Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük N Sayfa 22

    Nogay * Altın Ordu devleti baş buğlarından biri olan Nogay’ın yönetimindeki Kıpçaklara verilen ad.
    * Bugün Kuzey Kafkasya’da yaşayan bir Türk boyunun adı.
    Nogayca * Nogay dili.
    nohudî * Kirli veya donuk sarı(renk).
    nohut * Baklagillerden, birleşik telek yapraklı, çiçekleri sarımtırak renkte, meyvesi baklamsı, bol nişastalı bir bitki
    (Cicer arietinum).
    * Bu bitkinin yuvarlak tanesi.
    nohut oda, bakla sofa * bir evin küçüklüğünü ve darlığınıanlatmak için söylenir.
    nohutlu * (genellikle yiyecekler için) İçine nohut katılmış.
    nohutsuz * Nohudu olmayan.
    nokra * Büveleğin sebep olduğu, daha çok davar ve sığırlarda, seyrek olarak insanlarda rastlanan, ortasıdelik
    şişkinliklerle tanınan hastalık.
    noksan * Eksik, eksiklik, kusur.
    noksan bulmak * beğenmemek, uygun bulmamak.
    noksanlık * Noksan olma durumu, eksiklik.
    noksansız * Eksiksiz (bir biçimde).
    nokta * Çok küçük boyutlarda işaret, benek.
    * Hiçbir boyutu olmayan işaret.
    * Bazıharflerin üzerine konulan ufak işaret.
    * Cümlenin bittiğini anlatmak için sonuna konulan küçük benek biçimindeki işaret, durak.
    * Yer.
    * Konu, konu ile ilgili önemli bölüm.
    * Tek nöbetçi bulunan yer.
    * Sınır, derece, radde.
    * Nöbetçi, gözcü, bekçi.
    nokta memuru * Kavşaklarda durup trafik akışını düzenleyen görevli.
    nokta nokta * Hafif hafif, belli belirsiz.
    noktacı * Noktacılıkla ilgili, noktacılığıuygulayan (kimse).
    noktacılık * (resimde) Tonların bölünmesini yan yana renkli noktalarla göstererek, ışığın titreşimini daha iyi yansıtmak
    isteyen sanat anlayışı.
    noktainazar * Görüş, görüşaçısı.
    noktainazardan * herhangi bir bakımdan.
    noktalama * Noktalamak işi.
    * Bir filmin çekim, sahne, ayrım, bölüm gibi çeşitli parçalarını birbirinden ayırmakta kullanılan işlemlerin
    bütünü.
    noktalama işareti * Noktalama işaretleri.
    noktalama işaretleri * Cümle veya yan cümledeki türlü ögeleri birbirinden ayırmaya yarayan, nokta, virgül, noktalıvirgül, iki
    nokta, üç nokta, soru işareti, ünlem işareti, parantez vb. işaretleri.
    noktalamak * Nokta koymak.
    * Yazıda noktalama işaretlerini yerli yerine koymak.
    * Sona erdirmek.
    noktalanma * Noktalanmak işi.
    noktalanmak * Noktalamak işi yapılmak.
    noktalayış * Noktalamak işi veya biçimi.
    noktalı * Nokta konmuşolan, üstünde noktalar olan.
    noktalıdelik * Trakeit hücreleri ile öz ışınların kesişme noktalarında bulunan ve yatay yönde besin suyu iletimini sağlayan
    geçişyolu.
    noktalıvirgül * Bağımsız fakat mantıkî açıdan birbirini bütünleyen cümleleri bağlayan noktalama işareti (;).
    noktasınoktasına * Eksiksiz, tastamam, tamamen.
    noktasız * Noktası olmayan.
    nom * Eski Mısır’da şehir devletlerine verilen isim.
    nominal * Ad belirtilerek yapılan.
    nominal değer * Hisse senedi, tahvil vb. için üzerinde belirtilmişdeğer.
    nominalizm * Adcılık, isimcilik.
    nominatif * Yalın durum.
    nomografi * Sayısal hesaplar yerine, başka çizgilerle kesim noktalarıçözümleri veren, uygun biçimde çizilmişçizgi veya
    grafiklerden yararlanmaya dayanan yöntem.
    nonfigüratif * İnsanı, hayvan ve tabiat ögelerini işlemeyen sanat, betisiz sanat.
    nonoş * Sevgi sözü olarak söylenir.
    * Homoseksüel erkek.
    non-stop * 343 duraksız.
    norm * Kural olarak benimsenmiş, yerleşmişilke veya kanuna uygun durum, düzgü.
    normal * Kurala uyan, alışılagelene uyan, düzgüye uygun, düzgülü.
    * Bu durumda olan şey.
    * Bir eğrinin bir teğetine değme noktasından çizilen dikme.
    normalaltı * Bir eğriye ilişkin normalin, bir doğruyu kestiği nokta ile normalin ayağıarasındaki parçanın o doğru
    üzerindeki iz düşümü.
    normalleşme * Normalleşmek işi.
    normalleşmek * Normal duruma gelmek, normal olmak.
    normalleştirme * Normalleştirmek işi.
    normalleştirmek * Normal duruma getirmek.
    normallik * Normal olma durumu.
    normalüstü * Olağan dışı.
    normatif * Bir kural değerini, gücünü taşıyan, norma ilişkin, düzgüsel.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 21

    nitrat * Nitrik asit tuzu.
    nitratin * Doğal sodyum nitrat.
    nitratlaşma * Organik maddelerin nitrat durumuna dönüşmesi.
    nitratlı * Temel maddesi nitrat olan.
    * Nitrat emdirilmiş.
    nitrik asit * Organik maddeler üzerinde yakıcıve sarartıcı bir etki gösteren, birleşiminde bir azot, üç oksijen ve bir
    hidrojen bulunan yoğunluğu 1,52 olan 86° C’de kaynayan, sanayide kullanılan asit (HNO3), kezzap.
    nitrik oksit * Nitrojen veya amonyağın oksitlenmesiyle elde edilen, renksiz zehirli gaz (NO).
    nitrogliserin * Nitrik asit içine gliserin konularak elde edilen, uçuk sarırenkte, yağkıvamında, güçlü patlayıcıözelliği olan
    madde.
    nitrojen * Azotun başka bir adı.
    nitroselüloz * Kâğıt yapımında kullanılan, pamuk veya odun hamuru biçimindeki selüloz üzerine nitrik ve sülfürik asit
    karışımının etkimesiyle elde edilen selülozun nitrat esteri.
    niyabet * Naiplik.
    niyaz * Yalvarma, yakarma.
    niyaz etmek (veya eylemek) * yalvarmak.
    niye * Bir olayın amacınıveya sebebini sormak için kullanılır.
    niyet * Bir şeyi yapmayıönceden isteyip düşünme, maksat.
    * Fal gibi kullanılmak amacıyla içine mani yazılıp katlanmışveya şekerlere sarılmışkâğıt parçası.
    * Namaz kılmaya, oruç tutmaya ve abdest almaya karar verip başlangıç duası okuma.
    niyet çekmek * niyetçiden niyet almak.
    niyet etmek * bir şeyi yapmayızihinde tasarlamak, düşünmek, niyetlenmek.
    niyet tutmak * fala bakılırken olması istenilen şeyi aklından geçirmek.
    niyetçi * Alıştırılmışgüvercin, saka kuşu, tavşan gibi hayvanlara para karşılığında niyet çektiren kimse.
    niyetçilik * Niyetçinin işi.
    niyeti bozuk * Kötü bir davranışta bulunması beklenen.
    niyetleniş * Niyetlenmek işi veya biçimi.
    niyetlenme * Niyetlenmek işi.
    niyetlenmek * Niyet etmek, tasarlamak.
    * Oruç tutmaya karar vermek.
    niyetli * Niyeti olan, niyet eden.
    * Oruçlu.
    niyetsiz * Niyeti olmayan, niyet etmeyen.
    * Oruç tutmayan.
    niyobyum * Atom sayısı41, atom ağırlığı92,91, yoğunluğu 8,57 olan, oksijen, kükürt ve klor gibi maddelerle birleşikler
    veren bir element, kolombiyum. KısaltmasıNb.
    niza * Çekişme, bozuşma, kavga.
    nizam * Düzen.
    * Kural.
    nizamî * İstenilen düzende olan, düzene uygun olan, kurallara uygun olan.
    * Kanunlarla ilgili olan.
    nizamiye * Kara ordusu.
    nizamiye kapısı * Kışla ve garnizonlarda girişkapısı.
    nizamiye karakolu * Nizamiye kapısındaki karakol.
    nizamlı * Düzenli, tertipli.
    * Tüzüğe uygun.
    nizamname * Tüzük.
    nizamsız * Düzensiz, tertipsiz.
    * Tüzüğe aykırı.
    nizamsızlık * Nizamsız olma durumu, düzensizlik, tertipsizlik.
    * Tüzüğe aykırılık.
    No * Nobelyum’un kısaltması.
    nobelyum * Atom numarası102 olan radyoaktif element. KısaltmasıNo.
    nobran * Davranışıkaba, sert ve gönül kırıcı olan, nadan.
    nobranca * Kaba, sert, kırıcı(bir biçimde).
    nobranlık * Nobran olma durumu veya nobranca davranış.
    noda * Bkz. loda.
    nodul * Üvendirenin ucuna çakılmışsivri demir çivi.
    nodullama * Nodullamak işi.
    nodullamak * Hayvanıüvendire ile dürtmek.
    * (işiçin) Dürtmek, uyarmak, hatırlatmak.
    nodullanma * Nodullanmak işi.
    nodullanmak * Nodullamak işine konu olmak.
    Noel * Hristiyanların, İsa’nın doğum gününü kutladıklarıyortu.
    Noel ağacı * Noel yortusunda Hristiyanların mumlarla ve oyuncaklarla süsledikleri küçük çam ağacı.
    * Gemilerde çeşitli anlamlar taşıyan ışıklı işaretlerin topluca sıralandığıdirek.
    Noel baba * Hristiyan çocuklarına Noel gecesi gelip kendilerine armağan bıraktığı anlatılan ak sakallımasal ve efsane
    kahramanı.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 15

    nesir * Dilin söz dizimi kurallarına uygun olarak kullanılan anlatım biçimi, manzum olmayan söz ve yazı, düz yazı.
    neskafe * Hazır kahve.
    nesli tükenmek * bitmek, tamamen yok olmak, ortadan kalkmak.
    nesne * Belli bir ağırlığıve hacmi, rengi, maddesi olan her türlü cansız varlık, şey, obje.
    * Öznenin dışında kalan her konu, obje.
    * Geçişli fiili bütünleyen yalın veya belirtme durumunda bulunan tümleç.
    nesne öbeği * Nesneyle ilgili olarak kullanılan kelimelerin bütünü.
    nesnel * Nesne ile ilgili, nesneye ilişkin, öznel karşıtı.
    * Gerçeğe varmak amacıyla, taraf tutmadan inceleme yapan, hüküm veren, afakî, objektif.
    * Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan, objektif.
    nesnelci * Nesnelcilikle ilgili olan.
    * Nesnelcilik yanlısı olan kimse, objektivist.
    nesnelcilik * Öznel olmayan, yani herkes için geçer, öznenin değil nesnenin gerçekliğine dayanan bilgileri arayan akıl
    yolu, objektivizm.
    nesnelleşme * Nesnel duruma gelme.
    nesnelleşmek * Nesnel duruma gelmek.
    nesnellik * Nesnel olma veya nesnelerin gerçeğine dayanma durumu.
    nesnesel * Nesneye ilişkin.
    nesnesiz * Nesnesi olmayan.
    * Belli bir nesneye dayanmayan ruhsal durum.
    Nesturî * Nastur adlıSüryanî rahiplerinden birinin ortaya koyduğu mezhepten olan (kimse).
    neşe * Üzüntüsü olmamaktan doğan, dışa vuran sevinç, şetaret.
    * Hafif sarhoşluk, çakırkeyf olma.
    neşelendirme * Neşelendirmek işi.
    neşelendirmek * Neşeli duruma getirmek, şenlendirmek, keyiflendirmek.
    neşeleniş * Neşelenmek işi veya biçimi.
    neşelenme * Neşelenmek işi.
    neşelenmek * Neşeli duruma gelmek, şenlenmek, keyiflenmek.
    neşeli * Sevinçli, keyifli, şen.
    neşesi kaçmak * sevinci azalmak, kederlenmek.
    neşesi yerinde * neşeli.
    neşesini bulmak * neşeli bir duruma gelmek, neşelenmek.
    neşesiz * Üzgün, düşünceli, keyifsiz.
    neşesizlik * Neşesiz olma durumu, üzgünlük.
    neşet * Çıkma, ileri gelme.
    neşet etmek * kaynağını bir yerden almak, doğmak.
    neşetli * Çıkışlı.
    neşide * Bir toplulukta okunmaya değer şiir.
    * Atasözü gibi kullanılan beyit veya dize.
    neşir * Yayma, dağıtma, saçma.
    * Yayım.
    neşredilme * Yayımlanma.
    neşredilmek * Yayımlanmak.
    neşren * Yayım yoluyla.
    neşretme * Neşretmek işi.
    neşretmek * Yaymak, dağıtmak, saçmak.
    * Yayımlamak.
    neşriyat * Yayın.
    neşrolunma * Neşrolunmak işi veya durumu.
    neşrolunmak * Yayımlanmak.
    neşter * Kan almak, aşıyapmak veya küçük apseleri açmak için kullanılan ufak bıçak.
    neşter vurmak * kesin bir sonuca ulaşmak amacıyla bir sorunu ele almak.
    neşterleme * Neşterlemek işi.
    neşterlemek * Neşterle kesmek.
    * Üzüntü verecek bir durumu veya sorunu hatırlatmak, deşmek.
    neşveli * Neşeli.
    neşvünema * Gelişme, yetişme.
    neşvünema bulmak * gelişmek.
    net * Bütün çizgileri belirgin olan, gözün bütün ayrıntılarıyla algıladığı iyi görünen (şey).
    * İyi duyulan (ses).
    * Kesintilerden sonra geri kalan (miktar), safi.
    * Açık seçik olan, anlaşılmaz yanı bulunmayan.
    net resim * Genellikle 1/10 ölçeğinde çizilen ve işin; önden, yandan üstten görünüşünü veren teknik resim.
    net ücret * Brüt ücretten gelir vergisi, sigorta primi vb. kesildikten sonra ele geçen ücret.
    netameli * Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin olmayan.
    * Başına sık sık kaza gelen.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 16

    netekim * Bkz. nitekim.
    netice * Sonuç.
    neticelendirme * Neticelendirmek işi, sonuçlandırma.
    neticelendirmek * Sonuçlandırmak.
    neticeleniş * Neticelenmek işi veya biçimi.
    neticelenme * Neticelemek işi, sonuçlanma.
    neticelenmek * Sonuçlanmak.
    neticeleşme * Neticeleşmek işi veya durumu.
    neticeleşmek * Sonuca erişmek.
    neticesiz * Sona ulaşmayan, sonuçsuz.
    neticeten * Sonuç olarak.
    netleşme * Netleşmek işi veya durumu.
    netleşmek * Net, açık seçik, iyi bir duruma gelmek.
    netleştirme * Netleştirmek işi.
    netleştirmek * Net ve açık bir duruma kavuşturmak.
    netlik * Net olma durumu.
    neuzübillâh * “Tanrı’ya sığındık”, “Tanrıkorusun” anlamında, tehlikeli bir durum karşısında kullanılır.
    neva * Ses, ahenk, nağme.
    * Klâsik Türk müziğinde bir makam adıve yegâhtan bir oktav tiz olan “re” perdesi.
    nevabuselik * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam.
    nevale * Gereken yiyecek ve içecek şeyler, azık.
    nevaleyi düzmek * gerekli yiyecek ve içeceği sağlamak, sofrayıhazırlamak.
    nevazil * Nezle, ingin, dumağı.
    nevaziş * İltifat, gönül alma, okşama.
    nevbet * Nöbet.
    neveser * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam.
    nevi * Çeşit, cins, tür.
    nev’i şahsına münhasır * Kendine özgü davranışve karakteri olan kimseler için kullanılır.
    nevir * Yüzün rengi, bet beniz.
    nevmit * Umutsuz, çaresiz.
    nevmit olmak * çaresiz kalmak, umudu kalmamak.
    nevralji * Sinir üzerinde duyulan, genellikle şiddetli ve batıcıağrı.
    nevraljik * Nevraljiyle ilgili, nevralji türünden olan.
    nevrasteni * Başağrıları, sindirim güçlükleri gibi fizikî rahatsızlıklar ve ruhsal görevlerde gevşeme ve bitkinlik biçiminde
    görülen, sinirsel güçlerin zayıflamasından doğan nevroz.
    nevresim * Torba biçiminde dikilmişyorgan çarşafı.
    nevri dönmek * belli etmemeye çalıştığı bir öfkeye kapılmak, çok sinirlenmek.
    nevrofik * Bkz. nörotik.
    nevroloji * Bkz. nöroloji.
    nevropat * Sinir hastası.
    nevroz * Bkz. Sinirce.
    nevruz * Eski takvimlere göre yılın ve baharın ilk günü sayılan martın yirmi birine rastlayan gün.
    * Nevruz Bayramı.
    Nevruz Bayramı * Nevruz günü kırlarda baharın gelişini kutlamak için yapılan bayram.
    nevruz otu * İki çeneklilerden, çiçekleri aslanağzına benzeyen, türlü renkte, taşıdığı glikozit sebebiyle iç söktürücü olarak
    kullanılan bir kır bitkisi (Linaria vulgaris).
    nevton * Uluslar arası birim sisteminde, kütlesi 1 kg olan cisme saniye karede 1 m lik bir ivme veren güç birimi.
    nevyunanîlik * 20. yüzyıl başında Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin başlattıklarıAkdeniz mitolojisine yönelen edebiyat
    hareketi ve anlayışı.
    nevzat * Yeni doğan çocuk.
    ney * Klâsik Türk müziğinde ve özellikle tekke müziğinde yer alan, kaval biçiminde, yanık sesli, kamıştan bir
    üfleme çalgısı.
    ney üflemek (veya üfürmek) * ney çalmak.
    neyçe * Küçük ney.
    * Dokumacıların kullandığıküçük kamış.
    neye * Bkz. Niye.
    neye uğradığını bilememek (veya şaşırmak) * ansızın üzücü, sıkıcı, neşeli, güzel veya hoş bir durum karşısında kalmak.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 17

    neyi * Hangisi.
    neyin nesi (kimin fesi) * “kimdir, nasıl bir kişidir? ne idiği belirsiz” anlamında kullanılır.
    neyleyim * ne yapabilirim, elden ne gelir?.
    neymiş * söylendiğine göre, güya.
    neyse * Önemi yok, olan oldu.
    * Çok şükür, bereket versin.
    * Konuyu kapatalım, uzatmayalım, her ne ise.
    neyse ne * bir yere, bir dereceye kadar.
    neyzen * Ney üfleyici, ney çalan kimse.
    neyzen bakışlı * Boynunu yana çarpıtarak bakan.
    nez hâli * Ölüm hâli.
    nezafet * Temizlik, paklık.
    nezahet * Temizlik, ahlâk temizliği.
    nezaket * Başkalarına karşısaygılıve incelikle davranma, incelik, naziklik.
    * (bir işveya durum için) Önemli olma, dikkatli davranmayı gerektirme.
    nezaket göstermek * davranışlarda nazik olmak.
    nezaket kesp etmek * sıkıntılı, nazik, kritik bir durum almak.
    nezaketen * Nezaket olarak, nazik davranarak.
    nezaketli * İnce, nazik.
    nezaketlilik * Nezaketli olma durumu.
    nezaketsiz * Nazik olmayan.
    nezaketsizlik * İnce ve nazik olmama durumu, kabalık.
    nezaret * Bakma, gözetme.
    * Bakanlık.
    * Görü.
    * Gözaltı, gözetim.
    * Denetim, kontrol.
    * Nezarethane.
    nezaret etmek * denetlemek, bakmak.
    nezarete almak * göz altına almak.
    nezarethane * Gözaltına alınan kimselerin konulduğu yer.
    nezaretli * Görünüşlü, görüntüye sahip.
    nezaretsiz * Görünüşü olmayan, manzarasız, görüntüsüz.
    nezdinde * Yanında.
    nez’etme * Nezetmek işi veya durumu.
    nez’etmek * Ayırmak, çekip almak.
    nezif * Kanama.
    nezih * Temiz, temiz ahlâklı.
    nezir * Adak.
    nezir etmek * Bkz. nezretmek.
    nezle * Soğuk almaktan ileri gelen, burun akması, aksırma ile beliren hastalık, ingin, dumağı.
    nezle otu * Bkz. pirekapan.
    nezleli * Nezlesi olan.
    nezretme * Nezretmek işi veya durumu.
    nezretmek * Adamak.
    nezt * Yan, kat.
    nıkris * Damla hastalığı, gut.
    nısfet * Bkz. nasfet.
    nısfınnehar * Meridyen düzlemi.
    nısfiye * Bir çeşit kısa ney.
    nısıf * Yarı, yarım.
    nısıf kutur * Yarıçap.
    nışadır * Amonyak tuzu.
    nışadır kaymağı * Amonyum karbonat.
    nışadır ruhu * Amonyak.
    Ni * Nikel’in kısaltması.
    nice * Kaç, ne kadar.
    * Oldukça çok.
    * Nasıl.
    * Uzun süreden beri.
    nice nice * Pek çok.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 18

    nicel * Nicelik bakımından olan, nicelikle ilgili.
    niceleme * Nicelemek işi.
    nicelemek * Bir şeyi sayı, ölçü vb.ile bildirmek.
    * Bir terime, tek veya çok oluşuna göre bir nicelik yüklemek.
    niceleyici * Niceleme niteliği olan.
    niceleyiş * Nicelemek işi veya biçimi.
    nicelik * Bir şeyin sayılabilen, ölçülebilen veya azalıp çoğalabilen durumu, kemiyet, miktar.
    * Bir şeyin eşit parçalara bölünebilen ve ölçülebilir olan yanları.
    * Genellikle sayılabilen, toplamıdoğrudan sayı olarak belirtilebilen genel özellik.
    niçin * Bir olayın amacını, sebebini sormak için kullanılır.
    nida * Çağırma, bağırma, seslenme.
    * Ünlem.
    nifak * Geçimsizlik, anlaşmazlık, ara bozma, ayırma.
    nifak sokmak * ara açmak, anlaşmazlık çıkarmak.
    nifakçı * Arabozan, araaçan (kimse).
    nihaî * İşi sona erdiren, işi kesen, sonuncu.
    nihaî karar * Muhakeme sonunda verilen karar.
    nihale * Sofrada kullanılan sahan altlığı.
    nihan * Gizli.
    nihavent * Türk müziğinde bir makam.
    nihayet * Son.
    * (ni’ha:yet) Sonunda.
    * -den başka bir şey değil.
    nihayet vermek * ilişkiyi kesmek, bir işi, alışkanlığıyapmaktan vazgeçmek.
    * bitirmek, tamamlamak, sonuçlandırmak.
    nihayetinde * Sonunda.
    nihayetlenme * Nihayetlenmek işi.
    nihayetlenmek * Bitmek, son bulmak, sona ermek.
    nihayetsiz * Sonsuz, sonu gelmez, bitip tükenmez.
    nihilist * Nihilizm yanlısı.
    nihilizm * Moral gerçeği ve değerleri reddeden bir öğreti.
    * Her türlü gerçek varlığı inkâr eden aşırı bireycilik, yokçuluk.
    * Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısınıkabul etmeyen görüş.
    Nijeryalı * Nijerya halkından olan kimse.
    nikâh * Bir erkekle bir kadının evlilik birliği kurmasınısağlayacak kanunî işlem.
    * Nikâh sırasında erkeğin kadına borçlandığıpara.
    nikâh düşmek * birbiriyle evlenmelerine kanunî veya örf bakımından engel bulunmamak.
    nikâh etmek * bir erkek bir kadınınikâhla almak.
    nikâh kıymak * nikâh memuru kanuna göre çiftlerin karıkoca olduklarını bildirmek.
    nikâh memuru * Kanunlara uygun olarak nikâh işlemini yapan, nikâh kıyan görevli.
    nikâh şekeri * Nikâh töreninde davetlilere dağıtılmak üzere özel olarak yaptırılan şeker.
    nikâh tazelemek * boşandığıkişiyle yeniden evlenmek.
    nikâhı olmak
    nikâhlama * Nikâhlamak işi.
    nikâhlamak * Nikâh etmek.
    * Nikâh kıymak.
    nikâhlanış * Nikâhlanmak işi veya biçimi.
    nikâhlanma * Nikâhlanmak işi.
    nikâhlanmak * Bir kimseye nikâhla bağlanmak.
    * Kanunî olarak nikâh işlemleri yapılmak.
    nikâhlayış * Nikâhlamak işi veya biçimi.
    nikâhlı * Kanunî olarak nikâh işlemi yapılmışolan karıveya koca.
    nikâhlık * Nikâhla ilgili olma durumu.
    nikâhlılık * Nikâhlı olma durumu veya biçimi.
    nikâhsız * Aralarında nikâh olmadığıhâlde karıkoca hayatısüren.
    * Nikâhsız olarak.
    nikâhsızlık * Nikâhsız olma durumu veya biçimi.
    nikâhta keramet vardır * nikâh evlenenleri sevgi bağıyla bağlar.
    nikap * Yüz örtüsü, peçe.
    Nikaragualı * Nikaragua halkından olan kimse.
    nikbet * Düşkünlük, talihsizlik, felâket.
    nikbin * İyimser, optimist.
    nikbinlik * İyimserlik, optimizm.
    nikel * Atom sayısı28, atom ağırlığı58,71, yoğunluğu 8,9 olan, gümüşparlaklığında, demir sertliğinde, kolay
    işlenir ve kolayca tel durumuna getirilir bir element. KısaltmasıNi.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 19

    nikel kaplama * Nikelâj.
    nikelâj * Metal bir yüzeyi nikelle kaplama.
    * Nikel kaplanmışmetal.
    nikelleme * Nikelâj.
    nikellemek * Nikelâj yapmak.
    nikelli * Birleşiminde nikel bulunan.
    * Nikelle kaplanmış.
    nikelsiz * Nikeli olmayan, içinde nikel bulunmayan.
    nikotin * Tütün yapraklarından çıkarılan, renksiz, açıkta bırakılınca havadan oksijen alarak esmerleşen, 247°C de
    kaynayan ve 1,033 yoğunluğunda çok zehirli bir alkaloit (C10H14N2).
    nikris * Bkz. nıkris.
    nikriz * Klâsik Türk müziğinde, dizisi bir sekizli içinde gösterilebilen basit görünüşlü bir birleşik makam.
    nilüfer * Nilüfergillerden, yapraklarıyuvarlak ve geniş, çiçekleri beyaz, sarı, mavi, pembe renkte, durgun sularda
    veya havuzlarda yetişen bir su bitkisi (Nymphea).
    nilüfergiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi nilüfer olan bir familya.
    nim * Yarı.
    nimbus * Kara bulut.
    nimet * İyilik, lütuf, ihsan.
    * İyi yaşamak için gerekli her şey.
    * Yiyecek içecek, özellikle ekmek.
    * Yararlanılan imkân.
    nimet bilmek * şeref saymak.
    nimet hakkı * Yenen, içilen şeyler üstüne yemin sözü.
    nimeti ayağıyla tepmek * Bkz. kısmetini ayağıyla tepmek.
    nimetşinas * İyilik bilir (kimse).
    nine * Torunu olan kadın, büyük anne.
    * Yaşlıkadınlara seslenmek için kullanılır.
    ninni * Küçük çocuklarıuyutmak için söylenen türkü.
    * Söylenen ninnilerin sonunda tekrarlanan söz.
    * Bu tür bestelenmişeser.
    nipel * İki bağlantıparçasını birbirine yakın olarak eklemekte kullanılan özel parça.
    nirengi * Belli sayıda noktanın konumunu kesinlikle tespit edebilmek için, bu noktalarıtepe olarak kabul ederek, bir
    alanıüçgenlere bölme işi.
    nirengi haritası * Nirengi yoluyla çıkarılan harita.
    nirengi noktası * Nirengi işleminde ayrılan üçgenlerin tepe noktası.
    * Gemicilerin seyir için kullandığıdoğal yön noktası.
    * Başlangıç.
    nisaî * Kadınla ilgili.
    * Kadın hastalıkları ile ilgili.
    * Kadınsı.
    nisaiye * Kadın hastalıkları, jinekoloji.
    * Hastahanelerde kadın hastalıkları ile ilgili bölüm.
    nisaiyeci * Kadın hastalıklarıuzmanı, jinekolog.
    nisaiyecilik * Nisaiyecinin işi.
    nisan * Yılın 30 gün süren dördüncü ayı.
    nisan balığı * Nisanın birinci gününde yapılan aldatma ve şaka.
    nisan yağmuru * Nisan ayında yağan ve bereketine inanılan yağmur.
    nisap * Yeter sayı.
    nispet * Oran.
    * Bağıntı, ilgi, ilinti.
    * Birini üzmek için veya inat olsun diye yapılan iş.
    * Kıskandırmak veya üzmek için.
    nispet eki * Bazıyabancı isimlerin anlamlarına bağlıyabancısıfatlar kuran ek.
    nispet etmek * eşit tutmak, oranlamak.
    nispet kabul etmek * eşit tutmak, oranlamak.
    nispet kabul etmemek * eşit tutulamamak.
    nispet vermek (veya yapmak) * karşısındakini kızdırmak için ona gösterişyapmak.
    nispetçi * Nispet vermek huyu olan.
    nispeten * Göre, kıyaslayarak, oranla.
    * Bir dereceye kadar, oldukça.
    nispeti olmak * ilgisi olmak, bağlantısı olmak.
    nispetli * Oranlı.
    nispetsiz * Oransız.
    * Birbirine uymayan, farklı.
    nispetsizlik * Oransızlık.
    nispî * Göreli, bağıntılı, izafî, rölatif.
    * Birbirine göre (olan), önceki duruma göre.
    nispî temsil * Çoğunluk partisi dışındaki partilerin de kuvvetleri oranında üye seçmelerini sağlayan seçim biçimi.
    nisyan * Unutma.
    niş * Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre.
    nişaburek * Klâsik Türk müziğinde rast makamıve uşşak makamının buselik “si” perdesiyle oluşmuş bir makam.
    nişan * İşaret, iz, belirti, alâmet.
    * Nişanlanma sırasında yapılan tören.
    * Evlenmek üzere birbirine söz verme, nişanlanma.
    * Kurşun, taşvb.ile vurulmak istenen hedef.
    * Hedefi vurmak için silâh, taşvb.ye gerekli doğrultuyu verme.
    * Gördükleri önemli işlerden dolayıkişileri onurlandırmak için devletçe verilen anmalık.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 20

    nişan almak * (ateşli silâhlara) bir hedefi vurmak için gerekli doğrultuyu vermek, gezlemek.
    * kendisine nişan verilmek.
    nişan atmak * ateşli silâhlarla atışyapmak.
    nişan halkası * Evlenecek olan çiftin nişanlanınca taktıklarıve düğünden sonra da taşıdıklarıhalka biçiminde yüzük, nişan
    yüzüğü.
    nişan koymak * ileride tanıyabilmek veya ölçebilmek için bir şeyin durumunu, onun herhangi bir özelliğini akılda tutmak
    veya iz bırakmak.
    nişan takmak * (nişanlanan çift için) nişan yüzüklerini parmaklarına geçirmek.
    * göğsüne nişan iliştirmek.
    nişan vermek * birini nişan ile ödüllendirmek.
    nişan yapmak * nişan töreni düzenlemek.
    nişan yüzüğü * Nişan halkası.
    nişancı * Attığıkurşun, taşvb.ile hedefi vurmakta ustalık kazanmışolan.
    * Padişah divanıüyesi olan, antlaşma, berat, menşur, name ve fermanların başına tuğra çeken görevli,
    tevkici.
    nişancılık * Nişancı olma durumu.
    nişane * Ateşli silâhlarda, namluya hedefin uzaklığına ve bulunduğu yerin yüksekliğine göre gereken yükselişaçısını
    veren, silâhı bu hedefe doğrultmaya yarayan alet.
    * Hedef.
    * Eser, iz, belirti.
    nişangâh * Ateşli silâhlarda namluya hedefin uzaklığına ve bulunduğu yerin yüksekliğine göre gereken yükselişaçısını
    veren, silâhı bu hedefe doğrultmaya yarayan alet.
    * Hedef.
    nişangeç * Düzeltilmiş bir ağaç parçasının kenarına değişik aralıklarda paralel çizgiler çizmek için, marangozlukta
    kullanılan el aracı.
    nişanıatmak (veya bozmak) * (kadın veya erkek) nişandan vazgeçmek.
    nişanlama * Nişanlamak işi.
    nişanlamak * Bir çiftin evlenme işinin kararlaştığına belirti olarak parmaklarına yüzük takmak, yavuklamak.
    * Bir hedefi vurmak için silâh, taşvb.ye belli bir doğrultu vermek.
    * Bir şeyin yerini belirtmek, işaretlemek, nişan koymak.
    nişanlanış * Nişanlanma işi veya biçimi.
    nişanlanma * Nişanlamak işi.
    * Bir erkekle bir kadının ileride birbirleriyle evlenmek için yaptıklarısözleşme.
    nişanlanmak * Nişanlıduruma gelmek.
    * Evlenmeye söz verme belirtisi olarak yüzük takmak.
    nişanlı * Evlenmek için söz verip yüzük takmışolan (kimse).
    * Belirleyici bir işareti, alâmeti, nişanı olan kimse.
    nişanlık * Nişanlılık.
    nişanlılık * Nişanlı olma durumu, yavukluluk.
    nişansız * Belirleyici bir işareti, alâmeti, nişanı olmayan.
    nişasta * Tahıl tanelerinden mercimek, bezelye gibi bazı baklagillerden veya patates gibi birtakım yumrulardan özel
    yöntemlerle çıkarılan una benzer bir madde.
    nişasta buğdayı * Kaplıcayıandıran, ufak taneli, nişastasıçok, dağlık yerlerde yetişen bir buğday türü.
    nişastacılık * Nişasta yapmak veya satmak işi.
    nişastalanma * Nişastalanmak işi veya durumu.
    nişastalanmak * Nişastaya karışmışolmak, nişasta ile işlem görmek.
    nite * Nasıl, niçin.
    nitekim * Gerçekten, nasıl ki, hakikaten.
    nitel * Nitelik bakımından olan, nitelikle ilgili bulunan.
    niteleme * Nitelemek işi.
    niteleme belirteci * Niteleme zarfı.
    niteleme sıfatı * Bir ismi niteleyen sıfat: Çok çalışkan. Pek yaramaz vb.
    niteleme zarfı * Bir fiilin, bir sıfatın veya bir başka zarfın anlamınınitelik bakımından etkileyen zarf: Böyle konuşmayınız.
    Gülerek gitti. İyi etti.
    nitelemek * Bir şeyin niteliğini belirtmek.
    nitelendirilme * Nitelendirmek işi.
    nitelendirilmek * Nitelendirmek işine konu olmak.
    nitelendirme * Nitelendirmek işi, vasıflandırma.
    nitelendirmek * Niteliğini belirtmek, nitelik kazandırmak, vasıflandırmak.
    niteleniş * Nitelenmek işi veya biçimi.
    nitelenme * Nitelenmek işi, vasıflanma.
    nitelenmek * Niteliği belirtilmek, nitelik kazanmak, vasıflanmak.
    niteleyiş * Nitelemek işi veya biçimi.
    nitelik * Bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik, vasıf, keyfiyet.
    * Bir şeyin iyi veya kötü oluşu, kalite.
    * Bireyi, nesne veya yaşantının bir yönünü, ötekilerden ayırt etmeye yarayan ve ölçebilen özellik, keyfiyet.
    nitelikli * Bir şeye ayırt edici özellik veren, vasıflı.
    * Bir şeye nitelik bakımından üstünlük kazandıran, kaliteli.
    nitelikli işçi * İstenilen nitelikleri taşıyan, iyi yetişmiş, usta işçi, kalifiye işçi, vasıflı işçi.
    niteliksiz * Ayırt edici özelliği olmayan, basit, düz.
    * Nitelik bakımından üstün olmayan, kalitesiz.
    niteliksizlik * Niteliksiz olma durumu, kalitesizlik.
    nitramit * Doğal amonyum nitrat.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 9

    Nazileştirme * Nazileştirmek işi.
    Nazileştirmek * Propaganda yolu ile Nazizm yanlısıyapmak.
    nazir * Benzer, eş, örnek.
    nazire * (davranış, söz için) Karşılık olarak, benzetilerek yapılan davranış, söz.
    * Başka bir manzume örnek alınarak aynıölçü ve aynıuyakla yazılan manzume.
    nazire yapmak * bir söze, bir davranışa benzeriyle karşılık vermek.
    nazirsiz * Benzersiz, eşsiz.
    Nazizm * Almanya’da 1930’lu yıllarda Hitler tarafından kurulan Nasyonal Sosyalist Partisinin, Alman ırkının
    üstünlüğünü savunan politikası, Hitlercilik.
    nazlanınazlanı * Nazlanarak.
    nazlanış * Nazlanmak işi veya biçimi.
    nazlanma * Nazlanmak işi.
    nazlanmak * Kolayca gönlü olmamak, ısrar beklemek.
    * İsteksiz görünmek.
    nazlı * Kolayca gönlü olmayan, kendini ağır satan, işveli, edalı.
    * Üstüne titrenilen, değer verilen, sevgili.
    * Özen isteyen, nazik.
    nazlılık * Nazlı olma durumu.
    nazmen * Şiir olarak.
    nazmetme * Nazmetmek işi veya durumu.
    nazmetmek * Nazım biçimine sokmak, nazım olarak düzenlemek.
    Nb * Niyobyum’un kısaltması.
    -ncı/-nci, -ncu/-ncü * Sayıadlarından, sıra sayılarıtüreten ek.
    -nç * Fiilden isim ve sıfat türeten ek: bas-ı-nç, kork-u-nç, gül-ü-nç vb.
    Nd * Neodim’in kısaltması.
    ne * Türk alfabesinin on yedinci harfinin adı.
    ne * Hangi şey.
    * Soru biçiminde şaşma bildiren ünlem.
    * (şart birleşik zamanıyla) Her şey.
    * (çokluk ekiyle) Birçok şeyler.
    * Hangi.
    * Soru yoluyla itiraz anlatır.
    * Nasıl.
    * Şaşma veya çokluk bildirir.
    * Sana ne, bana ne gibi soru cümlelerinde “ne ilgisi var” anlamındadır.
    ne âlâ * Ne iyi, diyecek bir şey yok.
    ne âlâ memleket * haksız ve yersiz işlerin hoşgörüldüğü, kurallaştığı bir ortam için ters anlatışla “diyecek yok” ne güzel!”
    anlamında kullanılır.
    ne âlem * yadırganan ama kızılmayan davranışları olan kimseler için kullanılır.
    ne âlemde? * nasıl?.
    ne alıp veremiyor? * isteği, dileği nedir, niçin musallat oluyor?.
    ne altını bırakmak ne üstünü * bir şeyin veya yerin her tarafınıkarıştırmak (dolaşmak).
    ne arar (veya onda … ne gezer) * onda yoktur.
    ne arıyor * ne, neden oraya gitmiş.
    ne biçim? * nasıl?.
    ne buyrulur? * onun nasıl bir şey olduğunu gördünüz, buna ne diyorsunuz?.
    ne çare * çaresi yok, elden ne gelir.
    ne çıkar * ne zararıvar?.
    * bir sonuç vermez!.
    * nasıl bir yarar umulur?.
    ne çiçektir, biliriz * ne yeteneksiz, niteliksiz olduğunu biliriz.
    ne dağda bağım var, ne çakaldan davam * tuttuğum bir taraf yok ki ona saldıranların karşısında olayım.
    ne de olsa * ne denli eksiği, kusuru olursa olsun, böyle olmakla birlikte.
    ne de olsa * ne kadar eksiği olursa olsun.
    ne dedim de * pişmanlık gösterir.
    ne demek olsun * Bkz. ne demek.
    ne demek? * bunun anlamınedir?.
    * hiç öyle şey olur mu, o nasıl şey, hiç yakışık alır mı?.
    ne demeye * ne diye, nasıl bir düşünceyle, hangi maksatla, niçin?.
    * hangi anlama?.
    ne denir! (veya ne dersin) * bir konuda söyleyecek söz kalmadığınıanlatır.
    ne denli * ne kadar.
    ne dese beğenirsin? * “nasıl beklenmeyen bir söz söylendi biliyor musun” anlamında kullanılır.
    ne diye? * nasıl bir düşünceyle, niçin?.
    ne ekersen onu biçersin * nasıl davranırsan öyle karşılık görürsün.
    ne fayda * işişten geçtikten sonra alınan boşönlemler için “neye yarar” anlamında kullanılır.
    ne gezer * bulunmaz, yoktur.
    ne gibi? * nasıl, ne türlü?.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 10

    ne gözle bakmak * inancını belirtir biçimde bakmak; değerlendirmek.
    ne güne duruyor? * … varken başka şey gerekmez.
    * şimdi yapmazsa (kullanmazsa) ne zaman yapacak (kullanacak)?.
    ne günlere kaldık! * zamanın olaylarından yakınma anlatır.
    ne haber? * bir şey biliyor musunuz?.
    ne hacet * gereksiz.
    ne haddine! * ona mıdüşmüş, ona mıkalmış, ona düşmez.
    ne hâlde? * hangi durumda?.
    ne hâli varsa görsün * (öğüt ve uyarıdinlemeyenler için) ne yaparsa yapsın, beni ilgilendirmez” anlamında kullanılır.
    ne hesaba gelmek, ne de kantara * elle tutulur olmamak, tutarlıve sağlam görünmek.
    ne hikmetse (hikmettir) * bilinmeyen bir sebepten dolayı.
    ne idiği belirsiz * ne olduğu, soyu sopu belirsiz.
    ne imiş? * ne değeri var?.
    ne ise * neyse.
    ne istediğini bilmek * amacınıkesin ve kararlı bir biçimde belirlemek.
    ne iyi! * mutluluk ve beğenme anlatır.
    ne kadar * nicelik anlamıyla soru bildirir.
    * çok, oldukça.
    * ne ölçüde.
    ne kadar olsa * ne de olsa, sonuçta.
    ne kokar ne bulaşır * (iyilik yapacak durumda olmakla birlikte) kimseye iyiliği de dokunmaz, kötülüğü de.
    ne lâzım * niçin ilgileniyorsun, ilgilenme.
    ne mal olduğunu biliriz * işe yaramaz, hatta kötü kişi olduğunu biliriz.
    ne mal olduğunu bilmek (veya anlamak) * (birinin) nasıl bir nitelikte, yetenekte ve yaratılışta olduğunu bilmek, kestirmek.
    ne mene * ne çeşit, ne türlü.
    ne mümkün * olacak şey değil, imkânsız.
    ne münasebet! * hiç öyle şey mi olur, hiç ilgisi yok.
    ne o? * ne var, ne oluyor?.
    ne od var ne ocak * yoksulluk ve perişanlık içinde.
    ne olacak! * küçümseme anlatır.
    * ne değeri var, önemi yok.
    ne olduğunu bilememek * şaşırmak, aklı başından gitmek.
    ne oldum delisi olmak * ummadığı bir duruma ulaşan kimse çok şımarmak.
    ne olur (veya ne olursun, ne olursunuz) * yalvarırım, lütfen, rica ederim.
    ne olur ne olmaz * her ihtimale karşı, ne olacağı belli değil.
    ne olur ne olmaz * her ihtimali düşünmek gerekir.
    ne olursa olsun * her durumda, olumlu veya olumsuz bütün şartlarda.
    ne oluyor? * ne gereği var veya ne karışıyor?.
    ne pahasına olursa olsun * ne büyük özveri isterse istesin; her türlü sıkıntıve tehlikeyi göze alarak.
    ne sakala minnet ne bıyığa * en yakın akrabalarının bile yardımını istemeyerek kendi imkânlarıyla yetinme.
    ne söylüyorsun? * söylediğine dikkat ediyor musun?.
    * gerçek mi? doğru mu?.
    ne sularda? * ne durumda, ne merkezde?.
    ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın zekeri (veya yüzü) * yararı olsa bile istenmeyen kimseler için söylenir.
    ne şeytanı gör ne salavat getir * gücünün yetmediği işe kalkışmamayı, kalkışılırsa da başkalarından medet ummamayıanlatmak için söylenir.
    ne şişyansın ne kebap * iki taraf da gücendirilmesin veya korunsun.
    ne var ki * aralarında aykırılık bulunan cümleleri bağlamaya yarar, ama, fakat, lâkin.
    ne var ne yok * ne haberler var, işler nasıl?.
    * olanların bütünü.
    ne yaparsın ki (veya ne yapmalıki) * ne çare ki.
    ne yapıp yapıp * her ne durumda olursa olsun bir çözüm yolu bularak.
    ne yârdan geçer ne serden * elde etmek istenen şey özveri gerektirir.
    ne yazar * hükmü olur mu? değeri var mı?.
    ne yüzle * hiç utanmadan.
    ne… ne…
    * Birden fazla özne, tümleç veya fiili birlikte inkâr etmek için, bunlardan önce yer alan kelimelerin başlarına
    getirilen tekrarlamalı bağlaç, hem…hem karşıtı. Bu bağlaç, anlamca olumsuz olan cümlelerdeki fiilin olumlu kalmasını
    gerektirir.
    * Ne ile bağlanan özne veya cümlelerden önceki fiiller aşağıda gösterilen durumlarda olumsuz kullanılırlar a)
    Fiil, ne ile bağlanan özne veya cümlelerden önce gelirse: “Benimle hemzeban olmaz ne Firdevsî ne Hakanî.” – Nef’î.
    b) ne’li cümlenin fiili şartlı olursa: Sen ne yaz, ne kışdinlemezsen çabuk çökersin. c) fiilden önce olumsuz bir anlam
    veren bir ünlem veya zarf bulunursa: Ne tütüne, ne içkiye sakın alışmayın. Ne İzmir’e ne Bursa’ya hiç gitmemiş. d) –
    diği, -eli beri, -inceye kadar, -ince, -dikçe, -dikten sonra veya -den önceki biçimindeki zarf-fiilerle.
    * İki sıfat veya sıfat durumunda olan iki kelimenin başına getirildiğinde, iki kavramın ortalaması olan
    üçüncü bir kavram anlatır.
    * ne … ne çokluk, güzellik vb. anlatır.
    nebat * Bitki.
    nebatat * Bitkiler.
    * Bitki bilimi, botanik.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 11

    nebatat bahçesi * Her türlü bitkinin örnek olarak yetiştirilip meraklıların incelemesine açık bulundurulan yer, botanik
    bahçesi.
    nebatî * Bitki ile ilgili, bitkisel.
    nebevî * Hz. Muhammed’le ilgili, Hz. Muhammed’e ilişkin.
    nebi * Peygamber, savacı.
    nebülöz * Bulutsu.
    nebze * Az şey, az.
    * Biraz, kısa bir süre, bir parçacık.
    nebzecik * Pek az, küçücük.
    necabet * Temiz bir soydan gelme, soyluluk.
    necaset * Pislik.
    * Dışkı, ters (Il).
    necat * Kurtuluş.
    necat bulmak * kurtulmak.
    nece * Hangi dilde, hangi dilden?.
    Necef taşı * Parlak ve saydam bir çeşit kuvars billûru.
    neci * Ne işyapar, ne ile uğraşır?.
    neci oluyor! * niçin karışıyor, ona ne?.
    necip * Soylu, soyu temiz.
    nedamet * Pişmanlık.
    nedamet duymak (veya getirmek) * pişman olmak.
    nedametle * Pişmanlık duyarak.
    nedbe * Yara izi.
    neden * Bir olayıveya durumu gerektiren veya doğuran başka olay veya durum, sebep.
    * Bir olayıdoğuran başka bir olayısormak için kullanılır; niçin.
    * Bir varlığıveya olayıetkileyen, oluşturan, doğuran şey, sebep, illet.
    neden bilimi * Olgulara yol açan sebeplerin bütünü, etiyoloji.
    * Hastalık sebeplerini araştıran tıp dalı, etiyoloji.
    neden ise * Bkz. nedense.
    neden olmak * bir şeyin olmasına veya ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak.
    neden sonra * gereğinden çok sonra.
    neden sonra * Aradan bir hayli zaman geçince.
    * Aradan bir süre geçince.
    neden tanrıcılık * Deizm.
    nedeniyle * Yüzünden, dolayısıyla, sebebiyle.
    nedenli * Nedeni olan, sebepli.
    nedenli nedensiz * Hiçbir dayanağıyokken, nedeni olsun veya olmasın, sebepli sebepsiz.
    nedense * Bilinmeyen, belli olmayan bir sebep dolayısıyla.
    nedensel * Nedenle ilgili olan, sebep niteliğinde olan, illi.
    nedensellik * Nedensel olma durumu, illiyet.
    nedensellik ilkesi * Her şeyin bir sebebi vardır ve aynışartlar altında, aynınedenler, aynıetkileri doğurur biçiminde
    özetlenebilen ilke.
    nedensiz * Nedeni olmayan, sebepsiz.
    * Bir sebebi olmadan.
    nedim * Arkadaş, yakın dost.
    * Yüksek makamdaki kişileri hoşsözlerle, güzel fıkra ve hikâyelerle eğlendiren kimse.
    nedime * Hanım arkadaş.
    * Hanım sultanın, yüksek makamda bulunan kadınların yardımcısı olan hanım.
    nedir ki * şu var ki.
    * hangi nedenle?.
    * önemsiz, değersiz.
    nedret * Nicelik bakımından alışılanın, umulanın veya gerekenin altında olma durumu, azlık, seyreklik.
    nedret kesbetmek * seyrelmek.
    nefaset * Nefis olma durumu.
    nefer * Derecesi olmayan asker, er.
    * Kimse.
    nefes * Soluk.
    * (boş bir inançla) Şifa verir diye hastaya okuyup üfleme.
    * Sigara, pipo içilirken içe çekilen duman.
    * Canlıvarlık.
    * Bektaşî ve Alevîlerin görüşve düşüncelerini belirtmek için yazılmışşiir.
    nefes aldırmamak * dinlenmesine fırsat vermemek, aralık vermemek.
    nefes almak * havayıciğerlerine çekmek, soluk almak.
    * dinlenmek.
    * ferahlamak, rahatlamak.
    * mutlu bir biçimde yaşamak.
    nefes borusu * Bkz. soluk borusu.
    nefes çekmek * sigara veya başka bir şeyin dumanını içine çekmek.
    * esrar içmek.
    nefes darlığı * Solumada yaşanan sıkıntı.
    nefes etmek * boş bir inanışa göre, rahatsızlığı, illeti geçirmek için okuyup üflemek.
    nefes kesici * Heyecanlı, coşkulu.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 12

    nefes nefese * Soluyarak, soluk soluğa.
    nefes nefese kalmak * soluğu tıkanacak gibi olmak.
    * dara dar.
    nefes tüketmek * çok konuşmaktan yorulmak.
    nefesi durmak * ölmek.
    * şaşkınlık içinde kalmak.
    nefesi kesilmek (daralmak veya tutulmak) * güç soluk alacak duruma gelmek veya soluğu büsbütün durmak.
    * bunalmak, sıkılmak.
    * hayran kalmak, etkilenmek.
    nefesleme * Nefeslemek işi.
    nefeslemek * Nefesini bir şeye yöneltmek, üflemek.
    * Okuyup, üflemek, nefes etmek.
    nefeslenme * Nefeslenmek işi.
    nefeslenmek * Nefes alacak kadar duraklamak, biraz dinlenmek.
    nefesli * Soluk alıp vermeden uzunca bir zaman durabilen, nefesi güçlü olan.
    nefesli çalgı * Bkz. üflemeli çalgı.
    nefeslik * Bir soluk alıncaya kadar geçen süre.
    * Hava alma yeri, hava deliği.
    nefha * Güzel koku.
    * Esinti.
    nefir * Boynuzdan yapılan bir tür boru.
    nefis * Öz varlık, kişilik.
    * İnsanın yeme içme gibi ihtiyaçlarının bütünü.
    nefis * Pek hoş, istek uyandıran, çok güzel.
    nefis muhasebesi * İnsanın isteklerini, hırslarınıve yaptıklarını gözden geçirmesi, doğru veya yanlışlarınıvicdanının
    süzgecinden geçirip bir değerlendirme yapması.
    nefis mücadelesi * İnsanın, kendi nefsinin isteklerini önleme çabası.
    nefis müdafaası * Bkz. nefsi müdafaa.
    nefiy * Sürme, sürgüne gönderme.
    * Olumsuzluk ve olumsuz kılma.
    * İnkâr etme.
    nefiy edilmek * Bkz. nefyedilmek.
    nefiy etmek * Bkz. nefyetmek.
    nefret * Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu.
    * Tiksinme, tiksinti.
    nefret duymak * (birinden) tiksinmek, hoşlanmamak.
    nefret etmek * birine veya bir şeye karşınefret duygusuyla dolu olmak.
    * tiksinti duymak.
    nefret uyandırmak * nefret etmesine sebep olmak.
    nefrit * Böbrek iltihabı.
    nefsanî * Canlılığın zorunlu kıldığı ihtiyaç ve isteklerle ilgili, beden arzularıyla ilgili.
    nefsaniyet * Düşmanlık duygusu, kin besleme.
    nefsi müdafaa * Korunma, kendini, öz benliğini koruma.
    nefsine düşkün * bencil.
    nefsine uymak * bedenin isteklerine uymak, günah işlemek.
    nefsine yedirememek * bir şey yapmayıkendisi için ağır, onur kırıcı bulmak.
    nefsini körletmek * beden isteklerinden herhangi birini üstünkörü gidermek, nefsini yatıştırmak.
    neft * Organik maddelerin ayrışmasından oluşan tutuşur sıvıların birçoğuna verilen ad.
    * Çoğunlukla boyacılıkta kullanılan, petrol türevlerinden bir çeşit mineral yağ, neft yağı.
    neft yağı * Bkz. neft.
    neftî * Siyaha yakın koyu yeşil.
    neftîleşme * Neftîleşmek işi veya durumu.
    neftîleşmek * Neftî olmak, rengi neftîye dönmek.
    neftîleştirme * Neftîleştirmek işi veya durumu.
    neftîleştirmek * Rengini neftîye çevirmek, neftîleşmesine yol açmak.
    neftimsi * Nefte benzer, nefti andırır, neft gibi.
    * Neftîye benzer, neftî gibi.
    nefyedilme * Nefyedilmek işi.
    nefyedilmek * Sürgüne gönderilmek, sürülmek.
    * Olumsuz kılınmak.
    nefyetme * Nefyetmek işi.
    nefyetmek * Sürgüne göndermek.
    * Olumsuz kılmak.
    negatif * Olumsuz, menfi.
    * Eksi, pozitif karşıtı.
    * Gerçekteki aydınlık ve karanlık bölümleri tersine gösteren fotoğraf camıveya filmi.
    negatif büyüklük * Aynıtürden pozitif bir büyüklükle ters yönde olan büyüklük.
    negatif sayı * Bkz. eksi sayı.
    neharî * Yatısız, gündüzlü okul veya öğrenci.