Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük M Sayfa 87

    müzeyyen * Süslenmiş, bezenmiş.
    müziç * Bunaltıcı, tedirgin edici, sıkıcı.
    müzik * Duygu, düşünce ve tek sesli veya çok sesli olarak anlatma sanatı, musiki.
    * Bu biçimde düzenlenmişseslerden oluşan eserlerin okunmasıveya çalınması.
    müzik bilimci * Müzik bilimi alanında araştırmalar yapan bilgin veya uzman, müzikolog.
    müzik bilimi * Müzik konularını, bilimsel yöntemlerle inceleyen bilim, müzikoloji.
    müzik corner * Bkz. müzik köşesi.
    müzik dolabı * Radyo, televizyon, teyp, pikap, video ve benzeri ses cihaz ve aksesuarlarıkoymaya yarayan mobilya.
    müzik köşesi * Değişik müzik türlerinin bir mağazanın belli bir bölümünde veya köşesinde, plâk, kaset, uzunçalar vb.
    olarak satışa sunulduğu yer.
    müzik market * Değişik müzik türlerinin plâk, kaset, uzunçalar vb. yollarla halka pazarlandığıyer.
    müzik odası * Müzik dinlemeye ayrılmışyer.
    müzik salonu * Müzik dinlenen genişsalon.
    müzikal * Müzikle ilgili.
    * Müzik eşliğinde sergilenen film veya tiyatro oyunu.
    müzikalite * Ahenkli, uyumlu olma.
    müzikçi * Müzik eserleri yaratan, besteleyen veya besteleri çalan kimse, müzisyen.
    * Müzik öğretmeni.
    müzikçilik * Müzikçi olma durumu.
    müzikhol * Fon müziğinden yararlanılarak eğlenceli, fantezi oyunların oynandığıyer.
    müziklendirmek * Müzik ile çeşitlemek, süslemek.
    müzikli * (film ve oyun için) Bazı bölümlerinde müzikten de yararlanılan.
    müzikolog * Müzik bilimci.
    müzikoloji * Müzik bilimi.
    müziksever * Müzik tutkusu olan, müziği seven (kimse).
    müziksiz * Müziği olmayan.
    * Herhangi bir müzik parçasıçalınmayan.
    müzisyen * Müzikçi, müzik sanatçısı.
    müzmin * Uzun süreli, süreğen, kronik.
    * Ne kadar süreceği belli olmayan, uzun süreli olan, sürekli.
    müzminleşme * Müzminleşmek işi, süreğenleşme.
    müzminleşmek * Süreğenleşmek.
    müzminleştirme * Müzminleştirmek işi veya durumu.
    müzminleştirmek * Müzmin duruma getirmek.
    müzminlik * Müzmin olma durumu.
    Mv * Mendelevyum’un kısaltması.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 81

    müsabakaya girmek * yarışmak, yarışmaya katılmak.
    müsabık * Yarışmacı, yarışçı.
    müsademe * Silâhlı iki grup arasındaki kısa çatışma, çarpışma.
    * Uğraşma.
    müsadere * İşlenen bir suç karşılığı olarak, suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki sahipliğine son
    verilmesi ve bu sahipliğin bir başka kuruluşa devredilmesi.
    * Tanzimat’tan önce herhangi bir kişiye ait mallara, padişah adına el konulması.
    müsadere etmek * bir şeye kanunî olarak el koymak.
    müsadif * Rastlayan.
    müsait * Uygun, elverişli.
    * Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın).
    müsakkafat * Üzeri damla örtülmüşolan yapılar.
    müsamaha * Hoşgörü, tolerans.
    * Görmezlikten gelme, göz yumma.
    müsamahakâr * Hoşgörülü davranan, toleranslı.
    müsamahakârlık * Hoşgörülük.
    müsamahalı * Hoşgörülü, toleranslı.
    müsamahasız * Hoşgörüsü olmayan.
    müsamahasızlık * Hoşgörüsüzlük, toleranssızlık.
    müsamere * Okullarda öğrencilerin sunduğu, programında koşuk, oyun, gibi gösterilenlerin yer aldığıeğlence.
    * Çoğunlukla akşam toplantısı, akşam eğlencesi.
    müsavat * Eşitlik, denklik.
    müsavatçılık * Eşitçilik.
    müsavatsız * Eşit olmayan.
    müsavatsızlık * Eşitsizlik.
    müsavi * Eşit, denk.
    müsbet ilimler * Pozitif bilimler.
    müsebbip * Bir şeyin olmasına, yapılmasına sebep olan, yol açan (kimse veya şey).
    müseccel * Kütüğe geçirilmiş, tescil edilmiş, sicilli.
    müseddes * Altı gen.
    * Divan edebiyatında her bendi altımısradan oluşmuşnazım biçimi.
    müsekkin * Yatıştırıcı.
    müsellem * İnkâr edilemeyen, karşıçıkılamayan, söz götürmez.
    müselles * Üçgen.
    * Üç bölümden oluşan, üçlü.
    * Kokteyl türünden karışık bir içki.
    * Üç kere damıtılarak yapılmışözel bir şarap.
    müsellesat * Trigonometri.
    müsellim * OsmanlıDevletinde eyalet ve sancakta yönetimi elinde bulunduran kişilere verilen ad.
    müselsel * Birbirine bağlı olan, art arda zincirleme olarak gelen.
    müsemma * Ad verilmiş, adı olan.
    müsemmen * Sekiz bölümden oluşan, sekizli.
    * Sekizer mısralı bentlerden oluşan şiir.
    müsevvit * Müsvedde yapan kimse, kâtip.
    * Taslak yapan kimse.
    müshil * Bağırsaklarıçalıştırıp temizleyen, dışkının kolaylıkla dışarıatılmasınısağlayan ilâç.
    müskirat * Sarhoşeden şeyler, alkollü içkiler.
    Müslim * Müslüman.
    Müslüman * İslâm dininden olan kimse.
    * Dine bağlı, dindar.
    * Doğru, haktan ayrılmaz kimse.
    Müslüman adam * Doğruluktan ayrılmaz, dürüst, hakyemez adam.
    Müslüman mahallesinde salyangoz satmak * Bkz. körler mahallesinde ayna satmak.
    Müslümanlaştırma * Muslümanlaştırmak işi, İslâmlaştırma.
    Müslümanlaştırmak * Bir topluluğu veya bir kimseyi İslâm dinine sokmak, İslâmlaştırmak.
    Müslümanlık * Hz.Muhammed’in yaydığıdin, İslâm dini, İslâmlık, İslâmiyet.
    * Müslüman olma durumu.
    * Müslüman topluluğu.
    müsmir * Yararlı, verimli.
    * Sonuç veren.
    müspet * Olumlu.
    * Pozitif.
    müspet ilimler * Pozitif bilimler.
    müsrif * Tutumsuz, savurgan.
    müsriflik * Tutumsuzluk, savurganlık, israf.
    müstacel * Acele yapılması gereken, ivedi, evgin.
    müstacelen * Çabuk olarak, ivedilikle.
    müstaceliyet * İvedilik.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 82

    müstafi * Kendi isteğiyle işinden çekilmiş, istifa etmiş.
    müstağni * Elinde olanla yetinen, doygun.
    * Nazlıdavranan.
    müstahak * Hak etmiş, hak kazanmış, lâyık.
    * Bir kimsenin lâyık olduğu ödül veya ceza.
    müstahak olmak * hak kazanmak, lâyık olmak.
    müstahdem * Hizmette bulundurulan (kimse), hizmetli, odacı, hademe.
    müstahkem * Belirtilmiş, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış.
    müstahkem mevki * Türlü savunma tesislerini kapsayan bölge.
    müstahsil * Üretici, yetiştirici.
    müstahzar * Kullanıma hazır duruma getirilmiş, hazırlanmış.
    * Önceden hazırlanarak eczahanede bulundurulan hazır ilâç.
    müstahzarat * Eczahanelerde hazır olarak bulundurulan ilâçlar.
    müstait * Doğuştan yetenekli, kabiliyetli olan.
    müstakar * İstikrar bulmuş, durulmuş.
    * Karar kılınan, yerleşilen yer.
    müstakbel * İleri bir tarihte beklenen, gelecek.
    * Gelecek (zaman), istikbal.
    müstakil * Bağımsız.
    * Kullanışyönünden başka bir yapı ile bağlantısı olmayan.
    * Kullanışyönünden belli kişi veya kişiler için ayrılmışolan.
    müstakim * Doğru, doğruluktan şaşmayan.
    * Doğrulu.
    müstamel * Kullanılmışolan.
    * Yeni olmayan, eski.
    müstantik * Sorgu yargıcı.
    müstantiklik * Sorgu yargıçlığı.
    müstear * Eğreti olarak alınmış, takma.
    * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    müstebat * Olacağısanılmayan, uzak görülen.
    müstebit * Hükmü altında bulunanlara söz hakkıve davranışözgürlüğü tanımayan, zorba, despot.
    müstebitlik * Müstebit olma durumu veya müstebitçe davranış, zorbalık, despotluk.
    müstecir * Kira karşılığında bir yeri tutan kimse, kiracı.
    müstefit * Yararlanma.
    müstefit etmek * yararlandırmak.
    müstefit olmak * yararlanmak, faydalanmak.
    müstehase * Fosil, taşıl.
    müstehcen * Açık saçık, edebe aykırı, yakışıksız.
    müstehcenleşme * Müstehcenleşmek işi veya durumu.
    müstehcenleşmek * Müstehcen duruma gelmek.
    müstehcenlik * Müstehcen olma durumu.
    müstehlik * Tüketici.
    müstehzi * Alaycı.
    müstekreh * İğrenç.
    müstelzim * Gerektiren.
    * Gerekli olan, gereken.
    müstemirren * Ara vermeden, sürekli olarak.
    müstemleke * Sömürge.
    müstemlekeci * Sömürgeci.
    müstemlekecilik * Sömürgecilik.
    müsteniden * Dayanarak.
    müstenit * Dayanan, yaslanan.
    müstenkif * Oy vermekten veya bir karara katılmaktan çekinen, çekimser.
    müstensih * İstinsah eden, suret çıkaran kimse.
    * (yazıları) Çoğaltma makinesi, teksir makinesi.
    müsterih * Bütün kaygılardan kurtulup gönlü rahata kavuşan, içi rahat olan.
    müsterih olmak * içi rahat olmak, kaygıdan kurtulmak.
    müstesna * Bir bütünün veya kuralın dışında olan, kural dışı, şaz.
    * Benzerlerinden üstün olan, benzerleri az bulunan.
    * Ayrıcalı, ayrıtutulan, ayrık.
    * Dışındaki, ayrıtutularak, hariç.
    müsteşar * Kendisinden bilgi alınan, kendisine danışılan kimse.
    * Bakanlıklarda, elçiliklerde bakan veya büyük elçiden sonra gelen en büyük yönetici.
    müsteşarlık * Müsteşar olma durumu.
    * Müsteşarın görevi veya makamı.
    müsteşrik * Doğu bilimci, şarkiyatçı, oryantalist.
    müstevi * Her yeri aynıdüzeyde olan, düz.
    * Düzlem.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 83

    müstevli * Bir yeri istilâ eden, yönetimi altına alan (kimse, devlet, ordu vb.).
    * Salgın.
    müstezat * Çoğalması istenilen, artmış.
    * Her dizesine bir küçük dize eklenmişdivan edebiyatınazım türü.
    müsvedde * Yazıtaslağı, karalama.
    * Bir şeyin kötü benzeri.
    müsvedde defteri * Karalama defteri.
    müsveddelik * Müsvedde yapmaya elverişli.
    müsveddelik kâğıt * Karalama için kullanılan kâğıt.
    -müş * Bkz. -mış/ miş.
    müşabehet * İki şey arasında benzerlik, benzeşlik.
    müşabih * Aralarında benzerlik olan, benzer, benzeş.
    müşahede * Görme.
    * Gözlem.
    müşahede etmek * gözlemlemek.
    müşahhas * Somut, konkre.
    müşahit * Bir şeyi gören, gözleyici.
    * Gözlemci.
    müşareket * Ortaklık, ortaklaşma.
    müşareket etmek * ortaklaşa çalışmak.
    müşareket fiili * İşteşfiili.
    müşarünileyh * (bir kimse için) Adı geçen, adıanılan kişi.
    müşavere * Danışma, danış.
    müşavir * Danışman.
    müşavirlik * Danışmanlık.
    müşebbeh * Bir şeyle arasında benzerlik bulunan, benzetilen.
    müşekkel * Biçim verilmiş.
    * İri, gösterişli.
    müşerref * Onur verilerek yüceltilmiş.
    müşerref olmak * onurlanmak, onur kazanmak, şereflenmek.
    müşevveş * Belirsiz, karışık, düzensiz.
    müşevvik * Arzusunu çoğaltan, isteğini artıran.
    * Ayartan, kışkırtan, önayak olan.
    müşfik * Sevecen, şefkatli.
    müşir * Mareşal.
    müşir * Yazı ile bildiren, haber veren.
    * Gösterge.
    müşirlik * Mareşallik.
    müşkilât çıkarmak * yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak.
    müşkül * Güç, zor, çetin.
    * Engel, güçlük, zorluk.
    müşkülât * Güçlük, güçlükler, zorluklar.
    müşkülât çekmek * zorluk, güçlük içinde kalmak.
    müşkülâtlı * Güçlüğü olan, zorluk içinde olan.
    müşküle * Bağbozumuna yakın bir zamanda yetişen, kalınca kabuklu, iri ve uzun taneli bir üzüm.
    müşkülleşme * Müşkülleşmek işi veya durumu.
    müşkülleşmek * Müşkül duruma girmek, güçleşmek, zorlaşmak.
    müşkülpesent * Güç beğenen, titiz.
    müşrik * Tanrı’ya ortak koşan.
    müştak * Başka bir kelime veya kökten türemiş, çıkmış.
    * Türev.
    müştak * Özleyen, göreceği gelen.
    müştehi * Bir şey için çok istek gösteren, istekli.
    * İştahlı.
    müşteki * Yakınan, sızlanan, şikâyetçi.
    müşteki olmak * yakınmak, şikâyetçi olmak.
    müştemilât * Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölüm veya yapı, eklentiler.
    müşterek * Ortak.
    * Birlik.
    * Ortaklaşa, el birliğiyle yapılan veya hazırlanan.
    müşterek bahis * At yarışlarında, en az iki koşuda yarışan hayvanlardan birinin kazanmasına bağlanan talih oyunu.
    müştereken * Ortaklaşa, birlikte, el birliğiyle.
    Müşteri * Erendiz, Jüpiter.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 84

    müşteri * Alıcı, hizmet gören ve karşılığında ücret ödeyen kimse.
    müşteri hizmeti * Müşteriye verilen hizmet.
    müt’a * Geçici kazanç.
    * Geçici olarak yapılan nikâh.
    müt’a nikâhı * Bazıyerlerde kadına verilen para karşılığında yapılan geçici nikâh, evlenme.
    mütalâa * Okuma, ders çalışma.
    * İrdeleme, müzakere, görüş, etüt.
    * Düşünce, oy.
    mütalâa etmek * okumak.
    * üzerinde düşünmek, iyice incelemek.
    mütalâada bulunmak * görüşveya düşünce ileri sürmek.
    mütareke * Savaşan tarafların ateşi belli bir süre için kesmesi, ateşkes, bırakışma.
    müteaddit * Çok, birçok.
    müteaffin * Kokuşuk, pis kokulu.
    müteahhit * Başkasıyla ilgili bir işi yapmayıüzerine alan kimse, üstenci.
    müteahhitlik * Üstencilik.
    müteakiben * Sonra, arkadan, ardısıra.
    müteakip * Arkadan gelen, ardısonra gelen.
    * Sonra.
    mütealiye * Deneyüstücülük, transandantalizm.
    müteallik * İlişkin, ilgili.
    müteammim * Yaygın duruma gelmiş, genelleşmiş.
    mütearife * Aksiyom, belit.
    mütebahhir * Geniş, derin bilgisi olan.
    mütebaki * Geri kalan, kalan.
    mütebasbıs * Yaltak, yaltaklanan, yaltakçı.
    mütebeddil * Değişen.
    * Kararsız.
    mütebessim * Gülümseyen, güleç.
    mütecanis * Bağdaşık, homojen.
    mütecasir * Yeltenen, cüret eden.
    mütecaviz * Saldırgan, saldırıcı, sataşkan.
    * …-den çok…. -i aşan.
    mütecessis * Gizliyi arayan, gizliyi gözetleyen.
    mütedair * Ait, için, dolayı, üzerine, … ile ilgili.
    mütedavil * Tedavülde bulunan, elden ele gezen.
    mütedavil sermaye * Bkz. döner sermaye.
    mütedeyyin * Dindar.
    * Belli bir dini kabul etmiş.
    müteessif * Üzülen, acınan, yerinen, esef eden.
    müteessif olmak * üzülmek, acınmak, yerinmek, esef etmek.
    müteessir * Üzülmüş, üzüntülü.
    * Etkilenmiş.
    müteessir olmak * üzülmek.
    * etkilenmek.
    mütefekkir * Düşünür.
    mütefennin * Fen bilgini.
    müteferrik * Ayrılmış, dağınık.
    müteferrika * Küçük giderler için ayrılan para.
    * Güvenlik kuruluşlarında şüpheli kimselerin ilgili yerlere gönderilmek için geçici olarak barındırıldıkları
    bölüm.
    * Padişah, vezir ve daha başka devlet büyüklerinin yanında, türlü hizmetlerde çalışan kimse.
    mütegallibe * Zorba, zorba takımı.
    mütehakkim * Hâkim olan, hükmeden.
    * Zorbalık eden, hükmünü zorla yürüten.
    mütehammil * Dayanıklı görünümlü.
    müteharrik * Yer değiştirebilen, oynar, devingen, hareketli.
    * İşleyen, çalışan.
    mütehassıs * Uzman.
    mütehassıslık * Uzmanlık.
    mütehassis * Duygulanmış.
    mütehassis etmek * bir kimseyi duygulandırmak.
    mütehassis olmak * herhangi bir sebeple duygulanmak.
    mütehavvil * Değişken, kararsız.
    mütehayyir * Şaşmış, şaşırmışolan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 78

    mültezim * Kesenekçi, kesimci.
    mültipleks * Aynızamanda, aynıhat üzerinde birçok iletişim sağlayan veya bu özellikte olan (alet).
    mümanaat * Engel olmak, karşıkoymak.
    mümanaat etmek * karşıkoymak, engel olmak.
    mümarese * Alışma, yatkınlık, el yatkınlığı.
    mümas * Dokunan, temas eden.
    * Teğet.
    mümasil * Benzeyen, andıran.
    mümbit * Verimli, bitek.
    mümessil * Temsilci.
    mümessillik * Temsilcilik.
    mümeyyiz * İyiyi, kötüyü, doğru ve yanlışıayıran, seçen.
    * Ayırtman.
    * Yazıları beyaz kâğıda temize çeken kimse.
    mümeyyizlik * Ayırtmanlık.
    * Mümeyyizin görevi.
    mümin * İnanan, inançlı, imanlı, mutekit.
    * Müslüman.
    müminlik * Mümin olma durumu.
    mümkün * Muhtemel, olabilir, olası.
    mümkün mertebe * Olabildiğince, yapabildiği kadar.
    mümkün olmak * imkân bulunmak.
    mümtaz * Seçkin.
    mümteni * Bir şeyi yapmaktan çekinen, kaçınan.
    * Olamaz, olmayacak.
    münacat * Tanrı’ya yakarma, yakarış.
    * Divan edebiyatında Tanrı’yıöven şiir türü veya şiirin bir bölümü.
    münadi * Kamuya duyurulmak istenilen şeyleri yüksek sesle haber vermeyi işedinmişolan kimse.
    münafık * Arabozan, bölücü, karıştırıcı, fesatçı, müfsit.
    münafıklık * Arabozanlık.
    münakalât * Ulaştırma.
    münakale * Ulaşım.
    * Bir şeyi bir yerden bir yere aktarma.
    münakasa * Eksiltme.
    münakaşa * Tartışma.
    münakaşa etmek * tartışmak.
    münakaşa götürmemek * tartışmaya yer vermeyecek biçimde kesin olmak.
    münakaşalı * Münakaşası olan, içinde veya üzerinde münakaşa edilen.
    münasebat * İlgiler, ilişkiler.
    münasebet * İlişik, ilişki, ilinti.
    * İki şey arasındaki uygunluk.
    * Sebep, vesile, gerekçe, neden.
    münasebet almak (veya almamak) * uygun düşmek (veya uygun olmamak, yakışıksız olmak).
    münasebet düşmek * uygun bir durum ortaya çıkmak.
    münasebet kurmak * iki şey arasında ilişki bulmak, yakınlık görmek.
    münasebete girmek * tanışma yolu açmak, ilişki kurmak.
    * cinsel yaklaşımda bulunmak.
    münasebeti düşmek * sırası gelmek.
    münasebetini getirmek * sırasını getirmek.
    münasebetiyle * Dolayısıyla, sebebiyle, itibarıyla, ilgisinden dolayı.
    münasebetli * İlişiği olan, ilişkili.
    * Uygun, yakışık alan.
    münasebetli münasebetsiz * Yakışık alsın almasın, yerli yersiz.
    münasebetsiz * Uygun olmayan, yakışıksız, çirkin.
    * Ters, aksi.
    * Yakışıksız işgören, sıra, saygı gözetmeyen (kimse).
    münasebetsizlik * Münasebetsiz olma durumu veya münasebetsiz davranış, saygısızlık.
    münasebette bulunmak * ilişkisi olmak.
    * ilişki kurmak.
    * cinsel ilişkiyi gerçekleştirmek.
    münasip * Uygun, yerinde.
    * Beğenilen, hoşa giden, uygun.
    münasip bulmak * uygun olduğunu, yerinde görüldüğünü kabul etmek.
    münasip görmek * uygun ve yerinde bulmak.
    münavebe * Nöbetleşme, keşikleme.
    münavebe ile * nöbetleşe, nöbetle, sıra ile.
    münazaa * Ağız kavgası, çekişme, münakaşa.
    * İki taraf arasındaki kavga, düşmanlık.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 79

    münazara * Bir konu üzerinde, belli kural ve yöntemlere uyularak yapılan tartışma.
    * Divan edebiyatında zıt varlıklar ve kavramlar arasındaki karşıtlığı anlatan yazıtürü.
    müncer * Bir yana doğru çekilip sürüklenen.
    müncer olmak * …-e dökülmek, -e varmak.
    mündemiç * Bir şeyin içinde var olan, bulunan, saklı olan.
    * İçkin.
    mündericat * İçindekiler.
    münderiç * Bir şeyin içinde yer almış.
    münebbih * Uyarıcı.
    müneccim * Yıldızların durum ve hareketlerinden anlam çıkaran kimse, yıldız falcısı, astrolog.
    * Gök bilimci, astronom.
    müneccimbaşı * Saray hizmetinde bulunan bilginlerden gök bilimiyle uğraşanlara verilen unvan.
    müneccimlik * Yıldız falcılığı, astroloji.
    * Müneccimin makamı.
    münekkit * Eleştirmen, eleştirici, eleştirmeci.
    münekkitlik * Eleştirmenlik, eleştirmecilik.
    münevver * Aydın.
    * Aydınlatılmış.
    münezzeh * Temiz, arı; uzak.
    münfail * Gücenmiş, alınmış, kırgın.
    * Edilgin.
    münferiden * Tek başına, yalnız olarak.
    münferit * Tek, ayrı, kendi başına olan şey.
    münfesih * Bozulmuş, dağılmış, feshedilmiş.
    münhal * Boşolan, açık bulunan (memuriyet vb.), boş, açık.
    * Erir, eriyebilen, çözülen.
    münhani * Eğri.
    münharif * Bir tarafa sapmış, doğruluğunu yitirmiş.
    münhasır * Bir kimse veya bir şey için ayrılmış, mahsus.
    * Sınırlanmış, sınırlı.
    münhasıran * Yalnız, özellikle.
    münhat * İngin, alçak.
    münhezim * Bozguna uğramış, bozulmuş, yenilmiş.
    münkesir * Kırılmış, kırık.
    * Kırgın, gücenmiş.
    münkir * İnkâr eden, kabul etmeyen.
    * Tanrı’nın varlığına inanmayan.
    münşeat * Sanatlıdüz yazıveya mektupların toplandığıdergi.
    * Kaleme alınmış, yazılmışşeyler.
    münşi * Mektup türünde usta ve başarılı olan, inşası güçlü (kimse).
    müntahabat * Seçmeler.
    müntahap * Seçilmiş, seçme.
    müntahip * Seçmen.
    münteha * Son.
    * Sona ermiş, bitmiş.
    müntehir * Kendini öldüren, intihar eden.
    müntesip * Bir yere, birine bağlanmış, kapılanmış, intisap etmişolan.
    * İlgisi bulunan, ilgili.
    münteşir * Yaygın, yayılmış.
    * (gazete, dergi vb. için) Yayımlanan, yayımlanmışolan.
    münzevi * Topluluktan kaçan, yalnız başına kalmayıseven.
    müphem * Belirsiz.
    * Açık ve seçik olmadan.
    müphemiyet * Belirsizlik.
    müphemlik * Belirsiz olma durumu.
    müptedi * Bir şey öğrenmeye yeni başlayan, başlayıcı.
    müptelâ * Kötü alışkanlıkları olan, düşkün; meraklı.
    * Tutulmuş.
    * Âşık, vurgun.
    müptelâ olmak * alışmak, düşkün olmak, tutulmak.
    müptezel * Saygınlığınıyitirmiş.
    * Çokluğundan dolayıdeğerini yitiren, değersiz.
    müracaat * Başvuru.
    * Danışma.
    * Herhangi bir eserden yararlanma.
    müracaat etmek (veya müracatta bulunmak) * başvurmak.
    müracaatçı * Başvurucu.
    müradif * Anlamdaş, eşanlamlı.
    mürai * İkiyüzlü.
    mürailik * İkiyüzlülük.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 80

    mürdesenk * Doğal kurşun oksit, PbO.
    mürdüm * Mürdüm eriği.
    mürdüm eriği * Reçeli veya hoşafıyapılan bir cins küçük ve kara erik.
    mürdümük * Baklagillerden, yazın ekilen bir yıllık otsu bir bitki (Hyrus sativus).
    mürebbi * Eğitici.
    mürebbiye * Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımıverilmişolan kadın.
    mürebbiyelik * Mürebbiye olma durumu.
    * Mürebbiyenin görevi.
    müreccah * Bir başkasından daha çok beğenilip tercih edilen, üstün görülen, yeğ, yeğrek.
    müreffeh * Refah ve varlık içinde yaşayan, gönençli.
    müreffehen * Gönençle, sıkıntısız bir biçimde, bolluk içinde.
    mürekkebi kurumadan bozmak * karar, sözleşme, anlaşmayıyazılmasından çok kısa süre sonra bozmak.
    mürekkep * Yazıyazmak, desen çizmek veya basmak için kullanılan, türlü renklerde sıvımadde.
    mürekkep * Birleşmiş, birleşik.
    * -den oluşmuş, -den olma.
    mürekkep balığı * Kafadan bacaklılardan, ılıman ve sıcak denizlerde yaşayan, eti yenen, kendini korumak için siyah renkli bir
    sıvısalarak suyu bulandıran bir yumuşakça, supya (Sepia officinalis).
    mürekkep olmak * …den oluşmak.
    mürekkep yalamak * öğrenim görmek.
    mürekkep yalamış * öğrenim görmüş, kültürlü.
    mürekkepçi * Mürekkep (I) yapan veya satan kimse.
    mürekkepleme * Mürekkeplemek işi.
    mürekkeplemek * Mürekkep sürmek, mürekkep dökerek veya damlatarak bir yüzeyi lekelemek.
    mürekkeplenme * Mürekkeplenmek işi.
    mürekkeplenmek * Mürekkep sürülmek, dökülmek veya damlatılmak.
    mürekkepli * Mürekkep sürülmüş, dökülmüşveya damlatılmışolan.
    * İçine mürekkep konularak kullanılan.
    mürettebat * Gemi, uçak gibi taşıtlarda iş başındaki görevli olan kişiler.
    mürettep * Dizilmiş, dizili.
    * Gizli bir amaçla düzenlenmiş, yapılmış(iş).
    * Sonradan düzenlenmiş, derlenmiş.
    mürettip * Düzenleyen, hazırlayan, sıraya koyan.
    * (basım evinde) Dizgici.
    mürettiphane * Bir basım evinde dizgicilerin çalıştığı bölüm.
    mürettiplik * Dizgicilik.
    mürevviç * Bir düşüncenin taraftarıveya yayıcısı.
    mürit * Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarınıöğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse.
    müritlik * Mürit olma durumu.
    mürşit * Doğru yolu gösteren, kılavuz.
    * Müritlerine tasavvufu öğreten, sırlarıve gerçekleri gösteren tarikat şeyhi.
    mürt * Ölmüş, gebermiş(hayvan).
    mürt olmak * ölmek, gebermek.
    mürteci * Yeni düzene karşıdirenen gerici.
    mürtefi * Yükselen, yüksek bir yere çıkmışolan.
    * Yüksek, yüce.
    mürtekip * (para, kazanç karşılığı olarak) Kötü, uygunsuz işler çeviren.
    * Rüşvet yiyen, yiyici.
    mürtesem * İz düşüm, projeksiyon.
    mürtet * Müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçmişolan (kimse).
    mürur * Geçme, bir taraftan girip diğer taraftan çıkma.
    * Geçip gitme, sona erme.
    müruriye * Geçmelik.
    müruruzaman * Süre aşımı, zaman aşımı.
    mürüvvet * Bir ailede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri gibi olaylardan duyulan mutluluk,
    sevinç.
    * Yiğitlik, mertlik.
    * İyilikseverlik, cömertlik.
    mürüvvetini görmek * (anne, baba için) çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak.
    mürüvvetli * İnsanlığı olan, iyiliksever, insaniyetli.
    mürüvvetsiz * İnsanlığı olmayan, insaniyetsiz.
    mürver * Hanımeligillerden, yapraklarıkarşılıklı, demet durumundaki beyaz çiçeklerinden hekimlikte yararlanılan,
    meyvesi zeytine benzer bir ağaççık (Sambucus nigra).
    müsaade * İzin, icazet, ruhsat.
    * Elverişli, uygun olma durumu.
    müsaade etmek (veya buyurmak) * izin vermek.
    * geçişiçin yol vermek, yol açmak.
    * elverişli, uygun olmak.
    müsabaka * Yarış, yarışma, karşılaşma.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 77

    mükemmel * Eksiksiz, kusursuz, tam yetkin.
    mükemmelen * Eksiksiz, kusursuz olarak.
    mükemmeliyet * Mükemmellik.
    mükemmellik * Eksiksiz, kusursuz, tam, yetkin olma.
    mükerrer * Tekrarlanmış, yenilenmiş.
    mükerreren * Tekrarlanarak, tekrar edilmişolarak.
    mükevvenat * Yaratıkların bütünü.
    mükeyyifat * Keyif verici, uyuşturucu maddeler.
    mükrim * İkram eden, konuksever, ikramcı, ağırlayan.
    müktesebat * Edinilen, kazanılan bilgiler.
    müktesep * Kazanılmış, edinilmiş.
    mülâhaza * Düşünce.
    mülâhaza yapmak * düşünmek.
    mülâhazat * Düşünceler.
    mülâhazat hanesi * Bir şey hakkındaki düşüncelerin yazıldığıyer.
    mülâhazat hanesini açık bırakmak * bir kimse hakkında kesin bir kanıya varamayarak zamanla ortaya çıkacak gelişmeleri beklemek.
    mülâhham * Şişman.
    mülâkat * Buluşma, görüşme.
    * Röportaj.
    * Bir işe alınacak kişiler arasından seçim yapabilmek amacıyla kendileriyle karşılıklıkonuşma, görüşme.
    mülâkat vermek * (belli bir konuda) konuşmak, demeç vermek.
    mülâkat yapmak * bir kimsenin bir konu veya sorunla ilgili görüşlerini almak.
    mülâki * Buluşan, kavuşan, görüşen.
    mülâki olmak * buluşmak, kavuşmak, görüşmek.
    mülâyemet * Yumuşak huyluluk, uysallık.
    * Bağırsakların yumuşaklığı.
    mülâyim * Uygun, hoşgörülebilir.
    * Yumuşak huylu.
    * Pekliği olmayan.
    mülâyimlik * Mülâyim olma durumu.
    mülâzım * Bir işe girmek için bir süre parasız olarak o işe devam eden.
    * Teğmen.
    mülemma * Alaca renkli, renk renk.
    * Mısralarından her biri başka dille yazılmışşiir.
    * Bulaşmış, sıvanmış.
    mülevven * Renk renk, renkli.
    mülevves * Kirli, pis.
    * Karışık, düzensiz.
    müleyyin * Yumuşaklık veren, yumuşatıcı.
    * Bağırsakları boşaltan, dışkının dışarıçıkmasınıkolaylaştıran ilâç.
    mülga * Varlığıkaldırılan, kapatılan.
    mülhak * Bir bütüne sonradan katılmışolan, eklenmiş.
    * Bir asker karargâhında subay yardımcısı.
    mülhak bütçe * Bkz. katma bütçesi.
    mülhakat * Bir bütüne katılanlar, ekler.
    * Bir merkeze bağlı olan yerler.
    mülhem * İçe doğmuş, birinin içine doğmuş, esinlenmiş.
    mülhem olmak * esinlenmek.
    mülhit * Tanrısız.
    * Doğru yoldan çıkmış.
    mülk * Ev, dükkân, arazi gibi taşınmaz mal.
    * Devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke.
    * Vakıf olmayıp doğrudan doğruya birinin malı olan yer veya yapı.
    mülkî * Bir ülkeyle ilgili olan.
    * Ülke yönetimine ilişkin.
    * Asker sınıfıdışında kalan.
    mülkî idare * Yerel yönetim.
    mülkî idare amiri * Yerel yönetimlerde en yüksek devlet memuru.
    mülkiye * Asker olmayanlar sınıfı.
    * Siyasal bilgiler okulu.
    mülkiye idadîsi * İdarecilik öğrenimi yapılan okul, lise.
    mülkiye mektebi * Siyasal Bilgiler Fakültesinin eski adı.
    mülkiye memuru * Sivil devlet görevlisi.
    mülkiye müfettişi * Sivil devlet müfettişi.
    mülkiyeli * Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi veya bu fakülteyi bitirmişkişi.
    mülkiyet * İyelik.
    mülteci * Başka bir ülkeye veya yere sığınmışolan kimse, sığınık.
    mültefit * Güler yüz gösteren, hoşdavranan.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 71

    mutezile * Kaderi inkâr ederek “kul, ettiklerinin yaratıcısıdır” diyen ve Tanrı’nın sıfatlarıkonusunda sünnet ehlinden
    ayrılan bir Müslüman felsefesi.
    mutfak * Yemek pişirilen yer.
    * Yiyecekleri hazırlama sanatı.
    mutfak dolabı * Mutfak aletlerinin yerleştirilmesi için yaptırılan özel dolap.
    mutfak havalandırması * Mutfaklara yerleştirilen havalandırma sistemi.
    mutfak havlusu * Mutfakta kullanılan havlu, el bezi.
    mutfak merdiveni * Mutfak ile dışavluyu birbirine bağlayan merdiven.
    muti * Yumuşak başlı, itaat eden.
    mutlak * Salt.
    * Saltık.
    * Kesin olarak, mutlaka.
    mutlak değer * Bkz. salt değer.
    mutlak mera * Üzerinde kendiliğinden gelişen ve otlatmaya elverişli bir bitki örtüsü taşıyan mera.
    mutlak nem * Bkz. salt nem.
    mutlak sıcaklık * Bkz. salt sıcaklık.
    mutlak sıfır * Bkz. salt sıfır.
    mutlaka * Kaçınılmaz bir biçimde, her hâlde, ne olursa olsun.
    * Kesinlikle, mutlak.
    mutlakçı * Saltçılık yanlısı olan.
    mutlakçılık * Saltçılık.
    mutlakiyet * Saltçılık.
    mutlandırma * Mutlandırmak işi.
    mutlandırmak * Mutlanmasına yol açmak, mutlanmasını sağlamak.
    mutlanma * Mutlanmak işi.
    mutlanmak * Mutlu olmak.
    mutlu * Mutluluğa erişmişolan, ongun, mes’ut.
    * Mutluluk veren.
    mutlu etmek * mutluluk vermek, bahtiyar etmek.
    mutlu olmak * mutluluk duymak, bahtiyar olmak.
    mutluca * Mutlu olmaya yakın.
    mutlulandırma * Mutlulandırmak işi.
    mutlulandırmak * Mutlanmasına yol açmak, mutlanmasını sağlamak.
    mutlulanma * Mutlulanmak işi.
    mutlulanmak * Mutlu bir duruma gelmek, mutlanmak.
    mutluluk * Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet.
    mutluluk çubuğu * İktidarsızlık sorunu bulunanlara sağlıklıcinsel yaşantı için özel olarak takılan yapay organ.
    mutmain * İnanmış, gönlü kanmış, emin olan.
    mutmain olmak * inanmak, günlü kanmak.
    mutsuz * Mutlu olmayan, bedbaht.
    mutsuzlaşma * Mutsuzlaşmak işi.
    mutsuzlaşmak * Mutsuz duruma gelmek.
    mutsuzluk * Mutsuz olma durumu, bedbahtlık.
    muttali * Öğrenmiş, haber almış, bilgi edinmiş.
    muttali olmak * bir durumdan haberi olmak, bir durum üzerine bilgi edinmek.
    muttarit * Düzenli, tek düze.
    muttasıf * Nitelenmiş, nitelikli, vasıflı.
    muttasıl * Bitişik, yan yana olan.
    * Aralık vermeden, aralıksız, hiç durmadan, biteviye.
    muvacehe * Yüzleşme, yüz yüze gelme.
    muvacehesinde * (bir durum) Karşısında, yüzüne karşı.
    muvafakat * Uygun görme, onama, kabul etme.
    muvafakat etmek * uygun görmek, onaylamak, kabul etmek.
    muvaffak * Başarmış, başarılı(kimse).
    * Başarılmış, başarılı(iş).
    muvaffak olmak * başarmak, başarılı olmak; becermek.
    muvaffakiyet * Başarı.
    muvaffakiyetli * Başarılı.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 72

    muvaffakiyetsiz * Başarısız.
    muvaffakiyetsizlik * Başarısızlık.
    muvafık * Uygun.
    muvafık bulma(ma)k * uygun görme(me)k, kabul etme(me)k.
    muvafık olmak * uygun düşmek, kabul edilebilir olmak.
    muvahhit * Tanrı’nın birliğine inanan.
    muvakkat * Belirli bir zaman süren, sürekli olmayan, geçici, palyatif.
    muvakkaten * Az bir zaman süresince, geçici olarak, eğreti olarak.
    muvakkit * Güneşe bakarak namaz vakitlerini bildiren kimse.
    muvakkithane * Genellikle büyük camilerin yanında bulunan ve zamanıayarlayan oda.
    muvasala * Gidip gelme imkânı, ulaşım, erişim.
    muvasalat * Bir yere ulaşma, varma.
    muvasalat etmek * varmak, ulaşmak.
    muvaşşah * Akrostiş.
    muvazaa * Danışık, danışıklık.
    muvazaalı * Danışıklı.
    muvazat * Koşutluk, paralellik.
    muvazene * Denge.
    * Dengelemek.
    muvazeneli * Dengeli, ölçülü.
    * Davranışlarıölçülü olan.
    muvazenesiz * Dengesiz, ölsüsüz.
    * Ne yaptığını bilmeyen, bir sözü bir sözünü, bir davranışı bir başka davranışınıtutmayan.
    muvazenesizlik * Dengesizlik, ölçüsüzlük.
    muvazi * Koşut, paralel.
    muvazzaf * Bir görev ve hizmetle yükümlü olan (kimse).
    * SilâhlıKuvvetlerde çalışan meslekten subay ve astsubaylarla askerlik hizmetini yapan erler.
    muvazzaf hizmet * Askerlik çağına girince erkeklerin yapmakla yükümlü bulunduklarıaskerlik görevi.
    muvazzaf subay * Mesleği askerlik olan subay.
    muvazzaflık * Muvazzaf olma durumu.
    muylu * Başka bir parça için dönme ekseni görevini yapan, silindir biçiminde parça.
    * Bir milin yatağında dönmesini sağlayan bölüm.
    * Bir top namlusunun iki yanına tutturulan millere verilen ad.
    muylu yatağı * Top kundağının yanlarında bulunan, silâh muyluların geçmesi için açılmışdelikli bölüm.
    muymul * Atmaca ve doğana benzeyen bir tür yırtıcıkuş.
    muz * Muzgillerden, sıcak bölgelerde yetişen, bir çenekli, çok yıllık bir bitki (Musa sapientum).
    * Bu bitkinin kendine özgü hoşkokulu, tatlı, besleyici, kalın kabuklu, uzun meyvesi.
    -muz * -mız / -miz.
    muzaffer * Üstünlük elde etmiş, zafer kazanmış, yenmiş, utkulu.
    * Zafer kazanmış, üstünlük elde etmişkimse veya ulus.
    muzaffer olmak * üstün gelmek, yenmek, zafer kazanmak.
    muzafferane * Üstün bir biçimde, zafer kazanmışa yaraşır biçimde.
    muzafferiyet * Üstün gelme, üstünlük, zafer kazanma.
    muzaheret * Destekleme, yardım etme, arka çıkma.
    muzahir * Destekleyen, yardım eden, arka çıkan.
    muzgiller * Sıcak bölgelerde yetişen, özellikle muzları içine alan bir çenekliler familyası.
    muzır * Sağlığı bozan, zararıdokunan, zararlı.
    * Yaramaz, cinsel gelişmeye zararlı.
    * (çocuk için) Her şeyi bozan, karıştıran.
    muzırlaşma * Muzırlaşmak işi veya durumu.
    muzırlaşmak * Muzır duruma gelmek.
    muzırlık * Zararlı olma, zararlı işveya davranışlarda bulunma durumu.
    * (çocuk için) Zarar verici yaramazlıklar.
    muzip * Şaka etmekten hoşlanan, takılgan.
    muzipçe * Muzibe yakışır biçimde, muzip gibi.
    muzipleşme * Muzipleşmek işi.
    muzipleşmek * Takılgan davranışta bulunmak.
    muzipliğine uğramak * aldatılmak, şakaya hedef olmak.
    muziplik * Takılganlık, yaramazlık.
    muziplik etmek * bir kimseye şaka yollu sözler söylemek.
    muzlim * Karanlık.
    * Gizli, belirsiz.
  • Türkçe Sözlük M Sayfa 73

    muzmahil * Çökmüş, çöküntüye uğramış.
    muztar * Bir işi yapmak zorunda kalan, zorunlu.
    muztar kalmak * zorunda kalmak.
    * Bkz. mı/ mi.
    mübadele * Değiş, değiştokuş.
    mübadele etmek * değiştokuşetmek.
    mübadil * Başkasının yerine getirilmiş, mübadele edilmiş.
    * Lozan antlaşmasına göre, Türkiye’de, İstanbul dışında oturan Rumlarla değiştirilerek BatıTrakya dışındaki
    Yunanistan’dan getirilen Türklere verilen ad.
    mübahase * Konuşma.
    mübalâğa * Abartma, abartı.
    mübalâğa etmek * abartmak.
    mübalâğacı * Abartıcı.
    mübalâğacılık * Abartıcılık.
    mübalâğalı * Abartılı.
    mübalâğasız * Abartısız.
    mübarek * Verimli, bereketli.
    * Kutlu, uğurlu, kutsal.
    * Beğenilen, sevilen şeyler için söylenir.
    * Kızılan, şaşılan kimse veya şeyler için alay yollu kullanılır.
    * Çok saygıduyulan.
    mübarek ay * Dinî bakımdan kutsal sayılan, özelliği veya önemi olduğuna inanılan ay.
    mübarek gün * Dinî bakımdan özelliği ve önemi olan gün (günler).
    mübarek olsun! * “hayırlı, uğurlu olsun” anlamında bir kutlama sözü.
    mübarek otu * Birleşikgillerden, sarıçiçekli, bir yıllk ve otsu bir bitki (Cnicus benedictus).
    mübareze * İki düşman taraftan çıkan birer kişinin çarpışması.
    mübaşeret * Bir işe başlama, girişme.
    mübaşir * Mahkemede duruşmaya girecekleri ve tanıklarıçağıran, yargıcın emirlerini bildiren, kâğıtları getirip götüren
    görevli, çağrıcı.
    mübaşirlik * Mübaşir olma durumu.
    * Mübaşirin görevi.
    mübayenet * Ayrılık, başkalık.
    * Tutmazlık, karşıtlık, uyuşmazlık.
    mübeşşir * Muştu veren, müjde getiren (kimse).
    mübeyyiz * (yazıları) Temize çeken kimse.
    mübrem * Çok gerekli olan, kaçınılmaz, vazgeçilmez.
    mücadele * İki taraf arasında, birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için yapılan zorlu çalışma, savaş.
    * Herhangi bir amaca erişmek veya bir kuvvete karşıkoyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli
    çabası, savaşım.
    * Hasmınıyere sermek için göğüs göğüse yapılan çarpışma.
    mücadele etmek * uğraşmak, savaşmak, çatışmak.
    mücadele vermek * savaşvermek, mücadele etmek.
    mücadeleci * Mücadele etmeyi seven, savaşımcı.
    mücahit * Kutsal ülküler uğruna savaşan (kimse), alp eren.
    mücahitlik * Mücahit olma durumu.
    mücamaa * Cinsel ilişkide bulunma.
    mücavir * Yakın komşu.
    mücazat * İşlenen bir suçtan ötürü ceza verme.
    mücbir * Zorlayan, zorlayıcı.
    mücbir sebep * Herhangi bir kimse tarafından alınacak önlemlere karşı, önüne geçilmesi olanaksız, borcun yerine
    getirilmesine engel, borçlunun iradesi dışında beklenmedik olaylar.
    mücehhez * Donanmış.
    * Hazırlıklı, hazırlanmış.
    mücehhez olmak * taşımak, kendinde bulundurmak.
    mücellâ * Parlatılmış, parlak.
    mücellit * Ciltçi.
    mücellithane * Cilt evi.
    mücellitlik * Ciltçilik.
    mücerrep * Denenmiş, sınanmış.
    mücerret * Soyut.
    * Evlenmemiş, bekâr.
    * Yalın durum.
    * Soyut.
    * Yalnız, ancak.
    mücessem * Cisim durumunda olan.
    * (soyut kavramlar için) Somut bir varlıkta tam olarak belirmişolan.
    mücevher * Değerli süs eşyası.
    mücevher kutusu * Mücevherlerin saklandığıküçük kapalıkutu.
    mücevher mahfazası * Mücevher kutusu.