lâvman | * Kalın bağırsağıanüs yoluyla su fışkırtarak yıkama. * Bu işiçin kullanılan alet ve sıvı. |
lâvrensiyum | * Bkz. lorentiyum. |
lâvrovit | * Piroksen grubundan doğal silikat. |
lâvsonit | * Hidratlıalüminyum ve kalsiyum çift silikatı. |
lâvta | * Mızrapla çalınan, gövdesi uttan küçük bir çalgı. |
lâvta | * Ebe. * Doğacak çocuğu ana rahminden çekmeye yarayan alet. * Erkek doğum hekimi. |
lâvtacı | * Lâvta (I) çalan kimse. |
lâvtacılık | * Lâvtacının mesleği. |
lâyemut | * Ölümsüz, ölmez. |
lâyenkati | * Kesintisiz, aralıksız. |
lâyığını bulmak | * dengini, yaraşır eşini bulmak. * hak ettiği cezayı bulmak. |
lâyık | * Nitelikleri, özü, hareketleri, davranışlarıyla bir şeyi elde etmeye hak kazanmışolan; bir kimseye uygun olan yaraşan. |
lâyık görmek | * yakıştırmak, uygun görmek. |
lâyık olmak | * hak kazanmışolmak. * Uygun olmak. |
lâyıkıyla | * Gerektiği gibi, gerektiğince. |
lâyiha | * Herhangi bir konuda bir görüşve düşünceyi bildiren yazı. * Tasarı. |
lâytmotif | * Bir eserde, bir duyguyu, bir düşünceyi veya kişiliği göstermek için sürekli tekrarlanan motif, ana motif. * Bir edebî eserde, bir kültür ürününde pek çok tekrarlanan formül. |
lâyuhti | * Hata işlemeyen, yanlışyapmayan. |
Lâz | * Güney Kafkasyalı bir halk veya bu halktan olan kimse. * Bu halkla ilgili olan. |
lâza | * Bal koymaya yarayan küçük tekne. |
lâzanya | * Bir çeşit İtalyan makarnası. |
Lâzca | * Lâzların kullandığıdil. |
lâzer | * Çok güçlü ışık pırıltıları oluşturan, iletişimde ve biyolojide yararlanılan ışık kaynağı. |
lâzım | * Gerek, gerekli. * Geçişsiz (fiil). |
lâzım gelmek (veya olmak) | * gerekmek. |
lâzıme | * Yapılması gerekli olan şey. * Gerekçe. |
lâzımlık | * Oturak. |
lâzlık | * Lâz olma durumu, lâz gibi davranma. |
lâzut | * Mısır. |
le | * Türk alfabesinin on beşinci harfinin adı. |
-le | * Bkz. -la / -le. |
-le | * 343 -la / -le. |
leb | * “Daha söze başlanırken ne denmek istenildiğini çabucak anlamak” anlamında leb demeden lebleyi anlamak deyiminde geçer. |
lebalep | * Ağzına kadar dolmuş(olarak), silme. |
lebbeyk | * Buyrun, efendim, emredin. |
lebiderya | * Deniz kenarı. |
leblebi | * Dışkabuğu çıkarıldıktan sonra fırında kavrulup eğlencelik olarak yenen nohut. |
leblebi şekeri | * İçinde leblebi olan şeker. |
leblebici | * Leblebi yapan veya satan kimse. |
leblebicilik | * Leblebi yapma veya satma işi. |
leblebiden nem kapmak | * en küçük bir olay veya davranıştan olumsuz etkilenmek. |
leçe | * Taşlıtarla. |
leçek | * Başörtüsü, yün atkı. |
leçelik | * Leçe. |
ledün | * Tanrıkatı. |
ledün ilmi | * Tanrı ile ilgili bilgi. |
lef | * İçine sokma, iliştirme. |
lef etmek | * Bkz. leffetmek. |
leffetme | * Leffetmek işi veya durumu. |
leffetmek | * İçine sokmak, iliştirmek. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük L Sayfa 8
-
Türkçe Sözlük L Sayfa 7
lâterit * Sıcak, nemli iklimlerde oluşan, parlak kırmızıveya kahverengiye çalan kırmızırenkli, demir oksit ve
alüminyum bakımından zengin toprak.lâteritli * Özünde lâterit bulunduran. lâterna * Kolu çevrilerek çalınan, sandık biçiminde bir tür org. lâternacı * Lâterna yapan, satan veya çalan kimse. lâtif * Yumuşak, hoş, ince bir güzelliği olan. lâtifçe * Lâtif olarak, hoş. lâtife * Şaka. lâtife etmek * şaka etmek. lâtife götürmek * şaka kaldırmak. lâtife lâtif gerek * şaka yaparken bile incelikten ayrılmamak gerek anlamında kullanılır. lâtifeci * Şakacı. lâtiflik * Lâtif olma durumu. lâtifundia * İlkel yöntemlerle ve düşük verimle işletilen geniştarım alanları. lâtifundiacılık * Lâtifundia sistemi ile geniştarım alanlarını işletme yöntemi veya biçimi. lâtilokum * Bkz. lokum. Lâtin * İtalya’da Lâtium bölgesi halkından olan kimse.
* 343 Lâtin halkları.
* Lâtinlerle ilgili olan (şey).Lâtin çiçeği * Lâtin çiçeklerinden, kalkan biçiminde yuvarlak yapraklı, sarıve kırmızıçiçekli, bir süs bitkisi (Tropeoalum). Lâtin çiçeğigiller * İki çeneklilerden, örneği Lâtin çiçeği olan bir familya. Lâtin çiçekleri * Bkz. Lâtin çiçeği. Lâtin dilleri * Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce gibi dillerin ortak adı. Lâtin halkları * Dilleri Lâtinceden türemişİtalyan, Fransız, İspanyol, Portekiz halkları. Lâtin yelkeni * Bir serene bağlanarak direğe eğik bir durumda kaldırılan üçgen yelken. Lâtince * Lâtin dili. Lâtinlik * Lâtin gibi olma, davranma. lâubalî * Saygısız, çekinmesi olmayan.
* Senli benli, teklifsiz.
* Aşırısamimî, teklifsizce.lâubalî olmak * aşırısamimî veya teklifsizce davranmak. lâubalice * Lâubaliye yakın. lâubalîleşme * Lâubalîleşmek işi. lâubalîleşmek * Lâubalî davranışta bulunmak. lâubalîlik * Lâubalî olma durumu veya lâubalîye yakışır davranış. lâubaliyane * Saygısızca, terbiyesizce. lâv * Yanardağların püskürme sırasında yeryüzüne çıkardıklarıdünyanın derinliklerinden gelen kızgın, erimiş
maddeler.lâv silâhı * Uzun menzilli, ateşli bir silâh türü. lâv taşması * Lâvın püskürme sırasında yanardağağzından çıkarak alçak yerlere doğru yayılması. lâva * Herhangi bir yere yanaşmışfilikanın kürek çekmeksizin ilerlemesi için verilen emir. lâva etmek * bir filikayı ilerletmek.
* birini çekiştirmek.lâvabo * Üzerinde sıcak ve soğuk su muslukları bulunan, porselen, emaye veya sacdan yapılmış, el, yüz, bulaşık
yıkamaya yarar, çukur yer veya eşya.
* Lokanta, gar gibi yerlerde bu düzenin bulunduğu yer.
* Ayak yolu, helâ, yüz numara, tuvalet.lâvabo bataryası * Lâvabolarda kullanılan birkaç aygıtın bir araya getirilerek belirli biçimde eklenmesinden oluşan takım. lâvabo musluğu * Lâvaboya gelen soğuk ve sıcak suyu açıp kapayan ve akmasınıayarlayan musluk. lâvaj * (metalürjide) Bir işlem sonrası, metal yüzeyleri su ile yıkama.
* Bir organısu vererek yıkayıp temizleme.lâvaj yapmak * herhangi bir organımikroplardan temizlemek amacıyla yıkamak, arıtmak. lâvanta * Lâvanta çiçeğinden yapılan ispirtolu esans. lâvanta çiçeği * Ballı babagillerden, mavi veya mor renkli çiçekleri koku sanayiinde kullanılan bir bitki (Lavandula
angustifolia).lâvanta mavisi * Lavanta rengindeki mavi. lâvantacı * Lâvanta yapan veya gezici olarak esans satan kimse. lâvantacılık * Lâvanta yapma ve satma işi. lâvantalık * Lâvanta kokusunu koymaya yarayan şişe. lâvantin * Lâvanta çiçeğinin bir başka türü. lâvaş * Mayalıhamurdan tandırda pişirilerek yapılan ve yapıldığıyere göre büyüklüğü değişen ince ekmek türü.
* Yufka inceliğinde açılmışuzun sade pide.lâvdanom * İçinde afyon bulunan sulu bir ilâç. -
Türkçe Sözlük L Sayfa 6
lânolin * Yapağıdan elde edilen, eczacılıkta ve parfümeride kullanılan, sarımtırak renkte bir yağ. lânse * İleri atılmış, ortaya çıkarılmış. lânse etmek * tanıtmak amacıyla öne sürmek, ortaya çıkarmak. lântan * Atom numarası57, atom ağırlığı138,9, yoğunluğu 6,1 olan, beyaz, havada çabuk oksitlenen, parlak bir
alevle yanan, seyrek bulunur bir element. KısaltmasıLa.lântanit * Birbirine çok yakın kimyasal özellikler gösteren, atom numarası57 ile 71 arasında olan, seyrek bulunan
elementlerin genel adı.lâp * Yumuşak ve ağır bir şey düştüğünde çıkan sesi anlatır. lâp lâp * Köpek ve kedi gibi hayvanların su içerken çıkardıklarısesi anlatır. lâpa * Nişastalıtanelerin, su ile kaynatılarak bulamaç kıvamına getirilmişdurumu.
* Keten tohumu ve benzeri bitkilerin kaynatılmasıyla elde edilen, sıcak olarak tülbent içinde vücuda dıştan
uygulanan ilâç.lâpa gibi * yumuşak, gevşek. lâpa lâpa * Yassıve iri taneler durumunda. lâpa vurmak * ağrıyıkesmek, iyileştirmek amacıyla lâpa koymak. lâpacı * Vücutça toplu ve iri olmasına rağmen direnci az olan.
* Yorgun, bitmiştükenmiş.lâpacılık * Tembellik gevşeklik. lâpçın * Tabanımeşinden olan, mest, edik. lâpçınlı * Ayağına lâpçın giymişolan. lâpilli * Yanardağlardan fırlayan çok küçük katıparça. lâpina * Lapinagillerden, kayalık kıyılarda, sığsularda yaşayan 25, 35 cm uzunluğunda, kırmızı benekli, mavi veya
yeşil balık (Crenilabrus pavo).lâpinagiller * Kemikli balıklar takımına giren bir familya. Lâpon * Lâponya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Lâponya veya Lâponlara özgü olan (şey).Lâponca * Lâpon dili. Lâponyalı * Bkz. Lâpon. lâppadak * Bir şeyin düşerken lâp sesi çıkardığınıanlatmak için kullanılır. lârenjit * Gırtlaktaki aşırıve süreğen iltihap. larghetto * Bir parçanın lârgodan çabuk ve hafif çalınacağınıanlatır.
* Bu biçimde çalınan müzik parçası.largo * Bir parçanın ağır ve görkemli çalınacağınıveya söyleneceğini anlatır.
* Bu ağırlıkta çalınan müzik parçası.lârp * Ansızın ve güçlü bir biçimde. lârpadak * Lârp diye, ansızın. lârva * Kurtçuk. lârvacıl * Lârvayla beslenen hayvanlar. laser * Bkz. lâzer. lâskî * Yakı ile ilgili. lâskine * İskambil kâğıtlarıyla oynanan bir oyun. lâso * Kement. lâsta * Kuzey Avrupa’da kullanılan, 2000 kg’a yakın gemi yüklerine ve büyük miktardaki ticaret mallarına değer
biçmeye yarayan kütle ölçü birimi.lâsteks * Kauçuk, ipek, pamuk veya yün karışımı bir tür yapma kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.lâstik * Kauçuktan yapılmış(şey).
* Yağmurlu havalarda ayakkabıüzerine giyilen kauçuktan pabuç.
* Kauçuktan yazısilgisi.
* Bazıtaşıtların tekerleklerine geçirilen kauçuk çember.
* Esnek, ince kauçuk veya kauçuklu şerit.
* Bir tür esnek örgü.
* Korse.lâstik ağacı * Kauçuk. lâstik gibi * çevik.
* (et için) az pişmiş,sert.lâstik tutkalı * Lâstiklerin kasnağa yapıştırılmasınısağlayan madde. lâstikçi * Lâstik ürünlerini yapan veya satan kimse.
* Otomobil lâstiğini satan kimse.lâstikli * İçinde veya üzerinde lâstik bulunan.
* Türlü anlamlar verilebilen (söz, konuşma).lâstikli söz * Değişik anlamlara gelebilen, farklıdeğerlendirilebilen konuşma. lâstikotin * İnce iplik ile çok sık dokunmuşyünlü kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.lâşe * Leş. lâşka * Bkz. lâçka. lâta * Dar ve kalınca tahta. lâta * Osmanlılarda ilmiyenin giydiği bir tür üstlük. lâtanya * (Karaip dilinden) Bazıtürleri evlerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, bazıtürlerinden de dokumalık iplik elde
edilen bir tür palmiye (Latania rubra).lâteks * Bazı bitkilerin genellikle süt görünüşünde olan öz suyu. lâteksli * Özünde lâteks bulunduran. -
Türkçe Sözlük L Sayfa 4
lâkacı * Lâka veya vernik süren işçi. lâkap * Bir kimseye veya bir aileye kendi adından ayrı olarak sonradan takılan, o kimsenin veya o ailenin bir
özelliğinden kaynaklanan ad.lâkap takmak * bir kimseye onun bir özelliğini belirtecek bir ad vermek. lâkaplı * Herhangi bir lâkabı olan; lâkap takılmışolan. lâkaydî * Aldırmazlık, ilgisizlik, umursamazlık, kayıtsızlık. lâkayt * İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız. lâkayt kalmak * ilgisiz davranmak, aldırmamak. lâkaytlık * Lâkayt olma durumu. lâke * Lâka ile cilâlanmış. lâkerda * Palamut, torik gibi balıklardan dilim dilim kesilerek yapılan salamura. lâkerdacı * Lâkerda yapan veya satan kimse. lâkırdı * Söz.
* Boşsöz, dedikodu, lâf.lâkırdıtaşımak * Bkz. lâf taşımak. lâkırdıağzından dökülmek * isteksiz konuşmak. lâkırdıaltında kalmamak * Bkz. lâf altında kalmamak. lâkırdıçıkarmak * Bkz. lâf çıkarmak. lâkırdıebesi * Geveze. lâkırdıetmek * konuşmak.
* dedikodu konusu etmek.lâkırdıkavafı * Geveze. lâkırdı olmak * sohbet edilmek. lâkırdıyetiştirmek * bir söze karşılık vermekte gecikmemek. lâkırdıcı * Lâkırdı bulup söyleyen, konuşkan.
* Geveze.
* Dedikoducu.lâkırdısıağzında kalmak * konuşan kimsenin, bir başkasının söze başlamasıveya anî bir olay sonucunda sözü yarım kalmak. lâkırdısıaz * sessiz, az konuşan, durgun kimse. lâkırdısımı olur? * konuşulan bir şeyin önemsizliğini veya yersizliğini anlatmak için söylenir. lâkırdısınıetmek lâkırdısınıetmek * hakkında konuşmak. lâkırdıya boğmak * gereksiz ve boşsözlerle konuşmayıuzatmak. lâkırdıya tutmak * konuşarak oyalamak. lâkırdıyıağzına tıkamak * birinin sözünü bitirmesine imkân vermeden onu ters bir karşılıkla susmak zorunda bırakmak. lâkırdıyıezip büzmek * konuşmasını beceremeyip aynışeyleri tekrarlamak. lâkin * Ama, fakat. lâklâk * Leyleğin gagasıyla çıkardığıses.
* Ara vermeden söylenilen saçma sapan söz dizisi, gevezelik.lâklak etmek * karşılıklı, gelişigüzel, havadan sudan konuşmak. lâklâka * Gereksiz, anlamsız, boşsöz. lâklâkıyat * Boşlâkırdılar, değersiz sözler. lâkonik * Kısa ve özlü (söz), Veciz. lâkoz * Hanigiller familyasından yuvarlak kuyruğu bulunan bir balık türü (Epinephelus zeneus). lâkrimal * Gözyaşı ile ilgili. lâktaz * Süt şekerini (laktoz) üzüm şekerine (glikoz) çeviren bir bağırsak enzimi. lâktik asit * Ekşi sütte ve bitkilerin çoğunda bulunan asit alkol, süt asidi. lâktoz * Sütte bulunan, sütün buharlaşmasıyla kristal durumunda toplanan şeker, süt şekeri (C12H22O11). lâl * Dili tutulmuş, konuşamaz hâle gelmiş, dilsiz. lâl * Parlak kırmızırenkte, billûrlaşmış, saydam bir alüminyum oksidi olan değerli bir taş.
* Kırmızırenkli bir çeşit mürekkebe verilen ad.
* Parlak kırmızırenkte olan.lâl etmek * konuşamaz duruma sokmak. lala * Çocuğun bakım, eğitim ve öğretimiyle görevli kimse.
* Şehzadelerin özel eğitmenleri.
* Padişahların vezirlerine seslenirken kullandıklarıhitap sözü.lala paşa eğlendirmek * işini gücünü bırakıp karşısındakinin hoşvakit geçirmesini sağlamak. lalalık * Lala olma durumu veya lalanın görevi. lâlanga * Yağda kızartılarak, üzerine şeker veya şerbet dökülen bir hamur tatlısı. lâle * Zambakgillerden, yapraklarıuzun ve mızraksı, çiçekleri kadeh biçiminde, türlü renkte bir süs bitkisi (Tulipa
Gesneriana).
* Meyve koparmak için ucuna üçlü veya dörtlü bir çatal geçirilmişsırık.
* Ağır hapis mahkûmlarının boynuna geçirilen demir halka.lâle ağacı * Manolyagillerden, ana yurdu Güney Amerika olan, çiçekleri lâleye benzeyen bir süs ağacı(Liriodendron
tulipifera). -
Türkçe Sözlük L Sayfa 5
lâleli * Lâle bulunan veya yetiştirilen (yer).
* Üzerinde lâle deseni veya motifi bulunan.lâlelik * Osmanlıseramik ve cam sanatının güzel örneklerinden olan ve içine lâle konulan vazo. lâlettayin * Ayırt etmeksizin, gelişigüzel, özensiz, rastgele. lâlezar * Lâle yetiştirilen yer, lâle bahçesi. lâlüebkem * Dili tutulmuş, konuşamaz hâle gelmiş, dilsiz. lâm * Arap alfabesinde l harfinin adı.
* Ebcet hesabında otuz sayısının adı.lâm * Mikroskopta incelenecek maddelerin üzerine konulduğu dar, uzun cam parçası.
* Dar, çok ince metal parça.lâm elif çevirmek (veya çizmek) * kısa bir süre dolaşıp gelmek. lâma * Gevişgetirenlerden, Güney Amerika’nın dağlık bölgelerinde yaşayan, yük hayvanı olarak kullanılan,
karadan aka kadar türlü renklerde olabilen, tüyleri uzun, boyu yüksek, boynu uzun hayvan (Lama).lâma * Tibetlilerde ve Moğollarda Buddha rahibi. Lâmaların en büyüğüne dalay lâma denir. lâmacı * Lâmacılık yanlısı olan (kimse). lâmacılık * Budizmin Orta Asya ve özellikle Tibet’te yaşayan biçimi.
* Tibet Budizminde oluşan hiyerarşik düzen.lâmaist * Lâmacı. lâmaizm * Lâmacılık. lâmba * Petrol gibi yanıcı bir madde yakarak veya elektrik akımıyla içindeki teller akkor durumuna geçerek ışık
veren alet.
* Radyo alıcılarında ve televizyon yayınlarında kullanılan, havası boşaltılmışveya içine düşük basınçlı bir gaz
doldurulmuş cam, seramik veya çelikten ampul.
* Kapı, pencere kenarlarına açılan, genellikle dik açılı girinti.lâmba açmak * kapı; pencere kenarlarında genellikle dik açılı girinti açmak. lâmba karpuzu * Işığıyumuşatmak için lâmbalara geçirilen, mat camdan, basık vazo biçiminde nesne. lâmbada * Güney Amerika’da yapılan bir dans. lâmbada dansı * Bkz. lâmbada. lâmbalama * Lâmbalamak işi. lâmbalamak * Lâmba ışığıyla incelemek.
* Kapıve pencere kenarlarına girinti açmak.lâmbalı * Herhangi bir sayıda lâmbası olan.
* Lâmba ile çalışan.
* Birbirinin içine geçebilecek biçimde yapılmış.lâmbalık * Eski evlerde lâmba koyacak veya takılacak yer.
* Bir lâmbanın alabileceği kadar.lâmbasız * Lâmbası olmayan. lâmbayıaçmak * ışığıyakmak.
* lâmbanın fitilini yükseltip ışığınıçoğaltmak.lâmbri * Bir yapının iç duvar kaplaması.
* Tavan kaplaması.lâme * Dokusunda çoğunlukla gümüşve altın renginde tel bulunan (kumaş) veya metal parlaklığıverilmiş(deri).
* Böyle bir kumaşveya deriden yapılmışolan.lâmekân * Mekânı olmayan, mekânsız (Allah’ın sıfatlarından).
* Yersiz yurtsuz, belli bir adresi olmayan.lâmekân takımı * Yersiz yurtsuz, adresi belirsiz kişiler topluluğu. lâmel * Mikroskopla yapılan incelemede bazen lâmların üstüne kapatılan dört köşe, küçük ve ince cam parçası.
* Çok ince tabaka.lâmıcimi yok * değişmez, kesin, başka yolu yok. lâminarya * Bütün denizlerde yetişen, sarıveya esmer renkte, emici köklerle kayalara tutunan, uzun şeritler durumunda
bir deniz yosunu (Laminaria).lâmise * Dokunum.
* Duyarga.
* Anten.lan * Ulan sözünün kısa söylenişi, kaba hitap, ey. lânarkit * Hidratlıdoğal kurşun sülfat. lândo * Dört tekerlekli, içinde dingillere paralel olarak düzenlenmişkarşılıklı iki oturma sırası bulunan, üstü açılıp
kapanabilen çift körüklü binek arabası.lândon * Bkz. lândo. lânet * Tanrı’nın sevgi ve ilgisinden mahrum olma, beddua.
* Ters, berbat, çok kötü.lânet etmek * ilenmek, kötülüğünü istemek. lânet okumak * bir kimsenin Tanrı’nın merhametinden mahrum kalmasınıdilemek. lânet olsun! * ilenme sözü olarak kullanılır. lânetleme * Lânetlemek işi.
* Lânetlenmiş.lânetlemek * Kargımak, lânet etmek.
* (Tanrı) Merhametinden mahrum bırakmak.
* Dinden kovmak.lânetlenme * Lânetlenmek işi. lânetlenmek * Lânet edilmek, lânete uğramak. lânetli * Lânetlenmiş, kargınmış, kargışlı, mel’un. langır lungur * Metalsi bir ses çıkararak.
* Dikkatsizce, savruk bir biçimde.lângırt * Dikdörtgen masa üzerinde türlü aletleri yönetmek yoluyla küçük bilyeleri belirli deliklere sokmak veya bu
deliklere girmesini önlemek amacına dayanan oyun.lângur * Maymunlardan, Hindistan’da yaşayan, kül rengi veya kırmızıya çalan sarıtüylü, büyük bir maymun
(Presbytis entellus).lângust * Kabuklulardan, makasları olmaması, duyargalarının daha uzun ve güçlü olmasıyla istakozdan ayrılan, eti
için avlanan bir deniz hayvanı(Palinurus vulgaris). -
Türkçe Sözlük L Sayfa 2
lâf cambazı * Etkileyici ve kandırıcısöz söyleyebilen kimse. lâf cambazlığı * Kandırıcıve etkileyici söz söyleme. lâf çıkarmak * yeni bir şey söylemek, ortaya atmak.
* dedikodu yapmak.lâf çıkmak * dedikodu başlamak. lâf ebeliği * Lâf ebesi olma durumu. lâf ebesi * Çok konuşan, herkese lâf yetiştiren. lâf kalabalığı * üzerinde konuşulan konuyla, esasla veya sorunla ilgisi olmayan boşsöz yığını. lâf kaynayıp gitmek * söz boşa söylenmek, anlaşılmaz olmak, hiçbir etki yapmamak. lâf lâfıaçar * “bir konu üzerinde konuşulurken ilgisi dolayısıyla söz başka bir konuya geçer, sohbet uzar, gider”
anlamında kullanılır.lâf ola beri gele! * konuşulan konu ile ilgili olmayan bir söz söylendiğinde veya bir sorun tartışılırken hiç ilgisiz bir şey ifade
edildiğinde söylenir.lâf olsun âdet yerini bulsun * konuşacak herhangi bir konu bulunmadığıdurumlarda rastgele söz sarfetmek. lâf oturtmak * gerektiği yerde, beklenilmeyen bir durumda, karşıtarafa esaslıve gereken bir lâf söylemek. lâf salatası * Çeşitli konuları içine alan anlamsız, boşsözler. lâf söyledi bal kabağı * biri konu ile ilgisi olmayan saçma bir söz söylediği zaman kullanılır. lâf söyledi bal kabağı! * konuşurken gereksiz yere ve aptalca söz söylendiği zaman, bunu alaya almak için kullanılır. lâf taşımak * dedikodu ederek lâf götürüp getirmek. lâf yakıştırmak * konuşma sırasında yerinde söz söylemek, gerekeni ifade etmek. lâf yapmak * dedikodu yapmak. lâf yetiştirmek * birinin söylediklerine olur olmaz karşılık vermek, çene yarıştırmaya kalkmak. lâf yok! * “mükemmel, çok güzel, kusursuz, eleştirilecek bir tarafıyok” anlamında kullanılır. lâfa boğmak * üzerinde konuşulan konu içerisinde, hiç ilgisiz, gereksiz ve anlamsız bir biçimde söz edip asıl konuyu
değiştirmek, unutturmak, karıştırmak.lâfa dalmak * uzun süren bir sohbette bulunmak, çok konuşmak. lâfa karışmak * biri veya birileri konuşurken bir başkasıkonuşmak, konuşmaya katılmak. lâfa tutmak * yersiz ve zamansız olarak ve sürekli konuşarak meşgul etmek, oyalamak. lâfazan * Geveze. lâfazanlık * Gevezelik. lâfçı * Çok konuşan, geveze.
* İyi, etkili konuşan.
* Söz götürüp getiren, dedikoducu.lâfçılık * Lâfçı olma durumu. lâfıağzına tıkamak * birinin rahatça konuşmasınıengelleyip susturmak, söyleyeceğine imkân tanımamak. lâfıağzında bırakmak * birinin konuşmasınıkesmek, sözlerini bitirmesine fırsat vermemek. lâfıağzında kalmak * sözü ağzında kalmak. lâfı bağlamak * bir konu üzerinde son sözü söylemek. lâfıdeğiştirmek * başka konuyu dile getirmek, başka bir şeyden söz etmek. lâfı geçmek * sözü etkili olmak, sözü dinlenmek.
* bahsedilmek.lâfıkıçından dinlemek (veya anlamak) * konuşulan konuyu ilgisiz, üstünkörü veya önem vermeden dinlemek (veya yanlış, ters anlamak). lâfıkısa kesmek * söyleyeceğini kısa veya özet olarak belirtmek, az ve öz konuşmak. lâfımı olur? * “şimdi onun sırasıdeğil, daha önemli konular var” anlamında kullanılır.
* “(bir işyapmak için) seve seve zahmete girerim, hiç önemi yok” anlamında kullanılır.lâfısulandırmak * bir konu üzerinde ciddiyetle durup konuşurken araya ilgisiz, anlamsız veya tutarsız boşlâf katmak. lâfıuzatmak * konuşmayı gereksiz bir biçimde başka sözlerle sürdürmek. lâfıyabana atmamak * söylenen söze değer vermek. lâfını(veya lâfınızı) balla kestim * bir kimsenin sözünü kesmek gerektiğinde “izin verin” anlamında kullanılır. lâfını bilmek * akıllıuslu konuşup başkasınırahatsız etmemek, güzel ve tutarlıkonuşmak. lâfınıetmek * birinden veya bir konudan söz etmek, onunla ilgili olarak konuşmak. lâfınıkesmek * araya girip, birinin sözünü bitirmesine fırsat vermemek. lâfınışaşırmak * ne diyeceğini bilememek, şaşırarak başka şeyler söylemek. lâfınıyedirmek * iddialı olarak söylediği sözü geri alma zorunda bırakmak. lâfız * Söz, kelime.
* Yasanın sözle anlatmak, bildirmek istediği anlam.lâflama * Lâflamak işi. lâflamak * Konuşmak, sohbet etmek. lâflaya lâflaya * Sürekli konuşarak, oradan buradan söz açıp sohbet ederek. -
Türkçe Sözlük L Sayfa 3
laforizma * Çok bilinen bir sözü veya atasözünü biraz değiştirip eklemeler yaparak güncel sorunları belirten cümle,
kıssadan hayat hisseleri: Bir toplumda değerler haklandıkça, o toplumda hep hırsızlar aklanır. Akılsız başın cezasını
halklar çeker. sözü gibi.lâfta kalmak * bir işdüşünce aşamasında kalıp gerçekleşmemek. lâftan anlamak * söyleneni dinleyip uymak veya uygulamak. lâfügüzaf * Boşsöz. lâfzen * Sözün gelişine, söylenişine, yapısına göre, yazılı olmayarak. lâfzî * Sözün söylenişine, yapısına ait, sözle ilgili. lâgar * Zayıf, çelimsiz, etsiz. lâgos * Bkz. lâhos. lâgün * Denizden dar bir kıyıkordonu veya bir kanal ile ayrılmışgöl, deniz kulağı. lâğım * Bir yerleşim merkezinde pis suların akıp gitmesi için yer altında açılmışkanal, geriz.
* Düşmanın kale duvarlarınıyıkmak veya düşman ordugâhına zarar vermek amacıyla, düşman siperlerine
doğru yer altından açılan dar yol.lâğım çukuru * Abdesthanelerin pis sularınıve pisliklerini toplamak için kazılmışkapalıkuyu, fosseptik. lâğım döşemi * Bkz. kanalizasyon. lâğımcı * Pis su kanallarınıaçıp temizleyen işçi.
* Düşman kalelerini yıkmak için lâğım kazan asker.lâğımcılık * Lâğımcının yaptığı iş. lâğımla atmak * (bir kayayı) delip, içine patlayıcımaddeler koyduktan sonra bu maddeleri ateşleyerek parçalamak. lâğıv * (bir kuruluşu) Kaldırma.
* Hükümsüz kılma, feshetme.lâğvedilme * Lâğvedilmek işi. lâğvedilmek * (bir kuruluş) Kaldırılmak.
* Hükümsüz kılınmak, feshedilmek.lâğvetme * Lâğvetmek işi veya durumu. lâğvetmek * (bir kuruluş) Kaldırılmak.
* Hükümsüz kılmak, feshetmek, dağıtmak.lâğvolma * Lâğvolmak işi. lağvolmak * (bir kuruluş) Kaldırılmak.
* Hükümsüz kılınmak, dağıtılmak.lâğvolunma * Lağvolunmak işi veya durumu. lâğvolunmak * Lâğvedilmek. lâhana * Turpgillerden, güz ve kışsebzesi olarak yetiştirilen ve birçok türü olan bitki, kelem (Brassica oleracea). lâhavle * Sabrın tükendiğini belirtmek için söylenir. lâhavle çekmek (veya okumak) * bir sıkıntıyı, öfkeyi yatıştırmak için “lâhavle”ile başlayan Arapça duayı okumak. lâhika * Ek. lâhit * Kenarlarıkâgir, üstü kapak taşlarıyla örtülü mezar.
* Taşveya mermerden oyma mezar.lâhmacun * Üstüne kıyma, kıyılmışsoğan ve baharat konularak fırında pişirilen pide. lâhmacuncu * Lâhmacun yapan ve satan kimse. lâhmacunculuk * Lâhmacuncunun işi veya mesleği. lâhos * Hanigillerden, Akdeniz ve Ege’de yaşayan lezzetli bir balık, kaya hanisi. lâhurakî * Lâhor’a ait. lâhurî * Lâhor’da yapılan her tür şal, Lahor şalı. lâhut * Tanrıâlemi.
* Kutsal.lâhutî * İlâhî, Tanrısal. lâhza * Zamanın bölünemeyecek kadar kısa bir parçası, an. lâhzacık * Kısa bir an. lâhzada * Çarçabuk, bir anda, hemen, bekletmeden. lâik * Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrıtutan. lâikleşme * Lâikleşmek işi veya durumu. lâikleşmek * Lâik duruma gelmek. lâikleştirme * Lâikleştirmek işi. lâikleştirmek * Dinle ilgili olmayan işleri dinî görüşlerin dışında tutmak. lâiklik * Lâik olma durumu, lâisizm.
* Devlet ile din işlerinin ayrılığı; devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız
olması, lâisizm.lâin * Lânetlenmiş, mel’un. lâisizm * Lâiklik. -lak / -lek * İsim ve sıfatlardan isim ve sıfat türeten ek: Teker-lek, yuvar-lak, diş-lek vb. lâka * Uzak Doğu’da yetişen Amerika elmasından çıkan zamk.
* Boyacılıkta kullanılan, kırmız böceğinin üst deri bezlerinin salgıladığımadde. -
Türkçe Sözlük L Sayfa 1
L * Romen rakamlarıdizisinde 50 sayısını gösterir. -l * İsimden sıfat türeten ek: yeşil < yaş-ı-l, doğal < doğa-l, yasal < yasa-l vb. -l * Fiilden isim türeten ek: okul < oku-l, inal < ina-l vb. -l- * Fiilden fiil türeten ek; edilgen fiil çatılarıkurar: yaz-ı-l-, ver-i-l-, yedir-i-l-, içir-i-l-, düşün-ü-l- vb. L demiri * Sanayide kullanılan L biçiminde bükülmüşdemir çubuk. -l-, -al- / -el- * Sıfattan fiil türeten ek: kısa-l-, yüce-l-, sivri-l- vb. l, L * Türk alfabesinin on beşinci harfi. Le adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümlü dişeti-avurt
ünsüzünü gösterir. L ünsüzünün biri art (kalın), öbürü de ön (ince) olmak üzere iki türü vardır.La * Lântan’ın kısaltması. lâ * Gam dizisinde “sol” ile “si” arasındaki ses.
* Bu sesi gösteren nota işareti.-la / -le * İsimden isim türeten ek; yer isimleri yapar. -la / -le * İsimden fiil türeten ek: su-la-, taş-la-, tuz-la-, göz-le-, gece-le-, hece-le- vb. lâakal * En azından, hiç olmazsa. lâbada * Karabuğdaygillerden, dere kıyılarında, sulak çayırlarda kendiliğinden yetişen, çok yıllık ve yapraklarısebze
olarak kullanılan bir bitki, efelek (Rumex petientia).lâbirent * Çıkışyeri kolaylıkla bulunamayacak kadar karışık koridorları olan yapı.
* İçinden çıkılması güç veya imkânsız durum, sorun.lâborant * Araştırmalarda, lâboratuvar deneylerinde yardımcı olarak çalıştırılan kimse. lâborantlık * Lâborantın işi veya mesleği. lâboratuvar * Bilimsel ve teknik araştırmalar, çalışmalar için gerekli araç ve gereçlerin bulunduğu yer.
* Bkz. dil lâboratuvarı.lâboratuvar muayenesi * Bir hastalıkta teşhisin konmasıve gereken tedavinin belirlenmesi amacıyla yapılan tahlil ve muayene. lâbrador * Labrador kıyılarında parlak bir türüne rastlanan, feldspatlar grubundan ve plâjiyoklâz serisinden olan
alüminyum, kalsiyum ve sodyum silikatı.lâbros * Lâpina balığının büyük cinsi. lâciverdî * Lâcivert renkli, lâciverde çalan. lâcivert taşı * İçinde düzgün bir biçimde dağılmışkükürt bulunan sodyumla alüminyum silikatın oluşturduğu değerli,
lâcivert renkli taş.lâcivert,-di * Koyu mavi renk.
* Koyu mavi renkte olan.lâcivertlik * Lâcivert renklilik. lâçin * Bir tür şahin, doğan. lâçka * Gemi halatının gevşetilip boşa bırakılması.
* Gevşemiş, verimsiz duruma gelmiş, düzeni bozulmuş.lâçka etmek * bir halatıkoyuverip boşaltmak.
* gevşetmek, bitkin bir duruma getirmek.lâçka olmak * vida, mil gibi makine bölümleri aşınarak veya yuvaları genişleyerek gevşemek.
* herhangi bir düzen iyi işlemez olmak.lâçkalaşma * Lâçkalaşmak işi. lâçkalaşmak * Lâçka olmak.
* Herhangi bir düzen iyi işlemez olmak, gevşemek, bozulmak.lâçkalık * Laçka olma durumu. lâden * Lâdengillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen tüylü ve genellikle yapışkan yapraklı, beyaz veya pembe çiçekli,
reçinesi hekimlikte kullanılan bir bitki (Cistus creticus).
* Bu bitkiden elde edilen sürme, rastık.lâdengiller * İki çeneklilerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, lâden ve benzeri türleri içine alan bir bitki familyası. lâdenli * Lâden sürmüşolan. lâdes * Tavuğun lâdes kemiğini iki kişinin birer ucundan tutarak kırması, birinin “aklımda” veya “hatırımda”
demeden bir şeyi ötekinden almasıyla yenilmişsayılarak biten oyun.lâdes kemiği * Kuşlarda göğüs kemiğinin üstünde iki kanat arasında bulunan V biçimindeki ince kemik. lâdes oyunu * Bkz. lâdes. lâdes tutuşmak * tavuğun lâdes kemiğini birer ucundan karşılıklıtutup kırarak lâdes oyununa başlamak. lâdin * Çamgillerden, 50-60 m kadar yükseklikte olan, düz gövdeli, kozalağıaşağıya doğru sarkık, kerestesi ve
reçinesi çok beğenilen, çam türüne çok yakın bir orman ağacı(Picea).lâdinî * Din dışı. lâedri * Yazarı bilinmeyen, anonim.
* Bilinemezci.lâedriye * Bilinemezcilik. lâf * Söz, lâkırdı.
* Sonuçsuz, yararı olmayan söz.
* Konuşma.
* Konu, mevzu, bahis.
* “Öyle şey olamaz”, “bu sözün hiçbir değeri yok” anlamında hafifseme yollu kullanılır.lâf (veya söz) altında kalmamak * kendisini inciten, itham eden veya rahatsız bir duruma düşüren söze gereken karşılığıverip durumu
düzeltmek.lâf açmak * söz etmek, söz açmak, konuya girmek. lâf anlamaz * söz dinlemeyip kendi bildiğinde inat eden.
* kaba, aptal (kimse).lâf anlatmak * sözünü dinletmek, karşıdakini ikna edinceye kadar konuşmak. lâf aramızda * “söz aramızda, başkaları bilmesin, duymasın” anlamında kullanılır. lâf atmak * söyleşmek, konuşmak.
* uzaktan, dolayısıyla dokunacak söz söyleyip işittirmek.
* sözle sarkıntılık etmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 176
küskütük * Çok sarhoş, körkütük. küslük * Küs olma durumu, dargınlık. küsme * Küsmek işi. küsmek * Darılmak.
* Gelişememek, büyüyememek.
* Görevini yerine getirememek.
* Bir madde, herhangi bir sebeple istenilen niteliğini yitirmek.küspe * Hayvan yemi, yakacak ve gübre olarak kullanılan, yağıveya suyu çıkarılmışher türlü yağlıtohum ve bitki
artığı.
* Özü alınmışmeyvelerin kalan bölümü.küstah * Sıra, saygıtanımadan davranan (kimse). küstahça * Küstah, saygısız (bir biçimde). küstahlaşma * Küstahlaşmak işi. küstahlaşmak * Küstah duruma gelmek. küstahlık * Küstah olma durumu veya küstahça davranış. küstahlık etmek * küstahça davranışlarda bulunmak. küstere * Bir çeşit uzun rende.
* Değirmen taşıyapılan taş.
* Bileği çarkı.küstüm otu * Baklagillerden, dokunulduğunda yapraklarıpörsüyen bir bitki, küseğen (Mimosa pudica). küstürme * Küstürmek işi. küstürmek * Küsmesine yol açmak. küsuf * Güneştutulması. küsur * Artan bölümler, geriye kalan bölümler, kesirler.
* Tam sayıdan sonra gelen kesirli sayı.küsurat * Artan, geriye kalan parçalar, kesirler, küsur. küsurlu * Küsuru olan. küsursuz * Küsuru olmayan. küsü * Küskünlük. küsülü * Aralarında dargınlık, küskünlük bulunan. küsüşme * Küsüşmek işi. küsüşmek * Birbirine küsmek, karşılıklıdarılmak. küşade * Açık, açılmış. küşat * Açma, açılış.
* Güzellik, hoşluk.
* Tavlada bir çeşit oyun.küşayiş * Açıklık, ferahlık. küşne * Kara burçak. küşüm * Kuşku.
* Kaygı.küşümlenme * Küşümlenmek işi. küşümlenmek * Kuşkulanmak.
* Kaygılanmak.küt * Kısa ve kalınca; sivri ve uzun olmayan.
* Keskin olmayan.küt * Tahta gibi katışeylere vurulduğunda çıkan sesi anlatır. küt küt * Üst üste küt sesi çıkararak. kütikül * Yaprakların her iki yüzünde bulunan ve suyu sızdırmadığı için bitkinin kurumasına engel olan ince zar.
* Kabukluların ve böceklerin örteneğinin koruyucu, kitinli katmanı.kütin * Bitkilerin kutiküllerini oluşturan, geçirgen olmayan bal mumu yapısında madde. kütinleşme * Selülozun kütin biçimine dönüşmesi. kütle * (katımaddeler için) Büyük parça, küme, yığın.
* Bir yerde toplanmış, bir araya gelmişinsan topluluğu, kitle.
* Belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan topluluğu.
* İnsanların büyük çoğunluğu.
* Bir nesneye uygulanan kuvvetle, oluşan ivme arasındaki orantıyıveren kat sayıveya nesne niceliği.kütleme * Kütlemek işi. kütlemek * Bir yere çarpıp küt diye ses çıkarmak. kütlesel * Kütle ile ilgili olan. kütleşme * Kütleşmek işi. kütleşmek * Küt duruma gelmek. kütleştirme * Kütleştirmek işi veya durumu. kütleştirmek * Küt duruma getirmek. kütletme * Kütletmek işi. kütletmek * Küt diye ses çıkartmak. kütlü * Çekirdekli, çiğitli (pamuk). kütlük * Küt olma durumu. küttedek * Birdenbire ve küt diye ses çıkararak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 177
kütüğe geçirmek * ana deftere yazmak. kütük * Kalın ağaç gövdesi.
* Kesilmişağaç gövdesi.
* Kesimden sonra ağaç gövdesinin toprakta kalan bölümü.
* Asma fidanı.
* Resmî kayıt defteri, ana defter.
* Görgüsüz, kaba (kimse).kütük gibi * çok şişmiş.
* çok sarhoş.kütükleşme * Kütükleşmek işi. kütükleşmek * Sert ve duygusuz bir duruma gelmek. kütüklük * İçine şarjöre geçirilmiştüfek fişeği konulan ve palaska kayışına geçirilen kösele çanta, fişeklik. kütüphane * Kuruluşamaç ve görevine uygun kitap, film, plâk gibi her türlü düşünce ve sanat ürününü toplayan,
düzenleyen ve genel olarak ilgilenen okurlara sunan kuruluş.
* Kitap satılan dükkân, kitap evi.kütüphaneci * Kitaplıkta görevli kimse.
* Kitaplık bilimci.
* Kitap evi sahibi, kitapçı.kütüphanecilik * Kitaplık görevlisinin işi.
* Kitaplık bilimi.kütür kütür * Elma, ayva, karpuz gibi gevrek meyveler kesilir veya ısırılırken çıkan sesi anlatır.
* Bu türlü ses çıkaran, taze.kütürdeme * Kütürdemek işi. kütürdemek * Kütür kütür diye ses çıkarmak. kütürdetme * Kütürdetmek işi. kütürdetmek * Kütür kütür diye ses çıkartmak. kütürtü * Kütür kütür diye çıkan ses. küvet * İçinde bazışeyler veya el yıkanan kap.
* Banyoda içinde yıkanılan tekne.Küveytli * Küveyt halkından olan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 170
küçük köyün büyük ağası * büyüklük taslayanlar için söylenir. küçük kumru * Kumru cinsi bir tür kuş. küçük martı * Martıcinsi bir tür kuş. küçük mevlit ayı * Kamer takviminin dördüncü ayı, rebiyülâhır. küçük oynamak * kumarda az para ile oynamak. küçük önerme * Bir tasımda, küçük terimi taşıyan öncül, minor. küçük parmak * Bkz. serçe parmak. küçük sakarca * Sakarya cinsi bir tür kuş. küçük sesli uyumu * Bkz. küçük ünlü uyumu. küçük şalgam * Turpgillerden, çiçekleri kokulu, tohumlarından ışık araçlarında ve sabun yapımında kullanılan bir yağ
çıkarılan, kolzaya benzeyen bir bitki, yağşalgamı(Brassica rapa).küçük tansiyon * Kanın beyin içindeki basıncı. küçük terim * Bir tasımda, vargının konusu olan terim. küçük tövbe ayı * Kamer takviminin altıncıayı, cemaziyülâhır. küçük ünlü uyumu * Türkçe bir kelimede düz ünlülerden (a, e, ı, i) sonra düz ünlülerin, yuvarlak ünlülerden (o,ö,u,ü) sonra dar
yuvarlak (u,ü) veya düz geniş(a,e) ünlülerin gelmesi: Evler. Etek. Salkımlar. Ördek, Okul, Sucuların gibi.Küçükayı * Göğün kuzey kutup bölgesinde, Büyük Ayı’nın tersi durumda, bir takım yıldız, Dübbüasgar. küçükbaş * Kasaplık hayvanlardan koyun ve keçiye verilen ortak ad. küçükçe * Biraz küçük. küçükle küçük, büyükle büyük olmak * her yaştaki kişilere karşıdostça, arkadaşça davranmak.
* her makam ve durumdaki kişilere karşıdostça ve anlayışgösterek davranmak.küçükleşme * Küçükleşmek işi. küçükleşmek * Değerini yitirmek. küçüklü büyüklü * “Küçüğü de büyüğü de birlikte” anlamında kulanılır. küçüklük * Küçük olma durumu.
* İnsana yakışmayacak, insanın değerini azaltacak davranış.küçüksemek * Küçümsemek. küçülme * Küçülmek işi. küçülmek * Büyükken herhangi bir sebeple ufak duruma gelmek.
* Büzülmek, hacimce ufalmak.
* Değer ve onurunu azaltacak davranışta bulunmak.küçültme * Küçültmek işi, tasgir.
* Bir şeyin küçüğünü gösteren söz biçimi.küçültme eki * Kelimelerin anlamına küçüklük, azlık, sevgi, acıma kavramlarıkatan ekler. Türkçede bu kavramlar şu
eklerle sağlanır.küçültmek * Büyükken daha küçük duruma getirmek.
* Değerini ve onurunu azaltmak.
* Yaşını gizleyerek küçük göstermek.küçülüş * Küçülmek işi veya biçimi. küçümen * Benzerlerinden daha küçük olan, pek küçük. küçümencik * İyi ve küçük. küçümseme * Küçümsemek işi. küçümsemek * Değer ve önem vermemek, küçük görmek, küçümsemek. küçümsenme * Küçümsenmek işi. küçümsenmek * Küçümsemek işi yapılmak. küçümseyiş * Küçümsemek işi veya biçimi. küçürek * Biraz küçük. küf * Ekmek, peynir gibi organik maddelerin üzerinde, nem ve ısının etkisiyle oluşan, çoğu yeşil renkli mantar.
* Pas.küf bağlamak (veya tutmak) * küflenmek.
* unutulmak.
* bitmek, kalmamak.küf kokmak * kapalı, nemli yerler gibi ağır kokmak. küf kokusu * Ağır, pis ve bunaltıcıkoku. küf yeşili * (renk için) Açık yeşil. küfe * Genellikle söğüt veya başka ağaç dallarından örülen, yük taşımaya yarayan, kaba ve dayanıklısepet.
* Kaba et, kıç.
* Bir küfenin alabildiği miktar.küfeci * Küfe yapan veya satan kimse.
* Küfe ile sırtında öte beri taşıyan hamal.küfecilik * Küfecinin işi. küfelik * Bir küfeyi dolduracak miktarda.
* Kendi kendine yürüyemeyecek derecede sarhoş(kimse).küfelik olmak * çok sarhoşolmak. küffar * Müslüman olmayanlar, kâfirler. küflendirme * Küflendirmek işi. küflendirmek * Küf bağlamasına yol açmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 171
küflenme * Küflenmek işi. küflenmek * Küf oluşmak.
* Zamanı geçmek, köhneleşmek.
* Çalışma fırsatı bulamayarak özelliklerini veya yeteneğini yitirmek.küfletme * Küflendirme. küfletmek * Küflendirmek. küflü * Küflenmişolan.
* Zamanı geçmiş, köhne.
* Saklanmışaltın para.küflüce * Bkz. mantar hastalığı. küfran * Nankörlük. küfretme * Küfretmek işi, sövme. küfretmek * Sövmek. küfür * Sövme, sövmek için söylenen söz, sövgü.
* Tanrı’nın varlığıve birliği gibi dinin temellerinden sayılan inançları inkâr etme ve bu yolda söylenen söz.
* Olumlu işleri kötü gösterme, varlıkları inkâr etme.küfür küfür * (rüzgâr için) Tatlı, serin ve hafif bir biçimde eserek. küfür savurmak * küfretmek. küfür yemek * kendisine küfredilmek. küfürbaz * Kaba sövgüleri çok kullanan, ağzı bozuk. küfürbazlık * Küfürbaz olma durumu. küfürü basmak * küfretmek. küfüv * Birbirine benzeyen veya yakışan, denk. küheylân * Soylu Arap atı. kükre * Öfke veya cinsel istek yüzünden saldırıcı bir durum alan (hayvan). kükreme * Kükremek işi. kükremek * (aslan) Bağırmak.
* Coşmak, taşkınlık göstermek.
* (deniz, nehir için) Kabarmak, taşmak.
* Kızgınlık ve öfke ile yüksek sesle bağırmak.
* Coşkuyla saldırmak.
* Mayalanıp kabarmak.
* Gür bir biçimde yetişmek.kükreyiş * Kükremek işi veya biçimi. kükürt * Atom numarası16, atom ağırlığı32,06 olan, doğada saf veya başka cisimlerle birleşik olarak bulunan, sarı
renkli, 119 C° de eriyen ve 444 C° de kaynayan element, sulf. KısaltmasıS.kükürt çiçeği * Kükürt buharının birdenbire soğutulmasıyla elde edilen kükürt. kükürtatar * Kükürtlü buhar çıkaran ve üzerinde kükürt biriken alan. kükürtleme * Kükürtlemek işi. kükürtlemek * Toz kükürt serpmek. kükürtlenme * Kükürtlenmek işi. kükürtlenmek * Kükürtlemek işine konu olmak veya kükürtlemek işi yapılmak. kükürtlü * İçinde kükürt bulunan. kükürtsüz * İçinde kükürt bulunmayan. kül * Yanan şeylerden arta kalan toz madde.
* Yanmış bir yapının kalıntısı.kül * Bütün, tüm. kül bağlamak * (ateşiçin) sönmek.
* gücünü, etkisini yitirmek.kül çöreği * Külde pişirilen çörek. kül etmek * yakmak, kavurmak.
* birinin varınıyoğunu yok etmek.kül gibi * (bet beniz için) soluk, renksiz. kül kesilmek * heyacandan rengi solmak. kül olmak * bütünüyle yanmak.
* varınıyoğunu yitirmek.kül rengi * Odunun yanmasıyla oluşan, külün akla kara arasındaki rengi, gri.
* Bu renkte olan.kül rengi et sineği * Eklem bacaklıların böcekler sınıfından, larvalarınıhayvan ölüsü veya et üzerine bırakan bir tür sinek
(Sartophaga carnaria).kül tablası * Sigara külünün, içine dökülüp biriktirildiği cam veya metal kap. kül ufak olmak * çok küçük parçalara ayrılmak. kül yemek (veya yutmak) * kurnazca yapılan bir oyuna düşmek, aldatılmak. külâh * Erkeklerin giydiği genellikle keçeden, ucu sivri veya yüksek başlık.
* İçine bazışeyler koymak için huni biçiminde bükülmüşkâğıt kap.
* Bu kabın alabileceği miktar.
* Oyun, hile.külâh giydirmek * hile ile, oyunla aldatmak. külâh kapmak * düzen, dalavere ile bir işin başına geçmek. külâh peşinde olmak * yalan ve dolanla bir işin başına geçmeye çalışmak. külâh takmak * hile ile, oyunla kandırıp parasınıalmak. külâhçı * Külâh yapan veya satan kimse.