Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük N Sayfa 13

    nehir * Irmak.
    nehir roman * Bkz. ırmak roman.
    nehiy * Bir işin yapılmasınıyasak etme, engelleme, menetme.
    nekahet * Hastalık sonrası, sağlıklıduruma geçme dönemi.
    nekahethane * Şifa yurdu, dinlenme yurdu, evi.
    nekais * Eksiklikler, noksanlıklar.
    nekbet * Şanssızlık, talihsizlik.
    * Düşkünlük.
    nekes * Eli sıkı, cimri.
    nekeslik * Cimri olma durumu veya cimrice davranış, cimrilik.
    nekre * Beklenmedik hoşve şaşırtıcısözler söyleyen, güldürücü hikâye anlatan (kimse), nükteci.
    nekrelik * Nekre olma durumu.
    nekroloji * Nekroz bilimi.
    nekrotik * Nekroz görünümünde veya durumunda olan.
    nekroz * Canlımaddelerin fiziksel ve kimyasal değişimi.
    nektar * Yunan mitolojisinde, içenleri ölümsüzlüğe kavuşturan tanrı içkisi.
    * Bal özü.
    neler * çok ve çeşitli şeyler.
    neler de neler, maydanozlu köfteler * (alay yollu) akla gelmedik şaşılacak şeyler.
    nem * Havada bulunan su buharı.
    * Hafif ıslaklık, rutubet.
    nema * Büyüme, gelişme, çoğalma.
    * Faiz, ürem.
    nemalandırma * Nemalandırmak işi veya durumu.
    nemalandırmak * Nemalanmasını sağlamak.
    nemalanma * Nemalanmak işi.
    nemalanmak * (faizin katılmasıyla para) Çoğalmak.
    * Beslenmek.
    nemcil * Nemden ve nemli yerden hoşlanan (bitki), hidrofil.
    Nemçe * Osmanlılarca, Avusturya’ya ve halkına verilen ad.
    nemçeker * Havadaki nemin niceliğini ölçüp gösteren alet, higroskop.
    * Havadaki nemi emme özelliği olan, higroskopik.
    nemdenetir * Bir yerdeki nemlilik derecesini durağan durumda bulunduran alet, higrostat.
    neme gerek * Neme lâzım.
    neme lâzım * “Bu işle ilgilenmem, buna karışmam” anlamında kullanılır.
    * Gereksiz, ihtiyaç olmama.
    * Doğrusunu isterseniz, doğruyu söylemek gerekirse.
    neme lâzımcı * İlgilenilmesi gereken şeylerle ilgilenmekten kaçınan (kimse).
    neme lâzımcılık * Gerekli şeylerle ilgilenmekten kaçınma durumu, bir şeyi umursamama durumu.
    neme yönelim * Canlıların zorunlu olarak havanın nemine göre yönelmesi ve yer değiştirmesi, higrotropizm.
    nemf * Böceklerin kurtçuk durumundan yetişkin duruma geçerken, arada aldıklarıözel biçim.
    nemlendirici * Nemlendirmeye yarayan.
    * Klima tesisatında havanın nemlenmesini sağlayan bölüm.
    nemlendirici krem * Kuru ciltlerin bakımından veya makyaj öncesinde kullanılan özel krem.
    nemlendirme * Nemlendirmek işi.
    nemlendirmek * Nemli duruma getirmek, rutubetlendirmek.
    nemleniş * Nemlenmek işi veya biçimi.
    nemlenme * Nemlenmek işi.
    nemlenmek * Nemli duruma gelmek, rutubetlenmek.
    nemletme * Nemletmek işi veya durumu.
    nemletmek * Nemli duruma getirmek.
    nemli * Nemi olan, az ıslak, rutubetli.
    * (göz için) Yaşlı.
    nemli nemli * Islak olarak, ıslak biçimde.
    nemlilik * Nemli olma durumu.
    nemölçer * Havanın nem derecesini ölçmeye yarayan alet, higrometre.
    nemrut * Yüzü gülmez, acımaz, can yakıcı.
    nemrutlaşma * Nemrutlaşmak işi.
    nemrutlaşmak * Nemrut gibi davranmak, acımasız olmak, yüzü gülmemek.
    nemrutluk * Nemrut olma durumu.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 14

    Nemse * Nemçe.
    nene * Anne.
    * Büyük anne, nine.
    neodim * Atom sayısı60, atom ağırlığı144,3 olan, seryumdan daha sert, 6,96 yoğunluğunda bir element. Kısaltması
    Nd.
    neojen * Üçüncü zamanın bölündüğü dört büyük devirden son ikisi olan pliyosen ile miyoseni birden kavrayan
    sistem.
    * Bu sistemle ilgili.
    neolitik * Taşdevrinin son çağı ile ilgili.
    neolojizm * Söz türetmecilik ve uydurmacılık.
    neon * Sıvıdurumuna getirilmişhavadan elde edilerek ışık araçlarında kullanılan, atom sayısı10, atom ağırlığı20,2
    yoğunluğu 0,7 olan ve havada pek az olarak bulunan asal gazlar sınıfından bir element. KısaltmasıNe.
    * Neon lâmbası.
    neon lâmbası * Neon tüpü kullanılarak yapılan aydınlatma aracı.
    neon tüpü * İçinde neon gazı bulunan boru biçiminde bir çeşit ampul.
    neoplâzma * Yeniden oluşan doku.
    * Ur.
    neozoik * Üçüncü ve dördüncü zamanla ilgili.
    nepotist * Akraba ve yakın arkadaşlarınıkayıran.
    nepotizm * Akraba ve yakın arkadaşlarıkayırma.
    Neptün * Güneş’e yakınlığı bakımından sekizinci olan gezegen.
    neptünyum * Uranyumun nötronlarla bombardımandan yapay olarak elde edilen, atom numarası93, atom ağırlığı239
    olan, radyoaktif bir element. KısaltmasıNp.
    nerde * Nerede sözünün kısalmış biçimi.
    nerden * Nereden sözünün kısalmış biçimi.
    nerdeyse * Bkz. neredeyse.
    nere * Hangi yer anlamında yer sormak için kullanılır.
    * Hangi taraf veya organ (vücut için).
    nerede * “Hangi yerde?” anlamına yer zarfı.
    * “Özlem, arayışimkânıvar mı, imkânsız” anlamlarında kullanılır.
    nerede akşam orada sabah * bir kimsenin gece kalacak belli bir yeri olmadığını, rastgele bir yerde kalabileceğini anlatır.
    nerede bu bolluk * bu işi yapmak sanıldığıkadar kolay değil, imkânlar sınırlı.
    nerede hareket, orada bereket * hareket olan yerde bolluk olur.
    nerede ise * Bkz. neredeyse.
    nerede kaldı * ne yararı oldu?.
    nerede kaldıki * olacak gibi görülmeyen bir düşünceyi anlatan sözün başına getirilir.
    nerede, … nerede * iki şeyin aralarındaki uzaklığıveya nitelik ayrımını belirtir.
    nereden * “Hangi yerden?” anlamına yer zarfı.
    * Nasıl, ne gibi bir ilişki ile.
    nereden nereye * İki olay arasındaki ilişkiye şaşıldığınıanlatır.
    * Uzak, dolambaçlı bir ilişki ile.
    neredeyse * Kısa bir süre içinde, hemen hemen.
    nereli * Birinin memleketini, doğum yerini sormak için kullanılır.
    neresi * Hangi yönü.
    * Nerede, hangi yer.
    * Tekrarlandığında karşılaştırılan şeylerin uzaklığını belirtir.
    nereye * “Hangi yere?” anlamına yer zarfı.
    nergis * Nergisgillerden, çiçekleri ayrıveya bir kök sap üzerinde şemsiye durumunda, açılmadan önce bir yenle
    örtülü bulunan ve bazıtürlerinde beyaz, bazılarında sarırenkte, 20-80 cm yükseklikte, soğanlı bir süs bitkisi
    (Narcissus).
    nergis zambağı * Soğanla üretilen, iri ve güzel çiçekli bir süs bitkisi, güzelhatun çiçeği (Amaryllis).
    nergisgiller * Bir çeneklilerden, nergis, fulya, kardelen gibi çoğu küçük ve kokulu çiçekleri içine alan bir bitki familyası.
    neritik * Kıyışeridinde deniz kabukları, kum, çakıl gibi şeylerle oluşan yığınakla ilgili.
    nervür * Bir veya iki milimlik pli.
    * Direnci artıran çıkıntı.
    nervürlü * Nervürü olan.
    nesebi gayrisahih * Kanunî olmayan bir birleşme sonunda doğan (çocuk).
    nesebi sahih * Kanuna uygun bir evlenme sonunda doğan (çocuk).
    nesep * Soy, baba soyu.
    nesi * bazen insanlar için zamir olarak kullanılır.
    * hangi yönü, hangi tarafı.
    * çok iyi, çok güzel.
    nesi * Hangi yönü, hangi tarafı.
    nesi var nesi yok * bütün serveti.
    nesiç * Doku.
    nesih * Kaldırma, hükümsüz bırakma.
    * Arap harflerinin, basımda ve yazma kitaplarda en çok kullanılan çeşidi.
    nesil * Göbek, kuşak.
    * (hayvanlar için) Döl.
    nesilden nesile * kuşaktan kuşağa, kuşaklar boyunca.
    nesim * Hafif yel, esinti.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 3

    nakibüleşraf * Peygamber soyundan olanların işlerine bakmak üzere kendi aralarından atanan görevli.
    nakil * Bir yerden alıp başka bir yere iletme, aktarma, taşıma, geçirme, aktarım.
    * Göç, taşınma.
    * Anlatma, söyleme, hikâye etme.
    * Bir görevden başka bir göreve atanma, tayin.
    * (yazı, resim için) Aynısını başka bir şeyin üzerine yapma, kopya etme.
    * Başka dilden bir eseri kendi diline çevirme, tercüme etme.
    nâkil * Taşıyan, aktaran, geçiren.
    * Anlatan, hikâye eden.
    * İletken.
    nakil etmek * Bkz. nakletmek.
    nakil vasıtası * Taşıma aracı, taşıt.
    nakip * Bir kavmin veya kabilenin başkanıyahut onun vekili.
    * Bir tekkede en yaşlıdervişveya dede.
    nakisa * Eksiklik, kusur.
    nakit * Para, akçe.
    nakit para * Birikmiş, kullanılmaya hazır para, efektif.
    nakkare * Mehterhanede yer alan, biribirine bağlı iki yarımküre benzeri ve iki değnekle vurularak çalınan bir tür
    küçük kös.
    nakkarhane * Mehtar takımına ve bunun bulunduğu yere verilen ad.
    nakkaş * Yapıların duvar ve tavanlarına süslemeler yapan usta, bezekçi.
    * Nakışçı.
    nakkaşlık * Nakkaşolma durumu.
    * Nakkaşın işi.
    nakledilme * Nakledilmek işi.
    nakledilmek * Nakletmek işi yapılmak veya nakletmek işine konu olmak.
    naklen * Nakil yoluyla, aktarılarak.
    naklen yayın * Bazı olay veya gösterilerin olduğu sırada radyo veya televizyonda yerinden aktarılması, duyurulması,
    gösterilmesi, anlatılması, canlıyayın.
    nakletme * Nakletmek işi.
    nakletmek * Nakil işini yapmak, bir yerden başka bir yere geçirmek, iletmek.
    * Anlatmak, aktarmak.
    naklettirme * Naklettirmek işi.
    naklettirmek * Nakil işini yaptırmak, nakledilmesini sağlamak.
    naklî * Taşıma ile ilgili olan.
    * Nakle dayanan, anlatılan, söylenen (gerçek).
    naklî * Nakille ilgili.
    naklî mazi * Belirsiz geçmiş.
    nakliyat * Taşıma işleri, taşımacılık.
    nakliyatçı * Taşıma işleri yapan (kimse), taşımacı.
    nakliyatçılık * Nakliyatçı olma durumu.
    * Nakliyatçının işi.
    nakliye * Taşıma işi.
    * Taşıma parası, taşımalık.
    nakliyeci * Taşımacı.
    nakliyecilik * Taşımacılık.
    nakşetme * Nakşetmek işi.
    nakşetmek * Süslemek, bezemek, nakışyapmak.
    * Kalıcıve etkili olmasını sağlamak.
    Nakşibendî * Nakşibendilîk tarikatından olan kimse.
    Nakşibendîlik * Şeyh Muhammed Bahaüddin Nakşibend’in kurduğu, gizli ibadete dayanan bir tarikat.
    Nakşîlik * Nakşibendîlik.
    nakşolma * Nakşolmak işi.
    nakşolmak * Bir yerde belirli bir iz bırakmak, yer etmek.
    nakşolunma * Nakşolunmak işi veya durumu.
    nakşolunmak * Nakşolmak işi yapılmak.
    nakzen * Bozarak.
    nakzen görmek * yargıtay tarafından bozulan bir karar üzerine bozma sebeplerini de göz önünde tutarak davaya yeniden
    bakmak.
    nakzen iade etmek * bir yargıkararını, yargılama yöntemine ilişkin hükümler bakımından yerinde görmeyip bozarak, hükmü
    veren mahkemeye geri göndermek.
    nakzetme * Nakzetmek işi.
    nakzetmek * Bozmak.
    * Yargıtay, bir mahkemenin yargısınıyerinde veya yolunda bulmayarak geri çevirmek.
    nal * At, öküz gibi hizmet hayvanlarının tırnaklarına çakılan demir parçası.
    nal çakmak * nallamak.
    nal deyip mıh dememek * bir düşüncede direnmek.
    nal toplamak * (at) yarışta sonlara kalmak veya sonuncu olmak.
    nalân * İnleyici, inleyen.
    nalâyık * Yakışıksız, hoşolmayan.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 4

    nalbant * Hayvanlarınallayan kimse.
    nalbantlık * Nalbant olma durumu.
    * Nalbandın işi.
    nalbur * At nalıyapan demirci.
    * Çivi, kilit, menteşe gibi yapı işlerinde kullanılanşeyleri satan kimse, hırdavatçı.
    nalburluk * Nalbur olma durumu, hırdavatçılık.
    nalça * Ayakkabıların altına çakılan demir.
    * Katır, eşek, sığır gibi hayvanların tırnaklarıaltına çakılan demir parçası.
    nalçalı * Nalçası olan.
    nalçasız * Nalçası olmayan.
    naldöken * Taşlı, çakıllı(yol).
    nale * İnleme, inilti.
    nâlekâr * İnleyen.
    nalın * Hamam gibi tabanııslak olan yerlerde kullanılan, üstü tasmalı, tabanıyüksek, ağaçtan bir tür takunya.
    nalıncı * Nalın yapan veya satan kimse, takunyacı.
    nalıncıkeseri * Hep kendi çıkarına çalışan.
    nalıncıkeseri gibi kendine yontmak * yaptığı işlerde hep kendi çıkarınıdüşünmek.
    nalıncılık * Nalıncının işi.
    nalınlı * Nalın giymişolan, takunyalı.
    nalınsız * Nalını olmayan, takunyasız.
    nallama * Nallamak işi.
    nallamak * Nal çakmak (hayvanın ayağına).
    * Öldürmek.
    nallanış * Nallanmak işi veya biçimi.
    nallanma * Nallanmak işi.
    nallanmak * Nallamak işine konu olmak.
    nallarıdikmek * (hayvan veya hayvana benzetilen kişi) ölmek.
    nam * Ad.
    * Ün.
    nam almak * şöhret sahibi olmak, tanınmak.
    nam kazanmak * ün sahibi olarak tanınmak.
    nam salmak * ününü her yana yaymak.
    nam vermek (veya salmak) * ün kazanmak.
    nama * adına, kendine, kendisine.
    namağlup * Mağlup olmamış, hiçbir yenilgi almamış.
    namahrem * Evlenmelerinde yasa bakımından sakınca olmayan (kadın ve erkek).
    * Yabancı, el.
    namahremlik * Namahrem olma durumu.
    namaz * Müslümanların günde beşkez yapmalarıdince buyrulan ve dua okuyarak kıyam, rükû, sücut, kuut denilen
    beden durumlarını, kuralınca tekrarlayarak Tanrı’ya edilen ibadet, salât.
    namaz bezi * Namaz kılarken kadınların başlarına örttükleri tülbent vb. kumaştan yapılan örtü.
    * Başa örtülen bir tür örtü.
    namaz kılmak * namaz ibadetini yerine getirmek.
    namaz niyaz * İbadet.
    namaz örtüsü * Bkz. namaz bezi.
    namaz seccadesi * Üzerinde namaz kılınan seccade.
    namaz vakti * Namazın kılınacağıvakit.
    namaza durmak * namaz kılmak.
    namazbozan * Eğrelti otu türünden bir bitki.
    namazcı * Namazını düzenli kılan.
    namazgâh * Açıkta namaz kılmak için hazırlanmışolan ve kı ble yönüne doğru dikili bir taşı bulunan yer.
    namazıkılınmak * (Müslüman cenazesi için) cenaze namazıkılınmak.
    namazında niyazında (olmak) * din görevlerini gerektiği gibi yerine getirmek.
    namazlağı * Üstünde namaz kılınan kilim, post gibi şeylerden yapılmışseccade.
    namazlık * Üzerinde namaz kılınan seccade veya başka şey.
    * Namazda okunan kısa dualar.
    * Namaz kadar süresi olan, süren.
    namazsız * Aybaşıdurumunda olan (kadın).
    namdar * Ünlü.
    name * Mektup.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 5

    name okumak * herkesin bildiği deyimleri veya sözleri söylemek.
    namerde muhtaç olmak (veya namerde muhtaç bırakmak) * güvenilmeyecek kimselerden yardım istemek zorunda kalmak (bırakmak).
    namert * Korkak, alçak, mert olmayan.
    namertçe * Korkakça, mert olmayan bir biçimde.
    namertlik * Alçaklık, korkaklık.
    namevcut * Mevcut olmayan, bulunmayan, yok.
    namınişanıkalmamak * yok olup unutulmak.
    namına * adına, kendisine.
    * yerine, olarak.
    Namibyalı * Namibya halkından olan.
    namlı * Ünlü, tanınmış.
    namlı * Samanından ayrılmamışarpa, buğday yığını.
    namlışanlı * Çok ünlü.
    namlu * Tüfek, tabanca, top vb. ateşli silâhların ucunda bulunan boru biçimindeki parça.
    * Kasatura, kılıç, meç ve bıçak gibi kesici silâhların uzun ve keskin bölümü.
    namus * Bir toplum içinde ahlâk kurallarına karşı beslenen bağlılık.
    * Dürüstlük, doğruluk.
    * Sililik, iffet.
    namus belâsı * Namusunu ve halk arasındaki saygınlığınıkorumak için katlanılan sıkıntı.
    namus davası * Namusuna dokunulan kişinin açtığıdava.
    * Onur meselesi.
    namus sözü * Namus ve onur üzerine verilen söz, şeref sözü.
    namuskâr * Namuslu, namusuna düşkün.
    namuslu * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranan.
    * Uygun, hilesiz, gereği gibi.
    namusluluk * Namuslu olma durumu.
    namussuz * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranmayan, ahlâk kurallarınıçiğneyen.
    namussuzca * Namussuz bir biçimde.
    namussuzluk * Namussuz olma durumu veya namussuzca davranış.
    namusu iki paralık olmak * biri onursuz bir duruma düşmek.
    namusu temizlenmek * (bir işin içinden) kendi saygınlığınıyitirmeden çıkmak.
    namusuna dokunmak * birinin namus ve onurunu olumsuz biçimde etkilemek.
    namusuna sinek kondurmamak * kollamak, gözetlemek.
    * namusuna, onuruna lâf söylettirmemek.
    namusunu temizlemek * ahlâk ve onuruna ters düşen bir durumdan kurtulmak için birini veya kendini öldürmek.
    namusuyla yaşamak * ahlâk ve onuruna bağlıyaşamak.
    namünasip * Uygunsuz.
    namüsait * Uygun olmayan, elverişsiz.
    namütenahi * Sonsuz, ucu bucağı olmayan.
    namütenahilik * Sonsuz olma durumu.
    namzet * Aday.
    * Sözlü, yavuklu.
    namzet göstermek * bir işiçin aday belirleyip sunmak.
    namzetlik * Namzet olma durumu, adaylık.
    nan * Ekmek.
    nanay * Yok.
    nane * Ballı babagillerden, yapraklarısapsız, çiçekleri beyaz veya menekşe renginde, ıtırlı, çok yıllık ve otsu bir
    kültür bitkisi (Mentha piperita).
    nane likörü * İçine nane esansıkatılarak yapılan likör.
    nane ruhu * Nane yapraklarından çıkarılan esans.
    nane suyu * İçinde nane ruhu eritilmişsu.
    nane şekeri * Nane ruhu karıştırılarak yapılan bir çeşit şeker.
    nane yemek * yakışıksız bir davranışta bulunmak, uygunsuz bir işyapmak.
    naneli * Nanesi olan.
    * İçinde nane ruhu olan.
    nanemolla * Güçsüz, dayanıksız (kimse).
    * Çok sık hastalanan, sağlıksız (kimse).
    * İşten kaçınan, üşengeç.
    nanesiz * Nanesi olmayan.
    nanıaziz * Tanrıtarafından ihsan edilen, besin olarak verilen nimet.
    * En kutsal yiyecek.
    nanik * Başparmağı burna değdirip öteki parmaklarıaçarak ve sallayarak yapılan alay işareti.
    nanikleme * Naniklemek işi.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 6

    naniklemek * Başparmağı burun ucuna değdirip diğer parmaklarısallayarak alay işareti yapmak.
    nankör * Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen, iyilik bilmez.
    nankörce * Nankör (bir biçimde).
    nankörleşme * Nankörleşmek durumu.
    nankörleşmek * Nankör duruma gelmek.
    nankörlük * Nankör olma durumu.
    * Nankörce davranış, küfran.
    nankörlük görmek * nankörce davranışla karşılaşmak.
    nansuk * Bir cins ince, sık dokunmuşpatiska.
    napalm * Yangın bombalarının doldurulmasında kullanılan, alüminyum veya sodyum palmitatla kıvamlaştırılmış
    madde.
    napalm bombası * Napalm doldurulmuştürlü biçimlerde bomba.
    nar * Nargillerden, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri büyük, koyu kırmızırenkte, küçük bir ağaç (Punica granatum).
    * Bu ağacın kırmızımtırak sarısert bir kabukla örtülü, içinde çok sayıda kırmızımtırak, sulu taneler
    bulunduran yuvarlak yemişi.
    nâr * Ateş.
    nar balinası * Narval.
    nar çiçeği * Parlak kırmızırenk.
    * Bu renkte olan.
    nar gibi * iyice kızarmış(yiyecek).
    nara * Haykırma, bağırma.
    * Sarhoşveya külhan beyi bağırması.
    nara atmak (veya basmak) * yüksek sesle uzun uzun haykırmak.
    nâra yakmak * bir kimseye veya kendine zarar vermek.
    narcıl * Hindistan cevizi.
    nardenk * Nar, erik, kızılcık gibi yemişlerden yapılan pekmez.
    nardin * Maydanozgillerden, çayırlarda yetişen ve hayvanlara yem olarak verilen, başakçıklarıtek çiçekli küçük bir
    bitki (Eryngium campestre).
    narenc * Turunç.
    narenciye * Turunçgiller.
    narenciyeci * Narenciye üreticisi.
    nargile * Tömbeki denilen bir cins tütünün dumanının sudan geçirilerek içilmesini sağlayan araç.
    nargile tütünü * Tömbeki.
    nargiller * İki çeneklilerden, nar çeşitlerini içine alan küçük bir familya.
    narh * Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel ihtiyaç maddeleri için resmî makamlarca belirlenen ve her
    yerde geçerli olan fiyat.
    narh koymak * ihtiyaç maddeleri için değişmez fiyat belirlemek.
    nârı beyza * Akkor.
    nârına (veya nâra) yanmak * Bkz. ateşine yanmak.
    * zarara uğramak, kötülükle karşılaşmak.
    narin * İnce yapılı, yepelek, nazenin.
    * İnce, nazik.
    narinlik * Narin olma durumu.
    narkotik * Uyuşturucu.
    narkotizm * Uzun süre ve çok miktarda uyuşturucu madde kullanmaktan doğan bozuklukların bütünü.
    narkoz * İlâçla yapay olarak sağlanan ve vücutta bir veya birkaç görevin azalmasına yol açan uyku durumu.
    narkoz vermek * ilâç vererek hastayı bilinçsiz ve ağrıduymaz duruma getirmek.
    narkozcu * Ameliyat sırasında hastaya narkoz veren uzman.
    narkozculuk * Narkozcunun işi.
    narkozitör * Narkozcu.
    narsis * Kendi benliğini seven.
    narsis kompleksi * Kendini sevme özelliğini ön plâna çıkarmak işi.
    narsisizm * İnsanın kendi benliğini sevmesi, özseverlik.
    narsislik * Narsisizm.
    narval * Atlas Okyanusunun Antartika bölgesinde yaşayan bir tür balina (Monodon monoceros).
    narven * Karaağaç.
    nas * Açıklık, açık ve kesin yargı.
    * İnak, dogma.
    nasbetme * Nasbetmek işi.
    nasbetmek * Atamak.
    nasfet * Hak ve adalete uygunluk, hakkaniyet, nısfet.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 7

    nasıl * (bir kimse, bir olay veya bir konu için) Ne gibi, ne türlü.
    * Bir işin ne biçimde, hangi yolla olduğunu belirtmek için kullanılır.
    * Bir hareketin yapılış biçimine duyulan şaşkınlığı belirtir.
    * “Yapmama imkânıvar mı?” anlamında.
    * Ne kadar çok.
    * Elbette, kesinlikle.
    * Ben sana dememişmiydim, gördün mü?.
    * İşin zorunlu olduğunu belirtir.
    * Ne dediniz? veya “iyi mi, beğendiniz mi?” anlamlarında.
    nasıl ki * iki cümle arasındaki anlam ilişkisini “olduğu gibi” anlamında bağlar.
    nasıl olmuşsa * her nasılsa.
    nasıl olsa * her durumda, er geç.
    nasılsa * Herhangi bir sebeple veya bilinmeyen bir sebeple.
    * Kuşkusuz, er geç, elbette.
    nasılsınız * bir kimsenin sağlığınıve durumunu öğrenmek içir sorulan nezaket sorusu.
    nasıp * Atama.
    nasır * En çok el ve ayağın sürekli sürtünmelere uğrayan noktalarında üst derinin kalınlaşmasıve sertleşmesiyle
    oluşmuşderi.
    nasır bağlamak (veya tutmak) * nasırlanmak.
    * duygusuzlaşmak, duyarlığınıyitirmek.
    nasırına basmak * menfaatlerine dokunmak.
    nasırlanma * Nasırlaşma.
    nasırlanmak * Nasırlaşmak.
    nasırlaşma * Nasırlaşmak işi.
    nasırlaşmak * Nasır oluşmak.
    * Duyarlığınıyitirmek.
    nasırlı * Nasırı olan, nasır bağlamış, nasırlaşmış.
    nasırsız * Nasırı olmayan.
    nasibini almak * güzel, hoşa giden bir şeyden kısa bir süre de olsa yararlanmak, sebeplenmek.
    * nasiplenmek.
    nasihat * Öğüt.
    nasihat etmek (vermek veya nasihatte bulunmak) * öğüt vermek.
    nasihat yollu * Öğüde benzer bir biçimde.
    nasihatçi * Öğüt veren kimse, öğütçü.
    nasihatçilik * Nasihatçinin işi.
    nasihatname * Dinî konularda öğüt veren eser.
    nasip * Birinin payına düşen şey.
    * Bir kimsenin elde edebildiği, sahip olabildiği şey.
    * Kısmet, talih, baht.
    * Günlük kazanç.
    nasip almak * (Bektaşilikte) tarikata girme töreni yapılmak.
    * yararlanmak, kısmetine düşeni elde etmek.
    nasip etmek (veya etmemek) * fırsat vermek.
    * eriştirmek.
    nasip olmak * fırsat düşmek, elvermek.
    * (mutluluk veren ve güzel şeyler için) erişmek, ulaşmak, kavuşmak.
    nasiplenme * Nasiplenmek işi.
    nasiplenmek * Nasibini almak, sebeplenmek.
    nasir * Nesir yazan, nesir ustası.
    Nasranî * Hristiyan, İsevî.
    Nasranîlik * Hristiyanlık, İsevîlik.
    Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi * her yanıaçık olduğu hâlde yalnız bir girişi bulunan veya kilitli olan yerler için söylenir.
    nasyonal sosyalizm * Hitler ve Nasyonal Sosyalist Partisinin öğretisi, Hitlercilik.
    nasyonalist * Ulusçuluk yanlısı.
    nasyonalizm * Ulusçuluk.
    naşi * Ötürü, dolayı.
    naşir * Yayan, saçan.
    * (gazete, dergi, kitap) Yayımlayan, çıkaran, yayımcı, tâbi, editör.
    natamam * Eksik, tamamlanmamış, bitmemiş.
    natıka * Düşünüp söyleme yeteneği.
    * Düzgün ve iyi konuşma yeteneği.
    natıkalı * Düzgün ve iyi konuşan.
    natıkasız * Natıkası olmayan.
    natır * Kadınlar hamamında hizmet eden ve müşterileri yıkayan kadın.
    natır nalını * Kadın hamamında en yüksek ökçeli nalın türü.
    natırlık * Natır olma durumu veya natırın işi.
    nativizm * Doğuştancılık.
    nato * Söz dinlemez, söz anlamaz, taşgibi kafa” anlamındaki nato kafa, nato mermer deyiminde geçer.
    natron * Hidratlıdoğal sodyum karbonat.
    natuk * Düzgün, güzel ve kolaylıkla söz söyleyen.
    natura * İnsanın yaradılışözelliği.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 8

    natür * Tabiat, doğa.
    natüralist * Natüralizm akımını benimseyen (kişi).
    natüralizm * Gerçeğin doğaya uygun biçimde yansıtılmasınıamaçlayan sanat akımı.
    * Gerçeğin yalnızca doğa ile açıklanması.
    natürel * Doğada rastlandığı gibi, doğaya uygun olan, doğa güçlerine, kurallarına uyan, doğal, tabiî.
    natürist * Natürizm öğretisini benimseyen kimse.
    natürizm * Toplumsal kuruluşların ve yaşayış biçiminin doğaya dönük olmasınıamaç edinen öğreti.
    natürmort * Konusu, cansız varlıklar veya nesneler olan resim.
    navçağan * Çiçekleri katmerli ve mor renkte olan bir tatula türü (Datura).
    navlun * Bir yerden başka yere ulaştırmak için gemiye alınan eşyanın bütünü.
    * Taşıyıcıtarafından, gemisinde taşınacak yük için istenen ücret.
    naylon * Temel maddesi poliamit reçinesi olan, birçok giyim ve ev eşyasıyapımına yarayan, sert, dayanıklıve esnek
    madde.
    * Bu maddeden yapılmışolan.
    * Düzme, sahte.
    naylon fatura * Girişfaturası olmayan bir mal için alıcıya verilen ve birini harcama yapmışgibi göstermek amacıyla
    düzenlenen faturanın halk arasındaki adı.
    naylon kız * Asrî, modern kız.
    naz * Kendini beğendirmek amacıyla yapılan davranış, cilve.
    * İsteksiz gibi görünerek yalvartmak amacıyla yapılan davranış.
    * Şımarıklık.
    naz etmek * nazlanmak.
    naza çekmek * istekli olduğu hâlde yapmacıklıdavranışlarla isteksiz gibi davranmak.
    nazal * Genizsil.
    nazar * Bakış, bakma, göz atma.
    * Bir konu hakkında düşünme, görüş.
    * Belli kimselerde bulunduğuna inanılan; insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala mülke,
    hatta cansız nesnelere de zarar veren, bakıştaki çarpıcıve öldürücü güç.
    nazar boncuğu * Göz değmesin diye takılan mavi boncuk veya bunun yerini tutan başka şey, göz boncuğu.
    * Eşi benzeri olmayan, tek.
    nazar değmek (veya nazara gelmek) * göz değmek.
    nazaran * Göre, oranla, kıyasla.
    nazarıdikkat * İlgi.
    nazarıdikkatini çekmek * ilgisini çekmek.
    nazarı itibar * İlgi, dikkat.
    nazarı itibara almak * dikkat etmek, dikkate almak.
    nazarında * birinin düşüncesine göre, birinin gözünde.
    nazarıyla bakmak * ona öyle imişgibi, o gözle bakmak.
    nazarî * Kuram niteliğinde olan, kuramsal, teorik.
    nazariyat * Kuramlar.
    nazariyatçı * Kuramcı.
    nazariye * Kuram, teori.
    nazariyeci * Teorisyen, kuramcı.
    nazarlık * Nazarıetkisiz duruma getirdiğine inanılan, kumaşparçası, mavi boncuk, kurşun, dua yazılıkâğıt, muska
    gibi şey.
    nazenin * Cilveli, nazlı.
    * Narin, ince yapılı.
    * (yerme amacıyla) Şımarık, nazlıyetiştirilmiş.
    * Bir Bektaşî tarikatının adı.
    nazı geçmek * dilediğini kabul ettirecek kadar hatırısayılmak.
    nazım * Hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan kafiyeli söz dizisi, manzume, koşuk.
    nâzım * Düzenleyen, düzene koyan, tertip eden.
    * Manzume yazan kimse.
    nazım birimi * Şiirde en küçük anlam bütünlüğünü sağlayan ve kendi içinde bağımsız dize topluluğu.
    nâzım plân * Bir yerleşim bölgesinin bütün bayındırlık işlerinde göz önünde tutulmak için hazırlanmışplân.
    nazım türü * İçeriğine ve konusuna göre şiirin kendi içinde ayrılmasıve adlandırılması.
    nazına katlanmak * istenen her şeyi hangi durumda olursa olsun yerine getirmek.
    nazını çekmek * her istediğini yerine getirmek.
    nazır * Bir yere doğru bakan (ev, oda vb.).
    * Bakan.
    Nazi * Nazizm yanlısı(kimse).
    nazik * Başkalarına karşısaygılıdavranan.
    * İnce yapılı, narin.
    * Özen, dikkat gösterilmezse kırılabilen, bozulabilen.
    * Özen gösterilmezse, gerekli önlemler alınmazsa kötüleşebilen, kritik.
    * Dikkat isteyen, özen gerektiren.
    nazikâne * İncelikle, saygıyla, nezaketle.
    nazikçe * Nazik, ince, saygılı(bir biçimde).
    nazikleşme * Nazikleşmek işi.
    nazikleşmek * Nazik davranmak.
    * Özen gösterilmezse kötüleşebilecek bir duruma girmek.
    naziklik * Nazik olma durumu veya nazikçe davranış, nezaket.
    nazil * İnen, iniş.
    * Konaklayan.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 1

    N * Azot’un kısaltması.
    -n * Teklik 2. kişi iyelik eki: anne-n, baba-n, kitab-ı-n, defter-i-n vb.
    -n * Bazıfiil çekimlerinde teklik 2. kişi eki: gel-di-n, gör-dü-n, yap-sa-n, et-se-n vb.
    -n * Fiillerin dönüşlülük ve edilgenlik çatılarınıtüreten ek: döv-ü-n-, öv-ü-n-, tara-n-, yıka-n-, bekle-n-, bul-u-n-
    , çal-ı-n- vb.
    n, N * Türk alfabesinin on yedinci harfi. Ne adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından genizsi diş, dişeti
    ünsüzünü gösterir.
    Na * Sodyum’un kısaltması.
    naaş * Ölen kimsenin vücudu, ceset.
    naat * Bir şeyin niteliklerini övme.
    * Hz.Muhammed’in niteliklerini övmek, ondan şefaat dilemek amacıyla yazılan kaside.
    nabekâr * Yararsız, işe yaramaz.
    * Serseri, haylaz, avare, işsiz.
    nabız * Kalp vuruşunun sağladığıkan basıncından dolayıatardamarlara ve özellikle bilekteki atardamara parmakla
    basıldığında duyulan kımıldama.
    * Eğilim, düşünce, niyet.
    nabız almak * Bkz. nabzınısaymak.
    nabzıatmak * kalp vuruşu sürmek.
    * ortaya çıkmak, görünmek, belli olmak.
    nabzıdurmak * ölmek.
    nabzına girmek * elindeki imkânlarıkullanarak birinin hoşnutluğunu kazanmak, birini yola getirmek ve düşüncelerini
    benimsetmek.
    nabzına göre şerbet vermek * birinin hoşuna gidecek, gururunu okşayacak yolda davranmak.
    nabzınısaymak * bir dakikadaki kalp atışınısaymak.
    nabzınıtutmak * nabzınısaymak için bileğini tutmak.
    nabzınıyoklamak (veya nabız yoklamak) * niyetini, düşüncesini, eğilimini anlamaya çalışmak.
    nacak * Sapıkısa, küçük odun baltası.
    naçar * Çaresi olmayan, çaresiz.
    * Zavallı, düşkün.
    naçar kalmak * bir çare, çıkar yol bulamamak.
    naçiz * Değersiz, önemsiz.
    naçizane * Çok küçük, önemsiz bir şey olarak.
    nadan * Bilgisiz, cahil.
    * Nobran, kaba, kötü.
    nadanca * Nadan davranışına benzer bir tarzda.
    nadanlık * Nadan olma durumu veya nadanca davranış.
    nadas * Tarlayısürerek dinlenmeye bırakmak.
    nadas etmek * bir tarlayısürerek dinlenmeye bırakmak.
    nadasa bırakmak (veya nadasa yatırmak) * tarlayınadas etmek için ekmeyip bırakmak.
    nadaslı * Nadasa bırakılmış.
    nadaslık * Nadasiçin ayrılmış.
    nadide * Az görülür, görülmedik, seyrek görülen, çok değerli.
    nadim * Yaptığı bir davranıştan pişmanlık duyan, pişman.
    nadim olmak * pişman olmak.
    nadir * Seyrek, az, az bulunur.
    nadirat * Seyrek, az görülen, az bulunan şey veya durum.
    nadiren * Seyrek, seyrek olarak, pek az, binde bir.
    nafaka * Geçinmek için gerekli olan şeylerin bütünü, geçimlik.
    * Birinin geçindirmekle yükümlü bulunduğu kimselere, mahkeme kararıyla bağlanan aylık.
    nafaka bağlanmak * (yasaca, bakılmasızorunlu olan kişiye) mahkeme kararıyla evlât, koca gibi bir kimsenin, geçim parası
    vermesini sağlamak.
    nafaka sağlamak * geçinecek kadar para temin etmek.
    nafakalanma * Nafakalanmak işi.
    nafakalanmak * Geçimi sağlanmak.
    nafıa * Bir yeri bayındır duruma getirmek için yapılan işlerin tamamı, bayındırlık işleri.
    nafi * Yararlı, kazançlı.
    nafile * Yararsız, boşa giden, boş, işe yaramayan.
    * Boşuna, boşyere.
    * Fazladan kılınan (namaz veya tutulan oruç).
    nafile namazı * Fazladan kılınan namaz.
    nafile yere * Boşyere, boşu boşuna.
    nafiz * Delip geçen.
    * İçe işleyen.
    * Sözü geçen, etkili olan.
    nafta * Petrolden 100-250°C arasında damıtılan ürün.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 2

    naftalin * Maden kömürü katranının kuru kuruya damıtılmasından elde edilen, özel kokulu, beyaz, 1,158
    yoğunluğunda, 80° C de eriyen, 218° C de kaynayan, suda erimeyen, alkol, benzol ve eterde kolaylıkla eriyen,
    antiseptik bir hidrokarbon.
    naftalinleme * Naftalinlemek işi.
    naftalinlemek * Güveden korumak için yünlüler üzerine veya arasına naftalin serpmek veya atmak.
    naftalinlenme * Naftalinlemek işi.
    naftalinlenmek * Naftalin serpilmek, naftalin dökülmek.
    nagehan * Ansızın, birdenbire, ani olarak.
    nağme * Güzel, uyumlu ses, ezgi.
    * Ezgi bölümü, nota.
    * Birinin yalandan ve nazlanarak söylediği söz.
    nağme yapmak * bildiği bir şeyi bilmez görünmek.
    * bahane ileri sürmek.
    nağmeli * Nağmesi olan.
    nağmesiz * Nağmesi olmayan.
    nahak * Haksız, gereksiz.
    * Boşuna, boşyere.
    nahak yere * Haksız, gereksiz olarak, boşyere, boşuna.
    nahır * Sığır sürüsü.
    nahırcı * Çoban.
    nahif * Zayıf, cılız, çelimsiz.
    * Bkz. zayıf nahif.
    nahiv * Cümle bilgisi, söz dizimi, sentaks.
    nahiye * Bucak.
    * Bölge.
    nahiye müdürü * Bucaktaki görevlerin sorumlu yöneticisi.
    nahoş * Hoşolmayan, hoşa gitmeyen, kötü, çirkin.
    naif * Kendi kendisini yetiştirmiş, doğal bir plâstik sanat yeteneğine sahip sanatçılar tarafından yaratılan resim
    sanatı.
    nail * Erişmiş, ele geçirmiş, başarmış, kazanmış, ulaşmış.
    nail olmak * erişmek, ulaşmak, kavuşmak.
    naip * Tahtta hükümdar olmadığızaman veya hükümdarın çocukluğu sırasında devleti yöneten kimse.
    * Naiplik yapan.
    naiplik * Naip olma durumu, niyabet.
    nakarat * Bir şarkıda her kıtadan sonra tekrarlanan ve bestesi değişmeyen parça.
    * Çok sık tekrarlanan, bundan dolayı bıkkınlık vererek önemini yitiren söz.
    * Bir şiirin içinde iki veya daha çok kez tekrarlanan bölüm.
    nakaratlı * Nakaratı olan.
    nakaratsız * Nakaratı olmayan.
    nakavt * Boks maçında yumruk etkisiyle yere düşen ve 10 saniye içinde kalkıp devam edemeyen oyuncunun
    yenilmesi durumu.
    nakavt etmek * boks maçında nakavtla yenmek.
    * mat etmek.
    nakavt olmak * boks maçında nakavtla yenilmek.
    nakden * Para olarak.
    * Peşin olarak.
    nakdî * Para ile ilgili, para bakımından, paraca, parasal.
    nakdî ceza * Para cezası.
    nakdî kıymet * Para bakımından değeri.
    nakdî teminat * Borcun ödeneceğine dair, alacaklıya parayla sağlanan güvence.
    * Kredi kullanılmasıdurumunda güvence olarak gösterilen nakit değer.
    nakdî vergi * Mal veya hizmet yerine para olarak ödenen vergi.
    nakdî yardım * Para olarak yapılan yardım.
    nakıs * Eksik, tam olmayan, bitmemiş, noksan.
    * Özrü, kusuru olan.
    * Eksi.
    nakış * Genellikle kumaşüzerine renkli iplikler veya sırma ve sim kullanarak elle, makineyle yapılan işleme.
    * Özellikle duvar ve tavanlarısüslemek için yapılan resim.
    * Beste ve semaîlerin, dört yerine iki haneli olanlarına verilen ad.
    * Hile.
    nakışipliği * Çeşitli motifleri kumaşüzerine işlemek için pamuk, ipek, yün veya başka maddelerden hazırlanan sırma,
    sim gibi özel iplik.
    nakışişlemek * kumaşüzerine renkli iplikler, sırma veya sim kullanarak işleme yapmak.
    nakışmakinesi * Nakışişleyen özel olarak yapılmışmakine.
    nakışçı * Nakışyapan kimse.
    nakışçılık * Nakışyapma işi.
    nakışlama * Nakışlamak işi.
    nakışlamak * Nakışla bezemek, işlemek.
    nakışlı * Nakışı olan.
    nakışlık * Nakışolma durumu veya değeri.
    nakışsız * Nakışı olmayan.
    nakız * Bozma, çözme; kırma.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 85

    mütehevvir * Öfkeli, kızgın.
    müteheyyiç * Heyecana kapılmış, heyecanlı.
    mütekabil * Karşılıklı.
    mütekabiliyet * Karşılıklı olma durumu.
    mütekabiliyet esasıüzerine * karşılıklı olarak.
    mütekait * Emekli.
    mütekâmil * Olgunlaşmış, gelişmiş, gelişkin.
    mütekâsif * Yoğunlaşmış, koyulaşmış, derişik.
    mütekebbir * Kibirli, kendini beğenmiş.
    mütekellim * Söyleyen, konuşan.
    * Teklik birinci kişi.
    mütelezziz * Lezzet bulan, tat alan, mutlu olan, hoşlanan.
    mütelezziz olmak * lezzet duymak, tat almak, mutlu olmak.
    mütemadi * Sürekli, aralıksız.
    mütemadiyen * Ara vermeden, sürekli olarak, biteviye.
    mütemayil * İstekli görünen, eğilimi olan.
    mütemayiz * Kendini gösteren, sivrilen.
    mütemekkin * Yerleşmişolan, yerleşik.
    mütemerkiz * Derişik, mütekâsif.
    mütemmim * Tamamlayan, bütünleyen, bitiren.
    * Bütünler.
    * Tümleç.
    mütenakıs * Azalan, eksilen.
    mütenakız * Çelişkili, çatışık, çelişik.
    mütenasip * Orantı, oranlı, uygun.
    mütenavip * Almaşık.
    mütenazır * Bakışımlı, simetrik.
    mütenebbih * Aklını başına toplamış, akıllanmış, uslanmış.
    müteneffir * İğrenmiş, tiksinmiş.
    mütenekkir * Kılık değiştiren, takma ad kullanan, kendini tanıtmak istemeyen.
    mütenekkiren * Kılık değiştirerek, takma ad kullanarak, kendini tanıtmadan.
    mütenevvi * Türlü, çeşitli.
    müteradif * Eşanlamlı, anlamdaş, sinonim.
    müterakim * Birikmiş, toplanmış, yığılmış.
    müterakki * İleri, ilerlemiş.
    mütercem * Çevrilmiş, tercüme edilmiş.
    mütercim * Çevirmen.
    mütercimlik * Çevirmenlik.
    mütereddi * Soysuzlaşmış.
    mütereddit * Tereddüt eden, çekingen, kararsız, ikircimli kimse.
    mütesanit * Dayanışma içinde olan kimse.
    müteselli * Avunan.
    müteselli olmak * avunmak.
    müteselsil * Arasıkesilmeden birbirini izleyen, zincirleme.
    müteşebbis * Girişken, girişimci.
    müteşekkil * Oluşmuş, meydana gelmiş.
    müteşekkir * Teşekkür eden, teşekkür borcu olan.
    mütetebbi * Bir konuyu dikkatle araştıran, irdeleyici, araştırıcı.
    mütevakkıf * (gerçekleşmesi) Bir şeye bağlı bulunan.
    mütevali * Art arda gelen, üst üste olan, ardışık.
    mütevazı * Alçak gönüllü.
    * Gösterişsiz, iddiasız.
    mütevazi * Birbirine paralel olan.
    mütevazin * Birbirine uyan, oranlı.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 86

    müteveccih * Bir yere gitmeye, bir şeyi yapmaya karar veren.
    * Yönelmiş.
    müteveccihen * Bir yere doğru gitmek üzere.
    * Bir şeyi yapmaya yönelmişolarak.
    müteveffa * (insan için) Ölmüş, ölü.
    mütevehhim * Kuruntulu, evhamlı.
    * Korkak, ödlek.
    mütevekkil * Her işini Tanrı’ya veya oluruna bırakmış, kadere boyun eğmiş.
    mütevelli * Bir vakfın yönetimi kendisine verilmişolan kimse.
    mütevelli heyeti * Bir vakfın veya bir kuruluşun yönetim işlerinin doğrudan bağlı bulunduğu kurul.
    mütevellit * Doğmuş, dünyaya gelmiş.
    * Meydana gelmiş, ileri gelmiş.
    müteverrim * Veremli.
    müteyakkız * Uyanık, tetikte, sak.
    mütezayit * Artan, çoğalan.
    müthiş * Korkuya düşüren, korkunç, dehşetli.
    * Çok rahatsız eden, dayanılmaz.
    * Şaşılacak kadar değişik.
    * “Ne şaşılacak şey” anlamında kullanılır.
    müttefik * Bağlaşık.
    müttefikan * El birliğiyle, hep birlikte.
    * Oy birliğiyle.
    müttehiden * Birlikte, birlik olarak.
    müttehit * Birlik durumuna gelmiş, birleşik, birlik olmuş.
    * Birleşik.
    müvekkil * Birini kendine vekil olarak seçen kimse.
    müvellidülhumuza * Oksijen.
    müvellidülma * Hidrojen.
    müverrih * Tarih yazan kimse, tarihçi.
    müvesvis * İşkilli, kuruntulu, vesveseli.
    müvezzi * Dağıtıcı.
    müvezzilik * Müvezzi olma durumu.
    müyesser * Kolaylıkla ortaya çıkan.
    müyesser olmak * kolaylıkla ortaya çıkmak, kolaylıkla elde edilmek.
    * nasip olmak.
    -müz * Bkz. -mız / -miz.
    müzaheret * Yardım etme, arkalama, destekleme, arka çıkma.
    müzaheret etmek * yardım etmek, arkalamak, arka çıkmak.
    müzahir * Arkalayan, destekleyici, arka çıkan, yardımcı.
    müzahrefat * Süprüntüler, pislik.
    * Yalanlar, saptırmalar.
    müzakerat * Bir konuyla ilgili konuşmalar, danışmalar, müzakereler.
    müzakere * Bir konuyla ilgili görüşme, danışma.
    * Sözlü sınav.
    * Etüt, mütalâa.
    müzakere etmek (veya yapmak) * bir konuyu görüşmek, konuşmak.
    * sözlü sınav yapmak.
    müzakereci * Öğrencileri çalıştıran kimse.
    müzayaka * Sıkıntı, darlık, parasızlık.
    müzayede * Artırma.
    müze * Sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için
    sergilendiği yer veya yapı.
    müze gibi * eski ve değerli eşyaları olan (yer).
    müzebzep * (yönetim için) Bozuk.
    * Çok karışık, karmakarışık.
    müzeci * Müze kuran veya müzede çalışan kimse.
    müzecilik * Müze kurma veya işletme işi.
    müzehhep * Altın suyuna batırılmışolan.
    * Yaldızla süslenmiş, yaldızlanmış.
    müzekker * Eril.
    müzekkere * Bir işiçin, herhangi bir üst makama yazılan yazı.
    * Yargılama makamının, bir kararın yerine getirilmesi konusunda belli bir makama yazdığıyazı.
    müzelik * Müzeye konulacak değerde veya eskilikte olan.
    * Eski, köhne.
    müzevir * Söz götürüp getiren, arabozan.
    müzevirleme * Müzevirlemek işi.
    müzevirlemek * Birinin başkasıaleyhine yaptıklarıveya söylediklerini karşıtarafa iletmek, ara bozmak.
    müzevirlik * Müzevir olma durumu.
    müzevirlik etmek * söz getirip götürmek, ara bozmak.