Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 39

    meslek icabı * mesleğinin gereği olarak.
    meslek içi eğitim * Meslekteyken görevlinin kendini geliştirmesi için çağrıldığıkurs.
    meslek seçmek * geçimini sağlamak için yeteneklerine ve isteğine göre bir işi sürekli yapmak.
    meslekî * Mesleğe ilişkin, meslekle ilgili olan.
    mesleksel * Meslekî, meslekle ilgili.
    mesleksiz * Mesleği olmayan, işsiz güçsüz (kimse).
    mesleksizlik * Mesleksiz olma durumu.
    meslektaş * Aynımeslekten olan.
    meslektaşlık * Meslektaşolma durumu.
    mesmu * İşitilmiş, duyulmuşolan.
    mesnet * Dayanak.
    * Mevki, makam.
    mesnetli * Dayanağı olan.
    mesnetsiz * Dayanağı olmayan.
    mesnevî * Her beyti ayrıuyaklı bir divan edebiyatınazım biçimi.
    * Bu türdeki eserlerin genel adı.
    mesrur * Sevinmiş, sevinçli.
    mest * Sarhoş, kendinden geçmiş, esrik.
    mest * Üzerine ayakkabı giyilen kısa konçlu, hafif ve yumuşak bir tür ayakkabı.
    mest etmek * kendinden geçirmek.
    mest olmak * kendinden geçmek, sarhoşolmak.
    mestane * Sarhoşgibi, kendinden geçmişçesine.
    mestçi * Mest yapan veya satan kimse.
    mestçilik * Mest yapma veya satma işi.
    mestur * Örtülü, kapalı, gizli.
    mesture * Örtülü.
    * Bkz. Tahsisatımesture.
    mes’udane * Mes’ut bir biçimde, mes’ut olarak.
    mes’ul * Sorumlu.
    mes’ul olmak * sorumlu olmak.
    mes’ul tutmak * sorumlu görmek.
    mes’uliyet * Sorum, sorumluluk.
    mes’uliyet almak * sorumluluk yüklenmek.
    mes’uliyetli * Sorumlu.
    * Sorumluluk gerektiren.
    mes’uliyetsiz * Sorumsuz.
    * Sorumluluk gerektirmeyen.
    mes’uliyetsizlik * Sorumsuzluk.
    mes’ut * Mutlu, sevinçli, ongun.
    mes’ut etmek * mutlu kılmak.
    mes’ut olmak * mutlu olmak, onmak.
    meşakkat * Güçlük, sıkıntı, zorluk.
    meşakkat çekmek * sıkıntı içinde olmak.
    meşakkate katlanmak * güçlüğe, sıkıntıya göğüs germek.
    meşakkatli * Güç, sıkıntılı.
    meşakkatsiz * Güç olmayan, sıkıntısız.
    meş’ale * Ucunda, alev çıkararak yanıcı bir madde bulunan, aydınlatmaya yarayan değnek.
    meşale çekmek * önderlik etmek, önayak olmak.
    meşaleci * Ortalığı aydınlatmak için çıra vb. yakmakla görevli kimse.
    meşatlık * Musevîlere özgü mezarlık, maşatlık.
    meş bu * Dolmuş, dolu.
    * Doymuş.
    meşe * Kayıngillerden, üç yüz kadar türü arasında, kışyaz yapraklarınıdökmeyenleri de bulunan, kerestesi
    dayanıklı bir orman ağacı(Quercus).
    * Bu ağaçtan yapılmışolan.
    meşe kömürü * Meşenin yakılması ile elde edilen dayanıklıkömür.
    meşe odunu * Meşe ağacından elde edilen dayanıklı odun.
    * Anlayışsız, görgüsüz ve kaba saba kimse.
    meşe palamudu * Meşe türü bir cins palamut.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 40

    meşecik * Bkz. Kurtluca.
    meşelik * Meşe korusu veya meşe ormanı.
    meşgale * Uğraşılan şey, işgüç, uğraşı.
    meşgul * Bir işle uğraşan, işgörmekte olan.
    * Çalışır, kullanılır durumda olan, dolu.
    meşgul etmek * vaktini almak.
    * uğraştırmak.
    * oyalamak.
    meşgul olmak * vaktini vermek, uğraşmak, oyalanmak.
    meşguliyet * Meşgul olma, uğraşma durumu.
    * Uğraş.
    meşher * Sergi.
    meşhet * Şehit düşülen yer veya şehidin gömüldüğü yer.
    meşhur * Ünlü, tanınmış, herkesçe bilinen, angın.
    * Ünlü, tanınmışkimse.
    meşhur olmak * ün kazanmak, tanınmak, ün almak, ünlenmek.
    meşhurluk * Meşhur olma durumu, ünlülük, tanınmışlık.
    meşhut * “tanık olunan” Görülen, gözle görülmüş, tanık olunmuş.
    meşhut cürümler mahkemesi * Bkz. suçüstü mahkemesi.
    meşhut suç * Bkz. suçüstü, cürmümeşhut.
    meşihat * Şeyhlik.
    * Şeyhülislâmın makamı, şeyhülislâmlık.
    meşime * Döl yatağı.
    * Etene, son, döl eşi.
    meşin * Sepilenmişkoyun derisi.
    * Bu deriden yapılmışolan.
    meşin gibi * kararmışve sertleşmiş(insan derisi).
    * iyi pişirilmeyip çiğkalmışet.
    meşin suratlı * Utanmaz, şerefsiz (kimse).
    meşin yuvarlak * (futbolda) Top.
    meşk * Bir öğretmenin, aynınıyazmaları için öğrencilerine verdiği yazıörneği.
    * (yazıve müzikte) Alışmak ve öğrenmek için yapılan çalışma, el alıştırması.
    * Yazıveya müzik dersi.
    meşk almak * ders almak.
    meşk etmek * alışmak veya öğrenmek için çalışmak.
    meşk vermek * ders vermek.
    meşkûk * Şüphe uyandıran, şüpheli.
    meşkûr * Beğenilmiş, övülmüş.
    meşrep * Yaradılış, huy, karakter, mizaç.
    * Davranış biçimi.
    meşru * Yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu.
    meşru müdafaa * Uğranılan bir saldırıkarşısında kişinin kendisini korumak için başvurduğu yol.
    meşru saymak * geçerli bulmak.
    meşrubat * İçilecek şeyler, içecekler.
    meşrubatçı * Meşrubat hazırlayan, üreten veya satan kimse.
    meşruhat * Bir maddenin açıklanması için yazılanlar, açıklamalar.
    meşruiyet * Meşru, geçerli olma durumu.
    meşrulaşma * Meşrulaşmak işi.
    meşrulaşmak * Meşru duruma gelmek.
    meşrulaştırma * Meşrulaştırmak işi.
    meşrulaştırmak * Meşru duruma getirmek.
    meşrut * Şarta bağlı, şartlı.
    meşruta * Satılmamak şartı ile bir kimseye, mirasçılara veya bir kuruluşa verilmişmülk.
    meşruten * Şarta bağlı olarak.
    meşruten tahliye * Özgürlüğü bağlayıcıcezanın bir bölümünü iyi hâl ile geçiren hükümlünün, şartlara uymamasıdurumunda
    yeniden hapsedilmesi şartıyla salıverilmesi.
    meşrutî * Meşrutiyetle ilgili olan.
    meşrutiyet * Hükümdarla yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükûmet
    biçimi.
    * Osmanlıİmparatorluğunda 1876 Anayasasıyla başlayan ve 1918 Mondros Mütarekesine kadar süren ve I.
    ve II. Meşrutiyet dönemi adlarıyla anılan süre.
    meşrutiyetçi * Meşrutiyet yanlısı olan kimse.
    meş’um * Uğursuz, kötü.
    meşveret * Bir konu hakkında birinin düşüncesini sorma, danışma.
    meşveret etmek * danışmak.
    met * Gelgit olayında denizin kabarması.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 35

    merbut * Bağlı, bağlanmış.
    * İlişik, ilişkin.
    merbut olmak * bağlı bulunmak.
    merbutiyet * Bağlılık, ilgi.
    mercan * Tropik ve ılık denizlerde yaşayan, genişresifler oluşturan, mercanlar sınıfının örneği olan, kırmızıkalker
    iskeletli hayvan (Corallium rubrum).
    * Bu hayvanın iskeletinden elde edilen, süs eşyalarıyapımında kullanılan madde.
    * Bu maddeden yapılmış.
    * İzmaritgillerden, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de bulunan, açık kırmızırenkte, eti beğenilen
    bir balık (Pagrus pagrus).
    mercan adası * Su yüzüne kadar çıkan mercan resiflerinden oluşmuşada, atol.
    mercan ağacı * Fasulyegillerden, sıcak ülkelerde yetişen, çiçekleri parlak kırmızı, tırmanıcı bir süs bitkisi (Erythrina).
    mercan balığı * 343 mercan.
    mercan iğnesi * Soldan sağa ve köşelerde birer düğüm oluşturarak yapılan zikzak işleme.
    mercan otu * Karanfilgillerden, nemli yerlerde yetişen, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri beyaz, çok yıllık otsu bir bitki
    (Sagyna procumbens).
    mercan resifi * Yıllık ortalama deniz suyu sıcaklığı200 C nin üzerinde bulunan bölgelerde kıtasal kenardaki adaların sığ
    sahillerinde, kalkerli bitkisel ve hayvansal organizmaların yığılımı.
    mercan teknesi * Mercan avlamak için yapılan özel bir tür tekne.
    mercan terliği * Ayak topuğunu kavrayan, arka bölümü olmayan, ökçesiz, genellikle kırmızıderiden terlik.
    mercan tespih * Mercandan yapılan otuz üçlük veya doksan dokuzluk değerli tespih.
    mercan yeşili * Mercan renginde olan yeşil renk.
    mercan yılanı * Kırmızı olan vücudunda halka biçiminde siyah lekeler bulunan bir Amerika yılanı(Elaps corallinus).
    mercancı * Mercan avlayan kimse.
    * Mercan işleyen kimse.
    mercanköşk * Ballı babagillerden, küçük yapraklı, güzel kokulu bir saksı bitkisi, şile, merzengûş(Origanum majorana).
    mercanlar * Örnek hayvanımercan olan, selenterelerden bir sınıf.
    mercanlı * İçinde mercan bulunduran.
    mercek * İçinden geçen paralel ışınları düzenli bir biçimde birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran,
    camdan veya ışık kırıcıherhangi bir maddeden yapılmış, genellikle küresel yüzeylerle sınırlanmışsaydam cisim, lens.
    mercekli * Merceği olan.
    merci * Başvurulacak yer veya makam.
    mercimeği fırına vermek * kadınla erkek gizlice aşk ilişkisi kurmak.
    mercimek * Baklagillerden, beyaz çiçekli bir tarım bitkisi (Lens culinaris).
    * Bu bitkinin, besin değeri yüksek, ufak, yeşil veya kahverenkli, yuvarlak ve yassıca tohumu, yasmık.
    mercimek çorbası * Kırmızıveya yeşil mercimeğin ana malzemesini oluşturan, soğan, un, tereyağı, et suyu, tuz, kırmızıveya
    karabiber ile hazırlanan çorba.
    mercimek kadar * çok küçük ve yuvarlak.
    mercimek kemiği * Orta kulakta örs ve üzengi kemiği arasında bulunan küçük kemik.
    mercimek köfte * İçine önceden hafifçe pişen mercimek, soğan, ince bulgur ve baharat katılarak yoğurulan köfte.
    mercimek köftesi * Kırmızımercimeğin hafifçe pişmesinden sonra soğan, maydanoz, taze nane ve yeşil soğan karışımına
    katılıp iyice yoğrulmasısonunda hazırlanan bir yemek türü.
    merdane * Erkeğe yakışır biçimde, mertçe, yiğitçe.
    merdane * Türlü işlerde kullanılan, silindir biçiminde araç.
    * Oklava.
    merdaneleme * Merdanelemek işi.
    merdanelemek * Bir şeyin üzerinden merdane (II) geçirmek.
    merdiven * Bir yere çıkmaya veya bir yerden inmeye yarayan basamaklar dizisi.
    merdiven altı * Katlar arasındaki merdivenlerin altında kalan boşluk.
    merdiven boşluğu * Çok katlıevlerde bulunan merdivenler çevresinde bulunan boşluk.
    merdiven dayamak * (büyük bir yaşiçin) bu yaşa basmak veya yaklaşmak.
    merdiven evi * Merdiven yapılan duvarlarla çevrili kısım.
    merdiven korkuluğu * Demir veya ahşap merdivenlerin boşluk kenarındaki çıkıntıların üstündeki bölüm, trabzan.
    merdiven kovası * Dönerek çıkılan merdivenlerde yukarıdan aşağıya bakıldığında ortada görülen boşluk.
    merdiven sahanlığı * Merdiven boşluğu veya başı.
    merdivenci * Yapılardaki beton merdivenleri döken kimse.
    merdivenli * Merdiveni olan.
    merdivensi * Merdiveni andıran.
    merdümgiriz * İnsanlara karışmaktan hoşlanmayan, insanlardan kaçan (kimse), mizantrop.
    merek * Samanlık, odunluk, hayvan yemi deposu veya ahır.
    meres * (köpek için) Yaş.
    meret * Sıkıntıveren, hoşlanılmayan şeyler veya kimseler için sövgü sözü olarak kullanılır.
    * Uğursuz.
    mergup * Sevilip aranan, istenilen, beğenilen.
    merhaba * Yayılın, rahat oturun!” “Günaydın” veya “hoşgeldiniz” anlamında bir esenleşme veya selâmlaşma sözü.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 28

    medeniyetsiz * Uygarlaşmamış.
    medeniyetsizlik * Medeniyetsiz olma durumu.
    medet * Yardım, imdat.
    * Yardım et, imdat.
    medet Allah! * zor bir durumda bulunulurken söylenir.
    medet ummak (veya beklemek) * yardım beklemek.
    medhüsenâ * Övgü.
    medih * Bkz. meth.
    Medine dilencisi * üstü başıperişan, kötü giyimli insanlar için söylenir.
    Medine kurdu * İnsan ve birçok başka memelinin, deri altıkatılgan dokusunda yaşayan sıcak ülkeler solucanı(Filaria
    medinensis).
    mediyastin * Göğsün, yanlardan akciğerler, önden göğüs kemiği, arkadan omurga ile sınırlanan orta bölgesi.
    medlûl * Anlam.
    medrese * İslâm ülkelerinde, genellikle İslâm dini kurallarına uygun bilgilerin okutulduğu yer.
    * Fakülte.
    medreseli * Medrese öğrencisi.
    medreseye düşmek * içinden çıkılmaz boştartışmaların konusu olmak.
    medüz * Denizanası.
    medya * Büyük iletişim ve yayın organlarının bütününe verilen ad.
    * İletişim ortamı, iletişim araçları, kitle iletişim araçlarının tümü.
    medya camiası * Bkz. basın dünyası.
    medya maydonozu * Televizyonlarda sık sık programlara katılarak kendinden söz ettiren kimse.
    medya starı * Kitle iletişim araçlarında çok sık yer alan, görünen kimse, medya yıldızı.
    medyacı * Medya görevlisi.
    medyatik * İletişim araçlarına özgü, iletişim araçlarıyla ilgili.
    medyum * Ruh ötesi iletişim kurma deneylerinde, ruhlarla insanlar arasında aracılık ettiğini ileri süren kimse.
    medyumluk * Medyum olma durumu.
    medyun * Verecekli, borçlu.
    medyun olmak * kendini borçlu hissetmek.
    mefahir * Övünülecek şeyler, övünceler.
    mefharet * Övünme, övünce, iftihar etme.
    mefhum * Kavram.
    mefhumcu * Mefhumlara bağlıkalan kimse.
    mefhumculuk * Mefhumcunun işi.
    mefkûre * Ülkü, ideal.
    mefkûreci * Mefkûre sahibi olan.
    mefkûrecilik * Mefkûre sahibi olma işi veya görevi.
    meflûç * İnmeli, felçli.
    mefret * Kocaman, iri, büyük, muazzam.
    mefruş * Döşeli.
    mefruşat * Ev döşemek için gerekli eşya, döşeme.
    mefruşatçı * Mefruşat satan kimse, döşemeci.
    mefruşatçılık * Mefruşatçının işi.
    mefsuh * Feshedilmiş, kaldırılmış, dağıtılmış, bozulmuş.
    meftun * Tutkun, gönül vermiş, vurulmuş.
    meftun etmek * kendine bağlamak.
    meftun olmak * tutulmak, gönül vermek, vurulmak.
    meftuniyet * Meftunluk.
    meftunluk * Tutkunluk, gönül vermişlik.
    mef’ul * Yapılmış, işlenmiş.
    * Bir işin etkisinde olan.
    * Tümleç.
    mega * Bir birimin önüne geldiğinde, bu birimi bir milyonla çarpan ön ek, dev, devasa. KısaltmasıM.
    mega store * 343 Büyük mağaza.
    megafon * Sesi büyütüp uzağa iletmeye yarayan koni biçiminde alet.
    megahertz * Değeri bir milyon hertz olan frekans birimi. KısaltmasıMHz.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 29

    megaloman * Megalomaniye tutulmuşolan (kimse).
    megalomani * Büyüklük hastalığı.
    megaton * Bir milyon ton değerinde kütle birimi.KısaltmasıMt.
    * Nükleer bir bombanın veya merminin gücünü ölçmeye yarayan birim.
    megatonluk * Herhangi bir megaton değerinde olan.
    megavat * Bir milyon vat değerinde elektrik güç birimi.KısaltmasıMW.
    megavatlık * Herhangi bir megavat değerinde olan.
    meğer * Bilinmeyen, farkında olunmayan bir durum için kullanılır, meğerse, oysaki.
    meğerki * İstek veya emir kipinde olan ve biri diğerini engelleyecek durumda bulunan iki cümleyi birbirine bağlar.
    meğerse * Meğer, hâlbuki; oysa.
    mehabet * Büyük ve saygıdeğer kimselere duyulan saygı.
    * Büyüklük, ululuk, yücelik.
    mehabetli * Büyük, ulu, yüce.
    mehaz * (bir eser yazılırken başvurulan) Kaynak.
    mehdî * Doğru yolda olan, hidayete ermişolan.
    mehel * Uygun, yerinde, denk.
    mehil * Bir işin bitirilmesi için tanınan ek süre, önel.
    mehil müddeti * Önceden tanınan süre, zaman tanıma.
    mehil vermek * süre tanımak.
    mehle * Kasaplık hayvanların omuz başından çıkan külbastılık veya pastırmalık yumuşak et.
    Mehmetçik * Sevgi duygusu ile Türk askerine verilen ad.
    mehr * 343 mihr.
    mehtaba çıkmak * ay ışığında gezip dolaşmak.
    mehtap * Ay ışığı.
    mehtaplı * Mehtabı olan.
    mehter * Mehterhane takımında görevli kimse.
    * Osmanlılarda, çadırlara bakan uşak.
    mehter musikisi * 343 mehter müziği.
    mehter müziği * Klâsik Türk müziği makamları ile usullerinin kullanıldığıtek sesli bir müzik türü.
    mehter takımı * Mehterhane.
    mehter yürüyüşü * İki adım ileri, bir adım geri yapılan yürüyüş.
    mehteran * Mehterler.
    mehterbaşı * Mehter takımının yetiştirilmesinden ve çalışmasından sorumlu kimse.
    mehterhane * Osmanlılarda kös, nakkare, zil, zurna ve borulardan kurulan askerî mızıka takımı.
    * Bu takımın bulunduğu yer.
    * Hapishane.
    -mek * Bkz. -mak / -mek.
    mekân * Yer, bulunulan yer.
    * Ev, yurt.
    * Uzay, feza.
    mekân akustiği * İçinde bulunulan yerin ses düzeninin uyumu.
    mekân grupları * Bir yeri dolduran ögeler.
    mekân tutmak * bir yere yerleşmek.
    mekân zarfı * Yer zarfı.
    mekâncı * Mekân tutan kimse.
    mekanik * Kuvvetlerin maddeler ve hareketler üzerine etkisini inceleyen fizik dalı.
    * Denge veya hareket kurallarıyla ilgili.
    * El veya makine ile yapılan.
    * Düşünmeden (yapılan).
    mekanikçi * Mekanikçiliğe ilişkin veya mekanikçilikten yana olan (görüş, kimse vb.).
    mekanikçilik * Bütün fiziksel olayları, uzay ve uzayda yer değiştirmelerle açıklayan görüş, mekanizm.
    * Canlıvarlıkları, organik olayları, mekanik yasalara göre açıklayan öğreti, mekanizm.
    mekanikleştiricilik * Makine-insan ikilemini model alan maddeci kuram.
    mekanizasyon * Mekanik düzeni sağlama.
    mekanize * Savaşve taşıma gereçlerleriyle donatılmış(kıta veya birlik).
    mekanize birliği * Savaşve ulaştırma araçlarıyla donatılmış birlik.
    mekanizm * Mekanikçilik.
    mekanizma * Belli bir sonuca ulaşmak için karmaşık bir biçimde düzenlenmişorgan veya parçalar birleşimi, sistem,
    düzenek.
    * Organların işleyiş biçimi.
    * Ateşli silâhların işlemesini sağlayan mekanik bölüm.
    * Oluş, ortaya çıkış, işleyiş.
    mekik * El veya otomatik dokuma tezgâhlarında atkıveya argaç denilen ve enine olan iplikleri, uzunlamasına olan
    arışların arasından geçirmeye yarayan masuralıaraç.
    * Oya yapmakta kullanılan, kemik, ağaç veya plâstikten, iki ucu sivri, arasından iplik geçecek bir yarığı
    bulunan küçük araç.
    mekik atmak * mekiği arışlar arasından hızla geçirmek.
    * hiçbir yerde duramayıp iki yer arasında gidip gelmek.
    mekik diplomasisi * Bir sorunun çözümü için devletler arasında gerçekleştirilen seri diplomatik temaslar.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 30

    mekik dokumak * iki yer arasında sürekli gidip gelmek.
    mekik gibi * sürekli gidip gelen şeyler için söylenir.
    mekik oyası * Dantel.
    mekkâre * Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan at, deve, katır gibi hayvanlara verilen ad; bu amaçla halktan
    ücret karşılığında kiralanan yük hayvanı.
    mekkâreci * Yük hayvanıkiralayarak taşıma işi yapan kimse.
    meknuz * Gömülü, saklı.
    mekruh * İğrenç, tiksindirici.
    * İslâm dininde, dince yasaklanmadığıhâlde yapılmaması istenen.
    meksefe * Kondansatör, içine elektrik enerjisi yığılan alet.
    Meksikalı * Meksika halkından olan (kimse).
    mektebi asmak * okula derslere girmemek için keyfî olarak gitmemek, okulu asmak.
    mektep * Okul.
    mektep çocuğu * Öğrenci, okul çocuğu.
    * Acemi, toy.
    mektep görmemiş * okula gitmemiş.
    * kaba, saygısız.
    mektep kaçağı * Okul kaçağı.
    mektep medrese görmüş * okumuş, öğrenim görmüş.
    mektepli * Okula giden (kimse), öğrenci.
    * Okulda yetişmişolan, alaylıkarşıtı.
    mektepten çıkan eşek Marsuvan’dan çıkmaz * yüksek öğrenim yapmışolsalar bile bazılarıhiç eğitilmemişgibi davranabilirler.
    mektubu dışından okumak * bir kimsenin yüz çizgilerinden içinden geçeni anlamak.
    mektup * Bir şey haber vermek, bir şey sormak veya istemek için, birine çoğunlukla posta yoluyla gönderilen, zarfa
    konulmuşyazılıkâğıt, name.
    mektup almak * yazılan mektup adrese gelip ele geçmek.
    mektup atmak * mektubu postaya vermek.
    mektupçu * Osmanlılarda, bir resmî dairenin yazı işlerini yönetmekle yükümlü yüksek görevli kişi.
    * Bir il idaresinin yazı işlerini yöneten görevli.
    mektupçuluk * Mektupçunun görevi.
    mektuplaşma * Mektuplaşmak işi.
    mektuplaşmak * Birbirine mektup yazmak.
    mektupüstü * Mektubun gideceği adres.
    mel mel * Aptal aptal, bön bön.
    * Üzgün üzgün, bel bel.
    mel mel bakmak * aptal aptal veya üzgün üzgün bakmak.
    melâike * Melekler.
    * Melek gibi güzel (kadın).
    melâl * Can sıkıntısı, usanç.
    melâmet * Kınama, ayıplama, azarlama, çıkışma.
    Melâmî * Melâmîlik yanlısı olan kimse.
    Melâmîlik * Her türlü gösterişve dünya kaygılarından uzak kalmayıöğütleyen Sünnî tarikatı.
    mel’anet * Büyük kötülük, lânetlenecek işveya davranış.
    melânit * Doğal demir ve kalsiyum silikat.
    melânkoli * Kara sevda, malihulya.
    melânkolik * Kara sevdaya tutulmuş, kara sevdalı.
    * Hüzün veren, hüzün belirtisi olan.
    melânurya * İzmaritgillerden, gümüşrenkli, eti kılçıklı bir Akdeniz balığı(Sparus melanuiya).
    melâs * Şeker üretiminde, billûrlaşan şeker alındıktan sonra kalan şekerli posa.
    melce * Sığınak, barınak.
    melek * Tanrı ile insan arasında aracılık yaptığına ve nurdan olduğuna inanılan manevî varlık.
    * Terbiyeli, uysal (kimse).
    melek gibi * sessiz, sakin, çok temiz ve iyi huylu.
    melek otu * Maydanozgillerden, su kenarlarında yetişen, çiçekleri yeşilimtırak beyaz çok yıllık bir bitki (Angelica
    sylvestris).
    meleke * Tekrarlama sonucu kazanılan yatkınlık, alışkanlık.
    * Yeti.
    * Yelken makarası.
    melekler gibi * günahsız, iyiliksever, iyi kalpli.
    melekût * Ruhlar ve melekler âlemi.
    meleme * Melemek işi.
    * Koyun veya keçi sesi.
    * Ağırkanlı, rahatına düşkün.
    melemek * (koyun veya keçi) Bağırmak.
    melengiç * Çitlembik.
    meles * Beli çökük at.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 31

    meleş * İki kuzulu koyun.
    meleşme * Meleşmek işi.
    meleşmek * Birlikte melemek.
    melez * Değişik türden hayvan veya bitkiden üremiş(hayvan veya bitki), kırma, azma, metis.
    * Değişik ırkta ana babadan doğmuşolan (kimse).
    * Katışık.
    melezleme * Melezlemek işi.
    melezlemek * İki ayrıtürü çiftleştirip birleştirmek.
    melezleşme * Melezleşmek işi.
    melezleşmek * (bir bitki) Başka bir bitki türünün çiçekleriyle döllenmek.
    * Yabancılaşmak.
    melezleştirme * Melezleştirmek işi veya biçimi.
    melezleştirmek * Melez duruma getirmek.
    melezlik * Melez olma durumu.
    melfuf * Sarılmış, bağlanmış, eklenmiş.
    melfufen * Eklenmişolarak.
    melhem * Bkz. merhem.
    melhuz * Mülâhaza edilen, düşünülen.
    melik * Padişah, hükümdar, hakan.
    melike * Kadın hükümdar, padişah karısı.
    melinit * Aslıpikrik asit olan patlayıcı bir madde.
    melisa * Oğul otu.
    melodi * Ezgi.
    melodik * Melodi ile ilgili, ezgili.
    melodram * Yunan trajedilerinde koro başı ile bir oyuncu arasında geçen şarkılıdiyalog.
    * Müzik eşliğinde oyuncuların sahneye girip çıktıkları bir oyun türü.
    * Çağdaştiyatroda, hareketli ve duygusal olaylara dayalı bir oyun türü.
    melon * Yuvarlak ve bombeli bir tür şapka.
    meltem * Yazın karadan denize doğru esen mevsim rüzgârı.
    mel’un * Tanrıtarafından lânetlenmişolan, lânetli.
    * Nefretle karşılanan, kötü.
    * Lânetlenmişkimse.
    mel’unca * Mel’una yakışır biçimde, melun gibi.
    melül * Üzgün.
    * Boynu bükük, zavallı, yoksul.
    melül mahzun * Çok üzgün, sıkıntılı, ağlamaklı.
    melül melül * Üzgün üzgün.
    memalik * Memleketler.
    memat * Ölüm.
    memba * Kaynak, pınar.
    * Bir şeyin çıktığıyer.
    memba suyu * İçinde erimişolarak mineraller bulunan, içme suyu olarak veya tedavi amacıyla kullanılan su.
    meme * Yavrularınıemzirmek için, memelilerin göğsünde türlü biçim ve sayıda bulunan ve meme başıdenilen
    çıkıntıları olan organ.
    * Bazıaraçların meme başına benzeyen bölümü.
    * Vücudun herhangi bir yerinde oluşmuşküçük çıkıntı.
    * Ateşli silâhların veya bazıpatlayıcıların ateşlendiği çıkıntı.
    * Gemi çapasında kolların birleştiği şişkin yer.
    * Bkz. Emcek, emcik.
    meme başı * Memenin ucundaki çıkıntı.
    meme bezi * Memenin süt salgılayan dokusu.
    meme süngeri * Meme başının çevresindeki koyu renkli yuvarlak bölüm.
    meme vermek * emzirmek.
    meme yapmak * motorlu araçlarda plâtin elektrik akımını geçirmeyecek ölçüde oksitlenmek, işlevini yapmaz olmak.
    memecik * Deri ve sümük doku üzerinde görülen küçük ve sivri çıkıntı.
    memede olmak * henüz meme ile beslenmek.
    memeden kesmek * artık emzirmemek.
    memeli * Memesi olan.
    * Herhangi bir biçimde memesi olan.
    memeliler * Doğurarak üreyen, memeleri olan, sıcak kanlı, iki akciğerli, yüreğinde dört boşluğu olan, vücutları
    genellikle tüylerle örtülü omurgalıhayvanlar sınıfı.
    mememsi * Meme başı biçiminde olan.
    memişhane * Ayak yolu, abdesthane.
    memleha * Tuzla.
    memleket * Bir devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke.
    * Bir kimsenin doğup büyüdüğü yer, yurt.
    * İklim ve üretim bakımından ele alınan bölge.
    * Bir ülkede yaşayan bireylerin bütünü.
    memleket havası * Halk türküsü.
    memleketçi * Memleketin her bakımdan yükselmesini, gelişmesini isteyen, bu yolda çaba harcayan kimse.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 32

    memleketçilik * Memleketçi olma durumu.
    memleketler arası * Uluslar arası.
    memleketli * Aynımemleketten olan (kimse), hemşehri.
    * Memleket halkı.
    memlûk * Köle.
    * (özel ad olarak) Kölemenlerden olan kimse.
    memnu * Men edilmiş, yasaklanmış, yasak.
    memnu meyve * Tanrı’nın yasaklamasına rağmen Adem’in, Havva’nın elinden yediği meyve.
    * Elde edilmesi yasaklanan şey.
    memnu mıntaka * Girilmesi, film ve fotoğraf çekilmesi yasak olan yer, yasak bölge.
    memnuiyet * Yasak olma, yasak edilme durumu.
    memnun * Herhangi bir olaydan veya durumdan ötürü sevinç duyan, kıvançlı, mutlu.
    memnun etmek * (bir kimseyi) sevindirmek, kıvanç vermek.
    * yüklüce para veya bol bahşişvermek.
    memnun memnun * Memnun bir biçimde, memnun olarak, memnuniyetle.
    memnun olmak * sevinmek, sevinç duymak, kıvanmak.
    memnunca * Memnun gibi, az çok memnun.
    memnuniyet * Sevinç, sevinme, kıvanç, kıvanma.
    memnuniyetle * Kıvanç duyarak, kıvançla.
    memnuniyetsiz * Memnun olmayan.
    memnuniyetsizlik * Memnun olmama durumu.
    memnunluk * Kıvanma, kıvanç.
    memorandum * Muhtıra, nota.
    memul * Umulan, düşünülen.
    memul etmek * beklemek, ummak.
    memul olmak * umulmak, beklenilmek.
    memur * Devlet hizmetinde aylıkla çalışan kimse, görevli.
    * Bir işle görevlendirilmişolan, yükümlü.
    memur etmek * görevlendirmek.
    memure * Bayan memur.
    memurin * Memurlar.
    memuriyet * Memur olma durumu, memurluk.
    * Görev, vazife.
    memurluk * Memur olma durumu.
    men * Yasaklama, izin vermeme.
    -men * Bkz. -man / -men (I).
    -men * Bkz. -man / -men (II).
    menafi * Yararlar, faydalar.
    menafiiumumiye * Kamu yararı.
    menajer * Menecer.
    menajerlik * Menecerlik.
    menakıp * Menkı beler.
    menakıpname * Menkı beleri konu edinen eserlerin ortak adı.
    mendebur * Sümsük, sünepe, pis, iğrenç.
    mendeburluk * Mendebur olma durumu.
    mendelevyum * Atom numarası101, kütle numarası256 olan, izotopu 1957’de yapma olarak elde edilmişolan element.
    KısaltmasıMd.
    menderes * Bir akarsu yatağının az eğimli koyak tabanlarında ve ova düzlüklerinde çizdiği S harfine benzeyen kıvrım.
    mendil * Burun ve ter silmekte, bazen de el ve yüz kurulamakta kullanılan küçük, kare biçiminde dokuma veya
    yumuşak, ince kâğıt.
    * İçine bazışeyler konulan dokuma, yağlık.
    mendil atmak * herhangi bir duyguyu, gizli bir mesajıhaberleşilen insana çeşitli anlamları olan renkli mendille bildirmek.
    mendil kadar * (alan için) çok küçük.
    mendil sallamak * birini uzaktan mendil sallayarak selâmlamak veya uğurlamak.
    mendilli * Mendili olan.
    mendilsiz * Mendili olmayan.
    mendirek * Dalgakıranla yapılmışliman.
    menecer * Yönetici.
    * Bir sporcunun veya sanatçının meslekî işlerini yöneten kimse, menajer.
    * Bir spor dalının, takımının teknik yöneticisi.
    menecerlik * Menecer olma durumu.
    * Menecerin görevi.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 33

    menedilme * Menedilmek işi.
    menedilmek * Yasak edilmek, yasaklanmak, önüne geçilmek.
    menejer * Bkz. Menecer.
    menekşe * Menekşegillerden, bir veya çok yıllık otsu bitki (Viola tricolor).
    * Bu bitkinin mor renkli, güzel kokulu çiçeği.
    menekşe gözlü * Gözleri koyu lâcivert renkte olan.
    menekşe gülü * Tırmanıcı, küçük çiçekli bir gül (Rosa chinensis).
    menekşe rengi * Menekşe çiçeğinin mor rengi.
    * Bu renkte olan.
    menekşegiller * Çiçekleri ayrıtaç yapraklı iki çenekli bitkiler familyası.
    menemen * Yumurtalısivri biber, domates yemeği.
    menengiç * Bkz. melengiç.
    menenjit * Ateş, şiddetli başağrısı, kusma, ense katılaşması, sayıklama gibi belirtilerle ortaya çıkan beyin zarları
    iltihabı.
    menent * Benzer, eş.
    menetme * Menetmek işi.
    menetmek * Yasak etmek, yasaklamak, engel olmak.
    meneviş * Bir yüzeyde renk dalgalanmasısonucu görülen parlaklık, hare.
    * Terementi ağacının tohumu.
    menevişlenme * Menevişlenmek işi.
    menevişlenmek * Bir yüzeyde renk dalgalanmaları oluşmak, harelenmek.
    menevişli * Menevişleri olan.
    menfa * Bir kimsenin sürgüne gönderildiği yer, sürgün yeri.
    menfaat * Yarar, çıkar, kâr, fayda.
    menfaat düşkünü * Sadece kendi çıkarınıdüşünen, her şeyi kendine yontan kimse.
    menfaat gütmek (veya gütmemek) * çıkarınıön plânda tutmak (veya tutmamak).
    menfaatçi * Çıkarcı, çıkarına düşkün (kimse).
    menfaatine * yararına.
    menfaatperest * Çıkarcı.
    menfaatperestlik * Çıkarcılık.
    menfaatperver * Çıkarına düşkün.
    menfaattar * Menfaatçi.
    menfez * Girecek veya geçecek yer, delik, açma.
    menfi * Olumsuz.
    * Her şeyi olumsuz ve kötü yanlarıyla ele alan.
    * Sürgün edilmiş.
    * Negatif.
    * Olumsuz.
    menfilik * Bkz. olumsuzluk.
    menfur * Nefret edilen, iğrenç, tiksindirici.
    mengene * Onarma, işleme, düzeltme gibi işlemlerin uygulanacağınesneyi sıkıştırıp istenildiği gibi tutturmaya yarayan
    bir çeşit sıkıştırıcıalet.
    * Yağınıveya suyunu çıkarmak için ürünleri sıkmaya yarayan alet veya araç, pres.
    mengene gibi * kuvvetle iyice sıkıştırarak.
    menhiyat * Din yasakları.
    menhus * Uğursuz.
    meni * Döl suyu, bel suyu, atmık, sperma.
    menisk * Bir yüzü içbükey, öbür yüzü dış bükey olan mercek.
    * Bazıeklemlerde kemik arasında bulunan kıkırdak bölüm.
    menisküs * Diz meniski travması.
    menkı be * Din büyüklerinin veya tarihe geçmişünlü kimselerin yaşamlarıve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikâye.
    menkul * Bir yerden başka bir yere taşınmışolan.
    * Ağızdan ağıza geçerek gelmiş, söylenegelmiş.
    * Bir yerden bir yere taşınabilen (mal), taşınır.
    menolunma * Menolunmak işi.
    menolunmak * Yasak olmak, yasaklanmak.
    menopoz * Kadınlarda gebe kalma ve doğurma yeteneğinin sona ermesi, yaşdönümü.
    menopoza girmek * kadınlar için aybaşıhâlinin ve yumurtlamanın tamamen sona erdiği dönem başlamak.
    mensubiyet * Bir yerle, bir kimse ile ilgili, ilişkili olma durumu, ilgililik.
    mensucat * Dokuma, dokumalar, tekstil.
    mensup * Bir yerle veya bir kimseyle bağlantısı olan, ilişkili, -den olan, -e bağlı(kimse).
    mensup olmak * bir şey veya kimseyle bağıntısı olmak.
    mensur * Düz yazı biçiminde olan, manzum olmayan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 34

    mensur şiir * Şiir yönü ağır basan düz yazı, şiirce.
    menşe * Başlangıç, bir şeyin çıktığıyer, köken, kaynak, sebep.
    menşe şahadetnamesi * Bkz. köken belgesi.
    menşeli * Kökeni olan, kökenli.
    Menşevik * Menşeviklik yanlısı olan kimse.
    Menşeviklik * Rus sosyalizmi içinde Bolşevikliğe karşıt olarak gelişen akım.
    menşur * Yayılmış, dağıtılmış, neşredilmiş.
    * Biçme.
    * Padişah tarafından verilen vezirlik, beylerbeyilik veya başka bir unvanı gösteren bir ferman türü.
    menteşe * Bir mille birbirine tutturulmuş, biri sabit, öbürü hareketli iki parçadan oluşmuşmetal parça, reze.
    mentol * Nane kokusu.
    * Nane ruhunda görülen CHO formüllü alkol billûru.
    mentollü * İçinde mentol bulunan.
    menus * Alışılmışolan.
    * Yabancılık çekmeyen, alışmış, alışık.
    menü * Yenecek yemeklerin listesi, mönü.
    * Sofraya çıkarılacak yemeklerin hepsi.
    menüsküs * Menisk.
    menzil * Yolculukta dinlenmek amacıyla durulan yer, konak.
    * İki konak arasındaki uzaklık.
    * Bir merminin ulaşabildiği uzaklık, erim.
    * Ordunun cephe gerisi işlerinin bütünü.
    * Bir günlük yol.
    * At değiştirmek veya konaklamak için kervanların ve posta tatarlarının indikleri bina veya han.
    * Ok atma yarışlarında erişilen mesafe.
    menzil atmak * ok atışyarışmalarında rekor kırmak.
    menzil dikmek * atılan ok ile kırılan rekorun yerini belirten taşdikmek.
    menzilci * Uzak yerlere menzil beygirleriyle giden posta tatarı.
    menzilci beygiri gibi koşmak * durup dinlenmeden çalışmak.
    menzile * Aşama, kerte, yükseklik derecesi.
    mepsuten * Yayılmış, açılmış.
    mera * Çayırlık, otlak.
    mera bitkileri * Meralarda kendiliğinden yetişen veya sun’î olarak yetiştirilen, yem değeri olan veya olmayan tüm bitki
    türleri.
    merak * Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek.
    * Bir şeyi edinmek, yapmak, bir şeyle uğraşmak isteği.
    * Düşkünlük, heves.
    * Kaygı, tasa.
    merak etme! (k kalın okunur) * kaygılanma!.
    merak etmek (k kalın okunur) * anlamak veya öğrenmek istemek.
    * kaygılanmak.
    merak getirmek * kara sevdaya tutulmak.
    merak olmak * anlamak veya öğrenmek istemek.
    merak sarmak (duymak veya salmak) * bir şeyi edinmek, yapmak veya onunla uğraşmak isteğine kapılmak, bir şeye eğilim duymak.
    meraka düşmek * kaygılanmak.
    merakına dokunmak (veya merakına mucip olmak ) * ilgisini çekmek.
    merakınıuyandırmak * merak etmesine sebep olmak, meraklanmak.
    meraklandırma * Meraklandırmak işi.
    meraklandırmak * Meraklanmasına yol açmak, kaygılandırmak, tasalandırmak.
    meraklanış * Meraklanmak işi veya biçimi.
    meraklanma * Meraklanmak işi.
    meraklanmak * Kaygılanmak, üzülmek, tasalanmak, sebebini anlamak için çaba harcamak.
    meraklı * Her şeyi anlamak ve bilmek isteyen, mütecessis.
    * Bir şeye çok düşkün olan, sürekli onunla uğraşan.
    * Titiz.
    * Kaygılı.
    * Bir şeye düşkün olan kimse.
    * Kendisini ilgilendirmeyen bir konuda bilgi sahibi olmaya çalışan kimse.
    meraksız * Anlamak, öğrenmek isteğini duymayan.
    * Kaygısız, aldırışsız.
    meraksızlık * Meraksız olma durumu.
    merakta bırakmak * kaygı içinde bırakmak.
    merakta kalmak * kaygı içinde olmak.
    meraktan çatlamak * çok kaygılanmak.
    * bir şeyi öğrenmek isteğini aşırıölçüde duymak.
    meral * Maral, dişi geyik.
    meram * İstek, amaç, gaye, maksat.
    meram anlatmak (veya meramınıanlatmak) * isteğini, derdini anlatmak.
    meram etmek * üstüne düşmek, yapmak istemek.
    merasim * Tören.
    * (resmî işler için) Yol yöntem, yol yordam.
    merasim salonu * Bkz. tören salonu.
    merasimli * Kurallara, törelere aşırı bağlı olan.
    merasimsiz * Törensiz.
    * Resmî davranıştan uzak, yalın, sade.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 24

    mavi boncuk kimde? * (birçoklarına ayrıayrı”en çok sevdiğim sensin” diyen kimsenin) şimdi en çok sevdiği kim?.
    mavi hastalık * Kalbi ikiye ayıran bölmenin kapanmasısonucu temiz ve kirli kanın birbirine karışmasına yol açan hastalık.
    mavi küf * Özellikle tütün fidelerinde üreyerek, yaprak hastalığına yol açan asalak mantar.
    mavikantaron * Birleşikgillerden, baharda buğday tarlalarında mor renkli çiçekler açan bir bitki, belemir, peygamber çiçeği
    (Centaurea cyanus).
    mavileşme * Mavileşmek işi.
    mavileşmek * Mavi duruma gelmek.
    mavili * Üzerinde mavi renk olan (şey).
    * Mavi renkte giysi giymişolan (kimse).
    mavilik * Mavi renkte olma durumu.
    mavimsi * Mavi gibi olan, rengi maviye çalan.
    mavimtırak * Maviyi andıran.
    maviş * Ak tenli, mavi gözlü olan (kimse).
    mavişmaviş(bakmak) * mavi gözlerle (bakmak).
    mavna * Gemilere ve yakın kıyılara yük taşıyan, güvertesiz büyük tekne.
    * Büyük, üç köşe yelkenli yük gemisi.
    mavnacı * Mavna işleten (kimse).
    mavruka * Kurşundan dökülmüşuzun ve yuvarlak, iki ucu delikli, mazgallanıp cıvayla parlatılmışveya sarımadenden
    döküm yapılıp nikelâjlanmış, 80-130 gr ağırlığında bir av aleti.
    mavuna * Mavna.
    mavzer * Atışhızıdakikada ortalama altımermi olan ve orduda kullanılan bir tüfek tipi.
    maya * Bazı besinlerin yapımında mayalanmayı sağlamak için kullanılan madde, ferment.
    * Yaradılış, öz nitelik.
    * İçerdikleri enzimlerin katalizör niteliği etkisiyle şekerleri karbondioksit ve alkole dönüştüren bir hücreli
    bitki organizmaları.
    * Arsız, utanmaz kimse.
    maya * Damızlık dişi hayvan.
    * Dişi deve.
    maya * Bir tür halk türküsü.
    maya ağacı * Meyvelerinden yemek yağıçıkarılan bir tür hurma ağacı(Elaels).
    mayabozan * Bir mayanın etkisine karşıkoyan, protein yapısında madde.
    mayalama * Mayalamak işi.
    mayalamak * Maya koymak, içine maya karıştırmak.
    mayalandırma * Mayalandırmak işi.
    mayalandırmak * Mayalanmasını sağlamak.
    mayalanma * Organik maddelerin bazımikroorganizmalarca salgılanan enzimler etkisiyle uğradığıdeğişiklik, tahammür,
    fermantasyon.
    * Sıvıveya hamur durumda bulunan organik maddelerin kendiliğinden kabarıp köpürerek gaz çıkarması
    olayı.
    mayalanmak * Mayanın etkisiyle ekşiyip kabarmak.
    mayalı * İçine maya karıştırılmış.
    * Maya ile ekşiyip kabarmış.
    * Daire şeklinde açılan mayalanmışhamurun, sac veya fırında pişirilmesiyle elde edilen ekmek.
    mayalık * Maya olarak kullanılmak için ayrılmış, maya olmaya yarar.
    * Damızlık hayvan.
    mayası bozuk * Kötü yaradılışlı, karaktersiz.
    * Hain.
    mayasıl * Birdenbire ortaya çıkarak gelişen kızartı, kaşınma, sulanma, kabuk bağlama gibi doku bozukluklarıyla
    kendini gösteren ve bulaşıcı olmayan bir deri hastalığı, egzama.
    * Basur.
    mayasıl otu * Bir deri hastalığına karşıkullanılan bitki türlerine (özellikle Ajuga, Hypericum, Digitalis, Teucrium) verilen
    ad.
    mayasız * İçinde maya bulunmayan.
    maydanoz * Maydanozgillerden, 50-80 cm yükseklikte, ufak yeşil yapraklı, özel kokulu iki yıllık otsu bir bitki
    (Petroselinum crispum).
    maydanozgiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, çiçekleri şemsiye durumunda olan, anason, kereviz, maydanoz ve
    kimyon gibi bitkileri içine alan bir familya.
    mayhoş * Tadışekerli ve az ekşi olan.
    * (dostluk ilişkisi için) Bozulmuşveya bozulmaya yüz tutmuşolan.
    mayhoşluk * Mayhoşolma durumu.
    mayın * Toprak altına, üstüne veya suyun içine yerleştirilen, doğrudan doğruya, çarpma veya basınç etkisiyle
    patlayarak zarara yol açan patlayıcımadde.
    mayın dökmek * denize mayın bırakmak, denizi mayınlamak.
    mayın gemisi * Denize mayın dökmek için özel olarak yapılmışgemi.
    mayın tarlası * Patlayıcımaddelerin döşendiği veya çokça bulunduğu yer.
    mayıncı * Mayın dökmeye yardım eden veya mayın döşeyen kimse.
    mayınlama * Mayınlamak işi.
    mayınlamak * (bir yere) Mayın dökmek veya döşemek.
    mayınlanma * Mayınlanmak işi.
    mayınlanmak * Mayınlamak işi yapılmak.
    mayınlı * Mayınlanmışyer.
    mayınsız * Mayını olmayan, mayınlanmamışyer.
    mayıs * Yılın 31 gün süren beşinci ayı.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 25

    mayıs * Taze sığır gübresi.
    mayıs böceği * Kın kanatlılardan, uzunluğu 20-25 mm olan, gelişmesi üç beşyıl süren, bitkilere zararlı bir böcek
    (Melolontha vulgaris).
    mayıs böcekleri * Otçul özellikleri dolayısıyla bitki sağlığıyönünden önem taşıyan böcekler topluluğu.
    mayıslı * Bol gübreli.
    mayışma * Mayışmak işi.
    mayışmak * Çok yemekten, sıcaktan veya zevkten gevşemek.
    mayi * Sıvı.
    mayistra * Grandi direğinin en alt sereni ve bu serene çekilen yelken.
    * Kuzeybatırüzgârı.
    maymun * İnsandan başka bütün primatlara verilen genel ad.
    * Çirkin ve gülünç.
    * Taklitçi.
    maymun balığı * Yuvarlak başlı bir cins köpek balığı(Squatina vulgaris).
    maymun gibi * tuhaf, gülünç hareketler yapanlar için söylenir.
    * taklitçi.
    maymun gözünü açtı * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır.
    maymun iştahlı * Hevesi çabuk geçen, kararsız.
    maymuna benzetmek (çevirmek veya döndürmek) * gülünç ve çirkin duruma sokmak.
    maymuna dönmek * çirkin ve gülünç duruma girmek.
    * uslanmak.
    maymuncuk * Küçük maymun.
    * Her kilidi açmaya yarayan, demirden, eğri ve sivri araç.
    * Ergin evrede bağüzümlerinin yaprak ve sürgünlerini, kurtçuk evresinde kökleri kemiren, parlak siyah kın
    kanatlı böcek (Otiorrhyncus peregrinus).
    maymunlar * Omurgalıhayvanlardan, memeliler sınıfının etenliler alt sınıfına giren bir takım, primatlar.
    maymunlaşma * Maymunlaşmak işi.
    maymunlaşmak * Maymuna benzemek, maymun gibi davranmak.
    * Taklitçi davranmak.
    maymunlaştırma * Maymunlaştırmak durumu.
    maymunlaştırmak * Maymun davranışları ile hareket ettirmek.
    maymunluk * Güldürmek veya dikkati çekmek için yapılan tuhaflık.
    maymunsu * Maymun gibi, maymuna benzer.
    mayna * Yelken indirme, fora karşıtı.
    * İndir.
    * Bırakılma, son verilme.
    mayna etmek * herhangi bir şeyi halat ve palanga aracılığıyla denize veya yere indirmek.
    * (fırtına için) yatışmak.
    mayo * Genellikle denize girerken ten üzerine giyilen, vücudun gerekli kısımlarınısıkıca örten giysi.
    mayocu * Mayo diken veya satan kimse.
    mayoculuk * Mayo üretmek, dikmek veya satmak işi veya mesleği.
    mayonez * Yumurta sarısı, zeytinyağıve limonla yapılan bir çeşit koyu, soğuk salça.
    mayonezli * Mayonez katılmışveya karıştırılmış.
    mayşor * Alman gümüşü.
    maytaba almak * biriyle alay etmek, eğlenmek.
    maytap * Yandığında renkli ve parlak ışıklar saçan, şenlik gecelerinde yakılan havaî fişek.
    -maz / -mez * Olumsuz genişzaman eki: anla-maz-sın , oku-maz-sınız , yaz-maz , bil-mez-ler vb.
    * Fiilden sıfat türeten ek: çık-maz (sokak) tüken-mez (kalem) vb.
    mazak * Kırlangıç balığı gillerden, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Marmara denizinde yaşayan, kırmızırenkli,
    lezzetli bir balık (Trigla lineata).
    mazarrat * Zarara uğrama, zarar.
    mazbata * Tutanak.
    mazbata muharriri * Bir komisyon kararının gerekçesini kaleme alan üye.
    mazbut * Ele geçirilmiş, zapt edilmiş.
    * Bir yere yazılmış, deftere geçirilmiş.
    * Unutulmamış, hatırda kalmış.
    * Düzenli, düzgün, beğenilen.
    * Doğa olaylarından etkilenmeyecek biçimde korunmuşolan (yapı).
    mazeret * Kendini veya başka birini özürlü göstermek için ileri sürülen sebep, özür.
    * Bir kimseyi özürlü gösteren durum veya olay.
    * Bir şeyden kurtulmak veya kaçınmak için ileri sürülen gerekçe, bahane.
    mazeret bulmak * içinde bulunulan durumu açıklayacak bir sebebi ortaya koymak.
    mazeret kâğıdı * Öğrencinin okula gelemeyişinin sebebini bildiren ve velisi tarafından imzalanarak okul yönetimine verilen
    belge, tezkere.
    mazeretli * Mazereti olan, mazur.
    mazeretsiz * Mazereti olmayan.
    mazgal * Kale duvarlarında iç yanı geniş, dışyanıdar delik.
    mazgallı * Mazgalları olan.
    mazhar * Bir şeyin ortaya çıktığı, göründüğü yer veya kimse.
    * (bir iyiliğe) Erişmiş, erişen (kimse).
    mazhar olmak * iyi bir şeye ermek, ulaşmak.
    mazhariyet * Erişme, elde etme.
    mazı * Servigillerden, yapraklarıalmaşık ve küçük pullar biçiminde, gövdesi düz olan, dipten dallanan bir süs
    bitkisi (Thuya).
    * Hayvansal ve bitkisel asalakların bitkilerde oluşturduğu ur.