mavi boncuk kimde? | * (birçoklarına ayrıayrı”en çok sevdiğim sensin” diyen kimsenin) şimdi en çok sevdiği kim?. |
mavi hastalık | * Kalbi ikiye ayıran bölmenin kapanmasısonucu temiz ve kirli kanın birbirine karışmasına yol açan hastalık. |
mavi küf | * Özellikle tütün fidelerinde üreyerek, yaprak hastalığına yol açan asalak mantar. |
mavikantaron | * Birleşikgillerden, baharda buğday tarlalarında mor renkli çiçekler açan bir bitki, belemir, peygamber çiçeği (Centaurea cyanus). |
mavileşme | * Mavileşmek işi. |
mavileşmek | * Mavi duruma gelmek. |
mavili | * Üzerinde mavi renk olan (şey). * Mavi renkte giysi giymişolan (kimse). |
mavilik | * Mavi renkte olma durumu. |
mavimsi | * Mavi gibi olan, rengi maviye çalan. |
mavimtırak | * Maviyi andıran. |
maviş | * Ak tenli, mavi gözlü olan (kimse). |
mavişmaviş(bakmak) | * mavi gözlerle (bakmak). |
mavna | * Gemilere ve yakın kıyılara yük taşıyan, güvertesiz büyük tekne. * Büyük, üç köşe yelkenli yük gemisi. |
mavnacı | * Mavna işleten (kimse). |
mavruka | * Kurşundan dökülmüşuzun ve yuvarlak, iki ucu delikli, mazgallanıp cıvayla parlatılmışveya sarımadenden döküm yapılıp nikelâjlanmış, 80-130 gr ağırlığında bir av aleti. |
mavuna | * Mavna. |
mavzer | * Atışhızıdakikada ortalama altımermi olan ve orduda kullanılan bir tüfek tipi. |
maya | * Bazı besinlerin yapımında mayalanmayı sağlamak için kullanılan madde, ferment. * Yaradılış, öz nitelik. * İçerdikleri enzimlerin katalizör niteliği etkisiyle şekerleri karbondioksit ve alkole dönüştüren bir hücreli bitki organizmaları. * Arsız, utanmaz kimse. |
maya | * Damızlık dişi hayvan. * Dişi deve. |
maya | * Bir tür halk türküsü. |
maya ağacı | * Meyvelerinden yemek yağıçıkarılan bir tür hurma ağacı(Elaels). |
mayabozan | * Bir mayanın etkisine karşıkoyan, protein yapısında madde. |
mayalama | * Mayalamak işi. |
mayalamak | * Maya koymak, içine maya karıştırmak. |
mayalandırma | * Mayalandırmak işi. |
mayalandırmak | * Mayalanmasını sağlamak. |
mayalanma | * Organik maddelerin bazımikroorganizmalarca salgılanan enzimler etkisiyle uğradığıdeğişiklik, tahammür, fermantasyon. * Sıvıveya hamur durumda bulunan organik maddelerin kendiliğinden kabarıp köpürerek gaz çıkarması olayı. |
mayalanmak | * Mayanın etkisiyle ekşiyip kabarmak. |
mayalı | * İçine maya karıştırılmış. * Maya ile ekşiyip kabarmış. * Daire şeklinde açılan mayalanmışhamurun, sac veya fırında pişirilmesiyle elde edilen ekmek. |
mayalık | * Maya olarak kullanılmak için ayrılmış, maya olmaya yarar. * Damızlık hayvan. |
mayası bozuk | * Kötü yaradılışlı, karaktersiz. * Hain. |
mayasıl | * Birdenbire ortaya çıkarak gelişen kızartı, kaşınma, sulanma, kabuk bağlama gibi doku bozukluklarıyla kendini gösteren ve bulaşıcı olmayan bir deri hastalığı, egzama. * Basur. |
mayasıl otu | * Bir deri hastalığına karşıkullanılan bitki türlerine (özellikle Ajuga, Hypericum, Digitalis, Teucrium) verilen ad. |
mayasız | * İçinde maya bulunmayan. |
maydanoz | * Maydanozgillerden, 50-80 cm yükseklikte, ufak yeşil yapraklı, özel kokulu iki yıllık otsu bir bitki (Petroselinum crispum). |
maydanozgiller | * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, çiçekleri şemsiye durumunda olan, anason, kereviz, maydanoz ve kimyon gibi bitkileri içine alan bir familya. |
mayhoş | * Tadışekerli ve az ekşi olan. * (dostluk ilişkisi için) Bozulmuşveya bozulmaya yüz tutmuşolan. |
mayhoşluk | * Mayhoşolma durumu. |
mayın | * Toprak altına, üstüne veya suyun içine yerleştirilen, doğrudan doğruya, çarpma veya basınç etkisiyle patlayarak zarara yol açan patlayıcımadde. |
mayın dökmek | * denize mayın bırakmak, denizi mayınlamak. |
mayın gemisi | * Denize mayın dökmek için özel olarak yapılmışgemi. |
mayın tarlası | * Patlayıcımaddelerin döşendiği veya çokça bulunduğu yer. |
mayıncı | * Mayın dökmeye yardım eden veya mayın döşeyen kimse. |
mayınlama | * Mayınlamak işi. |
mayınlamak | * (bir yere) Mayın dökmek veya döşemek. |
mayınlanma | * Mayınlanmak işi. |
mayınlanmak | * Mayınlamak işi yapılmak. |
mayınlı | * Mayınlanmışyer. |
mayınsız | * Mayını olmayan, mayınlanmamışyer. |
mayıs | * Yılın 31 gün süren beşinci ayı. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 24
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 25
mayıs * Taze sığır gübresi. mayıs böceği * Kın kanatlılardan, uzunluğu 20-25 mm olan, gelişmesi üç beşyıl süren, bitkilere zararlı bir böcek
(Melolontha vulgaris).mayıs böcekleri * Otçul özellikleri dolayısıyla bitki sağlığıyönünden önem taşıyan böcekler topluluğu. mayıslı * Bol gübreli. mayışma * Mayışmak işi. mayışmak * Çok yemekten, sıcaktan veya zevkten gevşemek. mayi * Sıvı. mayistra * Grandi direğinin en alt sereni ve bu serene çekilen yelken.
* Kuzeybatırüzgârı.maymun * İnsandan başka bütün primatlara verilen genel ad.
* Çirkin ve gülünç.
* Taklitçi.maymun balığı * Yuvarlak başlı bir cins köpek balığı(Squatina vulgaris). maymun gibi * tuhaf, gülünç hareketler yapanlar için söylenir.
* taklitçi.maymun gözünü açtı * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır. maymun iştahlı * Hevesi çabuk geçen, kararsız. maymuna benzetmek (çevirmek veya döndürmek) * gülünç ve çirkin duruma sokmak. maymuna dönmek * çirkin ve gülünç duruma girmek.
* uslanmak.maymuncuk * Küçük maymun.
* Her kilidi açmaya yarayan, demirden, eğri ve sivri araç.
* Ergin evrede bağüzümlerinin yaprak ve sürgünlerini, kurtçuk evresinde kökleri kemiren, parlak siyah kın
kanatlı böcek (Otiorrhyncus peregrinus).maymunlar * Omurgalıhayvanlardan, memeliler sınıfının etenliler alt sınıfına giren bir takım, primatlar. maymunlaşma * Maymunlaşmak işi. maymunlaşmak * Maymuna benzemek, maymun gibi davranmak.
* Taklitçi davranmak.maymunlaştırma * Maymunlaştırmak durumu. maymunlaştırmak * Maymun davranışları ile hareket ettirmek. maymunluk * Güldürmek veya dikkati çekmek için yapılan tuhaflık. maymunsu * Maymun gibi, maymuna benzer. mayna * Yelken indirme, fora karşıtı.
* İndir.
* Bırakılma, son verilme.mayna etmek * herhangi bir şeyi halat ve palanga aracılığıyla denize veya yere indirmek.
* (fırtına için) yatışmak.mayo * Genellikle denize girerken ten üzerine giyilen, vücudun gerekli kısımlarınısıkıca örten giysi. mayocu * Mayo diken veya satan kimse. mayoculuk * Mayo üretmek, dikmek veya satmak işi veya mesleği. mayonez * Yumurta sarısı, zeytinyağıve limonla yapılan bir çeşit koyu, soğuk salça. mayonezli * Mayonez katılmışveya karıştırılmış. mayşor * Alman gümüşü. maytaba almak * biriyle alay etmek, eğlenmek. maytap * Yandığında renkli ve parlak ışıklar saçan, şenlik gecelerinde yakılan havaî fişek. -maz / -mez * Olumsuz genişzaman eki: anla-maz-sın , oku-maz-sınız , yaz-maz , bil-mez-ler vb.
* Fiilden sıfat türeten ek: çık-maz (sokak) tüken-mez (kalem) vb.mazak * Kırlangıç balığı gillerden, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Marmara denizinde yaşayan, kırmızırenkli,
lezzetli bir balık (Trigla lineata).mazarrat * Zarara uğrama, zarar. mazbata * Tutanak. mazbata muharriri * Bir komisyon kararının gerekçesini kaleme alan üye. mazbut * Ele geçirilmiş, zapt edilmiş.
* Bir yere yazılmış, deftere geçirilmiş.
* Unutulmamış, hatırda kalmış.
* Düzenli, düzgün, beğenilen.
* Doğa olaylarından etkilenmeyecek biçimde korunmuşolan (yapı).mazeret * Kendini veya başka birini özürlü göstermek için ileri sürülen sebep, özür.
* Bir kimseyi özürlü gösteren durum veya olay.
* Bir şeyden kurtulmak veya kaçınmak için ileri sürülen gerekçe, bahane.mazeret bulmak * içinde bulunulan durumu açıklayacak bir sebebi ortaya koymak. mazeret kâğıdı * Öğrencinin okula gelemeyişinin sebebini bildiren ve velisi tarafından imzalanarak okul yönetimine verilen
belge, tezkere.mazeretli * Mazereti olan, mazur. mazeretsiz * Mazereti olmayan. mazgal * Kale duvarlarında iç yanı geniş, dışyanıdar delik. mazgallı * Mazgalları olan. mazhar * Bir şeyin ortaya çıktığı, göründüğü yer veya kimse.
* (bir iyiliğe) Erişmiş, erişen (kimse).mazhar olmak * iyi bir şeye ermek, ulaşmak. mazhariyet * Erişme, elde etme. mazı * Servigillerden, yapraklarıalmaşık ve küçük pullar biçiminde, gövdesi düz olan, dipten dallanan bir süs
bitkisi (Thuya).
* Hayvansal ve bitkisel asalakların bitkilerde oluşturduğu ur. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 21
maskaraya almak * biriyle eğlenmek, alay etmek. maskaraya çevirmek * gülünç bir duruma sokmak. maske * Boyalıkarton, kumaş, plâstikten yapılmışolan ve başkalarınca tanınmamışolmak için yüze geçirilerek
kullanılan yapma yüz.
* Korunmak için, özel olarak yapılmış, yüze geçirilmişşey.
* Yüz ve boyun güzelliği için cilde sürülen krem, macun vb.
* Gerçek duygularıveya bir şeyin gerçek görünüşünü gizleyen aldatıcı görünüş, davranış.
* Kişinin oynadığırol veya hem kendisine hem de çevresine karşıtakındığıdavranış.maskeleme * Maskelemek işi. maskelemek * Görünmemesini sağlamak, maske ile örtmek, alalamak, kamufle etmek.
* Gerçek görünüşünü saklamak, gizlemek.maskelenme * Maskelenmek işi. maskelenmek * Maskelemek işi yapılmak veya maskelemek işine konu olmak. maskeli * Maskesi olan, maskelenmiş.
* Davranışve tutumunda gerçek kişiliğini saklayan.maskeli balo * Yüze maske takılarak gidilen balo. maskesi düşmek * gerçek niyeti ve niteliği ortaya çıkmak. maskesini atmak * amaçlarını gizlemesini bilen kimse, bu tutumunu bırakarak gerçek kişiliğini ve amaçlarınıaçığa vurmak. maskesini düşürmek (veya sıyırmak) * gerçekleri ortaya çıkarmak. maskesini kaldırmak * gizli amaçlarını, gerçek kişiliğini ortaya çıkarmak. maskesiz * Maskesi olmayan.
* Davranışve tutumunda gerçek kişiliğini saklamayan.maskot * Uğur getireceğine inanılan şey.
* Uğur sayılan kimse veya hayvan, uğurluk.maslahat * İş, önemli iş, mesele.
* Erkeklik organı.maslahatgüzar * “gören, yapan, eden” Bir büyük elçinin temsilci olarak bulunduğu ülke dışına çıkmasıdurumunda veya o
ülkeye gelmesinden önce ona vekâlet eden diplomat, işgüder.maslahatgüzarlık * Maslahatgüzar olma durumu, maslahatgüzarın mesleği.
* Maslahatgüzarın makamı, işgüderlik.maslak * Sürekli su akan boru.
* Su yolu üzerinde bulunan su haznesi.
* Büyük yalak.maslûp * Asılmış; asılarak öldürülmüş(kimse). masmavi * Her yanımavi, gömgök. masnu * Sanatla yapılmış, sanat ürünü.
* Aslı olmayan, uydurma, yapma, düzme, düzmece, sahte.masnuat * Sanatla yapılmışşeyler, sanat eserleri.
* Aslı olmayan şeyler, yapma ve düzme şeyler.mason * Masonluk derneği üyesi, farmason. mason locası * Çeşitli derecelerdeki masonlardan oluşan gruplardan her biri. masonluk * Birtakım kardeşlik ilkelerini benimseyen, birbirlerini parola ve işaretlerle tanıyan, loca denilen bölümlere
ayrılan kimselerden kurulu dernek.
* Mason olma durumu, farmasonluk.masör * Erkek masajcı, ovucu. masöz * Bayan masajcı, ovucu. masraf * Harcanan para, gider.
* Bir şeyin yapımında kullanılan gereç, harç.masraf etmek * para harcamak. masraf görmek * alışverişveya ödeme işlerini yapmak. masraf kapısı * Para harcamayı gerektiren bir iş. masraf kapısıaçmak * para harcamayı gerektiren bir işe girişmek. masrafa girmek * bir işveya yapım için çok para harcamak. masrafıçekmek * bir işiçin gereken parayıödemek, gideri karşılamak. masraflı * Çok masraf gerektiren, pahalıya çıkan. masrafsız * Masraf gerektirmeyen veya az masrafı olan, ucuza mal olan.
* Külfeti az olan.masraftan çıkmak * beklenmedik bir sırada para harcama durumunda kalmak, paradan çıkmak. masruf * Sarf edilmiş, harcanmış. massetme * Emme, içine çekme, soğurma. massetmek * Emmek, içine çekmek, soğurmak. mastar * Fiilin -mak/-mek veya -ma/-me ekleri alan ve isim gibi kullanılan şekli: al-mak, üşü-mek, gör-me, bul-ma
vb.mastar * Sıvacıve duvarcıların, cetvel gibi kullandıkları, uzun, ensiz ve düz tahta, mıstar. mastara * Açıölçme cetveli, iletki, mıstara. master * Üniversite diplomasıyla doktora arasındaki akademik derece, yüksek lisans derecesi. mastı * Kulaklarıuzun ve düşük, bacaklarıkısa, bodur bir köpek cinsi. mastıçiçeği * Öküzgözü. mastika * Sakızla tatlandırılmışrakı, sakız rakısı.
* Sakız ağacından çıkarılan reçine.mastor * Çok sarhoş. mastur * Mastor. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 22
masturi * Geminin en genişyeri. mastürbasyon * Cinsel bölgelere dokunarak orgazm sağlama. masum * Suçsuz, günahsız.
* Temiz, saf.
* Küçük çocuk.masum masum * Masumlukla, masum bir biçimde. masumane * Suçsuz, temiz, masum bir biçimde. masume * Suçsuz, günahsız (kadın).
* Temiz, saf (kadın).masumiyet * Masumluk. masumluk * Masum olma durumu, masumiyet. masun * Korunan, korunmuş.
* Saklanmış.masuniyet * Korunmuşolma durumu.
* Dokunulmazlık.masura * Karton, tahta veya plâstikten yapılan, üzerine şerit, iplik vb. sarılan koni veya silindir.
* Çeşme zıvanası.
* Bir akarsu ölçü birimi.maş * Bir çeşit börülce (Phaseolus aureus). maşa * Ateşveya kızgın bir şey tutmaya, korlarıkarıştırmaya yarayan iki kollu metal araç.
* Çok küçük şeyleri tutmaya yarayan küçük, kollu araç.
* Başkasının isteklerine, amaçlarına alet olan kimse.
* Bisiklet çatısının ön ve arkasında, çatal biçiminde, tekerleklerin takıldığıparça.
* Saçlarıkıvırmak, düzeltmek için elektrik veya ateşle ısıtılan maşa biçiminde alet.maşa gibi * zayıf ve kuru (kimse). maşa gibi kullanmak * Bkz. maşası olmak. maşa kadar * (yeni doğan çocuklar için) çok ufak. maşa varken elini yakmak * bir işten gelebilecek zarardan kendini koruyacak bir yol varken o yolu tutmamak. maşacı * Maşa yapan veya satan kimse. maşacılık * Maşacının işi veya mesleği. maşala * Bağve bahçelerde ekilmek için ayrılmıştoprak parçası, evlek. maşalama * Maşalamak işi. maşalamak * Saçlarımaşa ile kıvırmak veya düzeltmek. maşalanmak * Maşa ile tutturulmak. maşalı * Maşası olan.
* (saç için) Maşa ile kıvrılmış.maşalık * Başkasının pek de hoşolmayan, sakıncalı isteklerine, amaçlarına alet olma durumu.
* Aşırıhırçınlık, yaramazlık yüzünden dayak yemeye aday (çocuk).maşalık etmek * başkalarının çıkarı, isteği ve amaçlarıdoğrultusunda çalışmak. maşallah * “Ne güzel”, “Allah nazardan saklasın” gibi beğenme duygularıanlatır.
* Umulmadık durumlar karşısında şaşkınlık ve sitem belirtmek için söylenir.
* Nazar değmemesi için çocukların üzerine iliştirilen veya çeşitli araçlara, binalara vb. yerlere asılan, üstünde
“maşallah” yazılınazarlık.maşallahıvar * bir kimsenin veya bir şeyin iyi bir durumu anlatılırken söylenir. maşası olmak * sakıncalı bir işte biri tarafından araç olarak kullanılmak. maşatlık * Müslüman olmayanların, özellikle Yahudilerin mezarlığına verilen ad, meşatlık. maşer * İnsan topluluğu, toplum. maşerî * Topluluğa ait olan, toplumu ilgilendiren.
* Toplumsal.maşlah * Tek parçalıve kol yerine yarıkları olan bir çeşit kadın üstlüğü.
* BazıvarlıklıArapların giydiği ipekten harmani.maşrapa * Metal, toprak vb. den yapılmış, ağzıaçık kulplu, bardağa benzeyen, küçük kap. maşrık * Doğu. maşuk * Sevilen, âşık olunan (erkek). maşuka * Sevilen, âşık olunan (kadın). mat * Satranç oyununda taraflardan birinin yenilgisi. mat * Parlak olmayan, donuk. mat etmek * (satranç oyununda) yenmek.
* bir tartışma sonunda karşısındakini cevap veremez duruma düşürmek.
* kötü duruma düşürmek, bozmak.mat olmak * (satranç oyununda) yenilmek.
* bir tartışma sonunda veya benzeri bir durumda yenik düşmek.matador * Boğa güreşçisi, toreador. matafora * Sandallarıasmaya yarayan ve gemilerin bordalarında bulunan dikmelere verilen ad. matafyon * Yelkenlere ve teknelere açılan delik. matah * (hafifseme duygusu ile) İnsan, mal, eşya vb. için kullanılır. matara * Yolculukta veya askerlikte kullanılan, boyna veya bele asılı olarak taşınan, genellikle aba veya deri kaplı,
metal su kabı.matbaa * Basım evi. matbaacı * Basımcı, basım evi sahibi. matbaacılık * Basımcılık, basım evi işletmeciliği. matbah * Mutfak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 23
matbu * Basılı, basılmış. matbua * Basma. matbuat * Basın. matem * Yas. matem ayı * Kamer aylarından muharrem ayı. matem havası * Bir yerde herhangi bir sebeple ortaya çıkan üzüntülü durum. matem tutmak * Bkz. yas tutmak. matematik * Aritmetik, cebir, geometri gibi sayıve ölçü temeline dayanarak niceliklerin özelliklerini inceleyen
bilimlerinin ortak adı, riyaziye.
* Sayıya dayalı, mantıklı, ince hesaba bağlı.matematikçi * Matematikle uğraşan kimse, riyaziyeci.
* Matematik öğretmeni.matematiksel * Matematik bilimi ile ilgili olan, riyazî.
* Kesin, sağlam, bütün kuşkulardan, bütün ters ihtimallerden uzak olan.matemli * Yaslı. materyal * Malzeme, gereç. materyalist * Materyalizmden yana olan (kimse, görüş), maddeci. materyalizm * Dünyada, yalnızca maddenin varlığınıkabul eden, tanrı, ruh gibi manevî kavramlarıret ve inkâr eden
felsefî görüş, maddecilik, özdekçilik.matine * Tiyatro, sinema, konser salonu vb.de gündüz gösterisi.
* Herhangi bir eserin tanıtılması, okunması, yorumlanmasıveya bir sanatçıyıanma amacıyla düzenlenen
toplantı.matiz * İki halatıek yeri kalınlaşmayacak biçimde birbirine ekleme işi. matiz * Çok sarhoş.
* (orta oyununda ve Karagöz’de) Sarhoş.matiz olmak * sarhoşluktan sızacak duruma gelmek. matizlik * Sarhoşluk. matkap * Tahta, maden, beton vb.gibi sert maddeler üzerinde delik açmağa yarayan alet, delik açma aleti, delgi. matla * Gök cisimlerinin doğması.
* Gök cisimlerinin doğduğu yer.
* Divan edebiyatında kaside veya gazelin ilk beyti.matlaşma * Matlaşmak işi. matlaşmak * Mat duruma gelmek. matlaştırma * Matlaştırmak işi. matlaştırmak * Mat duruma getirmek. matlık * Mat olma durumu. matlup * İstenilen, aranılan.
* Alacak.matmazel * Fransızcada evlenmemişkızlar için kullanılan unvan.
* Türkçede evlenmemişHristiyan kızlar için “bayan” sözü yerine kullanılır.matrağa almak * alaya almak, eğlenmek. matrah * Bir verginin miktarını belirtmek için temel olarak alınan değer. matrak * Kalın sopa, değnek.
* Eğlenceli, gülünç, hoş.matrak geçmek * alay etmek, eğlenmek. matrakçı * Osmanlı ordusunda acemilere matrak denilen silâhla savaşmayıöğreten usta. matriarkal * Anaerkil. matriks * İçinde birçok biyolojik olayın meydana geldiği, akıcılığı az, cansız bir sıvı ortam. matris * Hesap ve kumanda işlerini gerçekleştirmeye yarayan elektronik devre.
* İstatistikte, bir elemanlar topluluğunun düzenlenmiş biçimi.
* Gerçek ve karmaşık sayıların dikdörtgen biçiminde tablosu.
* Baskıyoluyla teksir için kullanılan, girintili çıkıntılımetal veya mukavva kalıp, baskıkalı bı.matris kâğıdı * Basılacak formanın kalı bınıalmada kullanılan yumuşak karton. matruş * Tıraşolmuş. matruşluk * Sakalsız, bıyıksız olma durumu. matrut * Kovulmuş, çıkarılmış. matuf * Bir yöne eğilmiş.
* Yöneltilmiş.matuf olmak * bir şeye yöneltilmek. matuh * Bunamış, bunak. maun * Tespih ağacı gillerden, Hindistan ve Honduras’ta yetişen büyük bir orman ağacı, akaju (Swietenia
mahagoni).
* Bu ağacın parlak kırmızımtırak renkte, sert ve iyi cilâlanan kerestesi.
* Bu keresteden yapılan.maval * Yalan, uydurma söz. maval okumak * yalan söylemek, yalan söyleyerek oyalamak, masal okumak. mavera * Öte.
* Görülen âlemin ötesi.mavi * Yeşil ile menekşe rengi arasında bir renk; bulutsuz gökyüzünün rengi.
* Bu renkte olan.mavi boncuk * Mavi renkli boncuk.
* Nazar değmesin veya göze gelmesin inancıyla takılan boncuk.mavi boncuk dağıtmak * birçok kişiye birden sevgi göstermek ve söz konusu kişileri, bu sevginin yalnız kendisine verildiğine
inandırmak. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 17
manyetik alan * Bir mıknatısın N ucundan dışarıçıkıp dağıldıktan sonra yine toplanıp S ucundan içine giren kuvvet
çizgilerinin yayılmış bulunduğu alan.manyetik disk * Yüzeyinde manyetik kayıt yoluyla bilginin depolanabildiği bir mıknatıslanabilir kaplaması olan plâk şekilli
tabaka.manyetik kart * Üzerine manyetik kayıt yoluyla bilginin depolanabileceği mıknatıslanabilir bir yüzeyi olan kart. manyetik kartuş * Bir koruyucu içinde bulunan ve koruyucusundan çıkarmaksızın kullanılabilir manyetik şerit ve koruyucu
bileşim.manyetik kaset * Manyetik kartuş. manyetik şerit * Yüzeyine manyetik kayır yoluyla bilginin depolanabildiği bir mıknatıslanabilir kaplaması olan bir şerit. manyetik tambur * Yüzeyinde manyetik kayıt yoluyla bilginin depolanabildiği bir mıknatıslanabilir kaplaması olan dik bir
dairesel silindir.manyetit * Mıknatıs özelliği olan doğal demir oksidi(Fe2O4). manyetize * Manyetizma ile etki altına alınmış. manyetize etmek * manyetizma ile etkilemek. manyetize olmak * manyetizma ile etkilenmek. manyetizma * Mıknatıs özelliklerinin bütünü.
* Fiziğin bu özellikleri inceleyen bölümü.
* Telkin ve hipnozla bir kimseyi etkileme.manyetizmacı * Manyetizma yapan kimse. manyetizmacılık * Manyetizmacının yaptığı iş. manyeto * Sürekli bir mıknatısın manyetik alanıyla indüklenen elektrik üreteci. manyetolu * Manyetosu olan. manyetometre * Manyetik momentleri ve manyetik alanların momentlerini ölçmeye, karşılaştırmaya yarayan alet. manyezi * İç sürdürücü olarak kullanılan, beyaz renkli, suda az eriyen, hiçbir tadı olmayan, magnezyum oksidinin bir
adı.manyezit * Doğal magnezyum silikat, lüle taşı, Eskişehir taşı. manyok * Sütleğengillerden, sıcak ülkelerde yetişen, yapraklarıalmaşık, üçü veya yedisi bir arada yelpaze durumunda
olan, büyük bir ağaç (Manihot utilissima).manzara * Bakışı, dikkati çeken her şey.
* Görünüş.
* Görünüş, durum, tablo.
* Konusu bir doğa veya şehir parçası olan resim, gravür veya desen.manzara koymak * yayın sırasında beklenmeyen kesinti aralarınıdoldurmak için ekrana değişik manzara resimlerini getirip
göstermek.manzaralı * Manzarası olan.
* Manzarası iyi olan.manzarasız * Manzarası olmayan.
* Manzarasıkötü olan.manzum * Nazım ifade şekli ile, ölçülü ve uyaklı biçimde yazılmış.
* Düzenli, muntazam.manzume * Genellikle ölçülü, uyaklıyazılmışeser, manzum parça.
* Dizge, sistem.Maocu * Maoculuğu benimsemişveya Maoculuk yanlısı(kimse). Maoculuk * Mao Zı-dong’un düşüncelerine dayanan Marksist akım. mapa * Ucu halkalıcivata.
* Gemi içini aydınlatmaya yarayan zeytinyağıyla yanan siperli fener.mapus * Mahpus.
* Mapushane.mapushane * Mahpushane. maraba * Çiftçi.
* Çiftçilikte, toprağı işleyerek ürüne ortak olan kimse, ortakçı, ortak, yarıcı.marabacılık * Ortakçılığa dayanan tarım işçiliği. marabut * Kuzey Afrika’da dervişlere verilen ad. maral * Dişi geyik, meral. marangoz * Ağaç işleriyle uğraşan ve ağaçtan çeşitli eşya yapan usta. marangoz balığı * Bkz. testere balığı. marangoz mengenesi * Tutkallanmışveya işlenecek olan tahtaların tutturulduğu kıskaç. marangozhane * Marangozun çalıştığı işyeri. marangozluk * Marangozun işi.
* Marangozun zanaatı.maranta * Bir çenekliler sınıfından, Antillerde ve bütün tropikal bölgelerde yetiştirilen, kökündeki yumrulardan ararot
çıkarılan bir kamışçeşidi, ararot kamışı(Maranta arundinaca).Maraşdondurması * Maraşyöresine özgü sert ve kıvamlıdondurma. Maraşişi * Karton üzerine gerilmişkumaşa sim, sırma gibi gereçler sarılarak yapılan bir tür nakış. maraton * 42.195 m lik en uzun yaya koşusu. maratoncu * Maratonda yarışan sporcu. maraz * Hastalık, illet.
* Dayanılması güç durum.
* Huysuzluğu ve titizliği ile can sıkan.maraza * Hastalık, illet, anlaşmazlık, çekişme, kavga. maraza aramak * çekişmek, olay çıkarmak için bahane aramak. maraza çıkarmak * kavgaya yol açmak, kavga çıkarmak, anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak. marazî * Hastalıkla ilgili, hastalıklı.
* Hastalık derecesinde. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 18
marazlanma * Marazlanmak işi. marazlanmak * Hastalanmak, hasta olmak. marazlı * Hastalık, hasta. marazlık * Güç, sıkıntılı, huzursuz durum. marazlık etmek * güç, sıkıntıveren, huzursuzluk doğuran bir durum yaratmak. marda * Iskarta mal. mareşal * En yüksek askerî unvan; bu unvanıtaşıyan asker, müşir. mareşallik * Mareşal olma durumu, müşirlik.
* Mareşal sanı.mareşallik asası * Törenlerde mareşallerin ellerinde tuttuklarıkısa ve üzeri süslü sopa. margarik asit * Margarin yapımında kullanılan, palmatik asitle stearik asit arasında, billûr durumunda yapay yağasidi. margarin * İç yağlarında bulunan, margarik asidin gliserinle birleştirilmesiyle de yapay olarak elde edilen, 47°C de
eriyen ve besin değeri olan bitki yağı.marifet * Ustalık, hüner, uzmanlık.
* Uygun olmayan, hoşa gitmeyen, can sıkıcı işveya davranış.
* Bilim, bilgi.
* Aracı, ikinci el.marifetiyle * eliyle, aracılığıyla. marifetli * Ustalıklı, hünerli. marifetsiz * Ustalığı olmayan, hüner gerektirmeyen. marihuana * Hindistan’da yetişen kenevirin çiçeklerinden ve yapraklarından elde edilen uyuşturucu madde. marina * Küçük teknelerin ve yatların barınabilmeleri için özel bir mendirekle çevrilen veya bir liman içinde ayrılan
deniz alanı, yat limanı.marinacılık * Marina işletmeciliği. mariz * Hastalıklı, hasta olan. marizleme * Marizlemek işi veya durumu. marizlemek * Dövmek, dayak atmak. marj * Ticarî bir işlemde zarar tehlikesine karşıayrılan pay.
* Yazılmışveya basılı bir kâğıdın kenarında bırakılmış boşluk.marjinal * Toplum dışında yer alan. marjlı * Marjı olan. mark * Alman para birimi.
* Finlandiya para birimi, markka.marka * Resim veya harfle yapılan işaret.
* Bilet, para yerine kullanılan metal veya başka şeyden parça.markacı * Marka satan kimse. markaj * Bazıtakım oyunlarında ayakla veya vücutla karşıtakım oyuncusunun davranışına engel olma. markalama * Markalamak işi. markalamak * Bir nesneyi tanıtmak veya benzerlerinden ayırmak için işaret koymak. markalanma * Markalanmak işi. markalanmak * Markalamak işi yapılmak. markalı * Markası olan. markasız * Markası olmayan. marke * İşaretlenmiş, belirtilmiş. marke etmek * takım oyunlarında karşıtakımdaki bir oyuncuyu yakından izlemek, tutmak. market * Alıcının kendi işini kendisinin gördüğü, daha çok her türlü yiyecek maddesinin ve mutfak gerecinin
satıldığıdükkân.marketçi * Market işleten kimse. marketçilik * Market işletme işi. marketing * Pazarlama. marki * Bazı batıdevletlerinde kont ile dük arasındaki bir soyluluk unvanı. markiz * Markinin karısı.
* İki kişilik, alçak, oldukça genişkoltuk.
* Bir kapıveya pencere önünde yağmurdan korunmak için yapılan saçak.markizet * Bir çeşit ince ve çoğu kez çiçekli, pamuklu kumaş. markka * Finlandiya para birimi, mark. markör * Önemli ibareleri veya dikkati çekmek istenilen yerleri işaretlemeye yarayan kalem. Marksçı * Marksçılık yanlısı olan (görüş, kimse). Marksçılık * Marx’ın düşüncelerine dayanan devrimci sosyalist akım. Marksist * Marksçı. Marksizm * Marksçılık. marley * Yapılarda döşeme gereci olarak kullanılan plâstik madde. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 19
Marmara çırası * Perişan etmek, mahvetmek veya perişan olmak, mahvolmak” anlamında. marmara çırası gibi (yakmak veya yanmak) * deyiminde geçer. Marmara çırası gibi yanmak * büyük bir zarara uğramak, perişan olmak. marmelât * Şeker karıştırılarak pişirilmişmeyve ezmesi. marn * Çok ince taneli kil minerallerinden ve kalsitin değişik oranlardaki karışımından oluşan tortul kayaç, pekmez
toprağı.marnlama * Marnlamak işi veya durumu. marnlamak * Kireci az olan toprağın içine marn katarak daha iyi duruma getirmek. maroken * Fas’ta işlenen yumuşak bir çeşit keçi derisi.
* Üzerine benekler basılarak marokene benzetilen koyun derisi.
* Marokenden yapılmışveya marokenle kaplanmış.marokenci * Maroken eşya yapan kimse. marokencilik * Maroken deriden çeşitli eşya yapma sanatı. maron * Kestane rengi. marpuç * Nargileyi kolayca içmeyi sağlayan ve nargileye takılan hortum biçiminde uzun ve bükülgen boru. marpuççu * Marpuç yapan veya satan kimse. Mars * Merih gezegeni, Sakıt. mars * Tavlada oyunculardan birinin, karşıtaraf pul toplamaya başlayamadan, bütün pullarınıtoplayıp oyunu
bitirerek iki sayıkazanması.mars etmek * tavla oyununda karşısındakine hiçbir pul toplamaya fırsat vermeden, kendi pullarınıtoplayıp oyunu
kazanmak.
* karşısındakini söz söyleyemeyecek duruma getirmek.mars olmak * bu şekilde oyunu kaybetmek.
* söz söyleyemeyecek duruma gelmek.marsama * Barsama. marsık * Yapılırken iyice yakılmadığı için, yakıldığında duman ve koku vererek başağrısıyapan odun kömürü. marsık gibi * koyu esmer, kömür gibi, simsiyah. marsıvan * Sınır beyi.
* Eşek.marsıvan ayısı * Bkz. marsıvan eşeği. marsıvan eşeği * Geri zekâlı, çok kaba ve aptal. marsıvan otu * Birleşikgillerden bir cins kokulu bitki (Tanacetum balsamita). marş * Askerlikte yürüyüşe geçmek için verilen komut.
* Ritmi, yürüyen bir kimsenin veya topluluğun adımlarınıhatırlatan müzik parçası.
* Bir topluluğu simgelemek için düzenlenmişmüzik parçası.
* Otomobil, kamyon gibi motorlu araçlarda motoru işletme düzeni.marşmarş! * Koşma komutu. marşandiz * Yük katarı, yük treni. mart * Yılın 31 gün süren üçüncü ayı. mart dokuzu * Martın üçüncü haftasında görülen bir fırtına (Gregoryen takvimine göre). mart havası gibi * kararsız, huysuz kimseler için kullanılır. mart içeri, pire dışarı * tedirgin edici biri gelince öbürü gitmeye kalkan kimseler için kullanılır. mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır * mart ayında şiddetli soğuklar olur, insanlar kazma kürek saplarınıyakacak duruma düşerler. mart kedisi * Çapkın ve azgın kimse. martaloz * Bkz. martolos. martaval * Yalan, uydurma söz, palavra. martaval atmak (veya okumak) * inanılmayacak sözler söylemek, yalan söylemek. martavalcı * Yalan söyleyen, palavracı. martavalcılık * Yalan söyleme, yalancılık. martı * Martı gillerden, çoğu beyaz renkte, eti yenmez, yüzücü, perde ayaklıdeniz kuşlarının ortak adı(Larus). martı giller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren, birçok türü bulunan bir familya. martin * Tek kurşun atan bir çeşit tüfek. martini * Portakal kabuğu, cin ve vermutla yapılan içki. martolos * Türk garnizonlarında hizmet eden garson. maruf * Herkesçe bilinen, tanınan, belli, sanlı.
* Şeriatın uygun gördüğü, beğendiği ve buyurduğu.marufiyet * Bilinme, tanınma belli olma. marul * Birleşikgillerden, genişve uzun olan yeşil yapraklarıtaze olarak yenilen bir bitki (Lactuca sativa). marulcu * Marul yetiştiren veya satan kimse. marulcuk * Çöpleme. Marunî * Lübnan ve Suriye’de oturan Katolik Süryanî topluluğu.
* Bu topluluktan olan kimse.maruz * Bir olay veya durumun etkisinde veya karşısında bulunan.
* Arz edilen, sunulan, verilen. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 20
maruz bırakmak * bir olay veya durum karşısında veya etkisinde bırakmak. maruz bulunmak (veya olmak) * bir olay veya durum etkisinde veya karşısında bulunmak. maruz kalmak (veya kalmamak) * bir olay veya bir durumla karşıkarşıya olmak (olmamak). maruzat * Mevki, makam veya yaş bakımından büyük birine sunulan, bildirilen dilek veya bilgi, sunuş. marya * Beşyaşından büyük veya damızlık dışı bırakılmışdişi koyun.
* Dişi hayvan.
* Bir tür küçük balık.marya ağı * Uzunluğu altmış, genişliği üç dört kulaç olan bir tür balık ağı. mas * Emme, emerek içine çekme, soğurma. mas etmek * Bkz. massetmek. masa * Bir destek üzerine oturtulmuş bir tabladan oluşan mobilya.
* Aynımasada oturanların tümü.
* Dairelerde, kurumlarda belli konularla ilgili işlerin görüldüğü bölüm.
* Bkz. İflâs masası.
* İç içe geçme ayaklarıyla yüksekliği ayarlanabilen masa biçiminde atlama aracı.masa başı * Masada, masada oturarak. masa örtüsü * Masa üzerine serilen kumaşvb. maddeden yapılan örtü. masa saati * Masa üzeri için yapılan saat. masa tablası * Masa üzerine konulan veya masa için yapılmıştabla. masa takvimi * Masa üzerinde bulundurmak üzere özel olarak yapılmış bir tür takvim. masa tenisi * Masa topu. masa topu * Kurallarıtenisinkine benzeyen, masa üzerinde özel top ve raketlerle oynanan bir oyun,masa tenisi. masa üstü yayıncılık * Kitap, dergi vb. güncel yayınlarıön plânda tutan yayıncılık mesleği. masaj * Vücut yüzeyinde el, elektrik, su aracılığıyla çeşitli işlemler yapma biçiminde, iyileştirme ve bakım yöntemi;
ovma, ovuşturma.masajcı * Sağlık veya tedavi amacıyla masaj yapan kimse, masör. masajlama * Masajlamak işi veya durumu. masajlamak * Masaj yapmak. masal * Genellikle halkın yarattığı, ağızdan ağza, kuşaktan kuşağa sürüp gelen, çoğunlukla insanların veya tanrıların
başından geçen, olağan dışı olaylarıanlatan hikâye.
* Öğüt verici, ahlâk dersi veren alegorik eser.
* Boşve yalan söz.
* Değersiz, önemsiz şey.masal âlemi * Doğaüstü, gerçek dışı, ancak masallarda rastlanabilecek yerler için kullanılır. masal âleminde yaşamak * gerçek olmayan, gerçekleşmesi güç olan şeyler düşünerek yaşamak.
* masallardaki gibi olağanüstü güzel anlar yaşamak.masal gibi * olmayacak biçimde. masal okumak (veya anlatmak) * inandırıcı olmayan, oyalayıcısözlerle kandırmaya çalışmak. masalcı * Masal anlatan, yazan veya okuyan kimse.
* Yalan uyduran, hayalî şeyler anlatan kimse.masalımsı * Masalıandıran, masala benzeyen. masallaştırmak * Masal durumuna getirmek. masara * Küçük, dar yer veya hücre. masarif * Giderler, masraflar. masarika * Bağırsaklarıtutan karın iç zarı. masat * Bıçak bilemeye yarayan çelikten, çubuk biçiminde araç. masif * Kütlesi, görünürdeki bütün hacmi kaplayan, kaplama veya doldurma olmayan, som. masiko * Rengi kırmızı ile sarıarasında değişen, doğal kurşun oksit (PbO). mask * Genellikle ölünün yüzüne uygulanarak elde edilen yüz kalı bı. maskanyin * Doğal amonyum sülfat. maskara * Eğlendirici, sevimli, güldürücü, hoş.
* (küfür olarak söylendiğinde) Şerefsiz, haysiyetsiz, rezil.
* Karnaval maskesi.
* Kirpik boyası, rimel.maskara etmek * bir kimseyi veya şeyi gülünç ve şerefsiz duruma düşürmek.
* bir şeyi bozmak, berbat etmek.maskara olmak * gülünç bir duruma düşmek. maskaraca * Maskara gibi, maskaraya benzer. maskaralanma * Maskaralanmak işi veya durumu. maskaralanmak * Maskaralık etmek.
* Şerefsiz, haysiyetsiz ve gülünç davranışlarda bulunup herkesin eğlencesi olmak.maskaralaşma * Maskaralaşmak işi. maskaralaşmak * Eğlendirici, hoş bir durum almak.
* Herkesin eğlencesi durumuna gelmek.maskaralık * Eğlendirici, güldürücü davranış, soytarılık.
* Şerefsizce, haysiyetsizce davranış, rezalet.maskarası olmak * birinin eğlencesi olmak. maskarasınıçıkarmak * birini rezil etmek, küçük düşürerek gülünç duruma sokmak. maskarat * Maskarata. maskarata * Ayakkabının üst yüzünün ön tarafında dikişle ayrılan burun bölümü. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 10
makineleşme * Makineleşmek işi. makineleşmek * Üretimde makine gücünden, giderek daha çok yararlanmak.
* Davranışları, hareketleri makinelerinkine benzer duruma gelmek, bazı işleri alışkanlıkla yapmak.makineleştirme * Makineleştirmek işi. makineleştirmek * Makine ile yapılmasını sağlamak. makineli * Makinesi olan, makine ile işleyen.
* Makineli tüfek.makineli tabanca * Bir tür otomatik silâh. makineli tüfek * Tetiğine basılınca sürekli kurşun atan bir çeşit tüfek, mitralyöz. makineli tüfek gibi * çok hızlı, birbiri ardınca. makineyi bozmak * bağırsakları bozulmak, ishal olmak. makinist * Lokomotif, vapur, fabrika vb. nin makinesini işleten kimse.
* Makinelerden anlayan, makineleri onarabilen usta.makinistlik * Makinistin görevi. makrama * Bkz. Mahrama. makro- * Birçok kelimenin önünde “büyük” anlamıveren ön ek. makrome * Kalın iplikle elde örülmüşiş. makromeli * Kol veya bacaklardan birinin veya birkaçının aşırı gelişmesi. makrosefal * Başıanormal derecede büyük olan (kimse). maksat * İstenilen şey, amaç, gaye, erek. maksat gütmek * (bir işi yaparken) gizli amacı olmak. maksat hâsıl olmak * amaca ulaşılmak, amaç gerçekleşmek. maksatlı * Bir amacı olan.
* Kötü niyetli, kasıtlı.maksatsız * Bir amacı olmayan.
* Bilmeden, istemeden, kasıtsız.maksi * Uzun. maksi etek * Boyu topuklara kadar uzanan etek. maksimal * Maksimum. maksimum * Bir şey için gerekli en büyük (derece, nicelik), maksimal.
* Değişebilen bir niceliğin varabileceği en yüksek olan (sınır), azamî, maksimal.maksure * Camilerde, parmaklıklarla çevrilmişyer.
* Bir evin yabancıların girmesine izin verilmeyen bölümü.maksut * İstenen, niyet edilen, güdülen, amaçlanan. makta * Bir şeyin kesildiği yer, kesit.
* Divan edebiyatında gazelin veya kasidenin son beyti.
* Kemikten yapılmışkalem ucunu düzeltmeye yarayan araç.-makta / -mekte * Şimdiki zaman görevinde kullanılan ek. maktel * Cinayet işlenen yer. maktu * Kesilmiş, kesik.
* Kesin olarak değeri biçilmiş.
* Ölçü ile satılmayan, götürü.maktu fiyat * Değişmez olarak tespit edilmiş, pazarlık edilmeyen fiyat, kesin fiyat. maktul * Öldürülmüş, öldürülen. maktul düşmek (veya olmak) * vurulup ölmek, öldürülmek, katledilmek. makul * Akla uygun, akıllıca.
* Akıllıca işgören, mantıklı.
* Aşırı olmayan, uygun, elverişli.
* Belirli.makul olmak * akıllıca, akla uygun davranmak. makule * Takım, çeşit.
* Ulam, kategori.makûs * Ters çevrilmiş, başaşağı getirilmiş.
* Uğursuz, kötü.makyaj * Yüzü güzelleştirmek için boyama, yüz boyama, yüz bakımı, düzgün.
* İyi görüntü sağlamak, belli bir tipi yaratmak veya yalnızca bazıdüzeltmeler yapmak için oyuncunun
yüzünde ve başka organlarında yapılan boyama ve değişmeler.makyaj odası * Televizyon, sinema, fotoğrafçılık ve reklâmcılıkta filmin çekiminden önce gerekli makyajın yapıldığıyer. makyaj takımı * Makyaj için gerekli olan malzemeleri bir arada bulunduran set. makyaj yapmak * yüzü çeşitli işlemlerle temizlemek, boyamak ve diğer işlemlerle daha bakımlıve güzel göstermek. makyajcı * Makyaj yaparak geçimini sağlayan kimse, düzgüncü. makyajcılık * Makyajcının görevi, düzgüncülük. makyajlama * Makyajlamak işi veya durumu. makyajlamak * Makyaj yapmak. makyajlı * Makyajı olan. makyajsız * Makyajı olmayan. Makyavelcilik * Politikada, amaca ulaşmak için ahlâka aykırıda olsa, her türlü aracıhoşgören anlayış, Makyavelizm. Makyavelizm * Makyavelcilik. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 11
mal * Bir kimsenin veya bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütünü.
* Birinin mülkiyeti altında bulunan büyükbaşhayvanların bütünü.
* Alınıp satılabilen her türlü ticaret eşyası, tüccar malı, emtia.
* Bayağı, aşağılık, kötü kimse.
* Esrar.-mal * Fiilden sıfat türeten ek. mal beyanı * 343 mal bildirimi. mal bildirimi * Mülkiyeti altında bulunan taşınır ve taşınmaz malların listelenerek istenen makama sunulması. mal birliği * Hukuk bakımından karıve koca mallarının bir bütün sayılması. mal bulmuşmağribî gibi * büyük bir zenginliğe kavuşmuşçasına büyük sevinç ve coşku ile. mal canın yongasıdır * insan, malına gelen zarardan, canına gelmişçesine acıduyar. mal canlısı * Mala çok düşkün, malıçok seven. mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan * bu dünya gelip geçicidir, mala mülke fazla değer vermemek gerekir. mal edinmek * kendine mal sağlamak, mal sahibi olmak. mal etmek * bir değer karşılığında sahip olmak.
* kendi malı, eseri, buluşu gibi benimsemek veya saymak.
* yüklemek, ait olduğunu göstermek.mal kaldırmak * ürün elde etmek. mal kapatmak * para karşılığında herhangi bir üretim alanındaki verimin sırf kendisine ayrılmasını sağlamak. mal meydanda * bir işin gizli bir yönünün olmadığını belirtir. mal müdürlüğü * Bir ilçede devlet gelirlerinin toplandığımaliye dairesi. mal müdürü * Maliye Bakanlığının ilçelerdeki mal işlerini yürütmekle görevli memuru. mal mülk * Her türlü taşınır ve taşınmaz maddî varlık. mal olmak * bir değer karşılığında birinin iyeliği altına girmek.
* bir iş, bir davranışsonucu zarara uğramak.
* (bir yeri,bir şeyi) benimsemek.mal para * Kendi öz değerleri, yani ihtiva ettikleri satın alma gücüne çok yakın olan ödeme aracı. mal sahibi * Bir malı, mülkiyeti altında bulunduran kimse. mal sandığı * Para alıp veren devlet dairesi. mal varlığı * Bir kişiye ait para ile ölçülebilen hakların bütünü, mamelek. mal yapmak * servet sahibi olmak. mala * Harç alıp sürmeye yarayan, çoğu üçgen biçiminde, yassı, demirden, üstten tahta saplı, duvarcıve sıva aracı,
sürgü.malafa * Önceden delinmişparçalarıtornalamaya özgü torna tezgâhı bağlama aleti. malaga * İspanya’nın Malanga yöresinde yapılan bir tür şarap.
* İri taneli misket üzümü.malak * Manda yavrusu. malakit * Yeşil renkli, yontulup parlatılabilen, doğal bakırlı, hidratlıkarbonat, bakır taşı. malaklama * Malaklamak işi. malaklamak * (manda)Yavrulamak. malalama * Malalamak işi. malalamak * Çimento veya alçısürülmüş bir yüzeyi mala sürerek düzeltmek. malama * Samanla karışık tahıl. malarya * Sıtma. malayani * Boşve yararsız, saçma. malaz * Sulak yer.
* Sürülmemiş, ot bürümüştoprak.
* Su altında kalan, su basmıştarla.malca * Mal olarak, mal bakımından. malç * Toprak ve rutubet muhafazasıamaçları ile çayır ve mera üzerine bırakılan veya başka yerlerden getirilip
serpilen her türlü bitki artığı.malen * Mal olarak, malca. malgama * Cıvanın herhangi bir madenle birleşerek yaptığı alaşım, amalgam. -malı/ -meli * Gereklilik kipi eki: çalış-malı, görmeli, bil-meli-yiz vb. malıtaşı * Bazen kayıklarda çapa yerine kullanılan, ipe bağlı büyükçe taş. malın gözü * En iyisi, en güzeli.
* Açık göz, kurnaz, çok bilmiş.
* Aşağılık ve düzenci kimse.
* İffetsiz.malî * Mal ve para ile ilgili, parasal.
* Maliyeye ilişkin, maliye ile ilgili.malî * Yüklü, dolu.
* Çok fazla.malî yıl * Her yıl bütçenin uygulanması için, martın birinden başlayıp ertesi yıl şubat sonunda kapanan süre. malî analist * Ekonomik ve malî konularıçözümleyen uzman. malî belge * Kredi açılışını göstermek için çıkarılan ve ikrazcı bankaya finansman yenilemesi yapmayısağlayan senet. malî cebir * Paraya ilişkin konularıesas alan bilim dalı. malî senet * Malî belge. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 12
malihulya * Kara sevda.
* Kuruntu.malik * Sahip, iye. malik olmak * sahip olmak. malikâne * Yurtluk. Malikî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Bu mezhepten olan kimse.Malikîlik * Malikî mezhebi. malikiyet * Malik olma durumu. maliye * Kamu ile ilgili işlerin yürütülmesi için gerekli gelirleri ve harcanan paraları düzenleyen kuralların bütünü.
* Konusu bu kuralları incelemek olan bilim dalı.
* Devlet gelir ve giderlerini yöneten kuruluş, Maliye Bakanlığı.maliyeci * Maliye işlerinde uzman olan veya devletin maliye kuruluşlarında çalışan kimse. maliyecilik * Bir devletin malî işleri.
* Maliyecinin görevi.maliyet * Üretimde bir mal elde edilinceye değin harcanan değerlerin toplamı. maliyet fiyatı * Bir malın çeşitli üretim ve dağıtım dönemlerinde, o döneme kadar yapılmışolan harcamaların bütünü. maliyetli * Maliyeti olan, değerli. maliyetsiz * Maliyeti olmayan, değersiz. Malkar * Kuzey Kafkasya’da Kabarda-Balkar Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk soyundan bir halk ve bu halktan olan
kimse, Balkar.Malkarca * Malkar Türkçesi. malkıran * Hayvan vebası. malkoç * Osmanlılarda akıncılar ocağının komutanı. mallanma * Mallanmak işi veya durumu. mallanmak * Mal edinmek, zenginleşmek. malt * Bira yapmak için çimlendirilip kurutularak hazırlanmışarpa. malta * Malta eriği renginde. Malta eriği * Gülgillerden bir ağaç, yeni dünya (Eriobotrya japonia).
* Bu ağacın erik büyüklüğündeki, iri çekirdekli, sarırenkli, sulu ve mayhoşyemişi.Malta humması * Akdeniz ülkelerinde görülen, en çok keçi sütü ile bulaşan ateşli bir hastalık, kalaazar. Malta palamudu * Uskumrugillerden, ılık ve sıcak denizlerde yaşayan, üzerinde enlemesine mavi çizgiler bulunan, gri renkli
bir balık (Naucrates ductor).Malta taşı * Bahçe, mutfak gibi yerleri döşemekte kullanılan, dört köşe, yassı, kolay kırılan bir tür taş. Maltalı * Maltız (I). Maltız * Malta adasıhalkından veya bu halkın soyundan olan kimse. maltız * Çoğunlukla yemek pişirmekte kullanılan, içinde ızgarası bulunan, ayaklıve taşınır ocak. Maltız keçisi * Ana yurdu Malta adası olan, çok süt veren, kısa tüylü, küçük bir cins keçi. maltlanma * Maltlanmak işi. maltlanmak * Malt ile işlem görmek, içine malt katılmak. maltoz * Nişastasının tam olmayan hidroloji sırasında ortaya çıkan ve simgesi C12H12O11 olan madde. malûl * Sakat (kimse). malûl gazi * Bir savaştan sakat olarak çıkmışkimse. malûlen * Sakat, hasta bir biçimde. malûliyet * (insanda) Sakatlık, hastalık, malûllük. malûllük * Sakat olma durumu, malûliyet. malûm * Bilinen, belli.
* Bilinen konu, işvb.
* Evet, belli, biliniyor, kuşkusuz.
* Etken (fiil).malûm değil * olup olmayacağıkesinlikle bilinmeyen konular için kullanılır. malûm olmak * içine doğmak. malûm ya! * bilinen şey. malûmat * Bilgi.
* Bilgi.malûmat almak * bilgi edinmek. malûmat edinmek * bilgi edinmek, öğrenmek. malûmat sahibi * Bir konuda bilgisi olan. malûmat vermek * bilgi vermek. malûmatfuruş * Bilgiçlik taslayan. malûmatfuruşluk * Bilgiçlik taslama, malûmatfuruşolma durumu. malûmatlı * Bilgili.