kul | * Tanrı’ya göre insan. * Yabancıülkelerden tutsak olarak getirilen ve alınıp satılabilen köle veya karavaş. |
kul cinsi | * Osmanlılarda köle veya karavaşlıktan yetişen kadınlara verilen ad. |
kul hakkı | * İnsanların birbirlerine geçen emekleri, hakları. |
kul kâhyası | * Yeniçeri Ocağında yeniçeri ağasından sonra gelen en yüksek düzeydeki subay, kul kethüdası. |
kul köle (veya kul kurban) olmak | * tam bir doğruluk ve özveri ile bağlanarak, bütün isteklerini yerine getirmeye hazır olmak. |
kul oğlanı | * Vergi toplayan belediye tahsildarı. |
kul oğlu | * 343 kuloğlu. |
kul olmak | * aşırıderecede bağlanmak, boyun eğmek. |
kul sıkılmayınca Hızır yetişmez | * sıkıntıda olanlarıavutmak ve yüreklendirmek için söylenir. |
kul taksimi | * Eşit olarak yapılan üleştirme. |
kul yapısı | * İnsan eliyle yapılmışolan. |
kula | * Gövdesi sarıveya kirli sarırenkte, yele, kuyruk ve bacağın alt kısmındaki kılların koyu renkte olduğu at donu. * Bu renkte olan at. |
kula kul olmak | * bir kimsenin buyruğu altında bulunmak. |
kulacık | * Bkz. kulakçık. |
kulaç | * Gerilerek açılmışiki kolun parmak uçlarıarasındaki uzaklık. |
kulaç atmak | * yüzerken kolları, sırayla üstten ileriye doğru atıp suyu arkaya doğru çekmek. |
kulaçlama | * Kulaçlamak işi. |
kulaçlamak | * Kaç kulaç olduğunu ölçmek. * Kulaç atarak yüzmek. |
kulaçlayış | * Kulaçlama işi veya biçimi. |
kulağakaçan | * Düz kanatlılardan, karnında çatal biçiminde iki uzantı bulunan, meyve ve sebzelere zarar veren otçul bir böcek (Forficula auricularia). |
kulağı(bir şeyde) olmak | * dikkatini (bir şeye) vermek. |
kulağı(veya kulaktan) çınlasın | * konuşulan yerde bulunmayan, sevilen biri anıldığında söylenir. |
kulağıağır işitmek | * kulağı iyi işitmemek. |
kulağıdelik | * Olup bitenleri çabuk haber alan. |
kulağıdikilmek | * konuşulanlarıdinlemek için dikkat kesilmek. |
kulağıduvar olmak | * sağır olmak. |
kulağıkirişte (olmak) | * söylenecek sözü, gelecek haberi bekleyerek (beklemekte). |
kulağıkirişte (veya tetikte olmak) | * söylenecek sözü, gelecek haberi bekleyerek (beklemek). |
kulağı okşamak | * kulağa hoşgelmek. |
kulağıters taraftan göstermek | * kolay yolu varken bir işi daha zor ve uzun yollar kullanarak yapmak. |
kulağıtıkalı | * Sağır, ağır işiten. * dinlemek istemeyen, dinlemeyen. |
kulağına çalınmak | * başkasına söylenirken kendisi de duymuşolmak. |
kulağına çarpmak | * duyulmak. |
kulağına fısıldamak | * çok alçak ve hafif bir ses tonuyla kulağına eğilip konuşmak. |
kulağına gelmek | * kulağına çalınmak. * biri tarafından duyulmak. |
kulağına girmek | * söylenilen sözlere önem vermek, söylenenleri anlamak, benimsemek. |
kulağına inanmamak | * duyduklarının doğruluğundan şüphe etmek. |
kulağına kar suyu kaçmak | * sıkışık bir duruma düşmek. |
kulağına koymak (veya sokmak) | * bir duruma veya söze hazırlamak için önceden kısaca anlatmak; düşünce aşılamak, telkin etmek. |
kulağına küpe olmak (veya etmek) | * başa gelen bir durumdan alınan dersi hiç unutmamak. |
kulağına söylemek | * fısıldamak. |
kulağınıaçmak | * dikkatle dinlemek. |
kulağını bükmek | * bir sorun karşısında dikkatli davranması için uyarıda bulunmak. |
kulağını çekmek | * ceza olarak kulağınıtutup bükerek çekmek. * uyarmak için hafif bir ceza vermek. |
kulağınıçınlatmak | * birini anmak. |
kulağınıdoldurmak | * bir kimseye -başkasından bilgi almadan önce konu üzerinde bilgi verirken kendi düşüncesini aşılamak. |
kulak | * Başın her iki yanında bulunan işitme organı. * Bu organın, sesleri toplayıp içeriye almaya yarayan dış bölümü. * Balıklarda başın iki yanında bulunan ve ağızdan alıp solungaçlardan geçirdiği suyu dışarıya vermeye yarayan yarıklardan her biri. * Telli çalgılarda tel germeye yarayan burgu. * Seslerin uygunluğunu seçebilme ve değerlendirebilme yeteneği. * Sabanın toprağa giren kısmının iki yanında bulunan ve toprağıyollara dökmeye yarayan parça. * Akarsuların ve özellikle göllerin karaya giren ve durgunlaşan yerleri. |
kulak | * Varlıklıeski Rus köylülerine verilen ad. |
kulak altı bezi | * Kulağın yakınında bulunan, tükürük bezlerinin en büyüğü. |
kulak ardıetmek | * dikkate almamak, göz önünde tutmamak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 152
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 143
kör nişancılık * Hedefi, iyi nişan almasını bilerek değil, rastlantı ile vurma. kör nokta * Kör alan. kör ocak * Çocuksuz aile. kör oğlu * Bkz. Köroğlu. kör olası(veya kör olasıca, olsun) * bir ilenme sözü olarak kullanılır. kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur * bir kimse veya bir şey yok olunca değer kazanır. kör satıcının kör alıcısı olur * “herkes dengiyle işyapar” anlamında kullanılır. kör sıçan * Köstebek. kör şans * Kötü talih. kör şeytan * Kötü kader. kör şeytandan bulmak * ilenme sözü olarak kullanılır. kör talih * Kötü kader. kör tapa * Borunun kullanılmayan veya kullanılması istenilmeyen deliğine takılan dişli tapa. kör topal * Yarım yamalak, iyi kötü idare edecek biçimde. kör uçuş * Uçağıkaranlıkta veya sis içinde sadece uçuşaletlerini kullanarak yönetme. kör yılan * Kör yılangillerden, solucanla beslenen, yılana benzer, ayaksız bir sürüngen (Typhlops vermicularis). kör yılangiller * Omurgalıhayvanlardan sürüngenler sınıfına giren, bütün sıcak bölgelerde rastlanan, kaygan pullu, 1 m
boyundaki yılanlar familyası.körcesine * Gerçeklerden büsbütün habersiz olan (olarak), gerçekleri görmeyen (görmeyerek). kördüğüm * Çözülemeyen, ilmiksiz düğüm.
* Çözülmesi hemen hemen imkânsız olan sorun.köre * Karınca yuvası.
* Demirci körüğünün, kömürlerin yandığı bölüme açılan deliği.körebe * Gözleri bağlı olan ebenin, oyuna katılan öteki çocuklarıyakalamaya çalıştığıçocuk oyunu. köreliş * Körelmek işi veya biçimi. körelme * Körelmek işi.
* Görevi kalmadığı için veya başka sebeplerle bir organın beslenemeyerek küçülmesi, dumur.körelmek * Keskinliğini yitirmek.
* Suyu çekilmek.
* (ateşveya ışık için) Sönecek duruma gelmek.
* Değer, önem veya yeteneğini yitirmek.
* Soyu tükenmek.
* Görevi kalmadığı için veya başka sebeplerden dolayı bir organ beslenemeyerek küçülmek, dumura
uğramak.köreltme * Köreltmek işi. köreltmek * Körelmesini sağlamak.
* Dumura uğratmak.
* Yeteneğini kaybettirmek.köreşe * Yerdeki karın yüzünde buz tutmuşolan tabaka. körfez * Karanın içine sokulmuşdeniz parçası.
* Kuytu, işlek olmayan.körfezcik * Küçük körfez. körkütük * Kendini bilmeyecek kadar çok (sarhoş, âşık vb.). körle yatan şaşıkalkar * değersiz, kötü kimselerle ilişki kuranlar kötü huylar edinirler. körlemeden * Bilmeden, anlamadan, bilmeksizin.
* Nişan almadan.körleniş * Köreliş. körlenme * Bkz. körleşme. körlenmek * Bkz. körleşmek. körler mahallesinde ayna satmak * bir şeyi ona hiç ihtiyaç duymayacak olan çevreye götürmek. körleşme * Körleşmek işi. körleşmek * Kesmez, işlemez veya yararlanılmaz duruma gelmek.
* Değer, önem veya yeteneğini yitirmişduruma gelmek.körleştiriş * Körleştirmek işi veya biçimi. körleştirme * Körleştirme işi. körleştirmek * Körleşmesine yol açmak. körletiş * Körletmek işi veya biçimi. körletme * Körletmek işi. körletmek * Keskinliğin azalmasına veya yitirilmesine sebep olmak.
* Değer ve yeteneklerinin yitirilmesine sebep olmak.körlük * Kör olma durumu.
* Kesmez olma durumu.
* Dikkatsizce ve beceriksizce yapılan iş.
* Gerçeği görememe durumu.
* Bitkilerin tomurcuk vermemesi durumu.Köroğlu * Kocanın karısına verdiği ad. körpe * (bitki için) Dalından yeni koparılmış, tazeliği üstünde, daha büyümemiş, kart karşıtı.
* (insan için) Yeni yetişmekte olan.
* (hayvan için) Büyümemiş.
* Genç, hoş, güzel, yeni yetişmiş, henüz bozulmamış, yıpranmamış.körpecik * Çok körpe, çok taze. körpelik * Körpe olma durumu, tazelik, taravet. körü körüne * Davranışının gerekçesini ve nasıl sonuçlanacağını bilmeden, düşünüp taşınmadan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 144
körük * Ateşi canlandırmak için kullanılan ve açılıp kapandıkça içindeki havayıüfleyen araç.
* Bazıaraçların açılıp kapanabilir üst üste katlanmış bölümü.
* Bazımüzik araçlarında hava vermeye yarayan, el veya ayakla işletilen meşin veya kâğıt bölüm.körük gibi * körüğe benzeyen bir biçimde, körüğü andırırcasına. körükçü * Körük yapan veya satan kimse.
* Körük kullanan kimse.
* Körükleyici.körükçülük * Körükçünün yaptığı iş. körükleme * Körükleme işi. körüklemek * Körükle üflemek.
* Kızıştırmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek.körüklenme * Körüklenmek işi. körüklenmek * Körüklemek işine konu olmak veya körüklemek işi yapılmak. körükleyici * Kışkırtıcı. körüklü * Körüğü olan. körüksüz * Körüğü olmayan. körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz * istenilen şey fazlasıyla elde edildi. körün taşı * rastlantısonucu birine zarar veren, hesapta olmayan iş. körünü kırmak * hevesini almak. körünü öldürmek * gururunu kırmak, güçsüzlüğünü kabul etmek. kös * Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul. kös dinlemek * türlü olaylar yaşadığı için bilgi ve tecrübe sahibi olarak benzer veya daha basit olaylar karşısında aldırış
etmemek.kös dinlemiş * birçok olaylar görüp geçirdiğinden buna benzer şeylere aldırışetmeyen (kimse). kös kös * Başıönde, sağa sola bakmadan, yorgun, üzgün, düşünceli bir durumda. kösçü * Mehter takımında kös çalan kimse. köse * Bıyığı, sakalıçıkmayan (erkek).
* Köse buğday.köse buğday * Başağıkılçıksız bir çeşit buğday. köse sakal * Çok seyrek sakallı. köseği * Ateşkarıştırmaya yarayan odun veya demir.
* Ucu yanık odun, eğsi.kösele * Ayakkabıtabanı, bavul, çanta yapımında kullanılan, büyük başhayvanların işlenmişderisi.
* Köseleden yapılmışolan.kösele gibi * (aslında yumuşak olan şeyler için) çok sert, çiğnenmesi güç, koparılamaz. kösele suratlı * Utanmaz, sıkılmaz. kösele taşı * Mermerleri parlatmakta kullanılan kefeki taşı.
* Kunduracıların üstünde kösele dövdükleri taş.
* Avadanlıkların ağızlarındaki pürüzleri düzeltmek ve inceltmek için kullanılan bir tür taş.köselik * Köse olma durumu. kösem * Kösemen. kösemen * Sürünün önünden giderek ona kılavuzluk eden koç veya teke.
* Dövüşken iri koç veya teke.
* Yol gösteren kılavuz.
* Borsada öncülük yapan hisse.kösemenlik * Yol gösterme, kılavuzluk. kösemenlik etmek * yol göstermek, kılavuzluk etmek. köseyle alay edenin top sakalıkara gerek * başkasının eksikleriyle eğlenen kimsenin kendisi kusursuz olmalıdır. köskelmek * Bir yere yaslanarak oturmak. köskötürüm * Büsbütün kötürüm. kösnü * Erkek ve dişinin birbirine karşıduyduklarıcinsel istek, şehvet. kösnük * Eşisteme zamanı gelmiş(hayvan). kösnül * Kösnüyle ilgili, şehvanî, şehevî, erotik.
* Cinsel duyumlar veya onlara bağlı olan duyumların uyandırdığıduygu ve coşkularla ilgili olan, erotik.
* Özellikle cinsel aşkı işleyen, şehvet uyandıran (resim, heykel), erotik.kösnüllük * Kösnül olma durumu, şehvaniyet, erotizm.
* Cinsel uyararılara karşıaşırıduyarlık gösterme durumu, erotizm.kösnülme * Kösnülmek işi veya durumu. kösnülmek * (hayvan için) Eşisteme zamanı gelmek. kösnülü * Aşırıcinsel isteği olan, şehvetli. köstebek * Köstebekgillerden, toprak altında oyduğu yuvalarda yaşayan, gözleri hemen hiç görmeyen, derisinden kürk
yapılan küçük bir hayvan, sokur, yer sıçanı(Talpa).köstebek illeti * Atların ensesinde oluşan hücre dokusu iltihabı. köstebekgiller * Omurgalıhayvanlardan, memeliler sınıfının böcekçiller takımına giren bir familya. kösteği kırmak * çocuk yürümeğe başlamak.
* bağlı bulunduğu yerle ilişiğini kesmek.köstek * Hayvanın kaçmasınıönlemek için iki ayağına bağlanan kısa ip veya zincir.
* Saat, kılıç, anahtar gibi şeylerin ucuna takılan zincir.
* Koşulan atların tepmesini önlemek için kuskun kayışına eklenen kayış.
* Balık iğnesini oltaya bağlayan, bir iki karışuzunluğunda kıl veya misina parçası.
* Engel.köstek olmak * engel olmak. köstek vurmak * hayvanın ayağına köstek bağlamak.
* kösteklemek.
* güreşte hasmın bir veya iki ayağınısımsıkıyakalamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 145
köstekleme * Kösteklemek işi. kösteklemek * (hayvanın) Ayağına köstek vurmak.
* (bir işi) Yürümez duruma getirmek, engellemek.köstekleniş * Kösteklenmek işi veya biçimi. kösteklenme * Kösteklenmek işi. kösteklenmek * Ayağına köstek vurulmak.
* Ayağına bir engel takılarak düşer gibi olmak veya düşmek.
* (bir iş) Yürümez duruma getirilmek, engellenmek.köstekleyiş * Kösteklemek işi veya biçimi. köstekli * Kösteği olan.
* Ayağına köstek vurulmuşolan.kösteksiz * Kösteği olmayan. köstere * Tahta rendesi. köşe * Birbirini kesen iki çizginin, iki düzlemin oluşturduğu açı, zaviye.
* İki duvarın birleştiği girintili veya çıkıntılıyer.
* İki sokağın veya caddenin kesiştiği yer.
* Bölüm, yer veya yan.
* Kuytu, tenha veya ücra yer.
* Kimsenin uğramadığı, aramadığıyer.
* Futbol alanını oluşturan yan ve kale çizgilerinin kesişme noktalarından her biri, korner.köşe atışı * Futbolda bir oyuncu, topu kendi kale çizgisi dışına çıkarırsa, karşıtaraf lehine kale çizgisi ile yan çizgisinin
kesiştiği noktadan verilen serbest vuruşhakkı, korner atışı.köşe başı * Bir sokağın başka bir sokakla veya caddeyle kesiştiği yer. köşe başınıtutmak * etkili olabilecek en önemli makamda bulunmak veya yeri ele geçirmek. köşe bucak * Göze çarpmayan yer. köşe bucak kaçmak * kimseye görünmek istememek. köşe demiri * Dik açı biçiminde üretilmişdemir. köşe dolabı * Köşe yere yerleştirilen dik açı biçiminde yapılmışdolap. köşe dönmeci * Köşe dönücü. köşe dönücü * Çıkarını, en kısa zamanda sonuç alacak biçimde düşünen kimse. köşe dönücülük * Kısa sürede çıkar sağlamak işi. köşe kadısı * İşyapmayısevmeyen, rahatına düşkün kimse. köşe kapmaca * Çocukların köşeleri tutup bunları birbirlerine kaptırmamaya çalışarak oynadıkları oyun. köşe kapmaca oynamak * biri başkasına gidip bulamadığısırada, o da kendisine gelip bulamamak, birbirini arayıp durmak. köşe koltuğu * Odanın veya salonun köşesini kaplayacak biçimde üretilmişkoltuk. köşe minderi * Köşeye yerleştirilmişkabarık büyük minder. köşe penceresi * Duvarlar arasındaki köşede bulunan pencere. köşe rafı * Köşeyi kaplayacak biçimde yapılmışraf. köşe taşı * Binalarda tek parça biçiminde köşeleri tutan taş. köşe tutmak * karışmak, kendini belli etmek, görünmek. köşe vuruşu * Köşe atışı. köşe yastığı * Köşe minderi üzerine dik olarak konan ve köşeleri turan yastık. köşe yazarı * Fıkra yazan kimse. köşe yazarlığı * Fıkra yazarlığı. köşe yazısı * Fıkra. köşebent * Bir yere fotoğraf yapıştırmaya yarayan, üçgen biçiminde arkasızamklıküçük kâğıt.
* Birleşen iki kereste vb. ni tutturmaya yarayan, dik açı biçiminde bükülmüşdemir, L demiri.köşede bucakta kalmak * ilgisizlikten gözden uzakta bulunmak. köşegen * Bir çokgende ardışık olmayan veya bir çok yüzlüde aynıdüzlem üzerinde bulunmayan iki köşe arasına
çekilen çizgi, kutur, diyagonal.köşek * Deve yavrusu. köşekleme * Köşeklemek işi. köşeklemek * Deve yavrulamak. köşeleme * Köşelemek işi.
* Köşeye çapraz gelecek biçimde.köşelemek * Köşeye gelecek biçimde koymak. köşeli * Köşesi veya köşeleri olan. köşeli ayraç * İçinde bulunan bir anlatımda, ayrıca parantez içine alınması gereken bir açıklama için kullanılan köşeleri
kırık, düz ayraç.köşeli parantez * Köşeli ayraç. köşelik * İki duvarın kesiştiği yere aralarındaki açıyıdoldurmak için uygulanan ahşap veya kâgir işçiliği.
* Kapıveya pencere aralığının köşesini oluşturan taş.
* Duvar köşelerinde, üstüne lâmba vb. şeyler konan el yapımı, ahşap, süslü eşya.köşesiz * Köşesi olmayan. köşeye atılmak * önem vermemek, gözden uzakta tutmak, ilgilenmemek. köşeye çekilmek * hiçbir işe karışmayarak yaşamak. köşeye oturmak * (kız için) gelin olmak, evlenmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 146
köşeye sinmek * kimsenin görmeyeceği bir yere saklanmak, gizlenmek, sesi çıkmaz olmak. köşeyi dönmek * hiçbir çaba göstermeden kısa sürede zengin olmak.
* kısa yoldan ve büyük bir emek harcamadan sosyal ve ekonomik güç edinmek.köşk * Bahçe içinde yapılmışsüslü ev, kasır. köşker * Yemenici, ayakkabıtamircisi. köşkerlik * Köşkerin yaptığı iş. köşklü * Yangınlarıhaber vermesi için yangın kulelerinde ve başka uygun yerlerde bekletilen gözetleyici. kötek * Baston, sopa.
* Sopayla atılan dayak.kötek * Büyük, beyaz pullu bir çeşit balık, taşlevreği, minakop. kötek atmak (veya çekmek) * dövmek, dayak atmak. kötek yemek * dövülmek, dayak yemek. kötü * (nesneler için) İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan, fena, iyi karşıtı.
* Zararlı, tehlikeli.
* Korku, endişe veren.
* Hoşa gitmeyen.
* Kaba ve kırıcı.
* Az, yetersiz.
* Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan.
* (insan için) İyi, gerekli niteliklere sahip olmayan.
* İstenilmeyen, gereksiz davranışları olan veya bu davranışlara eğilimli olan (kimse).
* İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan bir biçimde.
* Aşırı, çok.kötü adam * Filmlerde izleyiciye sevimsiz gelen, filmin kahramanıyla çekişme durumunda olan ve sonunda çoğu kez alt
olan kimse.kötü göz * Baktığıkimseye zarar veren veya nazar değdiren göz, kem göz. kötü gözle bakmak * bir kimse için iyi olmayan düşünceler beslemek, bunu belli edercesine bakmak.
* cinsel duygu ile bakmak.kötü haber tez duyulur * Bkz. kara haber tez duyulur. kötü kadın * Orospu. kötü kişi olmak * bazıkimseler birtakım insanların düşmanlığınıkazanmak. kötü kötü düşünmek * üzüntülü düşüncelere dalmak. kötü olmak * olumsuz bir durum almak.
* beğenilmemek, takdir edilmemek.
* (kadın) kötü yola düşmek.kötü söylemek * bir takım olumsuz, beğenilmeyen, istenmeyen tutum ve davranışları olduğunu söylemek, kötülemek. kötü yola düşmek * kötü kadın olmak. kötü yola sapmak * doğruluktan ayrılıp istenilmeyen ve yanlışişler yapmak. kötü yola sürüklemek (veya saptırmak) * yasa dışı, uygunsuz veya hoşa gitmeyen bir yaşayışiçine sokmak. kötücül * Kötülük isteyen (kimse).
* Kötülük eden, zarar veren.
* (hastalık veya ruh için) Tehlikesi olan, habis.kötüleme * Kötülemek işi. kötülemek * Biri veya bir şey için olumsuz, aşağılayıcı, hoşolmayan sözler söylemek.
* (insan için) Sağlığı bozulmak.
* (nesneler için) Niteliği bozulmak, kalitesi bozulmak.kötüleniş * Kötülenmek işi veya biçimi. kötülenme * Kötülenmek işi. kötülenmek * Kötülenmek işi yapılmak veya kötülemek işine konu olmak. kötüleşme * Kötüleşmek işi. kötüleşmek * Kötü duruma gelmek.
* (kadın) Toplumun ahlâk kurallarına aykırıdavranmaya başlamak.kötüleştiriş * Kötüleştirmek işi veya biçimi. kötüleştirme * Kötüleştirmek işi. kötüleştirmek * Kötü duruma gelmesine yol açmak. kötüleyici * Kötüleyen, yeren (söz, yazıvb.). kötüleyiş * Kötülemek işi veya biçimi. kötülük * Kötü olma durumu.
* Zarar verecek davranışveya söz.
* Kemlik, şer.kötülük etmek (veya yapmak) * kötü davranmak, zarar vermek. kötülükçü * Her türlü kötülüğü yapacak ahlâkta olan, şerir. kötülükçülük * Kötülükçü olma durumu, şerirlik. kötümseme * Kötümsemek işi. kötümsemek * Bir olayı, bir konuyu vb.yi yalnız olumsuz yönleriyle düşünmek veya ele almak. kötümser * Her şeyi kötü yanıyla ele alan, her durumu karanlık gören, hep en kötüyü bekleyen, kötüye yorumlayan,
karamsar, bedbin, pesimist, iyimser karşıtı.kötümserleşme * Kötümserleşmek işi. kötümserleşmek * Kötümser duruma gelmek, karamsarlaşmak. kötümserlik * Kötümser olma durumu, karamsarlık, bedbinlik, pesimizm.
* Her şeyi en kötü yanından ele alan, her durumu karanlık gören ve hep en kötüyü bekleyen dünya görüşü,
pesimizm.kötürüm * Yaşlılık veya sakatlık sebebiyle yürüyemeyen.
* (bacak için) Yürüyemeyecek derecede sakat.
* İşleyemeyen, işyapamayan.kötürüm olmak (veya kalmak) * yaşlılık veya sakatlık sebebiyle yürüyememek.
* güçsüz kalmak.kötürümleşme * Kötürümleşmek işi. kötürümleşmek * Kötürüm duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 147
kötürümlük * Kötürüm olma durumu. kötüye çekmek * yanlış, beğenilmeyen bir anlam vermek. kötüye kullanmak * yetkisini yasalara aykırıyolda kullanmak.
* birinin iyi davranışından istenilmeyen yolda yararlanmak.köy * Yönetim durumu, toplumsal ve ekonomik özellikleri veya nüfus yoğunluğu yönünden şehirden ayırt
edilen, genellikle tarımsal alanda çalışmak gibi işlevlerle belirlenen, konutlarıve öteki yapıları bu hayatıyansıtan
yerleşme birimi.
* Köy halkı.köy ağası * Köyde, malı, toprağıvb. çok olan, sözü dinlenen kimse. köy ekmeği * Tandırda veya sacda pişirilen bir tür pide veya somun. köy ihtiyar heyeti * Muhtarla birlikte köyün sorunlarınıhalletmekle görevli kurul, köy ihtiyar meclisi. köy ihtiyar meclisi * Köy ihtiyar heyeti. köy imamı * Köyde din işleriyle görevli kimse. köy koruculuğu * Köy korucusunun işi. köy korucusu * Köyün çevresinin ve kırsal emniyeti ile görevlendirilmişkimse. köy köy * Her taraf, pek çok yer. köy meydanı * Genellikle köyün ortasında bulunan genişalan. köy muhtarı * Köyü idare eden kimse, mutar. köy odası * Köylülerin çeşitli toplantılar yaptıklarıveya konukların köyde kalması için hazırlanmışyer. köy oyunu * Kırsal kesimde köylülerin hazırlayıp sunduğu seyirlik oyun. köy romanı * Konusunu köyün ve kırsal hayatın özelliklerinden alan roman. köy türküsü * Köy veya köylülük özelliği olan türkü. köy yeri * Köy, kırsal kesim. köycü * Köy sorunlarınıkendine işedinen, köylerin ve köylülerin kalkınmasıyolunda çalışan kimse. köycülük * Köy sorunları ile ilgilenme anlayışıveya köyü kalkındırma çalışması. köydeş * Aynıköyde oturan kimselerin birbirine göre her biri. köyleşme * Köyleşmek işi.
* Köyden şehre nüfus göçü dolayısıyla kırsal alanlara özgü davranışve tutumların şehirlerde görülmesi.köyleşmek * Köy durumuna gelmek. köyleştirmek * Köy durumuna getirmek. köylü * Köyde yaşayan veya köyde doğmuşolan.
* Köy halkı.
* Aynıköyden olan.
* Kaba, anlayışsız kişi.köylü çorbası * Tavuk eti, pırasa, patates, kereviz, havuç ve şalgam kullanılarak un ve yağkarışımına yedirilmesi sonucunda
hazırlanan malzemenin bol su içerisinde pişirilmesiyle yapılan bir çorba türü.köylü kentli * Çeşitli yerleşim yerlerinden olan (kimse). köylük * Köy bulunan yer. köylülük * Köylü olma durumu.
* Köylülere özgü davranış.köz * Küçük kor parçası. közleme * Közlemek işi.
* Köz üzerinde pişirilen yiyecek, özellikte ateşle pişirilen et, külbastı.közlemek * Et, sebze, meyve, hamur vb. yi köz üzerinde pişirmek. közleşme * Közleşmek işi. közleşmek * Köz durumuna gelmek. Kr * Kripton’un kısaltması. kraça * İstavrit balığının küçüğü. kraft kâğıdı * Dayanıklıambalaj kâğıdı. kral * En yüksek devlet otoritesini, bütün devlet başkanlığıyetkilerini kalıtım veya soylularca seçilme yoluyla
elinde bulunduran kimse.
* Herhangi bir alanda başkalarından üstün olan kimse.
* Çok başarılıve zengin işadamı.
* Üstün, çok iyi.kralcı * Krallık yanlısı(kimse vb.). kralcılık * Krallık yanlısı olma. kraldan çok kralcı olmak * birinin davasını ondan çok savunur olmak. kraliçe * Kral karısıveya krallığıyöneten kadın.
* Kendi cinsleri arasında herhangi bir bakımdan üstünlüğü olan.
* İngiliz sterlini.kraliçe gibi * gösterişli ve ağır giyinmiş, güzel (kadın). kraliçelik * Kraliçe olma durumu. kraliyet * Krallık. krallara lâyık * çok üstün nitelikli şeyleri belirtmek için kullanılır. krallık * Kral olma durumu veya görevi.
* Kral tarafından yönetilen devlet ve bu devletin toprağı.kramp * Bir veya birkaç kasın irade dışı, ağrılıve geçici olarak kasılması, kasınç. kramp girmek * kasılmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 148
krampon * Futbol ayakkabılarının altındaki, çimende rahat hareket etmeyi sağlayan, deri veya sentetik kabara.
* İki parçayısıkıca tutup sıkmaya yarayan metal parçası.
* Tuğla bacaların sağlamca durması için çevresine sarılan kuşak.kraniyoloji * Kafatasının içgüdü ve yeteneklerle olan ilgisini inceleyen bilim kolu. krank * Bir motorda bilyelerin almaşık hareketini dairesel harekete çeviren dingil.
* Saç, çinko, dökme demir, bakır vb. borunun yönünü değiştirmeye yarayan kıvrım.krater * Yanardağağzı. krater gölü * Krater ağzında oluşmuşgöl. kravat * Boyun bağı. kravatlı * Kravatı olan veya kravat takmışolan. kravatsız * Kravatı olmayan veya kravat takmamışolan. kravl * Dizleri bükmeksizin bacaklarıhızla hareket ettirerek kulaçla yüzme. kreasyon * Yaratmak işi veya yaratılan şey, yaratı.
* Bir terzinin veya moda evinin yarattığıher türlü yeni model.kreatör * Bir şeyi yaratan, ortaya koyan (kimse). kredi * Borç ödemede güvenilir olma durumu.
* Ödünç alınan veya verilen mal, para.
* Güven, saygınlık, itibar.
* Belli bir öğrenimin tamamlanması için öğrencilerden istenen her türlü kuramsal ve uygulamalıçalışmalar
göz önünde tutularak, bir yarıyıl veya bir öğretim yılı okutulan herhangi bir dersin, okul programı bütünlüğü içindeki
değerini nicelik olarak gösteren birim.kredi açmak * birine peşin para istemeden belirli bir ölçüye kadar mal vermeyi kabul etmek.
* ödünç para vermeyi üstüne almak.kredi anlaşması * Kredi alınması için yapılan anlaşma. kredi kartı * Günlük satın almalarda nakit para ve çek kullanımınıazaltmayıamaçlayan bir ödeme biçimi. kredi limiti * Açılan kredinin azamî miktarı. kredi mektubu * Bankaların veya malî kuruluşların müşterilerine ticarî işlemlerle ilgili kredi hesabıaçtırmak için şubelerine
veya muhabirlerine gönderdikleri yazı, akreditif.kredi sözleşmesi * Banka veya malî kuruluşların kredi açarken müşteriyle yaptıklarısözleşme. kredileme * Kredilemek işi. kredilemek * Kredi açmak. kredilendirme * Kredilendirmek işi. kredilendirmek * Kredilemek işi yaptırmak. kredili satış * Peşin olmayan ve kredi açma esasına dayanan vadeli satış. kredisi düşmek * güvenilirliği, saygınlığıyitmek. krem * Tene yumuşaklık vermek veya güneş, yağmur gibi dışetkilerden korunmak için sürülen güzel kokulu
merhem.
* Krem kıvamında hazırlanmışolan.
* Açık saman rengi.
* Bu renkte olan.krema * Bir çeşit yumurtalısüt tatlısı.
* Sütün yüzünden toplanan yağlıkatman.
* Kevgirden geçirilmiş, krema veya sütle koyulaştırılmışçorba.kremalı * Kreması olan. kremasız * Kreması olmayan. krematoryum * Ölülerin yakıldığıyer. kremleme * Kremlemek işi. kremlemek * Krem sürmek. kreozot * Çeşitli katranların damıtılmasından elde edilen, hekimlikte kullanılan, keskin kokulu bir sıvı. krep * Çok bükümlü iplikle dokunmuş bir çeşit ince kumaş.
* Yumurta, süt, un ile tavada kızartılarak yapılan, küçük yuvarlak tatlıveya tuzlu yiyecek.krepdöşin * Çin krepi. kreplin * Çok ince bir tür ipekli kumaş. krepon * Kıvrımları olan yün, pamuk veya ipek kumaş.
* Krepon kâğıdı.krepon kâğıdı * Süslemede kullanılan, çabuk yırtılmayan, esnek bir tür kâğıt. krepsaten * İpekli, parlak ve kaygan bir tür ince kumaş. kreş * Çocuk yuvası. kreşendo * 343 crescendo. kretase * Genellikle alt bölümü killi ve kumlu, üst bölümü tebeşir olan ll.çağın son dönemi. kreten * Kretenizme tutulmuş(kimse). kretenizm * Tiroit bezinin kana yeterince salgıvermemesi sonucu oluşan, fiziksel, ruhsal ve duygusal gelişimin
duraklamasıyla beliren hastalık.kreton * Bir tür keten, patiska veya basma. krezol * Tolüenden türeyen üç fenol izomerinden biri, lizol. kriket * On birer kişilik iki takım arasında, küçük ve ağır bir topu, ucu kıvrılmışsopalarla vurarak karşıkaleye
sokmak amacıyla oynanan bir oyun.kriko * Ağır bir yükü, özellikle alt tarafında yapılacak bir çalışmada otomobil vb. taşıtların yerden yükseltilmesini
sağlayan alet, kaldırıcı.krikocu * Kriko yapan, tamir eden veya satan kimse. krikoculuk * Krikocunun işi veya mesleği. kriminolog * Kriminoloji ile uğraşan kimse. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 141
kömürleştirilmek * Kömür durumuna getirilmek. kömürleştiriş * Kömürleştirmek işi veya biçimi. kömürleştirme * Kömürleştirmek işi. kömürleştirmek * Kömür durumuna getirmek. kömürlü * Birleşiminde kömür olan.
* Yakıt olarak kömür kullanan.kömürlük * Kömür saklanan veya konulan yer. kömüş * Manda, su sığırı, camız. köpeğe atsan yemez * (yiyecek için) çok kötü. köpeğe hoşt, kediye pişt dememek * kendisine zarar verenlerden korunmak için en küçük bir tepkide bulunmamak. köpeği bağlasan durmaz * yaşamaya elverişsiz yerler için kullanılır. köpeğin ağzına kemik atmak * karşı gelerek bağırıp çağıran birini susturmak için ona bir çıkar sağlamak. köpek * Köpekgillerden, boy ve biçim bakımından pek çok cinsleri olan, çok iyi koku alan, sadık; bekçilik, avcılık
gibi işler için beslenen memeli hayvan (Canis familiaris).
* Aşağılık niyetlerle yaltaklanan veya davranışlarıkötü olan kimse için sövgü sözü olarak kullanılır.köpek balığı * Köpek balıklarından, gövdesi mekik biçiminde, burun kısmısivri, solungaç yarıkları boynun iki yanında
bulunan, kıkırdaklı, yırtıcı balıkların genel adı(Mustelus mustelus).köpek balıkları * Omurgalıhayvanlardan balıklar sınıfına giren bir takım. köpek dişi * Azıdişleri ile kesici dişler arasında, iki yanda ve altlıüstlü birer tane bulunan sivri diş. köpek gibi * çok yaltaklananlar için söylenir. köpek memesi * Koltuk altında çıkan iltihaplıçı ban. köpek sarımsağı * Yaban sarımsağı. köpek soğanı * Yaban sarımsağı. köpek soyu * “Alçak, soysuz” anlamına gelen bir sövgü. köpek üzümü * İt üzümü. köpek yese kudurur * çok ağır ve onur kırıcısözler için söylenir. köpekayası * Ballı babagillerden, çiçekleri sap çevresinde demet durumunda toplanmış, ıtırlı birçok türü olan bir bitki
(Marrubium vulgare).köpekgiller * Köpek, kurt, çakal, tilki gibi et obur memelileri içine alan hayvan familyası. köpekkuyruğu * Alttaki güreşçi, sarmadan kurtulmak üzere dönerken, rakibinin sırtınıyere getirmek için, onu çenesinden,
alnından veya gırtlağından elle çekip sırtınıyere getirmeye çalışma.köpekle yatan pire ile kalkar * uygunsuz kişilerle ilişkide bulunmanın doğal olan kötü sonucunu anlatır. köpekleme * Köpeklemek işi. köpeklemek * Çok yorulmak.
* Varlık, güç ve sağlık yönünden düşkünleşmek.köpekleniş * Köpeklenmek işi veya biçimi. köpeklenme * Köpeklenmek işi. köpeklenmek * Yalvarıp yaltaklanarak aşağılık bir duruma düşmek. köpekleşiş * Köpekleşmek işi veya biçimi. köpekleşme * Köpekleşmek işi. köpekleşmek * Onurunu yitirip yaltaklanmak. köpekli * Köpeği olan. köpeklik * Köpekçe davranma, köpek gibi yaltaklanma. köpekoğlu * Bkz. köpoğlu. köpekoğlu köpek * Köpoğlu sövgüsünün pekiştirilmiş biçimi. köpeksiz * Köpeği olmayan. köpeksiz köy bulmuşda çomaksız (veya değneksiz) geziyor * kendisine engel olacak, karşıçıkacak kimse olmadığı için istediği gibi davrananlara söylenir. köpeksiz köye (veya sürüye) kurt iner (veya girer) * koruyucusuz kalan yere veya ülkeye düşman girer. köpoğlu * “Hain”, “düzenbaz” anlamında kullanılan sövgü.
* Kurnaz, işini bilir, zeki kimseler için sevgiyle söylenir.köpoğluluk * Kurnazlık, düzencilik. köprü * Herhangi bir engelle ayrılmışiki yakayı birbirine bağlayan veya trafik akımının, başka bir trafik akımını
kesmeden üstten geçmesini sağlayan, ahşap, kâgir, beton veya demir yapı.
* Geminin önünü iyice görecek bir yükseklikte, sancaktan iskeleye kadar kurulan kumanda yeri.
* İki şey arasında bağveya ilişkiyi sağlayan şey.
* Olmayan dişlerin yerini tutmak veya takma dişleri ağızdaki dişlere sağlam tutturmak amacıyla yapılan diş
protezi.
* Güreşte omuzlarıyere değdirmemek için ayaklarıve alnıyere dayayıp beli yukarıkaldırarak alınan durum.
* Vücudun, sırt yere dönük olarak el, başveya diz yere dayanarak yay biçimi aldığıdurum.köprü altıçocuğu * Kimsesi ve gideceği yeri olmayan kimseler için kullanılır. köprü başı * Bir köprünün başlangıç veya bitişnoktası.
* İlerlemek için çıkılan elverişli kıyıveya tutulan önemli nokta.
* Önemli mevki.köprü başını(veya köprü başlarını) tutmak * çok önemli bir mevkii (veya mevkileri) ele geçirmek. köprü kurmak * akar su veya göl vb. üzerinde köprü inşa etmek.
* elleri arkadan yere dayayıp ayak uçlarına basarak vücudu yay gibi germek.köprü yol * Vadiler, koyaklar veya derin dere yataklarıüzerine kurulan ve beton direkleri üzerinde duran kara yolu
köprüsü, viyadük.köprücü * Köprü yapan kimse.
* Tombazlarla köprü kuran (istihkâm kıtası).
* Osmanlıülkelerinde, özellikle ordunun geçeceği yollar üzerindeki köprüleri onarmak ve korumakla görevli
takım. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 142
köprücük * Bkz. köprücük kemiği. köprücük kemiği * Omuz başıyla göğüs kemiğinin üst ucu arasında bulunan ve derinin altında belli olan uzunca kemik. köprücülük * Köprü yapma işi. köprüden (veya köprüyü) geçinceye kadar ayıya dayıderler * kişi işini gördürünceye kadar yardım beklediği kimseye dil döker. köprüleniş * Köprülenmek işi veya biçimi. köprülenme * Köprülenmek işi. köprülenmek * Köprülü duruma gelmek, köprüsü olmak. köprüleri atmak * bir işten vazgeçme veya geri dönme imkânıkalmayacak biçimde kesin bir davranışta bulunmak. köprülü * Köprüsü olan.
* İki bölümü bir köprü ile birbirine bağlanmış(yapı).köprünün (veya köprülerin) altından çok su (veya sular) aktı(veya geçti) * “zamanla şartlar çok değişti, eski durum kalmadı” anlamında kullanılır. köpük * Çalkanan, kaynatılan, mayalanan, yukarıdan dökülen sıvıların üzerinde oluşan hava kabarcıklarıyığını.
* Yapay olarak elde edilen, yumuşak ve esnek dolgu gereci.
* Gaz ve buharların sıvıkatmanları ile kuşatılmasından oluşan yığın.
* Hayvanların, bazıkez de insanların ağzında görülen salyamsıkabarcıklar.köpük gibi * beyaz, hafif ve köpük görünüşündeki şeyler için kullanılır. köpükleniş * Köpüklenmek işi veya biçimi. köpüklenme * Köpüklenmek işi. köpüklenmek * Üstü köpük bağlamak. köpüklü * Köpüğü olan, köpüklenen. köpüksüz * Köpüğü olmayan, köpüklenmemiş. köpüleme * Köpülemek işi. köpülemek * Şilte, yastık, yorgan gibi şeyleri kalın ve aralıklı, sıkıca dikmek. köpüre köpüre * Köpürerek. köpürme * Köpürmek işi.
* Sinirlenme, öfkelenme.köpürmek * Köpük yapmak, köpük oluşmak, köpük çıkararak kabarmak.
* Ekşiyip köpüklenmek.
* Çok kızmak, birdenbire öfkelenip taşmak, feveran etmek.köpürtme * Köpürtmek işi. köpürtmek * Köpürmesini sağlamak. köpürtücü * Köpürtme özelliği taşıyan. köpürtüş * Köpürtmek işi veya biçimi. köpürüş * Köpürmek işi veya biçimi. kör * Görme duygusu olmayan, görmez.
* Keskinliği yeterli olmayan.
* Az aydınlık veren.
* Arkasıtıkalı olan veya işlek olmayan.
* Olgularısezme ve kavrama yetisi, dikkati olmayan.
* Duyarlığınıyitirmiş.
* Bu kelime bazıdeyimlerde kötüleyici bir sıfat gibi kullanılır.kör ağaç * Kontratablada orta katı oluşturan ve genellikle yumuşak ağaçlardan hazırlanan bölüm.
* Kontratablanın orta kısmında tabla kalınlığının en az yarısını oluşturan, yumuşak ağaçlardan değişik
yöntemlerle elde edilen masif ağaç tabakası.kör alan * Trafikte sürücünün geriden gelenleri aynasında göremediği bölge. kör baca * Herhangi bir çıkışı bulunmayan baca. kör bağırsak * Kalın bağırsağın ilk parçası.
* Kalın bağırsağın ince bağırsakla birleştiği yerde bulunan çıkıntı bölümü.kör boğaz * Yemek ihtiyacı, yemeğe düşkün, boğaza düşkün.
* Mide.
* Pis boğaz, obur (kimse).kör çapa * Toprak topaklarınıdağıtmakta kullanılan, ucu küt çapa. kör değneğini beller gibi * hep aynı biçimde davranıp hiçbir yenilik veya değişiklik yapmayıdüşünmeyenlerin tutumunu niteler. kör dövüşü * Aynışeyi gerçekleştirecek kimselerin birbirinden habersiz ve birbirini engelleyecek biçimdeki düzensiz
çabaları.kör duman * Çok yoğun sis. kör düğüm * kördüğüm. kör fare * Kör faregillerden, toprak altında yuva yapan bir memeli hayvan (Spalax typhlus). kör faregiller * Kemiriciler sınıfına giren, gözleri küçük bir deri ile örtülü, kuyruksuz, örnek hayvanıkör fare olan bir
familya.kör hat * Demir yollarında arkasıkesik hat. kör kadı * Hatıra gönüle bakmadan doğru bildiğini herkesin yüzüne söyleyen, sözünü esirgemeyen. kör kandil * Işığıçok az olan kandil.
* Aşırıderecede sarhoş, gök kandil.kör kaya * Deniz yüzüne çok yakın olan tehlikeli kaya veya sığlık. kör kör parmağım gözüne * çok belli, göze batacak kadar ortada. kör köstebek * Kör faregillerden kemirici bir memeli hayvan. kör kurşun * Bir başkasına veya amaçsız atıldığıhâlde bir kimsenin ölmesine veya yaralanmasına sebep olan kurşun,
serseri kurşun.kör kurttan bile vazgeçmemek * en küçük varlığı bile hor görmeden korumak. kör kuyu * Suyu kurumuş, su çıkmayan, susuz kuyu. kör nişancı * Hedefi rastlantı ile vuran kimse. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 140
köknar sakızı * Köknar kozalaklarından elde edilen sakız, köknar reçinesi. köksel * Kökle ilgili. köksü * Ciğer otlarında ve yosunlarda kökü andıran, bitkinin tutunmasına yarayan bölüm. köksüz * Kökü olmayan.
* Temeli, dayanağıveya gerçekliği olmayan.köksüzlük * Köksüz olma durumu. kökten * Yüzeyde kalmayıp derine inen, asıl konuyu da içine alan, köklü, cezrî, radikal. kökten çiçekli * Çiçekleri kök saptan veya kök yanından süren bitki çeşitlerine denir. kökten dinci * Kökten dincilik yanlısı olan kimse. kökten dincilik * Kurulu düzenin temellerini dinî kural ve inançlar doğrultusunda değiştirip uygulamadan yana olan tutum
veya öğreti.kökten sürme * Niteliğini soydan almış, türedi olmayan, soylu. köktenci * Köktencilikten yana olan, köktencilik yanlısı, radikal. köktencilik * Bilimde, dinde, siyasette kökten yenilikler yapma eğilimi, radikalizm.
* Ele alınan konunun temel sebeplerine, köklerine kadar inen düşünce biçimi, radikalizm.
* Yaşama biçimlerini, yaşama ilişkilerini eleştirip kökten değiştirme eğiliminde sonuna kadar giden görüş.
* Kurulu düzenin temellerine yönelik toplumsal ve ekonomik değiştirmelerden yana olan tutum veya öğreti,
radikalizm.kökteş * Aynıkökten gelen çeşitli yapıve görevdeki kelimeler: Sevgi, sevinç, sevme; vergi, verim, veri; başlık,
başlangıç, başarı gibi.kökteştümleç * Fiille aynıkökten olan tümleç: Çalgıçalmak. Ekin ekmek gibi. Köktürkçe * Göktürkçe. kökü kazınmak * bir daha ortaya çıkamayacak biçimde yok edilmek. kökünden halletmek * herhangi bir konuyu veya sorunu temelden çözümlemek. köküne kibrit suyu * “yerin dibine batsın!”, “ölsün, kahrolsun!” anlamlarında ilenme sözü. köküne kibrit suyu dökmek (veya kökünü kurutmak) * bir daha ortaya çıkamayacak biçimde yok etmek. kökünü (veya kökünden) kazımak * bir daha üreyemez duruma getirmek, hiçbir kalıntısını bırakmamak, yok etmek. kölçer * Tanelere zarar veren bir buğday hastalığı. köle * Savaşta tutsak alınan, yabancıülkelerden zorla kaçırılıp özgürlükten mahrum bırakılan veya başkasından
satın alınan erkek, kul, esir I.
* Birinin emri altında bulunan, özgür olmayan kimse.
* Herhangi bir şeye aşırıderecede bağlı olan kimse.köleci * Karıncaların başka türlerin yuvalarınıtalan etmesi durumu. köleleşme * Köleleşmek işi. köleleşmek * Köle durumuna gelmek. köleleştiriş * Köleleştirmek işi veya biçimi. köleleştirme * Köleleştirmek işi. köleleştirmek * Köle durumuna getirmek. köleli * Kölesi olan. kölelik * Köle olma durumu, esirlik, kulluk, esaret. kölelik düzeni * Eski çağlarda kölelerin başüretim gücü olarak kullanıldığırejim. kölemen * Kölelerden kurulan bir asker sınıfı.
* Birinin sahip olduğu köle veya karavaş.kölen olayım! * yalvarma anlatır. köleniz (veya köleleri) * söz söyleyen erkek tarafından söz söylenen kimseye aşırı bir saygı gösterilmişolmak için ben zamiri yerine
kullanılırdı.
* saygıamacıyla, biri, yakınlarından söz ederken onlarıanlatan kelimelere de bu söz katılır.kölesiz * Kölesi olmayan. kölük * İşve yük hayvanı. kömbe * Un, tuz ve yağile yoğurulan hamurun kızgın küle gömülmesi yoluyla elde edilen ekmek. kömeç * Papatya ve ay çiçeğinde olduğu gibi, sapın yassılaşmışve genişlemişucu üzerinde çiçeklerin yan yana
toplanması biçimindeki çiçek durumu.kömür * Karbonlu maddelerin kapalıve havasız yerlerde için için yanmasından veya çok uzun süre derin toprak
katmanlarıaltında kalıp birtakım kimyasal değişmelere uğramasından oluşan, siyah renkli, bitkisel kaynaklı, içinde
yüksek oranda karbon bulunan katıyakıt.
* Koyu kara rengi belirtmek için kullanılır.kömür başa vurmak * kömürün iyi yanmamasından çıkan karbon oksidiyle zehirlenmekten başağrımak. kömür gibi * simsiyah. kömür kalem * 343 füzen. kömür kayası * Kaya balığıcinsinden kara renkli bir balık. kömürcü * Kömür alıp satan veya odun kömürü yapan kimse.
* Vapurda, fabrikada vb.de ocağa kömür taşıyan işçi.kömürcü çırağına dönmek * yüzü, üstü başısiyah lekeler içinde kalmak. kömürcülük * Kömürcü olma durumu veya kömürcünün yaptığı iş. kömüren * Sarımsağa benzer bir yaban otu, yaban sarımsağı(Allium rotuntum). kömürleşme * Kömürleşmek işi.
* Bitki kalıntılarının kömüre dönüşmesine yol açan doğal olay.kömürleşmek * Kömür durumuna gelmek. kömürleştirilme * Kömürleştirilmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 139
köhneme * Köhnemek işi. köhnemek * Eskimek, modası geçmek.
* Geçersiz bir duruma gelmek, çağdışıkalmak.kök * Bitkileri toprağa bağlayan ve onların, topraktaki besi maddelerini emmesine yarayan klorofilsiz bölüm.
* (bazışeylerde) Dip bölüm.
* (köküyle ve sapıyla çıkarılan bitkilerde) Tane.
* Dip, temel, esas.
* Kaynak, köken.
* Bir kimseyi bir yere bağlayan manevî temel güçlerin bütünü.
* Kelimenin her türlü ekler çıkarıldıktan sonra kalan anlamlı bölümü: Yaptırmak kelimesinde kök, yapbölümüdür.
* Olağan şartlarda çevresinden yalıtılamayan, ancak birçok tepkimede nitelik değiştirmeden geçebilen atom
kümesi.
* (denklemde) Bilinmeyenin yerine konulduğunda uygun düşen gerçek veya birleşik değer.kök * Sazıkurmaya yarayan burgu, kulak.
* Sap.
* Süsende olduğu gibi, her yıl kök süren ve yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi.kök bacaklılar * Kök biçiminde, yalancıayak denilen protoplâzma uzantılarıyla hareketlenen, besinlerini bulan, amipleri,
günsüleri, deliklileri ve ışınlıları içine alan tek hücrelilerden bir sınıf.kök bilgisi * Köken bilimi. kök boyası * Kök boyası gillerden, 1-2 m uzunluğunda, çalı görünüşünde, gövdesi sert dikenli, çok yıllık bir bitki, kızıl
boya, kızıl kök (Flubia tinctorum). Bu bitkinin sürüngen ve kırmızırenkteki kök sapları boyacılıkta kullanılır.
* Bu bitkinin köklerinden elde edilen kırmızımsısarı bir boya, kök kırmızısı, alizarin.kök boyası giller * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, yapraklarıkarşılıklı, meyveleri zeytinsi olan ve kahve ağacı, kök boyası,
kınakına, yoğurt otu, altın kökü gibi birçok cinsleri ve bunlara bağlıdört bin kadar türü içine alan bir familya.kök doğrayıcısı * Yedek besin maddelerini köklerinde toplayan, pancar, şalgam gibi kök yemlerin doğranması için kullanılan,
bazen temizleme kafesi de bulunan özel bir alet.kök işareti * Herhangi bir kuvvete üçüncü kuvvet diyelim, yükseltildiğinde örneğin “8 sayısınıveren 2 sayısı8’in üçüncü
kuvvetten köküdür” denir; böylece, 4•81 gibi bir ifadede 81 in dördüncü kuvvetten kökünü, yani 3 sayısınıanlatır.
Bir a sayısıverildiğinde a=b2 eşitliğini sağlayan b sayısına, “a’nın kare kökü” veya “ikinci kuvvetten kökü”, bu eşitlik
a=b3 biçiminde olursa “a’nın küp kökü” veya “üçüncü kuvvetten kökü” denir ve bunlar şöyle gösterilir: 2•a , 3•a
bu ifadelerde kullanılan kırık çizgi biçimindeki işarete kök işareti denir.kök kaplama * Ağacın köklerinden elde edilen, güzel desenli bir kaplama çeşidi. kök kırmızısı * Kök boyası, alizarin. kök kurdu * Danaburnu. kök mantar * Meşe, çam ve fındık gibi ağaçların köklerinde yerleşen, iplik görünüşünde bir mantarın emeciyle, kökün
ortak yaşama biçimindeki birleşmesinden oluşan mantar.kök salmak * iyice tutunmak, sağlamlaşmak, yayılmak, köklenmek.
* bir yere iyice yerleşmek.kök sap * Süsende olduğu gibi, her yıl kök süren ve yer üstüne sap çıkaran çok yıllık yer altı gövdesi. kök saplı * İnci çiçeği beya eğrelti gibi çok yıllık kök sapı bulunan bitki. kök sökmek * çok çetin işgörmek. kök söktürmek * uğraştırmak, güçlük çıkarmak. kökçü * İlâç yapımında kullanılan türlü kök, kabuk, çiçek, yaprak gibi şeyleri satan kimse. kökçük * Ana kökün dallanmasıyla oluşan ikincil kök. köken * Kavun, karpuz, kabak gibi bitkilerin toprak üstünde yayılan dalları.
* Bir şeyin çıktığı, dayandığıtemel, biçim, sebep veya yer, menşe.
* Soy, asıl.
* Bir malın üretildiği veya yapıldığı, alındığı, getirildiği yer, menşe, orijin.
* Tulumbacıhortumlarının uç kısmındaki sarımaden sap.köken belgesi * Bir malın hangi ülkeden getirildiğini gösteren belge, menşe şahadetnamesi. köken bilimci * Köken bilimi ile uğraşan dil bilimi, etimolog. köken bilimi * Bir dildeki kelimelerin kaynağını gösteren, ne zaman ortaya çıktıklarını, nereden geldiklerini, hangi
evrelerden geçtiklerini araştıran; kelimelerin hem biçim hem anlam tarihini ele alan dil bilimi dalı, etimoloji.köken bilimsel * Köken bilimi ile ilgili, etimolojik. kökenlenme * Kökenlenmek işi. kökenlenmek * Kökeni olmak, kökene sahip bulunmak. kökenli * Kökeni olan.
* Belli bir kaynaktan çıkmışolan, bir kaynağa dayanan.kökensel * Kökenle ilgili olan. kökensiz * Kökeni olmayan. kökertme * Kökertmek işi veya durumu. kökertmek * Köklemek.
* Fide, sebze veya asma çubuğunun ufaklarınıköküyle çıkararak başka yere dikmek.kökleme * Köklemek işi.
* Tarla yapmak için ormanda açılan yer.köklemek * Ağaç veya bitkiyi kökü ile birlikte topraktan çıkarmak, kökertmek.
* Toprakta kalan bitki köklerini ayıklamak.
* Bağçubuklarınıveya fidanlarıköklendirip dikmek.
* Minder, şilte gibi şeylerin iki yüzünü yer yer dikişlerle tutturmak.
* İnce saç örgülerinden birkaçınıyeniden bir arada örmek.köklemek * (sazı) Kurmak. köklendiriş * Köklendirmek işi veya biçimi. köklendirme * Köklendirmek işi. köklendirmek * Bir ağacın aşıyerini, aşıfilizinin kök salması için toprağa gömmek.
* Kök vermesini sağlamak.kökleniş * Köklenmek işi veya biçimi. köklenme * Köklenmek işi. köklenmek * (bitki için) Kök oluşmak; kök salmak, kök tutmak.
* Köklü, temelli bir biçimde yerleşmek.kökleşme * Kökleşmek işi. kökleşmek * Güçlü bir biçimde yerleşmek, yer etmek, kök salmak. kökleştiriş * Kökleştirmek işi veya biçimi. kökleştirme * Kökleştirmek işi. kökleştirmek * Kökleşmesini sağlamak. köklü * Kökü olan.
* Kökleşmiş, iyi yerleşmiş, kalıcı olan, esaslı.
* Soylu, soyu sopu belli, iyi tanınan.köklü aile * Eskiden beri bilinen ve iyi tanınan aile. köknar * Çamgillerden, yüksek bölgelerde yetişen, iğne yapraklarıkısa, yassı olan, reçineli ve kozalaklı bir orman
ağacı(Abies). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 138
koyverme * Koyuvermek. koyvermek * Koyuvermek. koz * Ceviz.
* İskambil oyunlarında diğer kâğıtlarıalabilen, onlara üstün tutulan belirli renk ve işaretteki kâğıt.
* Başarıfırsatı olan elverişli durum, saldırışve savunma fırsatı.koz helva * Ceviz ve şekerle yapılan ağdalı bir tür helva. koz helvacı * Koz helvasıyapan veya satan kimse. koz helvası * Koz helva. koz kırmak * oyunda elindeki kozlardan birini kullanmak. koz vermek * imkân tanımak, elverişli durum sağlamak. koza * İçinde tohum veya krizalit bulunan koruncak. koza çekmek * kozayıtemizleyip ayıklamak. kozacı * İpek kozasıalıp satan kimse. kozacılık * Koza işleme işi.
* İpek kozasıalıp satma işi.kozak * Kozalak.
* Metalden yapılmışiçine antlaşma ve padişah mektuplarının konulduğu kutu.kozalak * Koza.
* Kozalaklıların çoğu dibi yuvarlak, tepesi koni biçiminde ve odunsu dokulu meyvesi.
* Bal mumu üzerine basılmışmührün bozulmaması için üzerine yapıştırılan fil dişinden kapakçık.
* Olmamış, kuru, ham meyve.kozalaklılar * Açık tohumlulardan, yaprakları iğnemsi, yemişleri kozalak biçiminde, porsukgilleri, servigilleri, çamgilleri
içine alan bir bitki takımı, iğne yapraklılar.kozalaksı * Kozalağa benzeyen, kozalak görünüşünde olan. kozalaksı bez * Beynin altında bulunan küçük bir bez. kozalı * Kozası olan. kozasına çekilmek * çevreyle ilişkisini kesmek, hiçbir şeye karışmamak. kozasız * Kozası olmayan. kozmetik * Cildi ve saçları güzelleştirmeye, diri tutmaya yarayan her türlü kokulu madde. kozmik * Evrenle ve onun genel düzeniyle ilgili.
* Haber alma ile ilgili.kozmik ışınlar * Yıldızlar arasıuzaylardan gelerek atmosfere giren, kaynaklarıkesinlikle bilinmeyen ışınlar. kozmik madde * Evreni oluşturan madde. kozmogoni * Evren doğumu. kozmogonik * Evrenin doğumuyla ilgili. kozmografya * Gök biliminin, matematik ve fiziğin yalnız temel kavramlarından yararlanarak en bellibaşlı olaylarıele alan
dalı.kozmoloji * Evren bilimi. kozmolojik * Evren bilimsel. kozmonot * Uzay adamı, astronot. kozmopolit * Çeşitli uluslardan kimseleri barındıran, içinde bulunduran.
* Kozmopolite özgü olan.
* Ulusal özelliklerini yitirmişkimse.kozmos * Evren. kozu kaybetmek * istediğini yapabilme imkânınıyitirmek. kozunu oynamak * elindeki en üstün ve son imkânıkullanmak. kozunu paylaşmak (veya pay etmek) * aralarındaki anlaşmazlığızora başvurarak çözümlemek, sona erdirmek. köçek * Kadın kılığına girip çengi gibi oynayan erkeklere verilen ad.
* Ağır başlıdavranışları olmayan kimse.köçekçe * Çoğu karcığar veya ağırlama makamında, kıvrak ve şen oyun havası. köçeklik * Köçek olma durumu veya köçeğin yaptığı iş.
* Köçek gibi davranma durumu.köfte * Genellikle kıyılmışetten, bazen de tavuk, balık veya patatesten yapılan, türlü biçimlerde pişirilen yemek. köfteci * Köfte yapıp satan kimse.
* Köfte satılan veya yenilen yer.köftecilik * Köfte pişirip satma işi. köftehor * Sevgiyle söylenen paylama sözü. köftelik * Köfte yapmaya elverişli (kıyma). köfter * Üzüm şırasıyla nişasta kaynatılarak ve tepsilere dökülüp kesildikten sonra kurutulan bir çeşit pestil. köfterlik * Köfter yapmak için özel olarak ayrılan üzüm veya şıra. köftün * Sığırlara yedirilen susam veya keten küspesi. köhne * Eskiyip yıpranmış, bakımsız kalmış.
* İçinde yaşanılan zamana göre geride kalmış, eskimiş, çağdışı.köhneleşme * Köhneme. köhneleşmek * Köhnemek. köhnelik * Köhne olma durumu.