Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 49

    mızrap * Telli çalgılarıçalmaya yarayan ve ağaç, kemik, maden veya kiraz ağacından yapılan alet, çalgıç, tezene.
    mızraplı * Telleri bir mızrap veya parmakla çalınan (saz).
    mi * Bkz. mı/ mi.
    mi * Gam dizisinde re ile fa arasındaki ses ve bu sesi gösteren nota işareti.
    miadıdolmak * bir şeyin kullanım süresi bitmek,eskimek.
    miadı gelmek * zamanı gelmek.
    miat * Bir şeyin yapılması için tanınan süre.
    * Bir şeyin yerine yenisinin verilebilmesi için kabul edilmiş bulunan süre, kullanma süresi.
    mibzer * Tohum ekme aleti.
    miçel * Selüloz moleküllerinin en küçük parçası.
    miço * Muço.
    mide * Omurgalılarda, sindirim sisteminin, yemek borusu ile onikiparmak bağırsağıarasında besinlerin sindirime
    hazır duruma getirildiği omurgasız hayvanlarda sindirim kanalının bu bölgeye karşılık olan parçası.
    * Karın, karın bölgesi.
    * Yemek yeme isteği.
    mide ağzı * Yemek borusunun mideye açılan alt ucu.
    mide bulandırmak * kusacak bir duruma getirmek.
    * Kuşkulandırmak.
    mide fesadı * Çok ve çeşitli yemenin yol açtığımide bozukluğu.
    mide fesadına uğramak * çok ve çeşitli yiyecekler yemekten midesi bozulmak.
    mide kapısı * Midenin onikiparmak bağırsağına açılan alt ucu.
    mideci * Kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen (kimse).
    midesi (veya içi) ezilmek (veya kazınmak) * açlık duymak.
    midesi almamak (kaldırmamak, kabul etmemek veya götürmemek) * hastalık, tiksinme gibi sebeplerle bir şeyi yiyememek.
    * çirkin bir şey karşısında huzursuz olmak, rahatıkaçmak.
    midesi bulanmak * kusacak gibi olmak.
    * iğrenmek, tiksinmek.
    * kuşkulanmak, işkillenmek.
    * huzursuz olmak, rahatıkaçıp tedirgin olmak, hoşlanmamak.
    midesi ekşimek (kaynamak veya yanmak) * yeni yenilmişyiyeceklerden ötürü midede rahatsızlık duymak.
    midesiz * Yenmeyecek şeyleri yiyen.
    * Hiçbir şeyden tiksinmeyen, en iğrenilecek şeyler karşısında bile tiksinti duymayan.
    midevî * Mide ile ilgili olan.
    * Mideye uygun olan, mideye iyi gelen.
    mideye oturmak * yenilen şey sindirilmeyip mideye rahatsızlık vermek.
    mideyi bastırmak * hafif şeyler yiyerek açlığını gidermek.
    midi * Orta.
    midi etek * Diz kapağınıörten veya diz kapağından üç dört santim kadar aşağı inebilen etek.
    midibüs * Küçük otobüs.
    midibüsçü * Midibüs alıp satan, işleten veya kullanan kimse.
    midilli * Normalden daha küçük boyda, bir tür at.
    midye * Yassısolungaçlı, yumuşakçalardan, kabukları birbirine eşit, denizlerin kayalık yerlerinde kümeler
    durumunda yaşayan eti yenir bir hayvan (Mytilus).
    midyeci * Midye avlayan veya satan kimse.
    midyecilik * Midyecinin işi.
    midyelik * Yapay olarak midye üretilen yer.
    miftah * Anahtar.
    migmatit * Tortul katmanlar arasına mağma girmesiyle oluşan değişim kayacı.
    migren * Yarım başağrısı.
    miğfer * Savaşta başıdışdarbelerden koruyan, demir, çelik vb. yapılmış başlık, tolga.
    mihanikî * Düşünmeden, ölçülerek değil de yalnızca alışkanlığın verdiği kolaylıkla veya yalnız kasların hareketiyle
    yapılan (iş, hareket vb.), mekanik.
    mihenge vurmak * denemek.
    mihenk * Denek taşı.
    * Birinin değerini, ahlâkınıanlamaya yarayan ölçüt.
    mihman * Konuk misafir.
    * Kalıcı.
    mihman olmak * konuk olarak bulunmak.
    mihmandar * Resmî konuklarıağırlamak ve onlara kılavuzluk etmekle görevlendirilen kimse, konukçu.
    mihmandarlık * Mihmandarın yaptığı iş.
    mihnet * Sıkıntı, üzüntü.
    mihnet çekmek * sıkıntılı bir duruma katlanmak, sıkıntıçekmek.
    mihr * Müslüman bir erkeğin nikâh esnasında eşine vermeyi kabullendiği mal veya para.
    mihrabımsı * Mihraba benzeyen.
    mihrace * Hindistan’da racadan daha büyük hükümdarlara verilen unvan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 48

    mısır püskülü * Mısır koçanının ucundan sarkan sarırenkli püskül biçimindeki tepeciği.
    mısır püskülü gibi * (saç için ) seyrek, ince ve cansız.
    Mısır tavuğu * Hindi.
    Mısır turnası * İbis.
    mısır unu * Kuru mısır tanelerinin öğütülmesiyle elde edilen un.
    mısır yağı * Mısır tanelerinden çıkarılan sıvıyağ.
    mısırcı * Mısır yetiştiren veya satan kimse.
    Mısır’daki sağır sultan bile duydu * duymayan kalmadı.
    Mısırlı * Mısır halkından olan kimse.
    mısırlık * Genişmısır tarlaları bulunan yer.
    mıskal * Her biri başka perdede bir sıra kamış boğumundan yapılmışdüdük, musikar.
    mıskala * Metal parlatmaya yarar alet.
    mısmıl * Eti yenilebilen, murdar olmayan.
    mısra * Manzumenin satırlarından her biri, dize.
    mıstar * Mastar.
    mıstara * Bkz. mastar.
    -mış/ -miş,-muş/ -müş * Belirsiz geçmişzaman eki: al-mış,yer-miş, yaz-mış-sın, git-miş-siniz vb.
    * Sıfatlar: piş-miş(aş), öl-müş(eşek), haşlan-mış(et) vb.
    * İsimler: dol-muş, er-miş, geç-mişvb.
    mışıl mışıl * Rahat sessiz ve derin soluk alarak.
    mışıldama * Mışıldamak işi.
    mışıldamak * Mışıl mışıl ses çıkararak.
    mışmış * Kayısıveya zerdali.
    mıymıntı * İnsanın sabrınıtüketecek derecede yavaşve mızmızca işgören.
    mıymıntılık * Mıymıntı olma durumu.
    -mız / -miz,-muz / -müz * Çokluk 1. kişi iyelik eki: Baba-mız,anne-miz ,ordu-muz, köy-ü -müz vb.
    mızıka * Bando.
    * Armonika.
    mızıkacı * Bandocu.
    * Armonika çalan (kimse).
    mızıkalı * Sarayın müzik takımında çalışan kimse.
    mızıkçı * Çeşitli sebeplerle oyun bozan, yenilgiyi kabul etmeyen, kolayca darılan (kimse), ordubozan, oyunbozan.
    mızıkçılık * Mızıkçı olma durumu,ordubozanlık, oyunbozanlık.
    mızıkçılık etmek * mızıklanmak, oyunbozanlık etmek.
    mızıklanma * Mızıklanmak işi.
    mızıklanmak * Çeşitli sebeplerle oyun bozmak, yenilgiyi kabul etmemek, oyunbozanlık etmek, mızıkçılık etmek.
    mızıldanma * Mızıldanma,şikâyetçi bir sesle konuşma, sızıldanma.
    mızıldanmak * Mızıldanmak, şikâyetçi bir sesle konuşmak, sızıldanmak.
    mızıma * Mızımak işi veya durumu.
    mızımak * Mızıkçılık etmek.
    mızırdanma * Mızırdanmak işi.
    mızırdanmak * Yakınarak konuşmak, sızıldanmak, homurdanmak.
    mızmız * Her şeyde kusur bularak hiçbir şeyden memnun olmayan.
    * Çevresindekileri rahatsız edecek kadar tembel olan.
    mızmızca * Mızmıza yakışır (biçimde), mızmız gibi.
    mızmızlanma * Mızmızlanmak işi.
    mızmızlanmak * Mızmızca davranışlarda bulunmak, mızmızlık etmek.
    mızmızlık * Mızmız olma durumu veya mızmızca davranış.
    mızmızlık etmek * mızmızlanmak.
    mızrak * Uzun saplı, sivri demir uçlu silâh, cıda.
    * Atletizmde kullanılan cirit.
    mızrak çuvala girmez (sığmaz) * gizli tutulması imkânsız durumlar karşısında söylenir.
    mızraklı * Mızrağı olan, mızrak taşıyan.
    mızraklı ilmihâl * İslâm dininin ilkelerini öğreten ilmihâl kitaplarından biri.
    mızraksı * Mızrağa veya mızrak ucuna benzeyen.
    mızraksız * Mızrağı olmayan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 45

    meyhaneci otu * Çobandüdüğü.
    meyhanecilik * Meyhane işletme işi.
    meyil * Eğiklik, eğim, akıntı.
    * Sevme, gönül verme.
    meyil vermek * eğiklik sağlamak.
    * sevmek, gönül vermek.
    meyilli * Bir yana eğimi olan, eğik.
    * Sevmiş, gönül vermiş, âşık.
    meyilsiz * Meyli olmayan.
    meyletme * Meyletmek işi.
    meyletmek * Eğilmek.
    * Eğinmek.
    meyli olmak * beğenmek, sevmek, hoşuna gitmek.
    meymenet * İyi nitelik, uğur, hayır, bereket.
    meymenetli * Uğurlu.
    meymenetsiz * Uğursuz.
    * Suratsız, kılıksız, huysuz, ters (kimse).
    meymenetsizlik * Uğursuzluk, kademsizlik, şeamet, nuhuset.
    meyus * Üzgün.
    * Umutsuz, karamsar.
    meyus etmek * üzmek.
    meyus olmak * üzgün ve umutsuz bir duruma düşmek.
    meyusiyet * Umutsuzluk, karamsarlık.
    meyve * Bitkilerde çiçeğin döllenmesinden sonra yumurtalığın gelişmesiyle oluşan tohumlarıtaşıyan organ, yemiş.
    * Ürün, sonuç, kâr.
    meyve ağacı * Meyve veren ağaç.
    meyve bahçesi * İçinde meyve ağaçları olan bahçe.
    meyve dışı * Meyvelerin derisi.
    meyve ezmesi * Meyvelerin ezilmesi sonucu elde edilen yiyecek.
    meyve içi * Meyvelerde, tohumların bulunduğu iç bölüm.
    meyve kabuğu * Meyvenin dışyüzeyini kaplayan kalın tabaka.
    meyve ortası * Yemişlerin meyve dışıve meyve içi arasında bulunan sulu ve etli bölümü.
    meyve reçeli * Meyveden yapılan şekerli tatlı.
    meyve sineği * Meyvelere musallat olan sinek türü.
    meyve sineğigiller * Kanatlarında koyu renkli lekeler bulunan bir tür sinek familyası(Trypetidae).
    meyve suyu * Meyveden elde edilen su.
    meyve şekeri * Bkz. levüloz.
    meyve yaprak * Çiçeğin, döllenmeden sonra yemişi oluşturan yaprağı.
    meyveci * Meyve yetiştiren veya satan kimse, yemişçi.
    meyvecilik * Meyve yetiştirme işi.
    * Meyve alıp satma işi.
    meyvedar * Meyveli, meyvesi olan, meyve veren.
    meyvehoş * Kuru yemiş.
    * Yemişçarşısı.
    meyvelenme * Meyvelenmek işi.
    meyvelenmek * Meyveli duruma gelmek, meyve vermek.
    meyveli * Meyvesi olan, meyve veren yemişli.
    * Meyve ile yapılmış, içinde meyve bulunan.
    * Yaratıcı olan, olumlu birşey ortaya koyabilen.
    meyveli ağacıtaşlarlar * çoğu kez bilgili, hünerli kimselere sataşırlar.
    meyvelik * Meyve ağacıdikili, belirli büyüklükte yer, yemişlik.
    * Meyve konulan kap, yemişlik.
    meyvesiz * Meyvesi olmayan, meyve vermeyen.
    meyvesizlik * Meyvesiz olma durumu.
    meyyal * Eğilimli, eğimli.
    meyyit * Ölü.
    -mez * Bkz. -maz / -mez.
    mezalim * Zulümler, haksızlıklar, kıyımlar.
    mezamir * Düdükler.
    * Makamla okunan Zebur sureleri.
    mezar * “ziyaret yeri, ziyaret edilen yer” Ölünün gömülü olduğu yer, kabir, sin, makber, gömüt.
    mezar kaçkını * Çok zayıflamışkimse.
    mezar taşı * Gömülen kişiye ait kimlik bilgileri, dua vb. yazılarıkazınmışolarak üzerinde bulunduran ve mezarın baş
    ucuna dikilen taş.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 46

    mezarcı * Mezar kazan ve mezarlığa bakan kimse.
    mezarcılık * Mezar kazma ve mezar bakma işi.
    mezardan çıkarmak * bir kimseyi ölümden kurtarmak.
    mezarınıkazmak * kötülüğünü istemek, kötü duruma düşürmek için uğraşmak.
    mezarlık * Mezarların bulunduğu yer, kabristan, gömütlük, sinlik.
    mezat * Artırma ile satış.
    mezat malı * Bayağıve ucuz mal.
    mezata çıkarmak (veya koymak) * açık artırma yoluyla bir malısatışa çıkarmak.
    mezatçı * Arttırma ile satışıyönlendiren kimse.
    * Sürekli olarak mezadıtakip eden kimse.
    mezbaha * Hayvan kesilen yer, kesim evi, kanara,salhane.
    mezbele * Çöplük, süprüntülük, çöp ve süprüntü dökülen yer, küllük.
    * Aşağılık ve kötü durum.
    mezbelelik * Çöplük, mezbele.
    mezcetme * Mezcetmek işi.
    mezcetmek * Birbirine katmak, katıştırmak.
    meze * İçki içilirken yenilen yiyecek.
    * Eğlence, alay.
    mezeci * Meze satan kimse.
    mezecilik * Meze yapıp satma işi.
    mezelik * Meze yapılmaya elverişli, meze olarak kullanılan.
    * Meze olarak yenilen şey.
    mezellet * Alçalma, bayağılaşma.
    mezesiz * Meze yemeden içilen (içki).
    * Meze yemeyerek.
    mezgit * Mezgitgillerden, Avrupa ve Türkiye denizlerinde yaşayan, uzun vücutlu, büyük ağızlı, eti lezzetli bir balık,
    tavuk balığı(Gadus merlangus).
    mezgitgiller * Balıklar sınıfının, kemikli balıklar takımına giren, genellikle tatlısularda yaşayan bir familya.
    mezhebi geniş * Namus konusunda aşırıhoşgörülü davranan (kimse).
    mezhep * Bir dinin görüş, yorum ve anlayışayrılıklarısebebiyle ortaya çıkan kollarından her biri.
    * Öğreti.
    * Anlayış, görüş.
    mezhepçi * Mezhep yanlısı olan kimse.
    mezhepçilik * Mezhepçi olma durumu.
    meziyet * Bir kişiyi veya nesneyi benzerinden üstün gösteren nitelik.
    meziyetli * Beğenilen, üstün nitelikleri bulunan.
    mezkûr * Adı geçen, az önce anılan, sözü geçen, zikredilen, zikrolunan.
    mezoderm * Orta deri.
    mezon * Eloktrondan ağır, protondan hafif bir atom cisimciği.
    mezosfer * Orta yuvar.
    mezozoik * İkinci çağ.
    mezozom * Bakterinin üremesi sırasında bakteri zarından kıvrımlar yaparak meydana gelen mitokondri benzeri yapı.
    mezra * Ekime elverişli, ekilecek tarla veya yer.
    * En küçük yerleşim birimi.
    mezraa * Bkz. mezra.
    mezru * Ekilmiş, ekili.
    mezun * İzin almış, izinli.
    * Bir okulu bitirerek diploma almış(kimse).
    * Bir işiçin yetki verilmiş, yetkili.
    mezun olmak * (okulu) bitirmek.
    mezuniyet * İzinli olma durumu.
    * (okulu) Bitirme.
    * Yetki.
    mezura * Terzilikte ölçü almak için kullanılan, genellikle 1,5 m uzunluğunda şerit metre.
    mezür * Bkz. mezura.
    * Ölçü.
    mezzosoprano * Soprano ile kontralto arasında kadın sesi.
    * Sesi böyle olan sanatçı.
    Mg * Magnezyum’un kısaltması.
    mı/ mi, mu / mü * Sonuna getirildiği cümleye veya kelimeye, söyleyiş biçimine ve tonlamaya göre soru, şaşma veya inkâr
    anlamıverir.
    * Soru anlamıyla rica ve emir cümleleri yapar.
    * Tekrarlanan kelime arasında kullanılarak kelimenin anlamınıpekiştirir.
    * Belirli geçmişzamanlı bir cümle ile başka bir cümleyi zaman, şart veya sebep ilişkisi ile birbirine bağlar.
    mıcır * Bkz. mucur.
    mı gırlık * Mı gır olma durumu.
    mı gri * Sularımızda yaşayan bir yılan balığıtürü (Conger conger).
    mıh * Büyük çivi.
    mıhlama * Mıhlamak işi.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 47

    mıhlamak * Mıhla tutturmak, çakmak, çivilemek.
    * Birini veya bir şeyi bir yerden ayrılmaz, kıpırdayamaz duruma getirmek.
    mıhlanma * Mıhlanmak işi.
    mıhlanmak * Mıhlamak işine konu olmak veya mıhlamak işi yapılmak, çivilenmek.
    * Olduğu yerde kalıp bir yere kıpırdayamaz olmak.
    mıhlayıcı * Altın, gümüşvb. taşlarımetal yuvalara işleyen ve sıkıştıran usta.
    mıhlı * Mıhı olan.
    * Mıhlanmış, mıhla tutturulmuş.
    * Dimdik, sabit, kımıldamaksızın.
    mıhsıçtı * Eli sıkı, cimri.
    mıhsıçtılık * Cimrilik.
    -mık / -mik, -muk / -mük * Fiilden isim türeten ek: kıy-mık , il-mik , kus-muk ,soy-muk, kes-mik, yala-muk vb.
    mıklep * Eski Türk ve İslâm aletlerinde alt kapağa sertap ile bağlanmış, ucu üçgenimsi, katlanabilir parça.
    mıknatıs * Demiri ve daha başka bazımetalleri çeken demir oksit.
    * Demiri çekme özelliği taşıyan veya sonradan bu özelliği kazanan her türlü madde.
    * Çekiciliği, albenisi olan kimse.
    mıknatısî * Mıknatısla ilgili,manyetik.
    mıknatısiyet * Mıknatıslık.
    mıknatıslama * Mıknatıslamak işi.
    mıknatıslamak * (bir demir çubuğuna) Mıknatıs özelliği vermek.
    mıknatıslanma * Mıknatıslanmak işi.
    mıknatıslanmak * Mıknatıs özelliği kazanmak; mıknatıslı bir duruma gelmek.
    mıknatıslı * Mıknatısı olan.
    * Mıknatıslanmışolan.
    mıknatıslı iğne * Merkezinden bir iple asılı bulunan, dar ve sivri bir eşkenar dörtgen biçiminde yapılmışmıknatıs çubuğu.
    mıknatıslık * Mıknatıslı olma özellği, mıknatısiyet.
    mıncık mıncık * Mıncıklayarak.
    mıncıklama * Mıncınlamak işi.
    mıncıklamak * Örseleyecek veya biçimini bozacak gibi ellemek, sıkıştırmak.
    mıncıklanma * Mıncıklanmak işi.
    mıncıklanmak * Mıncıklamak işi yapılmak veya mıncıklamak işine konu olmak.
    mıncırık * Küçük, afacan, zeki (çocuk).
    mıntıka * Bölge.
    mır mır * Sularımızda yaşayan bir yılan balığıtürü (Echelus myrus).
    * Mırıldamak fiili ile kullanılan bir söz.
    mırıl mırıl * Mırıldanarak.
    mırıldama * Mırıldamak işi.
    mırıldamak * Alçak ve güç anlaşılır bir sesle bir şeyler söylemek.
    mırıldanış * Mırıldanmak işi veya biçimi.
    mırıldanma * Mırıldanmak işi.
    mırıldanmak * Alçak sesle kendi kendine birşeyler söylemek.
    * Alçak bir sesle şarkısöylemek.
    * Ancak yanındakinin duyabileceği bir biçimde konuşmak.
    mırıltı * Mırıldanırken çıkan ses.
    mırın kırın * Bir isteği kabul etmeme, nazlanma.
    mırın kırın etmek * bir isteği yerine getirmemek için çeşitli sebepler ileri sürmek, nazlanmak.
    mırlama * Mırlamak işi.
    mırlamak * (kedi) Mır mır diye ses çıkarmak.
    mırmır * Bir tür kedi.
    * Yüzgeçsiz, uzun çıplak gövdeli balık.
    mırmırık * Mırlanan.
    * Sürekli sorun çıkaran.
    mırnav * Miyavlama sesi.
    mırra * Kahve çeşidi, bir tür acıkahve.
    mısdak * Bir şeyin doğru olduğunu kanıtlayan şey, ölçüt.
    mısır * Buğdaygillerden gövdesi kalın, yaprakları büyük, boyu yaklaşık 2 m olabilen erkek çiçekleri tepede salkım
    durumunda, dişi çiçekleri yaprakla gövde arasında koçan biçiminde olan bir kültür bitkisi (Zea mays).
    * Bu bitkinin koçan üzerindeki taneli ürünü.
    Mısır baklası * Acı bakla.
    mısır ekmeği * Mısır unu, tuz ve suyun karışımıyoluyla yapılan hamurun bir kap içinde pişirilmesiyle hazırlanan ekmek
    türü.
    Mısır fulü * Hint fulü.
    mısır kalburu * Aleve tutularak içinde mısır patlatılan kalbur biçiminde bir kap.
    mısır özü * Mısırdan elde edilen öz madde.
    mısır patlatmak * cin mısırınıkalburda ve ateşüzerine tutarak patlamasını sağlamak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 43

    mevdu * Emanet edilmiş, verilmiş, bırakılmış.
    mevduat * Belli bir süre sonunda veya istenildiğinde çekilmek üzere bankalara faizle yatırılan para, tevdiat.
    * Yatırım.
    mevduat defteri * Bkz. banka cüzdanı.
    mevhibe * Bağış, vergi, ihsan.
    mevhibeiilâhiye * Tanrıvergisi.
    mevhum * Gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen, kuruntuya dayanan, vehmolunmuş.
    mevize * Öğüt.
    mevki * Yer, mahal.
    * Makam.
    * Bazıulaşım araçlarında yolculara veya tiyatro, sinema gibi yerlerde seyircilere sağlanan konfora ve bilet
    ücretlerine göre düzenlenmişyer.
    * Durum.
    mevkii olmak * bir işte önemli bir makamda bulunmak.
    mevkuf * Vakfedilmiş.
    mevkufen * Tutuklu olarak.
    mevkufiyet * Tutukluluk durumu.
    mevkut * Süreli, periyodik, vakfedilmiş.
    mevkute * Belli zaman aralıkları ile çıkan yayın, süreli yayın, periyodik.
    Mevlâ * Tanrı.
    mevlâ * Efendi, sahip, malik.
    * (büyük M ile) Tanrı.
    mevlâsını bulmak * istediğine erişmek.
    Mevlevî * Mevlevîlik tarikatına bağlıkimse.
    mevlevî pilâvı * Kemiksiz koyun etinin hafifçe pişirilmesinden sonra nohut, kestane, havuç, soğan, yağ, fıstık ve pirinçle
    karıştırılıp, kısık ateşte hazırlanan bir pilâv türü.
    Mevlevîhane * Mevlevî tekkesi.
    Mevlevîlik * Mevlâna Celâlettin Rumî’nin görüşlerine dayanan ve oğlu tarafından kurulan tarikat.
    mevlit * Doğma, doğum.
    * Doğum yeri, insanın doğduğu yer.
    * Hz. Muhammed’in doğumunu, hayatınıanlatan mesnevî.
    * Süleyman Çelebi’nin 15. yüzyılın başında yazdığı”Vesiletünnecat” adlımesnevî.
    * Bu mesnevînin okunduğu dinî tören.
    mevlit alayı * Hz. Muhammed’in doğum günü olarak benimsenen Rebiülevvel’in 12. günü düzenlenen tören.
    Mevlit Kandili * Hz. Muhammed’in doğum yıldönümü.
    mevlit şekeri * Mevlit okunurken dağıtılan özel olarak yapılmışşeker.
    mevlithan * Mevlit okuyan kimse.
    mevlût * Doğum.
    * Yeni doğmuşçocuk.
    mevrut * Gelen, gelmiş.
    mevsim * Yılın, güneşten ısı, ışık alma süresi ve dolayısıyla iklim şartları bakımından farklılık gösteren dört
    bölümünden her biri, sezon.
    * Bazıatmosfer olaylarının en çok belirdikleri zaman.
    * Herhangi bir ekimin yapıldığıveya bir ürünün yetiştiği dönem.
    * Herhangi bir şeyin etkinlik dönemi, sezon.
    * Yaşam bölümü.
    mevsimli * “Yersiz, gereksiz, zamansız konuşmak” anlamındaki mevsimli mevsimsiz konuşmak deyiminde geçer.
    mevsimli mevsimsiz * Bkz. mevsimli.
    mevsimlik * İlkbahar ve sonbaharda giyilen.
    * Bir mevsim için, bir mevsim süresince.
    mevsimsiz * Zamanı iyi seçilmemiş.
    * Uygun zamanı gelmeden olan veya yapılan.
    mevsuf * Nitelenmiş, nitelikleriyle belirlenmiş.
    * (sıfat tamlamalarında) Tamlanan.
    mevsuk * Belgeye dayanan, doğru, doğruluğuna güvenilen, sağlam.
    mevt * Ölüm.
    mevta * Ölüler, ölmüşler, ölü, ölmüş.
    mevut * Vaat olunmuş, söz verilmiş.
    mevzi * Yer, mahal.
    * Bir askerî birliğin yeri veya bu birlik tarafından ele geçirilen bölge.
    mevziî * Genel olmayan, bir yere özgü olan, yayılmamış, dar, sınırlı, mahallî, yerel.
    * Yerel, lokal.
    mevzilenme * Mevzilenmek işi.
    mevzilenmek * Mevzide yerini almak, mevziye girmek.
    mevzu * Konu.
    mevzua girmek * asıl konuyu ele almak.
    mevzuat * Bir ülkede yürürlükte olan yasa, tüzük, yönetmelik vb. nin bütünü.
    * Sandık, çuval, teneke gibi içine ticaret malıkonulan koyacaklar.
    mevzulu * Konulu.
    mevzun * Biçimli, düzgün, oranlı, uyumlu.
    * Ölçülü, vezinli.
    mevzusuz * Konusuz.
    mevzuubahis * Konu olan, söz konusu; adı geçen, sözü geçen.
    mevzuubahis etmek * söz konusu etmek, hakkında konuşmak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 44

    mevzuubahsetme * Mevzubahsetmek durumu.
    mevzuubahsetmek * Söz etmek.
    mey * Şarap.
    mey * Doğu Anadolu’da kullanılan bir tür küçük zurna.
    meyal * Bkz. hayal meyal.
    meyan * Bkz. meyan kökü.
    meyan * Ara, orta.
    meyan balı * Meyan kökünden elde edilen şurup.
    meyan kökü * Fasulyegillerden, 30-60 cm yükseklikte, tüysü yapraklı, mavimsi, mor çiçekli, tatlı olan toprak altı bölümleri
    hekimlikte ve serinletici içkilerin yapımında kullanılan, çok yıllık otsu bir bitki (Glycyrrhiza glabra).
    meyancı * Aracı, aracılık eden kimse.
    meyancılık * Aracılık eden kimsenin durumu.
    meyane * Çorba gibi yiyeceklere lezzet kazandırmak için un ve yağla yapılan sos.
    meyanesi gelmek * (helva vb. için) kıvamına gelmek.
    meydan * Alan, saha.
    * Yarışma, eğlence veya karşılaşma yeri.
    * Bulunulan yer ve çevresi, ortalık.
    * Fırsat, imkân veya vakit.
    * (Mevlevî tekkelerinde) Ayin yapılan yer.
    meydan (bir şeye veya kimseye) kalmamak * fırsat bulamamak.
    meydan açmak * sebep olmak.
    meydan almak * gelişmek, yayılmak, genişölçüde olmak.
    meydan bırakmamak * fırsat vermemek.
    meydan bulamamak * fırsat bulamamak.
    meydan dayağı * Ceza olarak açıkta ve kalabalık içinde suçlulara atılan dayak.
    meydan dayağına çekmek * herkesin içinde veya çok dövmek.
    meydan korkusu * Bkz. alan korkusu.
    meydan muharebesi * Meydan savaşı.
    meydan okumak * korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirmek; kavga veya yarışmaya çağırmak.
    meydan saati * Halkın yararlanabilmesi için alanlara konulan büyük saat.
    meydan savaşı * Bir savaşta, kesin sonuç almak için düşmana karşı bütün güçlerle yüklenilen ölüm kalım savaşı.
    meydan sazı * On iki teli olan, sesinin yüksekliği sebebiyle açık yerlerde çalınmaya uygun, halk ozanlarının kullandığıen
    büyük saz, divan sazı.
    meydan vermemek * kötü bir durumun gerçekleşmesi için imkân veya zaman bırakmamak.
    meydana atılmak * ortaya çıkmak.
    meydana atmak * ortaya çıkarmak.
    meydana çıkarmak * açıklığa kavuşturmak, ortaya çıkarmak, belli etmek.
    * bularak ortaya çıkarmak.
    meydana çıkmak * ortaya çıkmak, görünmek.
    * belli olmak.
    * yetişmek, büyümek.
    meydana dökmek * hepsini sergilemek, ortaya dökmek.
    meydana düşmek * bir işyapmak için kendini ortaya atmak.
    meydana gelmek * olmak, oluşmak.
    * ortaya çıkmak.
    meydana getirmek * olmasını sağlamak, oluşturmak.
    meydana koymak * yapıp ortaya çıkarmak, göstermek.
    meydana vurmak * belli etmek, ortaya çıkarmak.
    meydancı * Avlu, bahçe gibi yerleri süpürüp temizleyen hizmetli.
    * Hapishane koğuşlarında ayak işlerini gören kimse.
    * Mevlevî tekkelerinde konukları, Mevlevîleri karşılayan, meydanıaçan, Mevlevî raksını düzenleyen tarikat
    adamı.
    meydancık * Küçük meydan.
    meydancılık * Meydancı olma durumu.
    meydanda * Ortada, belli, açık, aşikâr.
    * Ortada bulunan, gözle görülen şey.
    meydanda bırakmak * açıkta, evsiz barksız bırakmak.
    * ortada, herkesin gözü önünde bırakmak.
    meydanı(birine veya bir şeye) bırakmak * savunduğu şeyden vazgeçmek veya yarışmadan çekilmek.
    meydanı boş bulmak * kendisini engelleyecek kimse görmeyerek aşırıdavranışlarda bulunmak.
    meydanî * Bir tür çiçek.
    meydanlık * Geniş, meydana benzeyen yer, açıklık.
    meyhane * İçki satılan ve içilen yer, içki yeri.
    * Kabare.
    meyhane pilâvı * Kıyma, soğan, biber ve domates kullanılarak bulgurdan yapılan bir pilâv türü.
    * Meyhane havasına özgü ve mezelik niteliğinde olan pilâv.
    meyhaneci * Meyhane işleten kimse.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 41

    met * Çelik çomak oyunu.
    * Bu oyunda kullanılan, 10-15 cm uzunluğundaki değnek.
    meta * Mal, ticaret malı.
    * Elde bulunan varlık, sermaye.
    metabolizma * Canlı organizmada veya canlıhücrelerde hareketi, enerjiyi sağlamak için oluşan, biyolojik ve kimyasal
    değişimlerin bütünü.
    metafizik * Doğa ötesi, fizik ötesi.
    metafizikçi * Metafizik ile uğraşan kimse.
    metafizikçilik * Metafizikçinin işi veya mesleği.
    metafor * İstiare, ödünçleme.
    metal * Çok yüksek elektrik ve ısı iletkenliği, kendine özgü parlaklığı olan, oksijenli birleşimiyle çoğunlukla bazik
    oksitler veren madde, maden.
    * Dizgi makinelerinde satırları oluşturmak için eritilen antimon ve kurşun alaşımına verilen ad.
    metal bilimi * Genellikle elementleri, özellikle metalleri saf olarak elde eden ve bunların işleme tekniğini belirleyen kimya
    endüstrisi kolu, metalürji.
    metal yatak * Özü, temeli metalden oluşan yatak.
    metalik * Madensel, madenle ilgili.
    * Madenden yapılmış, madenî.
    metalografi * Maden, alaşım ve maden filizlerinin yüzeylerini, kesitlerini ve billûrlaşma özelliklerini mikroskopla
    inceleyerek çözümünü yapan bilim kolu.
    metaloit * Metalsi.
    metalsi * Metallerin fiziksel özelliklerini, metal olmayan ögelerin ise kimyasal özelliklerini taşıyan element, madensi,
    metaloit.
    metalürji * Metal bilimi.
    metalürjik * Metal bilimi ile ilgili.
    metamorfik * Başkalaşıma uğramışolan.
    metamorfizm * Başkalaşım.
    metamorfoz * Başkalaşma.
    metan * Çürümekte olan karbonlu maddelerden çıkan, havada sarı bir alevle yanan, renksiz bir gaz, bataklık gazı
    (CH4).
    metanet * Metin olma, dayanma, dayanıklılık, sağlamlık.
    metanet göstermek * kötü bir duruma katlanmak, dayanmak.
    metanetli * Dayanıklı, metin.
    metanetsiz * Dayanıksız.
    metanetsizlik * Dayanıksızlık.
    metapsişik * Ruh ötesi.
    metastaz * Organizmanın herhangi bir noktasında bulunan bir hastalık olayının organizmanın başka bir yerine
    sıçraması, göçüm.
    metatez * Göçüşme, yer değiştirme.
    metazori * Zorla.
    metbu * Kendisine uyruk olunan.
    meteliğe kurşun atmak * hiç parasıkalmamak.
    metelik * On para değerinde olan sikke.
    * Çok az para.
    metelik etmez * çok değersiz görülen nesne veya kimseler için kullanılır.
    metelik vermemek * değer ve önem vermemek, umursamamak, aldırışetmemek.
    meteliksiz * Parası olmayan, züğürt.
    meteliksizlik * Parasızlık, züğürtlük.
    meteor * Atmosfer içinde oluşan sıcaklık değişmeleri, rüzgâr, yıldırım, yağmur, dolu gibi olaylara verilen genel ad.
    * Akan yıldız.
    meteor taşı * Gök taşı.
    meteorit * Gök taşı, meteor taşı.
    meteorolog * Meteoroloji uzmanı.
    meteoroloji * Atmosfer içinde oluşan sıcaklık değişmelerini, rüzgâr, yıldırım, yağmur, dolu gibi olayları inceleyen fizik
    dalı, hava bilgisi.
    meteoroloji istasyonu * Hava kürede sık sık görülen değişiklikleri inceleyen ve ölçen gözlem evi.
    meteorolojik * Meteoroloji ile ilgili olan.
    metfen * Mezar, kabir, sin, makber.
    metfun * Gömülmüşolan, gömülü.
    meth * Övme, övgü.
    methal * Bir yapının girişyeri, girişantre.
    * Bir kitabın giriş bölümü.
    * Giriş.
    methaldar * Bir işe karışmışolan, bir işte parmağı olan.
    methali olmak * bir işe karışmış bulunmak, bir işte parmağı olmak.
    methetme * Methetmek işi.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 42

    methetmek * Övmek.
    methini işitmek (veya duymak) * ününden haberdar olmak.
    methiye * Övgü.
    * Bir kimseyi veya bir şeyi övmek için yazılmışşiir.
    methiye düzmek * övmek, övgü şiiri yazmak.
    methüsena * Övme, ululama.
    metil * Yapısında metil kökü bulunan birleşikleri adlandırmakta kullanılan ön ek.
    metilen * Metanın iki hidrojen atomunu yitirmesiyle türeyen bir kök (CH2).
    metilik * Metan birleşimlerinin sıfatı.
    metin * (eser, yasa, belge için) Bir yazıyı biçim, anlatım ve noktalama özellikleriyle oluşturan kelimelerin bütünü,
    tekst.
    * Basılıveya el yazmasıparça, tekst.
    metin * Acılar karşısında dayanma gücünü yitirmeyen, sağlam, dayanıklı, metanetli.
    metin olmak * dayanıklıve sağlam olmak, metanetini yitirmemek.
    metis * Kırma, azma, melez.
    metodik * Yöntemli.
    * Düzenli, derli toplu.
    metodoloji * Yöntem bilimi.
    metodolojik * Yöntem bilimi ile ilgili, yöntem bilimsel.
    metot * Yöntem.
    metotlu * Yöntemli.
    metotsuz * Yöntemsiz.
    metotsuzluk * Yöntemsizlik.
    metraj * Metre olarak uzunluk.
    * Metre ile ölçme.
    metrajlı * Herhangi bir metre uzunluğunda olan.
    metrdotel * Başgarson.
    metrdotellik * Başgarsonluk.
    metre * Yer meridyen dairesinin kırk milyonda biri olarak kabul edilen, temel uzunluk ölçüsü birimi (kısaltması
    m2).
    * Genellikle desimetre, santimetre, milimetrelere bölünmüş, bir metre uzunluğundaki ölçü aracı.
    * Herhangi bir metre uzunluğunda olan.
    metre kare * Kenarı bir metre olan bir karenin alanına eşit yüzey ölçüsü birimi (kısaltmasım3).
    metre küp * Kenarı bir metre olan bir küpün oylumuna eşit, oylum ölçüsü birimi (kısaltmasım).
    metre sistemi * Metre, metre kare, metre küp, kilogram, litre gibi kökü metreye dayanan ölçü sistemi, metrik sistem.
    metrelik * Uzunluğu herhangi bir metre olan.
    metres * Bir erkekle nikâhsız yaşayan kadın, kapatma.
    metres tutmak * metresle yaşamak.
    metreslik * Metres olma durumu.
    metreslik etmek * metres olarak yaşamak.
    metrik * Metre veya metreyi temel olarak alan ölçülerle ilgili.
    metrik sistem * Bkz. metre sistemi.
    metris * Askerin çarpışma sırasında korunması için yapılan toprak siper.
    metro * Büyük şehirlerde semtler arasında işleyen yer altıdemir yolu hattı.
    * Bu hatta çalışan taşıt.
    metroloji * Ölçme ile ilgili bir bilim dalı.
    * Ağırlıklar ve ölçüler üstüne inceleme kitabı.
    metronom * Bir müzik parçasının hangi hızla çalınması gerektiğini gösteren alet.
    metropol * Bir bölgenin veya ülkenin en önemli şehri, ana şehir, ana kent.
    metropolit * Ortodokslarda patrikten sonra gelen ve bir bölgenin din işlerine başkanlık eden din adamı.
    metropoliten * Bir devletin veya bir ülkenin ana şehrine ilişkin.
    * Metro.
    metrûk * Bırakılmış, terk edilmiş.
    * Kullanılmayan.
    metrûkât * Ölen birinin bıraktığışeyler.
    metruke * Bırakılmış, geriye kalmış.
    metrukiyet * Bırakılma, terk edilme.
    * Ayrılma, boşanma.
    mevali * OsmanlıDevletinde görev yapan yüksek dereceli ilmiye mensuplarına verilen ad.
    mevcudat * Var olan şeyler, varlıklar.
    * Yaratıklar.
    mevcudiyet * Var olma, varlık, var oluş.
    mevcut * Var olan, bulunan.
    * Bir topluluğu oluşturan bireylerin tümü.
    mevcut olmak * var olmak, bulunmak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 35

    merbut * Bağlı, bağlanmış.
    * İlişik, ilişkin.
    merbut olmak * bağlı bulunmak.
    merbutiyet * Bağlılık, ilgi.
    mercan * Tropik ve ılık denizlerde yaşayan, genişresifler oluşturan, mercanlar sınıfının örneği olan, kırmızıkalker
    iskeletli hayvan (Corallium rubrum).
    * Bu hayvanın iskeletinden elde edilen, süs eşyalarıyapımında kullanılan madde.
    * Bu maddeden yapılmış.
    * İzmaritgillerden, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de bulunan, açık kırmızırenkte, eti beğenilen
    bir balık (Pagrus pagrus).
    mercan adası * Su yüzüne kadar çıkan mercan resiflerinden oluşmuşada, atol.
    mercan ağacı * Fasulyegillerden, sıcak ülkelerde yetişen, çiçekleri parlak kırmızı, tırmanıcı bir süs bitkisi (Erythrina).
    mercan balığı * 343 mercan.
    mercan iğnesi * Soldan sağa ve köşelerde birer düğüm oluşturarak yapılan zikzak işleme.
    mercan otu * Karanfilgillerden, nemli yerlerde yetişen, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri beyaz, çok yıllık otsu bir bitki
    (Sagyna procumbens).
    mercan resifi * Yıllık ortalama deniz suyu sıcaklığı200 C nin üzerinde bulunan bölgelerde kıtasal kenardaki adaların sığ
    sahillerinde, kalkerli bitkisel ve hayvansal organizmaların yığılımı.
    mercan teknesi * Mercan avlamak için yapılan özel bir tür tekne.
    mercan terliği * Ayak topuğunu kavrayan, arka bölümü olmayan, ökçesiz, genellikle kırmızıderiden terlik.
    mercan tespih * Mercandan yapılan otuz üçlük veya doksan dokuzluk değerli tespih.
    mercan yeşili * Mercan renginde olan yeşil renk.
    mercan yılanı * Kırmızı olan vücudunda halka biçiminde siyah lekeler bulunan bir Amerika yılanı(Elaps corallinus).
    mercancı * Mercan avlayan kimse.
    * Mercan işleyen kimse.
    mercanköşk * Ballı babagillerden, küçük yapraklı, güzel kokulu bir saksı bitkisi, şile, merzengûş(Origanum majorana).
    mercanlar * Örnek hayvanımercan olan, selenterelerden bir sınıf.
    mercanlı * İçinde mercan bulunduran.
    mercek * İçinden geçen paralel ışınları düzenli bir biçimde birbirine yaklaştıran veya birbirinden uzaklaştıran,
    camdan veya ışık kırıcıherhangi bir maddeden yapılmış, genellikle küresel yüzeylerle sınırlanmışsaydam cisim, lens.
    mercekli * Merceği olan.
    merci * Başvurulacak yer veya makam.
    mercimeği fırına vermek * kadınla erkek gizlice aşk ilişkisi kurmak.
    mercimek * Baklagillerden, beyaz çiçekli bir tarım bitkisi (Lens culinaris).
    * Bu bitkinin, besin değeri yüksek, ufak, yeşil veya kahverenkli, yuvarlak ve yassıca tohumu, yasmık.
    mercimek çorbası * Kırmızıveya yeşil mercimeğin ana malzemesini oluşturan, soğan, un, tereyağı, et suyu, tuz, kırmızıveya
    karabiber ile hazırlanan çorba.
    mercimek kadar * çok küçük ve yuvarlak.
    mercimek kemiği * Orta kulakta örs ve üzengi kemiği arasında bulunan küçük kemik.
    mercimek köfte * İçine önceden hafifçe pişen mercimek, soğan, ince bulgur ve baharat katılarak yoğurulan köfte.
    mercimek köftesi * Kırmızımercimeğin hafifçe pişmesinden sonra soğan, maydanoz, taze nane ve yeşil soğan karışımına
    katılıp iyice yoğrulmasısonunda hazırlanan bir yemek türü.
    merdane * Erkeğe yakışır biçimde, mertçe, yiğitçe.
    merdane * Türlü işlerde kullanılan, silindir biçiminde araç.
    * Oklava.
    merdaneleme * Merdanelemek işi.
    merdanelemek * Bir şeyin üzerinden merdane (II) geçirmek.
    merdiven * Bir yere çıkmaya veya bir yerden inmeye yarayan basamaklar dizisi.
    merdiven altı * Katlar arasındaki merdivenlerin altında kalan boşluk.
    merdiven boşluğu * Çok katlıevlerde bulunan merdivenler çevresinde bulunan boşluk.
    merdiven dayamak * (büyük bir yaşiçin) bu yaşa basmak veya yaklaşmak.
    merdiven evi * Merdiven yapılan duvarlarla çevrili kısım.
    merdiven korkuluğu * Demir veya ahşap merdivenlerin boşluk kenarındaki çıkıntıların üstündeki bölüm, trabzan.
    merdiven kovası * Dönerek çıkılan merdivenlerde yukarıdan aşağıya bakıldığında ortada görülen boşluk.
    merdiven sahanlığı * Merdiven boşluğu veya başı.
    merdivenci * Yapılardaki beton merdivenleri döken kimse.
    merdivenli * Merdiveni olan.
    merdivensi * Merdiveni andıran.
    merdümgiriz * İnsanlara karışmaktan hoşlanmayan, insanlardan kaçan (kimse), mizantrop.
    merek * Samanlık, odunluk, hayvan yemi deposu veya ahır.
    meres * (köpek için) Yaş.
    meret * Sıkıntıveren, hoşlanılmayan şeyler veya kimseler için sövgü sözü olarak kullanılır.
    * Uğursuz.
    mergup * Sevilip aranan, istenilen, beğenilen.
    merhaba * Yayılın, rahat oturun!” “Günaydın” veya “hoşgeldiniz” anlamında bir esenleşme veya selâmlaşma sözü.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 36

    merhaba etmek * hâl hatır sormak, görüşüp konuşmak.
    merhabalaşma * Merhabalaşmak işi.
    merhabalaşmak * Birini merhaba sözüyle esenlemek.
    merhabası olmak * esenleşecek kadar tanışıklığı, yakınlığı olmak.
    merhabayıkesmek * biriyle ilgisini kesmek.
    merhale * Derece, basamak, aşama, evre.
    * Varılması istenen noktaya kadar aşılması gereken yerlerin her biri, konak, menzil.
    * Bir yolcunun ortalama bir günde, sekiz saatte gidebileceği mesafe.
    merhamet * Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığıkötü durumdan duyulan üzüntü, acıma.
    merhamet etmek * acımak.
    merhamete gelmek * acıma duygusuna kapılmak.
    merhameten * Acıyarak, merhamet ederek.
    merhametli * Acıması olan, merhamet eden.
    merhametsiz * Acıması olmayan, acımasız, katıyürekli, kalpsiz.
    merhametsiz olmak * merhamet etmemek.
    merhametsizce * Merhamet etmeksizin, merhametsiz bir biçimde, acımadan.
    merhametsizlik * Acımasız olma durumu, acımasızlık, kalpsizlik.
    merhem * Deriye sürülerek kullanılan, içinde birçok etkili madde bulunan, yumuşak ve koyu kıvamda, yağlıveya
    yağsız ilâç.
    * Çare.
    merhem olmak * bir derde çare olmak.
    merhemleme * Merhemlemek işi.
    merhemlemek * Merhem sürmek.
    merhum * Ölmüş bir Müslümandan söz edilirken “Tanrı’nın rahmetine kavuşmuş” anlamında kullanılır.
    * ÖlmüşMüslüman erkek.
    merhum olmak * ölmek.
    merhume * ÖlmüşMüslüman kadın.
    mer’i * Yürürlükte olan, geçerli.
    meridyen * Ekvatoru dik olarak kestiği ve iki kutup noktasından geçerek dünyayıçevrelediği varsayılan daire.
    meridyen dairesi * Meridyen düzleminin gök küresiyle ara kesiti.
    meridyen düzlemi * İki kutup arasındaki doğru ile o yerin çekül doğrultusunun belirttiği düzlem, öğlen, nısfınnehar.
    Merih * Güneş’e olan uzaklığı, Yer’in Güneş’e olan uzaklığından daha çok olan dışgezegenlerin ilki, Sakıt, Mars.
    merinos * Uzun, çok ince, beyaz ve bol tüylü yapağısından dokumacılıkta yararlanılan bir koyun cinsi (Ovis aries
    hispanica).
    * Bu koyundan elde edilen yün.
    * Bu yünden yapılmışolan.
    merinos koyunu * Bkz. merinos.
    meristem * Sürgen doku.
    mer’iyet * Yürürlük.
    merkantilist * Merkantilizm yanlısı olan kimse.
    merkantilizm * Ülkenin refahınısahip olduğu altın ve gümüşgibi değerli madenlere bağlayan, ülkedeki değerli maden
    yataklarının işletilmesine önem veren ve ihracatıartırıp ithalatıazaltmaya çalışan iktisat öğretisi.
    merkat * Mezar, kabir.
    merkep * Eşek.
    merkepçi * Eşekçi.
    merkez * Bir dairenin veya bir küre yüzeyinin her noktasından aynıuzaklıkta bulunan iç nokta, özek.
    * Bir kapalıeğrinin veya bazıçokgenlerde köşegenlerin kesişme noktası.
    * Bir ülkenin, bölgenin veya kuruluşun yönetim yeri.
    * Bir işin öğretildiği yer.
    * Bir işin yoğun olarak yapıldığıyer.
    * Belirli bir yerin ortası.
    * Polis karakolu.
    * Biçim, durum, yol.
    merkez açı * Köşesi çemberin merkezinde bulunan açı.
    merkezce * Merkeze göre, merkez bakımından.
    merkezci * Merkeziyetçi.
    merkezcil * Merkeze doğru yaklaşan.
    merkezcilik * Merkeziyetçilik.
    merkezde * yolda, durumda.
    merkezî * Merkezde olan, merkezi oluşturan.
    merkezî ısıtma * Merkeze bağlı ortak ısıtma sistemi.
    merkezî idare * Merkezî yönetim.
    merkezî ülke * Yönetme, denetleme ve konumu bakımından merkezde bulunan ülke.
    merkezî yıkama * Merkeze bağlıveya bir merkezden yönetilen temizlik sistemi.
    merkezî yönetim * Yönetme, denetleme ve işletme bakımından yetkinin bir yerde toplandığıyönetim tarzı.
    merkezîleşme * Merkezîleşmek işi.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 37

    merkezîleşmek * Merkez durumuna gelmek.
    merkezîleştirme * Merkezîleştirmek işi.
    merkezîleştirmek * Otoriteyi ve işi bir merkezde toplamak.
    merkeziyet * Merkeziyetçilik.
    merkeziyetçi * Merkeziyetçilik yanlısı olan (kimse) veya merkeziyetçiliğe uygun (iş, yönetim), merkezci.
    merkeziyetçilik * Otoritenin ve işin tek bir merkezde toplanmasınıamaçlayan görüş, merkezcilik.
    * Bu görüşe dayanan yönetim biçimi.
    merkezkaç * Merkezden uzaklaşan, santrifüj.
    merkezkaç kuvvet * Bir merkez çevresinde dönen bir cismi merkezden uzaklaştıran kuvvet.
    merkezkaçlama * Bir karışımın bileşenlerini merkezkaç kuvvetiyle ayırma işlemi.
    merkezleme * Merkezlemek işi veya durumu.
    merkezlemek * Merkez durumuna getirmek.
    merkezlenme * Merkezlenmek işi.
    merkezlenmek * Aynımerkezde toplanmak, temerküz etmek.
    * Merkezî bir yönetime bağlanmak.
    merkezleşme * Merkezleşmek işi veya durumu.
    merkezleşmek * Merkez durumuna gelmek.
    merkezleştirme * Merkezleştirmek işi.
    merkezleştirmek * Merkez durumuna getirmek.
    merkum * Yazılmış.
    * Adı geçen, az önce anılan (kimse).
    merkûp * Üzerine binilmişolan.
    Merkür * Güneşsisteminin Güneş’e en yakın olan gezegeni, Utarit.
    merlanos * Bir tür mezgit balığı(Merlangus communis).
    mermer * Birleşiminde %75 ‘ten çok kalsiyum karbonat bulunan, genellikle beyaz, renkli ve damarlısıda olan,
    cilâlanabilen billûrlaşmışkireç taşı.
    * Bu taştan yapılmış.
    mermer gibi * beyaz, parlak, sert ve pürüzsüz.
    mermer kireci * Mermerden yapılmışkireç.
    mermerci * Mermer çıkaran, işleyen, satan, mermer ve benzeri taşlardan yapılarda ıslak zemin işleri, mutfak döşemesi,
    eviye veya mezar taşlarıyapan kimse.
    mermercilik * Cilâlıyüzeyler elde etmek için sert taşları işleme sanayii.
    * Mermer işleme sanatı.
    mermerleşme * Genellikle başkalaşma etkisiyle, kireç taşlarının yeniden billûrlaşma sonucu mermere dönüşmesi.
    mermerleşmek * Mermer durumuna dönüşmek.
    mermerli * Mermeri olan.
    mermerlik * Mermerle döşeli yer.
    mermerşahi * Tülbent ile patiska arasında ince bir tür pamuklu kumaş.
    mermi * Ateşli silâhlar tarafından atılan delici, patlayıcımadde, kurşun.
    merserize * Kimyasal bir yöntemle parlaklık verilmişpamuk ipliği.
    * Bu iplikle yapılmışolan.
    mersi * “Teşekkür ederim!”anlamında kullanılır.
    mersin * Mersingillerden, Güney ve BatıAnadolu dağlarında yetişen, yapraklarıyaz kışyeşil kalan, beyaz çiçekli bir
    ağaç (Myrtus communis).
    mersin balığı * Mersin balığı gillerden, ılık denizlerde, göllerde yaşayan, tatlısularda yumurtlayan, yumurtalarından havyar
    yapılan bir balık (Acipenser sturio).
    mersin balığı giller * Örneği mersin balığı olan, vücutlarıparlak pullarla veya kemik düğmeciklerle örtülü, çoğu yumurtlama
    zamanında ırmak ağızlarına gelen iğbiçiminde uzun balıklar familyası.
    mersin balıkları * Mersin balığı giller familyasını içine alan balıklar takımı.
    mersin morinası * Mersin balığı gillerden, Karadeniz, Hazar Denizi ve bu denizlere dökülen ırmaklarda yaşayan,
    yumurtasından havyar yapılan bir balık (Huso huso).
    mersingiller * İki çeneklilerden, mersin, karanfil, okaliptus gibi yapraklarıalmaşık, çiçekleri genel olarak talkım
    durumunda bulunan ıtırlı bitkileri içine alan bir familya.
    mersiye * Ağıt.
    mersiyehan * Ağıt okuyan, ağıtçı.
    mert * Yiğit.
    * Sözünün eri, güvenilir (kimse).
    mertçe * Erkekçe, yiğitçe, merdane (I).
    mertebe * Aşama, derece, rütbe.
    * Evre, safha.
    mertek * Yapıda kullanılan dört köşe veya yuvarlak, kalınca sırık.
    mertlik * Yiğitlik, erkeklik.
    meryem ana kandili gibi * zayıf, yanan (ışık).
    meryem pelesengi * Kabuklarından aynıadla anılan bir reçine çıkarılan ve Antil adalarında yetişen bir ağaç (Calophyilum
    calaba).
    meryemana asması * Bkz. ak asma.