Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 14

    zihin yorgunluğu * Aşırıderecede zihnin yorulmasıdurumu.
    zihin yormak * bir konuda çok düşünmek, kafa yormak.
    zihince * Zihne göre, zihninin kavradığı biçimiyle.
    zihinsel * Zihinle ilgili, zihnî.
    zihnen * Zihince, zihinli, zihinden.
    zihnî * Zihinle ilgili, zihinsel.
    zihni açılmak * kavrayışı, anlayışıçoğalmak.
    zihni alt üst etmek * düşüncelerini karmakarışık duruma getirmek.
    zihni boşalmak * kafasırahat ve dingin olmak.
    zihni bulanmak (veya karışmak) * düşünürken olaylar arasındaki bağlantıyıyitirmek.
    * ne yapacağınışaşırmak.
    zihni takılmak * yanlış bir kanıya takılıp kalmak.
    * çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak.
    zihnine girmek * düşüncesini değiştirmek.
    zihnine yerleştirmek * unutulamayacak biçimde aklında tutmak.
    zihnini bozmak * sürekli olarak aynışeyi düşünmek.
    zihnini bulandırmak * kuşkuya düşürmek.
    zihnini çelmek * bir kimseyi yanıltmak, yanlışyola sürüklemek.
    * baştan çıkarmak.
    zihnini dağıtmak * gerektiği gibi düşünmemek.
    zihnini kurcalamak * bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak.
    zihnini kurcalamak (veya tırmalamak) * bir şey sıksık hatırlanıp insanıdüşündürmek.
    zihnini oynatmak * çıldırmak, delirmek.
    zihnini toplamak * kendine gelmek, sağlıklıdüşünmeye başlamak.
    zihniye * Anlıkçılık, entelektüalizm.
    zihniyet * Bir toplum veya topluluktaki bireylerde görüşve inanışetmenlerinin etkisiyle beliren düşünme yolu,
    düşünüş biçimi.
    zikıymet * Değerli, kıymetli.
    zikir * Anma, söyleme, sözünü etme.
    * (bir tarikata bağlı olanlar için) Tanrı’nın adınıart arda söyleme işi.
    zikredilme * Zikredilmek işi veya durumu.
    zikredilmek * Adıanılmak.
    zikretme * Zikretmek işi veya durumu.
    zikretmek * Adınısöylemek, sözünü söylemek, anmak.
    zikri geçmek * anılmak, adı geçmek.
    zikrolunma * Zikrolunmak işi veya durumu.
    zikrolunmak * Adı geçmek, söylenmek.
    zikzak * Art arda birdenbire ters yöne açılar yapan (kırık çizgi).
    * Sık sık değişen görüşdüşünce veya davranış, istikrarsızlık.
    * Karşılıklı.
    zikzak dikişi * Nakışta ve terzilikte zikzak biçiminde yapılan dikiş.
    zikzak makinesi * Zikzak dikişi yapan makine.
    zikzak yapmak * sık sık sağa sola yön değiştirmek.
    * sık sık düşünce değiştirmek.
    zikzaklı * Zikzak biçiminde olan.
    zil * İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle
    veya başka düzenlerle işletilebilen araç, çıngırak.
    * Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan metal kurs.
    zil takıp oynayacak * çok sevinenler için söylenir.
    zil vurmak * zil çalmak.
    zil zurna * Aşırıölçüde (sarhoş).
    zil zurna olmak * çok içip sarhoşolarak kendini bilemeyecek duruma gelmek.
    zilhicce * Ay takviminin on ikinci ayı, kurban ayı.
    zilkade * Ay takviminin on birinci ayı.
    zillet * Hor görülme, alçalma.
    zilli * Zili olan, üstünde zili bulunan.
    * Edepsiz, eli maşalı, şirret (kadın).
    zilli bebek * Dalkavuk, şakşakçı.
    zilli maşa * Uçlarına zil takılmışmaşa biçiminde bir çalgı.
    * Edepsiz, şirret.
    zilsiz * Zili olmayan.
    zilsiz oynamak * çok sevindiğini belli etmek.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 16

    zirve konferansı * Zirve toplantısının oluşturduğu konferans.
    zirve toplantısı * Katılan devletlerin en yetkilisinin veya yetkili olan diplomatının yer aldığıuluslar arasıtoplantı.
    zirzop * Delişmen, aklına eseni yapan.
    zirzopça * Zirzopluk edercesine.
    zirzoplaşma * Zirzoplaşmak işi veya durumu.
    zirzoplaşmak * Uygunsuz, yakışıksız davranmak.
    zirzopluk * Zirzop olma durumu veya zirzopa yakışan davranış.
    zirzopluk etmek * uygunsuz, yakışıksız davranışlarda bulunmak.
    zivircik * Akdeniz bölgesinde yetişen, 100-300 cm yüksekliğinde, kuvvetli kokulu bir çalı(Anagyris foetida).
    ziya * Işık, aydınlık.
    ziyadar * Aydınlık, ışığı bol, parlak.
    ziyade * Çok, daha çok, daha fazla.
    * Çoğalma, artma.
    ziyade olsun! * yemekte bulunanlara veya yemeğe buyurun diyenlere söylenen bir nezaket sözü.
    ziyadeleşme * Ziyadeleşmek işi veya durumu, fazlalaşma.
    ziyadeleşmek * Fazlalaşmak.
    ziyadesiyle * Olağandan, gerekenden çok, pek çok, fazlasıyla.
    ziyafet * Konuklarıyemekli, eğlenceli ağırlama, şölen, toy.
    ziyafet çekmek (veya vermek) * konuklarıyemekli ağırlamak.
    ziyan * Zarar.
    ziyan etmek * yersiz, boşyere harcamak.
    * zarara uğramak.
    ziyan olmak * boşuna harcanmak, zarar görmek.
    ziyan zebil olmak * boşuna, boşyere harcanmak.
    ziyanıyok! * önemli değil, önemi yok!.
    ziyankâr * Sürekli zarar veren veya zarar vermeyi huy edinmişolan.
    ziyankârlık * Ziyan verme durumu veya huyu.
    ziyansız * Ziyan vermeyen, dokunmaz.
    * Oldukça iyi.
    ziyaret * Birini görmeye, biriyle görüşmeye gitme, görüşme.
    ziyaret etmek * birini veya bir yeri görmeye gitmek.
    ziyaretçi * Ziyaret eden, ziyarete giden kimse, görüşmeci.
    ziyaretgâh * Hayır işlemek veya saygı göstermişolmak için ziyaret edilen yer, ziyaret yeri.
    ziynet * Süs, bezek.
    zloti * Polonya para birimi.
    Zn * Çinko’nun kısaltması.
    Zodyak * Gök küresinde, tutulumun geçtiği ve üzerinde on iki burcun (Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak,
    Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık) eşit aralıklarla dağıldığıkuşak, burçlar kuşağı.
    zoka * Büyük balıklarıtutmakta kullanılan, küçük balık biçiminde, ucu iğneli kurşun parçası.
    zokayıyutmak * aldatılıp zarara sokulmak.
    zom * Olgun (kimse).
    * Çok sarhoşolan.
    zom olmak * çok sarhoşolmak.
    zona * Deride, sinirler boyunca, özellikle gövde, bacak ve yüzde birtakım ağrılıfiskelerin dökülmesiyle beliren,
    mikroplu bir hastalık.
    zonk zonk * Zonklamanın zorlu olduğunu anlatmak için kullanılır.
    zonk zonk zonklamak * vücudun bir yeri çok zonklamak.
    zonklama * Zonklaşmak işi veya durumu.
    zonklamak * (vücudun bir yeri) Nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak.
    zonklatma * Zonklatmak işi veya durumu.
    zonklatmak * Zonklamasına yol açmak, zonklamasına sebep olmak.
    zoolog * Zooloji uzmanı, hayvan bilimci.
    zooloji * Hayvan bilimi.
    zoospor * Suda yaşayan mantarlarda ve su yosunlarında bulunan, selüloz zardan yoksun, üzerindeki iki veya daha çok
    titrek tüyle hareket eden üreme hücresi.
    zootekni * Evcil hayvanlarıüretme ve yetiştirme bilimi.
    zor * Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık.
    * Sıkıntıveya güçlükle yapılan.
    * Yüküm, mecburiyet.
    * Baskı.
    * Güçlükle, zorla.
    * Yapamazsın!.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 17

    zor alım * İşlenen bir suç karşılığı olarak suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki mülkiyetine son
    verilmesi ve bu mülkiyetin bir başka kuruluşa devredilmesi, müsadere.
    * Tanzimattan önce herhangi bir kişiye ait mallara padişah adına el konulması.
    zor alıma çarpmak * kişi mallarına devlet adına yasal olarak el koymak, müsadere etmek.
    zor belâ * Güçlükle.
    zor gelmek * bir işin yapılması birine güç gelmek.
    zor kullanmak * bir işin yapılması için her türlü baskıya başvurmak.
    zor oyunu bozar * oyun, hile, güç kullanarak kestirme yoldan boşa çıkarıldığında söylenir.
    zora binmek * iş, ancak zor kullanılmakla sonuçlanacak bir durum almak.
    zora gelememek * baskıya, sıkıntıya veya sıkı bir çalışmaya dayanamamak, katlanamamak.
    zora koşmak * güçlük çıkarmak.
    zoraki * İstemeye istemeye, istemeyerek (yapılan); zorla.
    zorba * Gücüne güvenerek başkalarının hakkınıalan, müstebit.
    zorbaca * Zorba bir yol seçerek.
    zorbalık * Zorba olma durumu.
    * Zorbaca davranış, müstebitlik.
    zorbalık etmek * zorba gibi davranmak.
    zorca * Zora yakın, oldukça zor.
    * (zo’rca) Zor bir biçimde.
    zorgu * Kişinin eğilimi ve isteğine uymayan işve davranışlara zorlanmasıveya bu özellikteki davranışları
    göstermesi.
    zorgulu * Davranışlarıuygunsuz ve yersiz olmasına karşın bunlarıyapmak için önüne geçilmez bir zorgu duyan
    (kimse).
    zorla * Zor kullanarak, zecren; metazori.
    * İstemeyerek, isteksiz olarak, zoraki.
    zorlama * Zorlanmak işi, zecir.
    * Özellikle oynaklarda ara keseciklerinin fıtığı olarak beliren, bir organın zorlanmışolmasıyla ortaya çıkan
    aksaklık veya bozukluk.
    * Zorlanarak sağlanan, cebrî.
    zorlamak * Birine bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak, zor kullanmak, mecbur
    etmek.
    * Açılması, kırılması, sökülmesi gereken şeyler için güç kullanmak.
    * Üstelemek, ısrar etmek.
    zorlamasız * Kolay, içten.
    zorlanış * Zorlanmak işi veya biçimi.
    zorlanma * Zorlanmak işi veya durumu.
    zorlanmak * Zorlamak işi yapılmak veya zorlamak durumuna konu olmak.
    zorlaşma * Zorlaşmak durumu.
    zorlaşmak * Zor duruma gelmek, güçleşmek.
    zorlaştırma * Zorlaştırmak işi veya durumu.
    zorlaştırmak * Zor duruma getirmek, güçleştirmek.
    zorlaya zorlaya * Sürekli zorlayarak.
    zorlayıcı * Zorlayan, mücbir.
    zorlayış * Zorlamak işi veya biçimi.
    zorlu * Baskıyapabilecek ölçüde güçlü, kuvvetli, şiddetli.
    * Tuttuğunu koparan (kimse), güçlü, kavi.
    * Zor, güç yapılan.
    * Zorbalık yapan.
    zorluk * Sıkıntıveya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük.
    zorluk çıkarmak * bir şeyin yapılmasınıengellemek için çeşitli sorunlar yaratmak.
    zorlukla * Zor bir biçimde, güçlükle.
    zorsunma * Zorsunmak işi veya durumu.
    zorsunmak * Yüksünmek, yapacağı işi ağır bir yük veya angarya olarak kabul etmek.
    zoru olmak * kendisini zorlayan bir durumu, bir sıkıntısı olmak, sorunu bulunmak; güçlüğü olmak.
    zoru zoruna * güçlükle, zor belâ.
    zoru zoruna * Zorlukla, zorluk çekerek.
    zorun ne? * kastın ne, ne istiyorsun?.
    zoruna gitmek * onuruna dokunmak. gücüne gitmek.
    zorunda bırakmak * yapmaya mecbur etmek.
    zorunda kalmak (veya olmak) * kesinlikle yapması gerekmek, yapmaya mecbur olmak.
    zorunlu * Kesin olarak ihtiyaç duyulan, zarurî, mecburî, ıstırarî.
    * Doğal olarak kaçınılması imkânsız olan.
    zorunlu emeklilik * Yasalarda şartları belirlenmişmecburî emeklilik.
    zorunlu kılmak * olması gereken duruma getirmek.
    zorunlu olarak * kendi isteğinin dışında.
    zorunlu öğrenim * Mecburî olarak yapılan öğrenim.
    zorunlu sigorta * Mecburî olarak yaptırılan sigorta.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 18

    zorunlu tasarruf * Mecburen yapılması gereken tasarruf.
    zorunluk * Olması gerekme, olduğundan başka olmama durumu, mecburiyet, zaruret, ıstırar.
    * Olayların iç ve özlerindeki düzenlilik, yasaya bağlılık ve yapı gereği, belli şartlar altında ortaya çıkması
    kaçınılmaz olan şey.
    * İnsanın, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına bağımlı olmasıdurumu.
    zorunluluk * Zorunlu olma durumu, zorunluk.
    Zr * Zirkonyum’un kısaltması.
    zuhur * Ortaya çıkma, görünme, belirme, başgösterme, meydana çıkma.
    zuhur etmek * ortaya çıkmak, görünmek, belirmek.
    zuhurat * Gerçekleşeceği düşünülmeyen, hesapta olmayan, umulmadık, olağan dışı olgular.
    zuhurî * Orta oyununda taklitçi.
    zuhurî kolu * Orta oyunu takımı.
    zula * Kaçak ve yasak şeylerin saklandığı gizli yer.
    zula etmek * çalmak, aşırmak.
    zulmet * Karanlık.
    zulmetme * Zulmetmek işi veya durumu.
    zulmetmek * Eziyet etmek, işkence etmek.
    zulüm * Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasınıuğrattığıkötü durum, kıyım, kıygı,
    acımasızlık, haksızlık, eziyet, cefa.
    zulüm görmek * haksızlığa uğramak, kendisine eziyet edilmek.
    zum * Değişebilir odak uzaklıklı objektif, optik kaydırma.
    zum yapmak * doğaya bakışaçısını genişletmek veya daraltmak amacıyla objektifin odak uzaklığınıdeğiştirmek.
    zurna * Keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle birlikte çalınan nefesli çalgı.
    zurna gibi * dar (pantolon).
    zurnacı * Zurna çalan kimse.
    zurnacılık * Zurnacının işi veya mesleği.
    zurnacının karşısında limon yemek gibi * birinin zihnini çelip işini göremeyecek duruma getirildiği anlatılırken söylenir.
    zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına * “rastgele yapılan plânsız işlerde yöntem, kural aranmaz” anlamında kullanılır.
    zurnanın zırt dediği yer * sürdürülmekte olan bir işin en can alıcınoktası.
    zurnapa * Zürafa.
    zurnazen * Zurna çalan kimse, zurnacı.
    zurt * Bkz. zart zurt.
    zübde * Özet, öz.
    zücaciye * Cam, porselen vb. maddelerden yapılmışeşya.
    * Cam, porselen ile ilgili.
    züğürt * Parasız, yoksul, meteliksiz olan kimse.
    züğürt tesellisi * Kötü sonuçlanmış bir işte, çok önemsiz iyi bir yan bularak sevinme.
    züğürtleme * Züğürtlemek işi veya durumu.
    züğürtlemek * Parasız, meteliksiz kalmak, züğürt duruma gelmek.
    züğürtleşme * Züğürtleşmek işi veya durumu.
    züğürtleşmek * Züğürt durumuna gelmek.
    züğürtlük * Parasızlık, parasız kalma durumu, meteliksizlik.
    Zühal * Sekendiz, Satürn.
    Zühre * Çulpan, Çoban yıldızı, Venüs.
    zührevî * Frengi ve bel soğukluğu gibi cinsel ilişkilerle bulaşan (hastalık).
    zührevî hastalık * Bkz. zührevî.
    züht * Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp, buyurduklarınıyerine getirme, takva.
    zühul * İşçokluğu veya dalgınlık sebebiyle yanılma, geciktirme, ihmal etme.
    zükâm * Nezle, ingin, dumağı.
    zül * Alçalma, düşkünlük; ayıplanacak şey.
    zül saymak * (bir olay veya sözü) küçültücü, alçaltıcı, aşağılayıcı olarak değerlendirmek.
    zülâl * Saf, tatlısu.
    Zülcelâl * Tanrı.
    zülfaris * Baklagillerden bir süs bitkisi ve bunun güzel kokulu, mor, beyaz renkli, saç lülesi görünüşünde olan
    kıvrıntılıçiçeği (Phaseolus caracalla).
    zülfaruz * Bkz. zülfaris.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 13

    zırva * Saçma, saçma sapan, boş, anlamsız (söz).
    zırva tevil götürmez * saçma olan bir düşünceyi döndürme, çevirme yolu ile savunmaya kalkışanlara karşısöylenir.
    zırvalama * Zırvalamak işi veya durumu.
    zırvalamak * Boşve anlamsız sözler söylemek, saçmalamak.
    zıt * Karşıt anlamlı.
    zıt anlamlı * karşıt anlamlı.
    zıt gitmek * birine karşısürekli ters davranmak, istediklerinin tersini yapmak.
    zıt kutup * Farklıdurum ve yapıda olma.
    zıtlanma * Zıtlanmak işi veya durumu.
    zıtlanmak * Ters, karşıdavranmak, zıtlaşmak.
    zıtlaşma * Zıtlaşmak işi veya durumu.
    zıtlaşmak * Birbirine karşıters davranmak.
    * Birbirine karşıt olmak.
    zıtlık * Zıt olma durumu.
    zıvana * İki ucu açık küçük boru.
    * Bir kilit dilinin yerleşmesi için açılmışdelik.
    zıvanadan çıkarmak * sinirlendirmek, öfkelendirmek.
    zıvanadan çıkmak * çok sinirlenmek, öfkelenmek.
    * aklınıyitirmek, çılgın gibi davranmak.
    zıvanalı * Zıvanası olan.
    zıvanalısigara * Bir ucunda kartondan zıvana bulunan sigara.
    * İçinde esrar bulunan sigara.
    zıvanalıvida * Zıvanası olan vida.
    zıvanasız * Zıvanası olmayan.
    * Kaçık, delişmen.
    zıya * Kaybolma, yitme, kayıp, yitim.
    zıypak * Üzerine basıldığında kayan, kaygan.
    zibidi * Gülünç olacak derecede kısa ve dar giyinmişolan.
    * Yersiz ve zamansız davranışları olan kimse.
    zibidilik * Zibidi olma durumu.
    zifaf * Gerdeğe girme, gerdek.
    zifafa girmek * düğün gecesi eşiyle birlikte yatmak.
    zifir * Tütün dumanının bıraktığıyağlıkir.
    * Karanlık.
    zifirî * Zifir gibi kara, çok kara.
    zifirî karanlık * Çok karanlık.
    zifos * Yerden sıçrayan çamur.
    * Yararsız, boş.
    zifos atmak * sataşmak.
    * kara sürmek, iftira atmak.
    zift * Katran ve diğer organik maddelerin buharlaşmasından veya damıtılmasından elde edilen, kolay kırılan, az
    ısı ile eriyen, katı, siyah, parlak madde, kara sakız.
    zift gibi * çok acı.
    zift yesin (veya ziftin pekini yesin) * “ne yerse yesin” anlamında öfke sözü.
    ziftinmek * Bkz. siftinmek.
    ziftleme * Ziftlemek işi veya durumu.
    ziftlemek * Zift sürmek, ziftle kaplamak.
    ziftlenme * Ziftlenmek işi veya durumu.
    ziftlenmek * Zift sürülmek, ziftle kaplanmak.
    * Yemek.
    * Bir işten kendine yolsuz kazanç sağlamak.
    zigot * Erkek ve dişi gametin birleşmesiyle oluşan döllenmişhücre.
    zihaf * Aruzla yazılmışşiirlerde uzun okunması gerekirken uzun bir ünlünün kısa okunması, imale karşıtı.
    zihayat * Canlı, neşeli, dinç.
    zihin * Canlının duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünlüğü.
    * Yaşantıları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihninde saklama gücü, bellek,
    hafıza.
    * Anlayış, kavrayış.
    * Bilinç, dimağ.
    zihin açıklığı * Düşünme gücü.
    zihin açmak * (zihni) daha iyi çalışır duruma getirmek.
    zihin berraklığı * Bkz. zihin açıklığı.
    zihin bulanıklığı * Bkz. zihin karışıklığı.
    zihin hesabı * Matematik işlemlerinin doğrudan doğruya akıldan yapıldığıhesap.
    zihin jimnastiği * Bazızihinsel yetileri çevikleştirmek için yapılan alıştırmaların tümü.
    zihin karışıklığı * Düşünme sırasında düşünceler arasındaki bağlantının yok olması.
  • Türkçe Sözlük Z Sayfa 19

    Zülfikar* Hz. Ali’nin iki çatallıkılıcı.
    zülfüyâr* Bkz. zülüf.
    zülfüyâre dokunmak* hatırlı, güçlü bir kimseyi veya bir makamı gücendirmek, darılmasına yol açmak.
    zülfüyâre dokunmamak* hiç kimseye zarar veya sıkıntıvermemek.
    zülüf* Şakaklardan sarkan saç lülesi.
    * Sevgilinin saçı.
    zülüflü* Zülfü olan.
    zümre* Topluluk, takım, grup, camia.
    * Tür, cins.
    zümre edebiyatı* Seçkin kesimlere hitap eden edebiyat.
    zümre toplantısı* Aynıdersi okutan branşöğretmenlerinin ders konularınıveya öğrenci sorunlarınıele aldığıkurul.
    zümrüdî* Zümrüt renginde, yemyeşil.
    Zümrüdüanka* Masallarda geçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş, Anka.
    zümrüdüanka gibi* hayal ürünü olan veya adı olup da kendi var olmayan iyi ve güzel şeyler için kullanılır.
    zümrüt* Doğal alüminyum ve berilyum silikatı; cam parlaklığında, yeşil renkte, saydam bir süs taşı.
    * Bu taştan yapılmışolan.
    * Zümrüt renginde, yeşil.
    zümrüt gibi* yemyeşil.
    zümrüt yeşili* Koyu yeşil.
    zümrütlenme* Zümrütlenmek işi veya durumu.
    zümrütlenmek* Yeşil duruma gelmek, yeşillenmek.
    züppe* Giyinişte, söz söyleyişte, dilde, düşünüşte toplumun gülünç ve aykırısaydığıyapmacıklara ve aşırılıklara
    kaçan, snop.
    züppece* Züppe (bir biçimde).
    züppeleşme* Züppeleşmek işi veya durumu.
    züppeleşmek* Giyiniş, söz söyleyiş, düşünüş, dil vb.nde, toplumun gülünç ve aykırısaydığıyapmacıklara ve aşırılıklara
    kaçmak, züppe olmak.
    züppeleştirme* Züppeleştirmek işi veya durumu.
    züppeleştirmek* Züppe durumuna getirmek.
    züppelik* Züppe olma durumu veya züppece davranış, snopluk.
    züppelik etmek* züppece davranmak.
    zürafa* Geviş getiren memelilerden, Afrika’da yaşayan, çok uzun boylu ve boyunlu, derisi alacalı, ot yiyen hayvan
    (Giraffa camelopardalis).
    * Bir boncuk oyasıtürü.
    zürafa gibi* ince, uzun boylu, uzun boyunlu (kimse).
    zürafagiller* Örnek hayvanı zürafa olan geviş getiren memeliler familyası.
    zürra* Çiftçiler, tarımla uğraşanlar.
    zürriyet* Döl, soy sop, sulp.
    * Çocuk.
    züyuf* Kalp veya ayarıdüşük paralar.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 25

    oynatımcı * Oynatım işiyle uğraşan kimse.
    oynatış * Oynatmak işi veya biçimi.
    oynatma * Oynatmak işi.
    oynatmak * Oynamasını sağlamak.
    * Kımıldamasına yol açmak.
    * Herhangi bir canlıya istenilen hareketleri yaptırmak.
    * Korkutmak, heyecanlandırmak.
    * Herhangi bir ödevi yerine getirmeyerek karşıtarafı düzenle oyalamak.
    * Sahneye koymak.
    * Bir araç, gereç kullanmak.
    * Aklınıyitirmek.
    oynaya oynaya * Sevine sevine, büyük bir sevinçle.
    oynayış * Oynamak işi veya biçimi.
    oysa * Aralarında karşıtlık, aykırılık bulunan iki cümleyi “tersine olarak, -diği hâlde” anlamlarıyla birbirine bağlar,
    hâlbuki.
    oysaki * Oysa, hâlbuki.
    oyuk * Oyulmuş, içi boşve çukur olan.
    * Oyulmuşyer.
    oyuklu * Oyuğu olan, oyukları bulunan.
    oyulga * Elle yapılan kalın, seyrek dikiş.
    oyulgalama * Oyulgalamak işi.
    oyulgalamak * (kumaş) Gelişi güzel dikmek.
    * Saplamak, sokmak.
    oyulgalanma * Oyulgalanmak işi.
    oyulgalanmak * Kumaşgelişigüzel dikilmek.
    * Birikmek, sıralanmak.
    oyulgama * Elle yapılan kalın, seyrek, gelişigüzel dikiş.
    oyulgamak * Oyulgalamak.
    oyulganma * Oyulganmak işi.
    oyulganmak * Bir şeyin içine iyice girmek.
    oyulma * Oyulmak işi.
    oyulmak * Oymak işi yapılmak.
    oyuluş * Oyulmak işi veya biçimi.
    oyum * Oymak işi.
    oyumlama * Oyumlamak durumu veya biçimi.
    oyumlamak * (bitki) Kök salmak, tutmak.
    oyun * Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence.
    * Kumar.
    * Şaşkınlık uyandırıcıhüner.
    * Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi.
    * Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü.
    * Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmışeser, temsil, piyes.
    * Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma.
    * Hile, düzen, desise, entrika.
    * (güreşte) Hasmınıyenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket.
    * (teniste) Taraflardan birinin dört sayıkazanmasıyla elde edilen sonuç.
    oyun alanı * Maçların yapıldığıyer.
    oyun almak * oyunda kazanmak, sayısahibi olmak.
    oyun bağlamak * güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek.
    oyun bozmak * tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, plânlarıalt üst etmek.
    * mızıkçılık etmek.
    oyun çıkarmak * başarılı oyun oynamak.
    oyun ebesi * Çocuk oyunlarında oyunun başıveya cezalısı, ebe.
    oyun etmek * kurnazlıkla birini aldatmak.
    oyun havası * Kıvrak ritmli ezgi.
    oyun kâğıdı * İskambil kâğıdı.
    oyun kurmak * bir yarışmayıkazanmak için belirli bir taktik uygulamak.
    oyun kurucu * (futbolda) Takımda, savunucular ile akıncılar arasında yer alan, görevi hem savunucular, hem de akıncılara
    yardım etmek olan üç oyuncudan her biri, haf.
    oyun masası * Üzeri genellikle yeşil ile kaplanmışmasa.
    oyun oynamak * birini aldatmak, kandırmak.
    oyun sahası * Oyun alanı.
    oyun salonu * Oyun masalarının bulunduğu genişoda.
    oyun vermek * oyunda kaybetmek.
    oyun yapmak * güreşte rakibe oyun uygulamak.
    oyun yazarı * Tiyatro, radyo ve televizyonda sahnelenmek veya oynanmak üzere piyes, skeç türü eserler kaleme alan
    sanatçı.
    oyun yazarlığı * Oyun yazma işi.
    * Oyun yazarının mesleği.
    oyuna çıkmak * oyun için sahneye çıkmak.
    oyuna gelmek * aldatılmak.
    oyuna getirmek * birini tuzağa düşürmek, aldatmak.
    oyuna kurban gitmek * bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak.
    oyunbaz * Oynamayıseven.
    * Düzenci, hileci.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 26

    oyunbazlık * Düzencilik, hilecilik.
    oyunbozan * Birlikte yapılmasına karar verilen bir işten tek taraflıcayan (kimse), mızıkçı.
    oyunbozanlık * Oyunbozan olma durumu, mızıkçılık.
    oyunbozanlık etmek * birlikte yapılmasıplânlanan bir işten çekilmek.
    oyuncak * Oynayıp eğlenmeye yarayan her şey.
    * Önemsiz ve kolay iş.
    * Başkalarınca bir araç gibi kullanılan, hiçe sayılan, güçsüz kimse.
    oyuncakçı * Oyuncak yapan veya satan kimse.
    oyuncakçılık * Oyuncak yapma veya satma işi.
    oyuncaklı * Oyuncağı olan.
    * Çocuksu, çocuk gibi davranan.
    oyuncu * Herhangi bir oyunda oynayan kimse.
    * Sahne, perde veya bir gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris.
    * Oyunu seven.
    * Düzenci, hileci.
    * Çok oyun yapan, oyundan oyuna geçen kimse.
    oyunculuk * Oyun oynama işi.
    * Sahne sanatçılığı.
    * Düzencilik, hilecilik.
    oyunlaştırılma * Oyunlaştırılmak durumu.
    oyunlaştırılmak * Oyun biçimine getirilmek.
    oyunlaştırma * Oyunlaştırmak işi.
    oyunlaştırmak * Tiyatro türünden olmayan herhangi bir eseri teknik yönden oynanabilir duruma getirmek.
    oyunluk * Tiyatroda oyun oynanan yer, sahne.
    oyuntu * Oyulmuş bölüm.
    * Oyuk, çukur.
    oyunu almak * oyunu kazanmak.
    oyuş * Oymak işi veya biçimi.
    ozalit * Yüzeyi ışığa karşıduyarlı bir madde ile kaplıkâğıt üzerine, kalıptan çekilmişresim kopyası.
    ozalitçi * Ozalit yapan veya çıkaran kimse.
    ozan * Halk şairi.
    * Şiir yazar kimse, şair.
    ozanca * Ozana yakışır (biçimde), ozan gibi.
    ozanlık * Ozan olma özelliği.
    ozansı * Ozana yakışır biçimde, ozan gibi, şairane.
    ozansılık * Ozansı olma durumu, şairanelik.
    ozmonoloji * Ozmos bilimi.
    ozmos * Geçişme.
    ozokerit * Yer mumu.
    ozon * Molekülünde üç atom bulunan oksijenden oluşan, ağır kokulu, gaz durumundaki basit element (O3).
    ozon ölçüm * Havada ve oksijen içindeki ozonu ölçme işi.
    ozon tedavisi * Lokal veya genel banyo, pansuman veya şırınga hâlinde ozon ve oksijen vererek yapılan tedavi.
    ozon yuvarı * Atmosferin 15-40 km arasında bulunan tabakası.
    ozonlama * Ozonlamak işi.
    ozonlama cihazı * Ozonlanmışoksijen elde etmeye yarayan, duyarlı bir alet, ozonlayıcı.
    ozonlamak * Oksijeni ozon durumuna getirmek.
    ozonlaşma * Ozonlaşmak durumu.
    ozonlaşmak * Ozon durumuna gelmek.
    ozonlaştırıcı * Ozonlu oksijen veya hava hazırlayan alet.
    ozonlayıcı * Ozonlama cihazı.
    ozonoliz * Ozonla ayrışma.
    ozonometre * Ozonölçer.
    ozonosfer * Ozon yuvarı.
    ozonoskop * Ozonun varlığınıtespit etmeye yarayan düzenek.
    ozonölçer * Atmosferdeki ozon niceliğini tespit etmeye yarayan alet.
    ozonür * Ozonun çift bağlı organik maddelerle meydana getirdiği katılma bileşiği.
    ozuga * Tropikal Afrika ve ormanlık alanlarda yetişen ince dokulu bir ağaç türü (Saccoglottis gabonensis).
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 23

    otuzluk * Yaşı otuz civarında olan.
    * İçinde otuz âdet bulunan.
    * Otuz lira değerinde olan.
    otuzuncu * Otuz sayısının sıra sıfatı; sırada yirmi dokuzuncudan sonra gelen.
    ova * Çevrelerine göre çukurda kalmış, çoğunlukla alüvyonla örtülü, eğimi az, akarsuların derine gömülmemiş
    olduğu, genellikle genişveya dar düzlük, yazı.
    oval * Yumurta biçiminde olan, yumurtamsı, sobe, beyzi.
    * Kapalı, dış bükey ve uzunca bütün eğriler, özellikle elips gibi iki simetri ekseni olan (simetrik eğri).
    ovalama * Ovalamak işi.
    ovalamak * Ellerini bir şeye veya birbirine sürtmek.
    * Sertçe ovmak.
    * Ezmek veya ufak parçalara ayırmak.
    ovalanma * Ovalanmak işi.
    ovalanmak * Ovalamak işine konu olmak.
    * Kendi kendini ovmak.
    ovalatma * Ovalatmak işi.
    ovalatmak * Ovalamak işini başkasına yaptırmak.
    ovalı * Ovada yaşayan, ova halkından olan.
    ovalık * Ovası olan, ovalarla kaplı.
    ovasız * Ovası olmayan.
    ovdurma * Ovdurmak işi.
    ovdurmak * Ovmak işini yaptırmak.
    ovdurtma * Ovdurtmak işi.
    ovdurtmak * Ovdurmak işini birine yaptırmak.
    ovma * Ovmak işi.
    ovmaç * Hamuru ovalayarak yapılmışkırıntılarla pişirilmis çorba.
    * Taze tarhana.
    ovmak * Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek.
    * Bir temizleyiciyle bir yeri veya bir şeyi kuvvetle sürterek temizlemek.
    ovogon * Alg, mantar gibi ilkel bitkilerde dişi cinslik hücresi.
    ovogon dağarcığı * Çiçeksiz bitkilerin çoğunda üreme organlarını barındıran boşluk.
    ovolit * İç içe mineral kabuklardan oluşan balık yumurtası biçiminde kalker.
    ovulma * Ovulmak işi.
    ovulmak * Ovmak işine konu olmak.
    ovunma * Ovunmak işi.
    ovunmak * Kendi kendini ovmak.
    ovuşmak * Ovuşturmak işi.
    ovuşturma * Ovuşturmak işi.
    ovuşturmak * Bir şeyi bastırarak başka bir şey üzerinden geçirmek.
    * (el için) Birbirine sürtmek.
    oy * Bir toplantıya katılanların, bir sorunla ilgili birkaç seçenekten birini tercih etmesi, rey.
    * Bu tercihi belirten işaret, söz veya yazı.
    oy birliği * Bir toplantıda oylamaya katılan bütün üyelerin aynıyönde oy kullanması.
    oy birliği ile * oylamaya katılan bütün üyeler aynıyönde birleşerek.
    oy çokluğu * Oylamaya katılanların yarıdan fazlasının aynıyönde oy kullanmaları.
    oy hakkı * Kişilere tanınan oy verme yetkisi.
    oy sandığı * Seçimlerde oy kâğıtlarının içine atıldığımühürlü sandık.
    oy vermek (veya oyunu kullanmak) * bir sorun üzerindeki görüşünü belirtmek, rey vermek.
    oya * Genellikle ipek ibrişim kullanarak iğne, mekik, tığveya firkete ile yapılan ince dantel.
    oya çiçeği * Koyu menekşe veya pembe renkte çiçekler açan süs bitkisi (Lagerstroemia indica).
    oya gibi * ince, güzel, zarif.
    oya koymak * bir konuda sonucu belirlemek için oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluğun görüşünü almak.
    oyacı * Oya yapan veya satan kimse.
    oyacılık * Oya yapma ve satma işi.
    oyalama * Oyalamak işi.
    oyalamak * Belirli bir süre birinin dikkat ve ilgisini başka bir şey üzerine çekmek, meşgul etmek.
    * Vakit kazanmak için aldatmak.
    * Eğlendirmek, hoşça vakit geçirtmek.
    oyalamak * Oya ile süslemek.
    oyalandırma * Oyalandırmak işi veya durumu.
    oyalandırmak * Oyalanmasına yol açmak, oyalanmasını sağlamak.
    oyalanma * Oyalanmak işi.
    oyalanmak * Oyalamak işine konu olmak.
    * Kendi kendini oyalamak.
    * Boşuna zaman harcamak, vakit geçirmek.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 24

    oyalantı * Oyalanmak için yapılan şey, hobi.
    oyalayıcı * Vakit geçirmeye yol açan, eğlendiren, hoşvakit geçirten.
    oyalı * Kenarına oya yapılmışveya geçirilmiş.
    oyculuk * Oy alabilmek için türlü yollara başvurma işi.
    oydaş * Aynıdüşüncede, aynı inançta olan, hemfikir.
    oydurma * Oydurmak işi.
    oydurmak * Oymasını sağlamak.
    oylama * Oy kullanma işi.
    oylamak * Oya koymak veya oya sunmak.
    oylamaya geçmek * oy verme işlemine başvurmak.
    oylamaya koymak * bir toplantıdaki oy sayısını belirlemek, oy verilmesini istemek, oya sunmak.
    oylanış * Oylamak işi veya biçimi.
    oylanma * Oylanmak işi.
    oylanmak * Oylamak işi yapılmak.
    oyluk * Uyluk.
    oylum * Hacim, cirim.
    * İçi oyulmuş, çukur duruma getirilmiş.
    * Resimde derinlik, üç boyutluk etkisi, mimarlıkta mekân karşılığı.
    oylum oylum * Oymalı, girintili çıkıntılı.
    oylumlama * Resim ve heykel sanatında ögelere hacim duygusu ve biçim verme işi, modelâj.
    oylumlamak * Resim ve heykelde ögelere oylum duygusu ve biçim vermek.
    * Küçülterek yapmak.
    oylumlu * Oylumu olan, hacimli.
    * Büyük, geniş.
    oyma * Oymak işi.
    * Bir nesnenin yüzeyini özel araçlarla oyarak veya delerek türlü biçimler verme.
    * Ağaç yongası.
    * Oyularak yapılan süsleme.
    * Oyularak yapılmış.
    oyma akıl * Yer etmiş, uzun tecrübeler sonunda kabul görmüşnasihat.
    oyma baskı * Çinko, bakır, tahta gibi levhalara kazıma ile yapılan, resimleri kâğıda basma tekniği.
    oymacı * Oyma işleri yapan sanatçı, hakkâk.
    oymacılık * Oyma yapma sanatı.
    oymak * Keskin, sivri uçlu bir cisimle bir şeyi yontarak veya delerek çukur oluşturmak.
    * Kumaşgibi bir şeyi girintili bir biçimde kesmek.
    oymak * Dil ve kültür yönünden büyük bir türdeşlik gösteren, bir çok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında
    toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, aşiret.
    * İzcilikte küçük birlik.
    oymak * Hemen hemen benzer veya aynıtür yıldızlardan oluşmuş, Samanyolunun seyrek yapılı genç kümelerinden
    her biri.
    oymak oymak * Top top, küme küme.
    oymakbaşı * Oymakların lideri, önde geleni.
    * İzcilikte küçük birliklerin başı.
    oymalı * Oymaları bulunan, oymalarla süslenmişolan.
    oymalıyaprak * Meşe yaprağı gibi kenarları girintili çıkıntılı olan yaprak.
    oynak * Kımıldayan, yerinde sağlam durmayan, hareketli.
    * Hareket, canlılık veren.
    * Değişken, kararsız.
    * (kadın veya kız için) Davranışlarıağırbaşlı olmayan.
    * Eklemlerin bükülüp doğrulmaya elverişli olan çeşidi, oynar eklem.
    oynak kemiği * Diz kapağıkemiği.
    oynakça * Oynak (bir biçimde), oynak olarak.
    oynaklık * Oynak olma durumu.
    * Oynakça davranış.
    oynama * Oynamak işi.
    oynama! * (olumsuz olarak) “oyalanma, gereği gibi yap, boşuna vakit geçirme!” anlamında kullanılır.
    oynamak * Vakit geçirme, eğlenme, oyalanma gibi amaçlarla bir şeyle uğraşmak.
    * Herhangi bir tutku, ilgi veya oyalanma gibi sebeple bir şeye kendini vermek.
    * Kımıldamak, hareket etmek.
    * Bir şeyi sürekli evirip çevirmek veya sürekli olarak dokunmak.
    * Bir temsilde rol almak.
    * Film gösterilmek.
    * (tiyatro için) Sahneye konmak.
    * Tedirgin etmek, rahatsız edici davranışta bulunmak.
    * (eşya için) Herhangi bir parçasıkımıldamak, hareket etmek.
    * (insan için) (olumsuz olarak) Gerekli görevini yapacak hareketten yoksun olmak.
    * Sarsılmak, yeri değişmek.
    * Sporla ilgili çalışmalara katılmak.
    * Müziğin gerektirdiği uyumlu hareketleri yapmak.
    * Rastgele yön vermek, aldatmak.
    * Herhangi birine karşıönemsemeyici davranışlarda bulunmak.
    * Büyük bir ustalık, beceri ve kolaylıkla bir işi yapmak.
    * Tehlikeye koymak.
    * Değişiklik göstermek.
    oynanış * Oynanmak işi veya biçimi.
    oynanma * Oynanmak işi.
    oynanmak * Oynamak işine konu olmak.
    * Herhangi biri oynamak.
    oynaş * Aralarında toplumca hoşkarşılanmayan ilişkiler bulunan kadın veya erkekten her biri.
    oynaşlık * Oynaşın işi veya mesleği.
    oynaşlık etmek * toplumda hoşkarşılanmayan ilişkilerde bulunmak.
    oynaşma * Oynaşmak işi.
    oynaşmak * Birbiriyle oynamak.
    * Âşıktaşlık etmek.
    oynatılma * Oynatılmak işi.
    oynatılmak * Oynatmak işine konu olmak.
    oynatım * Oynatmak işi.
    * Sinema endüstrisinin, filmlerin seyircilere gösterilmesi işiyle uğraşan kolu.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 21

    otlu bağa * Kara kurbağa (Bufa).
    otlu peynir * Güzel kokulu otların, özellikle yaban sarımsağının içine katılmasıyla yapılan bir çeşit beyaz peynir.
    otluk * Otu bol olan yer.
    * Kışiçin kurutulmuşot yığını.
    * Ot konulan yer.
    oto * Bazıkelimelerin birleşimine girerek “kendi kendine’” anlamınıveren ön ek.
    oto * Otomobil kelimesinin kısaltılmışı.
    oto parkçılık * Otoparkçı işini yapan kimse.
    otoban * Otoyol.
    otobiyografi * Bir kişinin kendi hayatınıanlattığıyazı, öz yaşam öyküsü.
    otobiyografik * Otobiyografi ile ilgili.
    otobüs * Yolcu taşıyan, motorlu, büyük taşıt.
    otobüsçü * Otobüs işletmecisi.
    * Otobüs şoförü.
    otobüsçülük * Otobüs işletmeciliği.
    otodidakt * Öz öğrenimli.
    otoerotizm * Kişinin kendi vücudu üzerinde cinsel etkinliklerde bulunma sapıncı.
    otogar * Şehirler arasıçalışan motorlu taşıtların yolcularınıaldıklarıve indirdikleri yer, garaj.
    otograf * Bir yazarın veya kişinin kendi elinden çıkan (yazı).
    otografi * Yağlımürekkeple özel kâğıda çizilen şekillerin litografya tekniği ile taşüzerine yazılması.
    otojestiyon * Öz yönetim.
    otokar * Toplu geziler için yapılmış büyük otobüs.
    otoklâv * Vida ve civatalarla tutturulmuş basit bir kapağı olan, iç basınca dayanıklıkap.
    * Lâboratuvar işlerinde ve ameliyatlarda yararlanılan her türlü araç ve gereçleri mikropsuzlaştırmak için
    kullanılan basınçlı buhar kazanı.
    otokontrol * Öz denetim.
    otokrasi * Hükümdarın, bütün siyasal kudreti elinde bulundurduğu yönetim biçimi.
    otokrat * Siyasal kudreti elinde bulunduran (hükümdar).
    otokritik * Öz eleştiri.
    otokton * Yerli.
    otolit * Bkz. işitme taşı.
    otoman * Bir tür ipekli kumaş.
    * Sedir biçiminde kanepe.
    otomasyon * Endüstride, yönetimde ve bilimsel işlerde insan aracılığı olmadan işlerin otomatik olarak yapılması.
    otomat * Canlı bir varlığın yapabileceği bazı işleri yapan mekanik veya elektrikli araç.
    * Sıcak su verecek biçimde hazırlanmış, hava gazı ocaklıcihaz.
    * Yapılarda, merdivenleri aydınlatacak biçimde düzenlenmişelektrik tesisatı.
    otomatiğe almak (veya bağlamak) * kendi kendine yeniden düzene sokmak.
    otomatiğe geçmek * otomatik olarak çalışmaya başlamak.
    otomatik * Mekanik yollarla hareket ettirilen veya kendi kendini yöneten (alet).
    * (insan için) İrade dışında yapılan (davranış).
    otomatik olarak * kendiliğinden.
    otomatik sigorta * Fazla akım geçtiğinde manyetik veya termik mekanizmalarla devreyi açan alet.
    otomatikleşme * Otomatikleşmek işi.
    otomatikleşmek * Otomatik duruma gelmek.
    otomatiklik * Otomatik olma durumu.
    otomatikman * Otomatik olarak.
    otomatizm * Bir cihaza, bir alete otomatik bir işleyişkazandırmak için gerekli olan düzen.
    otomobil * Patlamalı, içten yanmalı, elektrikli bir motor veya gaz türbiniyle hareket eden taşıt.
    otomobilci * Otomobil alıp satan kimse.
    otomobilcilik * Otomobil alıp satma işi.
    otomotiv * Motorlu taşıt yapımınıkonu alan endüstri kolu.
    otonom * Özerk, muhtar.
    otonomi * Özerklik, muhtariyet.
    otopark * Motorlu taşıtların belli bir süre için bırakıldığıyer.
    otoparkçı * Otoparkta çalışan görevli.
    otoplâsti * Eksik bir organa, kişinin başka bir yerinden parça alıp eklemek yoluyla yapılan onarım.
    otopsi * Ölüm sebebini belirlemek amacıyla bir cesedi açıp inceleme işi.
    otoray * Ray üzerinde işleyen motorlu taşıma aracı.
  • Türkçe Sözlük O Sayfa 22

    otorite * Yetke, sulta, velâyet.
    otorite sağlamak (veya temin etmek) * yetki kurmak veya sahibi olmak.
    otoriter * Yetkeli, otoriteli.
    otoriterli * Otoritesi olan, otoriter.
    otosist * Bkz. işitme kesesi.
    otostop * Bir yayanın yoldan geçen bir otomobili durdurarak binmesi ve gideceği yere para vermeden gitmesi.
    otostop yapmak * bu biçimde yolculuk etmek.
    otostopçu * Otostop yapan (kimse).
    otostopçuluk * Otostop yapma işi.
    ototrof * Öz beslenen.
    ototrofi * Öz beslenme.
    otoyol * Hızlı bir trafik akımı sağlamak amacıyla yapılan, üç veya dört şeritli, çift yönlü genişyol, otoban.
    otsu * Ot gibi olan, gövdesi odunlaşmayan, kısa ömürlü (bitki).
    otsu topluluk * Gövdesi odunlaşmayan kısa ömürlü bitki topluluğu.
    otsul * Bkz. otsu.
    otsuz * Otu olmayan.
    otu çek köküne bak * kişinin kimliğini öğrenmek için soyunu sopunu bilmek gerekir.
    oturacak * Sandalye, tabure, kanepe gibi üstüne oturulan şey.
    oturak * Oturulacak yer veya şey.
    * Tahtadan alçak iskemle.
    * Bir şeyin yere gelen tarafı, taban.
    * İçine abdest bozulan kap, lâzımlık.
    * İçkili, çalgılıve kadınlıeğlenti.
    * Bacaklarında veya başka bir yerinde, gezmesine engel olacak bir özrü olduğundan hep evde oturan (kimse),
    kötürüm.
    * Boru mengenesinin tezgâha oturduğu ve vidalandığı bölüm.
    * Kürekli teknelerde kürekçilerin oturduğu enli tahta.
    oturak âlemi * Anadolu’nun bazıyörelerinde, sadece erkeklerin katıldığı, kadın oynatılan içkili toplantı.
    oturak kündesi * Güreşte bir elin arkadan iki bacak arasından, ötekinin de önden getirilerek kasık üzerinde kilitlenmesi
    biçimindeki kündeleme.
    oturaklı * Sağlam, gösterişli.
    * Saygıuyandıran, ağırbaşlı.
    * (söz için) Yerinde ve sırasında söylenen.
    oturaklılık * Oturaklıdavranış, ağırbaşlılık, oturmuşluk.
    oturma * Oturmak işi.
    * (kısa süre ile) Konukluğa gitme.
    oturma belgesi * Bazıülkelerde çalışan veya ticaret yapan kimselere verilen oturma izni belgesi.
    oturma duvarı * Su basmanı, oturmalık.
    oturma grevi * Bir isteği gerçekleştirmek amacıyla, işçilerin işyerlerinden ayrılmaksızın bulunduklarıyere oturarak grev
    yapmaktan kaçınmaları.
    oturma grubu * Koltuk, kanepe, sandalye, kolçaklısandalye, sallanan koltuk vb. mobilyalardan oluşan grup.
    oturma izni * Belli bir bölgede resmî makamlarca verilen oturma belgesi.
    oturma mobilyası * Boyutlarıve şekli insan vücudunun ölçülerine uygun olan ve rahat oturmayısağlayan, oturma yüzeyi elâstik
    veya elâstik olmayan malzemeden yapılan mobilya.
    oturma odası * Ev halkının oturması için ayrılmışoda.
    oturmak * Vücudun belden yukarısıdik duracak biçimde ağırlığıkaba etlere vererek bir yere yerleşmek.
    * Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak.
    * Uygun gelmek.
    * Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek.
    * Hiçbir işyapmadan boşvakit geçirmek, boşdurmak.
    * (toprak veya yapı için) Çökmek, aşağı inmek.
    * Biriyle beraber yaşamak.
    * Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak.
    * Mal olmak.
    * Yer almak, geçmek.
    * Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek.
    * Belli bir yörüngede dönmeye başlamak.
    * (sıvıtortuları için) Dibe çökmek, dipte toplanmak.
    * Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak.
    oturmalık * Su basmanı, oturma duvarı.
    oturmuş * Yerleşik, yerleşmiş, güçlenmiş.
    oturmuşluk * Oturmuşolma durumu.
    * Benimsenmiş, yerleşmişolma durumu.
    oturtma * Oturtmak işi.
    * Halka halka kesilmişpatates, patlıcan, kabak gibi sebzelerden yapılan bir çeşit kıymalıyemek.
    oturtmak * Oturmak işini yaptırmak.
    * Koymak; yapmak, yerleştirmek.
    oturtmalık * Yapının toprak üstünde kalan, 1 m kadar yükseklikte, bütün yapı boyunca devam eden, üstüne gelen
    duvarlardan birkaç santim dışarıçıkıntılıana temel duvarı.
    oturtulma * Oturtulmak işi.
    oturtulmak * Oturtmak işine konu olmak.
    oturulma * Oturulmak işi.
    oturulmak * Herhangi biri tarafından oturmak işi yapılmak.
    oturum * Bir meclis veya kurulun çözümlenmesi gereken sorunları görüşüp tartışmak için yaptığıtoplantı, celse.
    * Yasama meclislerinin birleşimlerinden her biri.
    oturup kalkmak * hareket etmek.
    oturuş * Oturmak işi veya biçimi.
    oturuşma * Oturuşmak işi.
    oturuşmak * Yatışmak, hızıazalmak.
    otuz * Yirmi dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren işaret: 30, XXX.
    * Üç kere on, yirmi dokuzdan bir artık.
    otuz beşlik * İçinde sıvımaddelerden, 0,50 lt. ölçüsünde bulunan şişe.
    * Küçük rakı.
    otuzar * Otuz sayısının üleştirme biçimi; her birine otuz; her defasında otuzu bir arada.