nehir | * Irmak. |
nehir roman | * Bkz. ırmak roman. |
nehiy | * Bir işin yapılmasınıyasak etme, engelleme, menetme. |
nekahet | * Hastalık sonrası, sağlıklıduruma geçme dönemi. |
nekahethane | * Şifa yurdu, dinlenme yurdu, evi. |
nekais | * Eksiklikler, noksanlıklar. |
nekbet | * Şanssızlık, talihsizlik. * Düşkünlük. |
nekes | * Eli sıkı, cimri. |
nekeslik | * Cimri olma durumu veya cimrice davranış, cimrilik. |
nekre | * Beklenmedik hoşve şaşırtıcısözler söyleyen, güldürücü hikâye anlatan (kimse), nükteci. |
nekrelik | * Nekre olma durumu. |
nekroloji | * Nekroz bilimi. |
nekrotik | * Nekroz görünümünde veya durumunda olan. |
nekroz | * Canlımaddelerin fiziksel ve kimyasal değişimi. |
nektar | * Yunan mitolojisinde, içenleri ölümsüzlüğe kavuşturan tanrı içkisi. * Bal özü. |
neler | * çok ve çeşitli şeyler. |
neler de neler, maydanozlu köfteler | * (alay yollu) akla gelmedik şaşılacak şeyler. |
nem | * Havada bulunan su buharı. * Hafif ıslaklık, rutubet. |
nema | * Büyüme, gelişme, çoğalma. * Faiz, ürem. |
nemalandırma | * Nemalandırmak işi veya durumu. |
nemalandırmak | * Nemalanmasını sağlamak. |
nemalanma | * Nemalanmak işi. |
nemalanmak | * (faizin katılmasıyla para) Çoğalmak. * Beslenmek. |
nemcil | * Nemden ve nemli yerden hoşlanan (bitki), hidrofil. |
Nemçe | * Osmanlılarca, Avusturya’ya ve halkına verilen ad. |
nemçeker | * Havadaki nemin niceliğini ölçüp gösteren alet, higroskop. * Havadaki nemi emme özelliği olan, higroskopik. |
nemdenetir | * Bir yerdeki nemlilik derecesini durağan durumda bulunduran alet, higrostat. |
neme gerek | * Neme lâzım. |
neme lâzım | * “Bu işle ilgilenmem, buna karışmam” anlamında kullanılır. * Gereksiz, ihtiyaç olmama. * Doğrusunu isterseniz, doğruyu söylemek gerekirse. |
neme lâzımcı | * İlgilenilmesi gereken şeylerle ilgilenmekten kaçınan (kimse). |
neme lâzımcılık | * Gerekli şeylerle ilgilenmekten kaçınma durumu, bir şeyi umursamama durumu. |
neme yönelim | * Canlıların zorunlu olarak havanın nemine göre yönelmesi ve yer değiştirmesi, higrotropizm. |
nemf | * Böceklerin kurtçuk durumundan yetişkin duruma geçerken, arada aldıklarıözel biçim. |
nemlendirici | * Nemlendirmeye yarayan. * Klima tesisatında havanın nemlenmesini sağlayan bölüm. |
nemlendirici krem | * Kuru ciltlerin bakımından veya makyaj öncesinde kullanılan özel krem. |
nemlendirme | * Nemlendirmek işi. |
nemlendirmek | * Nemli duruma getirmek, rutubetlendirmek. |
nemleniş | * Nemlenmek işi veya biçimi. |
nemlenme | * Nemlenmek işi. |
nemlenmek | * Nemli duruma gelmek, rutubetlenmek. |
nemletme | * Nemletmek işi veya durumu. |
nemletmek | * Nemli duruma getirmek. |
nemli | * Nemi olan, az ıslak, rutubetli. * (göz için) Yaşlı. |
nemli nemli | * Islak olarak, ıslak biçimde. |
nemlilik | * Nemli olma durumu. |
nemölçer | * Havanın nem derecesini ölçmeye yarayan alet, higrometre. |
nemrut | * Yüzü gülmez, acımaz, can yakıcı. |
nemrutlaşma | * Nemrutlaşmak işi. |
nemrutlaşmak | * Nemrut gibi davranmak, acımasız olmak, yüzü gülmemek. |
nemrutluk | * Nemrut olma durumu. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük N Sayfa 13
-
Türkçe Sözlük N Sayfa 14
Nemse * Nemçe. nene * Anne.
* Büyük anne, nine.neodim * Atom sayısı60, atom ağırlığı144,3 olan, seryumdan daha sert, 6,96 yoğunluğunda bir element. Kısaltması
Nd.neojen * Üçüncü zamanın bölündüğü dört büyük devirden son ikisi olan pliyosen ile miyoseni birden kavrayan
sistem.
* Bu sistemle ilgili.neolitik * Taşdevrinin son çağı ile ilgili. neolojizm * Söz türetmecilik ve uydurmacılık. neon * Sıvıdurumuna getirilmişhavadan elde edilerek ışık araçlarında kullanılan, atom sayısı10, atom ağırlığı20,2
yoğunluğu 0,7 olan ve havada pek az olarak bulunan asal gazlar sınıfından bir element. KısaltmasıNe.
* Neon lâmbası.neon lâmbası * Neon tüpü kullanılarak yapılan aydınlatma aracı. neon tüpü * İçinde neon gazı bulunan boru biçiminde bir çeşit ampul. neoplâzma * Yeniden oluşan doku.
* Ur.neozoik * Üçüncü ve dördüncü zamanla ilgili. nepotist * Akraba ve yakın arkadaşlarınıkayıran. nepotizm * Akraba ve yakın arkadaşlarıkayırma. Neptün * Güneş’e yakınlığı bakımından sekizinci olan gezegen. neptünyum * Uranyumun nötronlarla bombardımandan yapay olarak elde edilen, atom numarası93, atom ağırlığı239
olan, radyoaktif bir element. KısaltmasıNp.nerde * Nerede sözünün kısalmış biçimi. nerden * Nereden sözünün kısalmış biçimi. nerdeyse * Bkz. neredeyse. nere * Hangi yer anlamında yer sormak için kullanılır.
* Hangi taraf veya organ (vücut için).nerede * “Hangi yerde?” anlamına yer zarfı.
* “Özlem, arayışimkânıvar mı, imkânsız” anlamlarında kullanılır.nerede akşam orada sabah * bir kimsenin gece kalacak belli bir yeri olmadığını, rastgele bir yerde kalabileceğini anlatır. nerede bu bolluk * bu işi yapmak sanıldığıkadar kolay değil, imkânlar sınırlı. nerede hareket, orada bereket * hareket olan yerde bolluk olur. nerede ise * Bkz. neredeyse. nerede kaldı * ne yararı oldu?. nerede kaldıki * olacak gibi görülmeyen bir düşünceyi anlatan sözün başına getirilir. nerede, … nerede * iki şeyin aralarındaki uzaklığıveya nitelik ayrımını belirtir. nereden * “Hangi yerden?” anlamına yer zarfı.
* Nasıl, ne gibi bir ilişki ile.nereden nereye * İki olay arasındaki ilişkiye şaşıldığınıanlatır.
* Uzak, dolambaçlı bir ilişki ile.neredeyse * Kısa bir süre içinde, hemen hemen. nereli * Birinin memleketini, doğum yerini sormak için kullanılır. neresi * Hangi yönü.
* Nerede, hangi yer.
* Tekrarlandığında karşılaştırılan şeylerin uzaklığını belirtir.nereye * “Hangi yere?” anlamına yer zarfı. nergis * Nergisgillerden, çiçekleri ayrıveya bir kök sap üzerinde şemsiye durumunda, açılmadan önce bir yenle
örtülü bulunan ve bazıtürlerinde beyaz, bazılarında sarırenkte, 20-80 cm yükseklikte, soğanlı bir süs bitkisi
(Narcissus).nergis zambağı * Soğanla üretilen, iri ve güzel çiçekli bir süs bitkisi, güzelhatun çiçeği (Amaryllis). nergisgiller * Bir çeneklilerden, nergis, fulya, kardelen gibi çoğu küçük ve kokulu çiçekleri içine alan bir bitki familyası. neritik * Kıyışeridinde deniz kabukları, kum, çakıl gibi şeylerle oluşan yığınakla ilgili. nervür * Bir veya iki milimlik pli.
* Direnci artıran çıkıntı.nervürlü * Nervürü olan. nesebi gayrisahih * Kanunî olmayan bir birleşme sonunda doğan (çocuk). nesebi sahih * Kanuna uygun bir evlenme sonunda doğan (çocuk). nesep * Soy, baba soyu. nesi * bazen insanlar için zamir olarak kullanılır.
* hangi yönü, hangi tarafı.
* çok iyi, çok güzel.nesi * Hangi yönü, hangi tarafı. nesi var nesi yok * bütün serveti. nesiç * Doku. nesih * Kaldırma, hükümsüz bırakma.
* Arap harflerinin, basımda ve yazma kitaplarda en çok kullanılan çeşidi.nesil * Göbek, kuşak.
* (hayvanlar için) Döl.nesilden nesile * kuşaktan kuşağa, kuşaklar boyunca. nesim * Hafif yel, esinti. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 3
nakibüleşraf * Peygamber soyundan olanların işlerine bakmak üzere kendi aralarından atanan görevli. nakil * Bir yerden alıp başka bir yere iletme, aktarma, taşıma, geçirme, aktarım.
* Göç, taşınma.
* Anlatma, söyleme, hikâye etme.
* Bir görevden başka bir göreve atanma, tayin.
* (yazı, resim için) Aynısını başka bir şeyin üzerine yapma, kopya etme.
* Başka dilden bir eseri kendi diline çevirme, tercüme etme.nâkil * Taşıyan, aktaran, geçiren.
* Anlatan, hikâye eden.
* İletken.nakil etmek * Bkz. nakletmek. nakil vasıtası * Taşıma aracı, taşıt. nakip * Bir kavmin veya kabilenin başkanıyahut onun vekili.
* Bir tekkede en yaşlıdervişveya dede.nakisa * Eksiklik, kusur. nakit * Para, akçe. nakit para * Birikmiş, kullanılmaya hazır para, efektif. nakkare * Mehterhanede yer alan, biribirine bağlı iki yarımküre benzeri ve iki değnekle vurularak çalınan bir tür
küçük kös.nakkarhane * Mehtar takımına ve bunun bulunduğu yere verilen ad. nakkaş * Yapıların duvar ve tavanlarına süslemeler yapan usta, bezekçi.
* Nakışçı.nakkaşlık * Nakkaşolma durumu.
* Nakkaşın işi.nakledilme * Nakledilmek işi. nakledilmek * Nakletmek işi yapılmak veya nakletmek işine konu olmak. naklen * Nakil yoluyla, aktarılarak. naklen yayın * Bazı olay veya gösterilerin olduğu sırada radyo veya televizyonda yerinden aktarılması, duyurulması,
gösterilmesi, anlatılması, canlıyayın.nakletme * Nakletmek işi. nakletmek * Nakil işini yapmak, bir yerden başka bir yere geçirmek, iletmek.
* Anlatmak, aktarmak.naklettirme * Naklettirmek işi. naklettirmek * Nakil işini yaptırmak, nakledilmesini sağlamak. naklî * Taşıma ile ilgili olan.
* Nakle dayanan, anlatılan, söylenen (gerçek).naklî * Nakille ilgili. naklî mazi * Belirsiz geçmiş. nakliyat * Taşıma işleri, taşımacılık. nakliyatçı * Taşıma işleri yapan (kimse), taşımacı. nakliyatçılık * Nakliyatçı olma durumu.
* Nakliyatçının işi.nakliye * Taşıma işi.
* Taşıma parası, taşımalık.nakliyeci * Taşımacı. nakliyecilik * Taşımacılık. nakşetme * Nakşetmek işi. nakşetmek * Süslemek, bezemek, nakışyapmak.
* Kalıcıve etkili olmasını sağlamak.Nakşibendî * Nakşibendilîk tarikatından olan kimse. Nakşibendîlik * Şeyh Muhammed Bahaüddin Nakşibend’in kurduğu, gizli ibadete dayanan bir tarikat. Nakşîlik * Nakşibendîlik. nakşolma * Nakşolmak işi. nakşolmak * Bir yerde belirli bir iz bırakmak, yer etmek. nakşolunma * Nakşolunmak işi veya durumu. nakşolunmak * Nakşolmak işi yapılmak. nakzen * Bozarak. nakzen görmek * yargıtay tarafından bozulan bir karar üzerine bozma sebeplerini de göz önünde tutarak davaya yeniden
bakmak.nakzen iade etmek * bir yargıkararını, yargılama yöntemine ilişkin hükümler bakımından yerinde görmeyip bozarak, hükmü
veren mahkemeye geri göndermek.nakzetme * Nakzetmek işi. nakzetmek * Bozmak.
* Yargıtay, bir mahkemenin yargısınıyerinde veya yolunda bulmayarak geri çevirmek.nal * At, öküz gibi hizmet hayvanlarının tırnaklarına çakılan demir parçası. nal çakmak * nallamak. nal deyip mıh dememek * bir düşüncede direnmek. nal toplamak * (at) yarışta sonlara kalmak veya sonuncu olmak. nalân * İnleyici, inleyen. nalâyık * Yakışıksız, hoşolmayan. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 4
nalbant * Hayvanlarınallayan kimse. nalbantlık * Nalbant olma durumu.
* Nalbandın işi.nalbur * At nalıyapan demirci.
* Çivi, kilit, menteşe gibi yapı işlerinde kullanılanşeyleri satan kimse, hırdavatçı.nalburluk * Nalbur olma durumu, hırdavatçılık. nalça * Ayakkabıların altına çakılan demir.
* Katır, eşek, sığır gibi hayvanların tırnaklarıaltına çakılan demir parçası.nalçalı * Nalçası olan. nalçasız * Nalçası olmayan. naldöken * Taşlı, çakıllı(yol). nale * İnleme, inilti. nâlekâr * İnleyen. nalın * Hamam gibi tabanııslak olan yerlerde kullanılan, üstü tasmalı, tabanıyüksek, ağaçtan bir tür takunya. nalıncı * Nalın yapan veya satan kimse, takunyacı. nalıncıkeseri * Hep kendi çıkarına çalışan. nalıncıkeseri gibi kendine yontmak * yaptığı işlerde hep kendi çıkarınıdüşünmek. nalıncılık * Nalıncının işi. nalınlı * Nalın giymişolan, takunyalı. nalınsız * Nalını olmayan, takunyasız. nallama * Nallamak işi. nallamak * Nal çakmak (hayvanın ayağına).
* Öldürmek.nallanış * Nallanmak işi veya biçimi. nallanma * Nallanmak işi. nallanmak * Nallamak işine konu olmak. nallarıdikmek * (hayvan veya hayvana benzetilen kişi) ölmek. nam * Ad.
* Ün.nam almak * şöhret sahibi olmak, tanınmak. nam kazanmak * ün sahibi olarak tanınmak. nam salmak * ününü her yana yaymak. nam vermek (veya salmak) * ün kazanmak. nama * adına, kendine, kendisine. namağlup * Mağlup olmamış, hiçbir yenilgi almamış. namahrem * Evlenmelerinde yasa bakımından sakınca olmayan (kadın ve erkek).
* Yabancı, el.namahremlik * Namahrem olma durumu. namaz * Müslümanların günde beşkez yapmalarıdince buyrulan ve dua okuyarak kıyam, rükû, sücut, kuut denilen
beden durumlarını, kuralınca tekrarlayarak Tanrı’ya edilen ibadet, salât.namaz bezi * Namaz kılarken kadınların başlarına örttükleri tülbent vb. kumaştan yapılan örtü.
* Başa örtülen bir tür örtü.namaz kılmak * namaz ibadetini yerine getirmek. namaz niyaz * İbadet. namaz örtüsü * Bkz. namaz bezi. namaz seccadesi * Üzerinde namaz kılınan seccade. namaz vakti * Namazın kılınacağıvakit. namaza durmak * namaz kılmak. namazbozan * Eğrelti otu türünden bir bitki. namazcı * Namazını düzenli kılan. namazgâh * Açıkta namaz kılmak için hazırlanmışolan ve kı ble yönüne doğru dikili bir taşı bulunan yer. namazıkılınmak * (Müslüman cenazesi için) cenaze namazıkılınmak. namazında niyazında (olmak) * din görevlerini gerektiği gibi yerine getirmek. namazlağı * Üstünde namaz kılınan kilim, post gibi şeylerden yapılmışseccade. namazlık * Üzerinde namaz kılınan seccade veya başka şey.
* Namazda okunan kısa dualar.
* Namaz kadar süresi olan, süren.namazsız * Aybaşıdurumunda olan (kadın). namdar * Ünlü. name * Mektup. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 5
name okumak * herkesin bildiği deyimleri veya sözleri söylemek. namerde muhtaç olmak (veya namerde muhtaç bırakmak) * güvenilmeyecek kimselerden yardım istemek zorunda kalmak (bırakmak). namert * Korkak, alçak, mert olmayan. namertçe * Korkakça, mert olmayan bir biçimde. namertlik * Alçaklık, korkaklık. namevcut * Mevcut olmayan, bulunmayan, yok. namınişanıkalmamak * yok olup unutulmak. namına * adına, kendisine.
* yerine, olarak.Namibyalı * Namibya halkından olan. namlı * Ünlü, tanınmış. namlı * Samanından ayrılmamışarpa, buğday yığını. namlışanlı * Çok ünlü. namlu * Tüfek, tabanca, top vb. ateşli silâhların ucunda bulunan boru biçimindeki parça.
* Kasatura, kılıç, meç ve bıçak gibi kesici silâhların uzun ve keskin bölümü.namus * Bir toplum içinde ahlâk kurallarına karşı beslenen bağlılık.
* Dürüstlük, doğruluk.
* Sililik, iffet.namus belâsı * Namusunu ve halk arasındaki saygınlığınıkorumak için katlanılan sıkıntı. namus davası * Namusuna dokunulan kişinin açtığıdava.
* Onur meselesi.namus sözü * Namus ve onur üzerine verilen söz, şeref sözü. namuskâr * Namuslu, namusuna düşkün. namuslu * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranan.
* Uygun, hilesiz, gereği gibi.namusluluk * Namuslu olma durumu. namussuz * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranmayan, ahlâk kurallarınıçiğneyen. namussuzca * Namussuz bir biçimde. namussuzluk * Namussuz olma durumu veya namussuzca davranış. namusu iki paralık olmak * biri onursuz bir duruma düşmek. namusu temizlenmek * (bir işin içinden) kendi saygınlığınıyitirmeden çıkmak. namusuna dokunmak * birinin namus ve onurunu olumsuz biçimde etkilemek. namusuna sinek kondurmamak * kollamak, gözetlemek.
* namusuna, onuruna lâf söylettirmemek.namusunu temizlemek * ahlâk ve onuruna ters düşen bir durumdan kurtulmak için birini veya kendini öldürmek. namusuyla yaşamak * ahlâk ve onuruna bağlıyaşamak. namünasip * Uygunsuz. namüsait * Uygun olmayan, elverişsiz. namütenahi * Sonsuz, ucu bucağı olmayan. namütenahilik * Sonsuz olma durumu. namzet * Aday.
* Sözlü, yavuklu.namzet göstermek * bir işiçin aday belirleyip sunmak. namzetlik * Namzet olma durumu, adaylık. nan * Ekmek. nanay * Yok. nane * Ballı babagillerden, yapraklarısapsız, çiçekleri beyaz veya menekşe renginde, ıtırlı, çok yıllık ve otsu bir
kültür bitkisi (Mentha piperita).nane likörü * İçine nane esansıkatılarak yapılan likör. nane ruhu * Nane yapraklarından çıkarılan esans. nane suyu * İçinde nane ruhu eritilmişsu. nane şekeri * Nane ruhu karıştırılarak yapılan bir çeşit şeker. nane yemek * yakışıksız bir davranışta bulunmak, uygunsuz bir işyapmak. naneli * Nanesi olan.
* İçinde nane ruhu olan.nanemolla * Güçsüz, dayanıksız (kimse).
* Çok sık hastalanan, sağlıksız (kimse).
* İşten kaçınan, üşengeç.nanesiz * Nanesi olmayan. nanıaziz * Tanrıtarafından ihsan edilen, besin olarak verilen nimet.
* En kutsal yiyecek.nanik * Başparmağı burna değdirip öteki parmaklarıaçarak ve sallayarak yapılan alay işareti. nanikleme * Naniklemek işi. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 6
naniklemek * Başparmağı burun ucuna değdirip diğer parmaklarısallayarak alay işareti yapmak. nankör * Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen, iyilik bilmez. nankörce * Nankör (bir biçimde). nankörleşme * Nankörleşmek durumu. nankörleşmek * Nankör duruma gelmek. nankörlük * Nankör olma durumu.
* Nankörce davranış, küfran.nankörlük görmek * nankörce davranışla karşılaşmak. nansuk * Bir cins ince, sık dokunmuşpatiska. napalm * Yangın bombalarının doldurulmasında kullanılan, alüminyum veya sodyum palmitatla kıvamlaştırılmış
madde.napalm bombası * Napalm doldurulmuştürlü biçimlerde bomba. nar * Nargillerden, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri büyük, koyu kırmızırenkte, küçük bir ağaç (Punica granatum).
* Bu ağacın kırmızımtırak sarısert bir kabukla örtülü, içinde çok sayıda kırmızımtırak, sulu taneler
bulunduran yuvarlak yemişi.nâr * Ateş. nar balinası * Narval. nar çiçeği * Parlak kırmızırenk.
* Bu renkte olan.nar gibi * iyice kızarmış(yiyecek). nara * Haykırma, bağırma.
* Sarhoşveya külhan beyi bağırması.nara atmak (veya basmak) * yüksek sesle uzun uzun haykırmak. nâra yakmak * bir kimseye veya kendine zarar vermek. narcıl * Hindistan cevizi. nardenk * Nar, erik, kızılcık gibi yemişlerden yapılan pekmez. nardin * Maydanozgillerden, çayırlarda yetişen ve hayvanlara yem olarak verilen, başakçıklarıtek çiçekli küçük bir
bitki (Eryngium campestre).narenc * Turunç. narenciye * Turunçgiller. narenciyeci * Narenciye üreticisi. nargile * Tömbeki denilen bir cins tütünün dumanının sudan geçirilerek içilmesini sağlayan araç. nargile tütünü * Tömbeki. nargiller * İki çeneklilerden, nar çeşitlerini içine alan küçük bir familya. narh * Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel ihtiyaç maddeleri için resmî makamlarca belirlenen ve her
yerde geçerli olan fiyat.narh koymak * ihtiyaç maddeleri için değişmez fiyat belirlemek. nârı beyza * Akkor. nârına (veya nâra) yanmak * Bkz. ateşine yanmak.
* zarara uğramak, kötülükle karşılaşmak.narin * İnce yapılı, yepelek, nazenin.
* İnce, nazik.narinlik * Narin olma durumu. narkotik * Uyuşturucu. narkotizm * Uzun süre ve çok miktarda uyuşturucu madde kullanmaktan doğan bozuklukların bütünü. narkoz * İlâçla yapay olarak sağlanan ve vücutta bir veya birkaç görevin azalmasına yol açan uyku durumu. narkoz vermek * ilâç vererek hastayı bilinçsiz ve ağrıduymaz duruma getirmek. narkozcu * Ameliyat sırasında hastaya narkoz veren uzman. narkozculuk * Narkozcunun işi. narkozitör * Narkozcu. narsis * Kendi benliğini seven. narsis kompleksi * Kendini sevme özelliğini ön plâna çıkarmak işi. narsisizm * İnsanın kendi benliğini sevmesi, özseverlik. narsislik * Narsisizm. narval * Atlas Okyanusunun Antartika bölgesinde yaşayan bir tür balina (Monodon monoceros). narven * Karaağaç. nas * Açıklık, açık ve kesin yargı.
* İnak, dogma.nasbetme * Nasbetmek işi. nasbetmek * Atamak. nasfet * Hak ve adalete uygunluk, hakkaniyet, nısfet. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 7
nasıl * (bir kimse, bir olay veya bir konu için) Ne gibi, ne türlü.
* Bir işin ne biçimde, hangi yolla olduğunu belirtmek için kullanılır.
* Bir hareketin yapılış biçimine duyulan şaşkınlığı belirtir.
* “Yapmama imkânıvar mı?” anlamında.
* Ne kadar çok.
* Elbette, kesinlikle.
* Ben sana dememişmiydim, gördün mü?.
* İşin zorunlu olduğunu belirtir.
* Ne dediniz? veya “iyi mi, beğendiniz mi?” anlamlarında.nasıl ki * iki cümle arasındaki anlam ilişkisini “olduğu gibi” anlamında bağlar. nasıl olmuşsa * her nasılsa. nasıl olsa * her durumda, er geç. nasılsa * Herhangi bir sebeple veya bilinmeyen bir sebeple.
* Kuşkusuz, er geç, elbette.nasılsınız * bir kimsenin sağlığınıve durumunu öğrenmek içir sorulan nezaket sorusu. nasıp * Atama. nasır * En çok el ve ayağın sürekli sürtünmelere uğrayan noktalarında üst derinin kalınlaşmasıve sertleşmesiyle
oluşmuşderi.nasır bağlamak (veya tutmak) * nasırlanmak.
* duygusuzlaşmak, duyarlığınıyitirmek.nasırına basmak * menfaatlerine dokunmak. nasırlanma * Nasırlaşma. nasırlanmak * Nasırlaşmak. nasırlaşma * Nasırlaşmak işi. nasırlaşmak * Nasır oluşmak.
* Duyarlığınıyitirmek.nasırlı * Nasırı olan, nasır bağlamış, nasırlaşmış. nasırsız * Nasırı olmayan. nasibini almak * güzel, hoşa giden bir şeyden kısa bir süre de olsa yararlanmak, sebeplenmek.
* nasiplenmek.nasihat * Öğüt. nasihat etmek (vermek veya nasihatte bulunmak) * öğüt vermek. nasihat yollu * Öğüde benzer bir biçimde. nasihatçi * Öğüt veren kimse, öğütçü. nasihatçilik * Nasihatçinin işi. nasihatname * Dinî konularda öğüt veren eser. nasip * Birinin payına düşen şey.
* Bir kimsenin elde edebildiği, sahip olabildiği şey.
* Kısmet, talih, baht.
* Günlük kazanç.nasip almak * (Bektaşilikte) tarikata girme töreni yapılmak.
* yararlanmak, kısmetine düşeni elde etmek.nasip etmek (veya etmemek) * fırsat vermek.
* eriştirmek.nasip olmak * fırsat düşmek, elvermek.
* (mutluluk veren ve güzel şeyler için) erişmek, ulaşmak, kavuşmak.nasiplenme * Nasiplenmek işi. nasiplenmek * Nasibini almak, sebeplenmek. nasir * Nesir yazan, nesir ustası. Nasranî * Hristiyan, İsevî. Nasranîlik * Hristiyanlık, İsevîlik. Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi * her yanıaçık olduğu hâlde yalnız bir girişi bulunan veya kilitli olan yerler için söylenir. nasyonal sosyalizm * Hitler ve Nasyonal Sosyalist Partisinin öğretisi, Hitlercilik. nasyonalist * Ulusçuluk yanlısı. nasyonalizm * Ulusçuluk. naşi * Ötürü, dolayı. naşir * Yayan, saçan.
* (gazete, dergi, kitap) Yayımlayan, çıkaran, yayımcı, tâbi, editör.natamam * Eksik, tamamlanmamış, bitmemiş. natıka * Düşünüp söyleme yeteneği.
* Düzgün ve iyi konuşma yeteneği.natıkalı * Düzgün ve iyi konuşan. natıkasız * Natıkası olmayan. natır * Kadınlar hamamında hizmet eden ve müşterileri yıkayan kadın. natır nalını * Kadın hamamında en yüksek ökçeli nalın türü. natırlık * Natır olma durumu veya natırın işi. nativizm * Doğuştancılık. nato * Söz dinlemez, söz anlamaz, taşgibi kafa” anlamındaki nato kafa, nato mermer deyiminde geçer. natron * Hidratlıdoğal sodyum karbonat. natuk * Düzgün, güzel ve kolaylıkla söz söyleyen. natura * İnsanın yaradılışözelliği. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 8
natür * Tabiat, doğa. natüralist * Natüralizm akımını benimseyen (kişi). natüralizm * Gerçeğin doğaya uygun biçimde yansıtılmasınıamaçlayan sanat akımı.
* Gerçeğin yalnızca doğa ile açıklanması.natürel * Doğada rastlandığı gibi, doğaya uygun olan, doğa güçlerine, kurallarına uyan, doğal, tabiî. natürist * Natürizm öğretisini benimseyen kimse. natürizm * Toplumsal kuruluşların ve yaşayış biçiminin doğaya dönük olmasınıamaç edinen öğreti. natürmort * Konusu, cansız varlıklar veya nesneler olan resim. navçağan * Çiçekleri katmerli ve mor renkte olan bir tatula türü (Datura). navlun * Bir yerden başka yere ulaştırmak için gemiye alınan eşyanın bütünü.
* Taşıyıcıtarafından, gemisinde taşınacak yük için istenen ücret.naylon * Temel maddesi poliamit reçinesi olan, birçok giyim ve ev eşyasıyapımına yarayan, sert, dayanıklıve esnek
madde.
* Bu maddeden yapılmışolan.
* Düzme, sahte.naylon fatura * Girişfaturası olmayan bir mal için alıcıya verilen ve birini harcama yapmışgibi göstermek amacıyla
düzenlenen faturanın halk arasındaki adı.naylon kız * Asrî, modern kız. naz * Kendini beğendirmek amacıyla yapılan davranış, cilve.
* İsteksiz gibi görünerek yalvartmak amacıyla yapılan davranış.
* Şımarıklık.naz etmek * nazlanmak. naza çekmek * istekli olduğu hâlde yapmacıklıdavranışlarla isteksiz gibi davranmak. nazal * Genizsil. nazar * Bakış, bakma, göz atma.
* Bir konu hakkında düşünme, görüş.
* Belli kimselerde bulunduğuna inanılan; insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala mülke,
hatta cansız nesnelere de zarar veren, bakıştaki çarpıcıve öldürücü güç.nazar boncuğu * Göz değmesin diye takılan mavi boncuk veya bunun yerini tutan başka şey, göz boncuğu.
* Eşi benzeri olmayan, tek.nazar değmek (veya nazara gelmek) * göz değmek. nazaran * Göre, oranla, kıyasla. nazarıdikkat * İlgi. nazarıdikkatini çekmek * ilgisini çekmek. nazarı itibar * İlgi, dikkat. nazarı itibara almak * dikkat etmek, dikkate almak. nazarında * birinin düşüncesine göre, birinin gözünde. nazarıyla bakmak * ona öyle imişgibi, o gözle bakmak. nazarî * Kuram niteliğinde olan, kuramsal, teorik. nazariyat * Kuramlar. nazariyatçı * Kuramcı. nazariye * Kuram, teori. nazariyeci * Teorisyen, kuramcı. nazarlık * Nazarıetkisiz duruma getirdiğine inanılan, kumaşparçası, mavi boncuk, kurşun, dua yazılıkâğıt, muska
gibi şey.nazenin * Cilveli, nazlı.
* Narin, ince yapılı.
* (yerme amacıyla) Şımarık, nazlıyetiştirilmiş.
* Bir Bektaşî tarikatının adı.nazı geçmek * dilediğini kabul ettirecek kadar hatırısayılmak. nazım * Hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan kafiyeli söz dizisi, manzume, koşuk. nâzım * Düzenleyen, düzene koyan, tertip eden.
* Manzume yazan kimse.nazım birimi * Şiirde en küçük anlam bütünlüğünü sağlayan ve kendi içinde bağımsız dize topluluğu. nâzım plân * Bir yerleşim bölgesinin bütün bayındırlık işlerinde göz önünde tutulmak için hazırlanmışplân. nazım türü * İçeriğine ve konusuna göre şiirin kendi içinde ayrılmasıve adlandırılması. nazına katlanmak * istenen her şeyi hangi durumda olursa olsun yerine getirmek. nazını çekmek * her istediğini yerine getirmek. nazır * Bir yere doğru bakan (ev, oda vb.).
* Bakan.Nazi * Nazizm yanlısı(kimse). nazik * Başkalarına karşısaygılıdavranan.
* İnce yapılı, narin.
* Özen, dikkat gösterilmezse kırılabilen, bozulabilen.
* Özen gösterilmezse, gerekli önlemler alınmazsa kötüleşebilen, kritik.
* Dikkat isteyen, özen gerektiren.nazikâne * İncelikle, saygıyla, nezaketle. nazikçe * Nazik, ince, saygılı(bir biçimde). nazikleşme * Nazikleşmek işi. nazikleşmek * Nazik davranmak.
* Özen gösterilmezse kötüleşebilecek bir duruma girmek.naziklik * Nazik olma durumu veya nazikçe davranış, nezaket. nazil * İnen, iniş.
* Konaklayan. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 1
N * Azot’un kısaltması. -n * Teklik 2. kişi iyelik eki: anne-n, baba-n, kitab-ı-n, defter-i-n vb. -n * Bazıfiil çekimlerinde teklik 2. kişi eki: gel-di-n, gör-dü-n, yap-sa-n, et-se-n vb. -n * Fiillerin dönüşlülük ve edilgenlik çatılarınıtüreten ek: döv-ü-n-, öv-ü-n-, tara-n-, yıka-n-, bekle-n-, bul-u-n-
, çal-ı-n- vb.n, N * Türk alfabesinin on yedinci harfi. Ne adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından genizsi diş, dişeti
ünsüzünü gösterir.Na * Sodyum’un kısaltması. naaş * Ölen kimsenin vücudu, ceset. naat * Bir şeyin niteliklerini övme.
* Hz.Muhammed’in niteliklerini övmek, ondan şefaat dilemek amacıyla yazılan kaside.nabekâr * Yararsız, işe yaramaz.
* Serseri, haylaz, avare, işsiz.nabız * Kalp vuruşunun sağladığıkan basıncından dolayıatardamarlara ve özellikle bilekteki atardamara parmakla
basıldığında duyulan kımıldama.
* Eğilim, düşünce, niyet.nabız almak * Bkz. nabzınısaymak. nabzıatmak * kalp vuruşu sürmek.
* ortaya çıkmak, görünmek, belli olmak.nabzıdurmak * ölmek. nabzına girmek * elindeki imkânlarıkullanarak birinin hoşnutluğunu kazanmak, birini yola getirmek ve düşüncelerini
benimsetmek.nabzına göre şerbet vermek * birinin hoşuna gidecek, gururunu okşayacak yolda davranmak. nabzınısaymak * bir dakikadaki kalp atışınısaymak. nabzınıtutmak * nabzınısaymak için bileğini tutmak. nabzınıyoklamak (veya nabız yoklamak) * niyetini, düşüncesini, eğilimini anlamaya çalışmak. nacak * Sapıkısa, küçük odun baltası. naçar * Çaresi olmayan, çaresiz.
* Zavallı, düşkün.naçar kalmak * bir çare, çıkar yol bulamamak. naçiz * Değersiz, önemsiz. naçizane * Çok küçük, önemsiz bir şey olarak. nadan * Bilgisiz, cahil.
* Nobran, kaba, kötü.nadanca * Nadan davranışına benzer bir tarzda. nadanlık * Nadan olma durumu veya nadanca davranış. nadas * Tarlayısürerek dinlenmeye bırakmak. nadas etmek * bir tarlayısürerek dinlenmeye bırakmak. nadasa bırakmak (veya nadasa yatırmak) * tarlayınadas etmek için ekmeyip bırakmak. nadaslı * Nadasa bırakılmış. nadaslık * Nadasiçin ayrılmış. nadide * Az görülür, görülmedik, seyrek görülen, çok değerli. nadim * Yaptığı bir davranıştan pişmanlık duyan, pişman. nadim olmak * pişman olmak. nadir * Seyrek, az, az bulunur. nadirat * Seyrek, az görülen, az bulunan şey veya durum. nadiren * Seyrek, seyrek olarak, pek az, binde bir. nafaka * Geçinmek için gerekli olan şeylerin bütünü, geçimlik.
* Birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu kimselere, mahkeme kararıyla bağlanan aylık.nafaka bağlanmak * (yasaca, bakılmasızorunlu olan kişiye) mahkeme kararıyla evlât, koca gibi bir kimsenin, geçim parası
vermesini sağlamak.nafaka sağlamak * geçinecek kadar para temin etmek. nafakalanma * Nafakalanmak işi. nafakalanmak * Geçimi sağlanmak. nafıa * Bir yeri bayındır duruma getirmek için yapılan işlerin tamamı, bayındırlık işleri. nafi * Yararlı, kazançlı. nafile * Yararsız, boşa giden, boş, işe yaramayan.
* Boşuna, boşyere.
* Fazladan kılınan (namaz veya tutulan oruç).nafile namazı * Fazladan kılınan namaz. nafile yere * Boşyere, boşu boşuna. nafiz * Delip geçen.
* İçe işleyen.
* Sözü geçen, etkili olan.nafta * Petrolden 100-250°C arasında damıtılan ürün. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 2
naftalin * Maden kömürü katranının kuru kuruya damıtılmasından elde edilen, özel kokulu, beyaz, 1,158
yoğunluğunda, 80° C de eriyen, 218° C de kaynayan, suda erimeyen, alkol, benzol ve eterde kolaylıkla eriyen,
antiseptik bir hidrokarbon.naftalinleme * Naftalinlemek işi. naftalinlemek * Güveden korumak için yünlüler üzerine veya arasına naftalin serpmek veya atmak. naftalinlenme * Naftalinlemek işi. naftalinlenmek * Naftalin serpilmek, naftalin dökülmek. nagehan * Ansızın, birdenbire, ani olarak. nağme * Güzel, uyumlu ses, ezgi.
* Ezgi bölümü, nota.
* Birinin yalandan ve nazlanarak söylediği söz.nağme yapmak * bildiği bir şeyi bilmez görünmek.
* bahane ileri sürmek.nağmeli * Nağmesi olan. nağmesiz * Nağmesi olmayan. nahak * Haksız, gereksiz.
* Boşuna, boşyere.nahak yere * Haksız, gereksiz olarak, boşyere, boşuna. nahır * Sığır sürüsü. nahırcı * Çoban. nahif * Zayıf, cılız, çelimsiz.
* Bkz. zayıf nahif.nahiv * Cümle bilgisi, söz dizimi, sentaks. nahiye * Bucak.
* Bölge.nahiye müdürü * Bucaktaki görevlerin sorumlu yöneticisi. nahoş * Hoşolmayan, hoşa gitmeyen, kötü, çirkin. naif * Kendi kendisini yetiştirmiş, doğal bir plâstik sanat yeteneğine sahip sanatçılar tarafından yaratılan resim
sanatı.nail * Erişmiş, ele geçirmiş, başarmış, kazanmış, ulaşmış. nail olmak * erişmek, ulaşmak, kavuşmak. naip * Tahtta hükümdar olmadığızaman veya hükümdarın çocukluğu sırasında devleti yöneten kimse.
* Naiplik yapan.naiplik * Naip olma durumu, niyabet. nakarat * Bir şarkıda her kıtadan sonra tekrarlanan ve bestesi değişmeyen parça.
* Çok sık tekrarlanan, bundan dolayı bıkkınlık vererek önemini yitiren söz.
* Bir şiirin içinde iki veya daha çok kez tekrarlanan bölüm.nakaratlı * Nakaratı olan. nakaratsız * Nakaratı olmayan. nakavt * Boks maçında yumruk etkisiyle yere düşen ve 10 saniye içinde kalkıp devam edemeyen oyuncunun
yenilmesi durumu.nakavt etmek * boks maçında nakavtla yenmek.
* mat etmek.nakavt olmak * boks maçında nakavtla yenilmek. nakden * Para olarak.
* Peşin olarak.nakdî * Para ile ilgili, para bakımından, paraca, parasal. nakdî ceza * Para cezası. nakdî kıymet * Para bakımından değeri. nakdî teminat * Borcun ödeneceğine dair, alacaklıya parayla sağlanan güvence.
* Kredi kullanılmasıdurumunda güvence olarak gösterilen nakit değer.nakdî vergi * Mal veya hizmet yerine para olarak ödenen vergi. nakdî yardım * Para olarak yapılan yardım. nakıs * Eksik, tam olmayan, bitmemiş, noksan.
* Özrü, kusuru olan.
* Eksi.nakış * Genellikle kumaşüzerine renkli iplikler veya sırma ve sim kullanarak elle, makineyle yapılan işleme.
* Özellikle duvar ve tavanlarısüslemek için yapılan resim.
* Beste ve semaîlerin, dört yerine iki haneli olanlarına verilen ad.
* Hile.nakışipliği * Çeşitli motifleri kumaşüzerine işlemek için pamuk, ipek, yün veya başka maddelerden hazırlanan sırma,
sim gibi özel iplik.nakışişlemek * kumaşüzerine renkli iplikler, sırma veya sim kullanarak işleme yapmak. nakışmakinesi * Nakışişleyen özel olarak yapılmışmakine. nakışçı * Nakışyapan kimse. nakışçılık * Nakışyapma işi. nakışlama * Nakışlamak işi. nakışlamak * Nakışla bezemek, işlemek. nakışlı * Nakışı olan. nakışlık * Nakışolma durumu veya değeri. nakışsız * Nakışı olmayan. nakız * Bozma, çözme; kırma. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 85
mütehevvir * Öfkeli, kızgın. müteheyyiç * Heyecana kapılmış, heyecanlı. mütekabil * Karşılıklı. mütekabiliyet * Karşılıklı olma durumu. mütekabiliyet esasıüzerine * karşılıklı olarak. mütekait * Emekli. mütekâmil * Olgunlaşmış, gelişmiş, gelişkin. mütekâsif * Yoğunlaşmış, koyulaşmış, derişik. mütekebbir * Kibirli, kendini beğenmiş. mütekellim * Söyleyen, konuşan.
* Teklik birinci kişi.mütelezziz * Lezzet bulan, tat alan, mutlu olan, hoşlanan. mütelezziz olmak * lezzet duymak, tat almak, mutlu olmak. mütemadi * Sürekli, aralıksız. mütemadiyen * Ara vermeden, sürekli olarak, biteviye. mütemayil * İstekli görünen, eğilimi olan. mütemayiz * Kendini gösteren, sivrilen. mütemekkin * Yerleşmişolan, yerleşik. mütemerkiz * Derişik, mütekâsif. mütemmim * Tamamlayan, bütünleyen, bitiren.
* Bütünler.
* Tümleç.mütenakıs * Azalan, eksilen. mütenakız * Çelişkili, çatışık, çelişik. mütenasip * Orantı, oranlı, uygun. mütenavip * Almaşık. mütenazır * Bakışımlı, simetrik. mütenebbih * Aklını başına toplamış, akıllanmış, uslanmış. müteneffir * İğrenmiş, tiksinmiş. mütenekkir * Kılık değiştiren, takma ad kullanan, kendini tanıtmak istemeyen. mütenekkiren * Kılık değiştirerek, takma ad kullanarak, kendini tanıtmadan. mütenevvi * Türlü, çeşitli. müteradif * Eşanlamlı, anlamdaş, sinonim. müterakim * Birikmiş, toplanmış, yığılmış. müterakki * İleri, ilerlemiş. mütercem * Çevrilmiş, tercüme edilmiş. mütercim * Çevirmen. mütercimlik * Çevirmenlik. mütereddi * Soysuzlaşmış. mütereddit * Tereddüt eden, çekingen, kararsız, ikircimli kimse. mütesanit * Dayanışma içinde olan kimse. müteselli * Avunan. müteselli olmak * avunmak. müteselsil * Arasıkesilmeden birbirini izleyen, zincirleme. müteşebbis * Girişken, girişimci. müteşekkil * Oluşmuş, meydana gelmiş. müteşekkir * Teşekkür eden, teşekkür borcu olan. mütetebbi * Bir konuyu dikkatle araştıran, irdeleyici, araştırıcı. mütevakkıf * (gerçekleşmesi) Bir şeye bağlı bulunan. mütevali * Art arda gelen, üst üste olan, ardışık. mütevazı * Alçak gönüllü.
* Gösterişsiz, iddiasız.mütevazi * Birbirine paralel olan. mütevazin * Birbirine uyan, oranlı. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 86
müteveccih * Bir yere gitmeye, bir şeyi yapmaya karar veren.
* Yönelmiş.müteveccihen * Bir yere doğru gitmek üzere.
* Bir şeyi yapmaya yönelmişolarak.müteveffa * (insan için) Ölmüş, ölü. mütevehhim * Kuruntulu, evhamlı.
* Korkak, ödlek.mütevekkil * Her işini Tanrı’ya veya oluruna bırakmış, kadere boyun eğmiş. mütevelli * Bir vakfın yönetimi kendisine verilmişolan kimse. mütevelli heyeti * Bir vakfın veya bir kuruluşun yönetim işlerinin doğrudan bağlı bulunduğu kurul. mütevellit * Doğmuş, dünyaya gelmiş.
* Meydana gelmiş, ileri gelmiş.müteverrim * Veremli. müteyakkız * Uyanık, tetikte, sak. mütezayit * Artan, çoğalan. müthiş * Korkuya düşüren, korkunç, dehşetli.
* Çok rahatsız eden, dayanılmaz.
* Şaşılacak kadar değişik.
* “Ne şaşılacak şey” anlamında kullanılır.müttefik * Bağlaşık. müttefikan * El birliğiyle, hep birlikte.
* Oy birliğiyle.müttehiden * Birlikte, birlik olarak. müttehit * Birlik durumuna gelmiş, birleşik, birlik olmuş.
* Birleşik.müvekkil * Birini kendine vekil olarak seçen kimse. müvellidülhumuza * Oksijen. müvellidülma * Hidrojen. müverrih * Tarih yazan kimse, tarihçi. müvesvis * İşkilli, kuruntulu, vesveseli. müvezzi * Dağıtıcı. müvezzilik * Müvezzi olma durumu. müyesser * Kolaylıkla ortaya çıkan. müyesser olmak * kolaylıkla ortaya çıkmak, kolaylıkla elde edilmek.
* nasip olmak.-müz * Bkz. -mız / -miz. müzaheret * Yardım etme, arkalama, destekleme, arka çıkma. müzaheret etmek * yardım etmek, arkalamak, arka çıkmak. müzahir * Arkalayan, destekleyici, arka çıkan, yardımcı. müzahrefat * Süprüntüler, pislik.
* Yalanlar, saptırmalar.müzakerat * Bir konuyla ilgili konuşmalar, danışmalar, müzakereler. müzakere * Bir konuyla ilgili görüşme, danışma.
* Sözlü sınav.
* Etüt, mütalâa.müzakere etmek (veya yapmak) * bir konuyu görüşmek, konuşmak.
* sözlü sınav yapmak.müzakereci * Öğrencileri çalıştıran kimse. müzayaka * Sıkıntı, darlık, parasızlık. müzayede * Artırma. müze * Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için
sergilendiği yer veya yapı.müze gibi * eski ve değerli eşyaları olan (yer). müzebzep * (yönetim için) Bozuk.
* Çok karışık, karmakarışık.müzeci * Müze kuran veya müzede çalışan kimse. müzecilik * Müze kurma veya işletme işi. müzehhep * Altın suyuna batırılmışolan.
* Yaldızla süslenmiş, yaldızlanmış.müzekker * Eril. müzekkere * Bir işiçin, herhangi bir üst makama yazılan yazı.
* Yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığıyazı.müzelik * Müzeye konulacak değerde veya eskilikte olan.
* Eski, köhne.müzevir * Söz götürüp getiren, arabozan. müzevirleme * Müzevirlemek işi. müzevirlemek * Birinin başkasıaleyhine yaptıklarıveya söylediklerini karşıtarafa iletmek, ara bozmak. müzevirlik * Müzevir olma durumu. müzevirlik etmek * söz getirip götürmek, ara bozmak.