müzeyyen | * Süslenmiş, bezenmiş. |
müziç | * Bunaltıcı, tedirgin edici, sıkıcı. |
müzik | * Duygu, düşünce ve tek sesli veya çok sesli olarak anlatma sanatı, musiki. * Bu biçimde düzenlenmişseslerden oluşan eserlerin okunmasıveya çalınması. |
müzik bilimci | * Müzik bilimi alanında araştırmalar yapan bilgin veya uzman, müzikolog. |
müzik bilimi | * Müzik konularını, bilimsel yöntemlerle inceleyen bilim, müzikoloji. |
müzik corner | * Bkz. müzik köşesi. |
müzik dolabı | * Radyo, televizyon, teyp, pikap, video ve benzeri ses cihaz ve aksesuarlarıkoymaya yarayan mobilya. |
müzik köşesi | * Değişik müzik türlerinin bir mağazanın belli bir bölümünde veya köşesinde, plâk, kaset, uzunçalar vb. olarak satışa sunulduğu yer. |
müzik market | * Değişik müzik türlerinin plâk, kaset, uzunçalar vb. yollarla halka pazarlandığıyer. |
müzik odası | * Müzik dinlemeye ayrılmışyer. |
müzik salonu | * Müzik dinlenen genişsalon. |
müzikal | * Müzikle ilgili. * Müzik eşliğinde sergilenen film veya tiyatro oyunu. |
müzikalite | * Ahenkli, uyumlu olma. |
müzikçi | * Müzik eserleri yaratan, besteleyen veya besteleri çalan kimse, müzisyen. * Müzik öğretmeni. |
müzikçilik | * Müzikçi olma durumu. |
müzikhol | * Fon müziğinden yararlanılarak eğlenceli, fantezi oyunların oynandığıyer. |
müziklendirmek | * Müzik ile çeşitlemek, süslemek. |
müzikli | * (film ve oyun için) Bazı bölümlerinde müzikten de yararlanılan. |
müzikolog | * Müzik bilimci. |
müzikoloji | * Müzik bilimi. |
müziksever | * Müzik tutkusu olan, müziği seven (kimse). |
müziksiz | * Müziği olmayan. * Herhangi bir müzik parçasıçalınmayan. |
müzisyen | * Müzikçi, müzik sanatçısı. |
müzmin | * Uzun süreli, süreğen, kronik. * Ne kadar süreceği belli olmayan, uzun süreli olan, sürekli. |
müzminleşme | * Müzminleşmek işi, süreğenleşme. |
müzminleşmek | * Süreğenleşmek. |
müzminleştirme | * Müzminleştirmek işi veya durumu. |
müzminleştirmek | * Müzmin duruma getirmek. |
müzminlik | * Müzmin olma durumu. |
Mv | * Mendelevyum’un kısaltması. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 87
-
Türkçe Sözlük M Sayfa 81
müsabakaya girmek * yarışmak, yarışmaya katılmak. müsabık * Yarışmacı, yarışçı. müsademe * Silâhlı iki grup arasındaki kısa çatışma, çarpışma.
* Uğraşma.müsadere * İşlenen bir suç karşılığı olarak, suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki sahipliğine son
verilmesi ve bu sahipliğin bir başka kuruluşa devredilmesi.
* Tanzimat’tan önce herhangi bir kişiye ait mallara, padişah adına el konulması.müsadere etmek * bir şeye kanunî olarak el koymak. müsadif * Rastlayan. müsait * Uygun, elverişli.
* Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın).müsakkafat * Üzeri damla örtülmüşolan yapılar. müsamaha * Hoşgörü, tolerans.
* Görmezlikten gelme, göz yumma.müsamahakâr * Hoşgörülü davranan, toleranslı. müsamahakârlık * Hoşgörülük. müsamahalı * Hoşgörülü, toleranslı. müsamahasız * Hoşgörüsü olmayan. müsamahasızlık * Hoşgörüsüzlük, toleranssızlık. müsamere * Okullarda öğrencilerin sunduğu, programında koşuk, oyun, gibi gösterilenlerin yer aldığıeğlence.
* Çoğunlukla akşam toplantısı, akşam eğlencesi.müsavat * Eşitlik, denklik. müsavatçılık * Eşitçilik. müsavatsız * Eşit olmayan. müsavatsızlık * Eşitsizlik. müsavi * Eşit, denk. müsbet ilimler * Pozitif bilimler. müsebbip * Bir şeyin olmasına, yapılmasına sebep olan, yol açan (kimse veya şey). müseccel * Kütüğe geçirilmiş, tescil edilmiş, sicilli. müseddes * Altı gen.
* Divan edebiyatında her bendi altımısradan oluşmuşnazım biçimi.müsekkin * Yatıştırıcı. müsellem * İnkâr edilemeyen, karşıçıkılamayan, söz götürmez. müselles * Üçgen.
* Üç bölümden oluşan, üçlü.
* Kokteyl türünden karışık bir içki.
* Üç kere damıtılarak yapılmışözel bir şarap.müsellesat * Trigonometri. müsellim * OsmanlıDevletinde eyalet ve sancakta yönetimi elinde bulunduran kişilere verilen ad. müselsel * Birbirine bağlı olan, art arda zincirleme olarak gelen. müsemma * Ad verilmiş, adı olan. müsemmen * Sekiz bölümden oluşan, sekizli.
* Sekizer mısralı bentlerden oluşan şiir.müsevvit * Müsvedde yapan kimse, kâtip.
* Taslak yapan kimse.müshil * Bağırsaklarıçalıştırıp temizleyen, dışkının kolaylıkla dışarıatılmasınısağlayan ilâç. müskirat * Sarhoşeden şeyler, alkollü içkiler. Müslim * Müslüman. Müslüman * İslâm dininden olan kimse.
* Dine bağlı, dindar.
* Doğru, haktan ayrılmaz kimse.Müslüman adam * Doğruluktan ayrılmaz, dürüst, hakyemez adam. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak * Bkz. körler mahallesinde ayna satmak. Müslümanlaştırma * Muslümanlaştırmak işi, İslâmlaştırma. Müslümanlaştırmak * Bir topluluğu veya bir kimseyi İslâm dinine sokmak, İslâmlaştırmak. Müslümanlık * Hz.Muhammed’in yaydığıdin, İslâm dini, İslâmlık, İslâmiyet.
* Müslüman olma durumu.
* Müslüman topluluğu.müsmir * Yararlı, verimli.
* Sonuç veren.müspet * Olumlu.
* Pozitif.müspet ilimler * Pozitif bilimler. müsrif * Tutumsuz, savurgan. müsriflik * Tutumsuzluk, savurganlık, israf. müstacel * Acele yapılması gereken, ivedi, evgin. müstacelen * Çabuk olarak, ivedilikle. müstaceliyet * İvedilik. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 82
müstafi * Kendi isteğiyle işinden çekilmiş, istifa etmiş. müstağni * Elinde olanla yetinen, doygun.
* Nazlıdavranan.müstahak * Hak etmiş, hak kazanmış, lâyık.
* Bir kimsenin lâyık olduğu ödül veya ceza.müstahak olmak * hak kazanmak, lâyık olmak. müstahdem * Hizmette bulundurulan (kimse), hizmetli, odacı, hademe. müstahkem * Belirtilmiş, tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış. müstahkem mevki * Türlü savunma tesislerini kapsayan bölge. müstahsil * Üretici, yetiştirici. müstahzar * Kullanıma hazır duruma getirilmiş, hazırlanmış.
* Önceden hazırlanarak eczahanede bulundurulan hazır ilâç.müstahzarat * Eczahanelerde hazır olarak bulundurulan ilâçlar. müstait * Doğuştan yetenekli, kabiliyetli olan. müstakar * İstikrar bulmuş, durulmuş.
* Karar kılınan, yerleşilen yer.müstakbel * İleri bir tarihte beklenen, gelecek.
* Gelecek (zaman), istikbal.müstakil * Bağımsız.
* Kullanışyönünden başka bir yapı ile bağlantısı olmayan.
* Kullanışyönünden belli kişi veya kişiler için ayrılmışolan.müstakim * Doğru, doğruluktan şaşmayan.
* Doğrulu.müstamel * Kullanılmışolan.
* Yeni olmayan, eski.müstantik * Sorgu yargıcı. müstantiklik * Sorgu yargıçlığı. müstear * Eğreti olarak alınmış, takma.
* Klâsik Türk müziğinde bir makam.müstebat * Olacağısanılmayan, uzak görülen. müstebit * Hükmü altında bulunanlara söz hakkıve davranışözgürlüğü tanımayan, zorba, despot. müstebitlik * Müstebit olma durumu veya müstebitçe davranış, zorbalık, despotluk. müstecir * Kira karşılığında bir yeri tutan kimse, kiracı. müstefit * Yararlanma. müstefit etmek * yararlandırmak. müstefit olmak * yararlanmak, faydalanmak. müstehase * Fosil, taşıl. müstehcen * Açık saçık, edebe aykırı, yakışıksız. müstehcenleşme * Müstehcenleşmek işi veya durumu. müstehcenleşmek * Müstehcen duruma gelmek. müstehcenlik * Müstehcen olma durumu. müstehlik * Tüketici. müstehzi * Alaycı. müstekreh * İğrenç. müstelzim * Gerektiren.
* Gerekli olan, gereken.müstemirren * Ara vermeden, sürekli olarak. müstemleke * Sömürge. müstemlekeci * Sömürgeci. müstemlekecilik * Sömürgecilik. müsteniden * Dayanarak. müstenit * Dayanan, yaslanan. müstenkif * Oy vermekten veya bir karara katılmaktan çekinen, çekimser. müstensih * İstinsah eden, suret çıkaran kimse.
* (yazıları) Çoğaltma makinesi, teksir makinesi.müsterih * Bütün kaygılardan kurtulup gönlü rahata kavuşan, içi rahat olan. müsterih olmak * içi rahat olmak, kaygıdan kurtulmak. müstesna * Bir bütünün veya kuralın dışında olan, kural dışı, şaz.
* Benzerlerinden üstün olan, benzerleri az bulunan.
* Ayrıcalı, ayrıtutulan, ayrık.
* Dışındaki, ayrıtutularak, hariç.müsteşar * Kendisinden bilgi alınan, kendisine danışılan kimse.
* Bakanlıklarda, elçiliklerde bakan veya büyük elçiden sonra gelen en büyük yönetici.müsteşarlık * Müsteşar olma durumu.
* Müsteşarın görevi veya makamı.müsteşrik * Doğu bilimci, şarkiyatçı, oryantalist. müstevi * Her yeri aynıdüzeyde olan, düz.
* Düzlem. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 83
müstevli * Bir yeri istilâ eden, yönetimi altına alan (kimse, devlet, ordu vb.).
* Salgın.müstezat * Çoğalması istenilen, artmış.
* Her dizesine bir küçük dize eklenmişdivan edebiyatınazım türü.müsvedde * Yazıtaslağı, karalama.
* Bir şeyin kötü benzeri.müsvedde defteri * Karalama defteri. müsveddelik * Müsvedde yapmaya elverişli. müsveddelik kâğıt * Karalama için kullanılan kâğıt. -müş * Bkz. -mış/ miş. müşabehet * İki şey arasında benzerlik, benzeşlik. müşabih * Aralarında benzerlik olan, benzer, benzeş. müşahede * Görme.
* Gözlem.müşahede etmek * gözlemlemek. müşahhas * Somut, konkre. müşahit * Bir şeyi gören, gözleyici.
* Gözlemci.müşareket * Ortaklık, ortaklaşma. müşareket etmek * ortaklaşa çalışmak. müşareket fiili * İşteşfiili. müşarünileyh * (bir kimse için) Adı geçen, adıanılan kişi. müşavere * Danışma, danış. müşavir * Danışman. müşavirlik * Danışmanlık. müşebbeh * Bir şeyle arasında benzerlik bulunan, benzetilen. müşekkel * Biçim verilmiş.
* İri, gösterişli.müşerref * Onur verilerek yüceltilmiş. müşerref olmak * onurlanmak, onur kazanmak, şereflenmek. müşevveş * Belirsiz, karışık, düzensiz. müşevvik * Arzusunu çoğaltan, isteğini artıran.
* Ayartan, kışkırtan, önayak olan.müşfik * Sevecen, şefkatli. müşir * Mareşal. müşir * Yazı ile bildiren, haber veren.
* Gösterge.müşirlik * Mareşallik. müşkilât çıkarmak * yapmakta bulunduğu işi güçleştirecek durumlar yaratmak. müşkül * Güç, zor, çetin.
* Engel, güçlük, zorluk.müşkülât * Güçlük, güçlükler, zorluklar. müşkülât çekmek * zorluk, güçlük içinde kalmak. müşkülâtlı * Güçlüğü olan, zorluk içinde olan. müşküle * Bağbozumuna yakın bir zamanda yetişen, kalınca kabuklu, iri ve uzun taneli bir üzüm. müşkülleşme * Müşkülleşmek işi veya durumu. müşkülleşmek * Müşkül duruma girmek, güçleşmek, zorlaşmak. müşkülpesent * Güç beğenen, titiz. müşrik * Tanrı’ya ortak koşan. müştak * Başka bir kelime veya kökten türemiş, çıkmış.
* Türev.müştak * Özleyen, göreceği gelen. müştehi * Bir şey için çok istek gösteren, istekli.
* İştahlı.müşteki * Yakınan, sızlanan, şikâyetçi. müşteki olmak * yakınmak, şikâyetçi olmak. müştemilât * Herhangi bir yapıya göre ayrı bir işlevi bulunan bölüm veya yapı, eklentiler. müşterek * Ortak.
* Birlik.
* Ortaklaşa, el birliğiyle yapılan veya hazırlanan.müşterek bahis * At yarışlarında, en az iki koşuda yarışan hayvanlardan birinin kazanmasına bağlanan talih oyunu. müştereken * Ortaklaşa, birlikte, el birliğiyle. Müşteri * Erendiz, Jüpiter. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 84
müşteri * Alıcı, hizmet gören ve karşılığında ücret ödeyen kimse. müşteri hizmeti * Müşteriye verilen hizmet. müt’a * Geçici kazanç.
* Geçici olarak yapılan nikâh.müt’a nikâhı * Bazıyerlerde kadına verilen para karşılığında yapılan geçici nikâh, evlenme. mütalâa * Okuma, ders çalışma.
* İrdeleme, müzakere, görüş, etüt.
* Düşünce, oy.mütalâa etmek * okumak.
* üzerinde düşünmek, iyice incelemek.mütalâada bulunmak * görüşveya düşünce ileri sürmek. mütareke * Savaşan tarafların ateşi belli bir süre için kesmesi, ateşkes, bırakışma. müteaddit * Çok, birçok. müteaffin * Kokuşuk, pis kokulu. müteahhit * Başkasıyla ilgili bir işi yapmayıüzerine alan kimse, üstenci. müteahhitlik * Üstencilik. müteakiben * Sonra, arkadan, ardısıra. müteakip * Arkadan gelen, ardısonra gelen.
* Sonra.mütealiye * Deneyüstücülük, transandantalizm. müteallik * İlişkin, ilgili. müteammim * Yaygın duruma gelmiş, genelleşmiş. mütearife * Aksiyom, belit. mütebahhir * Geniş, derin bilgisi olan. mütebaki * Geri kalan, kalan. mütebasbıs * Yaltak, yaltaklanan, yaltakçı. mütebeddil * Değişen.
* Kararsız.mütebessim * Gülümseyen, güleç. mütecanis * Bağdaşık, homojen. mütecasir * Yeltenen, cüret eden. mütecaviz * Saldırgan, saldırıcı, sataşkan.
* …-den çok…. -i aşan.mütecessis * Gizliyi arayan, gizliyi gözetleyen. mütedair * Ait, için, dolayı, üzerine, … ile ilgili. mütedavil * Tedavülde bulunan, elden ele gezen. mütedavil sermaye * Bkz. döner sermaye. mütedeyyin * Dindar.
* Belli bir dini kabul etmiş.müteessif * Üzülen, acınan, yerinen, esef eden. müteessif olmak * üzülmek, acınmak, yerinmek, esef etmek. müteessir * Üzülmüş, üzüntülü.
* Etkilenmiş.müteessir olmak * üzülmek.
* etkilenmek.mütefekkir * Düşünür. mütefennin * Fen bilgini. müteferrik * Ayrılmış, dağınık. müteferrika * Küçük giderler için ayrılan para.
* Güvenlik kuruluşlarında şüpheli kimselerin ilgili yerlere gönderilmek için geçici olarak barındırıldıkları
bölüm.
* Padişah, vezir ve daha başka devlet büyüklerinin yanında, türlü hizmetlerde çalışan kimse.mütegallibe * Zorba, zorba takımı. mütehakkim * Hâkim olan, hükmeden.
* Zorbalık eden, hükmünü zorla yürüten.mütehammil * Dayanıklı görünümlü. müteharrik * Yer değiştirebilen, oynar, devingen, hareketli.
* İşleyen, çalışan.mütehassıs * Uzman. mütehassıslık * Uzmanlık. mütehassis * Duygulanmış. mütehassis etmek * bir kimseyi duygulandırmak. mütehassis olmak * herhangi bir sebeple duygulanmak. mütehavvil * Değişken, kararsız. mütehayyir * Şaşmış, şaşırmışolan. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 78
mültezim * Kesenekçi, kesimci. mültipleks * Aynızamanda, aynıhat üzerinde birçok iletişim sağlayan veya bu özellikte olan (alet). mümanaat * Engel olmak, karşıkoymak. mümanaat etmek * karşıkoymak, engel olmak. mümarese * Alışma, yatkınlık, el yatkınlığı. mümas * Dokunan, temas eden.
* Teğet.mümasil * Benzeyen, andıran. mümbit * Verimli, bitek. mümessil * Temsilci. mümessillik * Temsilcilik. mümeyyiz * İyiyi, kötüyü, doğru ve yanlışıayıran, seçen.
* Ayırtman.
* Yazıları beyaz kâğıda temize çeken kimse.mümeyyizlik * Ayırtmanlık.
* Mümeyyizin görevi.mümin * İnanan, inançlı, imanlı, mutekit.
* Müslüman.müminlik * Mümin olma durumu. mümkün * Muhtemel, olabilir, olası. mümkün mertebe * Olabildiğince, yapabildiği kadar. mümkün olmak * imkân bulunmak. mümtaz * Seçkin. mümteni * Bir şeyi yapmaktan çekinen, kaçınan.
* Olamaz, olmayacak.münacat * Tanrı’ya yakarma, yakarış.
* Divan edebiyatında Tanrı’yıöven şiir türü veya şiirin bir bölümü.münadi * Kamuya duyurulmak istenilen şeyleri yüksek sesle haber vermeyi işedinmişolan kimse. münafık * Arabozan, bölücü, karıştırıcı, fesatçı, müfsit. münafıklık * Arabozanlık. münakalât * Ulaştırma. münakale * Ulaşım.
* Bir şeyi bir yerden bir yere aktarma.münakasa * Eksiltme. münakaşa * Tartışma. münakaşa etmek * tartışmak. münakaşa götürmemek * tartışmaya yer vermeyecek biçimde kesin olmak. münakaşalı * Münakaşası olan, içinde veya üzerinde münakaşa edilen. münasebat * İlgiler, ilişkiler. münasebet * İlişik, ilişki, ilinti.
* İki şey arasındaki uygunluk.
* Sebep, vesile, gerekçe, neden.münasebet almak (veya almamak) * uygun düşmek (veya uygun olmamak, yakışıksız olmak). münasebet düşmek * uygun bir durum ortaya çıkmak. münasebet kurmak * iki şey arasında ilişki bulmak, yakınlık görmek. münasebete girmek * tanışma yolu açmak, ilişki kurmak.
* cinsel yaklaşımda bulunmak.münasebeti düşmek * sırası gelmek. münasebetini getirmek * sırasını getirmek. münasebetiyle * Dolayısıyla, sebebiyle, itibarıyla, ilgisinden dolayı. münasebetli * İlişiği olan, ilişkili.
* Uygun, yakışık alan.münasebetli münasebetsiz * Yakışık alsın almasın, yerli yersiz. münasebetsiz * Uygun olmayan, yakışıksız, çirkin.
* Ters, aksi.
* Yakışıksız işgören, sıra, saygı gözetmeyen (kimse).münasebetsizlik * Münasebetsiz olma durumu veya münasebetsiz davranış, saygısızlık. münasebette bulunmak * ilişkisi olmak.
* ilişki kurmak.
* cinsel ilişkiyi gerçekleştirmek.münasip * Uygun, yerinde.
* Beğenilen, hoşa giden, uygun.münasip bulmak * uygun olduğunu, yerinde görüldüğünü kabul etmek. münasip görmek * uygun ve yerinde bulmak. münavebe * Nöbetleşme, keşikleme. münavebe ile * nöbetleşe, nöbetle, sıra ile. münazaa * Ağız kavgası, çekişme, münakaşa.
* İki taraf arasındaki kavga, düşmanlık. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 79
münazara * Bir konu üzerinde, belli kural ve yöntemlere uyularak yapılan tartışma.
* Divan edebiyatında zıt varlıklar ve kavramlar arasındaki karşıtlığı anlatan yazıtürü.müncer * Bir yana doğru çekilip sürüklenen. müncer olmak * …-e dökülmek, -e varmak. mündemiç * Bir şeyin içinde var olan, bulunan, saklı olan.
* İçkin.mündericat * İçindekiler. münderiç * Bir şeyin içinde yer almış. münebbih * Uyarıcı. müneccim * Yıldızların durum ve hareketlerinden anlam çıkaran kimse, yıldız falcısı, astrolog.
* Gök bilimci, astronom.müneccimbaşı * Saray hizmetinde bulunan bilginlerden gök bilimiyle uğraşanlara verilen unvan. müneccimlik * Yıldız falcılığı, astroloji.
* Müneccimin makamı.münekkit * Eleştirmen, eleştirici, eleştirmeci. münekkitlik * Eleştirmenlik, eleştirmecilik. münevver * Aydın.
* Aydınlatılmış.münezzeh * Temiz, arı; uzak. münfail * Gücenmiş, alınmış, kırgın.
* Edilgin.münferiden * Tek başına, yalnız olarak. münferit * Tek, ayrı, kendi başına olan şey. münfesih * Bozulmuş, dağılmış, feshedilmiş. münhal * Boşolan, açık bulunan (memuriyet vb.), boş, açık.
* Erir, eriyebilen, çözülen.münhani * Eğri. münharif * Bir tarafa sapmış, doğruluğunu yitirmiş. münhasır * Bir kimse veya bir şey için ayrılmış, mahsus.
* Sınırlanmış, sınırlı.münhasıran * Yalnız, özellikle. münhat * İngin, alçak. münhezim * Bozguna uğramış, bozulmuş, yenilmiş. münkesir * Kırılmış, kırık.
* Kırgın, gücenmiş.münkir * İnkâr eden, kabul etmeyen.
* Tanrı’nın varlığına inanmayan.münşeat * Sanatlıdüz yazıveya mektupların toplandığıdergi.
* Kaleme alınmış, yazılmışşeyler.münşi * Mektup türünde usta ve başarılı olan, inşası güçlü (kimse). müntahabat * Seçmeler. müntahap * Seçilmiş, seçme. müntahip * Seçmen. münteha * Son.
* Sona ermiş, bitmiş.müntehir * Kendini öldüren, intihar eden. müntesip * Bir yere, birine bağlanmış, kapılanmış, intisap etmişolan.
* İlgisi bulunan, ilgili.münteşir * Yaygın, yayılmış.
* (gazete, dergi vb. için) Yayımlanan, yayımlanmışolan.münzevi * Topluluktan kaçan, yalnız başına kalmayıseven. müphem * Belirsiz.
* Açık ve seçik olmadan.müphemiyet * Belirsizlik. müphemlik * Belirsiz olma durumu. müptedi * Bir şey öğrenmeye yeni başlayan, başlayıcı. müptelâ * Kötü alışkanlıkları olan, düşkün; meraklı.
* Tutulmuş.
* Âşık, vurgun.müptelâ olmak * alışmak, düşkün olmak, tutulmak. müptezel * Saygınlığınıyitirmiş.
* Çokluğundan dolayıdeğerini yitiren, değersiz.müracaat * Başvuru.
* Danışma.
* Herhangi bir eserden yararlanma.müracaat etmek (veya müracatta bulunmak) * başvurmak. müracaatçı * Başvurucu. müradif * Anlamdaş, eşanlamlı. mürai * İkiyüzlü. mürailik * İkiyüzlülük. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 80
mürdesenk * Doğal kurşun oksit, PbO. mürdüm * Mürdüm eriği. mürdüm eriği * Reçeli veya hoşafıyapılan bir cins küçük ve kara erik. mürdümük * Baklagillerden, yazın ekilen bir yıllık otsu bir bitki (Hyrus sativus). mürebbi * Eğitici. mürebbiye * Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımıverilmişolan kadın. mürebbiyelik * Mürebbiye olma durumu.
* Mürebbiyenin görevi.müreccah * Bir başkasından daha çok beğenilip tercih edilen, üstün görülen, yeğ, yeğrek. müreffeh * Refah ve varlık içinde yaşayan, gönençli. müreffehen * Gönençle, sıkıntısız bir biçimde, bolluk içinde. mürekkebi kurumadan bozmak * karar, sözleşme, anlaşmayıyazılmasından çok kısa süre sonra bozmak. mürekkep * Yazıyazmak, desen çizmek veya basmak için kullanılan, türlü renklerde sıvımadde. mürekkep * Birleşmiş, birleşik.
* -den oluşmuş, -den olma.mürekkep balığı * Kafadan bacaklılardan, ılıman ve sıcak denizlerde yaşayan, eti yenen, kendini korumak için siyah renkli bir
sıvısalarak suyu bulandıran bir yumuşakça, supya (Sepia officinalis).mürekkep olmak * …den oluşmak. mürekkep yalamak * öğrenim görmek. mürekkep yalamış * öğrenim görmüş, kültürlü. mürekkepçi * Mürekkep (I) yapan veya satan kimse. mürekkepleme * Mürekkeplemek işi. mürekkeplemek * Mürekkep sürmek, mürekkep dökerek veya damlatarak bir yüzeyi lekelemek. mürekkeplenme * Mürekkeplenmek işi. mürekkeplenmek * Mürekkep sürülmek, dökülmek veya damlatılmak. mürekkepli * Mürekkep sürülmüş, dökülmüşveya damlatılmışolan.
* İçine mürekkep konularak kullanılan.mürettebat * Gemi, uçak gibi taşıtlarda iş başındaki görevli olan kişiler. mürettep * Dizilmiş, dizili.
* Gizli bir amaçla düzenlenmiş, yapılmış(iş).
* Sonradan düzenlenmiş, derlenmiş.mürettip * Düzenleyen, hazırlayan, sıraya koyan.
* (basım evinde) Dizgici.mürettiphane * Bir basım evinde dizgicilerin çalıştığı bölüm. mürettiplik * Dizgicilik. mürevviç * Bir düşüncenin taraftarıveya yayıcısı. mürit * Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarınıöğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse. müritlik * Mürit olma durumu. mürşit * Doğru yolu gösteren, kılavuz.
* Müritlerine tasavvufu öğreten, sırlarıve gerçekleri gösteren tarikat şeyhi.mürt * Ölmüş, gebermiş(hayvan). mürt olmak * ölmek, gebermek. mürteci * Yeni düzene karşıdirenen gerici. mürtefi * Yükselen, yüksek bir yere çıkmışolan.
* Yüksek, yüce.mürtekip * (para, kazanç karşılığı olarak) Kötü, uygunsuz işler çeviren.
* Rüşvet yiyen, yiyici.mürtesem * İz düşüm, projeksiyon. mürtet * Müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçmişolan (kimse). mürur * Geçme, bir taraftan girip diğer taraftan çıkma.
* Geçip gitme, sona erme.müruriye * Geçmelik. müruruzaman * Süre aşımı, zaman aşımı. mürüvvet * Bir ailede çocukların doğumu, sünneti, evliliği, iyi bir göreve geçmeleri gibi olaylardan duyulan mutluluk,
sevinç.
* Yiğitlik, mertlik.
* İyilikseverlik, cömertlik.mürüvvetini görmek * (anne, baba için) çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak. mürüvvetli * İnsanlığı olan, iyiliksever, insaniyetli. mürüvvetsiz * İnsanlığı olmayan, insaniyetsiz. mürver * Hanımeligillerden, yapraklarıkarşılıklı, demet durumundaki beyaz çiçeklerinden hekimlikte yararlanılan,
meyvesi zeytine benzer bir ağaççık (Sambucus nigra).müsaade * İzin, icazet, ruhsat.
* Elverişli, uygun olma durumu.müsaade etmek (veya buyurmak) * izin vermek.
* geçişiçin yol vermek, yol açmak.
* elverişli, uygun olmak.müsabaka * Yarış, yarışma, karşılaşma. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 77
mükemmel * Eksiksiz, kusursuz, tam yetkin. mükemmelen * Eksiksiz, kusursuz olarak. mükemmeliyet * Mükemmellik. mükemmellik * Eksiksiz, kusursuz, tam, yetkin olma. mükerrer * Tekrarlanmış, yenilenmiş. mükerreren * Tekrarlanarak, tekrar edilmişolarak. mükevvenat * Yaratıkların bütünü. mükeyyifat * Keyif verici, uyuşturucu maddeler. mükrim * İkram eden, konuksever, ikramcı, ağırlayan. müktesebat * Edinilen, kazanılan bilgiler. müktesep * Kazanılmış, edinilmiş. mülâhaza * Düşünce. mülâhaza yapmak * düşünmek. mülâhazat * Düşünceler. mülâhazat hanesi * Bir şey hakkındaki düşüncelerin yazıldığıyer. mülâhazat hanesini açık bırakmak * bir kimse hakkında kesin bir kanıya varamayarak zamanla ortaya çıkacak gelişmeleri beklemek. mülâhham * Şişman. mülâkat * Buluşma, görüşme.
* Röportaj.
* Bir işe alınacak kişiler arasından seçim yapabilmek amacıyla kendileriyle karşılıklıkonuşma, görüşme.mülâkat vermek * (belli bir konuda) konuşmak, demeç vermek. mülâkat yapmak * bir kimsenin bir konu veya sorunla ilgili görüşlerini almak. mülâki * Buluşan, kavuşan, görüşen. mülâki olmak * buluşmak, kavuşmak, görüşmek. mülâyemet * Yumuşak huyluluk, uysallık.
* Bağırsakların yumuşaklığı.mülâyim * Uygun, hoşgörülebilir.
* Yumuşak huylu.
* Pekliği olmayan.mülâyimlik * Mülâyim olma durumu. mülâzım * Bir işe girmek için bir süre parasız olarak o işe devam eden.
* Teğmen.mülemma * Alaca renkli, renk renk.
* Mısralarından her biri başka dille yazılmışşiir.
* Bulaşmış, sıvanmış.mülevven * Renk renk, renkli. mülevves * Kirli, pis.
* Karışık, düzensiz.müleyyin * Yumuşaklık veren, yumuşatıcı.
* Bağırsakları boşaltan, dışkının dışarıçıkmasınıkolaylaştıran ilâç.mülga * Varlığıkaldırılan, kapatılan. mülhak * Bir bütüne sonradan katılmışolan, eklenmiş.
* Bir asker karargâhında subay yardımcısı.mülhak bütçe * Bkz. katma bütçesi. mülhakat * Bir bütüne katılanlar, ekler.
* Bir merkeze bağlı olan yerler.mülhem * İçe doğmuş, birinin içine doğmuş, esinlenmiş. mülhem olmak * esinlenmek. mülhit * Tanrısız.
* Doğru yoldan çıkmış.mülk * Ev, dükkân, arazi gibi taşınmaz mal.
* Devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke.
* Vakıf olmayıp doğrudan doğruya birinin malı olan yer veya yapı.mülkî * Bir ülkeyle ilgili olan.
* Ülke yönetimine ilişkin.
* Asker sınıfıdışında kalan.mülkî idare * Yerel yönetim. mülkî idare amiri * Yerel yönetimlerde en yüksek devlet memuru. mülkiye * Asker olmayanlar sınıfı.
* Siyasal bilgiler okulu.mülkiye idadîsi * İdarecilik öğrenimi yapılan okul, lise. mülkiye mektebi * Siyasal Bilgiler Fakültesinin eski adı. mülkiye memuru * Sivil devlet görevlisi. mülkiye müfettişi * Sivil devlet müfettişi. mülkiyeli * Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi veya bu fakülteyi bitirmişkişi. mülkiyet * İyelik. mülteci * Başka bir ülkeye veya yere sığınmışolan kimse, sığınık. mültefit * Güler yüz gösteren, hoşdavranan. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 71
mutezile * Kaderi inkâr ederek “kul, ettiklerinin yaratıcısıdır” diyen ve Tanrı’nın sıfatlarıkonusunda sünnet ehlinden
ayrılan bir Müslüman felsefesi.mutfak * Yemek pişirilen yer.
* Yiyecekleri hazırlama sanatı.mutfak dolabı * Mutfak aletlerinin yerleştirilmesi için yaptırılan özel dolap. mutfak havalandırması * Mutfaklara yerleştirilen havalandırma sistemi. mutfak havlusu * Mutfakta kullanılan havlu, el bezi. mutfak merdiveni * Mutfak ile dışavluyu birbirine bağlayan merdiven. muti * Yumuşak başlı, itaat eden. mutlak * Salt.
* Saltık.
* Kesin olarak, mutlaka.mutlak değer * Bkz. salt değer. mutlak mera * Üzerinde kendiliğinden gelişen ve otlatmaya elverişli bir bitki örtüsü taşıyan mera. mutlak nem * Bkz. salt nem. mutlak sıcaklık * Bkz. salt sıcaklık. mutlak sıfır * Bkz. salt sıfır. mutlaka * Kaçınılmaz bir biçimde, her hâlde, ne olursa olsun.
* Kesinlikle, mutlak.mutlakçı * Saltçılık yanlısı olan. mutlakçılık * Saltçılık. mutlakiyet * Saltçılık. mutlandırma * Mutlandırmak işi. mutlandırmak * Mutlanmasına yol açmak, mutlanmasını sağlamak. mutlanma * Mutlanmak işi. mutlanmak * Mutlu olmak. mutlu * Mutluluğa erişmişolan, ongun, mes’ut.
* Mutluluk veren.mutlu etmek * mutluluk vermek, bahtiyar etmek. mutlu olmak * mutluluk duymak, bahtiyar olmak. mutluca * Mutlu olmaya yakın. mutlulandırma * Mutlulandırmak işi. mutlulandırmak * Mutlanmasına yol açmak, mutlanmasını sağlamak. mutlulanma * Mutlulanmak işi. mutlulanmak * Mutlu bir duruma gelmek, mutlanmak. mutluluk * Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet. mutluluk çubuğu * İktidarsızlık sorunu bulunanlara sağlıklıcinsel yaşantı için özel olarak takılan yapay organ. mutmain * İnanmış, gönlü kanmış, emin olan. mutmain olmak * inanmak, günlü kanmak. mutsuz * Mutlu olmayan, bedbaht. mutsuzlaşma * Mutsuzlaşmak işi. mutsuzlaşmak * Mutsuz duruma gelmek. mutsuzluk * Mutsuz olma durumu, bedbahtlık. muttali * Öğrenmiş, haber almış, bilgi edinmiş. muttali olmak * bir durumdan haberi olmak, bir durum üzerine bilgi edinmek. muttarit * Düzenli, tek düze. muttasıf * Nitelenmiş, nitelikli, vasıflı. muttasıl * Bitişik, yan yana olan.
* Aralık vermeden, aralıksız, hiç durmadan, biteviye.muvacehe * Yüzleşme, yüz yüze gelme. muvacehesinde * (bir durum) Karşısında, yüzüne karşı. muvafakat * Uygun görme, onama, kabul etme. muvafakat etmek * uygun görmek, onaylamak, kabul etmek. muvaffak * Başarmış, başarılı(kimse).
* Başarılmış, başarılı(iş).muvaffak olmak * başarmak, başarılı olmak; becermek. muvaffakiyet * Başarı. muvaffakiyetli * Başarılı. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 72
muvaffakiyetsiz * Başarısız. muvaffakiyetsizlik * Başarısızlık. muvafık * Uygun. muvafık bulma(ma)k * uygun görme(me)k, kabul etme(me)k. muvafık olmak * uygun düşmek, kabul edilebilir olmak. muvahhit * Tanrı’nın birliğine inanan. muvakkat * Belirli bir zaman süren, sürekli olmayan, geçici, palyatif. muvakkaten * Az bir zaman süresince, geçici olarak, eğreti olarak. muvakkit * Güneşe bakarak namaz vakitlerini bildiren kimse. muvakkithane * Genellikle büyük camilerin yanında bulunan ve zamanıayarlayan oda. muvasala * Gidip gelme imkânı, ulaşım, erişim. muvasalat * Bir yere ulaşma, varma. muvasalat etmek * varmak, ulaşmak. muvaşşah * Akrostiş. muvazaa * Danışık, danışıklık. muvazaalı * Danışıklı. muvazat * Koşutluk, paralellik. muvazene * Denge.
* Dengelemek.muvazeneli * Dengeli, ölçülü.
* Davranışlarıölçülü olan.muvazenesiz * Dengesiz, ölsüsüz.
* Ne yaptığını bilmeyen, bir sözü bir sözünü, bir davranışı bir başka davranışınıtutmayan.muvazenesizlik * Dengesizlik, ölçüsüzlük. muvazi * Koşut, paralel. muvazzaf * Bir görev ve hizmetle yükümlü olan (kimse).
* SilâhlıKuvvetlerde çalışan meslekten subay ve astsubaylarla askerlik hizmetini yapan erler.muvazzaf hizmet * Askerlik çağına girince erkeklerin yapmakla yükümlü bulunduklarıaskerlik görevi. muvazzaf subay * Mesleği askerlik olan subay. muvazzaflık * Muvazzaf olma durumu. muylu * Başka bir parça için dönme ekseni görevini yapan, silindir biçiminde parça.
* Bir milin yatağında dönmesini sağlayan bölüm.
* Bir top namlusunun iki yanına tutturulan millere verilen ad.muylu yatağı * Top kundağının yanlarında bulunan, silâh muyluların geçmesi için açılmışdelikli bölüm. muymul * Atmaca ve doğana benzeyen bir tür yırtıcıkuş. muz * Muzgillerden, sıcak bölgelerde yetişen, bir çenekli, çok yıllık bir bitki (Musa sapientum).
* Bu bitkinin kendine özgü hoşkokulu, tatlı, besleyici, kalın kabuklu, uzun meyvesi.-muz * -mız / -miz. muzaffer * Üstünlük elde etmiş, zafer kazanmış, yenmiş, utkulu.
* Zafer kazanmış, üstünlük elde etmişkimse veya ulus.muzaffer olmak * üstün gelmek, yenmek, zafer kazanmak. muzafferane * Üstün bir biçimde, zafer kazanmışa yaraşır biçimde. muzafferiyet * Üstün gelme, üstünlük, zafer kazanma. muzaheret * Destekleme, yardım etme, arka çıkma. muzahir * Destekleyen, yardım eden, arka çıkan. muzgiller * Sıcak bölgelerde yetişen, özellikle muzları içine alan bir çenekliler familyası. muzır * Sağlığı bozan, zararıdokunan, zararlı.
* Yaramaz, cinsel gelişmeye zararlı.
* (çocuk için) Her şeyi bozan, karıştıran.muzırlaşma * Muzırlaşmak işi veya durumu. muzırlaşmak * Muzır duruma gelmek. muzırlık * Zararlı olma, zararlı işveya davranışlarda bulunma durumu.
* (çocuk için) Zarar verici yaramazlıklar.muzip * Şaka etmekten hoşlanan, takılgan. muzipçe * Muzibe yakışır biçimde, muzip gibi. muzipleşme * Muzipleşmek işi. muzipleşmek * Takılgan davranışta bulunmak. muzipliğine uğramak * aldatılmak, şakaya hedef olmak. muziplik * Takılganlık, yaramazlık. muziplik etmek * bir kimseye şaka yollu sözler söylemek. muzlim * Karanlık.
* Gizli, belirsiz. -
Türkçe Sözlük M Sayfa 73
muzmahil * Çökmüş, çöküntüye uğramış. muztar * Bir işi yapmak zorunda kalan, zorunlu. muztar kalmak * zorunda kalmak. mü * Bkz. mı/ mi. mübadele * Değiş, değiştokuş. mübadele etmek * değiştokuşetmek. mübadil * Başkasının yerine getirilmiş, mübadele edilmiş.
* Lozan antlaşmasına göre, Türkiye’de, İstanbul dışında oturan Rumlarla değiştirilerek BatıTrakya dışındaki
Yunanistan’dan getirilen Türklere verilen ad.mübahase * Konuşma. mübalâğa * Abartma, abartı. mübalâğa etmek * abartmak. mübalâğacı * Abartıcı. mübalâğacılık * Abartıcılık. mübalâğalı * Abartılı. mübalâğasız * Abartısız. mübarek * Verimli, bereketli.
* Kutlu, uğurlu, kutsal.
* Beğenilen, sevilen şeyler için söylenir.
* Kızılan, şaşılan kimse veya şeyler için alay yollu kullanılır.
* Çok saygıduyulan.mübarek ay * Dinî bakımdan kutsal sayılan, özelliği veya önemi olduğuna inanılan ay. mübarek gün * Dinî bakımdan özelliği ve önemi olan gün (günler). mübarek olsun! * “hayırlı, uğurlu olsun” anlamında bir kutlama sözü. mübarek otu * Birleşikgillerden, sarıçiçekli, bir yıllk ve otsu bir bitki (Cnicus benedictus). mübareze * İki düşman taraftan çıkan birer kişinin çarpışması. mübaşeret * Bir işe başlama, girişme. mübaşir * Mahkemede duruşmaya girecekleri ve tanıklarıçağıran, yargıcın emirlerini bildiren, kâğıtları getirip götüren
görevli, çağrıcı.mübaşirlik * Mübaşir olma durumu.
* Mübaşirin görevi.mübayenet * Ayrılık, başkalık.
* Tutmazlık, karşıtlık, uyuşmazlık.mübeşşir * Muştu veren, müjde getiren (kimse). mübeyyiz * (yazıları) Temize çeken kimse. mübrem * Çok gerekli olan, kaçınılmaz, vazgeçilmez. mücadele * İki taraf arasında, birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için yapılan zorlu çalışma, savaş.
* Herhangi bir amaca erişmek veya bir kuvvete karşıkoyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli
çabası, savaşım.
* Hasmınıyere sermek için göğüs göğüse yapılan çarpışma.mücadele etmek * uğraşmak, savaşmak, çatışmak. mücadele vermek * savaşvermek, mücadele etmek. mücadeleci * Mücadele etmeyi seven, savaşımcı. mücahit * Kutsal ülküler uğruna savaşan (kimse), alp eren. mücahitlik * Mücahit olma durumu. mücamaa * Cinsel ilişkide bulunma. mücavir * Yakın komşu. mücazat * İşlenen bir suçtan ötürü ceza verme. mücbir * Zorlayan, zorlayıcı. mücbir sebep * Herhangi bir kimse tarafından alınacak önlemlere karşı, önüne geçilmesi olanaksız, borcun yerine
getirilmesine engel, borçlunun iradesi dışında beklenmedik olaylar.mücehhez * Donanmış.
* Hazırlıklı, hazırlanmış.mücehhez olmak * taşımak, kendinde bulundurmak. mücellâ * Parlatılmış, parlak. mücellit * Ciltçi. mücellithane * Cilt evi. mücellitlik * Ciltçilik. mücerrep * Denenmiş, sınanmış. mücerret * Soyut.
* Evlenmemiş, bekâr.
* Yalın durum.
* Soyut.
* Yalnız, ancak.mücessem * Cisim durumunda olan.
* (soyut kavramlar için) Somut bir varlıkta tam olarak belirmişolan.mücevher * Değerli süs eşyası. mücevher kutusu * Mücevherlerin saklandığıküçük kapalıkutu. mücevher mahfazası * Mücevher kutusu.