Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük N Sayfa 23

    norton eleği * Zımpara taneciklerinin büyüklüklerini saptamak ve birbirlerinden ayırmak işinde kullanılan elekler grubu.
    Norveççe * Norveç dili.
    Norveçli * Norveç halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    nostalji * Yurt özlemi, yurtsama, daüssıla.
    * Geçmiş bir zamana duyulan aşırı bir özlem.
    nostaljik * Yurt özlemiyle ilgili.
    nosyon * Bir şey üzerindeki gerekli bilgi, kavram.
    not * Bir şeyi hatırlamak için yazılan kısa yazı.
    * Okullarda her öğrencinin bilgisi üzerine edinilen kanıyı gösteren sayıveya derece, numara.
    * Bir şeyin niteliği üzerine edinilen kanı.
    not almak * bir şeyi başlıca noktalarınıözetleyerek yazmak; biri konuşurken onun söylediklerini yazmak.
    * (öğrenci için) iyi veya kötü numara, derece almak.
    * bir şeyin niteliğiyle ilgili bir karar verilmek.
    not atmak * öğretmen, öğrencinin çalışma durumunu not vererek değerlendirmek.
    not düşmek * not yazmak.
    not etmek * not olarak yazmak, kaydetmek.
    not kırmak * verilen notu düşürmek azaltmak veya az not vermek.
    not tutmak * biri söz söylerken başkası onun söylediklerini yazmak.
    not vermek * bir şeyin değeri üzerinde olumlu veya olumsuz bir kanıya varmak.
    * öğrencinin bilgisini bir sayıveya derece ile belirlemek.
    nota * Bir müzik sesini belirtmeye yarayan işaret.
    * Bir devletin başka bir devlete veya elçisine yaptığı bildiri.
    notalama * Notalamak işi.
    * Seslerin ve icranın işaretleri olarak belirlenen şekiller bütünü.
    notalamak * Bir eseri notaya almak.
    notam * Havacılar ve pilotlar için yayımlanan bülten.
    noter * Çeşitli belge ve işlemlere geçerlik kazandırmak, yasanın öngördüğü diğer görevleri yerine getirmekle
    yükümlü, belli nitelikleri ve kendine özgü bir hukuk statüsü olan kamu görevlisi.
    * Noterin çalıştığıyer.
    noterlik * Noterin görevi veya makamı.
    * Noter.
    notunu (veya numarasını) vermek * bir kimse için kötü bir kanıya varmak.
    nova * Parlaklığı birdenbire artan, değişen yıldız.
    nöbet * Sıra, keşik.
    * Sıra ile yapılan görev, keşik.
    * Hastalık sebebiyle titreme, yüksek ateş.
    * Vakit vakit ortaya çıkan aynıtürden fizyolojik bozuklukların bütünü.
    * Kez, defa.
    nöbet beklemek (veya tutmak) * (asker, polis vb.) bir yeri, bir kimseyi, bir aracı gözetlemek, korumak gibi amaçlarla bulunduğu yerden belli
    bir süre ayrılmamak.
    * sıra ile bekleme.
    nöbet çalmak * belli zamanlarda mızıka çalmak.
    nöbet şekeri * Halk arasında ilâç olarak kullanılan billûrlaşmışşeker.
    nöbetçi * Nöbet bekleyen, nöbet sırasıkendisinde olan (kimse).
    nöbetçilik * Nöbetçi olma durumu.
    nöbetleşe * Nöbet sırasıyla, nöbetle, münavebe ile.
    nöbetleşme * Nöbetleşmek işi.
    nöbetleşmek * Sıra ile nöbet görevini yapmak.
    nörolog * Sinir hastalıklarıuzmanı.
    nöroloji * Sinir sistemini inceleyen ve tedavisi ile uğraşan tıp dalı, sinir bilimi, nevroloji.
    * Hastahanelerde sinir hastalıklarıyla ilgili bölüm.
    nöron * Asıl hücre ile protoplazma uzantılarından ve bir silindir eksenden oluşmuşsinir hücresi.
    nörotik * Sinir sisteminde rahatsızlığı olan kimse.
    * Sinir sistemi üzerinde etki yapan.
    nörotik karakter * Toplumun koyduğu değer yargılarına karşıters davranışlarda bulunan kimsenin sahip olduğıözellik.
    nörotik kişilik * Nöratik karakter.
    nötr * Tarafsız, yansız.
    * Kimyada turnusol gibi bir ayraç karşısında ne asit ne alkali tepkisi göstermeyen, yansız.
    * Fizikte elektriğe karşıhiçbir tepkisi olmayan, yansız.
    * Turnusal gibi bir ayraç karşısında asit veya alkali tepkisi göstermeyen, yansız.
    nötrleme * Nötrlemek işi.
    nötrlemek * Asit veya alkali tepkisi gösteren bir eriyiği alkali veya asit katarak nötr duruma getirmek.
    nötrleşme * Nötrleşmek işi.
    nötrleşmek * Nötr duruma gelmek.
    nötrleştirme * Nötrleştirmek işi veya durumu.
    nötrleştirmek * Nötr duruma gelmesini sağlamak.
    nötrlük * Nötr bir cismin veya ortamın durumu, niteliği.
    nötron * Yaklaşık olarak proton ağırlığında ve elektrik yüklü olmayan bir atom cisimciği.
    -ntı/ -nti, -ntu / -ntü * Fiilden isim türeten ek: ak-ı-ntı, sil-i-nti, kur-u-ntü, gör-ü-ntü vb.
    Nuh * Adem, Şit ve İdris’ ten sonra gelen dördüncü peygamber.
    Nuh der, peygamber demez * inanç ve düşüncelerini kolay kolay değiştirmez.
    Nuh nebiden kalma * çok eski, çoktan modası geçmiş, köhnemiş.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 21

    nitrat * Nitrik asit tuzu.
    nitratin * Doğal sodyum nitrat.
    nitratlaşma * Organik maddelerin nitrat durumuna dönüşmesi.
    nitratlı * Temel maddesi nitrat olan.
    * Nitrat emdirilmiş.
    nitrik asit * Organik maddeler üzerinde yakıcıve sarartıcı bir etki gösteren, birleşiminde bir azot, üç oksijen ve bir
    hidrojen bulunan yoğunluğu 1,52 olan 86° C’de kaynayan, sanayide kullanılan asit (HNO3), kezzap.
    nitrik oksit * Nitrojen veya amonyağın oksitlenmesiyle elde edilen, renksiz zehirli gaz (NO).
    nitrogliserin * Nitrik asit içine gliserin konularak elde edilen, uçuk sarırenkte, yağkıvamında, güçlü patlayıcıözelliği olan
    madde.
    nitrojen * Azotun başka bir adı.
    nitroselüloz * Kâğıt yapımında kullanılan, pamuk veya odun hamuru biçimindeki selüloz üzerine nitrik ve sülfürik asit
    karışımının etkimesiyle elde edilen selülozun nitrat esteri.
    niyabet * Naiplik.
    niyaz * Yalvarma, yakarma.
    niyaz etmek (veya eylemek) * yalvarmak.
    niye * Bir olayın amacınıveya sebebini sormak için kullanılır.
    niyet * Bir şeyi yapmayıönceden isteyip düşünme, maksat.
    * Fal gibi kullanılmak amacıyla içine mani yazılıp katlanmışveya şekerlere sarılmışkâğıt parçası.
    * Namaz kılmaya, oruç tutmaya ve abdest almaya karar verip başlangıç duası okuma.
    niyet çekmek * niyetçiden niyet almak.
    niyet etmek * bir şeyi yapmayızihinde tasarlamak, düşünmek, niyetlenmek.
    niyet tutmak * fala bakılırken olması istenilen şeyi aklından geçirmek.
    niyetçi * Alıştırılmışgüvercin, saka kuşu, tavşan gibi hayvanlara para karşılığında niyet çektiren kimse.
    niyetçilik * Niyetçinin işi.
    niyeti bozuk * Kötü bir davranışta bulunması beklenen.
    niyetleniş * Niyetlenmek işi veya biçimi.
    niyetlenme * Niyetlenmek işi.
    niyetlenmek * Niyet etmek, tasarlamak.
    * Oruç tutmaya karar vermek.
    niyetli * Niyeti olan, niyet eden.
    * Oruçlu.
    niyetsiz * Niyeti olmayan, niyet etmeyen.
    * Oruç tutmayan.
    niyobyum * Atom sayısı41, atom ağırlığı92,91, yoğunluğu 8,57 olan, oksijen, kükürt ve klor gibi maddelerle birleşikler
    veren bir element, kolombiyum. KısaltmasıNb.
    niza * Çekişme, bozuşma, kavga.
    nizam * Düzen.
    * Kural.
    nizamî * İstenilen düzende olan, düzene uygun olan, kurallara uygun olan.
    * Kanunlarla ilgili olan.
    nizamiye * Kara ordusu.
    nizamiye kapısı * Kışla ve garnizonlarda girişkapısı.
    nizamiye karakolu * Nizamiye kapısındaki karakol.
    nizamlı * Düzenli, tertipli.
    * Tüzüğe uygun.
    nizamname * Tüzük.
    nizamsız * Düzensiz, tertipsiz.
    * Tüzüğe aykırı.
    nizamsızlık * Nizamsız olma durumu, düzensizlik, tertipsizlik.
    * Tüzüğe aykırılık.
    No * Nobelyum’un kısaltması.
    nobelyum * Atom numarası102 olan radyoaktif element. KısaltmasıNo.
    nobran * Davranışıkaba, sert ve gönül kırıcı olan, nadan.
    nobranca * Kaba, sert, kırıcı(bir biçimde).
    nobranlık * Nobran olma durumu veya nobranca davranış.
    noda * Bkz. loda.
    nodul * Üvendirenin ucuna çakılmışsivri demir çivi.
    nodullama * Nodullamak işi.
    nodullamak * Hayvanıüvendire ile dürtmek.
    * (işiçin) Dürtmek, uyarmak, hatırlatmak.
    nodullanma * Nodullanmak işi.
    nodullanmak * Nodullamak işine konu olmak.
    Noel * Hristiyanların, İsa’nın doğum gününü kutladıklarıyortu.
    Noel ağacı * Noel yortusunda Hristiyanların mumlarla ve oyuncaklarla süsledikleri küçük çam ağacı.
    * Gemilerde çeşitli anlamlar taşıyan ışıklı işaretlerin topluca sıralandığıdirek.
    Noel baba * Hristiyan çocuklarına Noel gecesi gelip kendilerine armağan bıraktığı anlatılan ak sakallımasal ve efsane
    kahramanı.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 15

    nesir * Dilin söz dizimi kurallarına uygun olarak kullanılan anlatım biçimi, manzum olmayan söz ve yazı, düz yazı.
    neskafe * Hazır kahve.
    nesli tükenmek * bitmek, tamamen yok olmak, ortadan kalkmak.
    nesne * Belli bir ağırlığıve hacmi, rengi, maddesi olan her türlü cansız varlık, şey, obje.
    * Öznenin dışında kalan her konu, obje.
    * Geçişli fiili bütünleyen yalın veya belirtme durumunda bulunan tümleç.
    nesne öbeği * Nesneyle ilgili olarak kullanılan kelimelerin bütünü.
    nesnel * Nesne ile ilgili, nesneye ilişkin, öznel karşıtı.
    * Gerçeğe varmak amacıyla, taraf tutmadan inceleme yapan, hüküm veren, afakî, objektif.
    * Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan, objektif.
    nesnelci * Nesnelcilikle ilgili olan.
    * Nesnelcilik yanlısı olan kimse, objektivist.
    nesnelcilik * Öznel olmayan, yani herkes için geçer, öznenin değil nesnenin gerçekliğine dayanan bilgileri arayan akıl
    yolu, objektivizm.
    nesnelleşme * Nesnel duruma gelme.
    nesnelleşmek * Nesnel duruma gelmek.
    nesnellik * Nesnel olma veya nesnelerin gerçeğine dayanma durumu.
    nesnesel * Nesneye ilişkin.
    nesnesiz * Nesnesi olmayan.
    * Belli bir nesneye dayanmayan ruhsal durum.
    Nesturî * Nastur adlıSüryanî rahiplerinden birinin ortaya koyduğu mezhepten olan (kimse).
    neşe * Üzüntüsü olmamaktan doğan, dışa vuran sevinç, şetaret.
    * Hafif sarhoşluk, çakırkeyf olma.
    neşelendirme * Neşelendirmek işi.
    neşelendirmek * Neşeli duruma getirmek, şenlendirmek, keyiflendirmek.
    neşeleniş * Neşelenmek işi veya biçimi.
    neşelenme * Neşelenmek işi.
    neşelenmek * Neşeli duruma gelmek, şenlenmek, keyiflenmek.
    neşeli * Sevinçli, keyifli, şen.
    neşesi kaçmak * sevinci azalmak, kederlenmek.
    neşesi yerinde * neşeli.
    neşesini bulmak * neşeli bir duruma gelmek, neşelenmek.
    neşesiz * Üzgün, düşünceli, keyifsiz.
    neşesizlik * Neşesiz olma durumu, üzgünlük.
    neşet * Çıkma, ileri gelme.
    neşet etmek * kaynağını bir yerden almak, doğmak.
    neşetli * Çıkışlı.
    neşide * Bir toplulukta okunmaya değer şiir.
    * Atasözü gibi kullanılan beyit veya dize.
    neşir * Yayma, dağıtma, saçma.
    * Yayım.
    neşredilme * Yayımlanma.
    neşredilmek * Yayımlanmak.
    neşren * Yayım yoluyla.
    neşretme * Neşretmek işi.
    neşretmek * Yaymak, dağıtmak, saçmak.
    * Yayımlamak.
    neşriyat * Yayın.
    neşrolunma * Neşrolunmak işi veya durumu.
    neşrolunmak * Yayımlanmak.
    neşter * Kan almak, aşıyapmak veya küçük apseleri açmak için kullanılan ufak bıçak.
    neşter vurmak * kesin bir sonuca ulaşmak amacıyla bir sorunu ele almak.
    neşterleme * Neşterlemek işi.
    neşterlemek * Neşterle kesmek.
    * Üzüntü verecek bir durumu veya sorunu hatırlatmak, deşmek.
    neşveli * Neşeli.
    neşvünema * Gelişme, yetişme.
    neşvünema bulmak * gelişmek.
    net * Bütün çizgileri belirgin olan, gözün bütün ayrıntılarıyla algıladığı iyi görünen (şey).
    * İyi duyulan (ses).
    * Kesintilerden sonra geri kalan (miktar), safi.
    * Açık seçik olan, anlaşılmaz yanı bulunmayan.
    net resim * Genellikle 1/10 ölçeğinde çizilen ve işin; önden, yandan üstten görünüşünü veren teknik resim.
    net ücret * Brüt ücretten gelir vergisi, sigorta primi vb. kesildikten sonra ele geçen ücret.
    netameli * Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin olmayan.
    * Başına sık sık kaza gelen.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 16

    netekim * Bkz. nitekim.
    netice * Sonuç.
    neticelendirme * Neticelendirmek işi, sonuçlandırma.
    neticelendirmek * Sonuçlandırmak.
    neticeleniş * Neticelenmek işi veya biçimi.
    neticelenme * Neticelemek işi, sonuçlanma.
    neticelenmek * Sonuçlanmak.
    neticeleşme * Neticeleşmek işi veya durumu.
    neticeleşmek * Sonuca erişmek.
    neticesiz * Sona ulaşmayan, sonuçsuz.
    neticeten * Sonuç olarak.
    netleşme * Netleşmek işi veya durumu.
    netleşmek * Net, açık seçik, iyi bir duruma gelmek.
    netleştirme * Netleştirmek işi.
    netleştirmek * Net ve açık bir duruma kavuşturmak.
    netlik * Net olma durumu.
    neuzübillâh * “Tanrı’ya sığındık”, “Tanrıkorusun” anlamında, tehlikeli bir durum karşısında kullanılır.
    neva * Ses, ahenk, nağme.
    * Klâsik Türk müziğinde bir makam adıve yegâhtan bir oktav tiz olan “re” perdesi.
    nevabuselik * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam.
    nevale * Gereken yiyecek ve içecek şeyler, azık.
    nevaleyi düzmek * gerekli yiyecek ve içeceği sağlamak, sofrayıhazırlamak.
    nevazil * Nezle, ingin, dumağı.
    nevaziş * İltifat, gönül alma, okşama.
    nevbet * Nöbet.
    neveser * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam.
    nevi * Çeşit, cins, tür.
    nev’i şahsına münhasır * Kendine özgü davranışve karakteri olan kimseler için kullanılır.
    nevir * Yüzün rengi, bet beniz.
    nevmit * Umutsuz, çaresiz.
    nevmit olmak * çaresiz kalmak, umudu kalmamak.
    nevralji * Sinir üzerinde duyulan, genellikle şiddetli ve batıcıağrı.
    nevraljik * Nevraljiyle ilgili, nevralji türünden olan.
    nevrasteni * Başağrıları, sindirim güçlükleri gibi fizikî rahatsızlıklar ve ruhsal görevlerde gevşeme ve bitkinlik biçiminde
    görülen, sinirsel güçlerin zayıflamasından doğan nevroz.
    nevresim * Torba biçiminde dikilmişyorgan çarşafı.
    nevri dönmek * belli etmemeye çalıştığı bir öfkeye kapılmak, çok sinirlenmek.
    nevrofik * Bkz. nörotik.
    nevroloji * Bkz. nöroloji.
    nevropat * Sinir hastası.
    nevroz * Bkz. Sinirce.
    nevruz * Eski takvimlere göre yılın ve baharın ilk günü sayılan martın yirmi birine rastlayan gün.
    * Nevruz Bayramı.
    Nevruz Bayramı * Nevruz günü kırlarda baharın gelişini kutlamak için yapılan bayram.
    nevruz otu * İki çeneklilerden, çiçekleri aslanağzına benzeyen, türlü renkte, taşıdığı glikozit sebebiyle iç söktürücü olarak
    kullanılan bir kır bitkisi (Linaria vulgaris).
    nevton * Uluslar arası birim sisteminde, kütlesi 1 kg olan cisme saniye karede 1 m lik bir ivme veren güç birimi.
    nevyunanîlik * 20. yüzyıl başında Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin başlattıklarıAkdeniz mitolojisine yönelen edebiyat
    hareketi ve anlayışı.
    nevzat * Yeni doğan çocuk.
    ney * Klâsik Türk müziğinde ve özellikle tekke müziğinde yer alan, kaval biçiminde, yanık sesli, kamıştan bir
    üfleme çalgısı.
    ney üflemek (veya üfürmek) * ney çalmak.
    neyçe * Küçük ney.
    * Dokumacıların kullandığıküçük kamış.
    neye * Bkz. Niye.
    neye uğradığını bilememek (veya şaşırmak) * ansızın üzücü, sıkıcı, neşeli, güzel veya hoş bir durum karşısında kalmak.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 17

    neyi * Hangisi.
    neyin nesi (kimin fesi) * “kimdir, nasıl bir kişidir? ne idiği belirsiz” anlamında kullanılır.
    neyleyim * ne yapabilirim, elden ne gelir?.
    neymiş * söylendiğine göre, güya.
    neyse * Önemi yok, olan oldu.
    * Çok şükür, bereket versin.
    * Konuyu kapatalım, uzatmayalım, her ne ise.
    neyse ne * bir yere, bir dereceye kadar.
    neyzen * Ney üfleyici, ney çalan kimse.
    neyzen bakışlı * Boynunu yana çarpıtarak bakan.
    nez hâli * Ölüm hâli.
    nezafet * Temizlik, paklık.
    nezahet * Temizlik, ahlâk temizliği.
    nezaket * Başkalarına karşısaygılıve incelikle davranma, incelik, naziklik.
    * (bir işveya durum için) Önemli olma, dikkatli davranmayı gerektirme.
    nezaket göstermek * davranışlarda nazik olmak.
    nezaket kesp etmek * sıkıntılı, nazik, kritik bir durum almak.
    nezaketen * Nezaket olarak, nazik davranarak.
    nezaketli * İnce, nazik.
    nezaketlilik * Nezaketli olma durumu.
    nezaketsiz * Nazik olmayan.
    nezaketsizlik * İnce ve nazik olmama durumu, kabalık.
    nezaret * Bakma, gözetme.
    * Bakanlık.
    * Görü.
    * Gözaltı, gözetim.
    * Denetim, kontrol.
    * Nezarethane.
    nezaret etmek * denetlemek, bakmak.
    nezarete almak * göz altına almak.
    nezarethane * Gözaltına alınan kimselerin konulduğu yer.
    nezaretli * Görünüşlü, görüntüye sahip.
    nezaretsiz * Görünüşü olmayan, manzarasız, görüntüsüz.
    nezdinde * Yanında.
    nez’etme * Nezetmek işi veya durumu.
    nez’etmek * Ayırmak, çekip almak.
    nezif * Kanama.
    nezih * Temiz, temiz ahlâklı.
    nezir * Adak.
    nezir etmek * Bkz. nezretmek.
    nezle * Soğuk almaktan ileri gelen, burun akması, aksırma ile beliren hastalık, ingin, dumağı.
    nezle otu * Bkz. pirekapan.
    nezleli * Nezlesi olan.
    nezretme * Nezretmek işi veya durumu.
    nezretmek * Adamak.
    nezt * Yan, kat.
    nıkris * Damla hastalığı, gut.
    nısfet * Bkz. nasfet.
    nısfınnehar * Meridyen düzlemi.
    nısfiye * Bir çeşit kısa ney.
    nısıf * Yarı, yarım.
    nısıf kutur * Yarıçap.
    nışadır * Amonyak tuzu.
    nışadır kaymağı * Amonyum karbonat.
    nışadır ruhu * Amonyak.
    Ni * Nikel’in kısaltması.
    nice * Kaç, ne kadar.
    * Oldukça çok.
    * Nasıl.
    * Uzun süreden beri.
    nice nice * Pek çok.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 18

    nicel * Nicelik bakımından olan, nicelikle ilgili.
    niceleme * Nicelemek işi.
    nicelemek * Bir şeyi sayı, ölçü vb.ile bildirmek.
    * Bir terime, tek veya çok oluşuna göre bir nicelik yüklemek.
    niceleyici * Niceleme niteliği olan.
    niceleyiş * Nicelemek işi veya biçimi.
    nicelik * Bir şeyin sayılabilen, ölçülebilen veya azalıp çoğalabilen durumu, kemiyet, miktar.
    * Bir şeyin eşit parçalara bölünebilen ve ölçülebilir olan yanları.
    * Genellikle sayılabilen, toplamıdoğrudan sayı olarak belirtilebilen genel özellik.
    niçin * Bir olayın amacını, sebebini sormak için kullanılır.
    nida * Çağırma, bağırma, seslenme.
    * Ünlem.
    nifak * Geçimsizlik, anlaşmazlık, ara bozma, ayırma.
    nifak sokmak * ara açmak, anlaşmazlık çıkarmak.
    nifakçı * Arabozan, araaçan (kimse).
    nihaî * İşi sona erdiren, işi kesen, sonuncu.
    nihaî karar * Muhakeme sonunda verilen karar.
    nihale * Sofrada kullanılan sahan altlığı.
    nihan * Gizli.
    nihavent * Türk müziğinde bir makam.
    nihayet * Son.
    * (ni’ha:yet) Sonunda.
    * -den başka bir şey değil.
    nihayet vermek * ilişkiyi kesmek, bir işi, alışkanlığıyapmaktan vazgeçmek.
    * bitirmek, tamamlamak, sonuçlandırmak.
    nihayetinde * Sonunda.
    nihayetlenme * Nihayetlenmek işi.
    nihayetlenmek * Bitmek, son bulmak, sona ermek.
    nihayetsiz * Sonsuz, sonu gelmez, bitip tükenmez.
    nihilist * Nihilizm yanlısı.
    nihilizm * Moral gerçeği ve değerleri reddeden bir öğreti.
    * Her türlü gerçek varlığı inkâr eden aşırı bireycilik, yokçuluk.
    * Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısınıkabul etmeyen görüş.
    Nijeryalı * Nijerya halkından olan kimse.
    nikâh * Bir erkekle bir kadının evlilik birliği kurmasınısağlayacak kanunî işlem.
    * Nikâh sırasında erkeğin kadına borçlandığıpara.
    nikâh düşmek * birbiriyle evlenmelerine kanunî veya örf bakımından engel bulunmamak.
    nikâh etmek * bir erkek bir kadınınikâhla almak.
    nikâh kıymak * nikâh memuru kanuna göre çiftlerin karıkoca olduklarını bildirmek.
    nikâh memuru * Kanunlara uygun olarak nikâh işlemini yapan, nikâh kıyan görevli.
    nikâh şekeri * Nikâh töreninde davetlilere dağıtılmak üzere özel olarak yaptırılan şeker.
    nikâh tazelemek * boşandığıkişiyle yeniden evlenmek.
    nikâhı olmak
    nikâhlama * Nikâhlamak işi.
    nikâhlamak * Nikâh etmek.
    * Nikâh kıymak.
    nikâhlanış * Nikâhlanmak işi veya biçimi.
    nikâhlanma * Nikâhlanmak işi.
    nikâhlanmak * Bir kimseye nikâhla bağlanmak.
    * Kanunî olarak nikâh işlemleri yapılmak.
    nikâhlayış * Nikâhlamak işi veya biçimi.
    nikâhlı * Kanunî olarak nikâh işlemi yapılmışolan karıveya koca.
    nikâhlık * Nikâhla ilgili olma durumu.
    nikâhlılık * Nikâhlı olma durumu veya biçimi.
    nikâhsız * Aralarında nikâh olmadığıhâlde karıkoca hayatısüren.
    * Nikâhsız olarak.
    nikâhsızlık * Nikâhsız olma durumu veya biçimi.
    nikâhta keramet vardır * nikâh evlenenleri sevgi bağıyla bağlar.
    nikap * Yüz örtüsü, peçe.
    Nikaragualı * Nikaragua halkından olan kimse.
    nikbet * Düşkünlük, talihsizlik, felâket.
    nikbin * İyimser, optimist.
    nikbinlik * İyimserlik, optimizm.
    nikel * Atom sayısı28, atom ağırlığı58,71, yoğunluğu 8,9 olan, gümüşparlaklığında, demir sertliğinde, kolay
    işlenir ve kolayca tel durumuna getirilir bir element. KısaltmasıNi.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 19

    nikel kaplama * Nikelâj.
    nikelâj * Metal bir yüzeyi nikelle kaplama.
    * Nikel kaplanmışmetal.
    nikelleme * Nikelâj.
    nikellemek * Nikelâj yapmak.
    nikelli * Birleşiminde nikel bulunan.
    * Nikelle kaplanmış.
    nikelsiz * Nikeli olmayan, içinde nikel bulunmayan.
    nikotin * Tütün yapraklarından çıkarılan, renksiz, açıkta bırakılınca havadan oksijen alarak esmerleşen, 247°C de
    kaynayan ve 1,033 yoğunluğunda çok zehirli bir alkaloit (C10H14N2).
    nikris * Bkz. nıkris.
    nikriz * Klâsik Türk müziğinde, dizisi bir sekizli içinde gösterilebilen basit görünüşlü bir birleşik makam.
    nilüfer * Nilüfergillerden, yapraklarıyuvarlak ve geniş, çiçekleri beyaz, sarı, mavi, pembe renkte, durgun sularda
    veya havuzlarda yetişen bir su bitkisi (Nymphea).
    nilüfergiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi nilüfer olan bir familya.
    nim * Yarı.
    nimbus * Kara bulut.
    nimet * İyilik, lütuf, ihsan.
    * İyi yaşamak için gerekli her şey.
    * Yiyecek içecek, özellikle ekmek.
    * Yararlanılan imkân.
    nimet bilmek * şeref saymak.
    nimet hakkı * Yenen, içilen şeyler üstüne yemin sözü.
    nimeti ayağıyla tepmek * Bkz. kısmetini ayağıyla tepmek.
    nimetşinas * İyilik bilir (kimse).
    nine * Torunu olan kadın, büyük anne.
    * Yaşlıkadınlara seslenmek için kullanılır.
    ninni * Küçük çocuklarıuyutmak için söylenen türkü.
    * Söylenen ninnilerin sonunda tekrarlanan söz.
    * Bu tür bestelenmişeser.
    nipel * İki bağlantıparçasını birbirine yakın olarak eklemekte kullanılan özel parça.
    nirengi * Belli sayıda noktanın konumunu kesinlikle tespit edebilmek için, bu noktalarıtepe olarak kabul ederek, bir
    alanıüçgenlere bölme işi.
    nirengi haritası * Nirengi yoluyla çıkarılan harita.
    nirengi noktası * Nirengi işleminde ayrılan üçgenlerin tepe noktası.
    * Gemicilerin seyir için kullandığıdoğal yön noktası.
    * Başlangıç.
    nisaî * Kadınla ilgili.
    * Kadın hastalıkları ile ilgili.
    * Kadınsı.
    nisaiye * Kadın hastalıkları, jinekoloji.
    * Hastahanelerde kadın hastalıkları ile ilgili bölüm.
    nisaiyeci * Kadın hastalıklarıuzmanı, jinekolog.
    nisaiyecilik * Nisaiyecinin işi.
    nisan * Yılın 30 gün süren dördüncü ayı.
    nisan balığı * Nisanın birinci gününde yapılan aldatma ve şaka.
    nisan yağmuru * Nisan ayında yağan ve bereketine inanılan yağmur.
    nisap * Yeter sayı.
    nispet * Oran.
    * Bağıntı, ilgi, ilinti.
    * Birini üzmek için veya inat olsun diye yapılan iş.
    * Kıskandırmak veya üzmek için.
    nispet eki * Bazıyabancı isimlerin anlamlarına bağlıyabancısıfatlar kuran ek.
    nispet etmek * eşit tutmak, oranlamak.
    nispet kabul etmek * eşit tutmak, oranlamak.
    nispet kabul etmemek * eşit tutulamamak.
    nispet vermek (veya yapmak) * karşısındakini kızdırmak için ona gösterişyapmak.
    nispetçi * Nispet vermek huyu olan.
    nispeten * Göre, kıyaslayarak, oranla.
    * Bir dereceye kadar, oldukça.
    nispeti olmak * ilgisi olmak, bağlantısı olmak.
    nispetli * Oranlı.
    nispetsiz * Oransız.
    * Birbirine uymayan, farklı.
    nispetsizlik * Oransızlık.
    nispî * Göreli, bağıntılı, izafî, rölatif.
    * Birbirine göre (olan), önceki duruma göre.
    nispî temsil * Çoğunluk partisi dışındaki partilerin de kuvvetleri oranında üye seçmelerini sağlayan seçim biçimi.
    nisyan * Unutma.
    niş * Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre.
    nişaburek * Klâsik Türk müziğinde rast makamıve uşşak makamının buselik “si” perdesiyle oluşmuş bir makam.
    nişan * İşaret, iz, belirti, alâmet.
    * Nişanlanma sırasında yapılan tören.
    * Evlenmek üzere birbirine söz verme, nişanlanma.
    * Kurşun, taşvb.ile vurulmak istenen hedef.
    * Hedefi vurmak için silâh, taşvb.ye gerekli doğrultuyu verme.
    * Gördükleri önemli işlerden dolayıkişileri onurlandırmak için devletçe verilen anmalık.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 20

    nişan almak * (ateşli silâhlara) bir hedefi vurmak için gerekli doğrultuyu vermek, gezlemek.
    * kendisine nişan verilmek.
    nişan atmak * ateşli silâhlarla atışyapmak.
    nişan halkası * Evlenecek olan çiftin nişanlanınca taktıklarıve düğünden sonra da taşıdıklarıhalka biçiminde yüzük, nişan
    yüzüğü.
    nişan koymak * ileride tanıyabilmek veya ölçebilmek için bir şeyin durumunu, onun herhangi bir özelliğini akılda tutmak
    veya iz bırakmak.
    nişan takmak * (nişanlanan çift için) nişan yüzüklerini parmaklarına geçirmek.
    * göğsüne nişan iliştirmek.
    nişan vermek * birini nişan ile ödüllendirmek.
    nişan yapmak * nişan töreni düzenlemek.
    nişan yüzüğü * Nişan halkası.
    nişancı * Attığıkurşun, taşvb.ile hedefi vurmakta ustalık kazanmışolan.
    * Padişah divanıüyesi olan, antlaşma, berat, menşur, name ve fermanların başına tuğra çeken görevli,
    tevkici.
    nişancılık * Nişancı olma durumu.
    nişane * Ateşli silâhlarda, namluya hedefin uzaklığına ve bulunduğu yerin yüksekliğine göre gereken yükselişaçısını
    veren, silâhı bu hedefe doğrultmaya yarayan alet.
    * Hedef.
    * Eser, iz, belirti.
    nişangâh * Ateşli silâhlarda namluya hedefin uzaklığına ve bulunduğu yerin yüksekliğine göre gereken yükselişaçısını
    veren, silâhı bu hedefe doğrultmaya yarayan alet.
    * Hedef.
    nişangeç * Düzeltilmiş bir ağaç parçasının kenarına değişik aralıklarda paralel çizgiler çizmek için, marangozlukta
    kullanılan el aracı.
    nişanıatmak (veya bozmak) * (kadın veya erkek) nişandan vazgeçmek.
    nişanlama * Nişanlamak işi.
    nişanlamak * Bir çiftin evlenme işinin kararlaştığına belirti olarak parmaklarına yüzük takmak, yavuklamak.
    * Bir hedefi vurmak için silâh, taşvb.ye belli bir doğrultu vermek.
    * Bir şeyin yerini belirtmek, işaretlemek, nişan koymak.
    nişanlanış * Nişanlanma işi veya biçimi.
    nişanlanma * Nişanlamak işi.
    * Bir erkekle bir kadının ileride birbirleriyle evlenmek için yaptıklarısözleşme.
    nişanlanmak * Nişanlıduruma gelmek.
    * Evlenmeye söz verme belirtisi olarak yüzük takmak.
    nişanlı * Evlenmek için söz verip yüzük takmışolan (kimse).
    * Belirleyici bir işareti, alâmeti, nişanı olan kimse.
    nişanlık * Nişanlılık.
    nişanlılık * Nişanlı olma durumu, yavukluluk.
    nişansız * Belirleyici bir işareti, alâmeti, nişanı olmayan.
    nişasta * Tahıl tanelerinden mercimek, bezelye gibi bazı baklagillerden veya patates gibi birtakım yumrulardan özel
    yöntemlerle çıkarılan una benzer bir madde.
    nişasta buğdayı * Kaplıcayıandıran, ufak taneli, nişastasıçok, dağlık yerlerde yetişen bir buğday türü.
    nişastacılık * Nişasta yapmak veya satmak işi.
    nişastalanma * Nişastalanmak işi veya durumu.
    nişastalanmak * Nişastaya karışmışolmak, nişasta ile işlem görmek.
    nite * Nasıl, niçin.
    nitekim * Gerçekten, nasıl ki, hakikaten.
    nitel * Nitelik bakımından olan, nitelikle ilgili bulunan.
    niteleme * Nitelemek işi.
    niteleme belirteci * Niteleme zarfı.
    niteleme sıfatı * Bir ismi niteleyen sıfat: Çok çalışkan. Pek yaramaz vb.
    niteleme zarfı * Bir fiilin, bir sıfatın veya bir başka zarfın anlamınınitelik bakımından etkileyen zarf: Böyle konuşmayınız.
    Gülerek gitti. İyi etti.
    nitelemek * Bir şeyin niteliğini belirtmek.
    nitelendirilme * Nitelendirmek işi.
    nitelendirilmek * Nitelendirmek işine konu olmak.
    nitelendirme * Nitelendirmek işi, vasıflandırma.
    nitelendirmek * Niteliğini belirtmek, nitelik kazandırmak, vasıflandırmak.
    niteleniş * Nitelenmek işi veya biçimi.
    nitelenme * Nitelenmek işi, vasıflanma.
    nitelenmek * Niteliği belirtilmek, nitelik kazanmak, vasıflanmak.
    niteleyiş * Nitelemek işi veya biçimi.
    nitelik * Bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik, vasıf, keyfiyet.
    * Bir şeyin iyi veya kötü oluşu, kalite.
    * Bireyi, nesne veya yaşantının bir yönünü, ötekilerden ayırt etmeye yarayan ve ölçebilen özellik, keyfiyet.
    nitelikli * Bir şeye ayırt edici özellik veren, vasıflı.
    * Bir şeye nitelik bakımından üstünlük kazandıran, kaliteli.
    nitelikli işçi * İstenilen nitelikleri taşıyan, iyi yetişmiş, usta işçi, kalifiye işçi, vasıflı işçi.
    niteliksiz * Ayırt edici özelliği olmayan, basit, düz.
    * Nitelik bakımından üstün olmayan, kalitesiz.
    niteliksizlik * Niteliksiz olma durumu, kalitesizlik.
    nitramit * Doğal amonyum nitrat.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 12

    nefes nefese * Soluyarak, soluk soluğa.
    nefes nefese kalmak * soluğu tıkanacak gibi olmak.
    * dara dar.
    nefes tüketmek * çok konuşmaktan yorulmak.
    nefesi durmak * ölmek.
    * şaşkınlık içinde kalmak.
    nefesi kesilmek (daralmak veya tutulmak) * güç soluk alacak duruma gelmek veya soluğu büsbütün durmak.
    * bunalmak, sıkılmak.
    * hayran kalmak, etkilenmek.
    nefesleme * Nefeslemek işi.
    nefeslemek * Nefesini bir şeye yöneltmek, üflemek.
    * Okuyup, üflemek, nefes etmek.
    nefeslenme * Nefeslenmek işi.
    nefeslenmek * Nefes alacak kadar duraklamak, biraz dinlenmek.
    nefesli * Soluk alıp vermeden uzunca bir zaman durabilen, nefesi güçlü olan.
    nefesli çalgı * Bkz. üflemeli çalgı.
    nefeslik * Bir soluk alıncaya kadar geçen süre.
    * Hava alma yeri, hava deliği.
    nefha * Güzel koku.
    * Esinti.
    nefir * Boynuzdan yapılan bir tür boru.
    nefis * Öz varlık, kişilik.
    * İnsanın yeme içme gibi ihtiyaçlarının bütünü.
    nefis * Pek hoş, istek uyandıran, çok güzel.
    nefis muhasebesi * İnsanın isteklerini, hırslarınıve yaptıklarını gözden geçirmesi, doğru veya yanlışlarınıvicdanının
    süzgecinden geçirip bir değerlendirme yapması.
    nefis mücadelesi * İnsanın, kendi nefsinin isteklerini önleme çabası.
    nefis müdafaası * Bkz. nefsi müdafaa.
    nefiy * Sürme, sürgüne gönderme.
    * Olumsuzluk ve olumsuz kılma.
    * İnkâr etme.
    nefiy edilmek * Bkz. nefyedilmek.
    nefiy etmek * Bkz. nefyetmek.
    nefret * Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu.
    * Tiksinme, tiksinti.
    nefret duymak * (birinden) tiksinmek, hoşlanmamak.
    nefret etmek * birine veya bir şeye karşınefret duygusuyla dolu olmak.
    * tiksinti duymak.
    nefret uyandırmak * nefret etmesine sebep olmak.
    nefrit * Böbrek iltihabı.
    nefsanî * Canlılığın zorunlu kıldığı ihtiyaç ve isteklerle ilgili, beden arzularıyla ilgili.
    nefsaniyet * Düşmanlık duygusu, kin besleme.
    nefsi müdafaa * Korunma, kendini, öz benliğini koruma.
    nefsine düşkün * bencil.
    nefsine uymak * bedenin isteklerine uymak, günah işlemek.
    nefsine yedirememek * bir şey yapmayıkendisi için ağır, onur kırıcı bulmak.
    nefsini körletmek * beden isteklerinden herhangi birini üstünkörü gidermek, nefsini yatıştırmak.
    neft * Organik maddelerin ayrışmasından oluşan tutuşur sıvıların birçoğuna verilen ad.
    * Çoğunlukla boyacılıkta kullanılan, petrol türevlerinden bir çeşit mineral yağ, neft yağı.
    neft yağı * Bkz. neft.
    neftî * Siyaha yakın koyu yeşil.
    neftîleşme * Neftîleşmek işi veya durumu.
    neftîleşmek * Neftî olmak, rengi neftîye dönmek.
    neftîleştirme * Neftîleştirmek işi veya durumu.
    neftîleştirmek * Rengini neftîye çevirmek, neftîleşmesine yol açmak.
    neftimsi * Nefte benzer, nefti andırır, neft gibi.
    * Neftîye benzer, neftî gibi.
    nefyedilme * Nefyedilmek işi.
    nefyedilmek * Sürgüne gönderilmek, sürülmek.
    * Olumsuz kılınmak.
    nefyetme * Nefyetmek işi.
    nefyetmek * Sürgüne göndermek.
    * Olumsuz kılmak.
    negatif * Olumsuz, menfi.
    * Eksi, pozitif karşıtı.
    * Gerçekteki aydınlık ve karanlık bölümleri tersine gösteren fotoğraf camıveya filmi.
    negatif büyüklük * Aynıtürden pozitif bir büyüklükle ters yönde olan büyüklük.
    negatif sayı * Bkz. eksi sayı.
    neharî * Yatısız, gündüzlü okul veya öğrenci.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 13

    nehir * Irmak.
    nehir roman * Bkz. ırmak roman.
    nehiy * Bir işin yapılmasınıyasak etme, engelleme, menetme.
    nekahet * Hastalık sonrası, sağlıklıduruma geçme dönemi.
    nekahethane * Şifa yurdu, dinlenme yurdu, evi.
    nekais * Eksiklikler, noksanlıklar.
    nekbet * Şanssızlık, talihsizlik.
    * Düşkünlük.
    nekes * Eli sıkı, cimri.
    nekeslik * Cimri olma durumu veya cimrice davranış, cimrilik.
    nekre * Beklenmedik hoşve şaşırtıcısözler söyleyen, güldürücü hikâye anlatan (kimse), nükteci.
    nekrelik * Nekre olma durumu.
    nekroloji * Nekroz bilimi.
    nekrotik * Nekroz görünümünde veya durumunda olan.
    nekroz * Canlımaddelerin fiziksel ve kimyasal değişimi.
    nektar * Yunan mitolojisinde, içenleri ölümsüzlüğe kavuşturan tanrı içkisi.
    * Bal özü.
    neler * çok ve çeşitli şeyler.
    neler de neler, maydanozlu köfteler * (alay yollu) akla gelmedik şaşılacak şeyler.
    nem * Havada bulunan su buharı.
    * Hafif ıslaklık, rutubet.
    nema * Büyüme, gelişme, çoğalma.
    * Faiz, ürem.
    nemalandırma * Nemalandırmak işi veya durumu.
    nemalandırmak * Nemalanmasını sağlamak.
    nemalanma * Nemalanmak işi.
    nemalanmak * (faizin katılmasıyla para) Çoğalmak.
    * Beslenmek.
    nemcil * Nemden ve nemli yerden hoşlanan (bitki), hidrofil.
    Nemçe * Osmanlılarca, Avusturya’ya ve halkına verilen ad.
    nemçeker * Havadaki nemin niceliğini ölçüp gösteren alet, higroskop.
    * Havadaki nemi emme özelliği olan, higroskopik.
    nemdenetir * Bir yerdeki nemlilik derecesini durağan durumda bulunduran alet, higrostat.
    neme gerek * Neme lâzım.
    neme lâzım * “Bu işle ilgilenmem, buna karışmam” anlamında kullanılır.
    * Gereksiz, ihtiyaç olmama.
    * Doğrusunu isterseniz, doğruyu söylemek gerekirse.
    neme lâzımcı * İlgilenilmesi gereken şeylerle ilgilenmekten kaçınan (kimse).
    neme lâzımcılık * Gerekli şeylerle ilgilenmekten kaçınma durumu, bir şeyi umursamama durumu.
    neme yönelim * Canlıların zorunlu olarak havanın nemine göre yönelmesi ve yer değiştirmesi, higrotropizm.
    nemf * Böceklerin kurtçuk durumundan yetişkin duruma geçerken, arada aldıklarıözel biçim.
    nemlendirici * Nemlendirmeye yarayan.
    * Klima tesisatında havanın nemlenmesini sağlayan bölüm.
    nemlendirici krem * Kuru ciltlerin bakımından veya makyaj öncesinde kullanılan özel krem.
    nemlendirme * Nemlendirmek işi.
    nemlendirmek * Nemli duruma getirmek, rutubetlendirmek.
    nemleniş * Nemlenmek işi veya biçimi.
    nemlenme * Nemlenmek işi.
    nemlenmek * Nemli duruma gelmek, rutubetlenmek.
    nemletme * Nemletmek işi veya durumu.
    nemletmek * Nemli duruma getirmek.
    nemli * Nemi olan, az ıslak, rutubetli.
    * (göz için) Yaşlı.
    nemli nemli * Islak olarak, ıslak biçimde.
    nemlilik * Nemli olma durumu.
    nemölçer * Havanın nem derecesini ölçmeye yarayan alet, higrometre.
    nemrut * Yüzü gülmez, acımaz, can yakıcı.
    nemrutlaşma * Nemrutlaşmak işi.
    nemrutlaşmak * Nemrut gibi davranmak, acımasız olmak, yüzü gülmemek.
    nemrutluk * Nemrut olma durumu.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 14

    Nemse * Nemçe.
    nene * Anne.
    * Büyük anne, nine.
    neodim * Atom sayısı60, atom ağırlığı144,3 olan, seryumdan daha sert, 6,96 yoğunluğunda bir element. Kısaltması
    Nd.
    neojen * Üçüncü zamanın bölündüğü dört büyük devirden son ikisi olan pliyosen ile miyoseni birden kavrayan
    sistem.
    * Bu sistemle ilgili.
    neolitik * Taşdevrinin son çağı ile ilgili.
    neolojizm * Söz türetmecilik ve uydurmacılık.
    neon * Sıvıdurumuna getirilmişhavadan elde edilerek ışık araçlarında kullanılan, atom sayısı10, atom ağırlığı20,2
    yoğunluğu 0,7 olan ve havada pek az olarak bulunan asal gazlar sınıfından bir element. KısaltmasıNe.
    * Neon lâmbası.
    neon lâmbası * Neon tüpü kullanılarak yapılan aydınlatma aracı.
    neon tüpü * İçinde neon gazı bulunan boru biçiminde bir çeşit ampul.
    neoplâzma * Yeniden oluşan doku.
    * Ur.
    neozoik * Üçüncü ve dördüncü zamanla ilgili.
    nepotist * Akraba ve yakın arkadaşlarınıkayıran.
    nepotizm * Akraba ve yakın arkadaşlarıkayırma.
    Neptün * Güneş’e yakınlığı bakımından sekizinci olan gezegen.
    neptünyum * Uranyumun nötronlarla bombardımandan yapay olarak elde edilen, atom numarası93, atom ağırlığı239
    olan, radyoaktif bir element. KısaltmasıNp.
    nerde * Nerede sözünün kısalmış biçimi.
    nerden * Nereden sözünün kısalmış biçimi.
    nerdeyse * Bkz. neredeyse.
    nere * Hangi yer anlamında yer sormak için kullanılır.
    * Hangi taraf veya organ (vücut için).
    nerede * “Hangi yerde?” anlamına yer zarfı.
    * “Özlem, arayışimkânıvar mı, imkânsız” anlamlarında kullanılır.
    nerede akşam orada sabah * bir kimsenin gece kalacak belli bir yeri olmadığını, rastgele bir yerde kalabileceğini anlatır.
    nerede bu bolluk * bu işi yapmak sanıldığıkadar kolay değil, imkânlar sınırlı.
    nerede hareket, orada bereket * hareket olan yerde bolluk olur.
    nerede ise * Bkz. neredeyse.
    nerede kaldı * ne yararı oldu?.
    nerede kaldıki * olacak gibi görülmeyen bir düşünceyi anlatan sözün başına getirilir.
    nerede, … nerede * iki şeyin aralarındaki uzaklığıveya nitelik ayrımını belirtir.
    nereden * “Hangi yerden?” anlamına yer zarfı.
    * Nasıl, ne gibi bir ilişki ile.
    nereden nereye * İki olay arasındaki ilişkiye şaşıldığınıanlatır.
    * Uzak, dolambaçlı bir ilişki ile.
    neredeyse * Kısa bir süre içinde, hemen hemen.
    nereli * Birinin memleketini, doğum yerini sormak için kullanılır.
    neresi * Hangi yönü.
    * Nerede, hangi yer.
    * Tekrarlandığında karşılaştırılan şeylerin uzaklığını belirtir.
    nereye * “Hangi yere?” anlamına yer zarfı.
    nergis * Nergisgillerden, çiçekleri ayrıveya bir kök sap üzerinde şemsiye durumunda, açılmadan önce bir yenle
    örtülü bulunan ve bazıtürlerinde beyaz, bazılarında sarırenkte, 20-80 cm yükseklikte, soğanlı bir süs bitkisi
    (Narcissus).
    nergis zambağı * Soğanla üretilen, iri ve güzel çiçekli bir süs bitkisi, güzelhatun çiçeği (Amaryllis).
    nergisgiller * Bir çeneklilerden, nergis, fulya, kardelen gibi çoğu küçük ve kokulu çiçekleri içine alan bir bitki familyası.
    neritik * Kıyışeridinde deniz kabukları, kum, çakıl gibi şeylerle oluşan yığınakla ilgili.
    nervür * Bir veya iki milimlik pli.
    * Direnci artıran çıkıntı.
    nervürlü * Nervürü olan.
    nesebi gayrisahih * Kanunî olmayan bir birleşme sonunda doğan (çocuk).
    nesebi sahih * Kanuna uygun bir evlenme sonunda doğan (çocuk).
    nesep * Soy, baba soyu.
    nesi * bazen insanlar için zamir olarak kullanılır.
    * hangi yönü, hangi tarafı.
    * çok iyi, çok güzel.
    nesi * Hangi yönü, hangi tarafı.
    nesi var nesi yok * bütün serveti.
    nesiç * Doku.
    nesih * Kaldırma, hükümsüz bırakma.
    * Arap harflerinin, basımda ve yazma kitaplarda en çok kullanılan çeşidi.
    nesil * Göbek, kuşak.
    * (hayvanlar için) Döl.
    nesilden nesile * kuşaktan kuşağa, kuşaklar boyunca.
    nesim * Hafif yel, esinti.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 9

    Nazileştirme * Nazileştirmek işi.
    Nazileştirmek * Propaganda yolu ile Nazizm yanlısıyapmak.
    nazir * Benzer, eş, örnek.
    nazire * (davranış, söz için) Karşılık olarak, benzetilerek yapılan davranış, söz.
    * Başka bir manzume örnek alınarak aynıölçü ve aynıuyakla yazılan manzume.
    nazire yapmak * bir söze, bir davranışa benzeriyle karşılık vermek.
    nazirsiz * Benzersiz, eşsiz.
    Nazizm * Almanya’da 1930’lu yıllarda Hitler tarafından kurulan Nasyonal Sosyalist Partisinin, Alman ırkının
    üstünlüğünü savunan politikası, Hitlercilik.
    nazlanınazlanı * Nazlanarak.
    nazlanış * Nazlanmak işi veya biçimi.
    nazlanma * Nazlanmak işi.
    nazlanmak * Kolayca gönlü olmamak, ısrar beklemek.
    * İsteksiz görünmek.
    nazlı * Kolayca gönlü olmayan, kendini ağır satan, işveli, edalı.
    * Üstüne titrenilen, değer verilen, sevgili.
    * Özen isteyen, nazik.
    nazlılık * Nazlı olma durumu.
    nazmen * Şiir olarak.
    nazmetme * Nazmetmek işi veya durumu.
    nazmetmek * Nazım biçimine sokmak, nazım olarak düzenlemek.
    Nb * Niyobyum’un kısaltması.
    -ncı/-nci, -ncu/-ncü * Sayıadlarından, sıra sayılarıtüreten ek.
    -nç * Fiilden isim ve sıfat türeten ek: bas-ı-nç, kork-u-nç, gül-ü-nç vb.
    Nd * Neodim’in kısaltması.
    ne * Türk alfabesinin on yedinci harfinin adı.
    ne * Hangi şey.
    * Soru biçiminde şaşma bildiren ünlem.
    * (şart birleşik zamanıyla) Her şey.
    * (çokluk ekiyle) Birçok şeyler.
    * Hangi.
    * Soru yoluyla itiraz anlatır.
    * Nasıl.
    * Şaşma veya çokluk bildirir.
    * Sana ne, bana ne gibi soru cümlelerinde “ne ilgisi var” anlamındadır.
    ne âlâ * Ne iyi, diyecek bir şey yok.
    ne âlâ memleket * haksız ve yersiz işlerin hoşgörüldüğü, kurallaştığı bir ortam için ters anlatışla “diyecek yok” ne güzel!”
    anlamında kullanılır.
    ne âlem * yadırganan ama kızılmayan davranışları olan kimseler için kullanılır.
    ne âlemde? * nasıl?.
    ne alıp veremiyor? * isteği, dileği nedir, niçin musallat oluyor?.
    ne altını bırakmak ne üstünü * bir şeyin veya yerin her tarafınıkarıştırmak (dolaşmak).
    ne arar (veya onda … ne gezer) * onda yoktur.
    ne arıyor * ne, neden oraya gitmiş.
    ne biçim? * nasıl?.
    ne buyrulur? * onun nasıl bir şey olduğunu gördünüz, buna ne diyorsunuz?.
    ne çare * çaresi yok, elden ne gelir.
    ne çıkar * ne zararıvar?.
    * bir sonuç vermez!.
    * nasıl bir yarar umulur?.
    ne çiçektir, biliriz * ne yeteneksiz, niteliksiz olduğunu biliriz.
    ne dağda bağım var, ne çakaldan davam * tuttuğum bir taraf yok ki ona saldıranların karşısında olayım.
    ne de olsa * ne denli eksiği, kusuru olursa olsun, böyle olmakla birlikte.
    ne de olsa * ne kadar eksiği olursa olsun.
    ne dedim de * pişmanlık gösterir.
    ne demek olsun * Bkz. ne demek.
    ne demek? * bunun anlamınedir?.
    * hiç öyle şey olur mu, o nasıl şey, hiç yakışık alır mı?.
    ne demeye * ne diye, nasıl bir düşünceyle, hangi maksatla, niçin?.
    * hangi anlama?.
    ne denir! (veya ne dersin) * bir konuda söyleyecek söz kalmadığınıanlatır.
    ne denli * ne kadar.
    ne dese beğenirsin? * “nasıl beklenmeyen bir söz söylendi biliyor musun” anlamında kullanılır.
    ne diye? * nasıl bir düşünceyle, niçin?.
    ne ekersen onu biçersin * nasıl davranırsan öyle karşılık görürsün.
    ne fayda * işişten geçtikten sonra alınan boşönlemler için “neye yarar” anlamında kullanılır.
    ne gezer * bulunmaz, yoktur.
    ne gibi? * nasıl, ne türlü?.