okuma yitimi | * Görmede hiçbir bozukluk olmadığıhâlde okuma yetisinin yok olması, aleksi. |
okumak | * Yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu sessizce çözümleyip anlamak veya aynızamanda seslere çevirmek. * Bu biçimde yazılmışolan bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek. * Bir konuyu öğrenmek için okulda, bir öğretmenin yanında veya yazılışeyler üzerinde çalışmak, öğrenim görmek. * (şarkı, türkü veya şiir vb. için) Sesli olarak veya ezgi ile söylemek. * Bir şeyin anlamınıçözmek. * Bazı belirtilerle bir anlamı, gizli bir duyguyu anlamak, kavramak. * Hastalığı iyi edeceğini ileri sürerek okuyup üflemek, üfürükçülük etmek. * Bir yere çağırmak, davet etmek, okuntu göndermek. * Sövmek, küfretmek. |
okume | * Afrika’da yetişen, kerestesi parlak, öz odunu mor, dışodunu pembe renkli bir ağaç (Aucoumea). |
okumuş | * Okuyarak bilgisini genişletmiş, öğrenim görmüş(kimse). |
okumuşolmak | * okunmuşgibi görünmek, öyle farzedilmek. |
okumuşluk | * Okur yazar, öğrenim görmüşolma durumu. |
okunaklı | * (yazı için) Açık ve düzgün harflerle yazılmış, kolaylıkla okunabilen. |
okunaksız | * (yazı için) Güçlükle okunabilen, düzgün olmayan. |
okunma | * Okunmak işi. |
okunmak | * Okumak işine konu olmak. * Okunulmak. * Belli olmak, açıkça görünmek. |
okuntu | * Çağrıkâğıdı, çağrılık, davetiye. |
okunulma | * Okunulmak işi veya durumu. |
okunulmak | * Okumak işi yapılmak. |
okunuş | * Okunmak işi veya biçimi. |
okur | * Okuyan kimse, okuyucu, kari. |
okuryazar | * Okumasıyazması olan, öğrenim görmüş(kimse). |
okuryazarlık | * Okuryazar olma durumu. |
okus pokus | * Dolap, düzen, hile. |
okutma | * Okutmak işi. |
okutmak | * Okumasını, öğrenim görmesini sağlamak. * Okumak işini yaptırmak. * Ders vermek, bir konu üzerinde yetiştirmek. * Satarak elinden çıkarmak. |
okutman | * Üniversitede yabancıdil, Türkçe, tarih öğretimi ile görevlendirilen, uygulamalıçalışmalarıyöneten öğretim üyesi yardımcısı, lektör. |
okutmanlık | * Okutmanın görevi, lektörlük. |
okutturma | * Okutturmak işi. |
okutturmak | * Okutmak işini yaptırmak. |
okutulma | * Okutulmak işi. |
okutulmak | * Okutmak işine konu olmak. |
okutuş | * Okutmak işi veya biçimi. |
okuyucu | * Sürekli olarak gazete, dergi vb. okuyan, okur, kari. * Şarkı, türkü okuyan kimse, şarkıcı, türkücü. * Düğüne çağrıyapan kimse. |
okuyup üflemek | * dinî inanca göre bir duayı okuduktan sonra, üfleyerek ruhlara yollamak. |
okuyuş | * Okumak işi veya biçimi. |
oküler | * Optik aletlerinde objektiften aldığıışınları göze veren mercek sistemi. |
okültizm | * Bkz. gizlicilik. |
okyanus | * Kıtaları birbirinden ayıran engin, açık deniz, ana deniz, umman. |
okyanus çukuru | * 3000-4000 m derinlikten 6000-7000 m derinliğe kadar devam eden deniz dibi çukuru. |
okyanus mavisi | * Koyu mavi. |
ol | * O gösterme sıfatı. |
ola | * acaba, sahi, bulunabilir. |
ola ki | * olabilir ki, belki. |
olabilir | * Gerçekleşme imkânı bulunan, olur, mümkün, kabil. |
olabilirlik | * Olasılık, ihtimal. |
olabilme | * Olabilmek işi veya durumu. |
olabilmek | * Gerçekleşmesi mümkün olmak, uygulanabilir olmak. |
olacak | * Olması, yapılmasıuygun olan. * Kendinden beklenilen davranışı gösteremeyen. * Olma, gerçekleşme olasılığı bulunan şey. * Olmasının önüne geçilemeyen durum. |
olacak gibi değil | * olamaz, olmuyor, olacağa benzemiyor. |
olagelme | * Olagelmek işi. |
olagelmek | * Sürmek, süregelmek, devam etmek. |
olağan | * Sık sık olan, olagelen, tabiî. * Alışılmışolan, normal. |
olağan dışı | * Olağan olmayan, gayri tabiî. |
olağanlaşma | * Olağanlaşmak işi. |
olağanlaşmak | * Olağan duruma gelmek. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 6
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 7
olağanlaştırma * Olağanlaştırmak işi veya durumu. olağanlaştırmak * Olağan duruma getirmek. olağanlık * Olağan olma durumu. olağanüstü * Alışılmıştan, benzerlerinden farklı olan, fevkalâde.
* Beklenmedik bir zamanda yapılan, önceden tasarlanmışolan, fevkalâde.
* Büyük bir hayranlığa yol açan, harikulâde.olağanüstü hâl * Sıkıyönetimden önce, sonra veya bundan tamamen bağımsız olarak kanunla belirtilen olağanüstü yetkilerin
sivil yönetime verilmesi ve kullanılmasıdurumu.olağanüstülük * Olağanüstü olma durumu. olamaz * Olmasınıönleyecek derecede güçlü engelleri bulunan, olanaksız, gayrimümkün.
* Hayret, şaşırma bildirmek için kullanılır.olan * olmak fiilinin şimdiki zaman sıfat-fiili.
* isim tamlaması belirtileni durumunda bulunan bir isimden sonra getirildiğinde o ismin sıfatıdeğerinde bir
birleşik oluşturur.olan biten (veya olup biten) * meydana gelen olaylar, ortaya çıkan durum veya oluşan her şey. olan oldu * işişten geçti, artık yapacak bir şey kalmadı. olanak * Yararlanılan uygun şart, imkân. olanak sağlamak * bir işin olmasına elverişli ortamıhazırlamak. olanaklı * Olma ihtimali bulunan, mümkün, kabil. olanaksız * Olanağı olmayan, olma ihtimali bulunmayan, gayrimümkün, imkânsız. olanaksızlaşma * Olanaksızlaşmak işi, imkânsızlaşma. olanaksızlaşmak * Olanaksız duruma gelmek, imkânsızlaşmak. olanaksızlık * Olanaksız olma durumu, imkânsızlık. olanca * Bütün, elde bulunanın hepsi. olası * Görünüşe göre olacağısanılan, muhtemel, mümkün. olasıcılık * Bilginin ancak olasılık değeri olduğunu, kesin doğrunun bilinemeyeceğini, bilginin yalnız olasılığa
erişebileceğini ileri süren teoriye dayanan kuşkucu öğreti, probabilizm.olasılı * Olasılığa dayanan, belkili, ihtimal, muhtemel.
* Belkili.olasılık * Bir şeyin olabilmesi durumu, olabilirlik, ihtimal.
* O zamana kadar yapılan deneylerle bir olayın ortaya çıkmasının beklenilmesi, ama yine de tam bir
kesinliliği bulunmamasıdurumu.olasılık hesabı * Bir olayın gerçekleşmesi şanslarının yüzdesini bulmaya yarayan kuralları inceleyen matematik dalı,
ihtimaller hesabı.olasıya * Olabileceği ölçüde, olabileceği kadar. olay * Ortaya çıkan, oluşan durum, ilgiyi çeken veya çekebilecek nitelikte olan her türlü iş, hâdise, vak’a.
* Önemli tarihî olgu.olay bilimi * Görüngü bilimi, fenomenoloji. olay çıkarmak * hoşolmayan bir durum yaratmak, hâdise çıkarmak. olay yapmak * olduğundan önemli veya büyük düşüncesini yaratmak, sorun çıkarmak. olaycılık * Görüngücülük, fenomenizm. olaylaştırma * Olaylaştırmak işi veya durumu. olaylaştırmak * Olay durumuna getirmek, olay yapmak. olaylı * Olayı olan, olay çıkmışolan, hâdiseli. olaysız * Olayı olmayan, hiçbir olay çıkmamışolan, hâdisesiz. olçum * Hekimlik taslayan kimse.
* Kendini becerikli, usta gösteren kimse.
* Eli işe yatkın, becerikli kimse.oldu * Peki, evet, tamam, hay hay, elbette, başüstüne, olur, tabiî, memnuniyetle. oldu olacak * Artık çekinilecek bir şey kalmadı. oldu olacak, kırıldınacak * her şey olup bitti, işişten geçti. oldu olanlar * hoşolmayan kötü birtakım olaylar oldu. oldubitti * Başkasına karışma fırsatıvermeden bir işi aceleye ve kargaşalığa getirip sonuca bağlama, olup bitti,
emrivaki.oldubittiye (veya olupbittiye) getirmek * geri dönülmesi güç veya olanaksız bir durum yaratmak, emrivaki yapmak. oldukça * Yetecek kadar, epey, hayli. oldum bittim * Eskiden beri, bildim bileli. oldum bittim (oldum olasıveya oldum olasıya) * kendimi bildiğimden beri. oldum olası * 343 olmak. oldurgan * Geçişli değilken bir ek katılarak geçişli duruma getirilen (fiil). oldurma * Oldurmak işi veya durumu. oldurmak * Olmasını sağlamak.
* Olgunlaştırmak.ole * Yüreklendirmeye yarayan İspanyolca kelime, yaşa. olefin * Etilen gibi yapısına başka bir öge veya kök sokulabilen, karbonlu hidrojenlerin genel adı. oleik * Yağlarda gliserin ile birlikte bulunan, rengi, kokusu, tadı olmayan, 40C de billûr durumunda katılaşan sıvı
bir madde olan oleik asit teriminde geçer. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 8
oleik asit * Oleik. olein * Sıvıyağlarda ve margarinlerde bulunan oleik asidin bir esteri. oleometre * Yağların yoğunluğunu ölçmeye yarayan sıvıöçler. olgu * Birtakım olayların dayandığısebep veya bu sebeplerin yol açtığısonuç, vakıa.
* Düşünülmüşolanın karşıtı, olmuşolan, gerçek olan, gerçekleşmişolan, vakıa.olgucu * Olguculukla ilgili olan, pozitivist.
* Olguculuk yanlısı olan (kimse).olguculuk * Araştırmalarını olgulara, deneylere, gerçeklere dayayan, fizik ötesi açıklamalarıkuramsal olarak olanaksız ve
yararsız gören Auguste Comte ‘un açtığıfelsefe çığırı, pozitivizm.olgun * (meyveler için) Yenecek duruma gelmiş.
* (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş, kâmil.olgun odun * Ağaç gövdesinin öz odun ile dışodun arasında oluşan, ağaç işleri gereci olarak en üstün niteliği taşıyan
bölümü.olgunca * Olgun gibi, olguna benzer. olgunlaşma * Olgunlaşmak işi. olgunlaşmak * (meyveler için) Olgun duruma gelmek.
* (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmişolmak.olgunlaştırma * Olgunlaştırmak işi. olgunlaştırmak * Olgun duruma getirmek. olgunluk * (meyveler için) Olgun, yenilebilir olma durumu.
* (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörü bakımından gereği kadar gelişmişolma durumu, yetkinlik, kemal.olgunluk çağı * İnsan hayatında beden ve ruhî yeteneklerinin en yetkin olduğu dönem. olgunluk sınavı * Bilgi, görgü ve hoşgörü bakımından gereği kadar gelişmişolma durumu, yetkinlik, kemal. olgunluk yaşı * Bkz. olgunluk çağı. oligarşi * Siyasî gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığıyönetim, aristokrasinin daralmış biçimi, takım erki. oligoklâz * Billûr kütlelerde serpme durumunda bulunan, beyazımtırak bir tür feldspat. oligosen * III. çağın miyosen ile eosen arasındaki dönemi. olijist * Kızıl renkli, kayaçlarda rastlanan doğal demir oksidi. olimpik * Olimpiyatlarla ilgili, olimpiyat ölçülerinde olan. olimpiyat * Eskiden Yunanistan’da Zeus onuruna yapılan yarışmalara verilen ad.
* Her dört yılda bir başka ülkede yapılan, yalnızca amatörlerin katıldığıuluslar arasıspor yarışmaları,
olimpiyat oyunları.
* Çeşitli spor dallarında düzenlenen yarışma.olivin * Sarımsıyeşil renkli, cam parıltılı, magnezyum ve demirli silikat, peridot. olma * Olmak işi veya durumu. olmadık * Daha önce hiç olmamış, alışılmamış, hiç beklenmeyen, olağan karşıtı.
* Gereksiz, yerinde olmayan davranışveya söz.olmak * Varlık kazanmak, meydana gelmek, vuku bulmak.
* Gerçekleşmek veya yapılmak.
* Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak.
* Bir şeyi elde etmek, edinmek.
* Bir durumdan başka bir duruma geçmek.
* Herhangi bir durumda bulunmak.
* Uygun düşmek, yerinde görülmek.
* Yetişmek, olgunlaşmak.
* Hazırlanmak, hazır duruma gelmek.
* Bulunmak.
* (özne olarak zaman bildiren kelimelerle) Geçmek, tamamlanmak.
* Sürdürmek, yürütmek.
* Bir kuruluşla, örgütle ilgili bulunmak, mensup olmak.
* (zaman bildiren bir isimle) Yaklaşmak, gelip çatmak.
* Bir şey, birinin mülkiyetine geçmek.
* Özne bir isim tamlaması olduğunda, belirtenin belirtilene ait olduğu düşüncesini anlatır.
* Ek fiilin genişzamanı olan -dır (-dir) anlamında kullanılır.
* Sarhoşolmak.
* Uymak, tam gelmek.
* Yitirmek, elinden kaçırmak.
* Bir yerde doğmuş, yaşamışolmak.
* Bu fiilin genişzamanının tekil üçüncü kişisi olumlu olduğunda kabul, olumsuz olduğunda ret anlatır.
* (bir şeyle birlikte) Bir olayla karşılaşmak; başına kötü bir şey gelmek.
* (ne ile birlikte) Ne gibi bir ilginin bulunduğunu sormak veya hiçbir ilgi olmayacağını belirtmek için
kullanılır.
* Yol açmak.
* Bir isim veya sıfatın belirttiği durumu almak.
* Sıfat-fiil eki almışkelimelerle birlikte başlama, bitirme vb. bildiren fiilleri oluşturur.
* (hastalık anlatan bir kelimeyle) Hastalığa yakalanmak, tutulmak.olmamış * Olgunlaşmamış, ham. olmayacak * Gerçekleşmesi imkânsız.
* Olmasıhoşgörülmeyen, uygun olmayan.olmayacak duaya âmin demek * gerçekleşmeyecek, sonuç, vermeyecek işlerle uğraşmak. olmaz * İmkânsız, gerçekleşemez.
* Yapılamayacak iş, tutum veya davranış.olmaz olmaz * olamayacak, imkânsız şey yoktur. olmazlı * Olması ihtimal dışı olan. olmazlık * Olmazlı olma durumu veya olmazlı olan şey. olmuş * Olgunlaşmış, ergin.
* Oluşmuş.olmuş(veya pişmiş) armut gibi eline düşmek * emeksiz ve zahmetsizce eline geçmek. olsa olsa * Son ihtimal olarak, nihayet.
* Ancak.olta * Genellikle, bir olta takımının ava hazır bütününe verilen ad.
* Balık avlamada kullanılan, ucuna çengelli iğne takılı, en çoğu at kuyruğu kılından olan veya naylon tellerden
yapılmışiplik.
* Hile, düzen, oyun, yem.olta balığı * Olta ile avlanan balık. olta iğnesi * Olta takımının ucuna takılan ve biçimlerine göre değişik adlarla anılıp esas balığın yakalanmasında
kullanılan küçük çengel.olta takımı * Olta ile balık avlamada kullanılan iğne, zoka gibi gereçlerin bütünü. oltacı * Olta vb. balık avı gereci satan kimse.
* Olta ile balık avlamada usta kimse.oltacılık * Olta yapmak veya satmak işi.
* Olta ile balık avlama işi.oltaya düşmek * hileyle karşılaşmak, oyun veya düzen içinde girmek. oltaya vurmak * (balık) oltaya takılmak. oltayıyutmak * aldanmak. Oltu kebabı * Oltu yöresine özgü yatay olarak şişe geçirilip kızartılan ve küçük küçük kesilen bir tür kebap. Oltu taşı * Çeşitli süs eşyalarının yapımında kullanılan kara kehribar, oksidiyon taşı. Oltu tozu * Bkz. pire otu. oluk * Bir şeyin akmasına yarayan üst yanıaçık boru.
* Yağmur sularınıdamların kenarlarına toplayıp akıtan yatay konumlu, genellikle çinko vb. boru.
* Bir şeyin üzerinde oyulmuşyol.
* Ay yüzeyinde görülen uzun yarıklardan her biri. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 9
oluk gibi akmak * çok bol ve arasıkesilmeden gelmek. oluk oluk * Pek çok. olukçuk * Küçük oluk.
* Bazı organların yüzeyinde bulunan çentikler.oluklaşma * Oluklaşmak işi. oluklaşmak * Oluk durumuna girmek, oluk görünümü almak. oluklu * Oluğu olan.
* Üstünde yol yol olukları bulunan.olumlama * Olumluluğu ortaya koyma, icap. olumlu * Gözetilen amaca veya beklenilene uygun, yararlı, müspet.
* Yapıcı.
* Onaylayan, kabul eden, lehte olan.
* Olgulara, deneylere dayalı olarak bazınitelikleri belli olan, müspet, pozitif.olumlu bildirme eki * Çoğu sürerlik, kesinlik veya kuvvetli ihtimal kavramlarınıvermek için yüklemin sonuna gelen durur
kelimesinin ekleşmiş biçimi olan -dır, -dir eki.olumlu cümle * Yüklemi olumlu olan cümle: Çocuk okula gitti. Öğrencinin bilgisiz olduğu anlaşılıyordu gibi. olumlu eylem * Bkz. olumlu fiil. olumlu fiil * Bir işin, bir davranışın, bir oluşun olduğunu bildiren fiil: Söylemiş, yazacak… gibi. olumlu tümce * 343 olumlu cümle. olumluluk * Olumlu olma durumu. olumsal * Olmasıkadar olmamasıda mümkün bulunan, mümkün, zorunlu karşıtı. olumsallık * Olumsal olanın niteliği; olumsal olma durumu, imkân, zorunluluk karşıtı. olumsuz * Yapıcıve yararlı olmayan, hiçbir sonuca ulaşmayan, menfi, negatif.
* Davranışları beğenilmeyen, yıkıcıdüşünceleri olan, zararlı, menfi.
* Bir şeyi inkâr eden, inkâr veya ret özelliği taşıyan.olumsuz cümle * Yüklemi olumsuzluk kavramıveren cümle: Çocuk hasta değilmiş. Parasıyok. Gelmezseniz biz de gitmeyiz
gibi.olumsuz eylem * 343 olumsuz fiil. olumsuz fiil * Olumsuzluk kavramıveren fiil, Türkçede -ma, -me olumsuzluk eki, -maz, -mez olumsuz genişzaman eki
alan fiil: Söylememeliydi, hastalanmaz, gelmeyince, yorgun değildir gibi.olumsuz tümce * Bkz. olumsuz cümle. olumsuzluk * Olumsuz olma niteliği veya durumu, nefiy. olumsuzluk eki * Kökü fiil olan bir kelimeye olumsuzluk kavramıveren ek. Türkçe’de bu kavram -ma, -me eki ile verilir:
Sevmemek, sevmeyecek, okumamışgibi.olumsuzluk kelimesi * Cümle içinde art arda kullanılan iki veya daha çok özneyi, tümleci, yüklemi, aralarından bazılarına
olumsuzluk kavramıvererek birbirine bağlayan veya yüklemin olumsuz çekimini sağlayan değil kelimesi.olunma * Olunmak işi veya durumu. olunmak * Olmak fiiline konu olmak. olup olacağı * hepsi bu kadar. olupbitti * Oldubitti, emrivaki. olupbittiye getirmek * Bkz. oldubittiye getirmek. olur * Olabilir.
* Peki.
* Genişzamanın üçüncü tekil kişisi.
* Onay, tasdik, yapabilme izni.olur almak * yetkili makamdan bir uygulamayıyapabilmek için yazılı izin almak. olur ki * belki, muhtemelen. olur olmaz * rastgele, sıradan.
* önemsiz, gereksiz, yersiz.olur olmaz * Olunca, olmasından hemen sonra.
* Doğru mu, yanlışmı, yerinde mi yersiz mi olduğu düşünülmeden söylenen (söz), iyi mi kötü mü olduğuna
bakılmadan seçilen (şey).
* Rastgele, sıradan, kimliği, niteliği belirsiz (kişi).olur şey * olağan, görülegelen, sıradan, alelâde. olur şey (veya olur … değil) * şaşma anlatır. olur şey değil * olabileceği düşünülmeyen veya gerçekleşmesi beklenmeyen (şey). olurluk * Olabilme durumu. oluruna bakmak * bir işin yapılabilirliğini araştırmak, yapmaya çalışmak. oluruna bırakmak * (bir işi) kendi gidişine bırakmak. oluruna bırakmak (veya bağlamak) * sonucu önemsemeyerek, bir işin yapılabildiği, olabildiği kadarıyla yetinmek. oluruyla yetinmek * elde olanlarıyeterli bulmak, kanaat etmek. oluş * Olmak işi veya biçimi, vuku.
* Oluşma, teşekkül, tekevvün.
* Bir durumdan öteki duruma geçiş.oluşma * Oluşmak işi, teşekkül. oluşmak * Belli bir varlık kazanmak, ortaya çıkmak, meydana gelmek, teşekkül etmek, tekevvün etmek. oluşturma * Oluşturmak işi. oluşturmak * Oluşmasını sağlamak, meydana getirmek, teşekkül ettirmek, tekvin etmek. oluşturulma * Oluşturulmak işi. oluşturulmak * Oluşmasısağlanmak, teşekkül ettirilmek. oluşuk * Oluşmuş.
* Bir jeoloji döneminde meydana gelmişkatmanlar dizisi. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 2
ocağına darıekmek * Bkz. ocağına incir dikmek. ocağına düşmek * birine koruması için sığınmak veya yardım etmesi için yalvarmak. ocağına incir dikmek * birinin evini barkınıdağıtmak. ocağınıyeşertmek * aile yuvasınıcanlandırmak. ocak * Ateşyakmaya yarayan, pişirme, ısıtma, ısınma gibi amaçlarla kullanılan yer.
* Odalarda, genellikle duvar kenarlarında tuğla veya taştan yapılmış, bacası olan yer, şömine.
* Isıvererek üzerine veya içine konulan maddeleri ısıtan, pişiren, kaynatan, eriten araç veya âlet.
* Kahvelerde, kuruluşlarda çay, kahve vb.nin yapıldığıyer.
* Yer üstünde veya yer altında cevher çıkarılan yer.
* Bahçelerde ve bostanlarda her tür meyve ve sebze ekimine ayrılmış, çevresinden biraz yükseltilmiştoprak
parçası.
* Bir şeyin en çok bulunduğu veya yapıldığıyer.
* Aynıamaç ve düşünceyi paylaşanların kurduklarıkuruluşveya toplandıkları, görev yaptıklarıyer.
* (bazıdeyimlerde) Ev, aile, soy.
* Bazıhastalıkları iyi ettiğine inanılan aile.
* Yılın 31 gün süren birinci ayı, kânunusani.ocak başı * Ocağın başında yemek yenilen yer. ocak eşeği * Ocakta odunlarıdayayarak çatmaya yarayan üç ayaklıdemir araç. ocak kaşı * Ocağın içinde üstüne kazan, tencere oturtmaya yarayan yer. ocak katı * Belirli bir düzeyde hazırlanmışgaleri ağının tümü. ocak taşı * Ocağın çevresine yerleştirilen ateşe dayanıklıtaş. ocakçı * Ateşçi.
* Ocak bacalarıtemizleyicisi.
* Kahvelerde ocak başında kahve, çay gibi şeyleri hazırlayan kimse.ocakçılık * Ocakçı olma, ocakçının işi. ocaklı * Ocağı olan, içinde ocağı bulunan.
* Ocaktan olan (yeniçeri).ocaklık * Bir aileye, babadan oğula geçmesi için verilen (mülk).
* Ateşyakılan yer, ocak.
* Bir yapının temelini veya çatısını oluşturan büyük kereste, temel direği.
* Mutfak.
* Baca.ocumak * Bir şeyden korkmak, ürkmek, çekinmek.
* Bir şeyden soğumak.od * Ateş. od ocak * Mal, mülk, maddî zenginlik. od yok ocak yok * “çok yoksul” anlamında kullanılır. oda * Evin veya herhangi bir yapının oturmak, çalışmak, yatmak gibi işlere yarayan, banyo, salon, girişvb.
dışında kalan, bir veya birden fazla çıkışı olan bölmesi, göz.
* Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmî birlik.
* Yeniçeri kışlası.oda hapsi * Askerî ceza hukukunda kabul edilmiş bir ceza türü. oda müziği * Az sayıda çalgı için ve özel toplantılarda çalınmak amacıyla bestelenmişmüzik. oda spreyi * Havasız kalan veya havasıağırlaşan odalarda güzel ve hoşkoku veren bir sprey türü. odabaşı * Hanlarda çalışan uşakların başı.
* Yeniçeri kuruluşunda görevi alaylarda selâm törenlerini düzenlemek ve yönetmek olan subay.odacı * Resmî kuruluşlarda, işyerlerinde, temizlik ve getir, götür işlerine bakan görevli, hizmetli, hademe,
müstahdem.odacık * Küçük oda. odacılık * Odacı olma durumu veya odacının görevi, hademelik. odak * Bir ışık veya ısıkaynağından yayılan ışınların toplandığıyer, mihrak.
* Herhangi bir düşüncede, nitelikte olan kimselerin kaynağıveya bir şeyin toplandığı, yoğunlaştığıyer,
mihrak.odak noktası * Bir merceğe paralel olarak gelen ışınların, mercekten geçip kırıldıktan sonra merceğin öte yanında
birleştikleri nokta.odaklama * İyi bir görüntü elde etmek, görüntüyü tam odak noktasına düşürmek için alıcımerceğinde yapılan
düzenleme.odaklamak * İyi görüntü elde etmek, görüntüyü tam odak noktasına düşürmek için alıcımerceğini düzenlemek. odaklanma * Odaklanmak işi. odaklanmak * Odaklamak işine konu olmak.
* Belli bir noktada, yerde veya olguda toplanmak.odaklaşma * Odaklaşmak durumu. odaklaşmak * Bir ışık demeti veya elektron akışı bir noktada toplanmak.
* Odak durumuna gelmek.odaklaştırma * Odaklaştırmak işi. odaklaştırmak * Bir ışık demetini veya elektron akışını bir noktaya toplamak.
* Odak durumuna getirmek.odaklayıcı * Alıcısının çalıştırılmasısırasında odaklamayı gerçekleştiren alıcıyönetmeni yardımcısı. odalı * Herhangi bir sayıda odası olan.
* Topkapısarayında oturan saray adamları.odalık * Bir erkeğin nikâhsız olarak aldığıcariye.
* Padişah ve şehzadelerin, saraya alınan karavaşlar arasından seçtikleri kadın, ikbal.odeon * Eski Yunan’da müzisyenlerin konser verdiği basamaklıyer. oditoryum * Dinleme salonu. odsuz * Ateşsiz. odsuz ocaksız * Çok yoksul, aç ve barınaksız. odun * Yakılmak için kesilmiş, parçalanmışağaç.
* Anlayışsız ve kaba (kimse).odun bilimi * Odunun yapısını; fiziksel, mekanik ve kimyasal özelliklerini inceleyen bilim dalı, ksiloloji. odun gibi * anlayışsız, görgüsüz. odun kömürü * Odunun kömürleştirilmesiyle elde edilen, kalori değeri düşük kömür, mangal kömürü. odun özü * Bitkiye destek olan, besi suyunu taşıyan, odunda bulunan katımaddelerden her biri. odun sobası * Sadece odun yakılmasına elverişli bir soba türü. oduncu * Odun kesen veya satan kimse. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 3
oduncul * Odunla beslenen böcek. odunculuk * Odun kesme ve satma işi. odunlaşma * Bazı bitki hücrelerinde odun özü denilen bir kimyasal madde alarak odunsu bir duruma girmeleri olayı.
* Kabalaşma.odunlaşmak * (bitkilerde) Odun durumuna gelmek.
* Kabalaşmak.odunluk * Odun konulan yer.
* Odun durumuna getirilip yakılmaya elverişli (ağaç).
* Kabalık, anlayışsızlık.odunsu * Oduna benzeyen, odunu andıran. odunumsu * Oduna benzer, odun gibi.
* Kaba, iri, heybetli.odyometre * İşitme organıve sisteminin niteliklerini değerlendiren, işitmeyi ölçen araç. odyovizüel * Görsel-işitsel. of * Sıkıntı, bezginlik, usanç, acı gibi duyguları bildirir. of çekmek * oflamak. ofis * İşyeri, daire, büro. oflama * Oflamak işi. oflamak * “Of” diyerek sıkıntı, bezginlik, usanç, acıveya yorgunluk duyduğunu belli etmek. oflatıp puflatmak * bunaltıp sıkıntıçekmeye sebep olmak. oflaya puflaya * sıkılarak, acıçekerek, bunalarak. oflaz * İyi, güzel, mükemmel. ofris * Salepgillerden, çiçekleri sinek, örümcek gibi birtakım böcekleri andıran, yumrulu, otsu bir bitki (Ophrys). ofsayt * Futbolda hücuma geçen takımın en az bir oyuncusunun topla oynandığı anda rakip takımın kale çizgisine,
o takımın en yakın oyuncusundan daha yakın bulunmasıdurumu.ofset * Kalıp izlerini önce kauçuğa, kauçuktan da kâğıda geçirmeye dayanan çift kopyalı baskıyöntemi, düz baskı. ofsetçi * Ofset baskıyapan kimse. oftalmolog * Göz hekimi. oftalmoloji * Göz hekimliği. oftalmoskop * Gözün içini aydınlatıp görmek ve gözü muayene etmek için kullanılan ayna. oğalamak * Bkz. ovalamak. Oğan * Tanrı. oğdurmak * Bkz. ovdurmak. Oğlak * Zodyakta Yay ile Kova arasındaki burç, Cedi. 343 Zodyak. oğlak * Keçi yavrusu. Oğlak dönencesi * Güney yarıkürenin 230 27’lik enleminde, güneşin 23 Aralık’ta, öğle üzeri dimdik durduğu çember, kış
dönencesi.oğlaklamak * (keçi) Yavrulamak. oğlan * Erkek çocuk.
* Yetişkin erkek.
* İskambil kâğıtlarında genç erkek resimli kâğıt, bacak, vale.
* Cinsel bakımdan erkeklerin zevkine hizmet eden sapık erkek çocuk.oğlan evi * Nişan, düğün gibi törenlerde erkek tarafının bulunduğu ev. oğlancı * Erkeklerle cinsel ilişki kuran eş cinsel aktif erkek, kulampara. oğlancık * Küçük oğlan çocuk. oğlancılık * Oğlancı olma durumu, kulamparalık. oğmaç * Bkz. ovmaç. oğmak * Bkz. ovmak. oğul * Erkek evlât.
* Yaşlıkimselerin genç erkeklere söylediği bir seslenme.
* Bazıkelimelerin anlamınıpekiştirmek için kullanılır.
* Bey veya ana arıdenilen bir dişi arıyla kovandan çıkan arıtopluluğu.oğul balı * Oğul arılarının yaptığı bal.
* Bir büyük anneye veya büyük babaya göre oğuldan olan erkek torun.oğul çıkarmak * bir kovan, yeni bir oğul arısıtopluluğu meydana getirmek. oğul oğul * Gruplar hâlinde, bölük bölük. oğul otu * Ballı babagillerden, 20-150 cm yükseklikte, tıpta yapraklarından yararlanılan çok yıllık ve otsu bir bitki,
kovan otu, melisa (Melissa officinalis).oğul uşak * Çocuklar ve torunlar. oğul vermek * oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp ayrı bir kovana gitmek. oğulcuk * Oğul sözünün sevgi bildiren küçültme veya okşama biçimi.
* Döllenmişyumurtacığın gelişmeye başladığı andan dölüt olmasına kadar geçen süredeki adı, rüşeym,
embriyon.
* Bitki tohumlarında bir kökçük ile bir filizcikten oluşan ana bölüm.oğulduruk * Döl yatağı. oğullanma * Oğullanmak işi veya durumu. oğullanmak * Arılar, oğul durumuna gelmek. oğullu * Oğlu olan. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 4
oğulluk * Oğul olma durumu.
* Üvey oğul.oğulsuz * Oğlu olmayan. oğunmak * Bkz. ovunmak. oğuşturmak * Bkz. ovuşturmak. Oğuz * XI. yüzyılda Harezm bölgesinde toplu olarak yaşayan ve daha sonra batıya doğru göç ederek, bugünkü
Türkmen, Azerî, Gagavuz ve Türkiye Türklerinin aslını oluşturan büyük bir Türk boyu.oğuz * İyi huylu (kimse). Oğuzca * Türk dilinin Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Gagavuzca ile Kırım’ın güney
bölgelerinde kullanılan Türkçeyi içine alan grubun ortak adı.oh * Sevinç, beğenme, hayranlık, rahatlama gibi çeşitli duyguları belirtir. oh çekmek * birinin kötü duruma düşmesine sevinildiğini anlatır. oh demek * rahata ermek, rahata kavuşmak, rahat bir soluk almak. oh olsun! * söz dinlemeyerek, yanlışdavranarak kötü duruma düşenlere “çok iyi olmuş” anlamında söylenir. oha * Büyük başhayvanlarıdurdurmak için kullanılan seslenme.
* Kaba ve yakışıksız bir davranışta bulunana karşıkullanılır.ohlama * Ohlamak işi veya durumu. ohlamak * Oh sesini çıkarmak, oh demek. ohm * Bkz. om. oje * Tırnak cilâsı. ojeli * İçinde oje bulunan.
* Oje sürülmüş.ojit * Yanardağkütlelerinde bulunan ve feldspatla birlikte bazaltların temelini oluşturan piroksen cinsinden
mineral madde.ok * Yayla atılan, ucunda sivri bir demir bulunan ince ve kısa tahta çubuk.
* Yön göstermek amacıyla belli yerlere konulabilen, oka benzeyen işaret.
* Bazıâletlerde veya araçlarda düz ve uzun bölüm.
* Bir dairede bir kirişin ortasında bu kirişi gören yayın ortasına indirilen doğru parçası.ok atmak * miras kalan mallarıpay etmek için ad çekmek. ok gibi (yerinden) fırlamak * çok hızlı gitmek. ok meydanı * Ok atma ustalığıedinilen veya ok atma yarışlarının yapıldığı alan. ok meydanında buhurdan yakmak * geniş bir yeri yetersiz bir şeyle ısıtmaya çalışmak.
* önemli bir işiçin yetersiz imkânlardan yararlanmaya çalışmak.ok yaydan (veya yayından) çıkmak * geri dönülemeyecek bir işyapmak. ok yılanı * Başıpullu, boyu 2 m kadar olan, zehirli ve tehlikeli bir yılan. okaliptüs * Mersingillerden, asıl yurdu Avustralya olan, boyu 100 m’yi aşabilen, toprağın suyunu çekerek yerin bataklık
duruma gelmesini önleyen bir ağaç (Eucalyptus globulus).okapi * Gevişgetirenlerden, Kongo’da bataklık ormanlarda yaşayan, büyük bir antilop boyunda, gövdesi kızıl
kestane, bacakları beyaz çizgili bir memeli hayvan (Okapia johnstoni).okar * Telli balıkçıl. okazyon * Fırsat.
* Kelepir.okçu * Ok yapan veya satan kimse.
* Okçuluk sporunu yapan kimse, kemankeş.okçuluk * Ok yapma veya satma işi.
* Ok ve yay kullanılarak yapılan spor, ok atıcılığı.okey * Plâstik, tahta veya mika benzeri maddelerden yapılmıştaşlarla oynanan ve konkene benzeyen bir tür oyun. okka * 1283 gr’lık ağırlık ölçüsü birimi; 400 dirhem bir okka ederdi, kıyye. okka çekmek * hacminden umulmayacak kadar ağır gelmek. okka her yerde dört yüz dirhem * konuşulan bir gerçeğin açıklığınıve tartışma götürmezliğini anlatmak için söylenir. okkalama * Okkalamak işi. okkalamak * Bir şeyin ağırlığınıyaklaşık olarak anlayabilmek için elle yoklamak.
* Gereğinden çok övmek veya ilgi göstermek, koltuklamak, pohpohlamak.okkalı * Kiloca fazla olan, ağır çeken.
* Büyük.
* Ağır.okkalıkahve * Bol kahve ile yapılmışve büyük fincana konulmuşkahve. okkalık * Herhangi bir okka ağırlığında veya oylumunda olan. okkanın altına gitmek * haksız yere ezilmek, bir zarar veya ceza görmek. oklama * Oklamak işi veya durumu. oklamak * Ok gibi fırlama.
* Okla vurmak.oklanma * Oklanmak işi veya durumu. oklanmak * Okla vurulmak. oklava * Hamur açmakta kullanılan silindir biçiminde uzunca değnek. oklava (veya baston) yutmuşgibi * dimdik duranlar için söylenir. oklu kirpi * Kemirgenlerden, kirpiye benzeyen, uzun dikenleri olan bir hayvan (Hystrix cristatus). okluk * İçine ok konulan ve sırtta taşınan meşinden yapılmışok kılıfı, sadak. okrama * Okramak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 1
o * Başına getirildiği cümlenin anlattığıduyguyu belirtir. o * Teklik üçüncü kişiyi gösterir.
* İki veya daha çok şeyden, daha önce sözü geçeni gösterir.
* Uzakta olan, hakkında konuşulan kimse veya şeyi belirtir.O * Oksijen’in kısaltması. o bu * Bazıkimseler ve nesneler. o denli * Öyle, o kadar. o duvar senin, bu duvar benim * birinin yalpalayacak kadar sarhoşolduğunu anlatır. o gün bugün(dür) * o zamandan beri. o hâlde * bu durum karşısında, demek oluyor ki, öyleyse. o kadar * aşırılık belirtir.
* tehdit ve kızgınlık bildirir.o kapı(mahalle) senin bu kapı(mahalle) benim * sürekli gezip dolaşmayıanlatır. o saat * Hemen, o anda. o sırada * İçinde bulunulan zamanda. o taraflı olmamak * ilgi göstermemek, konuyla ilgisi yokmuşgibi davranmak. o tarakta bezi olmamak * o şeyle ilişiği bulunmamak. o yolda * öyle, o gidişve düzenle. o yolun yolcusu * (toplumun ahlâk anlayışına göre) kötü bir hayat sürdüren kimse.
* ölümle sonuçlanacak bir durumda olan kimse.o, O * Türk alfabesinin on sekizinci harfi; ses bilimi bakımından kalın, yuvarlak ve genişünlüyü gösterir. oba * Göçebelerin konak yeri.
* Bu konak yerinde konaklayan göçebe halk veya aile.
* Genellikle bölmeli göçebe çadırı.obabaşı * Obanın başı olan kimse. obartı * Bkz. abartı. obartıcı * Bkz. abartıcı. obartılmak * Bkz. abartılmak. obartma * Bkz. abartma. obartmak * Bkz. abartmak. obelisk * Dikili taş. oberj * Şehir merkezinin dışında sade, basit kurulmuşkonaklama tesisi. obje * Nesne. objektif * Nesnel, afakî.
* Fotoğraf makinesi, mikroskop, dürbün gibi optik âletlerle, cisimlerden gelen ışınlarıalıp ekran üzerine
yansıtan mercek veya mercek sistemi.objektif olmak * nesnel olmak.
* tarafsız davranmak.objektiflik * Objektif olma durumu. objektivist * Nesnelci. objektivite * Objektiflik. objektivizm * Nesnelcilik. obruk * İçbükey, mukaar, konkav.
* İçinde su biriken çukur yer, doğal kuyu.obruklu * Obruğu olan. observatuvar * Gözlem evi, rasathane. obstrüksiyon * Engelleme. obua * Orkestrada yer alan çift kamışlı, tahta üflemeli çalgı. obuacı * Obua çalan kimse. obur * Gereğinden çok yemek yiyen, doymak bilmeyen (kimse). oburca * Doymak bilmezcesine, gereğinden çok (yiyen). oburlaşma * Oburlaşmak işi. oburlaşmak * Obur duruma gelmek. oburluk * Obur olma durumu. obüs * Yüksek ve alçaktan mermi atabilen, top ve havanların bazıözelliklerine sahip kısa namlulu top. ocağı batmak * yuvasıyıkılmak veya soyu tükenmek. ocağıkör kalmak * soyu tükenmek, çocuğu bulunmamak. ocağısönmek * aile dağılmak, yok olmak, çoluk çocuk yok olmak. ocağıtütmek * soyu devam etmek. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 26
nüve * Bir şeyin özü, çekirdek. nüzul * İnme, felç. nüzul inmek (veya gelmek) * felç geçirmek, felce uğramak. nüzullü * İnmeli, felçli. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 24
Nuh nebiden kalma * çok eski, modasıçoktan geçmişolan. nuhuset * Uğursuzluk, kademsizlik, şeamet, kötü, berbat. nukut * Paralar. numara * Bir şeyin bir dizi içindeki yerini gösteren sayı, rakam.
* Ölçü, derece.
* Benzer şeyleri ayırt etmek için her birinin üzerine işaret olarak yazılan sayı.
* Öğrenciye verilen not.
* Bir telefonun açılmasınısağlayan sayılar.
* Eğlendirici oyunlardan her biri.
* Hile, düzen.
* Okullarda öğrencileri birbirinden ayırt etmek için her birine verilen sayı.numara yapmak * bir hareketi yalandan yapmak veya yapar gibi görünmek. numaracı * Davranışlarıyapmacıklı olan (kimse). numaracılık * Numaracının işi. numaralama * Numaralamak işi. numaralamak * Bir veya daha fazla sıra numarasıyla göstermek, numara koymak. numaralandırma * Numaralandırmak işi. numaralandırmak * Numara vermek, numaralamak işini yaptırmak. numaralanış * Numaralanmak işi veya biçimi. numaralanma * Numaralanmak işi. numaralanmak * Numaralamak işine konu olmak. numaralayış * Numaralamak işi veya biçimi. numaralı * Numarası olan.
* Belli bir numarası olan.numarasınıvermek * bir kimse için kötü bir kanıya varmak. numarasız * Numara verilerek belirtilmemiş.
* (gözlük veya gözlük camı için) Gözün görme gücünü artırma özelliği bulunmayan.numen * Nesnenin kendisi, görüngü karşıtı; Kant’ın modern felsefesinde, insanlar duyularla bağlı olduğundan
nesnenin görünüşünü, olayları bilebilir, nesnenin özünü bilemezler, onu yalnız düşünebilirler.numune * Örnek. numunelik * Örneklik. nur * Aydınlık, ışık, parıltı.
* İlahî bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık.nur gibi * parlak, pırıl pırıl. nur içinde yatsın * sevgiyle anılan ölüler için söylenir. nur inmek * kutsal bir yere gökten ilâhî ışık yağmak. nur ol! * beğenme, alkışsözü. nur topu gibi * sağlıklı, çok güzel ve temiz (çocuk). nur yüzlü * Saygıuyandıran, pak yüzlü ihtiyarlardan söz ederken kullanılır. nuranî * Işıklı.
* Saygıuyandıran, nurlu.nurlandırma * Nurlandırmak işi veya biçimi. nurlandırmak * Nur gibi yapmak, parlak ve tertemiz bir duruma getirmek. nurlanış * Nurlanmak işi veya biçimi. nurlanma * Nurlanmak işi. nurlanmak * Işık içinde kalmak.
* Temiz, parlak bir duruma gelmek.nurlu * Aydınlık, ışıklı, parlak.
* Saygıuyandıran, temiz, nuranî.nursuz * Saygıuyandırmayan, sevimsiz. nursuz pirsiz * Sevimsiz, bakımsız. nuruaynım * Gözümün nuru. nuruçeşmim * Gözümün nuru. nurudidem * Nur yüzlüm. Nusayrî * Hatay ili ve çevrelerinde yaşayan bir Türk topluluğuna eskiden verilen ad. nutku tutulmak * korkudan, şaşkınlıktan ve öfkeden konuşamaz olmak. nutuk * Söz, konuşma.
* Söylev.nutuk atmak (veya çekmek) * bir kimsenin uzun, sıkıcı bir konuşma yaptığınıveya özden yoksun bir söylev verdiğini belirtmek için
kullanılan küçümseyici bir söz.nutuk vermek * bir konuda özel olarak hazırlanıp konuşmak. nü * Çıplak. nüans * Ayırtı, çalar, fark. nübüvvet * Nebilik, savacılık, peygamberlik. nüfus * Kişi.
* Bir ülkede, bir bölgede, bir evde belirli bir anda yaşayanların oluşturduğu toplam sayı.
* Ortak bir özellik gösteren kimselerin bütünü.nüfus bilimci * Nüfus bilimiyle uğraşan kimse, demograf. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 25
nüfus bilimi * İnsan nüfusunu yapı, gelişme ve dağılım açısından inceleyen bilim, demografi. nüfus bilimsel * Nüfus bilimiyle ilgili, demografik. nüfus coğrafyası * Yeryüzündeki nüfus yoğunluğunun dağılışını inceleyen ve bunu türlü yönleriyle açıklayan coğrafya kolu. nüfus cüzdanı * Bir ülkenin vatandaşlarına devletçe verilen, kimlikleriyle kişisel durumlarını gösteren resmî belge, kafa
kağıdı, nüfus tezkeresi.nüfus kâğıdı * Nüfus cüzdanı. nüfus kalemi * Nüfus memurluğu. nüfus kaydı * Nüfusa yazılma. nüfus kesafeti * Nüfus yoğunluğu. nüfus kütüğü * Nüfusa kayıtlı olunan defter. nüfus memurluğu * Nüfus kayıtlarının yapıldığıve nüfus işlerinin düzenlendiği resmî daire. nüfus patlaması * Günümüz toplumlarında hayat şartlarındaki türlü iyileşmeler sonucu ölüm oranlarının düşmesi, doğum
oranlarının ise değişmemesi sonucu nüfusun büyük hızla çoğalması.nüfus plânlaması * Ailelere, sahip olmak istedikleri ve yetiştirebilecekleri çocuk sayısıkonusunda karar verebilme ve bunu
gerçekleştirecek yöntemleri uygulayabilme imkânlarının verilmesi.nüfus sayımı * Ülkenin nüfus sayısınıtespit etmek için yapılan sayım. nüfus tezkeresi * Nüfus kâğıdı, nüfus cüzdanı. nüfus yoğunluğu * Nüfus ile bu nüfusun üzerinde yaşadığıtoprakların yüzölçümü arasındaki oran. nüfusçu * Nüfus memuru. nüfusunu çıkarmak * nüfus kütüğüne kayıt yaptırarak nüfus cüzdanıalmak. nüfuz * (içine) Geçme.
* Söz geçirme, güçlü olma, erk.nüfuz etmek * bir şeyin içine işlemek, geçmek.
* inceliğine varmak, anlamak.
* etkili olmak.nüfuz ticareti * Bir kimsenin bulunduğu makamın gücüne dayanarak bazı işlere karışıp kendine çıkar sağlaması. nüfuzkâr * Etkileyici, güçlü. nüfuzlu * Sözü geçer, istediğini yaptıran, erkli.
* Yüksek makam, üst kademe.nüfuzsuz * Nüfuzu olmayan. nüfuzu altında tutmak * söz geçirme gücünü üstün kılmak, egemenliği altında bulundurmak. nühüft * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam. nükleer * Atom çekirdeği ile ilgili, çekirdeksel. nükleer enerji * Atom çekirdeğinin parçalanmasından doğan enerji. nükleer reaktör * Uranyum, plutonyum gibi atom çekirdeklerinin parçalanmasından yararlanılarak enerji elde edilen kaynak. nükleer santral * Nükleer reaktör yardımıyla elde edilen enerjiyi dağıtan merkez. nükleer silâh * Nükleer enerji ile yıkım gücü sağlayan silâh. nükleon * Atom çekirdeğini oluşturan proton ve nötronun ortak adı. nükleoprotein * Proteinlerin nükleik asitlerle kurduğu moleküler birlik. nüksetme * Nüksetmek işi. nüksetmek * (hastalık veya başka bir durum) Geri dönmek, yeniden başlamak, depreşmek. nükte * İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalısöz, espri.
* Yazıda, resimde, sözde ve davranışta ince, derin anlam, espri.nükte yapmak * nükteli söz söylemek. nükteci * İnce, güzel nükteler yapan (kimse). nüktecilik * Nükteci olma durumu. nüktedan * Nükteci. nüktedanlık * Nüktecilik. nükteli * Nükte ile süslenmiş, nüktesi olan, esprili. nüktesiz * Nüktesi olmayan. nükul * Vazgeçme. nükul etmek * caymak, vazgeçmek. nümayiş * Gösteri.
* Gösteriş.nümayişçi * Bir gösteride yer alan kimse, gösterici.
* Gösterişçi.nümayişkâr * Gösteri ile, gösterişile ilgisi olan. nüsha * Birbirinin tıpkısı olan yazılışeylerin her biri.
* (gazete, dergi vb. için) Sayı.
* Benzer, aynı, kopya.nütasyon * Bkz. üğrüm. nüvaziş * Bkz. nevaziş. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 22
Nogay * Altın Ordu devleti baş buğlarından biri olan Nogay’ın yönetimindeki Kıpçaklara verilen ad.
* Bugün Kuzey Kafkasya’da yaşayan bir Türk boyunun adı.Nogayca * Nogay dili. nohudî * Kirli veya donuk sarı(renk). nohut * Baklagillerden, birleşik telek yapraklı, çiçekleri sarımtırak renkte, meyvesi baklamsı, bol nişastalı bir bitki
(Cicer arietinum).
* Bu bitkinin yuvarlak tanesi.nohut oda, bakla sofa * bir evin küçüklüğünü ve darlığınıanlatmak için söylenir. nohutlu * (genellikle yiyecekler için) İçine nohut katılmış. nohutsuz * Nohudu olmayan. nokra * Büveleğin sebep olduğu, daha çok davar ve sığırlarda, seyrek olarak insanlarda rastlanan, ortasıdelik
şişkinliklerle tanınan hastalık.noksan * Eksik, eksiklik, kusur. noksan bulmak * beğenmemek, uygun bulmamak. noksanlık * Noksan olma durumu, eksiklik. noksansız * Eksiksiz (bir biçimde). nokta * Çok küçük boyutlarda işaret, benek.
* Hiçbir boyutu olmayan işaret.
* Bazıharflerin üzerine konulan ufak işaret.
* Cümlenin bittiğini anlatmak için sonuna konulan küçük benek biçimindeki işaret, durak.
* Yer.
* Konu, konu ile ilgili önemli bölüm.
* Tek nöbetçi bulunan yer.
* Sınır, derece, radde.
* Nöbetçi, gözcü, bekçi.nokta memuru * Kavşaklarda durup trafik akışını düzenleyen görevli. nokta nokta * Hafif hafif, belli belirsiz. noktacı * Noktacılıkla ilgili, noktacılığıuygulayan (kimse). noktacılık * (resimde) Tonların bölünmesini yan yana renkli noktalarla göstererek, ışığın titreşimini daha iyi yansıtmak
isteyen sanat anlayışı.noktainazar * Görüş, görüşaçısı. noktainazardan * herhangi bir bakımdan. noktalama * Noktalamak işi.
* Bir filmin çekim, sahne, ayrım, bölüm gibi çeşitli parçalarını birbirinden ayırmakta kullanılan işlemlerin
bütünü.noktalama işareti * Noktalama işaretleri. noktalama işaretleri * Cümle veya yan cümledeki türlü ögeleri birbirinden ayırmaya yarayan, nokta, virgül, noktalıvirgül, iki
nokta, üç nokta, soru işareti, ünlem işareti, parantez vb. işaretleri.noktalamak * Nokta koymak.
* Yazıda noktalama işaretlerini yerli yerine koymak.
* Sona erdirmek.noktalanma * Noktalanmak işi. noktalanmak * Noktalamak işi yapılmak. noktalayış * Noktalamak işi veya biçimi. noktalı * Nokta konmuşolan, üstünde noktalar olan. noktalıdelik * Trakeit hücreleri ile öz ışınların kesişme noktalarında bulunan ve yatay yönde besin suyu iletimini sağlayan
geçişyolu.noktalıvirgül * Bağımsız fakat mantıkî açıdan birbirini bütünleyen cümleleri bağlayan noktalama işareti (;). noktasınoktasına * Eksiksiz, tastamam, tamamen. noktasız * Noktası olmayan. nom * Eski Mısır’da şehir devletlerine verilen isim. nominal * Ad belirtilerek yapılan. nominal değer * Hisse senedi, tahvil vb. için üzerinde belirtilmişdeğer. nominalizm * Adcılık, isimcilik. nominatif * Yalın durum. nomografi * Sayısal hesaplar yerine, başka çizgilerle kesim noktalarıçözümleri veren, uygun biçimde çizilmişçizgi veya
grafiklerden yararlanmaya dayanan yöntem.nonfigüratif * İnsanı, hayvan ve tabiat ögelerini işlemeyen sanat, betisiz sanat. nonoş * Sevgi sözü olarak söylenir.
* Homoseksüel erkek.non-stop * 343 duraksız. norm * Kural olarak benimsenmiş, yerleşmişilke veya kanuna uygun durum, düzgü. normal * Kurala uyan, alışılagelene uyan, düzgüye uygun, düzgülü.
* Bu durumda olan şey.
* Bir eğrinin bir teğetine değme noktasından çizilen dikme.normalaltı * Bir eğriye ilişkin normalin, bir doğruyu kestiği nokta ile normalin ayağıarasındaki parçanın o doğru
üzerindeki iz düşümü.normalleşme * Normalleşmek işi. normalleşmek * Normal duruma gelmek, normal olmak. normalleştirme * Normalleştirmek işi. normalleştirmek * Normal duruma getirmek. normallik * Normal olma durumu. normalüstü * Olağan dışı. normatif * Bir kural değerini, gücünü taşıyan, norma ilişkin, düzgüsel.