izlemek veya birçok işi yapmak amacıyla sürekli olarak gidip gelmek, koşuşmak. koşut * (iki veya daha çok doğru için) İkişer ikişer aynıdüzlem içinde bulunan ve kesişmeyen, muvazi, paralel.
* Aynızaman içinde gelişen, aynıözellikleri gösteren (olay, düşünce vb.), paralel.koşutçuluk * Kişide, ruhsal olaylarla, bedensel olaylar arasında koşutluk bulunduğunu ileri süren öğreti, paralelizm. koşutlaştırma * Koşutlaştırmak işi. koşutlaştırmak * Birine koşut duruma getirmek, paralelleştirmek. koşutluk * İki çizginin koşut olması, paralellik, muvazat.
* (olay, düşünce vb. için) Aralarında benzerlik bulunmasıdurumu.kot * Giysi yapılan bir tür pamuklu kumaş.
* Bu kumaştan yapılan (giysi).kot * Temel ile zemin arasındaki yükseklik. kota * Bir ülkede kontenjan sisteminden ithal edilecek malların çeşitlerini ve çeşit oranlarınıveya miktarlarını
gösteren liste.
* Bazıülkelerde, sinemalarda belirli bir süre oynatılmasızorunlu olan yerli film sayısının yabancıfilmlere
oranı.kotan * Pulluk, büyük saban. kotarılma * Kotarılmak işi. kotarılmak * Kotarmak işi yapılmak. kotarma * Kotarmak işi. kotarmak * Pişen yemeği başka kaba boşaltmak.
* Bir işi tamamlamak, bitirmek.
* Yemek için hazırlık yapmak.kotlama * Kotlamak işi. kotlamak * Kotlarla göstermek.
* Bir harita veya taslaktaki miktarın kotlarınıkoymak, rakamlamak.kotlet * Pirzola. kotletpane * Galeta ununa bulanarak yağda kızartılmışpirzola. koton * Pamuktan yapılmışolan (kumaşvb.). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 131
kopolimer * Kopolimerleşme ile elde edilen madde. kopolimerleşme * Doymamış birleşikler karışımının büyük moleküller vererek polimerleşmesi. kopoy * Orta boylu, düşük kulaklı, tüyleri kısa bir tür av köpeği. kopuk * Kopmuş.
* Toplum kurallarına aldırmayan erkek, işsiz, güçsüz, serseri.kopukluk * Kopuk olma durumu.
* Kopuğa yaraşır davranış.kopuksuz * Ara vermeden, durmaksızın. kopuntu * Kopmuşparça, diaspora. kopup gelmek * uzak bir yerden ayrılarak gelmek. kopuz * Ozanların çaldığıtelli Türk sazı. kopuzcu * Kopuz çalan kimse. kopya * Bir sanat eserinin veya yazılı bir metnin taklidi.
* Suret çıkarma işi.
* Bir sınavda sorularıcevaplamak için başka birinden veya yerden gizli yoldan yararlanma.
* Yazılısınavda gizlice bakmak için hazırlanmışkâğıt.
* Taklit edilmişolan.kopya çekmek (veya yapmak) * (genellikle yazılısınavlarda) sorularıcevaplamak için gizlice bir kaynağa bakmak. kopya defteri * Mektup kopyalarının çıkarıldığı ince yapraklıdefter. kopya etmek (yapmak veya kopyasınıçıkarmak) * (bir yazıveya eser için) aslına bakarak aynınıveya benzerini oluşturmak. kopya kâğıdı * Birkaç kopya çıkarmak için beyaz kâğıtların arasına konulan karbonlu kâğıt. kopya kalemi * Yazısıkopya kâğıdıyla birkaç kâğıda birden çıkan sert, mor renkli bir tür kalem. kopya mürekkebi * Yazısı, üzerine konulan kâğıda ancak ıslatılınca çıkan mürekkep. kopya vermek * sınavda sorulara cevap vermesi için bir kimseye gizlice yardımda bulunmak. kopyacı * Yazılısınavlarda kopya yapan öğrenci.
* Özgün eser vermeyip başkalarının eserlerini kopya eden kimse.kopyacılık * Kopya yapma işi. kopyalama * Kopyalamak işi.
* Geliştirilmişözel yöntemlerle bir canlının ikizini, tıpkısınıyapma.
* Basılı bir malzemeyi tıpkı basım yöntemiyle aynen çoğaltma.kopyalamak * Aynısınıveya benzerini çoğaltmak.
* Bir canlının geliştirilmişözel yöntemlerle ikizini veya benzerini yapmak.kopyalanmak * Özdeşleşmek, bütünleşmek. kopye * Bkz. kopya. kor * İyice yanarak ateşdurumuna gelmişkömür veya odun parçası.
* Kırmızı.
* Büyük acı, üzüntü, sıkıntı.kor * Kolordu kelimesinin kısaltması: Korgeneral. kor dökmek * yanınca dayanıklıkor durumuna girmek. kor gibi * kıpkırmızı, ateşgibi. kor gibi yanmak * çok parlamak. kora * Başlıca belirtisi kısa, çabuk, değişken güçte irade dışı hareketler olan bir hastalık. koral * Dinî ezgi veya kaynağıdinî ezgi olan orkestra parçası. koramiral * Deniz kuvvetlerinde, tümamiral ile oramiral arasındaki, kara kuvvetlerindeki korgeneralin deniz
ordusundaki dengi olan amiral rütbesi.koramirallik * Koramiralin rütbesi.
* Koramiralin makamıve görevi.kordalılar * Sölomları iyi gelişmişçok hücreli hayvanlar topluluğu. kordiplomatik * Bir yerde bulunan elçi ve elçilik görevlilerinin topluluğu, elçiler topluluğu. kordon * Çoğu ipekten yapılmışkalın ip.
* Saat veya madalyon gibi şeyleri asmaya yarayan çoğunlukla ince zincir.
* İnce tellerden örülen ve özellikle ev araçlarında kullanılan elektrik iletkeni.
* İnce uzun sıralar durumunda yapılmışoymalıduvar veya mobilya süsü.
* Teneke ve çinkodan yapılan eşyaların üstüne süs yapmak için kullanılan araç.
* Bir yere girip çıkmayıdenetim altına almak için görevlilerden oluşturulan dizi.
* Kabaran denizin kumsalda bıraktığıdöküntü katmanı.kordon altına almak * bir yere girişçıkışıönlemek için o yeri görevlilerce, korumak. kordon boyu * Denize kıyısı olan şehirlerde kıyı boyunca uzanan imarlıyol. kordone * Sim, gümüşveya ipek ipliklerin bükülmesiyle hazırlanan ve el işlemelerinde kullanılan ince kordon.
* Üç katlı bükülmüşipek ipliği.Korece * Kore dili. koregraf * Baleyi oluşturan adım ve figürleri düzenleyen sanatçı.
* Koreografi eserleri yazarı.koregrafi * Dans adımlarının kâğıda geçirilmesi.
* Bir baleyi oluşturan adım, figür ve anlatımların bütünü.korekt * Doğru. korelâsyon * Bağlılaşım. Koreli * Kore halkından olan (kimse). koreograf * Koregraf. koreografi * Koregrafi. korgeneral * Kara ve hava kuvvetlerinde görevi kolordu komutanlığı olan, tümgeneralle orgeneral arasındaki rütbe. korgenerallik * Korgeneral rütbesi.
* Korgeneralin makamıve görevi.korida * Boğa güreşi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 132
koridor * Bir yapıya girmeyi sağlayan veya odaları birleştiren genellikle dar geçit, geçenek.
* Geçmeye yarayan dar ve uzun aralık, dehliz.
* İki devlet arasındaki dar toprak parçası.korindon * Birleşimi alüminyum oksit olan, cam parlaklığında, saydam ve türlü renklerde, elmastan sonra en sert
mineral.kork aprilin beşinden, öküzü ayırır eşinden * eskiden halk arasında nisan ayı için kullanılan april ayının beşinde çift süren iki öküzü birbirinden ayıracak
kadar hava soğuk olur.korka korka * Korkarak. korkak * Çok çabuk ve olmayacak şeylerden korkan (kimse, hayvan). korkak bezirgan ne kâr eder ne zarar (veya ziyan) * işyapmaya korkan tüccar, kendisini zarardan korumuşolur, ama kazanç da sağlayamaz. korkakça * Korkak bir biçimde. korkaklık * Korkak olma durumu.
* Korkakça davranış.korkaklık etmek * korkak davranmak. korkalama * Korkalamak işi. korkalamak * Korkar gibi olmak, biraz korkmak. korkma * Korkmak işi. korkmak * Korku duymak, ürkmek, dehşete kapılmak.
* Kaygıduymak, endişe etmek.
* Çekinmek, sakınmak, saygıduymak.
* Yapamamak, cesaret edememek.korktuğu başına gelmek (veya korktuğuna uğramak) * düşünülen kötü durum gerçekleşmek. korku * Bir tehlike veya bir tehlike düşüncesi karşısında uyanan kaygıduygusu.
* Kaygı, üzüntü.
* Kötülük gelme ihtimali, tehlike, muhatara.
* Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acıkarşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız
kuruması, kalp ve solunum hızlanması gibi belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren
duygu.korku dağları bekler (veya aşırır) * korku her yerde varlığınıduyurur. korku damarı * Kasıklarda olduğu sanılan, korkuyu atlatmak için sıkılması gerektiğine inanılan damar. korku düşmek (veya korkuya kapılmak) * endişelenmek, korkmak. korku saçmak * herkesi korkutmak. korku vermek * korkutmak. korkudan çıldırmak * aşırıkorku yüzünden aklınıyitirmek, delirmek. korkulma * Korkulmak işi. korkulmak * (herhangi biri) Korkmak.
* Kaygıduyulmak.korkulu * Korku veren, korkutan.
* Kendisinden kötülük gelebilen, tehlikeli.korkulu rüya (veya düş) görmektense uyanık yatmak evlâdır (veya yeğdir) * tehlikeli bir işe girişmektense o işin sağlayacağıkazançtan vazgeçmek daha iyidir. korkuluk * Tarlalarda, bağ, bahçe ve bostanlarda kuşların zarar vermesini önlemek için konulan, insana benzeyen
kukla.
* Düşme tehlikesi olan yerlere çekilen duvar veya parmaklık.
* Kendisine verilen işi yapmayan veya ancak yer doldurmaya yarayan kimse veya topluluk.korkunç * Çok korkulu, korku veren, dehşete düşüren, müthiş.
* (herhangi bir özelliğiyle) şaşkınlık veren.
* Çok aşırı, pek çok, güçlü, şiddetli.korkunçlaşma * Korkunçlaşmak işi. korkunçlaşmak * Korkunç bir duruma gelmek, korkunç bir durum almak. korkunçlaştırma * Korkunçlaştırmak işi. korkunçlaştırmak * Korkunç bir duruma getirmek. korkunçluk * Korkunç olma durumu. korkunun ecele faydasıyoktur * kişi korkmakla kendisine gelecek bir kötülüğü önleyemez. korkusuz * Korkusu olmayan, yürekli, pervasız.
* Korku vermeyen, tehlikesiz.korkusuzca * Korkusuz olarak, korkmadan. korkusuzluk * Korkusuz olma durumu. korkutma * Korkutmak işi. korkutmaca * Korkutma amacıyla yapılan (şey veya davranış). korkutmak * Korkmasına yol açmak.
* Kaygıya düşürmek.
* Gözdağıvermek.korkutucu * Korku veren. korkuya kesmek * korkmak. korlanma * Korlanmak işi. korlanmak * Kor durumuna gelmek. korlaşma * Korlaşmak durumu veya biçimi. korlaşmak * Kor hâline gelmek. korluk * Kor olma durumu.
* Mangal.korna * Motorlu taşıtlarda, bisikletlerde sesle işaret vermek için kullanılan ve içinden hava geçirilerek çalınan boru,
klâkson.
* Bu borudan çıkan ses.kornea * Gözde saydam tabaka. korner * Köşe. korner atışı * 343 köşe atışı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 130
konvansiyon * Anlaşma.
* Bir anayasa yapmak veya bir anayasayıdeğiştirmek için toplanan olağanüstü geçici meclis.konvansiyonel * Anlaşma ile ilgili, uzlaşma ile ilgili. konveks * Dış bükey, muhaddep. konveksiyon * Isıyayımı, iletim. konvektör * Isıyayar. konvensiyonel silâh * Taraflarca gücü, niteliği bilinen ve klâsik olarak kabul edilen nükleer ve kimyasal silâh dışında kalan savaş
aracı.konvertibilite * (para için) Serbestçe dövize çevrilebilirlik. konvertibl * (para için) Serbestçe dövize çevrilebilir. konvertisör * Değiştirgeç. konveyör * Yükü havadan veya yerden taşımaya yarayan ve kapalıdevre çalışan alet.
* Koruyucu gemi, refakat gemisi.konvoy * Aynıyere giden taşıt veya yolcu topluluğu, kafile.
* Savaşgemilerince korunan yük gemileri katarı.konyak * İspirto derecesi yüksek, özel kokulu, sarımtırak renkte bir tür içkinin patent adı. kooperatif * Ortak ihtiyaçlarıelverişli şartlarla karşılamak için kurulan, kâr amacı olmayan ortaklık.
* Üreticilerin, aracıyı ortadan çıkararak ürünlerini daha iyi şartlarda pazarlamak için kurdukları ortaklık.kooperatifçi * Kooperatif üyesi.
* Kooperatif yöneticisi.kooperatifçilik * Kooperatif kurma ve işletme işi. kooperatifleşme * Kooperatifleşmek işi. kooperatifleşmek * Ekonomiyi kooperatiflere dayamak. koordinasyon * Belli bir amaca ulaşmak için çeşitli işler arasında bağlantı, uyum, düzen sağlama, eşgüdüm. koordinat * Belirli bir molekül içinde özel bir konuma sahip bir atoma bağlı olan atom veya atom grubu. koordinatlar * Apsis, kot ve ordinatın ortak adı. koordinatör * Çeşitli işler arasında düzen ve uyum sağlayan kimse, eşgüdümcü. koordine * Koordinasyonla ilgili. koordine etmek * uyum ve düzen sağlamak. kopal * Tropik bölgelerde yetişen, bazıerguvangillerden çıkarılan ve cilâ yapmakta kullanılan bir çeşit reçine. kopanaki * El ile bir çeşit dantel örmek için kullanılan silindir biçimli araç.
* Bu araç üstünde örülen bir tür dantel.koparan * Kolları geriye sarkık cepken biçiminde, beyaz keçeden yapılmışkaytanla işlemeli bir çeşit ceket. koparılma * Koparılmak işi. koparılmak * Koparmak işi yapılmak. koparıp atmak * koparmak.
* ilgisini kesmek, önem vermemek.koparış * Koparmak işi veya biçimi. koparma * Koparmak işi.
* Çömelik bir durumda, ayakları oynatmadan, halteri göğüs hizasına kaldırdıktan sonra ayaklarıaçarak
kalkma.koparmak * Kopmasını sağlamak, kopmasına yol açmak.
* Daldan, ağaçtan alıp toplamak.
* Güçlükle elde etmek.
* Birden ve güçlü bir biçimde başlamak veya başlatmak.
* Zor kullanarak almak.
* Birlikte koşan yarışçıyıüstün bir çaba ile hızlanıp geçmek.kopartılma * Kopartılmak işi. kopartılmak * Kopartmak işi yapılmak. kopartma * Kopartmak işi. kopartmak * Koparmak işini yapmak. koparttırma * Koparttırmak işi. koparttırmak * Kopartmak işini yaptırmak. kopça * Bir giysinin iki yanını bitiştirmeye yarayan ve metal bir halka ile bir çengelden oluşan araç. kopçalama * Kopçalamak işi. kopçalamak * Kopça ile iliklemek. kopçalanma * Kopçalanmak işi. kopçalanmak * Kopça ile iliklenmek. kopçalı * Kopçası olan, kopça ile iliklenen. kopçasız * Kopçası olmayan. kopek * Rublenin yüzde biri değerinde para birimi. kopil * Arsız sokak çocuğu.
* Piç.kopkoyu * Çok koyu. kopma * Kopmak işi. kopmak * Herhangi bir yerinden ikiye ayrılmak.
* Yerinden ayrılmak.
* Gövdeden ayrılmak.
* (gürültülü veya tehlikeli olaylar için) Birdenbire başlamak veya ortaya çıkmak.
* Bütün ilişkileri kesilip büsbütün ayrılmak veya uzaklaşmak.
* Uzaklaşmak, kurtulmak.
* Çok ağrımak.
* Koşmak, hızla gitmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 129
konuklamak * Konuk almak.
* Yemeğe çağırmak.konukluk * Konuk olma durumu, misafirlik. konuksever * Konuklarına iyi davranan, onları iyi ağırlayan ve kendisine konuk gelmesinden hoşlanan, misafirperver,
mükrim.konukseverlik * Konuksever olma durumu, misafirperverlik. konulma * Konulmak işi. konulmak * Koymak veya konmak işi yapılmak. konulu * Konusu olan, mevzulu. konum * Bir kimsenin veya bir şeyin bir yerdeki durumu veya duruş biçimi, pozisyon.
* Durum, yer, vaziyet, pozisyon.
* Yeryüzünde bir noktanın, enlem ve boylamların yardımıyla bulunan yeri.
* Bir şehrin uzak ve yakın çevresiyle her türlü ilişkisini sağlayan ve şehrin gelişmesini etkileyen coğrafî
şartlarının bütünü.konumlama * Konumlamak işi. konumlamak * Konum durumunu kazanmak. konumlandırma * Konumlandırmak işi. konumlandırmak * Bir ürünü veya hizmeti rakiplerinden ayırmak için pazarlama çalışmasıyapmak. konumlanma * Konumlanmak işi. konumlanmak * Yerleşmek, yer almak. konur * Esmer, açık kestane renginde olan. konur al * Kumral. konusuz * Konusu olmayan, mevzusuz. konuş * Konmak işi veya biçimi.
* Konum.
* Bütün imkânlar göz önünde tutularak kara, hava ve deniz birliklerinin yerleştirilmesi biçimi.konuşkan * Konuşmayı, lâkırdıyıseven, çok konuşan. konuşkanlık * Konuşkan olma özelliği. konuşlandırma * Konuşlandırmak işi veya durumu. konuşlandırmak * Savaş araç ve gereçlerini stratejik bir bölgede toplamak. konuşlanma * Konuşlanmak işi veya durumu. konuşlanmak * Belli bir yere veya bölgeye mevzilenmek. konuşma * Konuşmak işi.
* Görüşme, danışma, müzakere.
* Dinleyicilere bilim, sanat, edebiyat gibi bir konuda bilgi vermek için yapılan konuşma, konferans.konuşma bozukluğu * Bazısesleri gereği gibi çıkaramamaktan ileri gelen söyleyiş, kötü telâffuz etme. konuşma dili * Günlük yaşayışta kullanılan ve yazıdilinden az çok farklarla ayrılmış bulunan dil. konuşma güçlüğü * Bazıkonuşma organlarının gereği gibi çalışmamasısebebiyle rahat ifade edememe. konuşma korkusu * Tutukluk. konuşma merkezi * Beynin, konuşma işlevini denetleyen bölümü. konuşma yapmak * topluluk karşısında bir konuda konuşmak. konuşma yetersizliği * Beklenen düzeyde veya yeterli ölçüde konuşamama. konuşmacı * Bir toplulukta konuşan kimse, hatip, konferansçı. konuşmak * Bir dilin kelimeleriyle düşüncesini anlatmak.
* Belli bir konudan söz etmek.
* Bir konuda karşılıklısöz etmek, sohbet etmek.
* Söylev vermek, konuşma yapmak.
* Konuşma dili olarak kullanmak.
* Düşüncesini herhangi bir araç kullanarak anlatmak.
* İlişki kurmak veya ilişkiyi sürdürmek.
* Belli bir biçimde söylemek.
* Geçerli olmak, etkin olmak.
* Şık ve zarif görünmek.
* Flört etmek.
* Becermek, uzman gibi yapabilmek.
* Dargın bulunmamak.konuşmama hakkı * Adlî makamlarda suçluya tanınan ifade vermeme hakkı. konuşmaya dalmak * başka şeylerle ilişkiyi keserek belli bir konudan söz etmek. konuşturma * Konuşturmak işi. konuşturmak * Konuşmasını sağlamak, konuşmasına yol açmak.
* Bir müzik aracınıçok güzel çalmak.konuşu * Kolokyum. konuşucu * Kusursuz, düzgün, güzel, tatlısöz söylemesini bilen. konuşulma * Konuşulmak işi. konuşulmak * Konuşmak işine konu olmak.
* Herhangi biri konuşmak.konuşumluk * Bir konuşma süresi miktarı. konut * Bir insanın yatıp kalktığı, işzamanıdışında kaldığıveya tüzel kişiliği olan bir kuruluşun bulunduğu ev,
apartman gibi yer, mesken, ikametgâh.konut * Bir bilimin kuruluşunda temel görevi görmekle birlikte belik’ten daha az olma ve tanımlanmayan ilkel
gerçek, koyut, postulat: Eukleides’in “bir noktadan bir doğruya ancak bir parelel çizilebilir” yolundaki konutu gibi.konut belgesi * Yurttaşların bazıresmî işlerini yürütürken gerekli olan, oturduklarıyerin muhtarından aldıkları belge,
ikametgâh ilmühaberi.konut dokunulmazlığı * Belli hukukî şartların dışında, kişilere ait konutlara girilmemesi, arama yapılmamasıve eşyaya el
konulmamasıdurumu.konut fonu * Toplu konut yapımı için devletçe oluşturulan fon. konut kredisi * Konut almak için banka vb. kurumlardan belli bir vadeye yayılmışolarak ödünç alınan para. konutlanmak * Konut olarak kullanmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 126
kondisyon bisikleti * Vücut sağlığınıkorumak ve geliştirmek amacıyla sabit, tekerleksiz, üzerinde, pedalların direnç derecesini
ayarlayan bir mekanizmanın bulunduğu araç.kondom * Kaput, prezervatif. kondurma * Kondurmak işi. kondurmak * Konmak işini yaptırmak.
* Gelişigüzel takmak, iliştirmek.
* Üzerine yormak.
* Birden yapıvermek veya söyleyivermek.kondüit * Sahneye çıkma sırası gelen kişileri uyarmakla görevli kimse. kondüktör * Yolcu trenlerinde biletleri denetleyen ve vagon işlerine bakan görevli. kondüktörlük * Kondüktör olma durumu veya kondüktörün görevi. konektör * (demir yollarında) Fren kumanda kollarınıdingilin üzerine bağlayan ve her iki ucunda kumanda kolunun
girmesine uygun deliği bulunan parça veya düzen.konfederasyon * Devletler birliği.
* Çeşitli ortaklıkların, daha çok sendikaların kümeleşmesi.konfederatif * Konfederasyonla ilgili olan. konfedere * Birleşmişdevletlerin, toplulukların her biri. konfeksiyon * Hazır giyim eşyası.
* Hazır giyim eşyasıdiken sanayi kolu.konfeksiyon mağazası * Giyim evi. konfeksiyoncu * Konfeksiyon işleriyle uğraşan kimse. konfeksiyonculuk * Hazır giyim eşyasıyapma veya satma işi. konferans * Dinleyicilere bilim, sanat, edebiyat gibi bir konuda bilgi vermek için yapılan konuşma.
* Milletler arası bir sorunun çözülmesi için yapılan toplantı.konferans çekmek * karşısındakini bıktıracak bir biçimde uzun veya öğüt verircesine konuşmak. konferans vermek * herhangi bir konuda bilgi verecek biçimde konuşma yapmak. konferansçı * Konferans veren kimse, konuşmacı, hatip. konferansçılık * Konferans verme işi. konfeti * Düğün, balo gibi eğlencelerde serpilen, küçük yuvarlak pul biçiminde kesilmişrenkli kâğıt parçaları. konfor * Günlük hayatıkolaylaştıran maddî rahatlık. konforlu * Konforu olan. konformizm * Bkz. uymacılık. konforsuz * Konforu olmayan. konforsuzluk * Konforsuz olma durumu. konglomera * Yığışım. Kongolu * Kongo halkından olan (kimse). kongövde * Palmiyelerde olduğu gibi, üzerinde yaprak kalıntıları, izleri bulunan dalsız, budaksız gövde. kongövdeli * Gövdesi kongövde olan (bitki). kongre * Çeşitli ülkelerden yöneticilerin, elçilerin, delegelerin katılmasıyla yapılan toplantı.
* Bir kuruluşun, temel sorunlarıkonuşmak üzere belli sürelerle yaptığı genel toplantı, kurultay.
* Amerika Birleşik Devletlerinde Temsilciler Meclisi ile Senatonun bir arada iken aldıklarıad.koni * Durağan bir noktadan geçen ve kapalı bir eğriye dayanarak hareket eden bir doğrunun çizdiği yüzey,
mahrut.
* Bu yüzeyle sınırlıkatıcisim.
* Koni biçiminde olan.
* Çembersel bölge üzerindeki her noktanın çember düzlemi dışındaki bir nokta ile birleşiminden oluşan
geometrik cisim.konik * Koni biçiminde olan veya koni ile ilgili olan, mahrutî.
* Tabanıdaire biçiminde olan bir koninin bir düzlemle ara kesiti.koniklik * Konik olma durumu. konişmento * Bkz. konşimento. konjonktür * Bir ülkenin ekonomik hayatının yükselme ve alçalma yönünde gösterdiği inişli çıkışlı, dalgalı hareketlerin
bütünü.
* Her türlü hâlin ve şartların ortaya çıkardığıdurum.konkasör * (yapıcılıkta) Yol, yapıvb. yapımında kullanılacak çakıl veya taşlarıelde etmek için, büyük kayalarıkırıp
ufalamaya yarayan makine, kırma makinesi.konkav * İçbükey, obruk, mukaar. konken * Bir çeşit iskambil oyunu. konkordato * Batık durumunda alacaklıların, alacaklarını belli bir plâna göre almaları için aralarında yaptıklarısözleşme,
iflâs anlaşması.
* Papalık makamıyla başka hükûmetler arasında yapılan anlaşma.konkre * Somut, müşahhas. konkret * 343 Konkre. konkur * Yarış, yarışma. konkurhipik * Yalnız spor amacıyla yapılan at yarışı. konma * Konmak işi. konmak * (kuş, kelebek, uçak, toz vb). Bir yere inmek.
* Yolculukta geceyi geçirmek için bir yerde kalmak, konuk olmak.
* Kısa bir süre için bir yere yerleşmek, bir yeri yurt edinmek.
* Bir şeyi emeksiz edinmek.konmak * Koymak işi yapılmak. konnektör pensi * Birden fazla kablonun birbirine tutturulmasınısağlayan araç. konsa * Taşlık, katı. konsantrasyon * Bir sıvı içindeki su veya sıvımiktarıazalarak koyulaşma, derişme, yoğunlaşma.
* Bkz. dikkat toplaşımı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 127
konsantre * Yoğunlaştırılmış, yoğun.
* Derişik.konsantre etmek (veya olmak) * düşünceyi, duyguyu, gücü bir noktada toplamak.
* bilenmek.konsensüs * Uzlaşma, mutabakat. konsept * Kavram. konseptüalizm * Kavramacılık. konser * Sanatçıların müzik eserlerini bir topluluğa çalmasıveya söylemesi.
* Sürekli gürültü.konser vemek * dinleyicilere, müzik eserlerini çalmak veya söylemek. konserto * Bkz. konçerto. konservatör * Tutucu, muhafazakâr. konservatuvar * Müzik, tiyatro ve bale öğretiminin yapıldığı okul. konserve * (yiyecek için) Isı ile sterilize edilerek uzun zaman saklanabilecek biçimde kutulanan.
* Bu yolla hazırlanmışyiyecek.konservecilik * Konserve yapma veya satmak işi. konsey * Yönetim görevi yüklenmişkimselerden oluşmuş, topluluk.
* Bazısorunları görüşüp tartışmak için toplanan meclis.konsol * Duvar kenarına yerleştirilen, üstüne ayna ve başka süs eşyasıkonulan, çekmeceli, yüksek mobilya.
* Yalnız bir yanındaki dayanak tarafından taşınan, diğer bölümleri boşlukta olan yatay yapıöğesi.konsol saati * Konsol gibi düz yerlere oturtulacak biçimde yapılmışsaat. konsolidasyon * Kısa vadeli bir devlet borcunun yerine uzun vadeli bir borcun alması, tahkim. konsolide * Vadesi uzatılan (borç), pekiştirilmiş. konsolide bütçe * Destekli bütçe. konsolit * Vadesi belli olmayan ve yalnızca faizi ödenen devlet tahvili.
* Bir tür iskambil oyunu.konsolitçi * Tahvil, hisse senedi vb. şeyleri alıp satan kimse. konsolos * Yabancıülkelerde, orada bulunan yurttaşlarının haklarınıkoruyan, bağlı bulunduğu hükûmete siyasal ve
ticarî bilgileri veren dışişleri görevlisi, şehbender.konsoloshane * Konsolosluk işlerinin görüldüğü daire, konsolosluk. konsolosluk * Konsolos olma durumu.
* Konsolosun makamıveya görevi, şehbenderlik.
* Bu işin görüldüğü daire, konsoloshane.konsomasyon * Gazino, bar gibi eğlence yerlerinde yenilip içilen şey.
* Böyle şeyleri yiyip içme.konsomatris * Gazino, bar gibi eğlence yerlerinde, müşteri ile birlikte yiyip içerek çalıştığıyere kazanç sağlayan kadın. konsomatrislik * Konsomatris olma durumu. konson * Ünsüz. konsonant * Ünsüz. konsorsiyum * Uluslar arasıkuruluşların ve bazıhükûmetlerin iktisadî ve malî yardımlarıyürütmek üzere oluşturdukları
yardım kurulu ve şirketler birliği.
* Köprü, yol, baraj vb. büyük projelerin gerçekleştirilebilmesi için birden fazla şirketin bir araya gelmesi.konstrüksiyon * Yapma, yapım. konstrüktivizm * Kurmacılık. konsulto * Konsültasyon. konsül * Roma’da her yıl seçilen iki devlet başkanından her biri.
* 1799’dan 1804’e kadar Fransa’da birlikte görev alan üç devlet başkanından her biri.konsültasyon * Bir hastalığa birkaç hekimin teşhis koyması işi, konsulto. konsültasyon yapmak * birkaç hekim bir hastalığa teşhis koymak için bir araya gelmek. konşimento * Taşınmak için gemiye teslim edilen bir mala karşılık olarak verilen alındı. kont * Roma imparatorunun danışman olarak seçtiği kimse.
* Derebeylik düzeninde derebeyi.
* Batıtoplumunda dördüncü derecede bir soyluluk unvanı.kont gibi * şık giyinmiş(adam). kont gibi yaşamak * bolluk içinde yaşamak. kontak * Karşıt elektrik taşıyan iki maddenin birbirine dokunması, temas.
* Bağlantı, ilgi.
* Ruh sağlığıyerinde olmayan, dengesiz.kontak açmak * bir taşıtın motorunu çalıştırmak için kontak anahtarını çevirerek elektrik devresini açmak. kontak anahtarı * Bir taşıtın motorunu çalıştırmak için kullanılan anahtar. kontak atmak * elektrik donanımında karşıuçların birbirine dokunmasıyla elektrik akımıkesilmek.
* dengeyi kaybetmek, sinirlenip olağan dışıdavranmak.kontak kapama * Bkz. kontak kapatmak. kontak kapatmak * bir taşıtın çalışan motorunu durdurmak için kontak anahtarını çevirerek elektrik devresini kapamak.
* bir olayıprotesto etmek için sürücüler trafiğe çıkmamak, taşıtlarıyla trafiği engellemek veya bir süre
bulunduğu yerde kalıp motoru durdurmak.kontak kurmak * (biriyle veya bir olayla) bağlantı sağlamak. kontak lens * Gözün saydam tabakasının üzerine doğrudan uygulanan, görmeyi düzeltici mercek. kontak yapmak * karşıt elektrik taşıyan iki madde birbirine dokunmak. kontekst * (bir metin içinde) Sözün gelişi, sözün önü arkası, bağlam.
* Olaylar, durumlar, ilişkiler örgüsü, bütünlük, bağlam.kontenjan * Bir yükümlülük veya yararlanma işinde, o işin kapsamına girenlerin oluşturduğu belirli sayıdaki topluluk.
* Bir malın, alım satım veya dağıtım işinde, ilgililerin her birine düşen pay oranı.
* Bir kuruluşun veya bir kimsenin seçip almakta yararlanabileceği ölçü, sayı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 128
kontenjan sistemi * Dışarıdan yurda getirilecek malların tür ve niceliklerini sınırlandıran yöntem. kontes * Kontun karısının taşıdığıunvan. konteyner * Çeşitli eşyalarıtaşımak için uluslar arasıstandartlara göre yapılmış büyük sandık. kontluk * Kont unvanına hak kazandıran yurtluk. kontör * Konuşumluk. kontra * Karşıt, karşı, aksi.
* Kontrplâk.kontra gitmek * birine zıt gitmek. kontra mizana * Dört direkli gemilerde en arkadaki direk. kontralto * Kadın seslerinin en kalını.
* Sesi böyle olan sanatçı, alto.kontrasomun * Kapıtokmağınıters döndüren somun. kontrast * Karşıt, aykırı, zıt.
* Karşıtlık, aykırılık, zıtlık.kontrat * Sözleşme. kontrat yapmak * sözleşme yapmak. kontratabla * (marangozlukta) Ağacın çalışma oranınıazaltmak ve zararsız duruma getirmek için çapraz yapıştırma
yöntemi ile hazırlanan tabla.
* Ağaç malzemenin biçim değiştirmesini önlemek için kör ağacın iki yüzüne, elyaf yönleri kör ağaca çapraz
veya 45° eğik, aynıkalınlıkta astar kaplama ve yüz kaplama yapıştırılarak elde edilen tabla.kontratak * Karşıakın, karşısaldırı. kontratlı * Sözleşmeli. kontratsız * Sözleşmesiz. kontrbas * Keman türünden, en kalın sesli yaylıçalgı.
* Kontrbas çalan kimse, kontrbasçı.kontrbasçı * Kontrbas çalan sanatçı. kontrfile * Kesim hayvanlarında, bel kemiğindeki dikensi çıkıntının iki yanında bulunan et dilimi. kontrgerillâ * Gerillâ güçlerine karşı oluşturulmuşgüç. kontrol * Bir işin doğru ve usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığını inceleme, denetim, denetleme.
* Bir şeyin gerçeğe ve aslına uygunluğuna bakma.
* Yoklama, arama.
* Denetçi, kontrolör.kontrol altına almak * hastalığıdurdurmak.
* yangınısöndürmek.kontrol etmek * denetlemek.
* yoklamak, gözden geçirmek.kontrol kalemi * Herhangi bir elektrik devresinin açık veya kapalı olduğunu içine yerleştirilmişküçük bir lâmbanın yanıp
sönmesiyle gösteren, ucu tornavidalı, kalem biçiminde araç.kontrol kulesi * (hava alanında) Hava trafik kontrolü işlerinin yönetilmesi için yapılmış, çevrenin iyice göründüğü oldukça
yüksek kule.kontrol saati * Bekçilerin belirli yerlerden geçişzamanlarını belirleyen alet. kontrolcü * Kontrol yapan, denetçi, kontrolör. kontrolör * Denetçi. kontrolörlük * Denetçilik. kontrpiye * Sporcunun yanılma hareketi. kontrpiyede kalmak * futbolda kalecinin ters tarafa gitmesi veya hamle yapması. kontrplâk * Telleri birbirine ters gelecek biçimde en az üç kaplamanın üst üste tutkallanmasından oluşan, ince, esnek
ve dayanıklıtahta.kontrpuan * Çeşitli melodileri birbirine uydurma sanatı. kontur * (resimde) Çevre çizgisi, nesneyi belirgin gösteren çizgi. kontuvar * Bir memleketin, yabancı bir memleketteki ticaret acentası. konu * Konuşmada, yazıda, eserde ele alınan düşünce, olay veya durum, mevzu.
* Üzerinde konuşulan şey, bahis.konu komşu * Bütün komşular, birbirine yakın yerde oturan kimseler. konu mankeni * Geçmiş bir olayın gelişmesini ve sonucunu aynı biçimde yansıtmak üzere canlandıran kimse. konuğu olmak * birine konuk olarak gidip kalmak. konuk * Bir yere veya birinin evine kısa bir süre kalmak için gelen kimse, misafir, mihman.
* Konakçıya göre asalak.konuk etmek * birini evinde bir süre ağırlamak. konuk evi * Resmî veya özel kuruluşların kendi görevlilerinin yararlanması için yaptırdığıkonut, misafirhane. konuk gelmek * bir yere veya birinin evine kısa bir süre kalmak için gelmek. konuk köşesi * Konukların oturması için hazırlanmışözel yer, yiğit bucağı. konuk olmak * bir yerde kısa bir süre ağırlanmak. konuk sanatçı * Asıl programda olmayan, program dışıetkinliğe katılan sanatçı. konukçu * Yabancıkonukların yanına verilen, onları gezdiren, onlarla ilgilenen kılavuz veya arkadaş, mihmandar. konukçuluk * Konukçunun işi, mihmandarlık. konuklama * Konuklamak işi.