meslek icabı | * mesleğinin gereği olarak. |
meslek içi eğitim | * Meslekteyken görevlinin kendini geliştirmesi için çağrıldığıkurs. |
meslek seçmek | * geçimini sağlamak için yeteneklerine ve isteğine göre bir işi sürekli yapmak. |
meslekî | * Mesleğe ilişkin, meslekle ilgili olan. |
mesleksel | * Meslekî, meslekle ilgili. |
mesleksiz | * Mesleği olmayan, işsiz güçsüz (kimse). |
mesleksizlik | * Mesleksiz olma durumu. |
meslektaş | * Aynımeslekten olan. |
meslektaşlık | * Meslektaşolma durumu. |
mesmu | * İşitilmiş, duyulmuşolan. |
mesnet | * Dayanak. * Mevki, makam. |
mesnetli | * Dayanağı olan. |
mesnetsiz | * Dayanağı olmayan. |
mesnevî | * Her beyti ayrıuyaklı bir divan edebiyatınazım biçimi. * Bu türdeki eserlerin genel adı. |
mesrur | * Sevinmiş, sevinçli. |
mest | * Sarhoş, kendinden geçmiş, esrik. |
mest | * Üzerine ayakkabı giyilen kısa konçlu, hafif ve yumuşak bir tür ayakkabı. |
mest etmek | * kendinden geçirmek. |
mest olmak | * kendinden geçmek, sarhoşolmak. |
mestane | * Sarhoşgibi, kendinden geçmişçesine. |
mestçi | * Mest yapan veya satan kimse. |
mestçilik | * Mest yapma veya satma işi. |
mestur | * Örtülü, kapalı, gizli. |
mesture | * Örtülü. * Bkz. Tahsisatımesture. |
mes’udane | * Mes’ut bir biçimde, mes’ut olarak. |
mes’ul | * Sorumlu. |
mes’ul olmak | * sorumlu olmak. |
mes’ul tutmak | * sorumlu görmek. |
mes’uliyet | * Sorum, sorumluluk. |
mes’uliyet almak | * sorumluluk yüklenmek. |
mes’uliyetli | * Sorumlu. * Sorumluluk gerektiren. |
mes’uliyetsiz | * Sorumsuz. * Sorumluluk gerektirmeyen. |
mes’uliyetsizlik | * Sorumsuzluk. |
mes’ut | * Mutlu, sevinçli, ongun. |
mes’ut etmek | * mutlu kılmak. |
mes’ut olmak | * mutlu olmak, onmak. |
meşakkat | * Güçlük, sıkıntı, zorluk. |
meşakkat çekmek | * sıkıntı içinde olmak. |
meşakkate katlanmak | * güçlüğe, sıkıntıya göğüs germek. |
meşakkatli | * Güç, sıkıntılı. |
meşakkatsiz | * Güç olmayan, sıkıntısız. |
meş’ale | * Ucunda, alev çıkararak yanıcı bir madde bulunan, aydınlatmaya yarayan değnek. |
meşale çekmek | * önderlik etmek, önayak olmak. |
meşaleci | * Ortalığı aydınlatmak için çıra vb. yakmakla görevli kimse. |
meşatlık | * Musevîlere özgü mezarlık, maşatlık. |
meş bu | * Dolmuş, dolu. * Doymuş. |
meşe | * Kayıngillerden, üç yüz kadar türü arasında, kışyaz yapraklarınıdökmeyenleri de bulunan, kerestesi dayanıklı bir orman ağacı(Quercus). * Bu ağaçtan yapılmışolan. |
meşe kömürü | * Meşenin yakılması ile elde edilen dayanıklıkömür. |
meşe odunu | * Meşe ağacından elde edilen dayanıklı odun. * Anlayışsız, görgüsüz ve kaba saba kimse. |
meşe palamudu | * Meşe türü bir cins palamut. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 39
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 40
meşecik * Bkz. Kurtluca. meşelik * Meşe korusu veya meşe ormanı. meşgale * Uğraşılan şey, işgüç, uğraşı. meşgul * Bir işle uğraşan, işgörmekte olan.
* Çalışır, kullanılır durumda olan, dolu.meşgul etmek * vaktini almak.
* uğraştırmak.
* oyalamak.meşgul olmak * vaktini vermek, uğraşmak, oyalanmak. meşguliyet * Meşgul olma, uğraşma durumu.
* Uğraş.meşher * Sergi. meşhet * Şehit düşülen yer veya şehidin gömüldüğü yer. meşhur * Ünlü, tanınmış, herkesçe bilinen, angın.
* Ünlü, tanınmışkimse.meşhur olmak * ün kazanmak, tanınmak, ün almak, ünlenmek. meşhurluk * Meşhur olma durumu, ünlülük, tanınmışlık. meşhut * “tanık olunan” Görülen, gözle görülmüş, tanık olunmuş. meşhut cürümler mahkemesi * Bkz. suçüstü mahkemesi. meşhut suç * Bkz. suçüstü, cürmümeşhut. meşihat * Şeyhlik.
* Şeyhülislâmın makamı, şeyhülislâmlık.meşime * Döl yatağı.
* Etene, son, döl eşi.meşin * Sepilenmişkoyun derisi.
* Bu deriden yapılmışolan.meşin gibi * kararmışve sertleşmiş(insan derisi).
* iyi pişirilmeyip çiğkalmışet.meşin suratlı * Utanmaz, şerefsiz (kimse). meşin yuvarlak * (futbolda) Top. meşk * Bir öğretmenin, aynınıyazmaları için öğrencilerine verdiği yazıörneği.
* (yazıve müzikte) Alışmak ve öğrenmek için yapılan çalışma, el alıştırması.
* Yazıveya müzik dersi.meşk almak * ders almak. meşk etmek * alışmak veya öğrenmek için çalışmak. meşk vermek * ders vermek. meşkûk * Şüphe uyandıran, şüpheli. meşkûr * Beğenilmiş, övülmüş. meşrep * Yaradılış, huy, karakter, mizaç.
* Davranış biçimi.meşru * Yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu. meşru müdafaa * Uğranılan bir saldırıkarşısında kişinin kendisini korumak için başvurduğu yol. meşru saymak * geçerli bulmak. meşrubat * İçilecek şeyler, içecekler. meşrubatçı * Meşrubat hazırlayan, üreten veya satan kimse. meşruhat * Bir maddenin açıklanması için yazılanlar, açıklamalar. meşruiyet * Meşru, geçerli olma durumu. meşrulaşma * Meşrulaşmak işi. meşrulaşmak * Meşru duruma gelmek. meşrulaştırma * Meşrulaştırmak işi. meşrulaştırmak * Meşru duruma getirmek. meşrut * Şarta bağlı, şartlı. meşruta * Satılmamak şartı ile bir kimseye, mirasçılara veya bir kuruluşa verilmişmülk. meşruten * Şarta bağlı olarak. meşruten tahliye * Özgürlüğü bağlayıcıcezanın bir bölümünü iyi hâl ile geçiren hükümlünün, şartlara uymamasıdurumunda
yeniden hapsedilmesi şartıyla salıverilmesi.meşrutî * Meşrutiyetle ilgili olan. meşrutiyet * Hükümdarla yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükûmet
biçimi.
* Osmanlıİmparatorluğunda 1876 Anayasasıyla başlayan ve 1918 Mondros Mütarekesine kadar süren ve I.
ve II. Meşrutiyet dönemi adlarıyla anılan süre.meşrutiyetçi * Meşrutiyet yanlısı olan kimse. meş’um * Uğursuz, kötü. meşveret * Bir konu hakkında birinin düşüncesini sorma, danışma. meşveret etmek * danışmak. met * Gelgit olayında denizin kabarması. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 35
merbut * Bağlı, bağlanmış.
* İlişik, ilişkin.merbut olmak * bağlı bulunmak. merbutiyet * Bağlılık, ilgi. mercan * Tropik ve ılık denizlerde yaşayan, genişresifler oluşturan, mercanlar sınıfının örneği olan, kırmızıkalker
iskeletli hayvan (Corallium rubrum).
* Bu hayvanın iskeletinden elde edilen, süs eşyalarıyapımında kullanılan madde.
* Bu maddeden yapılmış.
* İzmaritgillerden, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de bulunan, açık kırmızırenkte, eti beğenilen
bir balık (Pagrus pagrus).mercan adası * Su yüzüne kadar çıkan mercan resiflerinden oluşmuşada, atol. mercan ağacı * Fasulyegillerden, sıcak ülkelerde yetişen, çiçekleri parlak kırmızı, tırmanıcı bir süs bitkisi (Erythrina). mercan balığı * 343 mercan. mercan iğnesi * Soldan sağa ve köşelerde birer düğüm oluşturarak yapılan zikzak işleme. mercan otu * Karanfilgillerden, nemli yerlerde yetişen, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri beyaz, çok yıllık otsu bir bitki
(Sagyna procumbens).mercan resifi * Yıllık ortalama deniz suyu sıcaklığı200 C nin üzerinde bulunan bölgelerde kıtasal kenardaki adaların sığ
sahillerinde, kalkerli bitkisel ve hayvansal organizmaların yığılımı.mercan teknesi * Mercan avlamak için yapılan özel bir tür tekne. mercan terliği * Ayak topuğunu kavrayan, arka bölümü olmayan, ökçesiz, genellikle kırmızıderiden terlik. mercan tespih * Mercandan yapılan otuz üçlük veya doksan dokuzluk değerli tespih. mercan yeşili * Mercan renginde olan yeşil renk. mercan yılanı * Kırmızı olan vücudunda halka biçiminde siyah lekeler bulunan bir Amerika yılanı(Elaps corallinus). mercancı * Mercan avlayan kimse.
* Mercan işleyen kimse.mercanköşk * Ballı babagillerden, küçük yapraklı, güzel kokulu bir saksı bitkisi, şile, merzengûş(Origanum majorana). mercanlar * Örnek hayvanımercan olan, selenterelerden bir sınıf. mercanlı * İçinde mercan bulunduran. mercek * İçinden geçen paralel ışınları düzenli bir biçimde birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran,
camdan veya ışık kırıcıherhangi bir maddeden yapılmış, genellikle küresel yüzeylerle sınırlanmışsaydam cisim, lens.mercekli * Merceği olan. merci * Başvurulacak yer veya makam. mercimeği fırına vermek * kadınla erkek gizlice aşk ilişkisi kurmak. mercimek * Baklagillerden, beyaz çiçekli bir tarım bitkisi (Lens culinaris).
* Bu bitkinin, besin değeri yüksek, ufak, yeşil veya kahverenkli, yuvarlak ve yassıca tohumu, yasmık.mercimek çorbası * Kırmızıveya yeşil mercimeğin ana malzemesini oluşturan, soğan, un, tereyağı, et suyu, tuz, kırmızıveya
karabiber ile hazırlanan çorba.mercimek kadar * çok küçük ve yuvarlak. mercimek kemiği * Orta kulakta örs ve üzengi kemiği arasında bulunan küçük kemik. mercimek köfte * İçine önceden hafifçe pişen mercimek, soğan, ince bulgur ve baharat katılarak yoğurulan köfte. mercimek köftesi * Kırmızımercimeğin hafifçe pişmesinden sonra soğan, maydanoz, taze nane ve yeşil soğan karışımına
katılıp iyice yoğrulmasısonunda hazırlanan bir yemek türü.merdane * Erkeğe yakışır biçimde, mertçe, yiğitçe. merdane * Türlü işlerde kullanılan, silindir biçiminde araç.
* Oklava.merdaneleme * Merdanelemek işi. merdanelemek * Bir şeyin üzerinden merdane (II) geçirmek. merdiven * Bir yere çıkmaya veya bir yerden inmeye yarayan basamaklar dizisi. merdiven altı * Katlar arasındaki merdivenlerin altında kalan boşluk. merdiven boşluğu * Çok katlıevlerde bulunan merdivenler çevresinde bulunan boşluk. merdiven dayamak * (büyük bir yaşiçin) bu yaşa basmak veya yaklaşmak. merdiven evi * Merdiven yapılan duvarlarla çevrili kısım. merdiven korkuluğu * Demir veya ahşap merdivenlerin boşluk kenarındaki çıkıntıların üstündeki bölüm, trabzan. merdiven kovası * Dönerek çıkılan merdivenlerde yukarıdan aşağıya bakıldığında ortada görülen boşluk. merdiven sahanlığı * Merdiven boşluğu veya başı. merdivenci * Yapılardaki beton merdivenleri döken kimse. merdivenli * Merdiveni olan. merdivensi * Merdiveni andıran. merdümgiriz * İnsanlara karışmaktan hoşlanmayan, insanlardan kaçan (kimse), mizantrop. merek * Samanlık, odunluk, hayvan yemi deposu veya ahır. meres * (köpek için) Yaş. meret * Sıkıntıveren, hoşlanılmayan şeyler veya kimseler için sövgü sözü olarak kullanılır.
* Uğursuz.mergup * Sevilip aranan, istenilen, beğenilen. merhaba * Yayılın, rahat oturun!” “Günaydın” veya “hoşgeldiniz” anlamında bir esenleşme veya selâmlaşma sözü. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 28
medeniyetsiz * Uygarlaşmamış. medeniyetsizlik * Medeniyetsiz olma durumu. medet * Yardım, imdat.
* Yardım et, imdat.medet Allah! * zor bir durumda bulunulurken söylenir. medet ummak (veya beklemek) * yardım beklemek. medhüsenâ * Övgü. medih * Bkz. meth. Medine dilencisi * üstü başıperişan, kötü giyimli insanlar için söylenir. Medine kurdu * İnsan ve birçok başka memelinin, deri altıkatılgan dokusunda yaşayan sıcak ülkeler solucanı(Filaria
medinensis).mediyastin * Göğsün, yanlardan akciğerler, önden göğüs kemiği, arkadan omurga ile sınırlanan orta bölgesi. medlûl * Anlam. medrese * İslâm ülkelerinde, genellikle İslâm dini kurallarına uygun bilgilerin okutulduğu yer.
* Fakülte.medreseli * Medrese öğrencisi. medreseye düşmek * içinden çıkılmaz boştartışmaların konusu olmak. medüz * Denizanası. medya * Büyük iletişim ve yayın organlarının bütününe verilen ad.
* İletişim ortamı, iletişim araçları, kitle iletişim araçlarının tümü.medya camiası * Bkz. basın dünyası. medya maydonozu * Televizyonlarda sık sık programlara katılarak kendinden söz ettiren kimse. medya starı * Kitle iletişim araçlarında çok sık yer alan, görünen kimse, medya yıldızı. medyacı * Medya görevlisi. medyatik * İletişim araçlarına özgü, iletişim araçlarıyla ilgili. medyum * Ruh ötesi iletişim kurma deneylerinde, ruhlarla insanlar arasında aracılık ettiğini ileri süren kimse. medyumluk * Medyum olma durumu. medyun * Verecekli, borçlu. medyun olmak * kendini borçlu hissetmek. mefahir * Övünülecek şeyler, övünceler. mefharet * Övünme, övünce, iftihar etme. mefhum * Kavram. mefhumcu * Mefhumlara bağlıkalan kimse. mefhumculuk * Mefhumcunun işi. mefkûre * Ülkü, ideal. mefkûreci * Mefkûre sahibi olan. mefkûrecilik * Mefkûre sahibi olma işi veya görevi. meflûç * İnmeli, felçli. mefret * Kocaman, iri, büyük, muazzam. mefruş * Döşeli. mefruşat * Ev döşemek için gerekli eşya, döşeme. mefruşatçı * Mefruşat satan kimse, döşemeci. mefruşatçılık * Mefruşatçının işi. mefsuh * Feshedilmiş, kaldırılmış, dağıtılmış, bozulmuş. meftun * Tutkun, gönül vermiş, vurulmuş. meftun etmek * kendine bağlamak. meftun olmak * tutulmak, gönül vermek, vurulmak. meftuniyet * Meftunluk. meftunluk * Tutkunluk, gönül vermişlik. mef’ul * Yapılmış, işlenmiş.
* Bir işin etkisinde olan.
* Tümleç.mega * Bir birimin önüne geldiğinde, bu birimi bir milyonla çarpan ön ek, dev, devasa. KısaltmasıM. mega store * 343 Büyük mağaza. megafon * Sesi büyütüp uzağa iletmeye yarayan koni biçiminde alet. megahertz * Değeri bir milyon hertz olan frekans birimi. KısaltmasıMHz. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 29
megaloman * Megalomaniye tutulmuşolan (kimse). megalomani * Büyüklük hastalığı. megaton * Bir milyon ton değerinde kütle birimi.KısaltmasıMt.
* Nükleer bir bombanın veya merminin gücünü ölçmeye yarayan birim.megatonluk * Herhangi bir megaton değerinde olan. megavat * Bir milyon vat değerinde elektrik güç birimi.KısaltmasıMW. megavatlık * Herhangi bir megavat değerinde olan. meğer * Bilinmeyen, farkında olunmayan bir durum için kullanılır, meğerse, oysaki. meğerki * İstek veya emir kipinde olan ve biri diğerini engelleyecek durumda bulunan iki cümleyi birbirine bağlar. meğerse * Meğer, hâlbuki; oysa. mehabet * Büyük ve saygıdeğer kimselere duyulan saygı.
* Büyüklük, ululuk, yücelik.mehabetli * Büyük, ulu, yüce. mehaz * (bir eser yazılırken başvurulan) Kaynak. mehdî * Doğru yolda olan, hidayete ermişolan. mehel * Uygun, yerinde, denk. mehil * Bir işin bitirilmesi için tanınan ek süre, önel. mehil müddeti * Önceden tanınan süre, zaman tanıma. mehil vermek * süre tanımak. mehle * Kasaplık hayvanların omuz başından çıkan külbastılık veya pastırmalık yumuşak et. Mehmetçik * Sevgi duygusu ile Türk askerine verilen ad. mehr * 343 mihr. mehtaba çıkmak * ay ışığında gezip dolaşmak. mehtap * Ay ışığı. mehtaplı * Mehtabı olan. mehter * Mehterhane takımında görevli kimse.
* Osmanlılarda, çadırlara bakan uşak.mehter musikisi * 343 mehter müziği. mehter müziği * Klâsik Türk müziği makamları ile usullerinin kullanıldığıtek sesli bir müzik türü. mehter takımı * Mehterhane. mehter yürüyüşü * İki adım ileri, bir adım geri yapılan yürüyüş. mehteran * Mehterler. mehterbaşı * Mehter takımının yetiştirilmesinden ve çalışmasından sorumlu kimse. mehterhane * Osmanlılarda kös, nakkare, zil, zurna ve borulardan kurulan askerî mızıka takımı.
* Bu takımın bulunduğu yer.
* Hapishane.-mek * Bkz. -mak / -mek. mekân * Yer, bulunulan yer.
* Ev, yurt.
* Uzay, feza.mekân akustiği * İçinde bulunulan yerin ses düzeninin uyumu. mekân grupları * Bir yeri dolduran ögeler. mekân tutmak * bir yere yerleşmek. mekân zarfı * Yer zarfı. mekâncı * Mekân tutan kimse. mekanik * Kuvvetlerin maddeler ve hareketler üzerine etkisini inceleyen fizik dalı.
* Denge veya hareket kurallarıyla ilgili.
* El veya makine ile yapılan.
* Düşünmeden (yapılan).mekanikçi * Mekanikçiliğe ilişkin veya mekanikçilikten yana olan (görüş, kimse vb.). mekanikçilik * Bütün fiziksel olayları, uzay ve uzayda yer değiştirmelerle açıklayan görüş, mekanizm.
* Canlıvarlıkları, organik olayları, mekanik yasalara göre açıklayan öğreti, mekanizm.mekanikleştiricilik * Makine-insan ikilemini model alan maddeci kuram. mekanizasyon * Mekanik düzeni sağlama. mekanize * Savaşve taşıma gereçlerleriyle donatılmış(kıta veya birlik). mekanize birliği * Savaşve ulaştırma araçlarıyla donatılmış birlik. mekanizm * Mekanikçilik. mekanizma * Belli bir sonuca ulaşmak için karmaşık bir biçimde düzenlenmişorgan veya parçalar birleşimi, sistem,
düzenek.
* Organların işleyiş biçimi.
* Ateşli silâhların işlemesini sağlayan mekanik bölüm.
* Oluş, ortaya çıkış, işleyiş.mekik * El veya otomatik dokuma tezgâhlarında atkıveya argaç denilen ve enine olan iplikleri, uzunlamasına olan
arışların arasından geçirmeye yarayan masuralıaraç.
* Oya yapmakta kullanılan, kemik, ağaç veya plâstikten, iki ucu sivri, arasından iplik geçecek bir yarığı
bulunan küçük araç.mekik atmak * mekiği arışlar arasından hızla geçirmek.
* hiçbir yerde duramayıp iki yer arasında gidip gelmek.mekik diplomasisi * Bir sorunun çözümü için devletler arasında gerçekleştirilen seri diplomatik temaslar. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 30
mekik dokumak * iki yer arasında sürekli gidip gelmek. mekik gibi * sürekli gidip gelen şeyler için söylenir. mekik oyası * Dantel. mekkâre * Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan at, deve, katır gibi hayvanlara verilen ad; bu amaçla halktan
ücret karşılığında kiralanan yük hayvanı.mekkâreci * Yük hayvanıkiralayarak taşıma işi yapan kimse. meknuz * Gömülü, saklı. mekruh * İğrenç, tiksindirici.
* İslâm dininde, dince yasaklanmadığıhâlde yapılmaması istenen.meksefe * Kondansatör, içine elektrik enerjisi yığılan alet. Meksikalı * Meksika halkından olan (kimse). mektebi asmak * okula derslere girmemek için keyfî olarak gitmemek, okulu asmak. mektep * Okul. mektep çocuğu * Öğrenci, okul çocuğu.
* Acemi, toy.mektep görmemiş * okula gitmemiş.
* kaba, saygısız.mektep kaçağı * Okul kaçağı. mektep medrese görmüş * okumuş, öğrenim görmüş. mektepli * Okula giden (kimse), öğrenci.
* Okulda yetişmişolan, alaylıkarşıtı.mektepten çıkan eşek Marsuvan’dan çıkmaz * yüksek öğrenim yapmışolsalar bile bazılarıhiç eğitilmemişgibi davranabilirler. mektubu dışından okumak * bir kimsenin yüz çizgilerinden içinden geçeni anlamak. mektup * Bir şey haber vermek, bir şey sormak veya istemek için, birine çoğunlukla posta yoluyla gönderilen, zarfa
konulmuşyazılıkâğıt, name.mektup almak * yazılan mektup adrese gelip ele geçmek. mektup atmak * mektubu postaya vermek. mektupçu * Osmanlılarda, bir resmî dairenin yazı işlerini yönetmekle yükümlü yüksek görevli kişi.
* Bir il idaresinin yazı işlerini yöneten görevli.mektupçuluk * Mektupçunun görevi. mektuplaşma * Mektuplaşmak işi. mektuplaşmak * Birbirine mektup yazmak. mektupüstü * Mektubun gideceği adres. mel mel * Aptal aptal, bön bön.
* Üzgün üzgün, bel bel.mel mel bakmak * aptal aptal veya üzgün üzgün bakmak. melâike * Melekler.
* Melek gibi güzel (kadın).melâl * Can sıkıntısı, usanç. melâmet * Kınama, ayıplama, azarlama, çıkışma. Melâmî * Melâmîlik yanlısı olan kimse. Melâmîlik * Her türlü gösterişve dünya kaygılarından uzak kalmayıöğütleyen Sünnî tarikatı. mel’anet * Büyük kötülük, lânetlenecek işveya davranış. melânit * Doğal demir ve kalsiyum silikat. melânkoli * Kara sevda, malihulya. melânkolik * Kara sevdaya tutulmuş, kara sevdalı.
* Hüzün veren, hüzün belirtisi olan.melânurya * İzmaritgillerden, gümüşrenkli, eti kılçıklı bir Akdeniz balığı(Sparus melanuiya). melâs * Şeker üretiminde, billûrlaşan şeker alındıktan sonra kalan şekerli posa. melce * Sığınak, barınak. melek * Tanrı ile insan arasında aracılık yaptığına ve nurdan olduğuna inanılan manevî varlık.
* Terbiyeli, uysal (kimse).melek gibi * sessiz, sakin, çok temiz ve iyi huylu. melek otu * Maydanozgillerden, su kenarlarında yetişen, çiçekleri yeşilimtırak beyaz çok yıllık bir bitki (Angelica
sylvestris).meleke * Tekrarlama sonucu kazanılan yatkınlık, alışkanlık.
* Yeti.
* Yelken makarası.melekler gibi * günahsız, iyiliksever, iyi kalpli. melekût * Ruhlar ve melekler âlemi. meleme * Melemek işi.
* Koyun veya keçi sesi.
* Ağırkanlı, rahatına düşkün.melemek * (koyun veya keçi) Bağırmak. melengiç * Çitlembik. meles * Beli çökük at. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 31
meleş * İki kuzulu koyun. meleşme * Meleşmek işi. meleşmek * Birlikte melemek. melez * Değişik türden hayvan veya bitkiden üremiş(hayvan veya bitki), kırma, azma, metis.
* Değişik ırkta ana babadan doğmuşolan (kimse).
* Katışık.melezleme * Melezlemek işi. melezlemek * İki ayrıtürü çiftleştirip birleştirmek. melezleşme * Melezleşmek işi. melezleşmek * (bir bitki) Başka bir bitki türünün çiçekleriyle döllenmek.
* Yabancılaşmak.melezleştirme * Melezleştirmek işi veya biçimi. melezleştirmek * Melez duruma getirmek. melezlik * Melez olma durumu. melfuf * Sarılmış, bağlanmış, eklenmiş. melfufen * Eklenmişolarak. melhem * Bkz. merhem. melhuz * Mülâhaza edilen, düşünülen. melik * Padişah, hükümdar, hakan. melike * Kadın hükümdar, padişah karısı. melinit * Aslıpikrik asit olan patlayıcı bir madde. melisa * Oğul otu. melodi * Ezgi. melodik * Melodi ile ilgili, ezgili. melodram * Yunan trajedilerinde koro başı ile bir oyuncu arasında geçen şarkılıdiyalog.
* Müzik eşliğinde oyuncuların sahneye girip çıktıkları bir oyun türü.
* Çağdaştiyatroda, hareketli ve duygusal olaylara dayalı bir oyun türü.melon * Yuvarlak ve bombeli bir tür şapka. meltem * Yazın karadan denize doğru esen mevsim rüzgârı. mel’un * Tanrıtarafından lânetlenmişolan, lânetli.
* Nefretle karşılanan, kötü.
* Lânetlenmişkimse.mel’unca * Mel’una yakışır biçimde, melun gibi. melül * Üzgün.
* Boynu bükük, zavallı, yoksul.melül mahzun * Çok üzgün, sıkıntılı, ağlamaklı. melül melül * Üzgün üzgün. memalik * Memleketler. memat * Ölüm. memba * Kaynak, pınar.
* Bir şeyin çıktığıyer.memba suyu * İçinde erimişolarak mineraller bulunan, içme suyu olarak veya tedavi amacıyla kullanılan su. meme * Yavrularınıemzirmek için, memelilerin göğsünde türlü biçim ve sayıda bulunan ve meme başıdenilen
çıkıntıları olan organ.
* Bazıaraçların meme başına benzeyen bölümü.
* Vücudun herhangi bir yerinde oluşmuşküçük çıkıntı.
* Ateşli silâhların veya bazıpatlayıcıların ateşlendiği çıkıntı.
* Gemi çapasında kolların birleştiği şişkin yer.
* Bkz. Emcek, emcik.meme başı * Memenin ucundaki çıkıntı. meme bezi * Memenin süt salgılayan dokusu. meme süngeri * Meme başının çevresindeki koyu renkli yuvarlak bölüm. meme vermek * emzirmek. meme yapmak * motorlu araçlarda plâtin elektrik akımını geçirmeyecek ölçüde oksitlenmek, işlevini yapmaz olmak. memecik * Deri ve sümük doku üzerinde görülen küçük ve sivri çıkıntı. memede olmak * henüz meme ile beslenmek. memeden kesmek * artık emzirmemek. memeli * Memesi olan.
* Herhangi bir biçimde memesi olan.memeliler * Doğurarak üreyen, memeleri olan, sıcak kanlı, iki akciğerli, yüreğinde dört boşluğu olan, vücutları
genellikle tüylerle örtülü omurgalıhayvanlar sınıfı.mememsi * Meme başı biçiminde olan. memişhane * Ayak yolu, abdesthane. memleha * Tuzla. memleket * Bir devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke.
* Bir kimsenin doğup büyüdüğü yer, yurt.
* İklim ve üretim bakımından ele alınan bölge.
* Bir ülkede yaşayan bireylerin bütünü.memleket havası * Halk türküsü. memleketçi * Memleketin her bakımdan yükselmesini, gelişmesini isteyen, bu yolda çaba harcayan kimse. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 32
memleketçilik * Memleketçi olma durumu. memleketler arası * Uluslar arası. memleketli * Aynımemleketten olan (kimse), hemşehri.
* Memleket halkı.memlûk * Köle.
* (özel ad olarak) Kölemenlerden olan kimse.memnu * Men edilmiş, yasaklanmış, yasak. memnu meyve * Tanrı’nın yasaklamasına rağmen Adem’in, Havva’nın elinden yediği meyve.
* Elde edilmesi yasaklanan şey.memnu mıntaka * Girilmesi, film ve fotoğraf çekilmesi yasak olan yer, yasak bölge. memnuiyet * Yasak olma, yasak edilme durumu. memnun * Herhangi bir olaydan veya durumdan ötürü sevinç duyan, kıvançlı, mutlu. memnun etmek * (bir kimseyi) sevindirmek, kıvanç vermek.
* yüklüce para veya bol bahşişvermek.memnun memnun * Memnun bir biçimde, memnun olarak, memnuniyetle. memnun olmak * sevinmek, sevinç duymak, kıvanmak. memnunca * Memnun gibi, az çok memnun. memnuniyet * Sevinç, sevinme, kıvanç, kıvanma. memnuniyetle * Kıvanç duyarak, kıvançla. memnuniyetsiz * Memnun olmayan. memnuniyetsizlik * Memnun olmama durumu. memnunluk * Kıvanma, kıvanç. memorandum * Muhtıra, nota. memul * Umulan, düşünülen. memul etmek * beklemek, ummak. memul olmak * umulmak, beklenilmek. memur * Devlet hizmetinde aylıkla çalışan kimse, görevli.
* Bir işle görevlendirilmişolan, yükümlü.memur etmek * görevlendirmek. memure * Bayan memur. memurin * Memurlar. memuriyet * Memur olma durumu, memurluk.
* Görev, vazife.memurluk * Memur olma durumu. men * Yasaklama, izin vermeme. -men * Bkz. -man / -men (I). -men * Bkz. -man / -men (II). menafi * Yararlar, faydalar. menafiiumumiye * Kamu yararı. menajer * Menecer. menajerlik * Menecerlik. menakıp * Menkı beler. menakıpname * Menkı beleri konu edinen eserlerin ortak adı. mendebur * Sümsük, sünepe, pis, iğrenç. mendeburluk * Mendebur olma durumu. mendelevyum * Atom numarası101, kütle numarası256 olan, izotopu 1957’de yapma olarak elde edilmişolan element.
KısaltmasıMd.menderes * Bir akarsu yatağının az eğimli koyak tabanlarında ve ova düzlüklerinde çizdiği S harfine benzeyen kıvrım. mendil * Burun ve ter silmekte, bazen de el ve yüz kurulamakta kullanılan küçük, kare biçiminde dokuma veya
yumuşak, ince kâğıt.
* İçine bazışeyler konulan dokuma, yağlık.mendil atmak * herhangi bir duyguyu, gizli bir mesajıhaberleşilen insana çeşitli anlamları olan renkli mendille bildirmek. mendil kadar * (alan için) çok küçük. mendil sallamak * birini uzaktan mendil sallayarak selâmlamak veya uğurlamak. mendilli * Mendili olan. mendilsiz * Mendili olmayan. mendirek * Dalgakıranla yapılmışliman. menecer * Yönetici.
* Bir sporcunun veya sanatçının meslekî işlerini yöneten kimse, menajer.
* Bir spor dalının, takımının teknik yöneticisi.menecerlik * Menecer olma durumu.
* Menecerin görevi. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 33
menedilme * Menedilmek işi. menedilmek * Yasak edilmek, yasaklanmak, önüne geçilmek. menejer * Bkz. Menecer. menekşe * Menekşegillerden, bir veya çok yıllık otsu bitki (Viola tricolor).
* Bu bitkinin mor renkli, güzel kokulu çiçeği.menekşe gözlü * Gözleri koyu lâcivert renkte olan. menekşe gülü * Tırmanıcı, küçük çiçekli bir gül (Rosa chinensis). menekşe rengi * Menekşe çiçeğinin mor rengi.
* Bu renkte olan.menekşegiller * Çiçekleri ayrıtaç yapraklı iki çenekli bitkiler familyası. menemen * Yumurtalısivri biber, domates yemeği. menengiç * Bkz. melengiç. menenjit * Ateş, şiddetli başağrısı, kusma, ense katılaşması, sayıklama gibi belirtilerle ortaya çıkan beyin zarları
iltihabı.menent * Benzer, eş. menetme * Menetmek işi. menetmek * Yasak etmek, yasaklamak, engel olmak. meneviş * Bir yüzeyde renk dalgalanmasısonucu görülen parlaklık, hare.
* Terementi ağacının tohumu.menevişlenme * Menevişlenmek işi. menevişlenmek * Bir yüzeyde renk dalgalanmaları oluşmak, harelenmek. menevişli * Menevişleri olan. menfa * Bir kimsenin sürgüne gönderildiği yer, sürgün yeri. menfaat * Yarar, çıkar, kâr, fayda. menfaat düşkünü * Sadece kendi çıkarınıdüşünen, her şeyi kendine yontan kimse. menfaat gütmek (veya gütmemek) * çıkarınıön plânda tutmak (veya tutmamak). menfaatçi * Çıkarcı, çıkarına düşkün (kimse). menfaatine * yararına. menfaatperest * Çıkarcı. menfaatperestlik * Çıkarcılık. menfaatperver * Çıkarına düşkün. menfaattar * Menfaatçi. menfez * Girecek veya geçecek yer, delik, açma. menfi * Olumsuz.
* Her şeyi olumsuz ve kötü yanlarıyla ele alan.
* Sürgün edilmiş.
* Negatif.
* Olumsuz.menfilik * Bkz. olumsuzluk. menfur * Nefret edilen, iğrenç, tiksindirici. mengene * Onarma, işleme, düzeltme gibi işlemlerin uygulanacağınesneyi sıkıştırıp istenildiği gibi tutturmaya yarayan
bir çeşit sıkıştırıcıalet.
* Yağınıveya suyunu çıkarmak için ürünleri sıkmaya yarayan alet veya araç, pres.mengene gibi * kuvvetle iyice sıkıştırarak. menhiyat * Din yasakları. menhus * Uğursuz. meni * Döl suyu, bel suyu, atmık, sperma. menisk * Bir yüzü içbükey, öbür yüzü dış bükey olan mercek.
* Bazıeklemlerde kemik arasında bulunan kıkırdak bölüm.menisküs * Diz meniski travması. menkı be * Din büyüklerinin veya tarihe geçmişünlü kimselerin yaşamlarıve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikâye. menkul * Bir yerden başka bir yere taşınmışolan.
* Ağızdan ağıza geçerek gelmiş, söylenegelmiş.
* Bir yerden bir yere taşınabilen (mal), taşınır.menolunma * Menolunmak işi. menolunmak * Yasak olmak, yasaklanmak. menopoz * Kadınlarda gebe kalma ve doğurma yeteneğinin sona ermesi, yaşdönümü. menopoza girmek * kadınlar için aybaşıhâlinin ve yumurtlamanın tamamen sona erdiği dönem başlamak. mensubiyet * Bir yerle, bir kimse ile ilgili, ilişkili olma durumu, ilgililik. mensucat * Dokuma, dokumalar, tekstil. mensup * Bir yerle veya bir kimseyle bağlantısı olan, ilişkili, -den olan, -e bağlı(kimse). mensup olmak * bir şey veya kimseyle bağıntısı olmak. mensur * Düz yazı biçiminde olan, manzum olmayan. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 34
mensur şiir * Şiir yönü ağır basan düz yazı, şiirce. menşe * Başlangıç, bir şeyin çıktığıyer, köken, kaynak, sebep. menşe şahadetnamesi * Bkz. köken belgesi. menşeli * Kökeni olan, kökenli. Menşevik * Menşeviklik yanlısı olan kimse. Menşeviklik * Rus sosyalizmi içinde Bolşevikliğe karşıt olarak gelişen akım. menşur * Yayılmış, dağıtılmış, neşredilmiş.
* Biçme.
* Padişah tarafından verilen vezirlik, beylerbeyilik veya başka bir unvanı gösteren bir ferman türü.menteşe * Bir mille birbirine tutturulmuş, biri sabit, öbürü hareketli iki parçadan oluşmuşmetal parça, reze. mentol * Nane kokusu.
* Nane ruhunda görülen CHO formüllü alkol billûru.mentollü * İçinde mentol bulunan. menus * Alışılmışolan.
* Yabancılık çekmeyen, alışmış, alışık.menü * Yenecek yemeklerin listesi, mönü.
* Sofraya çıkarılacak yemeklerin hepsi.menüsküs * Menisk. menzil * Yolculukta dinlenmek amacıyla durulan yer, konak.
* İki konak arasındaki uzaklık.
* Bir merminin ulaşabildiği uzaklık, erim.
* Ordunun cephe gerisi işlerinin bütünü.
* Bir günlük yol.
* At değiştirmek veya konaklamak için kervanların ve posta tatarlarının indikleri bina veya han.
* Ok atma yarışlarında erişilen mesafe.menzil atmak * ok atışyarışmalarında rekor kırmak. menzil dikmek * atılan ok ile kırılan rekorun yerini belirten taşdikmek. menzilci * Uzak yerlere menzil beygirleriyle giden posta tatarı. menzilci beygiri gibi koşmak * durup dinlenmeden çalışmak. menzile * Aşama, kerte, yükseklik derecesi. mepsuten * Yayılmış, açılmış. mera * Çayırlık, otlak. mera bitkileri * Meralarda kendiliğinden yetişen veya sun’î olarak yetiştirilen, yem değeri olan veya olmayan tüm bitki
türleri.merak * Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek.
* Bir şeyi edinmek, yapmak, bir şeyle uğraşmak isteği.
* Düşkünlük, heves.
* Kaygı, tasa.merak etme! (k kalın okunur) * kaygılanma!. merak etmek (k kalın okunur) * anlamak veya öğrenmek istemek.
* kaygılanmak.merak getirmek * kara sevdaya tutulmak. merak olmak * anlamak veya öğrenmek istemek. merak sarmak (duymak veya salmak) * bir şeyi edinmek, yapmak veya onunla uğraşmak isteğine kapılmak, bir şeye eğilim duymak. meraka düşmek * kaygılanmak. merakına dokunmak (veya merakına mucip olmak ) * ilgisini çekmek. merakınıuyandırmak * merak etmesine sebep olmak, meraklanmak. meraklandırma * Meraklandırmak işi. meraklandırmak * Meraklanmasına yol açmak, kaygılandırmak, tasalandırmak. meraklanış * Meraklanmak işi veya biçimi. meraklanma * Meraklanmak işi. meraklanmak * Kaygılanmak, üzülmek, tasalanmak, sebebini anlamak için çaba harcamak. meraklı * Her şeyi anlamak ve bilmek isteyen, mütecessis.
* Bir şeye çok düşkün olan, sürekli onunla uğraşan.
* Titiz.
* Kaygılı.
* Bir şeye düşkün olan kimse.
* Kendisini ilgilendirmeyen bir konuda bilgi sahibi olmaya çalışan kimse.meraksız * Anlamak, öğrenmek isteğini duymayan.
* Kaygısız, aldırışsız.meraksızlık * Meraksız olma durumu. merakta bırakmak * kaygı içinde bırakmak. merakta kalmak * kaygı içinde olmak. meraktan çatlamak * çok kaygılanmak.
* bir şeyi öğrenmek isteğini aşırıölçüde duymak.meral * Maral, dişi geyik. meram * İstek, amaç, gaye, maksat. meram anlatmak (veya meramınıanlatmak) * isteğini, derdini anlatmak. meram etmek * üstüne düşmek, yapmak istemek. merasim * Tören.
* (resmî işler için) Yol yöntem, yol yordam.merasim salonu * Bkz. tören salonu. merasimli * Kurallara, törelere aşırı bağlı olan. merasimsiz * Törensiz.
* Resmî davranıştan uzak, yalın, sade. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 24
mavi boncuk kimde? * (birçoklarına ayrıayrı”en çok sevdiğim sensin” diyen kimsenin) şimdi en çok sevdiği kim?. mavi hastalık * Kalbi ikiye ayıran bölmenin kapanmasısonucu temiz ve kirli kanın birbirine karışmasına yol açan hastalık. mavi küf * Özellikle tütün fidelerinde üreyerek, yaprak hastalığına yol açan asalak mantar. mavikantaron * Birleşikgillerden, baharda buğday tarlalarında mor renkli çiçekler açan bir bitki, belemir, peygamber çiçeği
(Centaurea cyanus).mavileşme * Mavileşmek işi. mavileşmek * Mavi duruma gelmek. mavili * Üzerinde mavi renk olan (şey).
* Mavi renkte giysi giymişolan (kimse).mavilik * Mavi renkte olma durumu. mavimsi * Mavi gibi olan, rengi maviye çalan. mavimtırak * Maviyi andıran. maviş * Ak tenli, mavi gözlü olan (kimse). mavişmaviş(bakmak) * mavi gözlerle (bakmak). mavna * Gemilere ve yakın kıyılara yük taşıyan, güvertesiz büyük tekne.
* Büyük, üç köşe yelkenli yük gemisi.mavnacı * Mavna işleten (kimse). mavruka * Kurşundan dökülmüşuzun ve yuvarlak, iki ucu delikli, mazgallanıp cıvayla parlatılmışveya sarımadenden
döküm yapılıp nikelâjlanmış, 80-130 gr ağırlığında bir av aleti.mavuna * Mavna. mavzer * Atışhızıdakikada ortalama altımermi olan ve orduda kullanılan bir tüfek tipi. maya * Bazı besinlerin yapımında mayalanmayı sağlamak için kullanılan madde, ferment.
* Yaradılış, öz nitelik.
* İçerdikleri enzimlerin katalizör niteliği etkisiyle şekerleri karbondioksit ve alkole dönüştüren bir hücreli
bitki organizmaları.
* Arsız, utanmaz kimse.maya * Damızlık dişi hayvan.
* Dişi deve.maya * Bir tür halk türküsü. maya ağacı * Meyvelerinden yemek yağıçıkarılan bir tür hurma ağacı(Elaels). mayabozan * Bir mayanın etkisine karşıkoyan, protein yapısında madde. mayalama * Mayalamak işi. mayalamak * Maya koymak, içine maya karıştırmak. mayalandırma * Mayalandırmak işi. mayalandırmak * Mayalanmasını sağlamak. mayalanma * Organik maddelerin bazımikroorganizmalarca salgılanan enzimler etkisiyle uğradığıdeğişiklik, tahammür,
fermantasyon.
* Sıvıveya hamur durumda bulunan organik maddelerin kendiliğinden kabarıp köpürerek gaz çıkarması
olayı.mayalanmak * Mayanın etkisiyle ekşiyip kabarmak. mayalı * İçine maya karıştırılmış.
* Maya ile ekşiyip kabarmış.
* Daire şeklinde açılan mayalanmışhamurun, sac veya fırında pişirilmesiyle elde edilen ekmek.mayalık * Maya olarak kullanılmak için ayrılmış, maya olmaya yarar.
* Damızlık hayvan.mayası bozuk * Kötü yaradılışlı, karaktersiz.
* Hain.mayasıl * Birdenbire ortaya çıkarak gelişen kızartı, kaşınma, sulanma, kabuk bağlama gibi doku bozukluklarıyla
kendini gösteren ve bulaşıcı olmayan bir deri hastalığı, egzama.
* Basur.mayasıl otu * Bir deri hastalığına karşıkullanılan bitki türlerine (özellikle Ajuga, Hypericum, Digitalis, Teucrium) verilen
ad.mayasız * İçinde maya bulunmayan. maydanoz * Maydanozgillerden, 50-80 cm yükseklikte, ufak yeşil yapraklı, özel kokulu iki yıllık otsu bir bitki
(Petroselinum crispum).maydanozgiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, çiçekleri şemsiye durumunda olan, anason, kereviz, maydanoz ve
kimyon gibi bitkileri içine alan bir familya.mayhoş * Tadışekerli ve az ekşi olan.
* (dostluk ilişkisi için) Bozulmuşveya bozulmaya yüz tutmuşolan.mayhoşluk * Mayhoşolma durumu. mayın * Toprak altına, üstüne veya suyun içine yerleştirilen, doğrudan doğruya, çarpma veya basınç etkisiyle
patlayarak zarara yol açan patlayıcımadde.mayın dökmek * denize mayın bırakmak, denizi mayınlamak. mayın gemisi * Denize mayın dökmek için özel olarak yapılmışgemi. mayın tarlası * Patlayıcımaddelerin döşendiği veya çokça bulunduğu yer. mayıncı * Mayın dökmeye yardım eden veya mayın döşeyen kimse. mayınlama * Mayınlamak işi. mayınlamak * (bir yere) Mayın dökmek veya döşemek. mayınlanma * Mayınlanmak işi. mayınlanmak * Mayınlamak işi yapılmak. mayınlı * Mayınlanmışyer. mayınsız * Mayını olmayan, mayınlanmamışyer. mayıs * Yılın 31 gün süren beşinci ayı. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 25
mayıs * Taze sığır gübresi. mayıs böceği * Kın kanatlılardan, uzunluğu 20-25 mm olan, gelişmesi üç beşyıl süren, bitkilere zararlı bir böcek
(Melolontha vulgaris).mayıs böcekleri * Otçul özellikleri dolayısıyla bitki sağlığıyönünden önem taşıyan böcekler topluluğu. mayıslı * Bol gübreli. mayışma * Mayışmak işi. mayışmak * Çok yemekten, sıcaktan veya zevkten gevşemek. mayi * Sıvı. mayistra * Grandi direğinin en alt sereni ve bu serene çekilen yelken.
* Kuzeybatırüzgârı.maymun * İnsandan başka bütün primatlara verilen genel ad.
* Çirkin ve gülünç.
* Taklitçi.maymun balığı * Yuvarlak başlı bir cins köpek balığı(Squatina vulgaris). maymun gibi * tuhaf, gülünç hareketler yapanlar için söylenir.
* taklitçi.maymun gözünü açtı * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır. maymun iştahlı * Hevesi çabuk geçen, kararsız. maymuna benzetmek (çevirmek veya döndürmek) * gülünç ve çirkin duruma sokmak. maymuna dönmek * çirkin ve gülünç duruma girmek.
* uslanmak.maymuncuk * Küçük maymun.
* Her kilidi açmaya yarayan, demirden, eğri ve sivri araç.
* Ergin evrede bağüzümlerinin yaprak ve sürgünlerini, kurtçuk evresinde kökleri kemiren, parlak siyah kın
kanatlı böcek (Otiorrhyncus peregrinus).maymunlar * Omurgalıhayvanlardan, memeliler sınıfının etenliler alt sınıfına giren bir takım, primatlar. maymunlaşma * Maymunlaşmak işi. maymunlaşmak * Maymuna benzemek, maymun gibi davranmak.
* Taklitçi davranmak.maymunlaştırma * Maymunlaştırmak durumu. maymunlaştırmak * Maymun davranışları ile hareket ettirmek. maymunluk * Güldürmek veya dikkati çekmek için yapılan tuhaflık. maymunsu * Maymun gibi, maymuna benzer. mayna * Yelken indirme, fora karşıtı.
* İndir.
* Bırakılma, son verilme.mayna etmek * herhangi bir şeyi halat ve palanga aracılığıyla denize veya yere indirmek.
* (fırtına için) yatışmak.mayo * Genellikle denize girerken ten üzerine giyilen, vücudun gerekli kısımlarınısıkıca örten giysi. mayocu * Mayo diken veya satan kimse. mayoculuk * Mayo üretmek, dikmek veya satmak işi veya mesleği. mayonez * Yumurta sarısı, zeytinyağıve limonla yapılan bir çeşit koyu, soğuk salça. mayonezli * Mayonez katılmışveya karıştırılmış. mayşor * Alman gümüşü. maytaba almak * biriyle alay etmek, eğlenmek. maytap * Yandığında renkli ve parlak ışıklar saçan, şenlik gecelerinde yakılan havaî fişek. -maz / -mez * Olumsuz genişzaman eki: anla-maz-sın , oku-maz-sınız , yaz-maz , bil-mez-ler vb.
* Fiilden sıfat türeten ek: çık-maz (sokak) tüken-mez (kalem) vb.mazak * Kırlangıç balığı gillerden, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Marmara denizinde yaşayan, kırmızırenkli,
lezzetli bir balık (Trigla lineata).mazarrat * Zarara uğrama, zarar. mazbata * Tutanak. mazbata muharriri * Bir komisyon kararının gerekçesini kaleme alan üye. mazbut * Ele geçirilmiş, zapt edilmiş.
* Bir yere yazılmış, deftere geçirilmiş.
* Unutulmamış, hatırda kalmış.
* Düzenli, düzgün, beğenilen.
* Doğa olaylarından etkilenmeyecek biçimde korunmuşolan (yapı).mazeret * Kendini veya başka birini özürlü göstermek için ileri sürülen sebep, özür.
* Bir kimseyi özürlü gösteren durum veya olay.
* Bir şeyden kurtulmak veya kaçınmak için ileri sürülen gerekçe, bahane.mazeret bulmak * içinde bulunulan durumu açıklayacak bir sebebi ortaya koymak. mazeret kâğıdı * Öğrencinin okula gelemeyişinin sebebini bildiren ve velisi tarafından imzalanarak okul yönetimine verilen
belge, tezkere.mazeretli * Mazereti olan, mazur. mazeretsiz * Mazereti olmayan. mazgal * Kale duvarlarında iç yanı geniş, dışyanıdar delik. mazgallı * Mazgalları olan. mazhar * Bir şeyin ortaya çıktığı, göründüğü yer veya kimse.
* (bir iyiliğe) Erişmiş, erişen (kimse).mazhar olmak * iyi bir şeye ermek, ulaşmak. mazhariyet * Erişme, elde etme. mazı * Servigillerden, yapraklarıalmaşık ve küçük pullar biçiminde, gövdesi düz olan, dipten dallanan bir süs
bitkisi (Thuya).
* Hayvansal ve bitkisel asalakların bitkilerde oluşturduğu ur.