Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 74

    mücevher tarih * Divan edebiyatında, ebcet hesabına göre yalnız noktalıharfleri sayıldığında söz konusu olayın tarihini
    gösteren dize veya söz.
    mücevherat * Mücevherler.
    mücevherci * Değerli süs eşyasısatan kimse, kuyumcu.
    mücevhercilik * Mücevhercinin işi, kuyumculuk.
    mücmel * Özet olarak anlatılmış, kısa ve özlü.
    mücrim * Suçlu.
    mücver * Rendelenmişkabağa un, yumurta, peynir, dereotu, tuz, karabiber, taze soğan katılarak yapılan bir tür köfte.
    müçtehit * Ayet ve hadislere dayanarak yargıya varan, karar veren din düşünürü.
    müdafaa * Savunma, koruma.
    müdafaa etmek * savunmak, korumak.
    müdafaaname * Savunma.
    müdafi * Savunucu.
    * Bir davada, davacıveya davalının haklarınısavunan (kimse).
    müdahale * Karışma, araya girme.
    * Bir dava sonucu verilecek olan kararın, dolaylı olarak etkileyeceği üçüncü kişilerin davaya katılmaları.
    müdahale etmek * karışmak, araya girmek, el atmak.
    müdahil * Karışan.
    * Davaya müdahale eden.
    müdana * Minnet.
    müdana etmek * minnet etmek.
    müdara * Yüze gülme, yüze gülücülük, dost gibi görünen.
    müdara etmek * dost gibi görünmek, yüze gülmek.
    müdavi * (hastaya) Bakan.
    müdavim * Bir yere sürekli olarak giden (kimse), gedikli.
    müdavim olmak * bir yere sürekli gidip gelmek.
    müddei * Dava eden, bir savda bulunan (kimse), savlayıcı, davacı.
    müddeialeyh * Davalı.
    müddeiumumî * Savcı.
    müddeiumumîlik * Savcılık.
    müddet * Süre.
    müddetli * Süreli, süresi olan.
    müddetsiz * Süresiz, süresi olmayan.
    müdebbir * Tedbirli.
    müdekkik * İnceleyici.
    müdellel * Kanıtlanmış, kanıtlı.
    müderris * Ders veren, profesör.
    * Medresede veya camide öğretmen.
    müderrislik * Müderris olma durumu veya müderrisin görevi.
    müdevven * Bir araya getirilerek divan durumunda toplanmış(şiir vb.).
    * Bir araya toplanmış, düzenlenmiş.
    müdevvenat * Bir araya toplanmışeserler.
    müdevver * Yuvarlak.
    müdir * Bkz. müdür.
    müdire * Bayan müdür, bayan yönetmen.
    müdiriyet * Bkz. müdüriyet.
    müdrik * Anlamış, aklıermiş.
    müdrike * Anlık.
    müdrir * İdrarıartıran, idrar söktürücü.
    müdür * İdare eden, yöneten, yönetmen, direktör.
    müdür muavini * Bkz. müdür yardımcısı.
    müdür yardımcısı * Müdürün işlerine yardım eden, yokluğunda yetkileri üzerine alıp işleri yöneten kimse.
    müdüriyet * Müdürlük.
    müdürlük * Yönetmenlik, direktörlük.
    * Yönetmenin, müdürün makamı.
    müebbet * Sonu olmayan.
    * Yaşdıkça süren, ömür boyunca olan.
    müeccel * İleriye atılmış, ertelenmiş.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 75

    müeddep * Uslu, terbiyeli, edepli.
    müellefat * Yazılıeserler.
    müellif * Kitap yazan veya kitap hazırlayan, bir eseri ortaya koyan ve eserin sahibi olan kimse, yazar.
    müemmen * Sağlanmış, emniyete alınmış, güvenilir.
    müennes * Dişil.
    müesses * Kurulu, kurulmuş.
    müessese * Kuruluş, kurum (I).
    * Kurum (I).
    * Bir toplumda bazısorunların çözümlenebilmesi için uygulanan yöntem.
    müesseseleşme * Kurumlaşma.
    müesseseleşmek * Kurumlaşmak.
    müessif * Üzücü, üzüntü veren.
    * Hoşa gitmeyen, kötü (olay, durum).
    müessir * Dokunaklı.
    * Etkili, sonuçlu.
    * Etken.
    müessir olmak * etkilemek.
    müessiriyet * Etkinlik.
    müessis * Kurucu.
    müeyyide * Yaptırım, yaptırma gücü.
    müezzin * Namaz vakitlerini bildirmek için ezan okuyan din görevlisi.
    müezzinlik * Müezzin olma durumu veya müezzinin görevi.
    müfekkire * Düşünme yetisi veya gücü.
    müferrih * İç açıcı, ferahlık verici.
    müfessir * Kısa ve anlaşılması güç bir metni açıklayan, açıklığa kavuşturan, metnin anlam ve amacıüstünde yorumda
    bulunan (kimse).
    * Kur’an’ıyorumlayan (kimse).
    müfettiş * Bir kuruluştaki işlerin konu ve tüzüklere uygun olarak yürütülüp yürütülmediğini denetleyen kimse.
    müfettişlik * Müfettişin görevi veya makamı.
    müfit * Yararlı, faydalı.
    * Anlatan, ifade eden.
    müflis * Bir işte bütün parasını batırmış, batkın, iflâs etmiş.
    müfredat * Bir bütünü oluşturan bireyler, ayrıntılar.
    müfredat programı * Bkz. öğretim programı.
    müfret * Tekil.
    müfrez * Bir bütünden ayrılmış.
    müfreze * Türlü askerî görev ve hizmetlerin yapılması için, küçük birliklerden, belli bir kuruluşa bağlıkalmadan geçici
    olarak oluşturulan gruplara verilen ad.
    müfrit * Aşırı.
    müfritlik * Aşırı olma durumu.
    müfsit * Ara bozucu, karıştırıcı, fesatçı, münafık.
    müft * Bedava, beleş.
    müftehir * Bir şeyi övünç bilerek onunla sevinen, övünen, iftihar eden.
    müfteri * Karacı, kara çalan, iftiracı.
    müftü * İl ve ilçelerde Müslümanların din işlerine bakan görevli.
    müftülük * Müftü olma durumu.
    * Müftünün görevi veya makamı.
    müge * İnci çiçeği.
    mühendis * Mühendislik mesleğinden olan kimse.
    mühendishane * OsmanlıDevletinde mühendis yetiştiren yüksek okul.
    mühendislik * Yol, köprü, yapı, makine, gemi ve uçak yapımıvb. ile maden, su ve elektrik işleri gibi bayındırlık ve
    zanaatla ilgili teknik çalışmalardan birini konu edinen meslek.
    müheyya * Hazır.
    müheyyiç * Coşturucu, heyecan verici.
    mühim * Önemli.
    mühimmat * Savaşgereçleri, cephane.
    mühimseme * Mühimsemek işi.
    mühimsemek * Önemsemek, önem vermek.
    mühimsemezlik * Önem vermemezlik.
    mühlet * Bir işin yapılmasıveya bir borcun ödenmesi için gösterilen süre, vade, mehil.
    mühlet istemek * bir işin yapılması, tamamlanması için belirli bir süre verilmesini istemek.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 76

    mühlet vermek * (bir işveya borç için) belirli bir süre tanımak.
    mühlik * Öldürücü, tehlikeli.
    mühliye * Adana bölgesinde yetiştirilen ve yapraklarısebze olarak kullanılan bir bitki (Corchlorus olitorius).
    mühmel * Bırakılmış, bakılmamış, ilgisizliğe uğramış.
    mühre * Her tür yuvarlak şey, küçük top.
    * Cam boncuk.
    * Kâğıda yumuşaklık, parlaklık ve düzlük vermek için kullanılan camdan araç.
    * Deniz böceği kabuğu.
    * Demirci çekici.
    * Yılanın başında bulunan taca benzer çıkıntı.
    * Bazıav hayvanlarını çekmek için kullanılan çığırtkan kuş.
    mühreleme * Mührelemek işi.
    mührelemek * Kâğıdımühre ile cilâlamak, parlatmak, düzeltmek.
    mühreli * Mühre ile cilâlanmış.
    mühresenk * Alaca somaki, balgam taşı.
    * Süsleme nakışlarınıve yaldızlarımührelemekte kullanılan araç.
    mührüsüleyman * Kuzey Anadolu ‘da orman ve çalılıklar altında bulunan, 30-80 cm. yüksekliğinde, tüysüz, çok yıllık ve otsu
    bir bitki (Polygonatum multiflorum).
    mühtedi * Dönme.
    mühür * Bir kimsenin, bir kuruluşun adının veya unvanının tersine kazılı bulunduğu, metal, lâstik gibi şeylerden
    yapılmış araç, damga, kaşe.
    * Bu araçla basılan ve imza yerine geçen ad.
    mühür basmak * mühürlemek.
    mühür gözlü * Koyu renkte, iri, beğenilen gözleri nitelemek için kullanılır.
    * Sevgili.
    mühür kazmak * bir metal üzerine, bir kimsenin, bir kuruluşun adını, unvanınıters olarak kazımak.
    mühür kimde ise Süleyman odur * bir işte yetki kimde ise kuvvet ondadır.
    mühür mumu * Üstüne mühür basılan ve bal mumu ile reçineden yapılan genellikle kırmızırenkli madde.
    mühür pensi * Elektrik, su ve doğalgaz sayaçlarınımühürlemek amacıyla bir kurşun parçasının teller üzerine tutturulup
    sıkıştırılması için kullanılan araç.
    mühürcü * Mühür kazıyan kimse.
    mühürcülük * Mühürcü olma durumu.
    * Mühürcünün görevi veya zanaatı.
    mühürdar * Devlet büyüklerinin mühürlerini taşımak ve gereken kâğıtlarımühürlemekle yükümlü görevli.
    mühürleme * Mühürlemek işi.
    mühürlemek * Bir yazı, belge vb.nin doğruluğunu veya kabul ve onayını belirtmek amacı ile altına mühür koymak, mühür
    basmak.
    * (yetkili makamlara) Açılırsa, belli olsun diye bir şeyin üzerine yapıştırılan kırmızımuma mühür basmak.
    * Yasalara, ahlâk veya sağlık kurallarına aykırı görülen işveya eğlence yerlerinin çalışmasınıdurdurmak
    amacıyla, kapısının açılmasınıengellemek için uygun yere mumu yapıştırıp, üzerine mühür basmak, kapatmak.
    mühürlenme * Mühürlenmek işi.
    mühürlenmek * Mühürlemek işi yapılmak, mühür basmak.
    mühürletme * Mühürletmek işi.
    mühürletmek * Mühürlemek işini yaptırmak.
    mühürlü * Mühür basılmış.
    * Mühürle kapatılmış.
    mühürsüz * Mührü olmayan.
    * Mühür basılmamışolan.
    müjde * Sevindirici haber, muştu.
    * Muştuluk.
    * Sevindirici haber verileceği zaman söylenir.
    müjde koşturmak * bir muştuyu bir kimseye ivedilikle ulaştırmak.
    müjde vermek (veya götürmek) * bir kimseye sevindirici, mutlu bir haberi ulaştırmak.
    müjdeci * Muştucu.
    * Öncü.
    müjdeleme * Muştulama.
    müjdelemek * Muştulamak.
    müjdelenme * Muştulanma.
    müjdelenmek * Muştulanmak.
    müjdeli * Muştulu.
    müjdelik * Muştuluk.
    mükâfat * Ödül.
    * Değerlendirici, sevindirici davranış.
    mükâfat almak * ödül almak.
    mükâfaten * Mükâfat olarak.
    mükâfatını görmek * herhangi bir olumlu davranışın, özverinin, sıkıntının iyi sonucunu elde etmek.
    mükâfatlandırma * Ödüllendirme.
    mükâfatlandırmak * Ödüllendirmek.
    mükâleme * Karşılıklıkonuşma.
    mükedder * Üzgün, acılı, üzüntülü, kederli.
    mükedder olmak * üzülmek, kederlenmek.
    mükellef * Bir şeyi yapmak zorunluluğu olan, yükümlü.
    * Eksiksiz, özenli bir biçimde yapılmış.
    * Vergi vermekle yükümlü olan kimse veya kuruluş.
    mükellefiyet * Yüküm, yükümlülük.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 65

    muhayyerbuselik * Türk müziğinde bir makam.
    muhayyerkürdî * Türk müziğinde bir makam.
    muhayyerlik * Seçmeli olma durumu.
    * Seçme hakkı.
    muhayyersümbüle * Türk müziğinde bir makam.
    muhayyile * Hayal etme gücü.
    muhbir * Haber ulaştırıcı, haber veren.
    * Yasa dışı olan bir durumu yetkili makamlara bildiren kimse, ihbarcı.
    muhbirlik * Muhbir olma durumu veya muhbirin yaptığı iş.
    muhik * Haklı, doğru.
    muhil * Dokunan, bozan, ihlâl eden.
    muhip * Seven, sevgi besleyen, dost.
    muhit * Çevre, yöre.
    * Bir kimsenin sürekli ilişkide bulunduğu insanlar topluluğu, çevre.
    muhit yapmak (veya edinmek) * ilişkili olduğu, tanışık olduğu kimselerin sayısınıçoğaltmak.
    muhkem * Sağlam, sağlamlaştırılmış.
    muhlis * Dostluğunda ve inançlarında içten olan.
    * Bkz. halis muhlis.
    muhrik * Yakıcı.
    * Yanık, dokunaklı(ses).
    muhrip * Torpido, top ve denizaltılara karşısilâhlarla donatılmış, küçük, hızlı giden savaşgemisi, destroyer.
    muhtaç * Bir şeye ihtiyaç duyan.
    * Yoksul, fakir (kimse).
    * Bakmaya mecbur olduğu aile bireylerini veya kendisini geçindirmeye yetecek geliri, malı, kazancı
    bulunmayanlar.
    muhtaç etmek * birini, ihtiyaç duyduğu bir şeyi başkasından sağlamak zorunda bırakmak.
    muhtaç olmak * ihtiyaç duymak.
    muhtaçlık * Bakmaya mecbur olduğu aile bireylerini veya kendisini geçindirmeye yetecek geliri, malı, kazancı
    olmayanların içinde bulunduğu durum.
    muhtar * Özerk.
    * Köy veya mahallenin yasalarla belirtilmişişlerini yürütmek için o köy veya mahallede oturanların seçtikleri
    kimse.
    muhtariyet * Özerklik.
    muhtarlık * Muhtarın görevi veya makamı.
    * Muhtarın görevini yaptığıyer.
    muhtasar * Kısaltılmışolan, kısa; özet.
    muhtasaran * Kısaca, kısaltarak, özet olarak.
    muhtekir * Vurguncu, spekülâtör.
    muhtel * Düzeni bozulmuş, bozuk.
    muhtelif * Zıt, birbirini tutmayan.
    * Çeşit çeşit, çeşitli.
    muhtelis * Beylik mal veya parayızimmetine geçiren, çalan.
    muhtelit * Karma, karışık.
    muhtemel * İhtimal dahilinde olan, beklenen, beklenir, umulur, olası, olasılı, mümkün.
    muhtemel olmak * umulmak, beklenmek.
    muhtemelen * Umulur ki, beklenir ki, görünüşe bakılarak.
    muhterem * Saygıdeğer, sayın.
    muhteri * Yeni bir şey yaratan, icat eden.
    * Yalanlar uydurarak bir kimseye iftirada bulunan.
    muhteris * Hırslı.
    muhteriz * Çekingen.
    muhtesip * İslâm şehirlerinde çarşıve pazar esnafınıdin kurallarına göre denetleyen görevli, belediye memuru.
    muhteşem * Görkemli, gösterişli, büyük ve göz alıcı.
    muhteva * Bir şeyin içindeki, içteki, içerik.
    muhtevi * İhtiva eden, içine alan, kapsayan, içinde bulunduran.
    muhteviyat * İçindekiler.
    muhtıra * Herhangi bir şeyi hatırlatma, uyarma amacıyla yazılan yazı.
    * Bir devletin başka bir devlete politik sorunlarla ilgili olarak yolladığıuyarıyazısı, diplomatik nota.
    * Andaç.
    * Günlük.
    muhzır * İlgililerin mahkemede bulunmalarınısağlayan görevli.
    muin * Yardım eden, yardımcı.
    muinli * Askere alındığında ailesine bakacak kimsesi olan.
    muinsiz * Askere alındığında ailesine bakacak kimsesi olmayan.
    muit * Okullarda çocuklarıçalıştırmakla görevli kimse, öğretmen yardımcısı.
    mujik * Rus köylüsü.
    -muk * Bkz. -mık / -mik.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 66

    mukaar * İçbükey, obruk, konkav.
    mukabele * Karşılık verme, karşılama, karşılık.
    * Karşılaştırma, karşılıklıyapılan okuma.
    * Karşı gelme, başkaldırma.
    * Camilerde Kur’an okunurken, hafızların da karşılık olarak ezbere Kur’an okumaları.
    mukabele etmek * karşılık vermek, karşılıkta bulunmak.
    * karşı gelmek.
    mukabele okumak * ramazanda, en çok camide yüksek sesle ezbere kur’an okumak.
    mukabeleci * Camilerde Kur’an okuyan kimse.
    * Bürolarda temize çekilmişhesaplarımüsveddeleri ile karşılaştıran görevli.
    * Askerin yoklamasınıyapan kimse.
    mukabelede bulunmak * karşılık vermek.
    mukabeleli * Karşılığı olan, mukabelesi bulunan.
    mukabelesiz * Karşılığı olmayan, mukabelesi bulunmayan.
    mukabil * Bir şeye karşılık olarak yapılan, bir şeyin karşılığı olan.
    * Bir şeyin karşısında bulunan.
    * Karşılık.
    * Karşılık olarak, karşılığında.
    mukaddem * Önce gelen, önceki.
    * Öncül.
    mukaddema * Önce, evvelce, eskiden.
    mukaddeme * Bkz. mukaddime.
    mukadder * Yazgıda var olan, yazgı ile ilgili olan, alında yazılı olan.
    mukadderat * Yazgı.
    mukaddes * Kutsal.
    mukaddesat * Kutsal sayılan her türlü inanç ve davranışlar.
    mukaddesatçı * Kutsal tanınan şeylere aşırıölçüde bağlılık gösteren kimse.
    mukaddime * Ön söz.
    * Bir olayın başlangıcı.
    mukaffa * Kafiyeli, uyaklı.
    mukallit * Taklitçi.
    mukallitlik * Mukallit olma durumu, mukallidin işi.
    mukannen * Belli, belirli, kesinleşmiş, şaşmaz.
    * Kanun durumuna gelmiş, kanunlaşmış.
    mukarenet * Yaklaşma, kavuşma, bitişme.
    * Yakınlık.
    mukarrer * Kararlaşmış, kararlaştırılmış.
    mukarrer bulunmak * kararlaşmak.
    mukarrerat * Alınan kararlar, kararlaştırılmışşeyler.
    mukassem * Ayrılmış, bölünmüş.
    mukassi * Sıkıntılı, sıkıntıverici, bunaltıcı.
    mukataa * Kesim.
    mukataalı * Kesime verilmiş(yer).
    mukattar * Damıtılmış, damıtık.
    mukavele * Sözleşme.
    mukavele yapmak * sözleşmek.
    mukaveleli * Sözleşmeli.
    mukavelename * Sözleşme.
    mukavelesiz * Sözleşmesiz.
    mukavemet * Dayanma, karşıdurma, karşıkoyma, direnme, direniş, dayanırlık.
    * Direnç.
    mukavemet etmek * direnmek, dayanmak, karşıkoymak.
    mukavemet göstermek * direnmek, karşıkoymak.
    mukavemet koşusu * 3-15 km arasındaki uzun mesafeli koşular.
    mukavemetçi * Düşman saldırısına boyun eğmeyip her çeşit araçla karşı gelen yurtsever.
    * Uzun mesafe koşucusu.
    mukavemeti kırılmak * direnci, gücü azalmak.
    mukavemetli * Dayanıklı, güçlü, dirençli.
    mukavemetsiz * Dayanıksız, güçsüz, dirençsiz.
    mukavim * Dayanıklı, güçlü, dirençli.
    * Karşıkoyan, başkaldıran.
    mukavva * Karton.
    * Bu kâğıttan yapılmış.
    mukavves * Kavisli, eğri, eğmeçli.
    mukavvi * Kuvvetledirici, güç katıcı.
    mukayese * Benzeterek veya karşılaştırarak değerlendirme, karşılaştırma, kıyaslama.
    mukayese etmek * karşılaştırmak, kıyaslamak.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 67

    mukayeseli * Karşılaştırmalı.
    mukayyet * Bağlı olan, bağlanmış.
    * Bir şart veya kayıtla bağlı olan.
    * Yazılmış, yazılı, kayıtlı.
    mukayyet olmak * korumak, gözetmek.
    mukayyit * Bir kalemde, kayıt işlerini yapan kimse.
    * Kaydedici makine.
    mukim * (bir yerde, bir evde) Oturan, eğleşen, ikamet eden.
    mukni * İnandıran, ikna eden.
    mukoza * Sümük doku.
    mukriz * Ödünç para veren, borç veren.
    muktebes * Yararlanmak için alınmış, aktarılmış.
    muktedir * Bir şeyi yapmaya, başarmaya gücü yeten, erkli.
    muktedir olmak * gücü yetmek, yapabilmek.
    muktesit * Tutumlu.
    mukteza * Gereken, gerekli olan.
    * Bir işyapılırken gerekli işlemlerin bütünü.
    muktezi * Gereken, gerekli olan.
    mukus * Solunum yollarıve sindirim organlarının hücreleri tarafından salgılanan madde.
    mulaj * Bir şeyin bal mumu, alçı gibi bir madde ile kalı bınıçıkarmak için yapılan işlemlerin bütünü.
    * Bu işlemler sonunda elde edilen kalıp.
    mulaj kâğıdı * Terzilerin patron çıkarmak için kullandıkları bir çeşit saydam kâğıt.
    mum * Bir fitilin üzerine erimiş bal mumu, iç yağı, stearik asit veya parafin dökülüp genellikle silindir biçiminde
    dondurulan ince, uzun ışık aracı.
    * Bal mumu.
    * Işık yeğinliği birimi, kandelâ.
    * Kısmen oksitlenmişkatıhidrokarbonlar.
    mum ağacı * Sıcak ülkeler ile Kuzey ve BatıAvrupa’da yetişen bir tür mum palmiyesi (Myrica cerifera).
    mum ampul * Mum biçiminde ampul.
    mum aydınlatma * Mum yapılarak yapılan aydınlatma.
    mum boya * Bkz. mum boyası.
    mum boyası * Mum, terebentin, su ve toprak boyalarla hazırlanan boya.
    mum cilâsı * Parafin ve bal mumunun terebentin veya neft yağında çözüştürülmesi ile elde edilen, ağaç eşyaları
    cilâlamakta kullanılan madde.
    mum çiçeği * İki çeneklilerden, güzel kokulu, şemsiye biçiminde küçük beyaz çiçekler açan, etli yapraklı, sarılıcı bir süs
    bitkisi (Cerinthe minor ve Cerinthe retortra).
    mum dibine ışık vermez * güçlü kişilerin kendi yakınlarınıkayırmaktan çekindiklerini anlatır.
    mum direk * Dimdik.
    * Çok uslu, yaramazlık yapmayan.
    mum duruşu * Vücudun, ense ve omuzlara dayanarak ellerin kalçayıdesteklemesiyle başaşağı, yere dikey bulunduğu
    durum.
    mum etmek * Bkz. muma çevirmek.
    mum gibi * dosdoğru, dimdik.
    * uslu, kıpırtısız.
    * tertemiz düzgün.
    * zayıflamak sararıp solmak.
    mum kesilmek * sessiz, uslu, doğru düzgün durmak.
    mum olmak * hırçınlığı,yaramazlığı bırakmak.
    * razı olmak.
    mum palmiyesi * Ilıman bölgelerde yetişen, gövdesi boyunca 1 cm kalınlığında bir mum katmanı bulunan, yapraklarıhurma
    yaprağına benzeyen bir ağaç (Cerexylon andicola).
    mum yakmak * kutsal sayılan bir yere giderek adak adadığında mum yakıp koymak.
    mum yapıştırmak * bir şeyi kırmızımumla mühürlemek.
    * önemli bir şeyi unutmayıp akılda tutmak.
    muma döndürmek (veya çevirmek) * her sözü dinler duruma getirmek, uslandırmak.
    mumaileyh * Adı geçen, yukarıda anılan, sözü geçen kimse.
    mumcu * Mum yapan veya satan kimse.
    * Fitilli tüfek kullanan asker.
    * Yeniçeri ocağında çavuşlardan sonra gelen, yeniçeri ağasına bağlı on iki subaydan her biri.
    mumhane * Mum üretim yeri.
    mumla aramak * çok isteyerek ve özlenle aramak.
    mumla aratmak * daha kötü olan yeni bir şey, bir durum, bir kimse, pek iyi olmayan eskisini aratmak.
    mumlama * Mumlamak işi.
    * Bitki hücrelerinin değişikliğe uğrayarak kendilerini su geçirmez duruma getirir biçimde mum bağlaması
    olayı.
    * Lâboratuvarlardan çıkmış bir filmin çeşitli aletlerde kolayca dönmesini sağlamak için iki kenarına ince bir
    bal mumu katmanısürmek.
    mumlamak * Bal mumu sürmek, bal mumuna batırmak.
    * Mühürlemek, mühür mumu sürmek.
    * Mum cilâsıyapmak.
    mumlanma * Mumlanmak işi.
    mumlanmak * Mumlamak işi yapılmak veya mumlamak işine konu olmak.
    mumlaşma * Mumlaşmak işi.
    mumlaşmak * Bal mumu durumuna gelmek.
    mumlayıcı * Filmleri mumlamakta kullanılan alet.
    mumlu * Mumu olan, mum konulmuşolan.
    * Muma batırılmış, mumla hazırlanmışolan.
    mumlu kâğıt * Mürekkep geçirmeyen ve delinebilir bir dolgu maddesi emdirilmiş, mürekkebi geçiren, fakat kolay
    delinmeyen bir cins pelürden veya lifli bir dokudan oluşturulmuş, teksir makinesinde basılacak yazıların yazıldığıkâğıt.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 68

    mumluk * Mumu olan.
    * Herhangi bir mum gücünde olan.
    * Şamdan.
    mumsöndü * Alevî geleneğinde var olduğu ileri sürülen bir tür tören.
    mumya * Birtakım özel ilâçlar kullanılarak bozulmayacak duruma getirilmişolan ve bugün kazılarla ortaya çıkarılan
    ceset.
    * Çok zayıf kimse.
    mumya gibi * çok zayıf ve renksiz (kimse).
    mumyalama * Mumyalamak işi.
    mumyalamak * Bir cesedi, bozulmaması için özel ilâçlarla mumya durumuna getirmek.
    mumyalanma * Mumyalanmak işi veya durumu.
    mumyalanmak * Mumya durumuna gelmek.
    mumyalaşma * Mumyalaşmak işi.
    mumyalaşmak * Mumya durumuna gelmek.
    mundar * Bkz. murdar.
    mundarlık * Mundar olma durumu.
    munfasıl * Ayrıduran, ayrılmış, ayrık.
    munis * Alışılan, alışılmış, yabancı olmayan.
    * Cana yakın, uysal, sevimli.
    * Uygun.
    munkabız * Büzülmüş, toplanmış.
    * Pekliği olan, peklik çeken.
    * Verimsiz, işe yaramaz.
    munkalip * Değişmiş, dönüşmüşolan.
    munkariz * Batmış, çökmüş, tükenmiş.
    munsap * Kavuşan.
    * Bkz. mansap.
    muntazam * Düzgün.
    * Düzenli, derli toplu.
    * Düzenli, sürekli ve düzgün bir biçimde.
    muntazaman * Düzenli olarak.
    muntazır * Bekleyen, gözleyen.
    muntazır olmak * beklemek, gözlemek.
    munzam * Katma, katılmış, ulanmış, eklenmiş, ekleme, ek.
    -mur * Fiilden isim türeten ek.
    murabaha * Bir malıçok fazla kârla satma.
    * Kanunun izin verdiği sınırdan aşkın faiz alma, tefecilik.
    murabahacı * Bir malıçok fazla kârla satan kimse.
    * Kanunun gösterdiği sınırıaşarak aşırıfaizle ödünç para veren kimse, tefeci.
    murabahacılık * Murabahacı olma durumu, tefecilik.
    murabba * Dört şeyden oluşan, dörtlü.
    * Dördül, kare.
    * Dört mısralı bentlerden oluşan divan edebiyatışiiri.
    murabba * Terbiye edilmiş.
    * Kaynatılıp kıvama geldikten sonra dondurulan meyve suyu tatlısı.
    murabıt * Savaşçıderviş.
    * Murabut.
    murabut * Kuzey Afrika’da dervişlere verilen ad.
    murabut kuşu * Uzun bacaklılardan, leyleğe benzeyen, gagası iri ve uzun bir kuş(Leptoptilus).
    murada ermek * isteğine kavuşmak, arzusu yerine gelmek.
    muradına ermek * dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak.
    murafaa * Duruşma.
    * Yargıtayda yapılan duruşma.
    murahhas * Delege.
    murahhaslık * Delegelik.
    murakabe * Denetleme, denetim.
    * (tasavvufta) Tanrı’ya bağlanarak çile doldurma.
    murakabe etmek * denetlemek.
    murakıp * Denetçi.
    * Tanrı’ya bağlanarak çile dolduran kimse.
    murakıplık * Denetçilik.
    murana * Yılan balığına benzeyen, çok yırtıcı, sıcak denizlerde yaşayan, göğüs yüzgeci olmayan, eti beğenilen bir
    deniz balığı(Muraena).
    murassa * Değerli taşlarla bezenmiş, cevahirle süslenmiş.
    murat * İstek, dilek.
    * Amaç, erek, gaye.
    murat almak * dileğine kavuşmak.
    murat etmek * dilemek, istemek.
    murç * Betona delik açmakta kullanılan sivri uçlu, çelikten yapılmış bir alet.
    murdar * Kirli, pis.
    * Cinsel birleşmeden sonra yıkanmamış(kimse).
    * Şeriata uygun olarak kesilmemişolan (hayvan).
    murdarilik * Omurilik.
    murdarlık * Murdar olma durumu.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 69

    muris * Miras bırakan, mirasçı.
    murt * Mersin ağacı.
    murt yememek * oyuna gelmemek.
    musaffa * Temizlenmiş, arıtılmış.
    musahabe * Konuşma, görüşme, söyleşi.
    musahhih * Düzeltici, düzelten.
    musahhihlik * Musahhih olma durumu.
    * Düzelticinin görevi, düzelticilik.
    musahip * Sohbet, arkadaşlık eden kimse.
    * Tatlıkonuşmaları ile büyüklerin, özellikle padişahların güzel zaman geçirmelerini sağlamakla görevli
    kimselere verilen unvan.
    musahiplik * Musahibin yaptığı iş.
    musakka * Ufak parçalar biçiminde doğranmışsebzelerin, kuş başıet veya kıyma ve soğanla pişirilmesiyle yapılan bir
    yemek.
    musalla * Namaz kılmaya yarayan açık yer.
    * Camilerde cenaze konulup önünde namaz kılınan yer.
    musalla taşı * Namazıkılınmak için üstüne cenaze konulan masa biçiminde yüksek taş.
    musallat * Bir kimse veya şeyin üzerine bıktıracak kadar düşen.
    musallat etmek * birini, bir başkasının başına belâ etmek.
    musallat olmak * birini sürekli rahatsız etmek, birine sataşmak, hiç peşini bırakmamak.
    musalli * Beşvakit namazınısürekli olarak kılan.
    musamaha etmek * hoşgörü ile davranmak.
    musandıra * Evlerde yatak yorgan konulan yer, yüklük.
    * Mutfakta yüksek ve genişraf.
    musanna * Uydurma, düzme.
    * Sanatla yapılmış, bir usta elinden çıkmış, sanatlı.
    * Yapıntılı.
    musannif * Sınıflandıran.
    * Kitap yazan, yazar.
    musap * Başına bir kötülük, felâket gelmişolan.
    * Hastalığa yakalanmış, tutulmuş, uğramış.
    musavver * Resim konulmuş, resimli.
    * Zihinde tasarlanmış, düşünülmüşolan.
    Musevî * Musa Peygamberin dininden olan kimse.
    Musevîlik * Musa Peygamberin dini, Yahudilik.
    Mushaf * Kur’an.
    musır * Bir söz veya düşüncede direnen, ayak direyen.
    musibet * Ansızın gelen felâket, sıkıntıveren şey.
    * Uğursuz.
    musikar * Gagasındaki deliklerden rüzgâr estikçe türlü sesler çıktığına inanılan bir masal kuşu.
    * Mıskal.
    musiki * Müzik.
    * Kulağa hoşgelen sesler dizisi.
    musikişinas * Müzikle uğraşan kimse.
    muska * İçinde dinî ve büyüleyici bir gücün saklı olduğu sanılan, taşıyanı, takanıveya sahip olanızararlıetkilerden
    koruyup iyilik getirdiğine inanılan bir nesne veya yazılıkâğıt, hamaylı.
    * Üçgen biçiminde katlanmışolan şey.
    muska böreği * İçine peynir, kıyma gibi şeyler konularak üçgen biçiminde katlanan bir tür börek.
    muskacı * Muska yazan kimse.
    muskacılık * Muskacının işi.
    muslihane * Barışçı bir yolla.
    muslin * Sık dokunmuş, parlak, ince, yumuşak bir tür kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan.
    musluk * Takılmış bulunduğu boru veya kabın içindeki akışkanı, istenildiğinde akıtabilecek bir düzende yapılmış
    açılır kapanır alet.
    * El yıkamaya yarayan yer.
    muslukçu * Musluk satan veya onaran kimse.
    * Abdest almak için ceketini çıkaranların para veya değerli şeylerini çalarak hırsızlık yapan kimse.
    muslukçuluk * Muslukçunun yaptığı iş.
    * Abdest almak için ceketini çıkaranların para veya değerli şeylerini çalarak yapılan hırsızlık.
    musluklu * Musluğu olan.
    musluksuz * Musluğu olmayan.
    muson * Güney Asya kıyılarıyla Hint Denizi’nde yaz ve kışmevsimlerinde birbirine ters yönlerden esen genişalanlı
    rüzgâr.
    mustarip * Istırap ve acıçeken.
    * Sağlıksız, hasta.
    mustarip etmek * acıve ıstırap vermek.
    mustatil * Dikdörtgen.
    muş * Altıdüz, küçük gezinti vapuru.
    -muş * Bkz. -mış/ -miş.
    muşamba * Bir tarafına kauçuk veya yağlı boya sürülerek su geçirmeyecek duruma getirilen kalın bez.
    * Bu bezden yapılmışolan.
    * Su geçirmeyecek biçimde yapılmışyağmurluk.
    * Linolyum.
    muşamba gibi * çok kirlenmişçamaşır, kumaş, örtü vb. için söylenir.
    muşambalaşma * Muşambalaşmak işi veya durumu.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 70

    muşambalaşmak * Muşamba gibi olmak, muşamba durumunu almak, muşambaya dönmek.
    muşmula * Gülgillerden, 2-3 m yükseklikte dikenli küçük bir ağaçcık (Mespilus germanica).
    * Bu ağacın olgunlaşıp çürüdükten sonra yenilebilen, yuvarlak, mayhoş, buruk ve beşçekirdekli meyvesi,
    döngel, beş bıyık.
    muşmula gibi * yüzünde pek çok buruşuk ve kırışık bulunan.
    muşta * Karşısındakine vurmak için özel olarak açılmışdeliklerine parmakların geçirilmesi ile kullanılan demir
    parçası.
    * Kunduracıların, derileri vurarak inceltmek için kullandıklarımetalden tokmak.
    * Parmağın biri bükülüp sivriltilerek vurulan yumruk.
    muştalama * Muştalamak işi.
    muştalamak * Muşta ile vurmak.
    muştu * Sevindiren haber, sava, müjde.
    muştucu * Muştu getiren, savacı, müjdeci.
    muştulama * Muştulamak işi.
    muştulamak * Sevinilecek bir işin, olayın, vb. nin olduğunu birine haber vermek, mujdelemek.
    muştulanma * Muştulanmak işi, müjdelenme.
    muştulanmak * Sevinçli bir haber verilmek, müjdelenmek.
    muştulu * Muştu bildiren, sevindirici, müjdeli.
    muştuluk * Muştucuya verilen armağan, müjdelik.
    mut * Bütün özlemlerin eksiksiz ve sürekli olarak yerine gelmesinden duyulan kıvanç, kut, saadet.
    mut * Elli şiniklik tahıl ölçeği.
    muta * Veri.
    mutaassıp * Bağnaz.
    mutabakat * Uyuşma, anlaşma, itilâf.
    * Uygunluk.
    * Uyum.
    mutabık * Birbirine uyan, aralarında anlaşmazlık olmayan.
    * Uygun.
    mutabık kalmak * uyuşmak, anlaşmaya varmak.
    mutabık olmak * aralarında anlaşmazlık olmamak, anlaşmak.
    mutaf * Keçi kılından hayvan çulu, yem torbası gibi şeyler dokuyan kimse.
    * Keçi kılından dokunmuşveya örülmüşhayvan çulu, yem torbası gibi şey.
    mutallâka * Boşanarak dul kalmışkadın.
    mutantan * Görkemli, şatafatlı.
    mutariza * Yayayraç, parantez.
    mutasarrıf * Kendinde kullanım hakkı olan, elinde bulunduran.
    * Tanzimat’tan sonra, Osmanlıyönetim teşkilâtında sancakların yöneticisine verilen ad.
    mutasarrıflık * Mutasarrıfın görev ve makamı.
    * Sancak.
    mutasavver * Tasarlanmış, düşünülmüş.
    mutasavvıf * Tasavvuf inançlarını benimseyerek kendini Tanrı’ya adamışkimse, sofi.
    mutasyon * Değişinim.
    mutasyonist * Değişinimci.
    mutasyonizm * Değişinimcilik.
    mutat * Alışılmış, alışılan.
    * Alışkanlık, alışılmışşey.
    mutatabbip * Hekimlik taslayan kimse.
    mutavaat * Boyun eğme, uyma, itaat etme.
    * Dönüşlü.
    mutavaat fiili * Bkz. dönüşlü fiil.
    mutavassıt * Aracı.
    * Orta, ortalama.
    mutazarrır * Zarar görmüş, zarara uğramış.
    mutçuluk * Hayatın anlamınımutlulukta bulan, insan davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiği görüşüne dayanan
    ahlâk öğretisi, evdemonizm.
    muteber * Saygın, itibarı olan, hatırısayılır.
    * İnanılır, güvenilir, sözü geçer.
    * Yürürlükte olan, geçerliliği olan.
    muteber olmak * yürürlükte olmak, geçerli olmak.
    muteber olmak üzere * geçerli olarak.
    mutedil * Düşünce, işvb.de aşırıya kaçmayan, ılımlı, itidalli.
    * Ilıman.
    mutedillik * Ilımanlık.
    mutekit * Bir şeye inanan, itikat eden, inançlı, inanlı, imanlı, mümin, dindar.
    mutemet * Kendisine inanılıp güvenilen kimse.
    * Dairelerde, işyerlerinde bazıpara işlerine bakan görevli.
    mutemetlik * Mutemedin görevi.
    mutena * Özenilmiş, özenle yapılmış.
    * Seçkin, önemli.
    muteriz * Karşı gelen, itiraz eden, itirazcı.
    * İtiraz eden (kimse).
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 63

    muganni * Şarkısöyleyen kimse, şarkıcı.
    muganniye * Şarkıcıkadın.
    mugayeret * Uygun olmama durumu, uymazlık, aykırılık.
    mugayir * Uymaz, aykırı.
    muğber * Gücenmiş, gücenik, küskün.
    muğber olmak * gücenmek, küsmek.
    muğlâk * Anlaşılması güç, anlaşılmaz, karışık, çapraşık.
    muhabbet * Sevgi.
    * Dostça konuşma, yarenlik.
    muhabbet beslemek * sevgi duymak.
    muhabbet çiçeği * Muhabbet çiçeğigillerden, ekleri yeşilimtırak beyaz, güzel kokulu bir süs bitkisi (Reseda odorata).
    muhabbet çiçeğigiller * Ayrıtaç yapraklı, iki çenekli bitkiler sınıfı.
    muhabbet etmek * karşılıklı, dostça konuşmak.
    muhabbet kuşu * Papağangillerden, asıl yurdu Avustralya olan, yurdumuzda da kafeslerde üretilen, eşine çok düşkün, sarı,
    yeşil ve kül rengi tüylü, uzun ve sivri kuyruklu bir kuş(Melopsittacus undulatus).
    muhabbet tellâlı * Kadınla erkek arasında yolsuz ilişkilere aracılık eden kimse, pezevenk, kavat.
    muhabbetname * Aşk mektubu.
    * Arkadaş, dost mektubu.
    muhaberat * Haberleşmeler, haberleşme dolayısıyla yapılan yazışmalar.
    muhabere * Haberleşme, yazışma.
    muhabere etmek * haberleşmek, yazışmak.
    muhabere memuru * Telgrafçı, haberleşmeyi sağlayan kimse.
    muhabere sınıfı * Savaşta haberleşme düzeninin kurulmasını, düşmanın elektronik araçlar kullanmasınıengellemeyi veya
    bunu sınırlandırmayısağlayan yardımcısınıf.
    muhabereci * Muhabere sınıfından olan asker.
    muhabir * Basın ve yayın organlarına haber toplayan, bildiren veya yazan kimse.
    * Herhangi bir kuruluşun çalışmasıyla ilgili olarak, merkezle başka bir ülke arasında bağlantıyısağlayan
    görevli.
    muhabirlik * Muhabir olma durumu.
    * Muhabirin görevi.
    muhaceret * Göç, göçme.
    * (yaşamakta olduğu ülkeden) Yabancı bir ülkeye uzun veya kısa süreli yerleşmek için gitme.
    muhaceret etmek * yaşadığıülkeden ayrılmak.
    muhacim * Saldıran, saldırıcı.
    * Futbolda ileri uç oyuncusu.
    muhacir * Göçmen.
    muhacir arabası * Üstü ve yanlarıörtülü, dört tekerlekli, yaysız araba.
    muhacir gitmek * göç etmek.
    muhacir olmak * göçmen durumuna girmek.
    muhacirlik * Göçmenlik.
    muhaddep * Dış bükey, konveks.
    muhaddis * Hadis ile meşgul olan, Hz. Muhammed’in sözlerini bildirmişolan kimse.
    muhafaza * Koruma, saklama, korunum.
    muhafaza altına almak * korumak, saklamak, bir yerde tutmak, kapatmak.
    muhafaza etmek (veya edilmek) * korumak, saklamak (veya korunmak saklanmak).
    * olduğu gibi bırakmak, kapatmak (veya bırakılmak, kapatılmak).
    muhafazakâr * Tutucu.
    muhafazakârlık * Tutuculuk.
    muhafazalı * Muhafazası olan.
    muhafazasız * Muhafazası olmayan.
    muhafız * Birini veya bir şeyi koruyan, kollayan, gözeten kimse, koruyucu.
    * Bir kalenin veya bir şehrin önemli yerlerini korumak, düzeni ve güvenliği sağlamakla görevli komutan.
    muhafız alayı * Devlet başkanlarını, krallarıkorumakla görevli askerî birlik.
    muhafızlık * Muhafız olma durumu.
    * Muhafızın görevi.
    muhakeme * Birbirine karşı olan iki tarafıdinleyerek bir yargıya varma, yargılama.
    * Bir konuyu zihinde iyice düşünüp inceleyerek karar verme, akıl süzgecinden geçirme, usa vurma,
    uslamlama.
    * Bir sorunu çözmek için çıkar yol arama.
    muhakeme etmek * yargılamak.
    * akıl süzgecinden geçirmek, düşünmek.
    muhakeme usulü * Yargıyolu, muhakeme tarzı.
    muhakeme yürütmek * düşünmek, soruna bir çözüm aramak.
    muhakkak * Doğruluğu, gerçekliği kesin olarak bilinen, gerçekliği kesinleşmiş.
    * Her hâlde ne olursa olsun, kesinlikle.
    muhakkik * Gerçeği araştıran.
    * Soruşturucu, soruşturmacı.
    muhal * Olamaz, olmaz, olmayacak; olması, gerçekleşmesi olanaksız.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 64

    muhalefet * Bir tutuma, bir görüşe, bir davranışa karşı olma durumu, aykırılık.
    * Karşı görüşte, tutumda olan kimseler topluluğu.
    * Demokraside iktidarın dışında olan parti veya partiler.
    muhalefet etmek * karşıdavranışta bulunmak, karşıçıkmak.
    muhalefet partisi * Hükûmet kurmaya katılmamışparti.
    muhalefet şerhi * Karşı olma yazısı, muhalefet gerekçesi.
    muhalif * Bir tutuma, bir görüşe, bir davranışta karşı olan, aykırı olan.
    * Aykırılık eden, uymayan, uygunluk göstermeyen.
    muhallebi * Süte, şeker ve pirinç unu katılarak yapılan bir tatlı.
    muhallebi çocuğu * Nazlı büyütülmüşçocuk.
    muhallebici * Muhallebi yapan veya satan kimse.
    * Muhallebi satılan yer.
    * Nazlı büyütülmüşkimse.
    muhallebicilik * Muhallebici olma durumu.
    * Muhallebi yapma ve satma işi.
    Muhammedî * Hz.Muhammed ümmetinden olan kimse, Müslüman.
    muhammen * Oranlanan, tahmin edilen.
    muhammes * Beşparçası olan, beşli.
    * Beşgen.
    * Beşli.
    muhammin * Oranlayan, tahmin eden.
    muharebe * Savaşma, vuruşma, harp etme, iki ordu arasındaki çarpışma, savaş.
    * Güçlü tartışma.
    muharip * Savaşa katılan, savaşan, savaşçı.
    muharrem * Kamer takviminin birinci ayı, aşure ayı.
    muharrer * Yazılmış, yazılıyazıya geçirilmiş.
    muharrik * Hareketini sağlayan, harekete gelen.
    * Kışkırtıcı, ayartıcı.
    muharrir * Yazar.
    muharrirlik * Yazarlık.
    muharriş * Tırmalayan, tahrişeden.
    * İrkilten, korku veren.
    muhasamat * Düşmanlık.
    * (savaşta) Çarpışma.
    muhasara * Kuşatma, sarma, çevirme.
    muhasara etmek * kuşatmak.
    muhasebat * Hesap işleri.
    muhasebe * Hesaplaşma, karşılıklıhesap görme.
    * Hesap işleriyle uğraşma.
    * Hesapların bütünü.
    * Hesap işlerinin yürütüldüğü yer, saymanlık.
    muhasebeci * Sayman, muhasip.
    muhasebecilik * Saymanın görevi, saymanlık.
    muhasebesini yapmak * bir şeyin olumlu veya olumsuz yönlerini gözden geçirerek bir yargıya varmak.
    muhasım * Birbirine düşman olanlardan her biri.
    muhasır * Kuşatan, saran.
    muhasip * Sayman, muhasebeci.
    muhasiplik * Saymanlık.
    muhassala * Elde edilen sonuç.
    * Bileşke.
    muhassas * (birine) Ayrılmış, tahsis olunmuş.
    muhassasat * Bir kimseye maaş, tayın vb. olarak verilmişşeyler.
    * Devlet bütçesinde devlet kuruluşları için ayrılmışpara, ödenek.
    muhassenat * Yararlı, güzel, hayırlı, işler.
    muhassıl * Osmanlıİmparatorluğunda Tanzimattan önceki dönemde vergi tahsildarına verilen isim.
    muhat * Kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş.
    * Kitabın sırt kâğıdı ile mukavvasının arasında isteka ile bastırılarak oluşturulmuşhafif çukurluk.
    muhatap * Kendisine söz söylenilen kimse, kendisiyle konuşulan kimse.
    muhatap olmak * kendisine söz söylenmek, hitap edilmek.
    * karşısında kalmak.
    muhatara * Korku verici durum, tehlike.
    * Zarar, ziyan.
    muhataralı * Korkulu, tehlikeli.
    muhavere * İki kişi arasında karşılıklı olarak yapılan konuşma.
    muhavere etmek * birbiriyle konuşmak.
    muhavvil * Değiştiren, dönüştüren.
    muhavvile * Dönüştürücü, transformatör.
    muhayyel * Hayal gücüyle yaratılan, hayal edilen.
    muhayyer * Beğenilmediğinde geri verilmek şartıyla alınan (eşya vb), seçmece.
    * Seçmeli.
    * Türk müziğinde bir makam.
    muhayyer bırakmak * seçmeli bırakmak, seçmeye izin vermek.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 61

    -msı/ -msi * Küçültme sıfatlarıtüreten ek: sarı-msı, mavi-msi, pembe-msi, mor-u-msu, tatlı-msı, ekşi-msi vb.
    -mtırak / -mturak * Küçültme sıfatlarıtüreten ek.
    mu * Bkz. mı/ mi.
    muaccel * Acele olunmuş.
    * Peşin, hemen ödenmesi gereken.
    muacciz * Sıkıntıveren, taciz eden, bıktıran, usandıran.
    * Yapışkan, sırnaşık, ukalâ (kimse).
    muaddel * Değiştirilmiş, değişikliğe uğramış, değişkin.
    muadele * Eşitlik, beraberlik, denklik.
    * Anlaşılmaz iş.
    * Denklem.
    muadelet * Eşitlik, denklik, eşdeğerlik.
    muadil * Eşit, denk, eşdeğer.
    muaf * Bağışlanmış, affedilmiş.
    * Ayrıtutulmuş, ayrıcalık tanınmış.
    * Özgür, serbest.
    muaf tutmak (veya tutulmak) * bir ödevi, bir görevi bağışlamak, ayrıcalık tanımak.
    muafiyet * Ayrıtutulma, kendisine uygulanmama, bağışıklık.
    * Bağışıklık.
    muafiyet tanımak * kendisinden beklenilen veya istenilenlerin bütününü istememek.
    muafiyet sınavı * Eğitimde veya herhangi bir dalda bilgi birikiminin önceden yeterli olup olmadığının belirlenmesi için
    yapılan sınav.
    muaflık * Muaf olma durumu.
    muahede * Anlaşma.
    muahedename * Antlaşma metni.
    muaheze * Kınama, paylama, ayıplama.
    * Eleştiri.
    muaheze etmek * paylamak, ayıplamak, kınamak.
    muahezename * Eleştiri yazısıve kitabı.
    muahhar * Sonraki, sonradan gelen, ertelenmiş, daha sonraki.
    muahharen * Sonradan.
    muakkip * İzleyen, arkasından koşan, takip eden.
    * (iş) Yürüten.
    muallâ * Yüksek, yüce.
    muallâk * Asılmış, asılı.
    * Sonuca bağlanmamış, sürüncemede kalmış.
    * Bağlı.
    muallâkta olmak (veya muallâkta kalmak) * sonuca bağlanmak, sürüncemede kalmak.
    muallel * Sakat, eksik.
    muallim * Öğretmen.
    muallime * Bayan öğretmen.
    muallimlik * Öğretmenlik.
    muamelât * Dairelerde evrak üzerinde yapılan işlemler, işlem.
    muamele * Davranma, davranış.
    * Yol, yöntem, iz.
    * İşlem.
    * Alışveriş.
    * İşlem.
    muamele etmek * davranmak.
    muamele görmek * işlem uygulanmak, davranılmak.
    muamma * Bilmece.
    * Anlaşılmayan, bilinmeyen şey.
    muamma asmak * âşıklık geleneğinde herhangi bir konuyu manzum olarak bilmece türünde düzenleyip genellikle
    kahvehanelerde herkesin göreceği bir yere koymak.
    muammalı * Bilmeceli, muamma dolu.
    muammalık * Muamma dolu olma durumu.
    muammer * Yaşamış.
    muammer olmak * yaşamak.
    * uzun ve mutlu yaşamak.
    muannit * İnat eden, inatçı, direngeç, anut.
    muaraza * Çekişme, kavga.
    muare * Dalgalıparıltılar verilmişolan bir tür kumaş, kareli kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan.
    muarefe * Karşılıklı birbirini tanıma, tanışma, tanışıklık.
    muarız * Karşıkoyan, karşıçıkan.
    muasır * Aynıyüzyıl içinde olan.
    * Çağdaş.
    muasırlaşma * Muasırlaşmak işi, çağdaşlaşma.
    muasırlaşmak * Çağdaşlaşmak.
    muaşaka * Sevişme, sevgi, âşıktaşlık.
    muaşakada olmak * sevişmek, birbirine âşık olmak.