malihulya | * Kara sevda. * Kuruntu. |
malik | * Sahip, iye. |
malik olmak | * sahip olmak. |
malikâne | * Yurtluk. |
Malikî | * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri. * Bu mezhepten olan kimse. |
Malikîlik | * Malikî mezhebi. |
malikiyet | * Malik olma durumu. |
maliye | * Kamu ile ilgili işlerin yürütülmesi için gerekli gelirleri ve harcanan paraları düzenleyen kuralların bütünü. * Konusu bu kuralları incelemek olan bilim dalı. * Devlet gelir ve giderlerini yöneten kuruluş, Maliye Bakanlığı. |
maliyeci | * Maliye işlerinde uzman olan veya devletin maliye kuruluşlarında çalışan kimse. |
maliyecilik | * Bir devletin malî işleri. * Maliyecinin görevi. |
maliyet | * Üretimde bir mal elde edilinceye değin harcanan değerlerin toplamı. |
maliyet fiyatı | * Bir malın çeşitli üretim ve dağıtım dönemlerinde, o döneme kadar yapılmışolan harcamaların bütünü. |
maliyetli | * Maliyeti olan, değerli. |
maliyetsiz | * Maliyeti olmayan, değersiz. |
Malkar | * Kuzey Kafkasya’da Kabarda-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk soyundan bir halk ve bu halktan olan kimse, Balkar. |
Malkarca | * Malkar Türkçesi. |
malkıran | * Hayvan vebası. |
malkoç | * Osmanlılarda akıncılar ocağının komutanı. |
mallanma | * Mallanmak işi veya durumu. |
mallanmak | * Mal edinmek, zenginleşmek. |
malt | * Bira yapmak için çimlendirilip kurutularak hazırlanmışarpa. |
malta | * Malta eriği renginde. |
Malta eriği | * Gülgillerden bir ağaç, yeni dünya (Eriobotrya japonia). * Bu ağacın erik büyüklüğündeki, iri çekirdekli, sarırenkli, sulu ve mayhoşyemişi. |
Malta humması | * Akdeniz ülkelerinde görülen, en çok keçi sütü ile bulaşan ateşli bir hastalık, kalaazar. |
Malta palamudu | * Uskumrugillerden, ılık ve sıcak denizlerde yaşayan, üzerinde enlemesine mavi çizgiler bulunan, gri renkli bir balık (Naucrates ductor). |
Malta taşı | * Bahçe, mutfak gibi yerleri döşemekte kullanılan, dört köşe, yassı, kolay kırılan bir tür taş. |
Maltalı | * Maltız (I). |
Maltız | * Malta adasıhalkından veya bu halkın soyundan olan kimse. |
maltız | * Çoğunlukla yemek pişirmekte kullanılan, içinde ızgarası bulunan, ayaklıve taşınır ocak. |
Maltız keçisi | * Ana yurdu Malta adası olan, çok süt veren, kısa tüylü, küçük bir cins keçi. |
maltlanma | * Maltlanmak işi. |
maltlanmak | * Malt ile işlem görmek, içine malt katılmak. |
maltoz | * Nişastasının tam olmayan hidroloji sırasında ortaya çıkan ve simgesi C12H12O11 olan madde. |
malûl | * Sakat (kimse). |
malûl gazi | * Bir savaştan sakat olarak çıkmışkimse. |
malûlen | * Sakat, hasta bir biçimde. |
malûliyet | * (insanda) Sakatlık, hastalık, malûllük. |
malûllük | * Sakat olma durumu, malûliyet. |
malûm | * Bilinen, belli. * Bilinen konu, işvb. * Evet, belli, biliniyor, kuşkusuz. * Etken (fiil). |
malûm değil | * olup olmayacağıkesinlikle bilinmeyen konular için kullanılır. |
malûm olmak | * içine doğmak. |
malûm ya! | * bilinen şey. |
malûmat | * Bilgi. * Bilgi. |
malûmat almak | * bilgi edinmek. |
malûmat edinmek | * bilgi edinmek, öğrenmek. |
malûmat sahibi | * Bir konuda bilgisi olan. |
malûmat vermek | * bilgi vermek. |
malûmatfuruş | * Bilgiçlik taslayan. |
malûmatfuruşluk | * Bilgiçlik taslama, malûmatfuruşolma durumu. |
malûmatlı | * Bilgili. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 12
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 13
malûmatsız * Bilgisiz. malûmattar * Bilgili, malûmat sahibi. malûmattar etmek * malûmat vermek. malûmu ilâm etmek * bilinen ve açık olan bir şeyi söylemeye, açıklamaya kalkmak. malya * Deniz dibinde otlara takılmışoltayıkurtarmaya ve deniz derinliklerinden ağ, halat, sicim vb. şeyleri
çıkarmaya yarayan dört tırnaklıdemir.malzeme * Gereç, materyal.
* Bir eserin hazırlanmasında yararlanılan bütün bilgi ve kaynaklar.mama * Bebek için hazırlanan yiyeceklerin genel adı.
* Çaça.mamafih * Bununla birlikte, durum böyle iken. mamaliga * Kaynar suda haşlanıp üzerine yağgezdirilen mısır unu yemeği. mambo * Haiti kökenli, rumba ve çaçaya benzeyen bir dans.
* Bu dansın müziği.mamelek * (birinin veya tüzel kişinin) Olanca malı, her nesi varsa, varıyoğu, mal varlığı. mamul * Yapılmış, işlenmiş, imal edilmiş(eşya, yiyecek). mamulât * Yapılmışşeyler. mamur * Bayındır. mamure * Bayındır yer, bayındırlık. mamut * Filgillerden, dördüncü zamanda Avrupa ve Asya’da yaşamışolan, şimdi ancak fosili bulunan iri, kıllı bir
hayvan (Elephas primigenius).-man / -men * Sıfattan küçültme sıfatıtüreten ek: koca-man, köle-men, köse-men, Türkmen, uz-man, küçümen
(küçük’ten) vb.-man / -men * Fiilden isim türeten ek: az-man, değir-men, öğret-men, yönet-men, okut-man, say-man vb. mana * Anlam. mana çıkarmak * yersiz bir yargıya varmak; yanlışdeğerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam
vermek.
* anlam çıkarmak.mana çıkmak * anlamına gelmek, anlamınıtaşımak. mana vermek * kendince bir yargıya varmak, yorumlamak. manaca * Anlamca. manalandırma * Manalandırmak işi. manalandırmak * Anlam vermek. manalı * Anlamlı.
* Gizli anlamı olan, manidar.manalımanalı * Bir şey sezdirmeye çalışarak, anlamlı olarak, anlamlıanlamlı. manas * Kın kanatlılardan, ergin evrede yaprakları, kurtçuk evresinde kökleri kemirerek tarım bitkilerine ve orman
ağaçlarına büyük zarar veren bir böcek (Polyhylla fullo).manasız * Anlamsız.
* Yersiz, boş, yararsız.manasızlık * Manasız olma durumu, anlamsızlık. manastır * Bazıkesin kurallara bağlırahip veya rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıklarıyapı, keşişhane. manat * Azerbaycan ve Türkmenistan para birimi. manav * Meyve ve sebze satan yer.
* Meyve ve sebze satan kimse.
* Genellikle Romanya ve Bulgaristan’dan göç etmişkimse.manavlık * Manavın işi veya mesleği. manaya gelmek * anlam bildirmek.
* anlama gelmek.manca * Yiyecek.
* Kedi, köpek yiyeceği.mancana * Sütleğengillerden, Antil Adalarında yetişen, çok zehirli bir ağaç. mancınık * Top yapımının bilinmediği çağlarda, kale kuşatmalarında, ağır taşgülle fırlatmakta kullanılan basit bir savaş
aracı.
* İpekçi çıkrığı.mancınık işi * Kozadan ipek sağlama işi. mancınıkçı * İpekçi çıkrığınıkullanan kimse. Mançu * Mançurya halkından olan kimse. Mançuca * Mançu dili. manda * Gevişgetirenlerden, derisinin rengi siyaha yakın, uzun seyrek kıllı bir hayvan, su sığırı(Buffelus). manda * Birinci Dünya Savaşından sonra bazıaz gelişmişülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip
bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti (Cemiyet-iAkvam) adına yönetmek için bazı büyük devletlere
verilen vekillik.manda gibi * çok iri ve hantal. manda gibi yayılmak * dikkatsizce ve bütün ağırlığıyla oturmak. manda gibi yemek * çok ve acele ile yemek. mandacı * Bir ülkeyi manda temeline göre yönetmesi için Milletler Cemiyetince görevlendirilen (devlet), mandater.
* Osmanlıİmparatorluğunda, tersanedeki gemilerin bakımı ile görevli kimse.mandacılık * Mandacı olan veya mandacıyanlısı. mandagözü * Nikel yirmi kuruş. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 14
mandal * Kapı gibi şeyleri kapalıtutmaya yarayan, döner tahta veya metal parça.
* İpe serilen çamaşırıtutturmak için kullanılan yaylıkıskaç.
* Ut, kanun, keman gibi çalgıların tellerini geren düğme.mandal * Evlek. mandalina * Turunçgillerden, portakala çok benzeyen bir ağaç (Citrus nobilis).
* Bu ağacın tatlı, kokulu, lezzetli meyvesi.mandallama * Mandallamak işi. mandallamak * (kapı, pencere kanadı için) Mandalla tutturmak.
* Çamaşırımandalla tutturmak.mandallanma * Mandallanmak işi. mandallanmak * Mandallamak işi yapılmak, mandalla tutturulmak. mandallı * Üzerinde mandal bulunan.
* Mandalla kapatılmışolan (kapı, pencere).
* Mandalla ipe tutturulmuş.mandalsız * Üzerinde mandal bulunmayan.
* Mandalla kapatılmamışolan (kapı, pencere).
* Mandalla ipe tutturulmamış.mandapost * Posta havalesi. mandar * (gemilerde) Küçük makara. mandarin * Avrupalıların Çin devlet memurlarına verdikleri ad. mandarinlik * Mandarin olma durumu.
* Mandarinin görevi veya makamı.mandater * Mandacı. mandepsi * Tuzak, oyun. mandepsiye basmak (veya bastırmak, düşmek) * aldatılmak, tuzağa düşmek. mandıra * Koyun, keçi gibi süt veren hayvanların barındırıldığı, süt ve süt ürünlerinin elde edildiği yer. mandıracı * Mandıra işleten kimse. mandıracılık * Mandıra işletme işi veya biçimi. mandolin * İkişer ikişer aynıdeğerde dört çift telli, kısa saplı bir çalgı. mandolinci * Mandolin yapan veya satan kimse.
* Mandolin çalan kimse.manej * At eğitimi.
* Bu eğitimin yapıldığıyer.
* (bir atlı gösteride) Binicilik gösterilerinin tümü.manen * İç varlık bakımından, manevî yönden, maddeten karşıtı. manevî * Görülmeyen, duyularla sezilebilen, soyut, tinsel. manevî evlât * Bir kişinin kanunlara göre evlât edindiği kimse. manevî ilim * Anlayışyöntemini esas alan bilim dalı. manevî tazminat * Manevî zarar ve ziyan ödenmesini kapsayan şahsî dava, tazminat davası. manevî zarar * Manevî yönden uğranılan kayıp. maneviyat * Maddî olmayan, manevî şeyler.
* Yürek gücü, moral.maneviyatı bozulmak * moral gücü sarsılmak. maneviyatınıkırmak * moral gücünü sarsmak. manevra * Bir aletin işleyişini düzenleme, yönetme işi veya biçimi.
* Geminin bir yere yanaşmak veya bir yerden çıkmak için yaptığı hareket.
* Lokomotifin, katar katmak veya katar dağıtmak için ileri geri giderek hattan hatta geçmesi.
* Hareket, gidişgeliş.
* Asker birliklerini savaşa hazırlamak amacıyla, arazi üzerinde yapılan genişölçüde savaşdenemesi.
* İstenilen amaca ulaşmak için tutulması gereken yol.manevra fişeği * Askerî harekâtta kullanılan ve kuru sıkıatım yapan fişek. manevra yapmak * bir araca istenilen hareketi yaptırmak.
* (asker birlikleri) savaşdenemesi yapmak.manga * On kişilik asker birliği.
* Savaşgemilerinde deniz erlerinin yattığıkoğuş.mangal * İçine kor konulan, sacdan, bakır veya pirinçten, türlü biçimlerde üstü açık kap, korluk. mangal gibi yüreği olmak * cesareti çok olmak. mangal kömürü * Odun kömürü. mangal yağı * Etin yapışmaması için mangaldaki ızgaraya sürülen yağ. mangal yürekli * Korkusuz, gereğinden fazla cesur, gözünü daldan budaktan esirgemeyen, gözü pek. mangalda kül bırakmamak * yapamayacağı işleri yapabilirmişgibi söylemek. mangan * Manganez. manganez * Atom numarası25, atom ağırlığı54,93, yoğunluğu 7,39 olan, 1244° C de eriyen, doğada oksit durumunda
bulunan, çeliği sertleştirmek için kullanılan, çok sert ve kırılgan bir element. KısaltmasıMn.manganin * Manganezin bakır ve nikelle yaptığı alaşım. mangır * Bakırdan yapılmış, iki buçuk para değerinde sikke.
* Nargile lülesine konulmak için kömür tozundan yapılan, çabuk tutuşur, tavla pulu biçiminde bir çeşit
yakacak.
* Para.mangırlı * Bol parası olan. mangırsız * Hiç parası olmayan. mangiz * Para. mango * Hint Kirazı. mani * Kişinin sevinç, güven ve her türlü etkinliklerinin normal olmayan bir biçimde arttığıruh hastalığı. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 15
mâni * Genellikle birinci, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı olan, daha çok hecenin yedili ölçüsüyle söylenen halk
şiiri.mani düzmek (veya yakmak) * mani okumak veya müzik eşliğinde mani söylemek. mâni olmak * önüne geçmek, engellemek, önlemek. mâni,-i * Bir şeyin yapılmasınıönleyen şey, engel. mânia * Engel. mânialı * Engelli. manicilik * İranlıdüşünür Mani’nin III. yüzyılda kurduğu ve iyilik kötülük esasına dayalıdinî doktrin. manidar * Anlamlı olan, manalı. manifatura * Fabrika yapımıher türlü kumaşve bez gibi dokumalar. manifaturacı * Manifatura eşyasısatan kimse.
* Manifatura eşyasının satıldığıyer.manifaturacılık * Manifaturacı olma durumu. manifesto * Bir gemideki malları göstermek için kaptan tarafından boşaltma işlemlerinin yapılacağı gümrük idaresine
verilen liste.
* Bildiri.Maniheizm * Manicilik. manika * Gemilerde, ambarlara ve makine bölümüne hava vermek için güverteye açılan baca. manikür * Elin ve özellikle el tırnaklarının bakımı. manikürcü * Mesleği manikür yapmak olan kimse. manikürcülük * Manikürcünün yaptığı iş. manikürlü * Manikürü yapılmış, manikürü olan. manikürsüz * Manikürü olmayan. maniple * Telgraf işaretlerini göndermek için, bir devredeki akımıkesmekte veya yeniden vermekte kullanılan araç. manipülâsyon * Varlıklarıyapıcı, açıklayıcıve yararlı bir biçimde kullanma işi. manipülâtör * Manipleyi kullanan kimse.
* Maniple.Manisa kebabı * Manisa yöresine özgü bir kebap türü. Manisa lâlesi * Düğün çiçeğigillerden, korularda, kırlarda yetişen bir bitki (Anemone pulsatilla). manişka * İki dilli iki makara ile yapılan palanga. manita * Hileyle, düzenle, tanışır gibi bir hâl takınarak para sızdırma, hırsızlık.
* Sevgili.manitacı * Manitacılıkla para sızdıran dolandırıcı. manitacılık * Tanışıyormuşgibi yaparak veya çevredeki yandaşlarından destek alarak birinden para sızdırmak işi, bir çeşit
dolandırıcılık.manivelâ * Bir ucunun bağlı bulunduğu bir nokta çevresinde dönen kol.
* Kaldıraç.manivelâlı * Manivelâsı olan. mankafa * Anlayışsız, aptal.
* Sakağıhastalığına tutulmuş(at).mankafalık * Mankafa olma durumu, anlayışsızlık, aptallık.
* Atlarda görülen süreğen, şiddetli sakağı.manken * Genellikle moda evlerinde giysileri alıcılara göstermek işiyle görevli kimse, model.
* Ressam ve heykeltraşların gerektikçe model gibi kullandıkları, türlü durumlarıalabilen eklemli, çoğunlukla
tahtadan yapılmışinsan veya hayvan örneği.
* Terzilerin, giysi denemek, sergilemek için kullandıkları insan vücudu biçimindeki tahta, mukavva vb. kalıp.manken gibi * vücut ölçüleri düzgün ve ince olan. mankenlik * Mankenlik işi. manolya * Manolyagillerden, yapraklarıalmaşık, iri ve parlak yeşil renkte bir süs ağacı(Magnolia grandiflora).
* Bu ağacın çok iri, beyaz ve limon kokusunda güzel çiçeği.manolyagiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, manolya gibi çoğu güzel kokulu bitkileri içine alan familya. manometre * Buharın veya herhangi bir gazın bulunduğu kabın iç yüzeylerine yaptığı basıncıölçen alet, basıölçer. mansap * Bir ırmağın denize veya başka bir ırmağa döküldüğü veya kavuştuğu yer, ırmak ağzı, kavşak, munsap. mansıp * Makam, yüksek memuriyet. mansiyon * Bir yarışmada konulan ödüle yeterli nitelikte görülmemekle birlikte, anılmaya değer bulunan kimseye veya
esere verilen derece.manşet * Bir gömleğin kol ağzına geçirilen, genellikle çift katlıkumaştan yapılan bölüm, kolluk.
* Gazetelerin ilk sayfalarının üst bölümüne iri puntolarla konulan başlık.manşon * Elleri soğuktan korumak için kullanılan, astarlanmışkürk, el kürkü.
* Bkz. ek bileziği.mantar * Mantarlardan, içinde zehirlileri de bulunan, emeçleri bir gövde ve bunun üstünde bir şapka biçiminde
gelişmiş, ilkel bitkilerin genel adı(Fungi).
* Esnek ve sudan hafif olduğundan şişe tapası, cankurtaran simidi, cankurtaran yeleği, ayakkabıtabanıve
daha birçok şeylerin yapımında kullanılan, su geçirmesiz, meşe ağacıtabakası.
* Bu tabakadan yapılan şişe tapası.
* Çocukların özel tabanca ile patlattıkları barutlu madde.
* Balık ağlarınısu yüzünde tutmaya veya olta sarmaya yarayan mantar parçası.
* (hayvanlarda) Burun ucu.
* Çoğunlukla yüzde, deri üzerinde koyu kızıl veya mor renkte oluşan bir cilt hastalığı, küflüce.
* Bazımantarların yol açtığı bitki veya hayvan hastalığı, küflüce.
* Uydurma söz, yalan.mantar ağacı * Turunçgillerden, kerestesi çok gözenekli, süngerimsi, açık sarırenkli bir ağaç (Phelloderidron amurerıse). mantar atmak * yalan söylemek, martaval atmak. mantar bilimci * Mantar bilimi ile uğraşan kimse. mantar bilimi * Mantarların yapılarını, yaşayışlarınıve yol açtıklarıhastalıkları inceleyen bilim dalı, mikoloji. mantar çorbası * Mantarların pişirilmesinden sonra unun yoğurtla karışımının tereyağı, sarımsak ile birlikte bol su içinde
kaynatılmasıyla yapılan bir çorba türü.mantar gibi yerden bitmek * birdenbire veya kendiliğinden ortaya çıkmak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 4
mafsal * Eklem.
* Birbirine bağlanmışparçaların her yönden dönmesini sağlayan bağlantıöğesi.mafya * Yasa dışı işlerle uğraşan, zor kullanarak birtakım gizli çıkarlar sağlayan örgüt veya bu örgüte mensup olan
kimse.
* Gizli örgüt.mafyacı * Mafya gibi davranan. mafyacılık * Mafyacı olma durumu, mafya üyesi olma. mafyalaşma * Mafyalaşmak işi veya durumu. mafyalaşmak * Mafya durumuna gelmek.
* Mafya özelliğini kazanmak.
* Mafya işleriyle uğraşmak.mafyalık * Mafyanın yaptığı iş. maganda * Görgüsüz, kaba, anlayışsız, terbiyesiz ve uyumsuz kimse. magandalık * Maganda olma durumu. magazin * Çoğunluğu ilgilendirecek, çeşitli konulardan söz eden, bol resimli yayın.
* Depo.magazinleşme * Magazinleşmek işi. magazinleşmek * Magazin hâlini almak. magma * Yerin içinde, sıvıveya hamur kıvamında uçucu gazlarla doymuşolarak bulunan eriyik. magmasal * Magma ile ilgili. magmatik * Magma ile ilgili, magmasal. magnezyum * Atom numarası12, atom ağırlığı24,30, yoğunluğu 1,7 olan, gümüşrenginde, parlak bir alevle yanan, çok
hafif bir element. KısaltmasıMg.magnezyum karbonat * Magnezit ve özellikle kalsiyum ve magnezyum karbonat tuzu olan dolomit biçiminde madde, MgCO3. magnezyum klorür * Hidratlı billûrlar vererek billûrlaşan, deniz suyunun damıtılmasıyla elde edilen madde, MgCl2. magnezyum sülfat * Renksiz, küçük iğneler biçiminde ve hidratlı olarak billûrlaşan, deniz suyunda ve bazımaden sularında
bulunan madde, MgSO4.magnezyumlu * Özünde magnezyum bulunduran, magnezyum içeren. magri * Yılan balığı gillerden, Avrupa kıyılarında yaşayan, eti lezzetli büyük bir balık (Conger conger). mağara * Bir yamaca veya kaya içine doğru uzanan, barınak olarak kullanılabilen yer kovuğu, in.
* Karst bölgelerinde kireç taşlarının erimesiyle oluşan, büyük, birbirine koridorlarla bağlıyer altıkovukları.mağara bilimci * Mağara bilimi ile uğraşan kimse. mağara bilimi * Konusu mağaraları, yer altındaki uçurumları, yarıkları, oyukları, yer altıakarsularınıaraştırmak ve
incelemek olan bilim.mağara resmi * Tarih öncesi insanların mağara duvarlarına yaptıklarıresim. mağara sesi * Derin, boğuk ve korkmuşvurgulu ses. mağaza * Büyük dükkân.
* Eşya ve azık deposu.mağazacı * Mağazası olan veya mağaza işleten kimse.
* Depo bekçisi.mağdur * Haksızlığa uğramış, kıygın. mağdur etmek * zarara uğratmak. mağdur olmak * zarara uğramak. mağduriyet * Mağdur olma durumu, kıygınlık, mağdurluk. mağdurluk * Kıygınlık, mağduriyet. mağfiret * Af, bağışlama. mağfiret etmek * (Tanrı) bağışlamak. mağfur * Affolunmuş, bağışlanmış. mağlûbiyet * Yenilme, yenilgi. mağlûp * Yenilen, yenik düşen. mağlûp etmek * yenmek. mağlûp olmak * yenilmek.
* isteğine karşıduramamak, gerçekleşmemesi gereken bir şey için iradesizlik gösterip direnememek ve
yapılmasınıkabul etmek.mağmum * Tasalı, üzgün.
* (hava için) Sıkıcı, kapanık.Mağribî * Mağrip halkından olan kimse. mağrip * Batı.
* öz. Afrika’nın, Mısır dışındaki kuzey ülkeleri.mağrur * Kurumlu, gururlu.
* Gurur belirten.mağrurane * Mağrurca. mağrurca * Gururlanarak, kibirlenerek, büyüklenerek. mağrurcasına * Mağrur gibi davranarak. mağrurlanma * Mağrurlanmak işi. mağrurlanmak * Kurumlanmak, gururlanmak. mağrurluk * Mağrur olma durumu. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 5
mağşuş * Karışık. mahal * Yer, yöre, mevzi. mahal kalmamak * gerek kalmamak, gereği olmamak. mahal yok * yeri, gereği yok. mahalle * Bir şehrin bir kasabanın, büyükçe bir köyün bölündüğü parçalardan her biri.
* Bir mahallede oturan insanlar, mahalle halkı.mahalle arası * Mahallenin sokaklarıarasında kalan yer. mahalle arkadaşı * Aynımahallede oturan komşu veya dost. mahalle bekçisi * Mahallenin güvenliğini, düzenini sağlamada yardımcı olan güvenlik görevlisi. mahalle çapkını * Beceriksiz çapkın. mahalle imamı * Mahalledeki mescitte veya camide görevli imam. mahalle kahvesi * Mahallede oturanların devam ettiği, oyun oynadığı, çay vb. meşrubat içtiği kahve. mahalle kahvesi gibi * havasız, gürültülü ve kalabalık (yer). mahalle karısı * Görgüsüz, kavgacıkadın. mahalle mektebi * Mahallede bulunan ilkokul. mahalle muhtarı * Mahallenin yasal işlerini yapmak üzere, o mahallede oturanlar tarafından seçilen kimse. mahallebi * Bkz. muhallebi. mahallebici * Bkz. muhallebici. mahallebicilik * Bkz. Muhallebicilik. mahallece * Mahallede oturanlar tarafından, mahalleliye göre. mahalleli * Aynımahalleden olan.
* Aynımahallede oturan kimselerin bütünü.mahalleyi ayağa kaldırmak * bağırıp çağırarak konu komşuyu tedirgin etmek. mahallî * Yöresel, yerel. mahallî idare * Bkz. yerel yönetim. mahallî seçim * Bkz. Yerel seçim. mahallîleşme * Yöreselleşme, yerelleşme. mahallîleşmek * Yöreselleşmek, yerelleşmek. mahana * Bahane, ileri sürülen sözde sebep. maharet * İşgörmede becerikli, uzluk, beceri, ustalık. maharet kazanmak * beceri edinmek, ustalaşmak. maharetli * Eli işe yatkın, becerikli, usta. maharetsiz * Eli işe yatkın olmayan, beceriksiz. maharetsizlik * Maharetsiz olma durumu. mahbes * Ceza evi, hapishane. mahbube * Sevilen kadın. mahbup * Sevilen erkek. mahcubiyet * Utangaçlık, sıkılganlık. mahcup * Utangaç, sıkılgan. mahcup çıkarmak (veya çıkarmamak) * utandırmak (veya utandırmamak). mahcup etmek * utandırmak. mahcup kalmak * utanmışolmak. mahcup olmak * utanmak. mahcupluk * Mahcup olma durumu, utangaçlık. mahcur * Kısıtlı. mahcuz * Haciz altına alınmış, hacizli. mahdum * Erkek evlât, oğul. mahdut * Çevrilmiş, sınırlanmış.
* Sayısı belli olan, sayılı, az.
* Dar, basit.mahfaza * İçinde küpe, yüzük, bilezik vb. gibi değerli süs eşyalarının saklandığıkutu. mahfazalı * Mahfazası olan.
* Korunan, mahfuz.mahfe * Deve, fil gibi hayvanların sırtına konulan, üzerine oturmaya yarayan sepet. mahfel * Bkz. mahfil. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 6
mahfi * Gizli, saklanmış. mahfil * Toplantıyeri.
* Toplanmışkimseler.
* Camilerde parmaklıkla ayrılmışyüksek yer.mahfuz * Saklanmış, korunmuş, korunan, saklı. mahfuzen * Gözaltında olarak. mahıv * Yok etme, yok olma. mahir * Becerikli.
* Uzman, işini iyi bilen, usta.mahirane * Becerikli bir biçimde, becerikli olarak, ustaca. mahitap * Bkz. Mehtap. mahiye * Aylık.
* Aylık olarak.mahiyet * Nitelik, vasıf, öz, asıl, esas.
* İç yüz.mahkeme * Bir yargıçtan veya bazen savcıve yargıçlardan oluşan bir kurulun, yargı görevini yerine getirdikleri yargı
yeri.
* Dava, duruşma, mahkeme.mahkeme duvarı * Bkz. yüzü mahkeme duvarı. mahkeme kadıya mülk değil * hiçbir kimse, bulunduğu kamu hizmetinde ömrünün sonuna kadar kalmaz. mahkeme kapısı * Mahkeme. mahkeme kararı * Dava sonunda açıklanan karar, hüküm. mahkeme masrafı * Mahkeme açılırken ödenen ücret ile avukatlık giderleri. mahkemede dayısı olmak * yüksek bir makamda koruyucusu, kayırıcısı bulunmak. mahkemeleşme * Mahkemeleşmek işi veya durumu. mahkemeleşmek * Karşılıklı olarak birbirini dava etmek. mahkemeli * Mahkemeye düşmüş, davalı. mahkemelik * Mahkemede yargılanması, çözümlenmesi gereken. mahkemelik olmak (biri başkasıyla) * mahkemeye düşmek. mahkemeye düşmek * anlaşmazlık konusu mahkemeye götürülmek. mahkûk * Kazılmış, hakkedilmiş. mahkûkât * Kazılmış, hakkedilmişşeyler. mahkûm * Hüküm giymiş, hükümlü.
* Zorunda olan, mecbur.
* Kötü bir sonuca varmasıkaçınılmaz olan.
* Hüküm giymişkimse.mahkûm etmek * hüküm giydirmek.
* kötü bir duruma sürüklemek.
* mecbur etmek.mahkûm olmak * hüküm giymek.
* kötü bir duruma düşmek.
* mecbur olmak.mahkûmane * Mahkûm gibi, mahkûmmuş casına. mahkûmiyet * Hüküm giymişolma durumu.
* Hüküm giyilen süre.mahlâs * Bir kimsenin ikinci adı.
* Şairlerin eserlerinde kullandıklarıtakma ad.mahlep * Gülgillerden, 6-10 m yüksekliğinde bir ağaç, kokulu kiraz, idris ağacı(Prunus mahaleb).
* Bu ağacın bahar olarak kullanılan, nohut büyüklüğündeki yemişi.mahlûk * Yaratık, yaratılmış. mahlûkat * Yaratıklar. mahlûl * Hallolmuş, çözülmüş, dağılmış.
* Eriyik.
* Mirasçısı olmayan bir kimseden hükûmete kalan (mülk).mahlût * Katışık.
* Karışım.mahmude * Çit sarmaşığı gillerden, yaprakları ok ucu biçiminde, çiçekleri soluk sarırenkte, 50-100 cm boyunda, çok
yıllık ve otsu bir bitki (Convolvulus scammonia).
* Bu bitkinin köklerinden çıkarılan, hekimlikte kullanılan, reçineye benzer bir madde.mahmudiye * Bugün süs altını gibi kullanılan, II. Mahmut zamanında basılmış, ince altın sikke. mahmul * Yüklü, dolu.
* Yükletilmiş.
* Yüklem.mahmul olmak * dolu bulunmak. mahmur * Sarhoşluğun sebep olduğu sersemlik içinde olan.
* Uykudan sonra üzerinde sersemlik, ağırlık bulunan.
* Süzgün, dalgın bakışlı(göz).mahmur bakış * Yumuşak, süzgün bakış. mahmur çiçeği * Çiğdem. mahmurlaşma * Mahmurlaşmak işi veya durumu. mahmurlaşmak * Mahmur bir duruma gelmek. mahmurluk * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, ayıltı.
* Uykudan sonra duyulan ağırlık ve sersemlik.mahmuz * Çizmenin veya potinin arkasına takılan ve binek hayvanlarınıdürtüp hızlandırmaya yarayan demir veya
çelik parça.
* Tavukgillerin ve bazıkuşların ayaklarıardında bulunan, boynuz yapısındaki sivri uzantı.
* Eski tür savaşgemilerinde su kesimi altında, ileriye doğru uzanan, karşısındaki gemiyi batırabilen uzantı.
* Köprü ayaklarında, basıncıazaltmak için suyun geldiği ve gittiği yanlardaki çıkıntı.mahmuz çiçeği * İki çenekliler familyasından Akdeniz bölgesinde yetişen kırmızı, pembe veya beyaz çiçekler açan iki yıllık
otsu bir bitki (Centranthus).mahmuzlama * Mahmuzlamak işi. mahmuzlamak * Mahmuzla dürtmek. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 7
mahmuzlanma * Mahmuzlanmak işi. mahmuzlanmak * Mahmuzlamak işine konu olmak veya mahmuzlamak işi yapılmak. mahmuzlu * Mahmuzu olan. mahna * Mahana. mahpus * Kapatılmış, hapsedilmiş(kimse).
* Bir çeşit tavla oyunu.mahpushane * Ceza evi, hapishane. mahpusluk * Mahpus olma durumu.
* Mahpus olma süresi.mahra * Üzüm taşımaya yarayan ağzı geniş, dibi dar tahta kap. mahrama * Bazı bölgelerde kadınların sokağa çıkarken manto üstüne örtündükleri işlemeli genişörtü. mahreç * Çıkışyeri, çıkak.
* Boğumlanma noktası.
* Payda.mahrek * Yörünge. mahrem * Yakın akrabadan olduğu için nikâh düşmeyen.
* Başkalarına söylenmeyen, gizli.
* Sırdaş.mahremiyet * Gizli olma durumu, gizlilik. mahremiyetine girmek * bir kimsenin özel hayatınıöğrenecek kadar ona yakın olmak. mahremlik * Mahrem olma durumu. mahrukat * Yakacak, yakıt. mahrum * Yoksun. mahrum olmak * yoksun kalmak. mahrumiyet * Yoksunluk. mahrut * Koni. mahrutî * Konik. mahsuben * Hesaba geçirilerek, alacağa sayılarak, hesabına sayılmak üzere. mahsubunu yapmak * hesabınıyapmak, hesabına geçirmek. mahsul * Ürün.
* Ortaya çıkan, elde edilen şey, verim.mahsulât * Ürünler.
* Ortaya çıkan, elde edilen şeyler.mahsuldar * Bitek, verimli. mahsup * Hesap edilmiş, hesaba geçirilmiş. mahsup etmek * hesap etmek, hesaba geçirmek. mahsur * Kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş. mahsur kalmak * kuşatılmak, sarılmak, çevrilmek. mahsus * Özgü.
* Biri veya bir şey için ayrılmış, münhasır.
* Özel olarak, bilhassa.
* Bilerek, isteyerek.
* Şaka olarak, şakadan.mahsus * Duyulan, anlaşılan, hissedilen.
* Belli, ortada, aşikâr.
* Özellikle, yürekten.mahsusen * Özellikle. mahşer * Kıyamet günü dirilenlerin toplanacaklarına inanılan yer.
* Büyük kalabalık.mahşer gibi * çok kalabalık. mahşer günü * Kıyamet. mahşer midillisi * Kısa boylu, fitneci (kimse). mahşere dönmek * çok kalabalıklaşmak. mahşerî * Mahşeri andıran. mahunya * İki çeneklilerden, çiçekleri sarırenkte, kokulu ve salkım durumunda olan, köklerinden sarı boya çıkarılan
bir süs bitkisi (Mahonia).mahur * Klâsik Türk müziğinde bir makam. mahurbuselik * Klâsik Türk müziğinde bir makam. mahut * Bilinen, adı geçen, sözü geçen. mahvetme * Mahvetmek işi. mahvetmek * Yok etmek.
* Bozup işe yaramaz duruma getirmek.
* Onmaz duruma getirmek.
* Boşa gitmesine sebep olmak, heba etmek.mahviyet * Alçak gönüllülük. mahvolma * Mahvolmak işi. mahvolmak * Yok olmak.
* Bozulup yararsız duruma gelmek.
* Onulmaz duruma gelmek.
* Boşa gitmek, heba olmak.mahya * Ramazan gecelerinde, camilerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine kandil veya elektrik ampulleriyle
yazılan yazıveya yapılan resim.
* Çatılarda iki eğik yüzeyin birleştiği bölüm.mahya ışıklığı * Mahya üzerine yazılan ışıklıyazı. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 8
mahya kiremidi * Mahyayıörtmek için dizilen, uzunca ve oluk biçiminde kiremit. mahya şenliği * BatıTrakya’da (İskeçe’de) et ve pilâv yemeğinin topluca yenmesi geleneği. mahyacı * Mahya yapan kimse.
* Kiremit aktarıcısı.mahyacılık * Mahya yapma işi. mahyalık * Bir çatının köşelerini örten kurşun levha. mahzar * Yüksek makamlı bir kimsenin yanı, huzuru.
* Yüksek bir makama sunulmak için yazılan çok imzalıdilekçe.
* Mahkeme sicil defteri.mahzen * Yapılarda yer altıdeposu. mahzun * Üzgün, üzüntülü. mahzun etmek * üzüntü vermek. mahzun mahzun * Mahzun olarak, mahzun bir biçimde. mahzun olmak * üzgün durumda olmak, boynu bükülmek. mahzunane * Mahzuncasına, üzüntüyle. mahzunlaşma * Mahzunlaşmak işi. mahzunlaşmak * Mahzun duruma girmek, mahzun olmak. mahzunluk * Mahzun olma durumu. mahzur * Sakınca.
* Engel.mahzur doğurmak * engel ortaya çıkarmak, sakınca yaratmak. mahzur görmek * sakıncalı bulmak. mahzurlu * Sakıncalı. maî * Mavi. mail * Eğilimi olan.
* Eğilmişolan, eğik, eğinik, yalman.
* Benzeyen, andıran.
* Sevmek, gönlünü kaptırmak.maile * Aklan. main * Eşkenar dörtgen. maişet * Geçim, geçinme. maiyet * Üst görevlinin yanında bulunan kimseler.
* Bir kimsenin buyruğu altında çalışma.maiyet memuru * Yüksek makamlı bir devlet memurunun yanında görev yapan resmî memur. maiyetinde * yanında. majeste * Hükümdarlara verilen san.
* Devlet başkanları için kullanılan san.majesteleri * devlet başkanlarına seslenme sözü olarak kullanılır. majör * Büyük, önemli.
* Bir makam, bir akort veya bir aralığın oluşma biçimi.
* Büyük önerme.majör gam * Beştonla iki yarım tondan oluşan gam. majüskül * Büyük (harf). -mak / -mek * Fiilden isim türeten ek.
* Eylem isimleri: al- mak, ver-mek vb.
* Somut isimler: çak-mak, tokmak (< toku-mak),ye-mek vb.makabil * (bir şeyin) Öncesi, geçmişi. makabline şamil * Önceyi kapsayan. makadam * Kırılmıştaşdöşenip silindir geçirilerek yapılan yol. makadamlama * Makadamlamak işi. makadamlamak * Makadamla kaplamak. makak * Güneydoğu Asya’da yaşayan kuyruklu bir maymun (Macacus). makale * Bilim, fen konularıyla siyasî, ekonomik ve toplumsal konularıaçıklayıcıveya yorumlayıcıniteliği olan
gazete veya dergi yazısı.makam * Mevki, kat, yer.
* Klâsik Türk müziğinde bir dizinin işleniş biçimine verilen ad.
* Yer.makam arabası * Yüksek makamdaki bir kimse için ayrılan araba. makam odası * Yüksek makamdaki bir kimse için ayrılan oda. makam otomobili * Bkz. makam arabası. makam ödeneği * Makam tazminatı. makam şoförü * Makam arabasınıkullanan şoför. makam tazminatı * Yüksek makamda görevli bulunanlara aylık maaşlarıdışında fazladan ödenen ücret. makara * Üzerine iplik, tel, şerit gibi şeyler sarılan, kenarlarıçıkıntılı, ekseni boyunca delik silindir.
* Bir yükün yukarıya kaldırılmasınısağlayan araç.
* Ağır yüklerin kaldırılma ve indirilmesinde kullanılan, birbirine paralel iki veya daha çok tabla arasında
dönen, kenarıçepeçevre oluklu tekerlek veya tekerleklerden oluşmuşmekanik alet.
* Sürme kapak raylarıüzerinde hareket edecek biçimde metal veya plâstikten yapılmışdeğişik tiplerdeki
sürme kapak aleti.makara çekmek * (ötücü kuşlar için) sürekli ötmek. makara gibi * ardınıarasınıkesmeden (konuşma). -
Türkçe Sözlük M Sayfa 9
makaralarıkoyuvermek (zapt edememek veya salıvermek) * kendini tutamayarak kahkahayla gülmeye başlamak. makaralı * Makarası olan, makara ile çalışan. makaralıkuş * Sürekli öten kuş. makaraya almak * bir kimseyle alay etmek. makarena * El kol hareketleri ile birlikte yapılan bir tür hızlıdans. makarna * İrmik veya una yumurta karıştırılarak hazırlanmıştürlü biçimlerdeki kuru hamur ve bu hamurdan yapılan
yemek.
* İtalyan lireti.makarnacı * Makarna yapan veya satan kimse.
* İtalyan.
* Makarnayıçok seven (kimse).
* Şişman, hareketsiz (kimse).makarnacılık * Makarna yapma veya satma işi. makas * Bir eksen çevresinde dönebilecek biçimde çapraz eklemlenmiş, birbirine bakan yüzleri keskin iki çelik
lâmadan oluşmuş, arasına yerleştirilen herhangi bir şeyi kesmeye yarayan araç.
* Birbirine komşu iki demir yolu hattınıhemen bunların uzantısındaki üçüncü hatta bağlamaya yarayan alet.
* Uygun bir açı oluşturacak biçimde birbirini kesen demir yolu hatları.
* Üst üste konulmuş birkaç yassıçelikten yapılan araba yayı.
* Üst uçları birbirine bağlı, alt uçlarıaçık olan iki direkten kurulmuş, ağırlık kaldırma düzeni.
* Çatıve köprülerde genellikle ağaç veya çelikten yapılan, ağırlığıkarşılıklı iki ayağa veya duvara aktaran
çatılmışkirişsistemi.
* Çalma, kırpma.
* Dirsek.
* Bazıeklem bacaklıhayvanların ön ayaklarında bulunan, savunma ve saldırmada kullanılan kıskaç.
* Mobilyalarda yukarıdan aşağıya doğru açılan kapaklarıyatay konumda tutmak amacıyla yapılmışmafsallı,
kollu kapak aracı.makas almak * yanağı orta parmak ile işaret parmağıarasına alıp sıkıştırmak, makaslamak. makas hakkı * Bkz. makas payı. makas payı * Kumaş biçerken ihtiyat olarak bırakılan pay.
* Ölçüden fazla bırakılan veya fazlalığıhoşgörülen miktar.makas vurmak * makasla kesmek. makasçı * Makas yapan veya satan kimse.
* Demir yollarında makaslarıaçıp kapayarak trenlere yol veren görevli.makasçılık * Makasçının görevi.
* (basında) Başka gazetelerdeki haberleri kesip olduğu gibi aktarma işi.makaskâr * Kâğıt oymacılığı ile uğraşan kimse, oymacı, kesme ve oyma sanatı ile uğraşan kimse. makaslama * Makaslamak işi.
* Çaprazlama.makaslamak * Makasla kesmek.
* (yazı, film vb. için) Kısaltmak, kesmek.
* Makas almak.makaslanma * Makaslanmak işi. makaslanmak * Makaslamak işine konu olmak.
* Kesilmek.makaslı * Makası olan. makaslı böcek * Kın kanatlılarından, başıve makasları iri bir böcek, bağkesen (Lucanius). makastar * Kumaş biçen, prova yapan, parçalarıpatrona göre ayarlayan, işdağıtımınıyapan usta. makat * Kıç.
* Anüs, şerç.
* Minderli alçak sedir.
* Minder yüzü, minderin üzerine yayılan kumaş.makber * Mezar, kabir, medfen. makbul * Kabul edilen.
* Beğenilen, hoşkarşılanan.
* Geçer, geçerli.makbul olmak * beğenilmek. makbule geçmek * çok beğenilmek, hoşa gitmek, işe yaramak. makbuz * Alındı. Makedon * Makedonya halkından olan kimse. Makedonca * Makedonya’da kullanılan dil. Makedonyalı * Makedonya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. maket * Yapı, heykel gibi şeylerin taslak durumundaki küçük örneği.
* Mimarlıkta, sanayide ve bazısanat dallarında yer alan eserlerin taslak durumundaki küçük örneği.maket bıçağı * Maket yapımında kullanılan ince ve keskin bıçak. maketçi * Maket yapan kimse. maketçilik * Maket yapmak veya satmak işi. makferlân * Omuzdan yarı bele kadar inen pelerini olan palto. maki * Akdeniz dolaylarında yaygın bodur ağaç ve çalılardan oluşan bitki örtüsü. maki * Makigillerden, Madagaskar adasında sık rastlanan, uzun kuyruklu, yumuşak tüylü bir memeli primat
(Lemur).makigiller * Örneği maki (II) olan primatlar sınıfı. makilik * Maki yetişen yer. makine * Herhangi bir enerji türünü başka bir enerjiye dönüştürmek veya belli bir etki oluşturmak için birleştirilmiş
aletler bütünü.
* Bir alet veya taşıtın hareket sağlayan mekanizması.
* Araba, otomobil.makine çekmek * dikişmakinesinde dikmek. makine dolabı * Makineler için özel yapılan dolap. makine gibi * çok çabuk, art arda, aynı biçimde yapılan veya olan. makine gibi adam * düzgün, çok ve çabuk işçıkaran adam. makine gücü * Bir makinenin bir saniyede yapabildiği işmiktarı; uygulamada beygir gücü, vat veya kilovat ile ölçülür. makine odası * Makinelerin tamir edildiği yer.
* (sinemalarda) Sinema makinesinin bulunduğu yer.makine yağı * Orta sıcaklıkta ve hafif yük altında çalışan makinelerin hareketli parçalarının yağlanmasında kullanılan bir
yağlama yağı.
* Gres.makineci * Makine satan veya onaran kimse. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 1
M * Romen rakamlarında 1000 sayısını gösterir. m * Metrenin kısaltması. -m * Fiilden isim türeten ek. -m * Teklik I. kişi iyelik eki. -m * Bazıfiil çekimlerinde teklik 1. kişi eki. m, M * Türk alfabesinin on altıncıharfi. Me adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından genizsi çift dudak ünsüzünü
gösterir.-ma- / -me- * Fiillerin olumsuzluk çatılarınıkuran vurgusuz ek. -ma / -me * Fiilden isim ve sıfat türeten vurgulu ek.
* İşisimleri: oku-ma, yaz-ma, gel-me, git-me vb.
* Somut isimler: dol-ma, kaz-ma, kapa-ma, dondur-ma, çek-me vb.
* Sıfatlar: as-ma (köprü), em-me bas-ma (tulumba), göm-me (dolap) vb.maada * -den başka, gayri. maaile * Ailece, ev halkıyla birlikte. maalesef * “Üzülerek söylüyorum ki, ne yazık ki” anlamında kullanılır. maalmemnuniye * İsteye isteye, seve seve, memnunlukla, memnuniyetle. maarif * Bilgi ve kültür.
* Öğretim ve eğitim sistemi.maarifçi * Öğretim ve eğitim kurum veya kuruluşlarında çalışan kimse. maaş * Aylık. maaşalmak * aylık almak. maaş bağlamak * aylık bağlamak. maaş bordrosu * Çalışanların bir aylık hizmet bedelini, vergi matrahınıve kesintileri ile aylık net ücretini gösterir cetvel, aylık
bordro.maaşvermek * aylık vermek. maaşa geçmek * aylığa geçmek. maaşlı * Aylıklı. maaşsız * Aylıksız. maatteessüf * “Üzülerek söylüyorum, ne yazık ki…” anlamında kullanılır. maazallah * Tanrıkorusun, Tanrıesirgesin. mabat * (bitmemişyazı, roman vb. için) Arka, devam, sonra.
* Kıç.mabet * Tapınak, ibadet yeri, ibadethane.
* Özel bir konuda, sevgi ve saygı ile bağlanmanın ortaya konulduğu yer.mabeyin * Ara.
* Eski konaklarda harem ile selâmlık arasındaki daire.
* Padişah sarayı.
* İki kişi arasındaki soğukluk.mabeyinci * Osmanlıdevletinde padişahların dışarıyla olan ilişkilerine bakan, buyruklarını ilgililere bildiren, bazı
kişilerin dileklerini kendisine ileten görevli.mabeyincilik * Mabeyincinin görevi. mablak * Hamur, merhem, boya gibi şeyleri ezip karıştırarak yoğurmak için kullanılan ve bir ucu ele alınacak
biçimde saplı, öbür ucu yassı olan alet.
* Aşure kazanlarınıkarıştırmakta kullanılan, uzun saplıve yayvan uçlu tahta kepçe.mabude * Çok tanrılıdinlerde kendisine tapınılan dişi tanrı, tanrıça, ilâhe.
* Tapınırcasına sevilen kadın, sevgili.mabut * Kendisine tapılan varlık, tapacak, tanrı, ilâh. -maca / -mece * Fiilden isim türeten ek: bul -maca, bil-mece, çek-mece, seç-mece, kes-mece vb. Macar * Macaristan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Macaristan veya Macarlarla ilgili olan şey.Macar biberi * Hafif acıkırmızı biber. Macar ineği * İyi besiye gelen, eti ve sütü için beslenen bir tür inek. Macar salamı * Bir tür salam. Macarca * Macar dili. Macarlık * Macar olma durumu. -macasına / -mecesine * Fiilden zarf türeten ek. macera * Baştan geçen ilginç olay veya olaylar zinciri, serüven, sergüzeşt, avantür.
* Hiç olmayacak gibi görünen iş.macera aramak * başına geleceklerden habersiz, sonu bilinmeyen, tehlikeli, heyecanlı bir işe girişmek. maceracı * İlginç ve tehlikeli olayları göze alan, maceraperest. maceracılık * Serüvencilik. maceralı * Serüvenli, heyecan veren, karmaşık, olağandışı. maceraperest * Serüvenci, maceracı. macerasız * Serüvensiz, heyecan vermeyen, basit, sıradan. maceraya atılmak * tehlikeli, yorucu, sıkıcıve ne olacağı bilinmeyen bir işe kalkışmak. macun * Hamur kıvamına getirilmişmadde.
* Boyacılıkta çatlak ve aralıklarıkapamak, camcılıkta camlarıtutturmak için kullanılan hamur kıvamında
karışım.
* Baharlı, tarçınlı, yumuşak ve yapışkan şekerleme. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 2
macun çekmek * boyacılıkta, düzgünlük ve dayanıklılık sağlamak için boyanacak yüzeye macun sürmek. macun küreği * Üzerinde macun hazırlanan ve sıva işlerinde kullanılan yardımcıel aleti. macuncu * Macun yapan veya satan kimse. macunculuk * Macun yapmak veya satmak işi. macunlama * Macunlamak işi. macunlamak * Çatlak, delik yerleri veya boyanacak yüzeyleri macun sürerek kapatmak. macunlanma * Macunlanmak işi. macunlanmak * Macunlamak işine konu olmak veya macunlamak işi yapılmak. macunlaşma * Macunlaşmak işi. macunlaşmak * Macun koyuluğuna gelmek. macunluk * İçine macun konulmaya yarayan özel kap. maç * Bazıspor dallarında iki takım, iki kişi, iki taraf arasında yapılan karşılaşma. -maç / -meç * Fiilden isim türeten ek: bula-maç, yırt-maç, de-meç vb. maç maç * Sakız çiğnerken çıkan ses. maç satmak * müsabaka sonucunu belirlemek amacıyla meşru olmayan yollardan veya para karşılığı anlaşmaya varmak. maç yapmak * iki takım veya iki kişi arasında kazanmak amacıyla karşılaşma yapmak. maça * Oyun kâğıtlarında, mızrak ucuna benzer, ayaklısiyah beneklerle oluşan dizi, pik.
* Döküm parçasında, içi boş, kopya elde etmek için kullanılan kum, maden veya erimişdurumdaki döküm
maddesine dayanıklı başka bir maddeden yapılmışdolgu kalıp.maça beyi * İskambil destesinde maça dizisinde yer alan as, birli. maça beyi gibi kurulmak * saygısızca yayılarak oturmak. maça kızı * İskambil destesinde maça dizisinde yer alan kız.
* Bir tür iskambil oyunu.maçuna * İslimle çalışan ağırlık kaldırma makası. Madagaskarlı * Madagaskar halkından olan. madalya * Yararlık gösterenlere, yarışlarda ve sergilerde derece alanlara ödül, bazen de önemli bir olay dolayısıyla
ilgililere hatıra olarak verilen metal nişan.madalya töreni * Yararlılık gösteren birine madalya verilirken yapılan toplantı. madalyalı * Madalya almışolan. madalyanın (veya madalyonun) ters tarafı(veya tersi) * olumlu bir iş, bir durum veya bir olayın düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü. madalyasız * Madalyası olmayan. madalyon * İçine küçücük resim, saç teli gibi şeyler konulan, boyna zincirle asılan, genellikle değerli metalden yapılmış,
türlü biçimde süs eşyası.madalyoncu * Madalyon yapan veya satan kimse. madam * Fransa’da evli kadınlara verilen san.
* Türkiye’de Müslüman olmayan evli kadın.madama * Madam. -madan/-meden * Fiilden zarf türeten ek (vurgusuz): oku-madan, sor-madan, bil-meden, öğren-meden vb. madara * Kötü, sevimsiz. madara etmek * kötü duruma düşürmek, yalanını, yanlışınıçıkarmak. madara olmak * kötü duruma düşmek, yalanı, yanlışı ortaya çıkmak. madaralaşma * Madaralaşmak işi. madaralaşmak * Madara durumunda olmak. madde * Duyularla algılanabilen, bölünebilen, ağırlığı olan nesne.
* Öge, unsur.
* Yasa, sözleşme, antlaşma gibi metinlerde, her biri başlı başına bir yargı getiren ve çoğu kez rakamla
belirtilen bölüm.
* Sözlük ve ansiklopedilerde tanımlanan, anlatılan kelime, ad veya konulardan her biri.
* İleri sürülen sorun.
* Para, mal vb. ile ilgili şey.madde başı * Sözlük yapma düzeninde başlı başına bir anlam ifade eden ve siyah olarak yazılan, tanımıverilen sözlük
birimi.maddeci * Materyalist.
* Para, mal vb. ne çok önem veren kimse.maddecilik * Materyalizm.
* Para, mal vb. ne çok önem verme.maddeleşme * Maddeleşmek işi. maddeleşmek * Madde durumuna gelmek. maddesel * Madde ile ilgili, maddî.
* Madde niteliğinde olan, maddî.maddesel nokta * Bir maddenin, üç boyuttan soyutlanmışvar sayılan çok küçük parçası. maddeten * Madde bakımından, maddî bakımdan, manen karşıtı. maddî * Madde ile ilgili, maddesel, manevî karşıtı.
* Maddeden oluşan.
* Nesnelerle ilgili olan.
* Paraya, mala çok önem veren (kimse).maddîleşme * Maddîleşmek işi. maddîleşmek * Maddeye önem verir duruma gelmek. maddîlik * Maddî olma durumu.