kusurluluk | * Kusurlu olma durumu. |
kusursuz | * Kusuru olmayan, mükemmel. |
kusursuzluk | * Kusursuz olma durumu. |
kuş | * Yumurtlayan omurgalılardan, akciğerli, sıcak kanlı, vücudu tüylerle örtülü, gagalı, iki ayaklı, iki kanatlı uçucu hayvanların ortak adı. |
kuş bakışı | * Yüksek bir yerden aşağıya doğru, bütün genişliği içine alacak biçimde bakma. * Genel olarak. |
kuş beyinli | * Akılsız, aptal. |
kuş bilimci | * Kuş bilimi uzmanı, ornitolog. |
kuş bilimi | * Kuşları inceleyen bilim, ornitoloji. |
kuşdili | * Daha çok çocukların, kelimelerin biçimlerini değiştirerek kelimelerin başına, hecelerin arasına başka kelime veya hece ekleyerek uydurdukları bir tür konuşma. |
kuşgibi | * çok hafif. * çabuk işgören, eline ayağına çabuk. |
kuşgibi (veya kadar) yemek | * çok az yemek. |
kuşgibi çırpınmak | * çaresizlik içinde telâşlıdavranmak. |
kuşgibi uçup gitmek | * çok kısa süren bir hastalıkla ölmek. * çok kısa sürmek, geçmek. |
kuşkadar canı olmak | * küçük, cılız, güçsüz bir yaratık olmak. |
kuşkafesi | * Kuşun içinde barındırıldığıyuva. |
kuşkafesi gibi | * ufak ve güzel (yapı). |
kuşkanadıyla gitmek | * çok hızlı gitmek. |
kuşkirazı | * Gülgillerden, yaprak açmadan önce beyaz çiçek veren, kaplamacılıkta kullanılan yabanî ağaç, ılgıncar, gelinfeneri (Cerasus padus). * Bu ağacın reçeli ve likörü yapılan meyvesi. |
kuşmu konduracak? | * “yapacağışey görülmemiş bir sanat eseri mi olacak?” anlamında kullanılır. |
kuşotu | * Yol kenarları, duvar dipleri ve bahçelerde yetişen bir yıllık ve otsu bir bitki (Stellaria media). |
kuşsütü | * “Bulunmayan şey” anlamında bazıdeyimlerde geçer. |
kuşsütü ile beslemek | * hiç eksiksiz, özenle beslemek. |
kuşsütünden başka her şey var | * her türlü yiyecek var. |
kuştüyü | * Yatak, yorgan, yastık doldurmaya yarayan bazıkuşların tüyü. * Bu tüylerle doldurulmuşolan. |
kuştüyü gibi | * çok yumuşak (oturacak, yatacak yer). |
kuşuçmaz, kervan geçmez | * kimsenin uğramadığııssız ve sapa kır yeri. |
kuşuçurmamak | * hiçbir şeyin veya kimsenin kaçmasına, geçmesine imkân vermemek. |
kuşuçuşu | * İki nokta arasında doğrultu yönünde alınan mesafe. |
kuşuykusu | * Hafif uyku, tavşan uykusu. |
kuşüzümü | * Siyah, çok ufak taneli çekirdeksiz bir üzüm çeşidi. |
kuşyuvası | * Kuşun içinde barındığıyer. |
kuşa benzemek (veya dönmek) | * bir şey düzeltilmek istenirken komik veya biçimsiz bir duruma gelmek. |
kuşak | * Bele sarılan uzun ve enli kumaş. * Sağlamlığınıartırmak için, bir şeyin çevresine geçirilen ağaçtan veya metalden bağ. * Yaklaşık olarak yirmi beş, otuz yıllık yaşkümelerini oluşturan bireyler öbeği, göbek, nesil, batın. * Yaklaşık olarak aynıyıllarda doğmuş, aynıçağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuşkişilerin topluluğu. * Bir küre yüzeyi, paralel iki düzlemle kesildiğinde iki kesitin arasında kalan bölüm. * Yeryüzünün kutuplar, kutup daireleri ve dönencelerle belirlenen beş bölümünden her biri. * Yer yüzünde veya herhangi bir gök cisminde belli şartlarısağlayan bölge. * Henüz birleştirilmemişses ve görüntü taşıyan filmler. |
kuşak bağlama | * Düğün sırasında geline koltuğa verilmesi töreninden önce baba veya başka bir büyük tarafından gelinin şal kuşak dolama, bağlama, kemer. * Tarikatlarda, medreselerde belli bir düzeye gelen öğrencilere kuşak takma töreni, kemer bağlama. * Karate, judo gibi Uzak Doğu oyunlarında aşama kaydetme. |
kuşaklama | * Kuşaklamak işi veya biçimi. * Kuşak durumunda olan. |
kuşaklamak | * Kuşaklarla sağlamlaştırmak. |
kuşaklı | * Kuşağı olan. |
kuşaksız | * Kuşağı olmayan. |
kuşam | * Bkz. giyim kuşam. |
kuşamlı | * Bkz. giyimli kuşamlı. |
kuşane | * Yayvan küçük tencere. |
kuşanılma | * Kuşanılmak işi. |
kuşanılmak | * Kuşanmak işi yapılmak. |
kuşanış | * Kuşanmak işi veya biçimi. |
kuşanma | * Kuşanmak işi. |
kuşanmak | * Beline kuşak, kılıç, kemer gibi şeyler bağlamak. * Giyinmek. |
kuşantı | * Giyecek, kuşanılacak şey. |
kuşatılma | * Kuşatılmak işi. |
kuşatılmak | * Kuşatmak işi yapılmak, çevresi sarılmak. |
kuşatış | * Kuşatmak işi veya biçimi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 164
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 160
kurşunlaşma * Kurşunlaşmak işi. kurşunlaşmak * Kurşun gibi ağırlaşmak. kurşunlu * İçinde kurşun bulunan.
* Kurşunlanmışolan.
* Kubbesi kurşunla örtülü.kurşunsuz * Kurşunu olmayan. kurt * Köpekgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da yaşayan, gri sarırenkli, yırtıcı, etçil memeli hayvan
(Canis lupus).
* Bir yeri, bir şeyi iyi bilen.
* İşini iyi bilen, aldanmaz, kurnaz.kurt * Yumuşak vücutlu, uzun gövdeli, omurgasız, bacaksız, ayaksız veya çok ilkel ayaklıküçük hayvan.
* Bazı böceklere veya bazı böcek lârvalarına verilen ad.kurt baklası * Acı bakla. kurt bilimci * Kurt (II) bilimi ile uğraşan kimse. kurt bilimi * Solucanların yapılarını, yaşayışlarınıve yaptıklarıhastalıklarla, bu hastalıklara karşımücadeleyi anlatan
asalak bilimi dalı, helmintoloji.kurt dumanlıhavayısever * kötü niyetli kimselerin ortalıktaki karışıklıklardan yararlandıklarınıanlatır. kurt gibi * işini bilir, girişken (kimse). kurt gibi kemirmek (veya yemek) * aşırıderecede kuşku ve tedirginlige düşürmek. kurt kapanı * Güreşte hasmıalta düşürdükten sonra üstüne oturarak uyluklarıarasında ayak bağlama, bir yandan da iki
kolu altından el geçirerek ağırlığı bel üzerine verme.kurt kocayınca çakallara (köpeklere) maskara olur * güç ve yeteneğini yitiren insanlar, basit ve kendini bilmezlerce aşağılanırlar. kurt köpeği * Çoban köpeği, koyun köpeği. kurt kuş * Bütün yaratıklar, bütün canlılar. kurt kuyusu * Dibine ucu sivri bir kazık çakılmışve koni biçiminde kazılmış, tuzak olarak kullanılan derin çukur. kurt mantarı * Tazeyken yenebilen, olgunlaştığında basılınca sporlar saçan, beyaz renkli, yuvarlak biçimli, bazitli bir
mantar (Lycoperdon).kurt masalı * Birini oyalamak, kendini suçsuz göstermek için ileri sürülen gereksiz, inandırıcı olmayan sözler. kurt sineği * Kurtlara dayanan bir sinek türü. kurt yeniği * Kurt tarafından yenilen yer.
* Bkz. bit yeniği.kurtağzı * Gemi ve sandallarda halatın geçmesi için teknenin kenarına tutturulmuş, açık ağız biçiminde metal
parçalara verilen ad.
* Doğramanın birbirine geçen dişleri.kurtarıcı * Kurtaran, halâskâr.
* Kendi hayatınıtehlikeye atarak bir kimseyi, bir topluluğu güç bir durumdan veya yok olmaktan kurtaran
kimse.kurtarıcılık * Kurtarma işi veya biçimi. kurtarılma * Kurtarılmak işi. kurtarılmak * Kurtarmak işi yapılmak veya kurtarmak işine konu olmak. kurtarım * Kurtarmak işi. kurtarış * Kurtarmak işi veya biçimi. kurtarma * Kurtarmak işi. kurtarma aracı * Trafikte arızalanan, kaza geçiren aracıyerinden kaldırıp istenen yere götüren özel donanımlımotorlu araç,
kurtarıcı.kurtarma gemisi * Deniz trafiğinde arızalanan, kaza geçiren gemi, şilep vb. araçlarıuygun bir yere çekip götüren özel
donanımlıdeniz aracı.kurtarma kazısı * Yeni kurulacak olan baraj, göl ve yerleşim yerleri gibi yapıların arazileri içinde bulunan arkeolojik eserlerin
çıkarılması.kurtarmak * Bir canlıyı bir felâketten tehlikeden veya zor durumdan uzaklaştırmak.
* Kurtulmasını sağlamak; uzaklaştırmak.
* Kazandırmak, yeniden ele geçirmek.
* Bir şeye zarar gelmesini önlemek.
* Birinin cezalandırılmasına engel olmak.
* (olumsuz olarak): Bir şeyin değerini karşılamamak.kurtayağı * Damarlıçiçeksizlerden, küçük yapraklarla örtülü ince bir sap görünüşünde olan bir bitki (Lycopodium
clavatum).kurtayağıtozu * Kurtayağının sporlu başaklarından elde edilen, hekimlikte kullanılan sarı bir toz. kurtbağrı * Zeytingillerden, yapraklarımızrağa benzer, çiçekleri beyaz, kokulu ve salkım durumunda olan, çit
yapmakta kullanılan bir süs bitkisi (Ligustrum vulgare).kurtboğan * Çok yıllık otsu bir bitki, boğan otunun bir türü (Aconitum napellus). kurtçuk * Bazıhayvanların, özellikle böceklerin yumurtadan çıktıktan sonra, krizalit veya ergin karakterlerini
kazanmadan önceki evresi, sürfe, lârva.kurtçul * Kurtçuklarla beslenen (hayvan). kurtkıyan * Afrika’da yaşayan sığırcıkgiller familyasının genel adı. kurtlandırma * Kurtlandırmak işi veya durumu. kurtlandırmak * Kurtlanmasına sebep olmak. kurtlanış * Kurtlanmak işi veya biçimi. kurtlanma * Kurtlanmak işi. kurtlanmak * İçinde veya üzerinde kurt üremek.
* Rahat oturmayıp telâşve sabırsızlık göstermek veya sürekli kımıldanmak.
* Bir yerde çok oturmaktan bıkarak gezme gereği duymak.kurtlarınıdökmek * çoktan beri özlediği bir şeyi bol bol yapıp hevesini almak. kurtlaşma * Kurtlaşmak işi. kurtlaşmak * Kurt durumuna gelmek, kurt gibi olmak. kurtlu * İçinde kurt bulunan, kurtlanmış.
* Yerinde rahat duramayan, sürekli kıpırdanan (kimse).kurtluca * Ballı babagillerden, tırmanıcısarıçiçekleri olan, kokusu sarımsağıandıran, göl ve akarsu kıyıları gibi nemli
yerlerde yetişen bir bitki, meşecik, yer meşesi, yer palamudu, su sarımsağı.
* Loğusa otu, zeravent. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 157
kupon * Piyango biçiminde düzenlenmiş, çekilişlerde kesilerek kullanılan basılıparça.
* Değerli kâğıtların (devlet tahvili veya hisse senetleri) üzerinde bulunan ve belirli zamanlarda sahibine faiz
veya kazanç payı olarak belirli bir gelir sağlayan kesilmişparça.
* Yalnız bir giysilik dokunmuş, üstün nitelikte (kumaşparçası).kupür * Kesik. kur * Yabancıparaların ulusal para cinsinden değeri.
* Kurs değeri (II).kur * Karşıcinsten birine ilgi göstererek onun hoşuna gitme, gönlünü kazanmaya çalışma.
* Birinin duygularını okşayacak biçimde davranarak onu elde etmeye çalışma.kur yapmak * karşıcinsten birine ilgi göstererek onun hoşuna gitmek, gönlünü kazanmaya çalışmak.
* birinin duygularını okşayacak biçimde davranarak onu elde etmeye çalışmak.kur’a * Ad çekme. kur’a çekmek * ad çekmek. kur’a efradı * Kur’a çekerek yeni asker olan erler. kurabiye * Un, yağveya badem, fıstık gibi şeylerle yapılan, şekerli küçük çörek. kurabiye gibi * çok gevrek, ağızda dağılıveren (yiyecek). kurabiyeci * Kurabiye yapan veya satan kimse. kurabiyecilik * Kurabiye yapma veya satma işi. kur’acı * Askere alınacak gençlerin belli olması için onlara kur’a çektiren subay. kurada * İşe yaramaz, yıpranmış, eskimiş, bozulmuş(eşya).
* Gelişmemiş, cılız (insan ve hayvan).kurak * (hava, mevsim, yıl için) Yağışsız.
* (toprak için) Nem tutmayan, çabuk kuruyuveren, çorak.kurakçıl * (bitki için) Kurak yerde yetişen, kurak yerden hoşlanan. kuraklık * Kurak olma durumu, kurak hava, yağışsızlık. kural * Bir sanata, bir bilime, bir düşünce ve davranışsistemine temel olan, yön veren ilke.
* Davranışlarımıza yön veren, uyulması gereken ilke.kural dışı * Bkz. kural dışı. kural dışı * Kurala uymayan, kurala aykırı olan, ayrık, müstesna, şaz. kurala aykırı * Bkz. kural dışı. kurala aykırılık * Dil kurallarına aykırı olarak kelime kullanma, kıyasa muhalefet. kuralcı * Kurala, kurallara bağlı olan, kaideci. kuralcılık * Kuralcı olma durumu. kurallaşma * Kurallaşmak işi. kurallaşmak * Kural durumuna gelmek. kurallaştırma * Kurallaştırmak işi. kurallaştırmak * Kural durumuna getirmek. kurallı * Kuralı olan, kurala uygun olan, kaideli, kıyasî. kurallıcümle * Yüklemi sonda yer alan cümle. kuralsız * Kuralı olmayan, kurala uygun olmayan, kaidesiz, gayri kıyasî. kuram * Uygulamalardan bağımsız olarak ele alınan soyut bilgi.
* Belirli bir konuda düşüncelerin, görüşlerin bütünü.
* Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayıaçıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü,
nazariye, teori.Kurama * Türkistan’da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse. kuramcı * Kuram ortaya koyan kimse, kurama bağlı olan kimse, teorisyen. kuramcılık * Kuram ortaya koyma, kurama bağlı olma durumu. kuramlaştırma * Kuramlaştırmak işi. kuramlaştırmak * Kuram durumuna getirmek. kuramsal * Kuramla ilgili, kuram durumunda bulunan, kuram niteliğinde olan, nazarî, teorik. Kur’an * İslâm dininin temel ilkelerini, Hz. Muhammed’e gönderilen Tanrı buyruklarını içeren, Müslümanlığın
temel kitabı, Kur’anıkerim, Kelâmıkadim, Mushaf.Kur’an (veya ekmek) çarpsın! * karşısındakini dediği şeye inandırmak için edilen yemin. kurander * Hava akımı, cereyan. Kur’anıkerim * Kur’an. kur’ası olmak * o yıl askerlik çağına girenlerden olmak. kurbağa * Kurbağalardan, yumurta ile üreyen, yavruları gelişimlerini durgun sularda tamamladıktan sonra kuyruğu ve
solungacıkörelerek karada yaşayabilen, sıçrayarak yurüyen ve suda iyi yüzen küçük hayvan.kurbağa adam * Balık adam. kurbağa balığı * Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan kemikli balık (Uranoscopus scaber). kurbağa balığı giller * Sıcak ve ılık denizlerde yaşayan kemikli balıklar familyası. kurbağa otu * Düğün çiçeğigillerden bir bitki (Bufonia). kurbağa testi * Kadının gebe olup olmadığınıanlamak için, idrarının kurbağa karnına şırınga edilmesi yoluyla yapılan test. kurbağa zehiri * Kurbağa zehirigillerden, tatlısularda yaşayan, beyaz çiçekli, yürek biçimi yapraklı bir süs bitkisi
(Hydrocharis). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 158
kurbağa zehirigiller * Bir çeneklilerden, bütünü veya bir kesimi su içinde yaşayan, kurbağa zehri ve benzeri su bitkilerini içine
alan bir familya.kurbağacık * Kurbağa yavrusu, küçük kurbağa.
* Ağız tabanında çıkan bir çeşit küçük ur.
* Küçük İngiliz anahtarı.
* Ayarlanabilir somun anahtarı.
* Pencere çerçevesi gibi yukarıya sürülen şeylerin alt kenarlarına yerleştirilen tutacak.kurbağalama * Kurbağanın yüzmesine benzer yatay hareketler yaparak yüzme.
* Birbirine parelel iki tırmanma sırığına baldırlarıve ayak sırtlarınıkenetleyerek veya dışarıdan diz altına
sıkıştırarak tırmanma.kurbağalar * Omurgalıhayvanlardan, amfibyumlar sınıfına giren bir takım. kurban * Dinin bir buyruğunu veya bir adağıyerine getirmek için kesilen hayvan.
* Müslümanlarda kurban bayramı.
* Bir ülkü uğrunda feda edilen veya kendini feda eden kimse.
* Bir kazada veya felâkette ölen kimse.
* Maddî ve manevî bakımdan felâkete sürüklenmişveya insanî değerlerini yitirmek zorunda kalmışveya
bırakılmışkimse.
* Bazı bölgelerde seslenme sözü olarak kullanılır.Kurban Bayramı * Arabî takvime göre Zilhicce ayının onunda başlayıp dört gün süren ve bu süre içinde yoksullara dağıtılmak
için kurban kesilen dinî bayram.kurban eti * Kesilen kurbanın dağıtılan parçaları. kurban etmek * Bkz. kurban kesmek.
* kendi çıkarı için birini veya bir şeyi feda etmek.kurban gitmek * suçsuz yere ölmek, zarara uğramak. kurban kesmek * din buyruğunu yerine getirmek için bir hayvanıkeserek etini dağıtmak. kurban olayım! * aşırısevgi ve hayranlık anlatır.
* yalvarmak için söylenir.kurban olmak * bir kimse veya bir şey için kendini feda etmek. kurban vermek * can kaybına uğramak. kurbanı olmak * uğruna ıstırap veya büyük üzüntü, sıkıntıçekmek, zarara girmek, ölmek. kurbanlık * Kurban edilmek için ayrılmış, kurban edilmeye uygun. kurbanlık koyun * Kurban olmaya elverişli koyun.
* Başına geleceklerden habersiz.kurca * Karıştırma, kaşıma. kurca çı banı * Kaşıyıp kurcalamaktan azan çı ban. kurcalama * Kurcalamak işi. kurcalamak * Ellemek, karıştırarak bakmak.
* Sivri bir şey sokup karıştırarak zorlamak.
* Karıştırıp azdırmak, tahrişetmek.
* Meşgul ve rahatsız etmek.
* Bir konuyu araştırmak, üstünde durmak, eşelemek.kurcalanış * Kurcalanma işi veya biçimi. kurcalanma * Kurcalanmak işi. kurcalanmak * Kurcalamak işi yapılmak. kurcalayış * Kurcalamak işi veya biçimi. kurçatovyum * Atom numarası104, atom ağırlığı260 olan yapay element. KısaltmasıKu. kurdele * Genişipekli şerit. kurdele balığı * Kurdele balığı gillerden, uzun, yassıvücutlu, pullarıçok küçük, kuyruk yüzgeci ipliğe benzeyen, kemikli bir
Akdeniz balığı, flândra balığı(Cepola rubescens).kurdele balığı giller * Örnek hayvanıkurdele balığı olan balıklar familyası. kurdeleli * Kurdelesi olan. kurdelesiz * Kurdelesi olmayan. kurdeşen * Ciltte çeşitli sebeplerle oluşan kaşıntılıdöküntüler, ürtiker. kurdun oğlu akı bet kurt olur * sonunda kendi karakterini, aslını, düşüncesini atalarına benzer şekilde ortaya koyar. kurdunu kırmak * hevesini almak, isteğini yerine getirmek. kurdurma * Kurdurmak işi. kurdurmak * Kurmak işini yaptırmak. kurdurtma * Kurdurtmak işi veya durumu. kurdurtmak * Kurmak işini yaptırmak. kurgan * İlk Çağda mezar üzerine toprak yığılarak yapılan küçük tepe.
* Kale.
* (arkeolojide) Tepe biçiminde mezar, höyük.kurgu * Bir şeyin zembereğini kurmak için kullanılan araç, anahtar.
* Zembereğin kurulmuşolma durumu.
* Bir bütün oluşturmak için parçalarıtakıp birleştirme işi, montaj.
* Bir filmin değişik süre ve yerlerde çekilen bölümlerini, bir anlam ve uyum bütünlüğü sağlayarak
birleştirme, montaj.
* İşalanına geçmeyip yalnız bilmek ve açıklamak amacını güden düşünce, kuramsal araştırma, spekülâsyon.
* Bir işe hazırlamak için yapılan telkin.kurgu bilimi * Teknolojideki gelişmelere göre ileri düzeyde sayılabilecek buluşlara bağlıkalarak düşünülen veya yapılan iş. kurgucu * Kurgu işini yapan kimse, montajcı. kurguculuk * Kurgu işini yapma, montajcılık. kurgulama * Kurgulamak işi veya durumu. kurgulamak * Bir filmin değişik yerlerde çekilen bölümlerini bir bütün oluşturmak için birleştirmek. kurgulanma * Kurgulanmak işi. kurgulanmak * Kurgu durumuna gelmek. kurgulu * Kurgusu olan. kurgusal * Kurgu ile ilgili, spekülâtif. kurgusuz * Kurgusu olmayan. kurk * Kuluçka, gurk. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 159
kurlağan * Etyaran. kurma * Kurmak işi.
* Kurularak, parçaları birleştirilerek oluşturulan, prefabrike.kurmaca * Tasarlanıp üretilen, tasarlayarak. kurmacılık * Resim ve heykelde, eseri geometrik ögeleri ile kurmayıtemel alan anlayış, konstrüktivizm. kurmak * Bir şeyin oluşmasına yardım eden parçaları birleştirerek bütün durumuna getirmek, monte etmek.
* Hazırlamak.
* (yaylı, zemberekli şeylerde) Yayıveya zembereği germek.
* Gereken şartlarıhazırlayıp kendi kendine olmaya bırakmak.
* (etkisi ve önemi geniş, sürekli şeyler için): Meydana getirmek, tesis etmek.
* Yapmak, inşa etmek.
* Yapmak, oluşturmak.
* Ortaklık sağlamak.
* Belli bir işte beraber çalışacak kimseleri belirlemek.
* Bir araya getirmek, toplamak.
* Gizlice hazırlamak, tasarlamak.
* Düşünmek.
* Aklına koymak.
* Zihinde büyütmek.
* Bir kimseyi dedikodu veya telkinlerle başkasına karşıöfkelendirmek.
* Sağlamak, oluşturmak.kurmay * Harp akademilerine girerek eğitimlerini başarıyla bitirmişsubay, erkânıharp.
* Kurmaylık yetkisi ve niteliği olan (subay).kurmay başkanı * Ordu, tümen, tugay gibi birliklerde ve askerî akademilerde karargâh subayı. kurmaylık * Kurmay olma durumu. kurna * Hamamlarda, musluk altında, içinde su biriktirilen, yuvarlak ve çoğunlukla mermer veya taştekne. kurnalı * Kurnası olan. kurnasız * Kurnası olmayan. kurnaz * Kolay kanmayan, başkalarınıkandırmasınıve ufak tefek oyunlarla amacına erişmesini beceren, açıkgöz. kurnazca * Kurnaz bir biçimde, kandırarak, aldatarak. kurnazlaşma * Kurnazlaşmak işi. kurnazlaşmak * Kurnaz duruma girmek. kurnazlık * Kurnaz olma durumu veya kurnazca iş. kuron * Korumak için dişüzerine dişçi tarafından geçirilen metal kaplama. kurs * Yuvarlak ve yassı biçimli nesne, ağırşak.
* Bir gök cisminin teker biçimde görülen yüzü, çörek.kurs * Resmî ve özel kuruluşlarca ilgililere belirli bir konuda bilgi, beceri ve davranışlar kazandırmak amacıyla
düzenlenen ve kısa süreli derslere dayanan eğitim etkinliği, kur.kursağında kalmak * istenilen bir şey gerçekleşememek, yarım kalmak. kursak * Kuşların yemek borusu üzerinde bulunan, yiyeceklerin toplandığıtorba biçiminde şişkin organ.
* Kuşkursağışişirilip kurutularak yapılan veya ona benzetilen şişkin şey.
* Mide.
* Kursak zarı ile yapılmış.
* Böceklerin ve solucanların sindirim kanallarında bulunan, kuşların kursağına benzeyen yapı.kursaklı * Kursağı olan.
* Guatr hastalığı olan (kimse).kursaksız * Kursağı olmayan. kursiyer * Kurs öğrencisi. kurşun * Atom numarası82, atom ağırlığı207,21, yoğunluğu 11,3 olan, 327,4°C de eriyen, yumuşak ve bükülgen,
mavimtırak esmer renkte bir element. KısaltmasıPb.
* Tüfek, tabanca gibi hafif ateşli silâhlarda kullanılan mermi.
* Kurşundan yapılmış.kurşun atmak * silâhla mermi atmak.
* düşmanlık etmek.kurşun dokunmak * mermi isabet etmek. kurşun dökmek * halk inanışına göre erimişkurşunu, hastanın üstünde, içinde su bulunan bir kaba dökerek ortaya çıkan
şekillerin yorumuyla nazar, büyü, hastalık vb. şeyleri önlemek, iyileştirmek.kurşun erimi * Merminin en çok ulaşabildiği uzaklık. kurşun gibi * çok ağır. kurşun grisi * Koyu gri renk. kurşun kalem * Dışıtahta, içi grafitli kalem. kurşun otu * Bkz. dişotu. kurşun rengi * Kurşunun rengi, koyu kül rengi.
* Bu renkte olan.kurşun sıkmak * silâhıateşlemek, mermi yakmak. kurşun tutmak * kurşuna hedef olmak, kurşun değecek gibi olmak. kurşun yağdırmak * çok sayıda kurşun atmak. kurşun yağmuruna tutmak * çok sayıda ve sürekli kurşun atmak. kurşun yemek * vurulmak. kurşuna dizmek * verilen ölüm cezasınıaskerî bir kıtanın attığıkurşunlarla yerine getirmek. kurşuncu * Kurşun satan veya işleyen kimse.
* Kurşun döken kimse.kurşunculuk * Kurşun satma veya işleme.
* Kurşuncunun işi.kurşungeçirmez * Ateşli silâhlardan atılan mermilerin girmesini engelleyecek yapıda ve özellikte olan (yelek, cam vb.). kurşunî * Koyu kül rengi, kurşun rengi.
* Bu renkte olan.kurşunîleşme * Kurşunîleşmek işi. kurşunîleşmek * Kurşunî bir duruma girmek. kurşunlama * Kurşunlamak işi. kurşunlamak * Kurşunla kaplamak.
* Kurşunla mühürlemek.
* Kurşun ile ateşetmek, vurmak.kurşunlanma * Kurşunlanmak işi. kurşunlanmak * Kurşunlamak işi yapılmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 153
kulak asma! * “önemseme, dimleme!” anlamında uyarısözü. kulak asmak (veya asmamak) * önem vermek (vermemek), dinlemek (dinlememek). kulak çivisi * Kağnıda tekerleğin çıkmaması için mazının ucuna takılan çivi. kulak davulu * Kulak zarı. kulak demiri * Pulluklarda, uç demirinin kaldırdığıtoprağıters çeviren demir. kulak dolgunluğu * İşiterek elde edilen bilgi. kulak erimi * Sesin işitilebileceğıuzaklık. kulak kabartmak * belli etmemeye çalışarak dinlemek. kulak kepçesi * Sesi toplayarak orta kulağa göndermeye yarayan, kulağın, yarım daire biçimindeki bölümü. kulak kesilmek * büyük bir dikkatle dinlemek. kulak kıvırmak * tarımda domatesin olgunlaşmasısırasında yapılan bir işlem. kulak kulağa * Gizlice, başkasıduymaksızın. kulak memesi * Kulağın yumuşak ve kıkırdaksız olan alt ucu. kulak misafiri * Yanında konuşulan bir şeyi, konuşmaya katılmadan dinleyen kimse. kulak misafiri olmak * yanında konuşulan bir şeyi konuşmaya katılmadan dinlemek. kulak tıkacı * Çok şiddetli sesleri, gürültüleri hafifletmek için, kulağın içine veya üzerine konulan araç. kulak tıkamak * bir şeyi duymazlıktan gelmek. kulak tırmalamak * (ses için) kulağırahatsız etmek. kulak tırmalayıcı * Kulağırahatsız eden. kulak tozu * Kulağın arkasındaki tümseklik. kulak tozuna vurmak * tam kulağın üstüne vurmak. kulak tutmak * dinlemek, işitmek istemek. kulak vermek * merak edip dinlemek, işitmeye çalışmak. kulak zarı * Dışkulakla orta kulağı birbirine bağlayan zar, kulak davulu. kulakçı * Kulak, burun, boğaz hekimi. kulakçık * Kalbin üst bölümünde bulunan ve biri (sağdaki) anatoplar damarlardan, öbürü (soldaki) akciğer
toplardamarlarından kanıalıp karıncıklara veren iki boşluğun adı, kulacık.kulaklarıdolmak * aynışeyi dinlemekten usanmak. kulaklarıpaslanmak * çoktan beri müzik dinlememişolmak. kulaklarına kadar kızarmak * çok utanmak. kulaklarınıdikmek * (hayvan) dikkat kesilmek. kulaklarınıtıkamak * dinlemek, istememek. kulaklarının pasını gidermek * çoktan beri dinlememişken müzik dinlemek. kulaklı * Kulağıherhangi bir biçimde olan.
* Kulağa benzer çıkıntısı olan.
* Sapının ucunda kulak biçiminde iki genişçatalı bulunan bir çeşit yatağan.
* İki tarafında tutulacak yeri olan yayvan tencere, kazan.kulaklısomun * Yanlarında kanat gibi çıkıntıları olan bir somun türü. kulaklık * Kulaklarısoğuk, rüzgâr gibi dışetkilerden korumak için kulak kepçesini örtecek biçimde yapılmışkılıf.
* Radyo, telefon veya telsizde kulak ile verici arasında ses bağlantısıkurmaya yarayan alıcı.
* Ağır işitenlerin kullandıklarıpilli araç.kulaksız * Kulak kepçesi olmayan. kulaktan * Sadece duyarak, dinleyerek. kulaktan dolma * Başkalarından işitilerek edinilen bilgi. kulaktan kulağa * Bir kimseden bir başkasına, gizlice söyleyerek. kulampara * Oğlancı. kulamparalık * Oğlancılık. kule * Çoğunlukla kare veya silindir biçimindeki yüksek yapı.
* Cihannüma.kulis * Tiyatroda, sahnenin gerisinde ve yanlarında bulunan bölüm.
* Bir işin, bir hareketin iç yüzü, bilinmeyen yönleri.
* Borsa dışında alışverişyeri.kulis çalışması * Kulis faaliyeti. kulis faaliyeti * Toplantıyerlerinde, oturum dışında çeşitli grupların yaptığı gizli girişim veya çalışma. kulis yapmak * herhangi bir toplulukta oturumlar dışında gizli çalışmalar yapmak. kullandırma * Kullandırmak iş. kullandırmak * Kullanmak işini yaptırmak. kullanılma * Kullanılmak işi. kullanılmak * Kullanmak işine konu olmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 154
kullanılmış * Az veya çok bir zaman için başkasının malı olmuş, yeni olmayan, müstamel. kullanım * Kullanma, yararlanma, tasarruf. kullanış * Kullanmak işi veya biçimi. kullanışlı * Rahatça kullanılabilen. kullanışsız * Kullanılması güç, kullanılmaya elverişli olmayan. kullanma * Kullanmak işi, istimal. kullanmak * Bir şeyden belli bir amaçla yararlanmak.
* Bir kimseyi bir hizmette bulundurmak, çalıştırmak.
* İşletmek, değerlendirmek.
* Giymek, takmak.
* Bir şeye alışmışolmak, içmek.
* (kelime için) Yazmak, söylemek.
* Harcamak, sarf etmek.
* (birinden veya bir şeyden) Amacına ulaşmak için yararlanmak, onu amacına alet etmek, sömürmek,
istismar etmek.
* Araç veya aleti işletmek, yönetmek.kullap * İplik üzerine sırma sarmaya yarar bir dolap.
* Bir tür menteşe.kullaşma * Kullaşmak işi veya durumu. kullaşmak * Kul durumuna gelmek. kulluk * Kul olma durumu, kölelik.
* Kulun yaptığı iş.
* Kamu düzenini korumakla görevli daire, karakol.kulluk etmek * kul olmak. kulluk kölelik * Birinin buyruklarına boyun eğerek yaşama durumu. kullukçu * Kullukta görevli yeniçeri. kuloğlu * Ölen evli yeniçerilerin, babaları gibi, ocakta askerlik yapan çocukları. kulp * Kapların, sap gibi halka biçiminde olan tutulacak yeri.
* Uydurma sebep, bahane.kulp takmak * bir kimseyi, bir şeyi kusurlu göstermek için bahane, kusur bulmak. kulplu * Kulpu olan, kulpu bulunan. kulplu beygir * Jimnastik alıştırmalarında destek olarak kullanılan, gövdesinin ortasında gereğinde sökülüp takılabilen
yarım halka biçiminde aralıklı iki kulpu olan araç.kulpsuz * Kulpu olmayan. kulpunu bulmak * yapılacak uygunsuz bir işiçin, yasallığıtartışılabilecek bir çözüm yolu bulmak. kuluçka * Civciv çıkarmış, yumurtaya yatmışveya yatmak üzere kızmışdurumda olan dişi kuşveya dişi kümes
hayvanı, gurk.kuluçka devri * 343 kuluçka dönemi. kuluçka dönemi * Civciv, yavru çıkarmak için, her tür kuşun yumurtalarıüstüne yatması gereken süre.
* Döllenmeden sonra canlı bir organizma oluncaya kadar geçen süre.
* Bir mikrobun vücuda girmesiyle hastalığın belirmesi arasında geçen süre.kuluçka makinesi * Gereken sıcaklığısağlayacak düzeni bulunan ve çok sayıda civciv çıkarmaya yarayan araç. kuluçka olmak * (dişi kuş) yumurtaya yatma zamanı gelmek. kuluçkahane * Kuluçkalık. kuluçkalık * Kuluçka olma durumu.
* Kuluçkada kullanılmaya elverişli.kuluçkaya oturmak (veya yatmak) * dişi kuş civciv çıkarmak icin yumurtaların üzerine yatmak. kulun * Doğumdan altıay sonra kadar olan erkek veya dişi at veya eşek yavrusu. kulun atmak * (kısrak veya eşek) yavru düşürmek. kulunç * Şiddetli ağrıve özellikle omuz ağrısı. kulunç girmek * (bir organda veya vücut bölgesinde) birdenbire veya şiddetli sancı oluşmak, tutulmak. kulunç kırmak * ağrıyan yeri ovmak. kulunlama * Kulunlamak işi. kulunlamak * Kısrak veya eşek yavrulamak. kulunluk * Kısrak veya eşek gibi hayvanlarda döl yatağı. kulunuz * alçak gönüllülük göstermişolmak için ben zamiri yerine kullanılırdı. kulübe * Kerpiç, saman veya ağaçtan yapılmışküçük, basit, ilkel ev.
* Bir yeri beklemekle görevli kimsenin içinde bulunduğu küçük barınak.
* Hayvanlar için yapılmış barınak.
* Alçak gönüllülük göstermek amacıyla “ev” anlamında kullanılır.kulüp * Görüşmek, konuşmak, okumak, spor yapmak gibi amaçlarla yalnız üye olanların toplandıklarıyer.
* Spor derneği.kulüpçü * Kulüp işleten kimse. kulüpçülük * Kulüp yanlısıve kulüp işleriyle uğraşan kimse. kulüpler arası * Birçok kulübün takımlarınıkarşıkarşıya getiren sportif faaliyetler için kullanılır. kulvar * Bazıyarışlarda koşucu veya yüzücünün koştuğu, yüzdüğü yarışşeridi. kulyuç * Genişve derin ağızlımağara. kum * Silisli kütlelerin, kayaların, doğal etkenlerle parçalanarak ufalanmasından oluşan ufak, sert taneciklerin
bütünü.
* Armut, ayva gibi bazımeyvelerin etli bölümlerindeki sert tanecikler.
* Vücuttaki bezlerin, özellikle böbreğin ürettiği ince ve katıtanecikler.kum balığı * Kum balığı gillerden, dişleri ve karın yüzgeçleri olmayan küçük bir balık (Ammodytes). kum balığı giller * Kemikli balıklar takımının, kefallar alt takımına giren bir familya. kum çölü * İnce kumla örtülü çöl. kum engereği * Özellikle Balkanlarda görülen üçgen kafalı iri engerek (Vipera ammodytes). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 155
kum fırtınası * Çöllerde kumu havaya karıştıran kasırga. kum gibi * pek çok. kum grisi * Kum renginde olan. kum havucu * Kumluk yerlerde yetiştirilen bir tür havuç. kum havuzu * Atletlerin atlamada incinmemeleri için düştükleri yere yapılmış, içi kumla doldurulmuşalan. kum kamyonu * Karoseri ve diğer mekanik parçalarıkum taşımaya uygun bir biçimde düzenlenmişkamyon. kum kayası * Sıcak ve ılık denizlerde ve özellikle kayalık yerlerde yaşayan kemikli balık (Neogobius). kum otu * Uyuz otu. kum saati * Dar bir boğazla birbirine bağlanmışiki cam kaptan oluşan ve üstteki kapta bulunan kumun aşağıya
akmasından yararlanarak zamanıanlamaya, ölçmeye yarayan araç.kum taşı * Kum tanelerinin kaynaşmasıyla oluşmuş bir çeşit tortul kayaç. kum torbası * İçine kum doldurup boks antremanlarında kullanılan torba.
* Savaşta veya sel sırasında korunması gereken yerlere yığılan içi kum dolu torba.
* Çok şişman, dayanıksız, lapacı(kimse).kuma * Aynıerkekle evli olan kadınların birbirine göre adı, ortak. kumalı * Kuması olan. Kuman * Kıpçak. Kumanca * Kıpçakça. kumanda * Komuta. kumanda etmek * komut vermek.
* yönetmek.kumandan * Komutan. kumandan gemisi * Kumandanın komuta ettiği donanma gemisi. kumandanlı * Kumandanı olan. kumandanlık * Komutanlık. kumandansız * Kumandanı olmayan. Kumandı * Kuzey Altaylarda yaşayan bir Türk boyu ve bu boydan olan kimse. kumanya * Yolculuk için hazırlanan yiyecek, azık.
* Sefer durumundaki askerler için hazırlanan yiyecek.kumanyacı * Kumanya hazırlayan veya dağıtan (kimse). kumanyacılık * Kumanyacının işi. kumar * Ortaya para koyarak oynanan talih oyunu. kumar ebesi * Kumar oynatan kimse veya kumarcı. kumar oynamak * ortaya para koyarak talih oyunu oynamak.
* olumlu sonuçlanmasışüpheli olan bir işe bile bile girişmek.kumarbaz * Kumarcı. kumarbazlık * Kumarcılık. kumarcı * Kumara düşkün, sürekli kumar oynayan (kimse), kumarbaz. kumarcılık * Kumarcı olma durumu, kumarbazlık. kumarhane * Kumar oynanan yer. kumarhaneci * Kumarhane işleten kimse. kumarhanecilik * Kumarhane işletme işi. kumasız * Kuması olmayan. kumaş * Pamuk, yün, ipek gibi şeylerden makinede dokunmuşher türlü dokuma.
* Bir varlığıveya kişiliği oluşturan nitelik veya malzeme.kumaşmengenesi * Yeni dokunmuşveya yıkanmışkumaşların ütülenmek amacıyla içinden geçirildiği silindir alet. kumaşçı * Kumaşfabrikası olan veya kumaşsatan kimse. kumaşçılık * Kumaşüreten veya satan kimse. kumaşlı * Kumaşı olan. kumaşsız * Kumaşı olmayan. kumbara * Para biriktirmek için kullanılan, bozuk veya kâğıt para atılan deliği olan, metal, toprak, plâstikten yapılmış
küçük kap.
* Humbara.kumbaracı * Humbaracı. kumbarahane * Humbarahane. kumbaşı * Kumsal. kumcu * Kum getirip satan kimse. kumcul * (bitki için) Kumlu toprakta yetişen, kumlu toprağıseven. kumda oynamak * bir fırsat kaçırarak umulanıelde edememek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 156
kumkazan * Kemirgenlerden, Afrika’nın güneyinde yaşayan bir memeli türü (Bathyergus maritimus). kumkuma * Küçük testi, çömlek.
* Kötü, olumsuz bir özelliği kendinde fazlasıyla toplayan kimse, olay, olgu veya yer.kumla * Kumluk yer, genişkumsal, plâj.
* Güneş banyosu yapmak için düzenlenmişkumsal.kumlama * Çam türü ağaçlarda yıl halkalarıarasındaki görüntü ayrımınıdaha da belirtmek için yüzeye, hava
basıncından yararlanarak kum püskürtme.
* Oyma işlerinde, çukurda kalan yüzeyleri özel dişli araçlarla pütürlendirme.kumlamak * Kumla kaplamak veya kum dökmek. kumlu * İçinde kum bulunan.
* Çok ufak ve sık benekli.kumluk * Kumu çok olan.
* Kumsal.
* Kumluk yer.kumpanya * Daha çok yabancısınaî, ticarî ortaklık.
* Tiyatro topluluğu.
* Aynı görüşü paylaşan, aynıeylemi yapan kimseler topluluğu.kumpas * Dizicilerin harfleri satır durumuna getirirken içine yerleştirdikleri ayarlanabilir demir yuva. kumpas kurmak * gizli bir iş, düzen hazırlamak. kumpir * Kaynamışve kabuğu soyulmadan özel fırında pişirilmişiri patates. kumral * (saç, bıyık, sakal için) Koyu sarıveya açık kestane rengi.
* Bu renkte olan (kimse veya şey).kumru * Güvercinler takımından, güvercinden küçük, boz, gri renkli bir kuş(Streptopelia). kumru gibi * kendi dünyalarına çekilmiş, sevecen. kumsal * Su kıyılarında oluşan kumlu yer, plâj.
* Kumlu.kumsallık * Kumsal olma durumu. kumsuz * Kumu olmayan. kumuç * Sivrisineğe benzer çok küçük bir tür sinek.
* İçine et veya peynir konarak yapılan bir çeşit sigara böreği.Kumuk * Dağıstan’da yaşayan bir Türk boyu ve bu boydan olan kimse. Kumukça * Kumuk dili. kumul * Çöllerde veya deniz kıyılarında rüzgârların yığdığıkum tepesi. -kun * 343 -gın / -gin. kunda * Bir çeşit büyük ve zehirli örümcek. kundak * Yeni doğmuşçocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez.
* Kundağa sarılmış bebek.
* Yangın çıkarmak için bir yere konulan tutuşmuşyağlı bez parçasıvb.
* Saçlarıyemeninin içine alıp bağlama.
* Tüfek gibi bazıateşli silâhlarda bunlarıçeşitli yönlere çevirmeye yarayan, namlunun altında bulunan ağaç
veya metal bölüm.
* Ara bozma, fitne, fesat.
* Arabalarda dingil yatağı.
* Korunmak için sıkısıkıya sarılmışşey.kundak sokmak (veya koymak) * yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuşyağlı bez parçasıkoymak.
* ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir davranışta bulunmak.kundakçı * Yangın çıkarmak için kundak koyan kimse.
* Tüfek kundaklarıyapan kimse.
* Ara bozucu.kundakçılık * Yangın çıkarmak için kundak koyma işi.
* Ara bozuculuk.kundaklama * Kundaklamak işi. kundaklamak * Bebeği kundağa sarmak.
* (bir yeri) Kundakla yakmak.
* Saçlarıyemeninin içine toplayarak bağlamak.
* Tüfek namlusunu kundağa bağlamak.
* Ara bozmak, aldatmak.kundaklanış * Kundaklanma işi veya biçimi. kundaklanma * Kundaklanmak işi. kundaklanmak * Kundaklama işi yapılmak veya kundaklamak işine konu olmak. kundaklayış * Kundaklama işi veya biçimi. kundaklı * Kundağı olan, kundağa sarılmışolan. kundaksız * Kundağı olmayan. kundura * Kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı. kunduracı * Kundura yapan veya satan kimse. kunduracılık * Kunduracının işi. kunduru * Başağıdört sıradan oluşan, bir tür sert, sarı, iyi buğday. kunduz * Kemirgenlerden, kuyruğu genişve yassı, art ayak parmaklarının arasıperdeli, ağaçlarıkemirerek beslenen,
su kıyılarında yaşayan, yuvalar ve su setleri kuran, postu değerli bir hayvan (Castor fiber).kunduz böceği * 343 kuduz böceği. kungfu * Kendini savunma temeline dayalı, karateye benzeyen Çin kökenli spor. kunt * Ağır, kalın, dayanıklıve sağlam. kup * Giysi kesimi, kesimle verilen biçim. kupa * Genellikle genişliği derinliğinden çok olan, altın, gümüş, bronz veya kristalden yapılmışayaklıkap.
* Bardak.
* Yarışma ödülü olarak verilen herhangi bir sanat eseri.
* İskambil kâğıtlarının dört grubundan benekleri kırmızı, kalp biçiminde olanı.
* Bir kupanın alabileceği miktarda olan.kupa * Kapalıve yalnız arkada oturulacak yeri olan, dört tekerlekli araba. kupes * İzmaritgillerden, ılıman denizlerde yaşayan bir balık (Boops boops). kupkuru * Çok kuru.
* Belirgin, net.kupkuru etmek * çok kurutmak. kupkuru kesilmek * çok kurumak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 149
kriminoloji * Toplumsal bir olgu olarak suç ve suçluluğu inceleyen bilim. kripto * Siyasî inancını gizleyen kimse. kriptolog * Kriptoloji uzmanı. kriptoloji * Gizli yazılar, şifreli belgeler bilimi veya incelemesi. kripton * Atom numarası36, atom ağırlığı83, 8 olan, atmosferde yarım milyonda bir oranında bulunan, renksiz,
kokusuz bir soy gaz.KısaltmasıKr.kristal * Billûr.
* Billûrdan yapılmış.kristal cam * Potasyum, kireç ve silisin yüksek ısıda ergitilerek hamur hâline getirilmesi, sonra da biçimlendirilmesi ile
elde edilen cam.kristal mavisi * Kristalin yansıttığı açıklık ve parlaklıktaki mavi rengi. kristalleşme * Billûrlaşma. kristalleşmek * Billûrlaşmak. kristaloit * Billûrsu. kriter * Ölçüt, kıstas. kritik * Tehlikeli, endişe veren (durum).
* Eleştiri.
* Eleştirmen.kritik etmek * eleştirmek. kritisizm * Eleştiricilik. kriyoskopi * Tuzlu eriyiklerin donma yasalarını inceleyen fizik kolu. kriz * Bunalım, buhran.
* Bir toplumun, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran.kriz geçirmek * bir organda birdenbire fizyolojik değişiklik olmak.
* bunalım içinde bulunmak.kriz masası * Aniden ortaya çıkan bir afeti geçiştirmek için yetkililerden ve uzmanlardan oluşturulan kurul. kriz yöneticisi * Zorda kalan işletmeye belirli bir sürede yardım ederek sorunu çözen tecrübeli kimse. kriz yönetimi * İşletmelerde hatalıüretim, ham madde, kalite düşüklüğü, pazarlama vb. sebeplerle ortaya çıkan sorunlu
dönemde iş başına getirilen yöneticilerin davranışı.krizalit * Kelebek olmadan önce bir böceğin, koza veya kozasız olarak geçirdiği başkalaşma durumu. krizantem * Kasımpatı. krizolit * Zebercet. kroki * Bir konu veya nesnenin başlıca özelliklerini yansıtacak biçimde hazırlanmıştaslağı. krokodil * İşlenmiştimsah derisi.
* Bu deriden yapılmışolan.krom * Atom numarası24, atom ağırlığı52,01 olan, ısıya dayanıklı, 15140 C de eriyen, 6,92 yoğunluğunda, havada
oksitlenmeyen bir element. KısaltmasıCr.
* Kromdan yapılmış.kromaj * Metal yüzeyleri kromla kaplama işlemi.
* Bu işlemle kaplanmışyer.kromatik * Renklerle ilgili, renkser.
* Kromozomlarla ilgili.
* Yarım tonlardan oluşan (ses dizisi).kromatik iplik * Karyokinez sırasında kromatin maddesinin iplik biçimindeki durumu. kromatin * Hücre çekirdeğinde küçük tanecikler, düzensiz kitleler veya ağbiçiminde bulunan, soya çekim olaylarını
sağlayan, bazı boyalarla hemen boyanabilen madde.kromatit * Bir kromozomun uzunlamasına iki yarısından her biri. kromatofor * Plâzmasıpigmet tanecikleriyle dolu, çokgen veya yıldız biçiminde, belirli uzunlukta veya kısalabilir
uzantıları bulunan hücre.krome * Kromdan yapılmışveya krom kaplama. kromlu * Birleşiminde krom bulunan. kromoplâst * Değişik renkler taşıyan kromatofor. kromosfer * Renk yuvarı. kromotropizm * Canlı bir varlığın, belli renkte bir nesneye doğru yönelme hareketi. kromozom * Karyokinez bölünme sırasında hücre çekirdeğinin içinde beliren ve kromatin ipliklerinin parçalara
ayrılmasıyla oluşan, bazıyeteneklerin yeni bireylere geçmesine yarayan, kıvrık çubuk biçimindeki cisim.kron * Çek para birimi. kronaksi * Bir elektrik akımının bir sinir veya kasla uyarım oluşturabilmesi için gereken kısa süre. kronik * Olayların birbiri ardınca sıra ile yazıldığıtarih, vekayiname.
* Süreğen.
* Uzun süredir bir çözüm getirilmemiş.kronikçi * Kronik yazarı. kronikleşme * Kronikleşmek işi. kronikleşmek * Kronik bir hâl almak. kronograf * Süreyazar. kronoloji * Zaman bilimi. kronolojik * Zaman bilimsel. kronometre * Süreölçer. kros * Kırlarda ve ormanlarda, hendeklerden, yükseltilerden, çukurlardan ve akarsulardan geçerek yaya yapılan
koşu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 150
kroşe * Boksta bir yumruk vuruşşekli. kruasan * Ay çöreği. krupiye * Bir kumarhanede veya oyun oynanan bir yerde oyunu yöneten kimse. krupiyelik * Krupiye olma durumu veya krupiyenin işi. kruvaze * (ceket, yelek için) ön parçaları birbiri üzerine gelecek biçimde yapılmışolan. kruvazör * Deniz yollarını gözetme, deniz ve hava filolarına kılavuzluk etme amacıyla, topla silâhlandırılmışhızlısavaş
gemisi.ksenofobi * Yabancıdüşmanlığı. ksenon * Atom numarası54, atom ağırlığı131, 30 olan, havada on milyonda bir oranında bulunan, renksiz, kokusuz
asal gaz. KısaltmasıXe.ksilofon * Değişik sayıda akortlu tahta veya metal çubukların gam sırasıyla dizilmesinden oluşan, iki değnekle
vurularak çalınan bir çalgı.Ku * Kurçatovyum’un kısaltması. -ku * Bkz. -gı/ -gi. kuaför * Kadın berberi.
* Erkek berberi.
* Güzellik salonu.kuartet * Dörtlü. kubarma * Kubarmak işi. kubarmak * (hindi, güvercin) Tüyleri kabarmak.
* Çalımlı bir tavır takınmak.kubaşma * Kubaşmak işi. kubaşmak * İmece ile işyapmak, yardımlaşmak. kubat * Kaba, biçimsiz.
* Davranışlarıkaba olan.kubatlık * Kubat olma durumu. kubbe * Yarım küre biçiminde olan ve yapıyıörten dam.
* Kubbe biçiminde olan.Kubbealtı * TopkapıSarayında, Osmanlıvezirlerinin, devlet işlerini görüşmek için toplandıklarıalan. kubbeli * Kubbesi olan.
* Kubbe biçiminde olan.kubbeli delik * Trakeit gözelerinin uçlarında bulunan ve besin suyunun düşey yönde ilerlemesini sağlayan geçişyolu. kubbeli fırın * Üzerinde kubbesi olan fırın. kubbesiz * Kubbesi olmayan. kubur * Ayak yolu deliğinden lâğıma inen boru.
* Boru biçiminde kap.
* Bir çeşit tabanca, dolma tabanca.kubur sıkmak * silâh atmak, tabanca sıkmak. kuburluk * Tabanca kılıfı.
* Sadak.kucağına düşmek * düşman, felâket, sefalet gibi kötü şeylerin veya durumların içine düşmek, onlarla karşılaşmak. kucağına oturmak * dizlerinin üstüne oturmak. kucak * Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm.
* Açık kollarla göğüs arasına sığabilen miktarda olan.
* Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç.kucak açmak * korumak; sığınacak yer vermek. kucak çocuğu * Yürüyemeyen, kucakta gezdirilen çocuk. kucak dolusu * Pek çok, pek bol. kucak kucağa * Birbirine sarılmışveya birbirine yüz yüze sokulmuş bir durumda.
* İç içe, yan yana, beraberce.kucak kucak * bol bol.
* kucaklanabilecek miktarda olan.kucaklama * Kucaklamak işi. kucaklamak * Kollarla sarıp göğüs uzerine bastırma.
* Kucağına almak, kucağında taşımak.
* İçine almak veya çepeçevre sarmak.kucaklanış * Kucaklanmak işi veya biçimi. kucaklanma * Kucaklanmak işi veya durumu. kucaklanmak * Kucaklamak işi yapılmak. kucaklaşma * Kucaklaşmak işi. kucaklaşmak * Birbirini kucaklamak. kucaklayış * Kucaklamak işi veya biçimi. kucakta * henüz yürüyemeyen, küçük (çocuk). kucaktan kucağa * Pek çok kişi ile ilişki kurarak. kucaktan kucağa dolaşmak (veya gezmek) * (kadın) pek çok kişiyle yasal olmayan ilişkide bulunmak. kuçu kuçu * Köpekleri çağırmak için kullanılır. kuçukuçu * (çocuk dilinde) Köpek. kudas * İsa Peygamber’in havarileriyle birlikte yediği son yemeği anmak için, Hristiyanların kilisede bir kap içinde
ekmek ve şarabıkutsayarak yaptıklarıtören, liturya. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 151
kudema * Eskiler, eski insanlar.
* Eskiliği bakımından ileri gelenler, öne çıkanlar.kudret * Güç, erk, erke, iktidar.
* Yetenek.
* Maddî güç, zenginlik.
* Tanrıyapısı.
* Tanrı’nın ezelî gücü.kudret hamamı * Ilıca. kudret helvası * Türlü bitkilerden, öz sularının kurutulmasıyla elde edilen macun; hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanılır.
* Beyaz çiçekli, 5,9 yaprakçıklı, 20 m kadar yükselebilen, Kuzeybatıve BatıAnadolu’da yaygın olan bir ağaç
(Fraxinus ornus).kudret narı * Sarıçiçekli, parçalıyapraklı, tırmanıcıve bir yıllık otsu bir bitki (Momordica charantia).
* Bu bitkinin 10,15 cm uzunlukta, iğbiçiminde, üzeri pürtüklü, önce yeşil ve sonra parlak sarıveya turuncu
renkli meyvesi.kudretli * Gücü olan, güçlü.
* Başarılı, üstün.kudretsiz * Gücü olmayan, argın, takatsiz. kudretsizlik * Güçsüz olma durumu, argınlık, takatsizlik. kudretten * İnsan eli değmeden oluşmuş. kudurgan * Azgın. kudurganlık * Azgınlık. kudurma * Kudurmak işi. kudurmak * Kuduz hastalığına yakalanmak, kuduz olmak.
* Aşırıdavranışlarda bulunmak, taşkınlık göstermek.
* Çok yaramazlaşmak, ele avuca sığmamak.
* Gücünü artırmak, tehlikeli bir durum almak, tehlikeli bir duruma gelmek.
* Çok kızmak, öfkelenmek.kudurtma * Kudurtmak işi. kudurtmak * Kudurmasına sebep olmak.
* Öfkelenmesine yol açmak.kudurtucu * Kudurmasına sebep olan. kuduruk * Kudurmuş(insan veya hayvan).
* Azgın, saldırgan.
* Çok yaramaz.kuduruş * Kudurmak işi veya biçimi. kuduz * Köpek, kedi, tilki gibi bazımemeli hayvanlardan insana geçen, genellikle çırpınma, sudan korkma, inme ile
beliren, ölümle sonuçlanan hastalık.
* Azmış.
* Kuduz hastalığına yakalanmış(hayvan).kuduz böceği * Kın kanatlılardan, hekimlikte yakıyakmak için kullanılan, 2 cm uzunluğunda, parlak yeşil renkli bir böcek,
kunduz böceği (Cantharis).kuduz böcekleri * Ateş böceklerine benzemekle birlikte, onlar gibi ışık vermeyen, kuduz böceği türlerini içine alan kın
kanatlılar familyası.kuduz otu * Bkz. deli otu. kuduzluk * Kuduz olma durumu. kudüm * Mehter takımlarında ve tekkelerde kullanılmışolan, metal kâseli, küçük iki davuldan oluşmuşusul vurma
aracı.kudümzen * Kudüm çalan. kûfî * Arap yazısının düz ve köşeli çizgilerle yazılan eski bir biçimi. kuğu * Perde ayaklılardan, yaban ve evcil türleri bulunan, çok uzun ve kıvrık boyunlu, genişgagalı, genişkanatlı
bir su kuşu (Cygnus olor).kuğu (gibi) * ince uzun, narin (boyun). kuğurma * Kuğurmak işi. kuğurmak * Güvercin ötmek. kuhi * Issız. kuintet * Beşli, kentet. kuka * Dantel veya nakışipliği yumağı.
* Bir çocuk oyunu.kuka * Tespih, sigara ağızlığı gibi şeylerin yapımında kullanılan, siyah veya sütlü kahve renginde Hindistan cevizi
kökü.
* Bu kökten yapılmışolan.kukla * Hareketli yerleri iplikle sanatçının parmaklarına bağlanarak veya eldiven benzeri bir kesiti kullanarak, bir
perdenin üzerinden oynatılan, bez ve karton gibi hafif nesnelerden yapılmış bebek.
* Ayakları olmayan, alttan içine el sokularak oynatılan çeşitli nesnelerden yapılmış bebek.
* Bu bebeklerle oynatılan oyun.
* Kendi istek ve kararıyla işgörmeyip başkasının etkisinde olan kimse.kukla gibi * ufak tefek, çelimsiz.
* kişiliksiz.kukla gibi oynatmak * birine her istediğini yaptırmak.
* birinin istediğini yapıyor görünerek onu oyalamak.kukla hükûmet * bir ülkede, yabancı bir devlet tarafından kendi amaçlarını gerçekleştirmek için kurulmuşsözde hükûmet. kukla oyunu * Yapma bebeklerin alttan el sokularak veya başka yollarla hareketlendirilerek oynatıldığı oyun, gösteri. kukla tiyatrosu * Kukla oyununun yapıldığıtiyatro. kuklacı * Kukla oynatan kimse. kuklacılık * Kukla oynatma veya yapıp satma işi. kuklalık * Başkasının isteğine göre davranma. kuklavari * Kukla gibi, kuklaya benzer biçimde. kukuleta * Yağmur, soğuk gibi dışetkilere karşı başa geçirilen, giysiye dikili veya ayrı olarak kullanılan başlık. kukuletalı * Kukuletası olan. kukuletasız * Kukuletası olmayan. kukumav * Baykuşgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’da yaşayan bir kuş(Athene noctua). kukumav gibi * tek başına, kimsesiz. kukumav gibi düşünüp durmak * çok üzüntülü bir durumda düşünmek.