Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 164

    kusurluluk * Kusurlu olma durumu.
    kusursuz * Kusuru olmayan, mükemmel.
    kusursuzluk * Kusursuz olma durumu.
    kuş * Yumurtlayan omurgalılardan, akciğerli, sıcak kanlı, vücudu tüylerle örtülü, gagalı, iki ayaklı, iki kanatlı
    uçucu hayvanların ortak adı.
    kuş bakışı * Yüksek bir yerden aşağıya doğru, bütün genişliği içine alacak biçimde bakma.
    * Genel olarak.
    kuş beyinli * Akılsız, aptal.
    kuş bilimci * Kuş bilimi uzmanı, ornitolog.
    kuş bilimi * Kuşları inceleyen bilim, ornitoloji.
    kuşdili * Daha çok çocukların, kelimelerin biçimlerini değiştirerek kelimelerin başına, hecelerin arasına başka kelime
    veya hece ekleyerek uydurdukları bir tür konuşma.
    kuşgibi * çok hafif.
    * çabuk işgören, eline ayağına çabuk.
    kuşgibi (veya kadar) yemek * çok az yemek.
    kuşgibi çırpınmak * çaresizlik içinde telâşlıdavranmak.
    kuşgibi uçup gitmek * çok kısa süren bir hastalıkla ölmek.
    * çok kısa sürmek, geçmek.
    kuşkadar canı olmak * küçük, cılız, güçsüz bir yaratık olmak.
    kuşkafesi * Kuşun içinde barındırıldığıyuva.
    kuşkafesi gibi * ufak ve güzel (yapı).
    kuşkanadıyla gitmek * çok hızlı gitmek.
    kuşkirazı * Gülgillerden, yaprak açmadan önce beyaz çiçek veren, kaplamacılıkta kullanılan yabanî ağaç, ılgıncar,
    gelinfeneri (Cerasus padus).
    * Bu ağacın reçeli ve likörü yapılan meyvesi.
    kuşmu konduracak? * “yapacağışey görülmemiş bir sanat eseri mi olacak?” anlamında kullanılır.
    kuşotu * Yol kenarları, duvar dipleri ve bahçelerde yetişen bir yıllık ve otsu bir bitki (Stellaria media).
    kuşsütü * “Bulunmayan şey” anlamında bazıdeyimlerde geçer.
    kuşsütü ile beslemek * hiç eksiksiz, özenle beslemek.
    kuşsütünden başka her şey var * her türlü yiyecek var.
    kuştüyü * Yatak, yorgan, yastık doldurmaya yarayan bazıkuşların tüyü.
    * Bu tüylerle doldurulmuşolan.
    kuştüyü gibi * çok yumuşak (oturacak, yatacak yer).
    kuşuçmaz, kervan geçmez * kimsenin uğramadığııssız ve sapa kır yeri.
    kuşuçurmamak * hiçbir şeyin veya kimsenin kaçmasına, geçmesine imkân vermemek.
    kuşuçuşu * İki nokta arasında doğrultu yönünde alınan mesafe.
    kuşuykusu * Hafif uyku, tavşan uykusu.
    kuşüzümü * Siyah, çok ufak taneli çekirdeksiz bir üzüm çeşidi.
    kuşyuvası * Kuşun içinde barındığıyer.
    kuşa benzemek (veya dönmek) * bir şey düzeltilmek istenirken komik veya biçimsiz bir duruma gelmek.
    kuşak * Bele sarılan uzun ve enli kumaş.
    * Sağlamlığınıartırmak için, bir şeyin çevresine geçirilen ağaçtan veya metalden bağ.
    * Yaklaşık olarak yirmi beş, otuz yıllık yaşkümelerini oluşturan bireyler öbeği, göbek, nesil, batın.
    * Yaklaşık olarak aynıyıllarda doğmuş, aynıçağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri
    paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuşkişilerin topluluğu.
    * Bir küre yüzeyi, paralel iki düzlemle kesildiğinde iki kesitin arasında kalan bölüm.
    * Yeryüzünün kutuplar, kutup daireleri ve dönencelerle belirlenen beş bölümünden her biri.
    * Yer yüzünde veya herhangi bir gök cisminde belli şartlarısağlayan bölge.
    * Henüz birleştirilmemişses ve görüntü taşıyan filmler.
    kuşak bağlama * Düğün sırasında geline koltuğa verilmesi töreninden önce baba veya başka bir büyük tarafından gelinin şal
    kuşak dolama, bağlama, kemer.
    * Tarikatlarda, medreselerde belli bir düzeye gelen öğrencilere kuşak takma töreni, kemer bağlama.
    * Karate, judo gibi Uzak Doğu oyunlarında aşama kaydetme.
    kuşaklama * Kuşaklamak işi veya biçimi.
    * Kuşak durumunda olan.
    kuşaklamak * Kuşaklarla sağlamlaştırmak.
    kuşaklı * Kuşağı olan.
    kuşaksız * Kuşağı olmayan.
    kuşam * Bkz. giyim kuşam.
    kuşamlı * Bkz. giyimli kuşamlı.
    kuşane * Yayvan küçük tencere.
    kuşanılma * Kuşanılmak işi.
    kuşanılmak * Kuşanmak işi yapılmak.
    kuşanış * Kuşanmak işi veya biçimi.
    kuşanma * Kuşanmak işi.
    kuşanmak * Beline kuşak, kılıç, kemer gibi şeyler bağlamak.
    * Giyinmek.
    kuşantı * Giyecek, kuşanılacak şey.
    kuşatılma * Kuşatılmak işi.
    kuşatılmak * Kuşatmak işi yapılmak, çevresi sarılmak.
    kuşatış * Kuşatmak işi veya biçimi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 160

    kurşunlaşma * Kurşunlaşmak işi.
    kurşunlaşmak * Kurşun gibi ağırlaşmak.
    kurşunlu * İçinde kurşun bulunan.
    * Kurşunlanmışolan.
    * Kubbesi kurşunla örtülü.
    kurşunsuz * Kurşunu olmayan.
    kurt * Köpekgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da yaşayan, gri sarırenkli, yırtıcı, etçil memeli hayvan
    (Canis lupus).
    * Bir yeri, bir şeyi iyi bilen.
    * İşini iyi bilen, aldanmaz, kurnaz.
    kurt * Yumuşak vücutlu, uzun gövdeli, omurgasız, bacaksız, ayaksız veya çok ilkel ayaklıküçük hayvan.
    * Bazı böceklere veya bazı böcek lârvalarına verilen ad.
    kurt baklası * Acı bakla.
    kurt bilimci * Kurt (II) bilimi ile uğraşan kimse.
    kurt bilimi * Solucanların yapılarını, yaşayışlarınıve yaptıklarıhastalıklarla, bu hastalıklara karşımücadeleyi anlatan
    asalak bilimi dalı, helmintoloji.
    kurt dumanlıhavayısever * kötü niyetli kimselerin ortalıktaki karışıklıklardan yararlandıklarınıanlatır.
    kurt gibi * işini bilir, girişken (kimse).
    kurt gibi kemirmek (veya yemek) * aşırıderecede kuşku ve tedirginlige düşürmek.
    kurt kapanı * Güreşte hasmıalta düşürdükten sonra üstüne oturarak uyluklarıarasında ayak bağlama, bir yandan da iki
    kolu altından el geçirerek ağırlığı bel üzerine verme.
    kurt kocayınca çakallara (köpeklere) maskara olur * güç ve yeteneğini yitiren insanlar, basit ve kendini bilmezlerce aşağılanırlar.
    kurt köpeği * Çoban köpeği, koyun köpeği.
    kurt kuş * Bütün yaratıklar, bütün canlılar.
    kurt kuyusu * Dibine ucu sivri bir kazık çakılmışve koni biçiminde kazılmış, tuzak olarak kullanılan derin çukur.
    kurt mantarı * Tazeyken yenebilen, olgunlaştığında basılınca sporlar saçan, beyaz renkli, yuvarlak biçimli, bazitli bir
    mantar (Lycoperdon).
    kurt masalı * Birini oyalamak, kendini suçsuz göstermek için ileri sürülen gereksiz, inandırıcı olmayan sözler.
    kurt sineği * Kurtlara dayanan bir sinek türü.
    kurt yeniği * Kurt tarafından yenilen yer.
    * Bkz. bit yeniği.
    kurtağzı * Gemi ve sandallarda halatın geçmesi için teknenin kenarına tutturulmuş, açık ağız biçiminde metal
    parçalara verilen ad.
    * Doğramanın birbirine geçen dişleri.
    kurtarıcı * Kurtaran, halâskâr.
    * Kendi hayatınıtehlikeye atarak bir kimseyi, bir topluluğu güç bir durumdan veya yok olmaktan kurtaran
    kimse.
    kurtarıcılık * Kurtarma işi veya biçimi.
    kurtarılma * Kurtarılmak işi.
    kurtarılmak * Kurtarmak işi yapılmak veya kurtarmak işine konu olmak.
    kurtarım * Kurtarmak işi.
    kurtarış * Kurtarmak işi veya biçimi.
    kurtarma * Kurtarmak işi.
    kurtarma aracı * Trafikte arızalanan, kaza geçiren aracıyerinden kaldırıp istenen yere götüren özel donanımlımotorlu araç,
    kurtarıcı.
    kurtarma gemisi * Deniz trafiğinde arızalanan, kaza geçiren gemi, şilep vb. araçlarıuygun bir yere çekip götüren özel
    donanımlıdeniz aracı.
    kurtarma kazısı * Yeni kurulacak olan baraj, göl ve yerleşim yerleri gibi yapıların arazileri içinde bulunan arkeolojik eserlerin
    çıkarılması.
    kurtarmak * Bir canlıyı bir felâketten tehlikeden veya zor durumdan uzaklaştırmak.
    * Kurtulmasını sağlamak; uzaklaştırmak.
    * Kazandırmak, yeniden ele geçirmek.
    * Bir şeye zarar gelmesini önlemek.
    * Birinin cezalandırılmasına engel olmak.
    * (olumsuz olarak): Bir şeyin değerini karşılamamak.
    kurtayağı * Damarlıçiçeksizlerden, küçük yapraklarla örtülü ince bir sap görünüşünde olan bir bitki (Lycopodium
    clavatum).
    kurtayağıtozu * Kurtayağının sporlu başaklarından elde edilen, hekimlikte kullanılan sarı bir toz.
    kurtbağrı * Zeytingillerden, yapraklarımızrağa benzer, çiçekleri beyaz, kokulu ve salkım durumunda olan, çit
    yapmakta kullanılan bir süs bitkisi (Ligustrum vulgare).
    kurtboğan * Çok yıllık otsu bir bitki, boğan otunun bir türü (Aconitum napellus).
    kurtçuk * Bazıhayvanların, özellikle böceklerin yumurtadan çıktıktan sonra, krizalit veya ergin karakterlerini
    kazanmadan önceki evresi, sürfe, lârva.
    kurtçul * Kurtçuklarla beslenen (hayvan).
    kurtkıyan * Afrika’da yaşayan sığırcıkgiller familyasının genel adı.
    kurtlandırma * Kurtlandırmak işi veya durumu.
    kurtlandırmak * Kurtlanmasına sebep olmak.
    kurtlanış * Kurtlanmak işi veya biçimi.
    kurtlanma * Kurtlanmak işi.
    kurtlanmak * İçinde veya üzerinde kurt üremek.
    * Rahat oturmayıp telâşve sabırsızlık göstermek veya sürekli kımıldanmak.
    * Bir yerde çok oturmaktan bıkarak gezme gereği duymak.
    kurtlarınıdökmek * çoktan beri özlediği bir şeyi bol bol yapıp hevesini almak.
    kurtlaşma * Kurtlaşmak işi.
    kurtlaşmak * Kurt durumuna gelmek, kurt gibi olmak.
    kurtlu * İçinde kurt bulunan, kurtlanmış.
    * Yerinde rahat duramayan, sürekli kıpırdanan (kimse).
    kurtluca * Ballı babagillerden, tırmanıcısarıçiçekleri olan, kokusu sarımsağıandıran, göl ve akarsu kıyıları gibi nemli
    yerlerde yetişen bir bitki, meşecik, yer meşesi, yer palamudu, su sarımsağı.
    * Loğusa otu, zeravent.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 157

    kupon * Piyango biçiminde düzenlenmiş, çekilişlerde kesilerek kullanılan basılıparça.
    * Değerli kâğıtların (devlet tahvili veya hisse senetleri) üzerinde bulunan ve belirli zamanlarda sahibine faiz
    veya kazanç payı olarak belirli bir gelir sağlayan kesilmişparça.
    * Yalnız bir giysilik dokunmuş, üstün nitelikte (kumaşparçası).
    kupür * Kesik.
    kur * Yabancıparaların ulusal para cinsinden değeri.
    * Kurs değeri (II).
    kur * Karşıcinsten birine ilgi göstererek onun hoşuna gitme, gönlünü kazanmaya çalışma.
    * Birinin duygularını okşayacak biçimde davranarak onu elde etmeye çalışma.
    kur yapmak * karşıcinsten birine ilgi göstererek onun hoşuna gitmek, gönlünü kazanmaya çalışmak.
    * birinin duygularını okşayacak biçimde davranarak onu elde etmeye çalışmak.
    kur’a * Ad çekme.
    kur’a çekmek * ad çekmek.
    kur’a efradı * Kur’a çekerek yeni asker olan erler.
    kurabiye * Un, yağveya badem, fıstık gibi şeylerle yapılan, şekerli küçük çörek.
    kurabiye gibi * çok gevrek, ağızda dağılıveren (yiyecek).
    kurabiyeci * Kurabiye yapan veya satan kimse.
    kurabiyecilik * Kurabiye yapma veya satma işi.
    kur’acı * Askere alınacak gençlerin belli olması için onlara kur’a çektiren subay.
    kurada * İşe yaramaz, yıpranmış, eskimiş, bozulmuş(eşya).
    * Gelişmemiş, cılız (insan ve hayvan).
    kurak * (hava, mevsim, yıl için) Yağışsız.
    * (toprak için) Nem tutmayan, çabuk kuruyuveren, çorak.
    kurakçıl * (bitki için) Kurak yerde yetişen, kurak yerden hoşlanan.
    kuraklık * Kurak olma durumu, kurak hava, yağışsızlık.
    kural * Bir sanata, bir bilime, bir düşünce ve davranışsistemine temel olan, yön veren ilke.
    * Davranışlarımıza yön veren, uyulması gereken ilke.
    kural dışı * Bkz. kural dışı.
    kural dışı * Kurala uymayan, kurala aykırı olan, ayrık, müstesna, şaz.
    kurala aykırı * Bkz. kural dışı.
    kurala aykırılık * Dil kurallarına aykırı olarak kelime kullanma, kıyasa muhalefet.
    kuralcı * Kurala, kurallara bağlı olan, kaideci.
    kuralcılık * Kuralcı olma durumu.
    kurallaşma * Kurallaşmak işi.
    kurallaşmak * Kural durumuna gelmek.
    kurallaştırma * Kurallaştırmak işi.
    kurallaştırmak * Kural durumuna getirmek.
    kurallı * Kuralı olan, kurala uygun olan, kaideli, kıyasî.
    kurallıcümle * Yüklemi sonda yer alan cümle.
    kuralsız * Kuralı olmayan, kurala uygun olmayan, kaidesiz, gayri kıyasî.
    kuram * Uygulamalardan bağımsız olarak ele alınan soyut bilgi.
    * Belirli bir konuda düşüncelerin, görüşlerin bütünü.
    * Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayıaçıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü,
    nazariye, teori.
    Kurama * Türkistan’da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse.
    kuramcı * Kuram ortaya koyan kimse, kurama bağlı olan kimse, teorisyen.
    kuramcılık * Kuram ortaya koyma, kurama bağlı olma durumu.
    kuramlaştırma * Kuramlaştırmak işi.
    kuramlaştırmak * Kuram durumuna getirmek.
    kuramsal * Kuramla ilgili, kuram durumunda bulunan, kuram niteliğinde olan, nazarî, teorik.
    Kur’an * İslâm dininin temel ilkelerini, Hz. Muhammed’e gönderilen Tanrı buyruklarını içeren, Müslümanlığın
    temel kitabı, Kur’anıkerim, Kelâmıkadim, Mushaf.
    Kur’an (veya ekmek) çarpsın! * karşısındakini dediği şeye inandırmak için edilen yemin.
    kurander * Hava akımı, cereyan.
    Kur’anıkerim * Kur’an.
    kur’ası olmak * o yıl askerlik çağına girenlerden olmak.
    kurbağa * Kurbağalardan, yumurta ile üreyen, yavruları gelişimlerini durgun sularda tamamladıktan sonra kuyruğu ve
    solungacıkörelerek karada yaşayabilen, sıçrayarak yurüyen ve suda iyi yüzen küçük hayvan.
    kurbağa adam * Balık adam.
    kurbağa balığı * Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan kemikli balık (Uranoscopus scaber).
    kurbağa balığı giller * Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan kemikli balıklar familyası.
    kurbağa otu * Düğün çiçeğigillerden bir bitki (Bufonia).
    kurbağa testi * Kadının gebe olup olmadığınıanlamak için, idrarının kurbağa karnına şırınga edilmesi yoluyla yapılan test.
    kurbağa zehiri * Kurbağa zehirigillerden, tatlısularda yaşayan, beyaz çiçekli, yürek biçimi yapraklı bir süs bitkisi
    (Hydrocharis).
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 158

    kurbağa zehirigiller * Bir çeneklilerden, bütünü veya bir kesimi su içinde yaşayan, kurbağa zehri ve benzeri su bitkilerini içine
    alan bir familya.
    kurbağacık * Kurbağa yavrusu, küçük kurbağa.
    * Ağız tabanında çıkan bir çeşit küçük ur.
    * Küçük İngiliz anahtarı.
    * Ayarlanabilir somun anahtarı.
    * Pencere çerçevesi gibi yukarıya sürülen şeylerin alt kenarlarına yerleştirilen tutacak.
    kurbağalama * Kurbağanın yüzmesine benzer yatay hareketler yaparak yüzme.
    * Birbirine parelel iki tırmanma sırığına baldırlarıve ayak sırtlarınıkenetleyerek veya dışarıdan diz altına
    sıkıştırarak tırmanma.
    kurbağalar * Omurgalıhayvanlardan, amfibyumlar sınıfına giren bir takım.
    kurban * Dinin bir buyruğunu veya bir adağıyerine getirmek için kesilen hayvan.
    * Müslümanlarda kurban bayramı.
    * Bir ülkü uğrunda feda edilen veya kendini feda eden kimse.
    * Bir kazada veya felâkette ölen kimse.
    * Maddî ve manevî bakımdan felâkete sürüklenmişveya insanî değerlerini yitirmek zorunda kalmışveya
    bırakılmışkimse.
    * Bazı bölgelerde seslenme sözü olarak kullanılır.
    Kurban Bayramı * Arabî takvime göre Zilhicce ayının onunda başlayıp dört gün süren ve bu süre içinde yoksullara dağıtılmak
    için kurban kesilen dinî bayram.
    kurban eti * Kesilen kurbanın dağıtılan parçaları.
    kurban etmek * Bkz. kurban kesmek.
    * kendi çıkarı için birini veya bir şeyi feda etmek.
    kurban gitmek * suçsuz yere ölmek, zarara uğramak.
    kurban kesmek * din buyruğunu yerine getirmek için bir hayvanıkeserek etini dağıtmak.
    kurban olayım! * aşırısevgi ve hayranlık anlatır.
    * yalvarmak için söylenir.
    kurban olmak * bir kimse veya bir şey için kendini feda etmek.
    kurban vermek * can kaybına uğramak.
    kurbanı olmak * uğruna ıstırap veya büyük üzüntü, sıkıntıçekmek, zarara girmek, ölmek.
    kurbanlık * Kurban edilmek için ayrılmış, kurban edilmeye uygun.
    kurbanlık koyun * Kurban olmaya elverişli koyun.
    * Başına geleceklerden habersiz.
    kurca * Karıştırma, kaşıma.
    kurca çı banı * Kaşıyıp kurcalamaktan azan çı ban.
    kurcalama * Kurcalamak işi.
    kurcalamak * Ellemek, karıştırarak bakmak.
    * Sivri bir şey sokup karıştırarak zorlamak.
    * Karıştırıp azdırmak, tahrişetmek.
    * Meşgul ve rahatsız etmek.
    * Bir konuyu araştırmak, üstünde durmak, eşelemek.
    kurcalanış * Kurcalanma işi veya biçimi.
    kurcalanma * Kurcalanmak işi.
    kurcalanmak * Kurcalamak işi yapılmak.
    kurcalayış * Kurcalamak işi veya biçimi.
    kurçatovyum * Atom numarası104, atom ağırlığı260 olan yapay element. KısaltmasıKu.
    kurdele * Genişipekli şerit.
    kurdele balığı * Kurdele balığı gillerden, uzun, yassıvücutlu, pullarıçok küçük, kuyruk yüzgeci ipliğe benzeyen, kemikli bir
    Akdeniz balığı, flândra balığı(Cepola rubescens).
    kurdele balığı giller * Örnek hayvanıkurdele balığı olan balıklar familyası.
    kurdeleli * Kurdelesi olan.
    kurdelesiz * Kurdelesi olmayan.
    kurdeşen * Ciltte çeşitli sebeplerle oluşan kaşıntılıdöküntüler, ürtiker.
    kurdun oğlu akı bet kurt olur * sonunda kendi karakterini, aslını, düşüncesini atalarına benzer şekilde ortaya koyar.
    kurdunu kırmak * hevesini almak, isteğini yerine getirmek.
    kurdurma * Kurdurmak işi.
    kurdurmak * Kurmak işini yaptırmak.
    kurdurtma * Kurdurtmak işi veya durumu.
    kurdurtmak * Kurmak işini yaptırmak.
    kurgan * İlk Çağda mezar üzerine toprak yığılarak yapılan küçük tepe.
    * Kale.
    * (arkeolojide) Tepe biçiminde mezar, höyük.
    kurgu * Bir şeyin zembereğini kurmak için kullanılan araç, anahtar.
    * Zembereğin kurulmuşolma durumu.
    * Bir bütün oluşturmak için parçalarıtakıp birleştirme işi, montaj.
    * Bir filmin değişik süre ve yerlerde çekilen bölümlerini, bir anlam ve uyum bütünlüğü sağlayarak
    birleştirme, montaj.
    * İşalanına geçmeyip yalnız bilmek ve açıklamak amacını güden düşünce, kuramsal araştırma, spekülâsyon.
    * Bir işe hazırlamak için yapılan telkin.
    kurgu bilimi * Teknolojideki gelişmelere göre ileri düzeyde sayılabilecek buluşlara bağlıkalarak düşünülen veya yapılan iş.
    kurgucu * Kurgu işini yapan kimse, montajcı.
    kurguculuk * Kurgu işini yapma, montajcılık.
    kurgulama * Kurgulamak işi veya durumu.
    kurgulamak * Bir filmin değişik yerlerde çekilen bölümlerini bir bütün oluşturmak için birleştirmek.
    kurgulanma * Kurgulanmak işi.
    kurgulanmak * Kurgu durumuna gelmek.
    kurgulu * Kurgusu olan.
    kurgusal * Kurgu ile ilgili, spekülâtif.
    kurgusuz * Kurgusu olmayan.
    kurk * Kuluçka, gurk.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 159

    kurlağan * Etyaran.
    kurma * Kurmak işi.
    * Kurularak, parçaları birleştirilerek oluşturulan, prefabrike.
    kurmaca * Tasarlanıp üretilen, tasarlayarak.
    kurmacılık * Resim ve heykelde, eseri geometrik ögeleri ile kurmayıtemel alan anlayış, konstrüktivizm.
    kurmak * Bir şeyin oluşmasına yardım eden parçaları birleştirerek bütün durumuna getirmek, monte etmek.
    * Hazırlamak.
    * (yaylı, zemberekli şeylerde) Yayıveya zembereği germek.
    * Gereken şartlarıhazırlayıp kendi kendine olmaya bırakmak.
    * (etkisi ve önemi geniş, sürekli şeyler için): Meydana getirmek, tesis etmek.
    * Yapmak, inşa etmek.
    * Yapmak, oluşturmak.
    * Ortaklık sağlamak.
    * Belli bir işte beraber çalışacak kimseleri belirlemek.
    * Bir araya getirmek, toplamak.
    * Gizlice hazırlamak, tasarlamak.
    * Düşünmek.
    * Aklına koymak.
    * Zihinde büyütmek.
    * Bir kimseyi dedikodu veya telkinlerle başkasına karşıöfkelendirmek.
    * Sağlamak, oluşturmak.
    kurmay * Harp akademilerine girerek eğitimlerini başarıyla bitirmişsubay, erkânıharp.
    * Kurmaylık yetkisi ve niteliği olan (subay).
    kurmay başkanı * Ordu, tümen, tugay gibi birliklerde ve askerî akademilerde karargâh subayı.
    kurmaylık * Kurmay olma durumu.
    kurna * Hamamlarda, musluk altında, içinde su biriktirilen, yuvarlak ve çoğunlukla mermer veya taştekne.
    kurnalı * Kurnası olan.
    kurnasız * Kurnası olmayan.
    kurnaz * Kolay kanmayan, başkalarınıkandırmasınıve ufak tefek oyunlarla amacına erişmesini beceren, açıkgöz.
    kurnazca * Kurnaz bir biçimde, kandırarak, aldatarak.
    kurnazlaşma * Kurnazlaşmak işi.
    kurnazlaşmak * Kurnaz duruma girmek.
    kurnazlık * Kurnaz olma durumu veya kurnazca iş.
    kuron * Korumak için dişüzerine dişçi tarafından geçirilen metal kaplama.
    kurs * Yuvarlak ve yassı biçimli nesne, ağırşak.
    * Bir gök cisminin teker biçimde görülen yüzü, çörek.
    kurs * Resmî ve özel kuruluşlarca ilgililere belirli bir konuda bilgi, beceri ve davranışlar kazandırmak amacıyla
    düzenlenen ve kısa süreli derslere dayanan eğitim etkinliği, kur.
    kursağında kalmak * istenilen bir şey gerçekleşememek, yarım kalmak.
    kursak * Kuşların yemek borusu üzerinde bulunan, yiyeceklerin toplandığıtorba biçiminde şişkin organ.
    * Kuşkursağışişirilip kurutularak yapılan veya ona benzetilen şişkin şey.
    * Mide.
    * Kursak zarı ile yapılmış.
    * Böceklerin ve solucanların sindirim kanallarında bulunan, kuşların kursağına benzeyen yapı.
    kursaklı * Kursağı olan.
    * Guatr hastalığı olan (kimse).
    kursaksız * Kursağı olmayan.
    kursiyer * Kurs öğrencisi.
    kurşun * Atom numarası82, atom ağırlığı207,21, yoğunluğu 11,3 olan, 327,4°C de eriyen, yumuşak ve bükülgen,
    mavimtırak esmer renkte bir element. KısaltmasıPb.
    * Tüfek, tabanca gibi hafif ateşli silâhlarda kullanılan mermi.
    * Kurşundan yapılmış.
    kurşun atmak * silâhla mermi atmak.
    * düşmanlık etmek.
    kurşun dokunmak * mermi isabet etmek.
    kurşun dökmek * halk inanışına göre erimişkurşunu, hastanın üstünde, içinde su bulunan bir kaba dökerek ortaya çıkan
    şekillerin yorumuyla nazar, büyü, hastalık vb. şeyleri önlemek, iyileştirmek.
    kurşun erimi * Merminin en çok ulaşabildiği uzaklık.
    kurşun gibi * çok ağır.
    kurşun grisi * Koyu gri renk.
    kurşun kalem * Dışıtahta, içi grafitli kalem.
    kurşun otu * Bkz. dişotu.
    kurşun rengi * Kurşunun rengi, koyu kül rengi.
    * Bu renkte olan.
    kurşun sıkmak * silâhıateşlemek, mermi yakmak.
    kurşun tutmak * kurşuna hedef olmak, kurşun değecek gibi olmak.
    kurşun yağdırmak * çok sayıda kurşun atmak.
    kurşun yağmuruna tutmak * çok sayıda ve sürekli kurşun atmak.
    kurşun yemek * vurulmak.
    kurşuna dizmek * verilen ölüm cezasınıaskerî bir kıtanın attığıkurşunlarla yerine getirmek.
    kurşuncu * Kurşun satan veya işleyen kimse.
    * Kurşun döken kimse.
    kurşunculuk * Kurşun satma veya işleme.
    * Kurşuncunun işi.
    kurşungeçirmez * Ateşli silâhlardan atılan mermilerin girmesini engelleyecek yapıda ve özellikte olan (yelek, cam vb.).
    kurşunî * Koyu kül rengi, kurşun rengi.
    * Bu renkte olan.
    kurşunîleşme * Kurşunîleşmek işi.
    kurşunîleşmek * Kurşunî bir duruma girmek.
    kurşunlama * Kurşunlamak işi.
    kurşunlamak * Kurşunla kaplamak.
    * Kurşunla mühürlemek.
    * Kurşun ile ateşetmek, vurmak.
    kurşunlanma * Kurşunlanmak işi.
    kurşunlanmak * Kurşunlamak işi yapılmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 153

    kulak asma! * “önemseme, dimleme!” anlamında uyarısözü.
    kulak asmak (veya asmamak) * önem vermek (vermemek), dinlemek (dinlememek).
    kulak çivisi * Kağnıda tekerleğin çıkmaması için mazının ucuna takılan çivi.
    kulak davulu * Kulak zarı.
    kulak demiri * Pulluklarda, uç demirinin kaldırdığıtoprağıters çeviren demir.
    kulak dolgunluğu * İşiterek elde edilen bilgi.
    kulak erimi * Sesin işitilebileceğıuzaklık.
    kulak kabartmak * belli etmemeye çalışarak dinlemek.
    kulak kepçesi * Sesi toplayarak orta kulağa göndermeye yarayan, kulağın, yarım daire biçimindeki bölümü.
    kulak kesilmek * büyük bir dikkatle dinlemek.
    kulak kıvırmak * tarımda domatesin olgunlaşmasısırasında yapılan bir işlem.
    kulak kulağa * Gizlice, başkasıduymaksızın.
    kulak memesi * Kulağın yumuşak ve kıkırdaksız olan alt ucu.
    kulak misafiri * Yanında konuşulan bir şeyi, konuşmaya katılmadan dinleyen kimse.
    kulak misafiri olmak * yanında konuşulan bir şeyi konuşmaya katılmadan dinlemek.
    kulak tıkacı * Çok şiddetli sesleri, gürültüleri hafifletmek için, kulağın içine veya üzerine konulan araç.
    kulak tıkamak * bir şeyi duymazlıktan gelmek.
    kulak tırmalamak * (ses için) kulağırahatsız etmek.
    kulak tırmalayıcı * Kulağırahatsız eden.
    kulak tozu * Kulağın arkasındaki tümseklik.
    kulak tozuna vurmak * tam kulağın üstüne vurmak.
    kulak tutmak * dinlemek, işitmek istemek.
    kulak vermek * merak edip dinlemek, işitmeye çalışmak.
    kulak zarı * Dışkulakla orta kulağı birbirine bağlayan zar, kulak davulu.
    kulakçı * Kulak, burun, boğaz hekimi.
    kulakçık * Kalbin üst bölümünde bulunan ve biri (sağdaki) anatoplar damarlardan, öbürü (soldaki) akciğer
    toplardamarlarından kanıalıp karıncıklara veren iki boşluğun adı, kulacık.
    kulaklarıdolmak * aynışeyi dinlemekten usanmak.
    kulaklarıpaslanmak * çoktan beri müzik dinlememişolmak.
    kulaklarına kadar kızarmak * çok utanmak.
    kulaklarınıdikmek * (hayvan) dikkat kesilmek.
    kulaklarınıtıkamak * dinlemek, istememek.
    kulaklarının pasını gidermek * çoktan beri dinlememişken müzik dinlemek.
    kulaklı * Kulağıherhangi bir biçimde olan.
    * Kulağa benzer çıkıntısı olan.
    * Sapının ucunda kulak biçiminde iki genişçatalı bulunan bir çeşit yatağan.
    * İki tarafında tutulacak yeri olan yayvan tencere, kazan.
    kulaklısomun * Yanlarında kanat gibi çıkıntıları olan bir somun türü.
    kulaklık * Kulaklarısoğuk, rüzgâr gibi dışetkilerden korumak için kulak kepçesini örtecek biçimde yapılmışkılıf.
    * Radyo, telefon veya telsizde kulak ile verici arasında ses bağlantısıkurmaya yarayan alıcı.
    * Ağır işitenlerin kullandıklarıpilli araç.
    kulaksız * Kulak kepçesi olmayan.
    kulaktan * Sadece duyarak, dinleyerek.
    kulaktan dolma * Başkalarından işitilerek edinilen bilgi.
    kulaktan kulağa * Bir kimseden bir başkasına, gizlice söyleyerek.
    kulampara * Oğlancı.
    kulamparalık * Oğlancılık.
    kule * Çoğunlukla kare veya silindir biçimindeki yüksek yapı.
    * Cihannüma.
    kulis * Tiyatroda, sahnenin gerisinde ve yanlarında bulunan bölüm.
    * Bir işin, bir hareketin iç yüzü, bilinmeyen yönleri.
    * Borsa dışında alışverişyeri.
    kulis çalışması * Kulis faaliyeti.
    kulis faaliyeti * Toplantıyerlerinde, oturum dışında çeşitli grupların yaptığı gizli girişim veya çalışma.
    kulis yapmak * herhangi bir toplulukta oturumlar dışında gizli çalışmalar yapmak.
    kullandırma * Kullandırmak iş.
    kullandırmak * Kullanmak işini yaptırmak.
    kullanılma * Kullanılmak işi.
    kullanılmak * Kullanmak işine konu olmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 154

    kullanılmış * Az veya çok bir zaman için başkasının malı olmuş, yeni olmayan, müstamel.
    kullanım * Kullanma, yararlanma, tasarruf.
    kullanış * Kullanmak işi veya biçimi.
    kullanışlı * Rahatça kullanılabilen.
    kullanışsız * Kullanılması güç, kullanılmaya elverişli olmayan.
    kullanma * Kullanmak işi, istimal.
    kullanmak * Bir şeyden belli bir amaçla yararlanmak.
    * Bir kimseyi bir hizmette bulundurmak, çalıştırmak.
    * İşletmek, değerlendirmek.
    * Giymek, takmak.
    * Bir şeye alışmışolmak, içmek.
    * (kelime için) Yazmak, söylemek.
    * Harcamak, sarf etmek.
    * (birinden veya bir şeyden) Amacına ulaşmak için yararlanmak, onu amacına alet etmek, sömürmek,
    istismar etmek.
    * Araç veya aleti işletmek, yönetmek.
    kullap * İplik üzerine sırma sarmaya yarar bir dolap.
    * Bir tür menteşe.
    kullaşma * Kullaşmak işi veya durumu.
    kullaşmak * Kul durumuna gelmek.
    kulluk * Kul olma durumu, kölelik.
    * Kulun yaptığı iş.
    * Kamu düzenini korumakla görevli daire, karakol.
    kulluk etmek * kul olmak.
    kulluk kölelik * Birinin buyruklarına boyun eğerek yaşama durumu.
    kullukçu * Kullukta görevli yeniçeri.
    kuloğlu * Ölen evli yeniçerilerin, babaları gibi, ocakta askerlik yapan çocukları.
    kulp * Kapların, sap gibi halka biçiminde olan tutulacak yeri.
    * Uydurma sebep, bahane.
    kulp takmak * bir kimseyi, bir şeyi kusurlu göstermek için bahane, kusur bulmak.
    kulplu * Kulpu olan, kulpu bulunan.
    kulplu beygir * Jimnastik alıştırmalarında destek olarak kullanılan, gövdesinin ortasında gereğinde sökülüp takılabilen
    yarım halka biçiminde aralıklı iki kulpu olan araç.
    kulpsuz * Kulpu olmayan.
    kulpunu bulmak * yapılacak uygunsuz bir işiçin, yasallığıtartışılabilecek bir çözüm yolu bulmak.
    kuluçka * Civciv çıkarmış, yumurtaya yatmışveya yatmak üzere kızmışdurumda olan dişi kuşveya dişi kümes
    hayvanı, gurk.
    kuluçka devri * 343 kuluçka dönemi.
    kuluçka dönemi * Civciv, yavru çıkarmak için, her tür kuşun yumurtalarıüstüne yatması gereken süre.
    * Döllenmeden sonra canlı bir organizma oluncaya kadar geçen süre.
    * Bir mikrobun vücuda girmesiyle hastalığın belirmesi arasında geçen süre.
    kuluçka makinesi * Gereken sıcaklığısağlayacak düzeni bulunan ve çok sayıda civciv çıkarmaya yarayan araç.
    kuluçka olmak * (dişi kuş) yumurtaya yatma zamanı gelmek.
    kuluçkahane * Kuluçkalık.
    kuluçkalık * Kuluçka olma durumu.
    * Kuluçkada kullanılmaya elverişli.
    kuluçkaya oturmak (veya yatmak) * dişi kuş civciv çıkarmak icin yumurtaların üzerine yatmak.
    kulun * Doğumdan altıay sonra kadar olan erkek veya dişi at veya eşek yavrusu.
    kulun atmak * (kısrak veya eşek) yavru düşürmek.
    kulunç * Şiddetli ağrıve özellikle omuz ağrısı.
    kulunç girmek * (bir organda veya vücut bölgesinde) birdenbire veya şiddetli sancı oluşmak, tutulmak.
    kulunç kırmak * ağrıyan yeri ovmak.
    kulunlama * Kulunlamak işi.
    kulunlamak * Kısrak veya eşek yavrulamak.
    kulunluk * Kısrak veya eşek gibi hayvanlarda döl yatağı.
    kulunuz * alçak gönüllülük göstermişolmak için ben zamiri yerine kullanılırdı.
    kulübe * Kerpiç, saman veya ağaçtan yapılmışküçük, basit, ilkel ev.
    * Bir yeri beklemekle görevli kimsenin içinde bulunduğu küçük barınak.
    * Hayvanlar için yapılmış barınak.
    * Alçak gönüllülük göstermek amacıyla “ev” anlamında kullanılır.
    kulüp * Görüşmek, konuşmak, okumak, spor yapmak gibi amaçlarla yalnız üye olanların toplandıklarıyer.
    * Spor derneği.
    kulüpçü * Kulüp işleten kimse.
    kulüpçülük * Kulüp yanlısıve kulüp işleriyle uğraşan kimse.
    kulüpler arası * Birçok kulübün takımlarınıkarşıkarşıya getiren sportif faaliyetler için kullanılır.
    kulvar * Bazıyarışlarda koşucu veya yüzücünün koştuğu, yüzdüğü yarışşeridi.
    kulyuç * Genişve derin ağızlımağara.
    kum * Silisli kütlelerin, kayaların, doğal etkenlerle parçalanarak ufalanmasından oluşan ufak, sert taneciklerin
    bütünü.
    * Armut, ayva gibi bazımeyvelerin etli bölümlerindeki sert tanecikler.
    * Vücuttaki bezlerin, özellikle böbreğin ürettiği ince ve katıtanecikler.
    kum balığı * Kum balığı gillerden, dişleri ve karın yüzgeçleri olmayan küçük bir balık (Ammodytes).
    kum balığı giller * Kemikli balıklar takımının, kefallar alt takımına giren bir familya.
    kum çölü * İnce kumla örtülü çöl.
    kum engereği * Özellikle Balkanlarda görülen üçgen kafalı iri engerek (Vipera ammodytes).
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 155

    kum fırtınası * Çöllerde kumu havaya karıştıran kasırga.
    kum gibi * pek çok.
    kum grisi * Kum renginde olan.
    kum havucu * Kumluk yerlerde yetiştirilen bir tür havuç.
    kum havuzu * Atletlerin atlamada incinmemeleri için düştükleri yere yapılmış, içi kumla doldurulmuşalan.
    kum kamyonu * Karoseri ve diğer mekanik parçalarıkum taşımaya uygun bir biçimde düzenlenmişkamyon.
    kum kayası * Sıcak ve ılık denizlerde ve özellikle kayalık yerlerde yaşayan kemikli balık (Neogobius).
    kum otu * Uyuz otu.
    kum saati * Dar bir boğazla birbirine bağlanmışiki cam kaptan oluşan ve üstteki kapta bulunan kumun aşağıya
    akmasından yararlanarak zamanıanlamaya, ölçmeye yarayan araç.
    kum taşı * Kum tanelerinin kaynaşmasıyla oluşmuş bir çeşit tortul kayaç.
    kum torbası * İçine kum doldurup boks antremanlarında kullanılan torba.
    * Savaşta veya sel sırasında korunması gereken yerlere yığılan içi kum dolu torba.
    * Çok şişman, dayanıksız, lapacı(kimse).
    kuma * Aynıerkekle evli olan kadınların birbirine göre adı, ortak.
    kumalı * Kuması olan.
    Kuman * Kıpçak.
    Kumanca * Kıpçakça.
    kumanda * Komuta.
    kumanda etmek * komut vermek.
    * yönetmek.
    kumandan * Komutan.
    kumandan gemisi * Kumandanın komuta ettiği donanma gemisi.
    kumandanlı * Kumandanı olan.
    kumandanlık * Komutanlık.
    kumandansız * Kumandanı olmayan.
    Kumandı * Kuzey Altaylarda yaşayan bir Türk boyu ve bu boydan olan kimse.
    kumanya * Yolculuk için hazırlanan yiyecek, azık.
    * Sefer durumundaki askerler için hazırlanan yiyecek.
    kumanyacı * Kumanya hazırlayan veya dağıtan (kimse).
    kumanyacılık * Kumanyacının işi.
    kumar * Ortaya para koyarak oynanan talih oyunu.
    kumar ebesi * Kumar oynatan kimse veya kumarcı.
    kumar oynamak * ortaya para koyarak talih oyunu oynamak.
    * olumlu sonuçlanmasışüpheli olan bir işe bile bile girişmek.
    kumarbaz * Kumarcı.
    kumarbazlık * Kumarcılık.
    kumarcı * Kumara düşkün, sürekli kumar oynayan (kimse), kumarbaz.
    kumarcılık * Kumarcı olma durumu, kumarbazlık.
    kumarhane * Kumar oynanan yer.
    kumarhaneci * Kumarhane işleten kimse.
    kumarhanecilik * Kumarhane işletme işi.
    kumasız * Kuması olmayan.
    kumaş * Pamuk, yün, ipek gibi şeylerden makinede dokunmuşher türlü dokuma.
    * Bir varlığıveya kişiliği oluşturan nitelik veya malzeme.
    kumaşmengenesi * Yeni dokunmuşveya yıkanmışkumaşların ütülenmek amacıyla içinden geçirildiği silindir alet.
    kumaşçı * Kumaşfabrikası olan veya kumaşsatan kimse.
    kumaşçılık * Kumaşüreten veya satan kimse.
    kumaşlı * Kumaşı olan.
    kumaşsız * Kumaşı olmayan.
    kumbara * Para biriktirmek için kullanılan, bozuk veya kâğıt para atılan deliği olan, metal, toprak, plâstikten yapılmış
    küçük kap.
    * Humbara.
    kumbaracı * Humbaracı.
    kumbarahane * Humbarahane.
    kumbaşı * Kumsal.
    kumcu * Kum getirip satan kimse.
    kumcul * (bitki için) Kumlu toprakta yetişen, kumlu toprağıseven.
    kumda oynamak * bir fırsat kaçırarak umulanıelde edememek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 156

    kumkazan * Kemirgenlerden, Afrika’nın güneyinde yaşayan bir memeli türü (Bathyergus maritimus).
    kumkuma * Küçük testi, çömlek.
    * Kötü, olumsuz bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse, olay, olgu veya yer.
    kumla * Kumluk yer, genişkumsal, plâj.
    * Güneş banyosu yapmak için düzenlenmişkumsal.
    kumlama * Çam türü ağaçlarda yıl halkalarıarasındaki görüntü ayrımınıdaha da belirtmek için yüzeye, hava
    basıncından yararlanarak kum püskürtme.
    * Oyma işlerinde, çukurda kalan yüzeyleri özel dişli araçlarla pütürlendirme.
    kumlamak * Kumla kaplamak veya kum dökmek.
    kumlu * İçinde kum bulunan.
    * Çok ufak ve sık benekli.
    kumluk * Kumu çok olan.
    * Kumsal.
    * Kumluk yer.
    kumpanya * Daha çok yabancısınaî, ticarî ortaklık.
    * Tiyatro topluluğu.
    * Aynı görüşü paylaşan, aynıeylemi yapan kimseler topluluğu.
    kumpas * Dizicilerin harfleri satır durumuna getirirken içine yerleştirdikleri ayarlanabilir demir yuva.
    kumpas kurmak * gizli bir iş, düzen hazırlamak.
    kumpir * Kaynamışve kabuğu soyulmadan özel fırında pişirilmişiri patates.
    kumral * (saç, bıyık, sakal için) Koyu sarıveya açık kestane rengi.
    * Bu renkte olan (kimse veya şey).
    kumru * Güvercinler takımından, güvercinden küçük, boz, gri renkli bir kuş(Streptopelia).
    kumru gibi * kendi dünyalarına çekilmiş, sevecen.
    kumsal * Su kıyılarında oluşan kumlu yer, plâj.
    * Kumlu.
    kumsallık * Kumsal olma durumu.
    kumsuz * Kumu olmayan.
    kumuç * Sivrisineğe benzer çok küçük bir tür sinek.
    * İçine et veya peynir konarak yapılan bir çeşit sigara böreği.
    Kumuk * Dağıstan’da yaşayan bir Türk boyu ve bu boydan olan kimse.
    Kumukça * Kumuk dili.
    kumul * Çöllerde veya deniz kıyılarında rüzgârların yığdığıkum tepesi.
    -kun * 343 -gın / -gin.
    kunda * Bir çeşit büyük ve zehirli örümcek.
    kundak * Yeni doğmuşçocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez.
    * Kundağa sarılmış bebek.
    * Yangın çıkarmak için bir yere konulan tutuşmuşyağlı bez parçasıvb.
    * Saçlarıyemeninin içine alıp bağlama.
    * Tüfek gibi bazıateşli silâhlarda bunlarıçeşitli yönlere çevirmeye yarayan, namlunun altında bulunan ağaç
    veya metal bölüm.
    * Ara bozma, fitne, fesat.
    * Arabalarda dingil yatağı.
    * Korunmak için sıkısıkıya sarılmışşey.
    kundak sokmak (veya koymak) * yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuşyağlı bez parçasıkoymak.
    * ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir davranışta bulunmak.
    kundakçı * Yangın çıkarmak için kundak koyan kimse.
    * Tüfek kundaklarıyapan kimse.
    * Ara bozucu.
    kundakçılık * Yangın çıkarmak için kundak koyma işi.
    * Ara bozuculuk.
    kundaklama * Kundaklamak işi.
    kundaklamak * Bebeği kundağa sarmak.
    * (bir yeri) Kundakla yakmak.
    * Saçlarıyemeninin içine toplayarak bağlamak.
    * Tüfek namlusunu kundağa bağlamak.
    * Ara bozmak, aldatmak.
    kundaklanış * Kundaklanma işi veya biçimi.
    kundaklanma * Kundaklanmak işi.
    kundaklanmak * Kundaklama işi yapılmak veya kundaklamak işine konu olmak.
    kundaklayış * Kundaklama işi veya biçimi.
    kundaklı * Kundağı olan, kundağa sarılmışolan.
    kundaksız * Kundağı olmayan.
    kundura * Kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı.
    kunduracı * Kundura yapan veya satan kimse.
    kunduracılık * Kunduracının işi.
    kunduru * Başağıdört sıradan oluşan, bir tür sert, sarı, iyi buğday.
    kunduz * Kemirgenlerden, kuyruğu genişve yassı, art ayak parmaklarının arasıperdeli, ağaçlarıkemirerek beslenen,
    su kıyılarında yaşayan, yuvalar ve su setleri kuran, postu değerli bir hayvan (Castor fiber).
    kunduz böceği * 343 kuduz böceği.
    kungfu * Kendini savunma temeline dayalı, karateye benzeyen Çin kökenli spor.
    kunt * Ağır, kalın, dayanıklıve sağlam.
    kup * Giysi kesimi, kesimle verilen biçim.
    kupa * Genellikle genişliği derinliğinden çok olan, altın, gümüş, bronz veya kristalden yapılmışayaklıkap.
    * Bardak.
    * Yarışma ödülü olarak verilen herhangi bir sanat eseri.
    * İskambil kâğıtlarının dört grubundan benekleri kırmızı, kalp biçiminde olanı.
    * Bir kupanın alabileceği miktarda olan.
    kupa * Kapalıve yalnız arkada oturulacak yeri olan, dört tekerlekli araba.
    kupes * İzmaritgillerden, ılıman denizlerde yaşayan bir balık (Boops boops).
    kupkuru * Çok kuru.
    * Belirgin, net.
    kupkuru etmek * çok kurutmak.
    kupkuru kesilmek * çok kurumak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 149

    kriminoloji * Toplumsal bir olgu olarak suç ve suçluluğu inceleyen bilim.
    kripto * Siyasî inancını gizleyen kimse.
    kriptolog * Kriptoloji uzmanı.
    kriptoloji * Gizli yazılar, şifreli belgeler bilimi veya incelemesi.
    kripton * Atom numarası36, atom ağırlığı83, 8 olan, atmosferde yarım milyonda bir oranında bulunan, renksiz,
    kokusuz bir soy gaz.KısaltmasıKr.
    kristal * Billûr.
    * Billûrdan yapılmış.
    kristal cam * Potasyum, kireç ve silisin yüksek ısıda ergitilerek hamur hâline getirilmesi, sonra da biçimlendirilmesi ile
    elde edilen cam.
    kristal mavisi * Kristalin yansıttığı açıklık ve parlaklıktaki mavi rengi.
    kristalleşme * Billûrlaşma.
    kristalleşmek * Billûrlaşmak.
    kristaloit * Billûrsu.
    kriter * Ölçüt, kıstas.
    kritik * Tehlikeli, endişe veren (durum).
    * Eleştiri.
    * Eleştirmen.
    kritik etmek * eleştirmek.
    kritisizm * Eleştiricilik.
    kriyoskopi * Tuzlu eriyiklerin donma yasalarını inceleyen fizik kolu.
    kriz * Bunalım, buhran.
    * Bir toplumun, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran.
    kriz geçirmek * bir organda birdenbire fizyolojik değişiklik olmak.
    * bunalım içinde bulunmak.
    kriz masası * Aniden ortaya çıkan bir afeti geçiştirmek için yetkililerden ve uzmanlardan oluşturulan kurul.
    kriz yöneticisi * Zorda kalan işletmeye belirli bir sürede yardım ederek sorunu çözen tecrübeli kimse.
    kriz yönetimi * İşletmelerde hatalıüretim, ham madde, kalite düşüklüğü, pazarlama vb. sebeplerle ortaya çıkan sorunlu
    dönemde iş başına getirilen yöneticilerin davranışı.
    krizalit * Kelebek olmadan önce bir böceğin, koza veya kozasız olarak geçirdiği başkalaşma durumu.
    krizantem * Kasımpatı.
    krizolit * Zebercet.
    kroki * Bir konu veya nesnenin başlıca özelliklerini yansıtacak biçimde hazırlanmıştaslağı.
    krokodil * İşlenmiştimsah derisi.
    * Bu deriden yapılmışolan.
    krom * Atom numarası24, atom ağırlığı52,01 olan, ısıya dayanıklı, 15140 C de eriyen, 6,92 yoğunluğunda, havada
    oksitlenmeyen bir element. KısaltmasıCr.
    * Kromdan yapılmış.
    kromaj * Metal yüzeyleri kromla kaplama işlemi.
    * Bu işlemle kaplanmışyer.
    kromatik * Renklerle ilgili, renkser.
    * Kromozomlarla ilgili.
    * Yarım tonlardan oluşan (ses dizisi).
    kromatik iplik * Karyokinez sırasında kromatin maddesinin iplik biçimindeki durumu.
    kromatin * Hücre çekirdeğinde küçük tanecikler, düzensiz kitleler veya ağbiçiminde bulunan, soya çekim olaylarını
    sağlayan, bazı boyalarla hemen boyanabilen madde.
    kromatit * Bir kromozomun uzunlamasına iki yarısından her biri.
    kromatofor * Plâzmasıpigmet tanecikleriyle dolu, çokgen veya yıldız biçiminde, belirli uzunlukta veya kısalabilir
    uzantıları bulunan hücre.
    krome * Kromdan yapılmışveya krom kaplama.
    kromlu * Birleşiminde krom bulunan.
    kromoplâst * Değişik renkler taşıyan kromatofor.
    kromosfer * Renk yuvarı.
    kromotropizm * Canlı bir varlığın, belli renkte bir nesneye doğru yönelme hareketi.
    kromozom * Karyokinez bölünme sırasında hücre çekirdeğinin içinde beliren ve kromatin ipliklerinin parçalara
    ayrılmasıyla oluşan, bazıyeteneklerin yeni bireylere geçmesine yarayan, kıvrık çubuk biçimindeki cisim.
    kron * Çek para birimi.
    kronaksi * Bir elektrik akımının bir sinir veya kasla uyarım oluşturabilmesi için gereken kısa süre.
    kronik * Olayların birbiri ardınca sıra ile yazıldığıtarih, vekayiname.
    * Süreğen.
    * Uzun süredir bir çözüm getirilmemiş.
    kronikçi * Kronik yazarı.
    kronikleşme * Kronikleşmek işi.
    kronikleşmek * Kronik bir hâl almak.
    kronograf * Süreyazar.
    kronoloji * Zaman bilimi.
    kronolojik * Zaman bilimsel.
    kronometre * Süreölçer.
    kros * Kırlarda ve ormanlarda, hendeklerden, yükseltilerden, çukurlardan ve akarsulardan geçerek yaya yapılan
    koşu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 150

    kroşe * Boksta bir yumruk vuruşşekli.
    kruasan * Ay çöreği.
    krupiye * Bir kumarhanede veya oyun oynanan bir yerde oyunu yöneten kimse.
    krupiyelik * Krupiye olma durumu veya krupiyenin işi.
    kruvaze * (ceket, yelek için) ön parçaları birbiri üzerine gelecek biçimde yapılmışolan.
    kruvazör * Deniz yollarını gözetme, deniz ve hava filolarına kılavuzluk etme amacıyla, topla silâhlandırılmışhızlısavaş
    gemisi.
    ksenofobi * Yabancıdüşmanlığı.
    ksenon * Atom numarası54, atom ağırlığı131, 30 olan, havada on milyonda bir oranında bulunan, renksiz, kokusuz
    asal gaz. KısaltmasıXe.
    ksilofon * Değişik sayıda akortlu tahta veya metal çubukların gam sırasıyla dizilmesinden oluşan, iki değnekle
    vurularak çalınan bir çalgı.
    Ku * Kurçatovyum’un kısaltması.
    -ku * Bkz. -gı/ -gi.
    kuaför * Kadın berberi.
    * Erkek berberi.
    * Güzellik salonu.
    kuartet * Dörtlü.
    kubarma * Kubarmak işi.
    kubarmak * (hindi, güvercin) Tüyleri kabarmak.
    * Çalımlı bir tavır takınmak.
    kubaşma * Kubaşmak işi.
    kubaşmak * İmece ile işyapmak, yardımlaşmak.
    kubat * Kaba, biçimsiz.
    * Davranışlarıkaba olan.
    kubatlık * Kubat olma durumu.
    kubbe * Yarım küre biçiminde olan ve yapıyıörten dam.
    * Kubbe biçiminde olan.
    Kubbealtı * TopkapıSarayında, Osmanlıvezirlerinin, devlet işlerini görüşmek için toplandıklarıalan.
    kubbeli * Kubbesi olan.
    * Kubbe biçiminde olan.
    kubbeli delik * Trakeit gözelerinin uçlarında bulunan ve besin suyunun düşey yönde ilerlemesini sağlayan geçişyolu.
    kubbeli fırın * Üzerinde kubbesi olan fırın.
    kubbesiz * Kubbesi olmayan.
    kubur * Ayak yolu deliğinden lâğıma inen boru.
    * Boru biçiminde kap.
    * Bir çeşit tabanca, dolma tabanca.
    kubur sıkmak * silâh atmak, tabanca sıkmak.
    kuburluk * Tabanca kılıfı.
    * Sadak.
    kucağına düşmek * düşman, felâket, sefalet gibi kötü şeylerin veya durumların içine düşmek, onlarla karşılaşmak.
    kucağına oturmak * dizlerinin üstüne oturmak.
    kucak * Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm.
    * Açık kollarla göğüs arasına sığabilen miktarda olan.
    * Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç.
    kucak açmak * korumak; sığınacak yer vermek.
    kucak çocuğu * Yürüyemeyen, kucakta gezdirilen çocuk.
    kucak dolusu * Pek çok, pek bol.
    kucak kucağa * Birbirine sarılmışveya birbirine yüz yüze sokulmuş bir durumda.
    * İç içe, yan yana, beraberce.
    kucak kucak * bol bol.
    * kucaklanabilecek miktarda olan.
    kucaklama * Kucaklamak işi.
    kucaklamak * Kollarla sarıp göğüs uzerine bastırma.
    * Kucağına almak, kucağında taşımak.
    * İçine almak veya çepeçevre sarmak.
    kucaklanış * Kucaklanmak işi veya biçimi.
    kucaklanma * Kucaklanmak işi veya durumu.
    kucaklanmak * Kucaklamak işi yapılmak.
    kucaklaşma * Kucaklaşmak işi.
    kucaklaşmak * Birbirini kucaklamak.
    kucaklayış * Kucaklamak işi veya biçimi.
    kucakta * henüz yürüyemeyen, küçük (çocuk).
    kucaktan kucağa * Pek çok kişi ile ilişki kurarak.
    kucaktan kucağa dolaşmak (veya gezmek) * (kadın) pek çok kişiyle yasal olmayan ilişkide bulunmak.
    kuçu kuçu * Köpekleri çağırmak için kullanılır.
    kuçukuçu * (çocuk dilinde) Köpek.
    kudas * İsa Peygamber’in havarileriyle birlikte yediği son yemeği anmak için, Hristiyanların kilisede bir kap içinde
    ekmek ve şarabıkutsayarak yaptıklarıtören, liturya.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 151

    kudema * Eskiler, eski insanlar.
    * Eskiliği bakımından ileri gelenler, öne çıkanlar.
    kudret * Güç, erk, erke, iktidar.
    * Yetenek.
    * Maddî güç, zenginlik.
    * Tanrıyapısı.
    * Tanrı’nın ezelî gücü.
    kudret hamamı * Ilıca.
    kudret helvası * Türlü bitkilerden, öz sularının kurutulmasıyla elde edilen macun; hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanılır.
    * Beyaz çiçekli, 5,9 yaprakçıklı, 20 m kadar yükselebilen, Kuzeybatıve BatıAnadolu’da yaygın olan bir ağaç
    (Fraxinus ornus).
    kudret narı * Sarıçiçekli, parçalıyapraklı, tırmanıcıve bir yıllık otsu bir bitki (Momordica charantia).
    * Bu bitkinin 10,15 cm uzunlukta, iğbiçiminde, üzeri pürtüklü, önce yeşil ve sonra parlak sarıveya turuncu
    renkli meyvesi.
    kudretli * Gücü olan, güçlü.
    * Başarılı, üstün.
    kudretsiz * Gücü olmayan, argın, takatsiz.
    kudretsizlik * Güçsüz olma durumu, argınlık, takatsizlik.
    kudretten * İnsan eli değmeden oluşmuş.
    kudurgan * Azgın.
    kudurganlık * Azgınlık.
    kudurma * Kudurmak işi.
    kudurmak * Kuduz hastalığına yakalanmak, kuduz olmak.
    * Aşırıdavranışlarda bulunmak, taşkınlık göstermek.
    * Çok yaramazlaşmak, ele avuca sığmamak.
    * Gücünü artırmak, tehlikeli bir durum almak, tehlikeli bir duruma gelmek.
    * Çok kızmak, öfkelenmek.
    kudurtma * Kudurtmak işi.
    kudurtmak * Kudurmasına sebep olmak.
    * Öfkelenmesine yol açmak.
    kudurtucu * Kudurmasına sebep olan.
    kuduruk * Kudurmuş(insan veya hayvan).
    * Azgın, saldırgan.
    * Çok yaramaz.
    kuduruş * Kudurmak işi veya biçimi.
    kuduz * Köpek, kedi, tilki gibi bazımemeli hayvanlardan insana geçen, genellikle çırpınma, sudan korkma, inme ile
    beliren, ölümle sonuçlanan hastalık.
    * Azmış.
    * Kuduz hastalığına yakalanmış(hayvan).
    kuduz böceği * Kın kanatlılardan, hekimlikte yakıyakmak için kullanılan, 2 cm uzunluğunda, parlak yeşil renkli bir böcek,
    kunduz böceği (Cantharis).
    kuduz böcekleri * Ateş böceklerine benzemekle birlikte, onlar gibi ışık vermeyen, kuduz böceği türlerini içine alan kın
    kanatlılar familyası.
    kuduz otu * Bkz. deli otu.
    kuduzluk * Kuduz olma durumu.
    kudüm * Mehter takımlarında ve tekkelerde kullanılmışolan, metal kâseli, küçük iki davuldan oluşmuşusul vurma
    aracı.
    kudümzen * Kudüm çalan.
    kûfî * Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerle yazılan eski bir biçimi.
    kuğu * Perde ayaklılardan, yaban ve evcil türleri bulunan, çok uzun ve kıvrık boyunlu, genişgagalı, genişkanatlı
    bir su kuşu (Cygnus olor).
    kuğu (gibi) * ince uzun, narin (boyun).
    kuğurma * Kuğurmak işi.
    kuğurmak * Güvercin ötmek.
    kuhi * Issız.
    kuintet * Beşli, kentet.
    kuka * Dantel veya nakışipliği yumağı.
    * Bir çocuk oyunu.
    kuka * Tespih, sigara ağızlığı gibi şeylerin yapımında kullanılan, siyah veya sütlü kahve renginde Hindistan cevizi
    kökü.
    * Bu kökten yapılmışolan.
    kukla * Hareketli yerleri iplikle sanatçının parmaklarına bağlanarak veya eldiven benzeri bir kesiti kullanarak, bir
    perdenin üzerinden oynatılan, bez ve karton gibi hafif nesnelerden yapılmış bebek.
    * Ayakları olmayan, alttan içine el sokularak oynatılan çeşitli nesnelerden yapılmış bebek.
    * Bu bebeklerle oynatılan oyun.
    * Kendi istek ve kararıyla işgörmeyip başkasının etkisinde olan kimse.
    kukla gibi * ufak tefek, çelimsiz.
    * kişiliksiz.
    kukla gibi oynatmak * birine her istediğini yaptırmak.
    * birinin istediğini yapıyor görünerek onu oyalamak.
    kukla hükûmet * bir ülkede, yabancı bir devlet tarafından kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kurulmuşsözde hükûmet.
    kukla oyunu * Yapma bebeklerin alttan el sokularak veya başka yollarla hareketlendirilerek oynatıldığı oyun, gösteri.
    kukla tiyatrosu * Kukla oyununun yapıldığıtiyatro.
    kuklacı * Kukla oynatan kimse.
    kuklacılık * Kukla oynatma veya yapıp satma işi.
    kuklalık * Başkasının isteğine göre davranma.
    kuklavari * Kukla gibi, kuklaya benzer biçimde.
    kukuleta * Yağmur, soğuk gibi dışetkilere karşı başa geçirilen, giysiye dikili veya ayrı olarak kullanılan başlık.
    kukuletalı * Kukuletası olan.
    kukuletasız * Kukuletası olmayan.
    kukumav * Baykuşgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’da yaşayan bir kuş(Athene noctua).
    kukumav gibi * tek başına, kimsesiz.
    kukumav gibi düşünüp durmak * çok üzüntülü bir durumda düşünmek.