Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 24

    mavi boncuk kimde? * (birçoklarına ayrıayrı”en çok sevdiğim sensin” diyen kimsenin) şimdi en çok sevdiği kim?.
    mavi hastalık * Kalbi ikiye ayıran bölmenin kapanmasısonucu temiz ve kirli kanın birbirine karışmasına yol açan hastalık.
    mavi küf * Özellikle tütün fidelerinde üreyerek, yaprak hastalığına yol açan asalak mantar.
    mavikantaron * Birleşikgillerden, baharda buğday tarlalarında mor renkli çiçekler açan bir bitki, belemir, peygamber çiçeği
    (Centaurea cyanus).
    mavileşme * Mavileşmek işi.
    mavileşmek * Mavi duruma gelmek.
    mavili * Üzerinde mavi renk olan (şey).
    * Mavi renkte giysi giymişolan (kimse).
    mavilik * Mavi renkte olma durumu.
    mavimsi * Mavi gibi olan, rengi maviye çalan.
    mavimtırak * Maviyi andıran.
    maviş * Ak tenli, mavi gözlü olan (kimse).
    mavişmaviş(bakmak) * mavi gözlerle (bakmak).
    mavna * Gemilere ve yakın kıyılara yük taşıyan, güvertesiz büyük tekne.
    * Büyük, üç köşe yelkenli yük gemisi.
    mavnacı * Mavna işleten (kimse).
    mavruka * Kurşundan dökülmüşuzun ve yuvarlak, iki ucu delikli, mazgallanıp cıvayla parlatılmışveya sarımadenden
    döküm yapılıp nikelâjlanmış, 80-130 gr ağırlığında bir av aleti.
    mavuna * Mavna.
    mavzer * Atışhızıdakikada ortalama altımermi olan ve orduda kullanılan bir tüfek tipi.
    maya * Bazı besinlerin yapımında mayalanmayı sağlamak için kullanılan madde, ferment.
    * Yaradılış, öz nitelik.
    * İçerdikleri enzimlerin katalizör niteliği etkisiyle şekerleri karbondioksit ve alkole dönüştüren bir hücreli
    bitki organizmaları.
    * Arsız, utanmaz kimse.
    maya * Damızlık dişi hayvan.
    * Dişi deve.
    maya * Bir tür halk türküsü.
    maya ağacı * Meyvelerinden yemek yağıçıkarılan bir tür hurma ağacı(Elaels).
    mayabozan * Bir mayanın etkisine karşıkoyan, protein yapısında madde.
    mayalama * Mayalamak işi.
    mayalamak * Maya koymak, içine maya karıştırmak.
    mayalandırma * Mayalandırmak işi.
    mayalandırmak * Mayalanmasını sağlamak.
    mayalanma * Organik maddelerin bazımikroorganizmalarca salgılanan enzimler etkisiyle uğradığıdeğişiklik, tahammür,
    fermantasyon.
    * Sıvıveya hamur durumda bulunan organik maddelerin kendiliğinden kabarıp köpürerek gaz çıkarması
    olayı.
    mayalanmak * Mayanın etkisiyle ekşiyip kabarmak.
    mayalı * İçine maya karıştırılmış.
    * Maya ile ekşiyip kabarmış.
    * Daire şeklinde açılan mayalanmışhamurun, sac veya fırında pişirilmesiyle elde edilen ekmek.
    mayalık * Maya olarak kullanılmak için ayrılmış, maya olmaya yarar.
    * Damızlık hayvan.
    mayası bozuk * Kötü yaradılışlı, karaktersiz.
    * Hain.
    mayasıl * Birdenbire ortaya çıkarak gelişen kızartı, kaşınma, sulanma, kabuk bağlama gibi doku bozukluklarıyla
    kendini gösteren ve bulaşıcı olmayan bir deri hastalığı, egzama.
    * Basur.
    mayasıl otu * Bir deri hastalığına karşıkullanılan bitki türlerine (özellikle Ajuga, Hypericum, Digitalis, Teucrium) verilen
    ad.
    mayasız * İçinde maya bulunmayan.
    maydanoz * Maydanozgillerden, 50-80 cm yükseklikte, ufak yeşil yapraklı, özel kokulu iki yıllık otsu bir bitki
    (Petroselinum crispum).
    maydanozgiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, çiçekleri şemsiye durumunda olan, anason, kereviz, maydanoz ve
    kimyon gibi bitkileri içine alan bir familya.
    mayhoş * Tadışekerli ve az ekşi olan.
    * (dostluk ilişkisi için) Bozulmuşveya bozulmaya yüz tutmuşolan.
    mayhoşluk * Mayhoşolma durumu.
    mayın * Toprak altına, üstüne veya suyun içine yerleştirilen, doğrudan doğruya, çarpma veya basınç etkisiyle
    patlayarak zarara yol açan patlayıcımadde.
    mayın dökmek * denize mayın bırakmak, denizi mayınlamak.
    mayın gemisi * Denize mayın dökmek için özel olarak yapılmışgemi.
    mayın tarlası * Patlayıcımaddelerin döşendiği veya çokça bulunduğu yer.
    mayıncı * Mayın dökmeye yardım eden veya mayın döşeyen kimse.
    mayınlama * Mayınlamak işi.
    mayınlamak * (bir yere) Mayın dökmek veya döşemek.
    mayınlanma * Mayınlanmak işi.
    mayınlanmak * Mayınlamak işi yapılmak.
    mayınlı * Mayınlanmışyer.
    mayınsız * Mayını olmayan, mayınlanmamışyer.
    mayıs * Yılın 31 gün süren beşinci ayı.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 25

    mayıs * Taze sığır gübresi.
    mayıs böceği * Kın kanatlılardan, uzunluğu 20-25 mm olan, gelişmesi üç beşyıl süren, bitkilere zararlı bir böcek
    (Melolontha vulgaris).
    mayıs böcekleri * Otçul özellikleri dolayısıyla bitki sağlığıyönünden önem taşıyan böcekler topluluğu.
    mayıslı * Bol gübreli.
    mayışma * Mayışmak işi.
    mayışmak * Çok yemekten, sıcaktan veya zevkten gevşemek.
    mayi * Sıvı.
    mayistra * Grandi direğinin en alt sereni ve bu serene çekilen yelken.
    * Kuzeybatırüzgârı.
    maymun * İnsandan başka bütün primatlara verilen genel ad.
    * Çirkin ve gülünç.
    * Taklitçi.
    maymun balığı * Yuvarlak başlı bir cins köpek balığı(Squatina vulgaris).
    maymun gibi * tuhaf, gülünç hareketler yapanlar için söylenir.
    * taklitçi.
    maymun gözünü açtı * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır.
    maymun iştahlı * Hevesi çabuk geçen, kararsız.
    maymuna benzetmek (çevirmek veya döndürmek) * gülünç ve çirkin duruma sokmak.
    maymuna dönmek * çirkin ve gülünç duruma girmek.
    * uslanmak.
    maymuncuk * Küçük maymun.
    * Her kilidi açmaya yarayan, demirden, eğri ve sivri araç.
    * Ergin evrede bağüzümlerinin yaprak ve sürgünlerini, kurtçuk evresinde kökleri kemiren, parlak siyah kın
    kanatlı böcek (Otiorrhyncus peregrinus).
    maymunlar * Omurgalıhayvanlardan, memeliler sınıfının etenliler alt sınıfına giren bir takım, primatlar.
    maymunlaşma * Maymunlaşmak işi.
    maymunlaşmak * Maymuna benzemek, maymun gibi davranmak.
    * Taklitçi davranmak.
    maymunlaştırma * Maymunlaştırmak durumu.
    maymunlaştırmak * Maymun davranışları ile hareket ettirmek.
    maymunluk * Güldürmek veya dikkati çekmek için yapılan tuhaflık.
    maymunsu * Maymun gibi, maymuna benzer.
    mayna * Yelken indirme, fora karşıtı.
    * İndir.
    * Bırakılma, son verilme.
    mayna etmek * herhangi bir şeyi halat ve palanga aracılığıyla denize veya yere indirmek.
    * (fırtına için) yatışmak.
    mayo * Genellikle denize girerken ten üzerine giyilen, vücudun gerekli kısımlarınısıkıca örten giysi.
    mayocu * Mayo diken veya satan kimse.
    mayoculuk * Mayo üretmek, dikmek veya satmak işi veya mesleği.
    mayonez * Yumurta sarısı, zeytinyağıve limonla yapılan bir çeşit koyu, soğuk salça.
    mayonezli * Mayonez katılmışveya karıştırılmış.
    mayşor * Alman gümüşü.
    maytaba almak * biriyle alay etmek, eğlenmek.
    maytap * Yandığında renkli ve parlak ışıklar saçan, şenlik gecelerinde yakılan havaî fişek.
    -maz / -mez * Olumsuz genişzaman eki: anla-maz-sın , oku-maz-sınız , yaz-maz , bil-mez-ler vb.
    * Fiilden sıfat türeten ek: çık-maz (sokak) tüken-mez (kalem) vb.
    mazak * Kırlangıç balığı gillerden, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Marmara denizinde yaşayan, kırmızırenkli,
    lezzetli bir balık (Trigla lineata).
    mazarrat * Zarara uğrama, zarar.
    mazbata * Tutanak.
    mazbata muharriri * Bir komisyon kararının gerekçesini kaleme alan üye.
    mazbut * Ele geçirilmiş, zapt edilmiş.
    * Bir yere yazılmış, deftere geçirilmiş.
    * Unutulmamış, hatırda kalmış.
    * Düzenli, düzgün, beğenilen.
    * Doğa olaylarından etkilenmeyecek biçimde korunmuşolan (yapı).
    mazeret * Kendini veya başka birini özürlü göstermek için ileri sürülen sebep, özür.
    * Bir kimseyi özürlü gösteren durum veya olay.
    * Bir şeyden kurtulmak veya kaçınmak için ileri sürülen gerekçe, bahane.
    mazeret bulmak * içinde bulunulan durumu açıklayacak bir sebebi ortaya koymak.
    mazeret kâğıdı * Öğrencinin okula gelemeyişinin sebebini bildiren ve velisi tarafından imzalanarak okul yönetimine verilen
    belge, tezkere.
    mazeretli * Mazereti olan, mazur.
    mazeretsiz * Mazereti olmayan.
    mazgal * Kale duvarlarında iç yanı geniş, dışyanıdar delik.
    mazgallı * Mazgalları olan.
    mazhar * Bir şeyin ortaya çıktığı, göründüğü yer veya kimse.
    * (bir iyiliğe) Erişmiş, erişen (kimse).
    mazhar olmak * iyi bir şeye ermek, ulaşmak.
    mazhariyet * Erişme, elde etme.
    mazı * Servigillerden, yapraklarıalmaşık ve küçük pullar biçiminde, gövdesi düz olan, dipten dallanan bir süs
    bitkisi (Thuya).
    * Hayvansal ve bitkisel asalakların bitkilerde oluşturduğu ur.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 21

    maskaraya almak * biriyle eğlenmek, alay etmek.
    maskaraya çevirmek * gülünç bir duruma sokmak.
    maske * Boyalıkarton, kumaş, plâstikten yapılmışolan ve başkalarınca tanınmamışolmak için yüze geçirilerek
    kullanılan yapma yüz.
    * Korunmak için, özel olarak yapılmış, yüze geçirilmişşey.
    * Yüz ve boyun güzelliği için cilde sürülen krem, macun vb.
    * Gerçek duygularıveya bir şeyin gerçek görünüşünü gizleyen aldatıcı görünüş, davranış.
    * Kişinin oynadığırol veya hem kendisine hem de çevresine karşıtakındığıdavranış.
    maskeleme * Maskelemek işi.
    maskelemek * Görünmemesini sağlamak, maske ile örtmek, alalamak, kamufle etmek.
    * Gerçek görünüşünü saklamak, gizlemek.
    maskelenme * Maskelenmek işi.
    maskelenmek * Maskelemek işi yapılmak veya maskelemek işine konu olmak.
    maskeli * Maskesi olan, maskelenmiş.
    * Davranışve tutumunda gerçek kişiliğini saklayan.
    maskeli balo * Yüze maske takılarak gidilen balo.
    maskesi düşmek * gerçek niyeti ve niteliği ortaya çıkmak.
    maskesini atmak * amaçlarını gizlemesini bilen kimse, bu tutumunu bırakarak gerçek kişiliğini ve amaçlarınıaçığa vurmak.
    maskesini düşürmek (veya sıyırmak) * gerçekleri ortaya çıkarmak.
    maskesini kaldırmak * gizli amaçlarını, gerçek kişiliğini ortaya çıkarmak.
    maskesiz * Maskesi olmayan.
    * Davranışve tutumunda gerçek kişiliğini saklamayan.
    maskot * Uğur getireceğine inanılan şey.
    * Uğur sayılan kimse veya hayvan, uğurluk.
    maslahat * İş, önemli iş, mesele.
    * Erkeklik organı.
    maslahatgüzar * “gören, yapan, eden” Bir büyük elçinin temsilci olarak bulunduğu ülke dışına çıkmasıdurumunda veya o
    ülkeye gelmesinden önce ona vekâlet eden diplomat, işgüder.
    maslahatgüzarlık * Maslahatgüzar olma durumu, maslahatgüzarın mesleği.
    * Maslahatgüzarın makamı, işgüderlik.
    maslak * Sürekli su akan boru.
    * Su yolu üzerinde bulunan su haznesi.
    * Büyük yalak.
    maslûp * Asılmış; asılarak öldürülmüş(kimse).
    masmavi * Her yanımavi, gömgök.
    masnu * Sanatla yapılmış, sanat ürünü.
    * Aslı olmayan, uydurma, yapma, düzme, düzmece, sahte.
    masnuat * Sanatla yapılmışşeyler, sanat eserleri.
    * Aslı olmayan şeyler, yapma ve düzme şeyler.
    mason * Masonluk derneği üyesi, farmason.
    mason locası * Çeşitli derecelerdeki masonlardan oluşan gruplardan her biri.
    masonluk * Birtakım kardeşlik ilkelerini benimseyen, birbirlerini parola ve işaretlerle tanıyan, loca denilen bölümlere
    ayrılan kimselerden kurulu dernek.
    * Mason olma durumu, farmasonluk.
    masör * Erkek masajcı, ovucu.
    masöz * Bayan masajcı, ovucu.
    masraf * Harcanan para, gider.
    * Bir şeyin yapımında kullanılan gereç, harç.
    masraf etmek * para harcamak.
    masraf görmek * alışverişveya ödeme işlerini yapmak.
    masraf kapısı * Para harcamayı gerektiren bir iş.
    masraf kapısıaçmak * para harcamayı gerektiren bir işe girişmek.
    masrafa girmek * bir işveya yapım için çok para harcamak.
    masrafıçekmek * bir işiçin gereken parayıödemek, gideri karşılamak.
    masraflı * Çok masraf gerektiren, pahalıya çıkan.
    masrafsız * Masraf gerektirmeyen veya az masrafı olan, ucuza mal olan.
    * Külfeti az olan.
    masraftan çıkmak * beklenmedik bir sırada para harcama durumunda kalmak, paradan çıkmak.
    masruf * Sarf edilmiş, harcanmış.
    massetme * Emme, içine çekme, soğurma.
    massetmek * Emmek, içine çekmek, soğurmak.
    mastar * Fiilin -mak/-mek veya -ma/-me ekleri alan ve isim gibi kullanılan şekli: al-mak, üşü-mek, gör-me, bul-ma
    vb.
    mastar * Sıvacıve duvarcıların, cetvel gibi kullandıkları, uzun, ensiz ve düz tahta, mıstar.
    mastara * Açıölçme cetveli, iletki, mıstara.
    master * Üniversite diplomasıyla doktora arasındaki akademik derece, yüksek lisans derecesi.
    mastı * Kulaklarıuzun ve düşük, bacaklarıkısa, bodur bir köpek cinsi.
    mastıçiçeği * Öküzgözü.
    mastika * Sakızla tatlandırılmışrakı, sakız rakısı.
    * Sakız ağacından çıkarılan reçine.
    mastor * Çok sarhoş.
    mastur * Mastor.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 22

    masturi * Geminin en genişyeri.
    mastürbasyon * Cinsel bölgelere dokunarak orgazm sağlama.
    masum * Suçsuz, günahsız.
    * Temiz, saf.
    * Küçük çocuk.
    masum masum * Masumlukla, masum bir biçimde.
    masumane * Suçsuz, temiz, masum bir biçimde.
    masume * Suçsuz, günahsız (kadın).
    * Temiz, saf (kadın).
    masumiyet * Masumluk.
    masumluk * Masum olma durumu, masumiyet.
    masun * Korunan, korunmuş.
    * Saklanmış.
    masuniyet * Korunmuşolma durumu.
    * Dokunulmazlık.
    masura * Karton, tahta veya plâstikten yapılan, üzerine şerit, iplik vb. sarılan koni veya silindir.
    * Çeşme zıvanası.
    * Bir akarsu ölçü birimi.
    maş * Bir çeşit börülce (Phaseolus aureus).
    maşa * Ateşveya kızgın bir şey tutmaya, korlarıkarıştırmaya yarayan iki kollu metal araç.
    * Çok küçük şeyleri tutmaya yarayan küçük, kollu araç.
    * Başkasının isteklerine, amaçlarına alet olan kimse.
    * Bisiklet çatısının ön ve arkasında, çatal biçiminde, tekerleklerin takıldığıparça.
    * Saçlarıkıvırmak, düzeltmek için elektrik veya ateşle ısıtılan maşa biçiminde alet.
    maşa gibi * zayıf ve kuru (kimse).
    maşa gibi kullanmak * Bkz. maşası olmak.
    maşa kadar * (yeni doğan çocuklar için) çok ufak.
    maşa varken elini yakmak * bir işten gelebilecek zarardan kendini koruyacak bir yol varken o yolu tutmamak.
    maşacı * Maşa yapan veya satan kimse.
    maşacılık * Maşacının işi veya mesleği.
    maşala * Bağve bahçelerde ekilmek için ayrılmıştoprak parçası, evlek.
    maşalama * Maşalamak işi.
    maşalamak * Saçlarımaşa ile kıvırmak veya düzeltmek.
    maşalanmak * Maşa ile tutturulmak.
    maşalı * Maşası olan.
    * (saç için) Maşa ile kıvrılmış.
    maşalık * Başkasının pek de hoşolmayan, sakıncalı isteklerine, amaçlarına alet olma durumu.
    * Aşırıhırçınlık, yaramazlık yüzünden dayak yemeye aday (çocuk).
    maşalık etmek * başkalarının çıkarı, isteği ve amaçlarıdoğrultusunda çalışmak.
    maşallah * “Ne güzel”, “Allah nazardan saklasın” gibi beğenme duygularıanlatır.
    * Umulmadık durumlar karşısında şaşkınlık ve sitem belirtmek için söylenir.
    * Nazar değmemesi için çocukların üzerine iliştirilen veya çeşitli araçlara, binalara vb. yerlere asılan, üstünde
    “maşallah” yazılınazarlık.
    maşallahıvar * bir kimsenin veya bir şeyin iyi bir durumu anlatılırken söylenir.
    maşası olmak * sakıncalı bir işte biri tarafından araç olarak kullanılmak.
    maşatlık * Müslüman olmayanların, özellikle Yahudilerin mezarlığına verilen ad, meşatlık.
    maşer * İnsan topluluğu, toplum.
    maşerî * Topluluğa ait olan, toplumu ilgilendiren.
    * Toplumsal.
    maşlah * Tek parçalıve kol yerine yarıkları olan bir çeşit kadın üstlüğü.
    * BazıvarlıklıArapların giydiği ipekten harmani.
    maşrapa * Metal, toprak vb. den yapılmış, ağzıaçık kulplu, bardağa benzeyen, küçük kap.
    maşrık * Doğu.
    maşuk * Sevilen, âşık olunan (erkek).
    maşuka * Sevilen, âşık olunan (kadın).
    mat * Satranç oyununda taraflardan birinin yenilgisi.
    mat * Parlak olmayan, donuk.
    mat etmek * (satranç oyununda) yenmek.
    * bir tartışma sonunda karşısındakini cevap veremez duruma düşürmek.
    * kötü duruma düşürmek, bozmak.
    mat olmak * (satranç oyununda) yenilmek.
    * bir tartışma sonunda veya benzeri bir durumda yenik düşmek.
    matador * Boğa güreşçisi, toreador.
    matafora * Sandallarıasmaya yarayan ve gemilerin bordalarında bulunan dikmelere verilen ad.
    matafyon * Yelkenlere ve teknelere açılan delik.
    matah * (hafifseme duygusu ile) İnsan, mal, eşya vb. için kullanılır.
    matara * Yolculukta veya askerlikte kullanılan, boyna veya bele asılı olarak taşınan, genellikle aba veya deri kaplı,
    metal su kabı.
    matbaa * Basım evi.
    matbaacı * Basımcı, basım evi sahibi.
    matbaacılık * Basımcılık, basım evi işletmeciliği.
    matbah * Mutfak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 23

    matbu * Basılı, basılmış.
    matbua * Basma.
    matbuat * Basın.
    matem * Yas.
    matem ayı * Kamer aylarından muharrem ayı.
    matem havası * Bir yerde herhangi bir sebeple ortaya çıkan üzüntülü durum.
    matem tutmak * Bkz. yas tutmak.
    matematik * Aritmetik, cebir, geometri gibi sayıve ölçü temeline dayanarak niceliklerin özelliklerini inceleyen
    bilimlerinin ortak adı, riyaziye.
    * Sayıya dayalı, mantıklı, ince hesaba bağlı.
    matematikçi * Matematikle uğraşan kimse, riyaziyeci.
    * Matematik öğretmeni.
    matematiksel * Matematik bilimi ile ilgili olan, riyazî.
    * Kesin, sağlam, bütün kuşkulardan, bütün ters ihtimallerden uzak olan.
    matemli * Yaslı.
    materyal * Malzeme, gereç.
    materyalist * Materyalizmden yana olan (kimse, görüş), maddeci.
    materyalizm * Dünyada, yalnızca maddenin varlığınıkabul eden, tanrı, ruh gibi manevî kavramlarıret ve inkâr eden
    felsefî görüş, maddecilik, özdekçilik.
    matine * Tiyatro, sinema, konser salonu vb.de gündüz gösterisi.
    * Herhangi bir eserin tanıtılması, okunması, yorumlanmasıveya bir sanatçıyıanma amacıyla düzenlenen
    toplantı.
    matiz * İki halatıek yeri kalınlaşmayacak biçimde birbirine ekleme işi.
    matiz * Çok sarhoş.
    * (orta oyununda ve Karagöz’de) Sarhoş.
    matiz olmak * sarhoşluktan sızacak duruma gelmek.
    matizlik * Sarhoşluk.
    matkap * Tahta, maden, beton vb.gibi sert maddeler üzerinde delik açmağa yarayan alet, delik açma aleti, delgi.
    matla * Gök cisimlerinin doğması.
    * Gök cisimlerinin doğduğu yer.
    * Divan edebiyatında kaside veya gazelin ilk beyti.
    matlaşma * Matlaşmak işi.
    matlaşmak * Mat duruma gelmek.
    matlaştırma * Matlaştırmak işi.
    matlaştırmak * Mat duruma getirmek.
    matlık * Mat olma durumu.
    matlup * İstenilen, aranılan.
    * Alacak.
    matmazel * Fransızcada evlenmemişkızlar için kullanılan unvan.
    * Türkçede evlenmemişHristiyan kızlar için “bayan” sözü yerine kullanılır.
    matrağa almak * alaya almak, eğlenmek.
    matrah * Bir verginin miktarını belirtmek için temel olarak alınan değer.
    matrak * Kalın sopa, değnek.
    * Eğlenceli, gülünç, hoş.
    matrak geçmek * alay etmek, eğlenmek.
    matrakçı * Osmanlı ordusunda acemilere matrak denilen silâhla savaşmayıöğreten usta.
    matriarkal * Anaerkil.
    matriks * İçinde birçok biyolojik olayın meydana geldiği, akıcılığı az, cansız bir sıvı ortam.
    matris * Hesap ve kumanda işlerini gerçekleştirmeye yarayan elektronik devre.
    * İstatistikte, bir elemanlar topluluğunun düzenlenmiş biçimi.
    * Gerçek ve karmaşık sayıların dikdörtgen biçiminde tablosu.
    * Baskıyoluyla teksir için kullanılan, girintili çıkıntılımetal veya mukavva kalıp, baskıkalı bı.
    matris kâğıdı * Basılacak formanın kalı bınıalmada kullanılan yumuşak karton.
    matruş * Tıraşolmuş.
    matruşluk * Sakalsız, bıyıksız olma durumu.
    matrut * Kovulmuş, çıkarılmış.
    matuf * Bir yöne eğilmiş.
    * Yöneltilmiş.
    matuf olmak * bir şeye yöneltilmek.
    matuh * Bunamış, bunak.
    maun * Tespih ağacı gillerden, Hindistan ve Honduras’ta yetişen büyük bir orman ağacı, akaju (Swietenia
    mahagoni).
    * Bu ağacın parlak kırmızımtırak renkte, sert ve iyi cilâlanan kerestesi.
    * Bu keresteden yapılan.
    maval * Yalan, uydurma söz.
    maval okumak * yalan söylemek, yalan söyleyerek oyalamak, masal okumak.
    mavera * Öte.
    * Görülen âlemin ötesi.
    mavi * Yeşil ile menekşe rengi arasında bir renk; bulutsuz gökyüzünün rengi.
    * Bu renkte olan.
    mavi boncuk * Mavi renkli boncuk.
    * Nazar değmesin veya göze gelmesin inancıyla takılan boncuk.
    mavi boncuk dağıtmak * birçok kişiye birden sevgi göstermek ve söz konusu kişileri, bu sevginin yalnız kendisine verildiğine
    inandırmak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 17

    manyetik alan * Bir mıknatısın N ucundan dışarıçıkıp dağıldıktan sonra yine toplanıp S ucundan içine giren kuvvet
    çizgilerinin yayılmış bulunduğu alan.
    manyetik disk * Yüzeyinde manyetik kayıt yoluyla bilginin depolanabildiği bir mıknatıslanabilir kaplaması olan plâk şekilli
    tabaka.
    manyetik kart * Üzerine manyetik kayıt yoluyla bilginin depolanabileceği mıknatıslanabilir bir yüzeyi olan kart.
    manyetik kartuş * Bir koruyucu içinde bulunan ve koruyucusundan çıkarmaksızın kullanılabilir manyetik şerit ve koruyucu
    bileşim.
    manyetik kaset * Manyetik kartuş.
    manyetik şerit * Yüzeyine manyetik kayır yoluyla bilginin depolanabildiği bir mıknatıslanabilir kaplaması olan bir şerit.
    manyetik tambur * Yüzeyinde manyetik kayıt yoluyla bilginin depolanabildiği bir mıknatıslanabilir kaplaması olan dik bir
    dairesel silindir.
    manyetit * Mıknatıs özelliği olan doğal demir oksidi(Fe2O4).
    manyetize * Manyetizma ile etki altına alınmış.
    manyetize etmek * manyetizma ile etkilemek.
    manyetize olmak * manyetizma ile etkilenmek.
    manyetizma * Mıknatıs özelliklerinin bütünü.
    * Fiziğin bu özellikleri inceleyen bölümü.
    * Telkin ve hipnozla bir kimseyi etkileme.
    manyetizmacı * Manyetizma yapan kimse.
    manyetizmacılık * Manyetizmacının yaptığı iş.
    manyeto * Sürekli bir mıknatısın manyetik alanıyla indüklenen elektrik üreteci.
    manyetolu * Manyetosu olan.
    manyetometre * Manyetik momentleri ve manyetik alanların momentlerini ölçmeye, karşılaştırmaya yarayan alet.
    manyezi * İç sürdürücü olarak kullanılan, beyaz renkli, suda az eriyen, hiçbir tadı olmayan, magnezyum oksidinin bir
    adı.
    manyezit * Doğal magnezyum silikat, lüle taşı, Eskişehir taşı.
    manyok * Sütleğengillerden, sıcak ülkelerde yetişen, yapraklarıalmaşık, üçü veya yedisi bir arada yelpaze durumunda
    olan, büyük bir ağaç (Manihot utilissima).
    manzara * Bakışı, dikkati çeken her şey.
    * Görünüş.
    * Görünüş, durum, tablo.
    * Konusu bir doğa veya şehir parçası olan resim, gravür veya desen.
    manzara koymak * yayın sırasında beklenmeyen kesinti aralarınıdoldurmak için ekrana değişik manzara resimlerini getirip
    göstermek.
    manzaralı * Manzarası olan.
    * Manzarası iyi olan.
    manzarasız * Manzarası olmayan.
    * Manzarasıkötü olan.
    manzum * Nazım ifade şekli ile, ölçülü ve uyaklı biçimde yazılmış.
    * Düzenli, muntazam.
    manzume * Genellikle ölçülü, uyaklıyazılmışeser, manzum parça.
    * Dizge, sistem.
    Maocu * Maoculuğu benimsemişveya Maoculuk yanlısı(kimse).
    Maoculuk * Mao Zı-dong’un düşüncelerine dayanan Marksist akım.
    mapa * Ucu halkalıcivata.
    * Gemi içini aydınlatmaya yarayan zeytinyağıyla yanan siperli fener.
    mapus * Mahpus.
    * Mapushane.
    mapushane * Mahpushane.
    maraba * Çiftçi.
    * Çiftçilikte, toprağı işleyerek ürüne ortak olan kimse, ortakçı, ortak, yarıcı.
    marabacılık * Ortakçılığa dayanan tarım işçiliği.
    marabut * Kuzey Afrika’da dervişlere verilen ad.
    maral * Dişi geyik, meral.
    marangoz * Ağaç işleriyle uğraşan ve ağaçtan çeşitli eşya yapan usta.
    marangoz balığı * Bkz. testere balığı.
    marangoz mengenesi * Tutkallanmışveya işlenecek olan tahtaların tutturulduğu kıskaç.
    marangozhane * Marangozun çalıştığı işyeri.
    marangozluk * Marangozun işi.
    * Marangozun zanaatı.
    maranta * Bir çenekliler sınıfından, Antillerde ve bütün tropikal bölgelerde yetiştirilen, kökündeki yumrulardan ararot
    çıkarılan bir kamışçeşidi, ararot kamışı(Maranta arundinaca).
    Maraşdondurması * Maraşyöresine özgü sert ve kıvamlıdondurma.
    Maraşişi * Karton üzerine gerilmişkumaşa sim, sırma gibi gereçler sarılarak yapılan bir tür nakış.
    maraton * 42.195 m lik en uzun yaya koşusu.
    maratoncu * Maratonda yarışan sporcu.
    maraz * Hastalık, illet.
    * Dayanılması güç durum.
    * Huysuzluğu ve titizliği ile can sıkan.
    maraza * Hastalık, illet, anlaşmazlık, çekişme, kavga.
    maraza aramak * çekişmek, olay çıkarmak için bahane aramak.
    maraza çıkarmak * kavgaya yol açmak, kavga çıkarmak, anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak.
    marazî * Hastalıkla ilgili, hastalıklı.
    * Hastalık derecesinde.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 18

    marazlanma * Marazlanmak işi.
    marazlanmak * Hastalanmak, hasta olmak.
    marazlı * Hastalık, hasta.
    marazlık * Güç, sıkıntılı, huzursuz durum.
    marazlık etmek * güç, sıkıntıveren, huzursuzluk doğuran bir durum yaratmak.
    marda * Iskarta mal.
    mareşal * En yüksek askerî unvan; bu unvanıtaşıyan asker, müşir.
    mareşallik * Mareşal olma durumu, müşirlik.
    * Mareşal sanı.
    mareşallik asası * Törenlerde mareşallerin ellerinde tuttuklarıkısa ve üzeri süslü sopa.
    margarik asit * Margarin yapımında kullanılan, palmatik asitle stearik asit arasında, billûr durumunda yapay yağasidi.
    margarin * İç yağlarında bulunan, margarik asidin gliserinle birleştirilmesiyle de yapay olarak elde edilen, 47°C de
    eriyen ve besin değeri olan bitki yağı.
    marifet * Ustalık, hüner, uzmanlık.
    * Uygun olmayan, hoşa gitmeyen, can sıkıcı işveya davranış.
    * Bilim, bilgi.
    * Aracı, ikinci el.
    marifetiyle * eliyle, aracılığıyla.
    marifetli * Ustalıklı, hünerli.
    marifetsiz * Ustalığı olmayan, hüner gerektirmeyen.
    marihuana * Hindistan’da yetişen kenevirin çiçeklerinden ve yapraklarından elde edilen uyuşturucu madde.
    marina * Küçük teknelerin ve yatların barınabilmeleri için özel bir mendirekle çevrilen veya bir liman içinde ayrılan
    deniz alanı, yat limanı.
    marinacılık * Marina işletmeciliği.
    mariz * Hastalıklı, hasta olan.
    marizleme * Marizlemek işi veya durumu.
    marizlemek * Dövmek, dayak atmak.
    marj * Ticarî bir işlemde zarar tehlikesine karşıayrılan pay.
    * Yazılmışveya basılı bir kâğıdın kenarında bırakılmış boşluk.
    marjinal * Toplum dışında yer alan.
    marjlı * Marjı olan.
    mark * Alman para birimi.
    * Finlandiya para birimi, markka.
    marka * Resim veya harfle yapılan işaret.
    * Bilet, para yerine kullanılan metal veya başka şeyden parça.
    markacı * Marka satan kimse.
    markaj * Bazıtakım oyunlarında ayakla veya vücutla karşıtakım oyuncusunun davranışına engel olma.
    markalama * Markalamak işi.
    markalamak * Bir nesneyi tanıtmak veya benzerlerinden ayırmak için işaret koymak.
    markalanma * Markalanmak işi.
    markalanmak * Markalamak işi yapılmak.
    markalı * Markası olan.
    markasız * Markası olmayan.
    marke * İşaretlenmiş, belirtilmiş.
    marke etmek * takım oyunlarında karşıtakımdaki bir oyuncuyu yakından izlemek, tutmak.
    market * Alıcının kendi işini kendisinin gördüğü, daha çok her türlü yiyecek maddesinin ve mutfak gerecinin
    satıldığıdükkân.
    marketçi * Market işleten kimse.
    marketçilik * Market işletme işi.
    marketing * Pazarlama.
    marki * Bazı batıdevletlerinde kont ile dük arasındaki bir soyluluk unvanı.
    markiz * Markinin karısı.
    * İki kişilik, alçak, oldukça genişkoltuk.
    * Bir kapıveya pencere önünde yağmurdan korunmak için yapılan saçak.
    markizet * Bir çeşit ince ve çoğu kez çiçekli, pamuklu kumaş.
    markka * Finlandiya para birimi, mark.
    markör * Önemli ibareleri veya dikkati çekmek istenilen yerleri işaretlemeye yarayan kalem.
    Marksçı * Marksçılık yanlısı olan (görüş, kimse).
    Marksçılık * Marx’ın düşüncelerine dayanan devrimci sosyalist akım.
    Marksist * Marksçı.
    Marksizm * Marksçılık.
    marley * Yapılarda döşeme gereci olarak kullanılan plâstik madde.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 19

    Marmara çırası * Perişan etmek, mahvetmek veya perişan olmak, mahvolmak” anlamında.
    marmara çırası gibi (yakmak veya yanmak) * deyiminde geçer.
    Marmara çırası gibi yanmak * büyük bir zarara uğramak, perişan olmak.
    marmelât * Şeker karıştırılarak pişirilmişmeyve ezmesi.
    marn * Çok ince taneli kil minerallerinden ve kalsitin değişik oranlardaki karışımından oluşan tortul kayaç, pekmez
    toprağı.
    marnlama * Marnlamak işi veya durumu.
    marnlamak * Kireci az olan toprağın içine marn katarak daha iyi duruma getirmek.
    maroken * Fas’ta işlenen yumuşak bir çeşit keçi derisi.
    * Üzerine benekler basılarak marokene benzetilen koyun derisi.
    * Marokenden yapılmışveya marokenle kaplanmış.
    marokenci * Maroken eşya yapan kimse.
    marokencilik * Maroken deriden çeşitli eşya yapma sanatı.
    maron * Kestane rengi.
    marpuç * Nargileyi kolayca içmeyi sağlayan ve nargileye takılan hortum biçiminde uzun ve bükülgen boru.
    marpuççu * Marpuç yapan veya satan kimse.
    Mars * Merih gezegeni, Sakıt.
    mars * Tavlada oyunculardan birinin, karşıtaraf pul toplamaya başlayamadan, bütün pullarınıtoplayıp oyunu
    bitirerek iki sayıkazanması.
    mars etmek * tavla oyununda karşısındakine hiçbir pul toplamaya fırsat vermeden, kendi pullarınıtoplayıp oyunu
    kazanmak.
    * karşısındakini söz söyleyemeyecek duruma getirmek.
    mars olmak * bu şekilde oyunu kaybetmek.
    * söz söyleyemeyecek duruma gelmek.
    marsama * Barsama.
    marsık * Yapılırken iyice yakılmadığı için, yakıldığında duman ve koku vererek başağrısıyapan odun kömürü.
    marsık gibi * koyu esmer, kömür gibi, simsiyah.
    marsıvan * Sınır beyi.
    * Eşek.
    marsıvan ayısı * Bkz. marsıvan eşeği.
    marsıvan eşeği * Geri zekâlı, çok kaba ve aptal.
    marsıvan otu * Birleşikgillerden bir cins kokulu bitki (Tanacetum balsamita).
    marş * Askerlikte yürüyüşe geçmek için verilen komut.
    * Ritmi, yürüyen bir kimsenin veya topluluğun adımlarınıhatırlatan müzik parçası.
    * Bir topluluğu simgelemek için düzenlenmişmüzik parçası.
    * Otomobil, kamyon gibi motorlu araçlarda motoru işletme düzeni.
    marşmarş! * Koşma komutu.
    marşandiz * Yük katarı, yük treni.
    mart * Yılın 31 gün süren üçüncü ayı.
    mart dokuzu * Martın üçüncü haftasında görülen bir fırtına (Gregoryen takvimine göre).
    mart havası gibi * kararsız, huysuz kimseler için kullanılır.
    mart içeri, pire dışarı * tedirgin edici biri gelince öbürü gitmeye kalkan kimseler için kullanılır.
    mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır * mart ayında şiddetli soğuklar olur, insanlar kazma kürek saplarınıyakacak duruma düşerler.
    mart kedisi * Çapkın ve azgın kimse.
    martaloz * Bkz. martolos.
    martaval * Yalan, uydurma söz, palavra.
    martaval atmak (veya okumak) * inanılmayacak sözler söylemek, yalan söylemek.
    martavalcı * Yalan söyleyen, palavracı.
    martavalcılık * Yalan söyleme, yalancılık.
    martı * Martı gillerden, çoğu beyaz renkte, eti yenmez, yüzücü, perde ayaklıdeniz kuşlarının ortak adı(Larus).
    martı giller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren, birçok türü bulunan bir familya.
    martin * Tek kurşun atan bir çeşit tüfek.
    martini * Portakal kabuğu, cin ve vermutla yapılan içki.
    martolos * Türk garnizonlarında hizmet eden garson.
    maruf * Herkesçe bilinen, tanınan, belli, sanlı.
    * Şeriatın uygun gördüğü, beğendiği ve buyurduğu.
    marufiyet * Bilinme, tanınma belli olma.
    marul * Birleşikgillerden, genişve uzun olan yeşil yapraklarıtaze olarak yenilen bir bitki (Lactuca sativa).
    marulcu * Marul yetiştiren veya satan kimse.
    marulcuk * Çöpleme.
    Marunî * Lübnan ve Suriye’de oturan Katolik Süryanî topluluğu.
    * Bu topluluktan olan kimse.
    maruz * Bir olay veya durumun etkisinde veya karşısında bulunan.
    * Arz edilen, sunulan, verilen.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 20

    maruz bırakmak * bir olay veya durum karşısında veya etkisinde bırakmak.
    maruz bulunmak (veya olmak) * bir olay veya durum etkisinde veya karşısında bulunmak.
    maruz kalmak (veya kalmamak) * bir olay veya bir durumla karşıkarşıya olmak (olmamak).
    maruzat * Mevki, makam veya yaş bakımından büyük birine sunulan, bildirilen dilek veya bilgi, sunuş.
    marya * Beşyaşından büyük veya damızlık dışı bırakılmışdişi koyun.
    * Dişi hayvan.
    * Bir tür küçük balık.
    marya ağı * Uzunluğu altmış, genişliği üç dört kulaç olan bir tür balık ağı.
    mas * Emme, emerek içine çekme, soğurma.
    mas etmek * Bkz. massetmek.
    masa * Bir destek üzerine oturtulmuş bir tabladan oluşan mobilya.
    * Aynımasada oturanların tümü.
    * Dairelerde, kurumlarda belli konularla ilgili işlerin görüldüğü bölüm.
    * Bkz. İflâs masası.
    * İç içe geçme ayaklarıyla yüksekliği ayarlanabilen masa biçiminde atlama aracı.
    masa başı * Masada, masada oturarak.
    masa örtüsü * Masa üzerine serilen kumaşvb. maddeden yapılan örtü.
    masa saati * Masa üzeri için yapılan saat.
    masa tablası * Masa üzerine konulan veya masa için yapılmıştabla.
    masa takvimi * Masa üzerinde bulundurmak üzere özel olarak yapılmış bir tür takvim.
    masa tenisi * Masa topu.
    masa topu * Kurallarıtenisinkine benzeyen, masa üzerinde özel top ve raketlerle oynanan bir oyun,masa tenisi.
    masa üstü yayıncılık * Kitap, dergi vb. güncel yayınlarıön plânda tutan yayıncılık mesleği.
    masaj * Vücut yüzeyinde el, elektrik, su aracılığıyla çeşitli işlemler yapma biçiminde, iyileştirme ve bakım yöntemi;
    ovma, ovuşturma.
    masajcı * Sağlık veya tedavi amacıyla masaj yapan kimse, masör.
    masajlama * Masajlamak işi veya durumu.
    masajlamak * Masaj yapmak.
    masal * Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla insanların veya tanrıların
    başından geçen, olağan dışı olaylarıanlatan hikâye.
    * Öğüt verici, ahlâk dersi veren alegorik eser.
    * Boşve yalan söz.
    * Değersiz, önemsiz şey.
    masal âlemi * Doğaüstü, gerçek dışı, ancak masallarda rastlanabilecek yerler için kullanılır.
    masal âleminde yaşamak * gerçek olmayan, gerçekleşmesi güç olan şeyler düşünerek yaşamak.
    * masallardaki gibi olağanüstü güzel anlar yaşamak.
    masal gibi * olmayacak biçimde.
    masal okumak (veya anlatmak) * inandırıcı olmayan, oyalayıcısözlerle kandırmaya çalışmak.
    masalcı * Masal anlatan, yazan veya okuyan kimse.
    * Yalan uyduran, hayalî şeyler anlatan kimse.
    masalımsı * Masalıandıran, masala benzeyen.
    masallaştırmak * Masal durumuna getirmek.
    masara * Küçük, dar yer veya hücre.
    masarif * Giderler, masraflar.
    masarika * Bağırsaklarıtutan karın iç zarı.
    masat * Bıçak bilemeye yarayan çelikten, çubuk biçiminde araç.
    masif * Kütlesi, görünürdeki bütün hacmi kaplayan, kaplama veya doldurma olmayan, som.
    masiko * Rengi kırmızı ile sarıarasında değişen, doğal kurşun oksit (PbO).
    mask * Genellikle ölünün yüzüne uygulanarak elde edilen yüz kalı bı.
    maskanyin * Doğal amonyum sülfat.
    maskara * Eğlendirici, sevimli, güldürücü, hoş.
    * (küfür olarak söylendiğinde) Şerefsiz, haysiyetsiz, rezil.
    * Karnaval maskesi.
    * Kirpik boyası, rimel.
    maskara etmek * bir kimseyi veya şeyi gülünç ve şerefsiz duruma düşürmek.
    * bir şeyi bozmak, berbat etmek.
    maskara olmak * gülünç bir duruma düşmek.
    maskaraca * Maskara gibi, maskaraya benzer.
    maskaralanma * Maskaralanmak işi veya durumu.
    maskaralanmak * Maskaralık etmek.
    * Şerefsiz, haysiyetsiz ve gülünç davranışlarda bulunup herkesin eğlencesi olmak.
    maskaralaşma * Maskaralaşmak işi.
    maskaralaşmak * Eğlendirici, hoş bir durum almak.
    * Herkesin eğlencesi durumuna gelmek.
    maskaralık * Eğlendirici, güldürücü davranış, soytarılık.
    * Şerefsizce, haysiyetsizce davranış, rezalet.
    maskarası olmak * birinin eğlencesi olmak.
    maskarasınıçıkarmak * birini rezil etmek, küçük düşürerek gülünç duruma sokmak.
    maskarat * Maskarata.
    maskarata * Ayakkabının üst yüzünün ön tarafında dikişle ayrılan burun bölümü.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 10

    makineleşme * Makineleşmek işi.
    makineleşmek * Üretimde makine gücünden, giderek daha çok yararlanmak.
    * Davranışları, hareketleri makinelerinkine benzer duruma gelmek, bazı işleri alışkanlıkla yapmak.
    makineleştirme * Makineleştirmek işi.
    makineleştirmek * Makine ile yapılmasını sağlamak.
    makineli * Makinesi olan, makine ile işleyen.
    * Makineli tüfek.
    makineli tabanca * Bir tür otomatik silâh.
    makineli tüfek * Tetiğine basılınca sürekli kurşun atan bir çeşit tüfek, mitralyöz.
    makineli tüfek gibi * çok hızlı, birbiri ardınca.
    makineyi bozmak * bağırsakları bozulmak, ishal olmak.
    makinist * Lokomotif, vapur, fabrika vb. nin makinesini işleten kimse.
    * Makinelerden anlayan, makineleri onarabilen usta.
    makinistlik * Makinistin görevi.
    makrama * Bkz. Mahrama.
    makro- * Birçok kelimenin önünde “büyük” anlamıveren ön ek.
    makrome * Kalın iplikle elde örülmüşiş.
    makromeli * Kol veya bacaklardan birinin veya birkaçının aşırı gelişmesi.
    makrosefal * Başıanormal derecede büyük olan (kimse).
    maksat * İstenilen şey, amaç, gaye, erek.
    maksat gütmek * (bir işi yaparken) gizli amacı olmak.
    maksat hâsıl olmak * amaca ulaşılmak, amaç gerçekleşmek.
    maksatlı * Bir amacı olan.
    * Kötü niyetli, kasıtlı.
    maksatsız * Bir amacı olmayan.
    * Bilmeden, istemeden, kasıtsız.
    maksi * Uzun.
    maksi etek * Boyu topuklara kadar uzanan etek.
    maksimal * Maksimum.
    maksimum * Bir şey için gerekli en büyük (derece, nicelik), maksimal.
    * Değişebilen bir niceliğin varabileceği en yüksek olan (sınır), azamî, maksimal.
    maksure * Camilerde, parmaklıklarla çevrilmişyer.
    * Bir evin yabancıların girmesine izin verilmeyen bölümü.
    maksut * İstenen, niyet edilen, güdülen, amaçlanan.
    makta * Bir şeyin kesildiği yer, kesit.
    * Divan edebiyatında gazelin veya kasidenin son beyti.
    * Kemikten yapılmışkalem ucunu düzeltmeye yarayan araç.
    -makta / -mekte * Şimdiki zaman görevinde kullanılan ek.
    maktel * Cinayet işlenen yer.
    maktu * Kesilmiş, kesik.
    * Kesin olarak değeri biçilmiş.
    * Ölçü ile satılmayan, götürü.
    maktu fiyat * Değişmez olarak tespit edilmiş, pazarlık edilmeyen fiyat, kesin fiyat.
    maktul * Öldürülmüş, öldürülen.
    maktul düşmek (veya olmak) * vurulup ölmek, öldürülmek, katledilmek.
    makul * Akla uygun, akıllıca.
    * Akıllıca işgören, mantıklı.
    * Aşırı olmayan, uygun, elverişli.
    * Belirli.
    makul olmak * akıllıca, akla uygun davranmak.
    makule * Takım, çeşit.
    * Ulam, kategori.
    makûs * Ters çevrilmiş, başaşağı getirilmiş.
    * Uğursuz, kötü.
    makyaj * Yüzü güzelleştirmek için boyama, yüz boyama, yüz bakımı, düzgün.
    * İyi görüntü sağlamak, belli bir tipi yaratmak veya yalnızca bazıdüzeltmeler yapmak için oyuncunun
    yüzünde ve başka organlarında yapılan boyama ve değişmeler.
    makyaj odası * Televizyon, sinema, fotoğrafçılık ve reklâmcılıkta filmin çekiminden önce gerekli makyajın yapıldığıyer.
    makyaj takımı * Makyaj için gerekli olan malzemeleri bir arada bulunduran set.
    makyaj yapmak * yüzü çeşitli işlemlerle temizlemek, boyamak ve diğer işlemlerle daha bakımlıve güzel göstermek.
    makyajcı * Makyaj yaparak geçimini sağlayan kimse, düzgüncü.
    makyajcılık * Makyajcının görevi, düzgüncülük.
    makyajlama * Makyajlamak işi veya durumu.
    makyajlamak * Makyaj yapmak.
    makyajlı * Makyajı olan.
    makyajsız * Makyajı olmayan.
    Makyavelcilik * Politikada, amaca ulaşmak için ahlâka aykırıda olsa, her türlü aracıhoşgören anlayış, Makyavelizm.
    Makyavelizm * Makyavelcilik.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 11

    mal * Bir kimsenin veya bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütünü.
    * Birinin mülkiyeti altında bulunan büyükbaşhayvanların bütünü.
    * Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası, tüccar malı, emtia.
    * Bayağı, aşağılık, kötü kimse.
    * Esrar.
    -mal * Fiilden sıfat türeten ek.
    mal beyanı * 343 mal bildirimi.
    mal bildirimi * Mülkiyeti altında bulunan taşınır ve taşınmaz malların listelenerek istenen makama sunulması.
    mal birliği * Hukuk bakımından karıve koca mallarının bir bütün sayılması.
    mal bulmuşmağribî gibi * büyük bir zenginliğe kavuşmuşçasına büyük sevinç ve coşku ile.
    mal canın yongasıdır * insan, malına gelen zarardan, canına gelmişçesine acıduyar.
    mal canlısı * Mala çok düşkün, malıçok seven.
    mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan * bu dünya gelip geçicidir, mala mülke fazla değer vermemek gerekir.
    mal edinmek * kendine mal sağlamak, mal sahibi olmak.
    mal etmek * bir değer karşılığında sahip olmak.
    * kendi malı, eseri, buluşu gibi benimsemek veya saymak.
    * yüklemek, ait olduğunu göstermek.
    mal kaldırmak * ürün elde etmek.
    mal kapatmak * para karşılığında herhangi bir üretim alanındaki verimin sırf kendisine ayrılmasını sağlamak.
    mal meydanda * bir işin gizli bir yönünün olmadığını belirtir.
    mal müdürlüğü * Bir ilçede devlet gelirlerinin toplandığımaliye dairesi.
    mal müdürü * Maliye Bakanlığının ilçelerdeki mal işlerini yürütmekle görevli memuru.
    mal mülk * Her türlü taşınır ve taşınmaz maddî varlık.
    mal olmak * bir değer karşılığında birinin iyeliği altına girmek.
    * bir iş, bir davranışsonucu zarara uğramak.
    * (bir yeri,bir şeyi) benimsemek.
    mal para * Kendi öz değerleri, yani ihtiva ettikleri satın alma gücüne çok yakın olan ödeme aracı.
    mal sahibi * Bir malı, mülkiyeti altında bulunduran kimse.
    mal sandığı * Para alıp veren devlet dairesi.
    mal varlığı * Bir kişiye ait para ile ölçülebilen hakların bütünü, mamelek.
    mal yapmak * servet sahibi olmak.
    mala * Harç alıp sürmeye yarayan, çoğu üçgen biçiminde, yassı, demirden, üstten tahta saplı, duvarcıve sıva aracı,
    sürgü.
    malafa * Önceden delinmişparçalarıtornalamaya özgü torna tezgâhı bağlama aleti.
    malaga * İspanya’nın Malanga yöresinde yapılan bir tür şarap.
    * İri taneli misket üzümü.
    malak * Manda yavrusu.
    malakit * Yeşil renkli, yontulup parlatılabilen, doğal bakırlı, hidratlıkarbonat, bakır taşı.
    malaklama * Malaklamak işi.
    malaklamak * (manda)Yavrulamak.
    malalama * Malalamak işi.
    malalamak * Çimento veya alçısürülmüş bir yüzeyi mala sürerek düzeltmek.
    malama * Samanla karışık tahıl.
    malarya * Sıtma.
    malayani * Boşve yararsız, saçma.
    malaz * Sulak yer.
    * Sürülmemiş, ot bürümüştoprak.
    * Su altında kalan, su basmıştarla.
    malca * Mal olarak, mal bakımından.
    malç * Toprak ve rutubet muhafazasıamaçları ile çayır ve mera üzerine bırakılan veya başka yerlerden getirilip
    serpilen her türlü bitki artığı.
    malen * Mal olarak, malca.
    malgama * Cıvanın herhangi bir madenle birleşerek yaptığı alaşım, amalgam.
    -malı/ -meli * Gereklilik kipi eki: çalış-malı, görmeli, bil-meli-yiz vb.
    malıtaşı * Bazen kayıklarda çapa yerine kullanılan, ipe bağlı büyükçe taş.
    malın gözü * En iyisi, en güzeli.
    * Açık göz, kurnaz, çok bilmiş.
    * Aşağılık ve düzenci kimse.
    * İffetsiz.
    malî * Mal ve para ile ilgili, parasal.
    * Maliyeye ilişkin, maliye ile ilgili.
    malî * Yüklü, dolu.
    * Çok fazla.
    malî yıl * Her yıl bütçenin uygulanması için, martın birinden başlayıp ertesi yıl şubat sonunda kapanan süre.
    malî analist * Ekonomik ve malî konularıçözümleyen uzman.
    malî belge * Kredi açılışını göstermek için çıkarılan ve ikrazcı bankaya finansman yenilemesi yapmayısağlayan senet.
    malî cebir * Paraya ilişkin konularıesas alan bilim dalı.
    malî senet * Malî belge.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 12

    malihulya * Kara sevda.
    * Kuruntu.
    malik * Sahip, iye.
    malik olmak * sahip olmak.
    malikâne * Yurtluk.
    Malikî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
    * Bu mezhepten olan kimse.
    Malikîlik * Malikî mezhebi.
    malikiyet * Malik olma durumu.
    maliye * Kamu ile ilgili işlerin yürütülmesi için gerekli gelirleri ve harcanan paraları düzenleyen kuralların bütünü.
    * Konusu bu kuralları incelemek olan bilim dalı.
    * Devlet gelir ve giderlerini yöneten kuruluş, Maliye Bakanlığı.
    maliyeci * Maliye işlerinde uzman olan veya devletin maliye kuruluşlarında çalışan kimse.
    maliyecilik * Bir devletin malî işleri.
    * Maliyecinin görevi.
    maliyet * Üretimde bir mal elde edilinceye değin harcanan değerlerin toplamı.
    maliyet fiyatı * Bir malın çeşitli üretim ve dağıtım dönemlerinde, o döneme kadar yapılmışolan harcamaların bütünü.
    maliyetli * Maliyeti olan, değerli.
    maliyetsiz * Maliyeti olmayan, değersiz.
    Malkar * Kuzey Kafkasya’da Kabarda-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk soyundan bir halk ve bu halktan olan
    kimse, Balkar.
    Malkarca * Malkar Türkçesi.
    malkıran * Hayvan vebası.
    malkoç * Osmanlılarda akıncılar ocağının komutanı.
    mallanma * Mallanmak işi veya durumu.
    mallanmak * Mal edinmek, zenginleşmek.
    malt * Bira yapmak için çimlendirilip kurutularak hazırlanmışarpa.
    malta * Malta eriği renginde.
    Malta eriği * Gülgillerden bir ağaç, yeni dünya (Eriobotrya japonia).
    * Bu ağacın erik büyüklüğündeki, iri çekirdekli, sarırenkli, sulu ve mayhoşyemişi.
    Malta humması * Akdeniz ülkelerinde görülen, en çok keçi sütü ile bulaşan ateşli bir hastalık, kalaazar.
    Malta palamudu * Uskumrugillerden, ılık ve sıcak denizlerde yaşayan, üzerinde enlemesine mavi çizgiler bulunan, gri renkli
    bir balık (Naucrates ductor).
    Malta taşı * Bahçe, mutfak gibi yerleri döşemekte kullanılan, dört köşe, yassı, kolay kırılan bir tür taş.
    Maltalı * Maltız (I).
    Maltız * Malta adasıhalkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    maltız * Çoğunlukla yemek pişirmekte kullanılan, içinde ızgarası bulunan, ayaklıve taşınır ocak.
    Maltız keçisi * Ana yurdu Malta adası olan, çok süt veren, kısa tüylü, küçük bir cins keçi.
    maltlanma * Maltlanmak işi.
    maltlanmak * Malt ile işlem görmek, içine malt katılmak.
    maltoz * Nişastasının tam olmayan hidroloji sırasında ortaya çıkan ve simgesi C12H12O11 olan madde.
    malûl * Sakat (kimse).
    malûl gazi * Bir savaştan sakat olarak çıkmışkimse.
    malûlen * Sakat, hasta bir biçimde.
    malûliyet * (insanda) Sakatlık, hastalık, malûllük.
    malûllük * Sakat olma durumu, malûliyet.
    malûm * Bilinen, belli.
    * Bilinen konu, işvb.
    * Evet, belli, biliniyor, kuşkusuz.
    * Etken (fiil).
    malûm değil * olup olmayacağıkesinlikle bilinmeyen konular için kullanılır.
    malûm olmak * içine doğmak.
    malûm ya! * bilinen şey.
    malûmat * Bilgi.
    * Bilgi.
    malûmat almak * bilgi edinmek.
    malûmat edinmek * bilgi edinmek, öğrenmek.
    malûmat sahibi * Bir konuda bilgisi olan.
    malûmat vermek * bilgi vermek.
    malûmatfuruş * Bilgiçlik taslayan.
    malûmatfuruşluk * Bilgiçlik taslama, malûmatfuruşolma durumu.
    malûmatlı * Bilgili.