zihin yorgunluğu | * Aşırıderecede zihnin yorulmasıdurumu. |
zihin yormak | * bir konuda çok düşünmek, kafa yormak. |
zihince | * Zihne göre, zihninin kavradığı biçimiyle. |
zihinsel | * Zihinle ilgili, zihnî. |
zihnen | * Zihince, zihinli, zihinden. |
zihnî | * Zihinle ilgili, zihinsel. |
zihni açılmak | * kavrayışı, anlayışıçoğalmak. |
zihni alt üst etmek | * düşüncelerini karmakarışık duruma getirmek. |
zihni boşalmak | * kafasırahat ve dingin olmak. |
zihni bulanmak (veya karışmak) | * düşünürken olaylar arasındaki bağlantıyıyitirmek. * ne yapacağınışaşırmak. |
zihni takılmak | * yanlış bir kanıya takılıp kalmak. * çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak. |
zihnine girmek | * düşüncesini değiştirmek. |
zihnine yerleştirmek | * unutulamayacak biçimde aklında tutmak. |
zihnini bozmak | * sürekli olarak aynışeyi düşünmek. |
zihnini bulandırmak | * kuşkuya düşürmek. |
zihnini çelmek | * bir kimseyi yanıltmak, yanlışyola sürüklemek. * baştan çıkarmak. |
zihnini dağıtmak | * gerektiği gibi düşünmemek. |
zihnini kurcalamak | * bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak. |
zihnini kurcalamak (veya tırmalamak) | * bir şey sıksık hatırlanıp insanıdüşündürmek. |
zihnini oynatmak | * çıldırmak, delirmek. |
zihnini toplamak | * kendine gelmek, sağlıklıdüşünmeye başlamak. |
zihniye | * Anlıkçılık, entelektüalizm. |
zihniyet | * Bir toplum veya topluluktaki bireylerde görüşve inanışetmenlerinin etkisiyle beliren düşünme yolu, düşünüş biçimi. |
zikıymet | * Değerli, kıymetli. |
zikir | * Anma, söyleme, sözünü etme. * (bir tarikata bağlı olanlar için) Tanrı’nın adınıart arda söyleme işi. |
zikredilme | * Zikredilmek işi veya durumu. |
zikredilmek | * Adıanılmak. |
zikretme | * Zikretmek işi veya durumu. |
zikretmek | * Adınısöylemek, sözünü söylemek, anmak. |
zikri geçmek | * anılmak, adı geçmek. |
zikrolunma | * Zikrolunmak işi veya durumu. |
zikrolunmak | * Adı geçmek, söylenmek. |
zikzak | * Art arda birdenbire ters yöne açılar yapan (kırık çizgi). * Sık sık değişen görüşdüşünce veya davranış, istikrarsızlık. * Karşılıklı. |
zikzak dikişi | * Nakışta ve terzilikte zikzak biçiminde yapılan dikiş. |
zikzak makinesi | * Zikzak dikişi yapan makine. |
zikzak yapmak | * sık sık sağa sola yön değiştirmek. * sık sık düşünce değiştirmek. |
zikzaklı | * Zikzak biçiminde olan. |
zil | * İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle veya başka düzenlerle işletilebilen araç, çıngırak. * Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan metal kurs. |
zil takıp oynayacak | * çok sevinenler için söylenir. |
zil vurmak | * zil çalmak. |
zil zurna | * Aşırıölçüde (sarhoş). |
zil zurna olmak | * çok içip sarhoşolarak kendini bilemeyecek duruma gelmek. |
zilhicce | * Ay takviminin on ikinci ayı, kurban ayı. |
zilkade | * Ay takviminin on birinci ayı. |
zillet | * Hor görülme, alçalma. |
zilli | * Zili olan, üstünde zili bulunan. * Edepsiz, eli maşalı, şirret (kadın). |
zilli bebek | * Dalkavuk, şakşakçı. |
zilli maşa | * Uçlarına zil takılmışmaşa biçiminde bir çalgı. * Edepsiz, şirret. |
zilsiz | * Zili olmayan. |
zilsiz oynamak | * çok sevindiğini belli etmek. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük Z Sayfa 14
-
Türkçe Sözlük Z Sayfa 16
zirve konferansı * Zirve toplantısının oluşturduğu konferans. zirve toplantısı * Katılan devletlerin en yetkilisinin veya yetkili olan diplomatının yer aldığıuluslar arasıtoplantı. zirzop * Delişmen, aklına eseni yapan. zirzopça * Zirzopluk edercesine. zirzoplaşma * Zirzoplaşmak işi veya durumu. zirzoplaşmak * Uygunsuz, yakışıksız davranmak. zirzopluk * Zirzop olma durumu veya zirzopa yakışan davranış. zirzopluk etmek * uygunsuz, yakışıksız davranışlarda bulunmak. zivircik * Akdeniz bölgesinde yetişen, 100-300 cm yüksekliğinde, kuvvetli kokulu bir çalı(Anagyris foetida). ziya * Işık, aydınlık. ziyadar * Aydınlık, ışığı bol, parlak. ziyade * Çok, daha çok, daha fazla.
* Çoğalma, artma.ziyade olsun! * yemekte bulunanlara veya yemeğe buyurun diyenlere söylenen bir nezaket sözü. ziyadeleşme * Ziyadeleşmek işi veya durumu, fazlalaşma. ziyadeleşmek * Fazlalaşmak. ziyadesiyle * Olağandan, gerekenden çok, pek çok, fazlasıyla. ziyafet * Konuklarıyemekli, eğlenceli ağırlama, şölen, toy. ziyafet çekmek (veya vermek) * konuklarıyemekli ağırlamak. ziyan * Zarar. ziyan etmek * yersiz, boşyere harcamak.
* zarara uğramak.ziyan olmak * boşuna harcanmak, zarar görmek. ziyan zebil olmak * boşuna, boşyere harcanmak. ziyanıyok! * önemli değil, önemi yok!. ziyankâr * Sürekli zarar veren veya zarar vermeyi huy edinmişolan. ziyankârlık * Ziyan verme durumu veya huyu. ziyansız * Ziyan vermeyen, dokunmaz.
* Oldukça iyi.ziyaret * Birini görmeye, biriyle görüşmeye gitme, görüşme. ziyaret etmek * birini veya bir yeri görmeye gitmek. ziyaretçi * Ziyaret eden, ziyarete giden kimse, görüşmeci. ziyaretgâh * Hayır işlemek veya saygı göstermişolmak için ziyaret edilen yer, ziyaret yeri. ziynet * Süs, bezek. zloti * Polonya para birimi. Zn * Çinko’nun kısaltması. Zodyak * Gök küresinde, tutulumun geçtiği ve üzerinde on iki burcun (Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak,
Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık) eşit aralıklarla dağıldığıkuşak, burçlar kuşağı.zoka * Büyük balıklarıtutmakta kullanılan, küçük balık biçiminde, ucu iğneli kurşun parçası. zokayıyutmak * aldatılıp zarara sokulmak. zom * Olgun (kimse).
* Çok sarhoşolan.zom olmak * çok sarhoşolmak. zona * Deride, sinirler boyunca, özellikle gövde, bacak ve yüzde birtakım ağrılıfiskelerin dökülmesiyle beliren,
mikroplu bir hastalık.zonk zonk * Zonklamanın zorlu olduğunu anlatmak için kullanılır. zonk zonk zonklamak * vücudun bir yeri çok zonklamak. zonklama * Zonklaşmak işi veya durumu. zonklamak * (vücudun bir yeri) Nabız atışı gibi, kesik kesik ağrımak veya sancımak. zonklatma * Zonklatmak işi veya durumu. zonklatmak * Zonklamasına yol açmak, zonklamasına sebep olmak. zoolog * Zooloji uzmanı, hayvan bilimci. zooloji * Hayvan bilimi. zoospor * Suda yaşayan mantarlarda ve su yosunlarında bulunan, selüloz zardan yoksun, üzerindeki iki veya daha çok
titrek tüyle hareket eden üreme hücresi.zootekni * Evcil hayvanlarıüretme ve yetiştirme bilimi. zor * Sıkıntı, güçlük, rahatsızlık.
* Sıkıntıveya güçlükle yapılan.
* Yüküm, mecburiyet.
* Baskı.
* Güçlükle, zorla.
* Yapamazsın!. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 17
zor alım * İşlenen bir suç karşılığı olarak suçlunun malının bütünü veya bir bölümü üstündeki mülkiyetine son
verilmesi ve bu mülkiyetin bir başka kuruluşa devredilmesi, müsadere.
* Tanzimattan önce herhangi bir kişiye ait mallara padişah adına el konulması.zor alıma çarpmak * kişi mallarına devlet adına yasal olarak el koymak, müsadere etmek. zor belâ * Güçlükle. zor gelmek * bir işin yapılması birine güç gelmek. zor kullanmak * bir işin yapılması için her türlü baskıya başvurmak. zor oyunu bozar * oyun, hile, güç kullanarak kestirme yoldan boşa çıkarıldığında söylenir. zora binmek * iş, ancak zor kullanılmakla sonuçlanacak bir durum almak. zora gelememek * baskıya, sıkıntıya veya sıkı bir çalışmaya dayanamamak, katlanamamak. zora koşmak * güçlük çıkarmak. zoraki * İstemeye istemeye, istemeyerek (yapılan); zorla. zorba * Gücüne güvenerek başkalarının hakkınıalan, müstebit. zorbaca * Zorba bir yol seçerek. zorbalık * Zorba olma durumu.
* Zorbaca davranış, müstebitlik.zorbalık etmek * zorba gibi davranmak. zorca * Zora yakın, oldukça zor.
* (zo’rca) Zor bir biçimde.zorgu * Kişinin eğilimi ve isteğine uymayan işve davranışlara zorlanmasıveya bu özellikteki davranışları
göstermesi.zorgulu * Davranışlarıuygunsuz ve yersiz olmasına karşın bunlarıyapmak için önüne geçilmez bir zorgu duyan
(kimse).zorla * Zor kullanarak, zecren; metazori.
* İstemeyerek, isteksiz olarak, zoraki.zorlama * Zorlanmak işi, zecir.
* Özellikle oynaklarda ara keseciklerinin fıtığı olarak beliren, bir organın zorlanmışolmasıyla ortaya çıkan
aksaklık veya bozukluk.
* Zorlanarak sağlanan, cebrî.zorlamak * Birine bir şey yaptırmak amacıyla güç kullanmak, boyun eğdirmeye çalışmak, zor kullanmak, mecbur
etmek.
* Açılması, kırılması, sökülmesi gereken şeyler için güç kullanmak.
* Üstelemek, ısrar etmek.zorlamasız * Kolay, içten. zorlanış * Zorlanmak işi veya biçimi. zorlanma * Zorlanmak işi veya durumu. zorlanmak * Zorlamak işi yapılmak veya zorlamak durumuna konu olmak. zorlaşma * Zorlaşmak durumu. zorlaşmak * Zor duruma gelmek, güçleşmek. zorlaştırma * Zorlaştırmak işi veya durumu. zorlaştırmak * Zor duruma getirmek, güçleştirmek. zorlaya zorlaya * Sürekli zorlayarak. zorlayıcı * Zorlayan, mücbir. zorlayış * Zorlamak işi veya biçimi. zorlu * Baskıyapabilecek ölçüde güçlü, kuvvetli, şiddetli.
* Tuttuğunu koparan (kimse), güçlü, kavi.
* Zor, güç yapılan.
* Zorbalık yapan.zorluk * Sıkıntıveya güçlükle yapılma durumu, zor olma, güçlük. zorluk çıkarmak * bir şeyin yapılmasınıengellemek için çeşitli sorunlar yaratmak. zorlukla * Zor bir biçimde, güçlükle. zorsunma * Zorsunmak işi veya durumu. zorsunmak * Yüksünmek, yapacağı işi ağır bir yük veya angarya olarak kabul etmek. zoru olmak * kendisini zorlayan bir durumu, bir sıkıntısı olmak, sorunu bulunmak; güçlüğü olmak. zoru zoruna * güçlükle, zor belâ. zoru zoruna * Zorlukla, zorluk çekerek. zorun ne? * kastın ne, ne istiyorsun?. zoruna gitmek * onuruna dokunmak. gücüne gitmek. zorunda bırakmak * yapmaya mecbur etmek. zorunda kalmak (veya olmak) * kesinlikle yapması gerekmek, yapmaya mecbur olmak. zorunlu * Kesin olarak ihtiyaç duyulan, zarurî, mecburî, ıstırarî.
* Doğal olarak kaçınılması imkânsız olan.zorunlu emeklilik * Yasalarda şartları belirlenmişmecburî emeklilik. zorunlu kılmak * olması gereken duruma getirmek. zorunlu olarak * kendi isteğinin dışında. zorunlu öğrenim * Mecburî olarak yapılan öğrenim. zorunlu sigorta * Mecburî olarak yaptırılan sigorta. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 18
zorunlu tasarruf * Mecburen yapılması gereken tasarruf. zorunluk * Olması gerekme, olduğundan başka olmama durumu, mecburiyet, zaruret, ıstırar.
* Olayların iç ve özlerindeki düzenlilik, yasaya bağlılık ve yapı gereği, belli şartlar altında ortaya çıkması
kaçınılmaz olan şey.
* İnsanın, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına bağımlı olmasıdurumu.zorunluluk * Zorunlu olma durumu, zorunluk. Zr * Zirkonyum’un kısaltması. zuhur * Ortaya çıkma, görünme, belirme, başgösterme, meydana çıkma. zuhur etmek * ortaya çıkmak, görünmek, belirmek. zuhurat * Gerçekleşeceği düşünülmeyen, hesapta olmayan, umulmadık, olağan dışı olgular. zuhurî * Orta oyununda taklitçi. zuhurî kolu * Orta oyunu takımı. zula * Kaçak ve yasak şeylerin saklandığı gizli yer. zula etmek * çalmak, aşırmak. zulmet * Karanlık. zulmetme * Zulmetmek işi veya durumu. zulmetmek * Eziyet etmek, işkence etmek. zulüm * Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasınıuğrattığıkötü durum, kıyım, kıygı,
acımasızlık, haksızlık, eziyet, cefa.zulüm görmek * haksızlığa uğramak, kendisine eziyet edilmek. zum * Değişebilir odak uzaklıklı objektif, optik kaydırma. zum yapmak * doğaya bakışaçısını genişletmek veya daraltmak amacıyla objektifin odak uzaklığınıdeğiştirmek. zurna * Keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle birlikte çalınan nefesli çalgı. zurna gibi * dar (pantolon). zurnacı * Zurna çalan kimse. zurnacılık * Zurnacının işi veya mesleği. zurnacının karşısında limon yemek gibi * birinin zihnini çelip işini göremeyecek duruma getirildiği anlatılırken söylenir. zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına * “rastgele yapılan plânsız işlerde yöntem, kural aranmaz” anlamında kullanılır. zurnanın zırt dediği yer * sürdürülmekte olan bir işin en can alıcınoktası. zurnapa * Zürafa. zurnazen * Zurna çalan kimse, zurnacı. zurt * Bkz. zart zurt. zübde * Özet, öz. zücaciye * Cam, porselen vb. maddelerden yapılmışeşya.
* Cam, porselen ile ilgili.züğürt * Parasız, yoksul, meteliksiz olan kimse. züğürt tesellisi * Kötü sonuçlanmış bir işte, çok önemsiz iyi bir yan bularak sevinme. züğürtleme * Züğürtlemek işi veya durumu. züğürtlemek * Parasız, meteliksiz kalmak, züğürt duruma gelmek. züğürtleşme * Züğürtleşmek işi veya durumu. züğürtleşmek * Züğürt durumuna gelmek. züğürtlük * Parasızlık, parasız kalma durumu, meteliksizlik. Zühal * Sekendiz, Satürn. Zühre * Çulpan, Çoban yıldızı, Venüs. zührevî * Frengi ve bel soğukluğu gibi cinsel ilişkilerle bulaşan (hastalık). zührevî hastalık * Bkz. zührevî. züht * Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp, buyurduklarınıyerine getirme, takva. zühul * İşçokluğu veya dalgınlık sebebiyle yanılma, geciktirme, ihmal etme. zükâm * Nezle, ingin, dumağı. zül * Alçalma, düşkünlük; ayıplanacak şey. zül saymak * (bir olay veya sözü) küçültücü, alçaltıcı, aşağılayıcı olarak değerlendirmek. zülâl * Saf, tatlısu. Zülcelâl * Tanrı. zülfaris * Baklagillerden bir süs bitkisi ve bunun güzel kokulu, mor, beyaz renkli, saç lülesi görünüşünde olan
kıvrıntılıçiçeği (Phaseolus caracalla).zülfaruz * Bkz. zülfaris. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 13
zırva * Saçma, saçma sapan, boş, anlamsız (söz). zırva tevil götürmez * saçma olan bir düşünceyi döndürme, çevirme yolu ile savunmaya kalkışanlara karşısöylenir. zırvalama * Zırvalamak işi veya durumu. zırvalamak * Boşve anlamsız sözler söylemek, saçmalamak. zıt * Karşıt anlamlı. zıt anlamlı * karşıt anlamlı. zıt gitmek * birine karşısürekli ters davranmak, istediklerinin tersini yapmak. zıt kutup * Farklıdurum ve yapıda olma. zıtlanma * Zıtlanmak işi veya durumu. zıtlanmak * Ters, karşıdavranmak, zıtlaşmak. zıtlaşma * Zıtlaşmak işi veya durumu. zıtlaşmak * Birbirine karşıters davranmak.
* Birbirine karşıt olmak.zıtlık * Zıt olma durumu. zıvana * İki ucu açık küçük boru.
* Bir kilit dilinin yerleşmesi için açılmışdelik.zıvanadan çıkarmak * sinirlendirmek, öfkelendirmek. zıvanadan çıkmak * çok sinirlenmek, öfkelenmek.
* aklınıyitirmek, çılgın gibi davranmak.zıvanalı * Zıvanası olan. zıvanalısigara * Bir ucunda kartondan zıvana bulunan sigara.
* İçinde esrar bulunan sigara.zıvanalıvida * Zıvanası olan vida. zıvanasız * Zıvanası olmayan.
* Kaçık, delişmen.zıya * Kaybolma, yitme, kayıp, yitim. zıypak * Üzerine basıldığında kayan, kaygan. zibidi * Gülünç olacak derecede kısa ve dar giyinmişolan.
* Yersiz ve zamansız davranışları olan kimse.zibidilik * Zibidi olma durumu. zifaf * Gerdeğe girme, gerdek. zifafa girmek * düğün gecesi eşiyle birlikte yatmak. zifir * Tütün dumanının bıraktığıyağlıkir.
* Karanlık.zifirî * Zifir gibi kara, çok kara. zifirî karanlık * Çok karanlık. zifos * Yerden sıçrayan çamur.
* Yararsız, boş.zifos atmak * sataşmak.
* kara sürmek, iftira atmak.zift * Katran ve diğer organik maddelerin buharlaşmasından veya damıtılmasından elde edilen, kolay kırılan, az
ısı ile eriyen, katı, siyah, parlak madde, kara sakız.zift gibi * çok acı. zift yesin (veya ziftin pekini yesin) * “ne yerse yesin” anlamında öfke sözü. ziftinmek * Bkz. siftinmek. ziftleme * Ziftlemek işi veya durumu. ziftlemek * Zift sürmek, ziftle kaplamak. ziftlenme * Ziftlenmek işi veya durumu. ziftlenmek * Zift sürülmek, ziftle kaplanmak.
* Yemek.
* Bir işten kendine yolsuz kazanç sağlamak.zigot * Erkek ve dişi gametin birleşmesiyle oluşan döllenmişhücre. zihaf * Aruzla yazılmışşiirlerde uzun okunması gerekirken uzun bir ünlünün kısa okunması, imale karşıtı. zihayat * Canlı, neşeli, dinç. zihin * Canlının duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünlüğü.
* Yaşantıları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihninde saklama gücü, bellek,
hafıza.
* Anlayış, kavrayış.
* Bilinç, dimağ.zihin açıklığı * Düşünme gücü. zihin açmak * (zihni) daha iyi çalışır duruma getirmek. zihin berraklığı * Bkz. zihin açıklığı. zihin bulanıklığı * Bkz. zihin karışıklığı. zihin hesabı * Matematik işlemlerinin doğrudan doğruya akıldan yapıldığıhesap. zihin jimnastiği * Bazızihinsel yetileri çevikleştirmek için yapılan alıştırmaların tümü. zihin karışıklığı * Düşünme sırasında düşünceler arasındaki bağlantının yok olması. -
Türkçe Sözlük Z Sayfa 19
Zülfikar * Hz. Ali’nin iki çatallıkılıcı. zülfüyâr * Bkz. zülüf. zülfüyâre dokunmak * hatırlı, güçlü bir kimseyi veya bir makamı gücendirmek, darılmasına yol açmak. zülfüyâre dokunmamak * hiç kimseye zarar veya sıkıntıvermemek. zülüf * Şakaklardan sarkan saç lülesi.
* Sevgilinin saçı.zülüflü * Zülfü olan. zümre * Topluluk, takım, grup, camia.
* Tür, cins.zümre edebiyatı * Seçkin kesimlere hitap eden edebiyat. zümre toplantısı * Aynıdersi okutan branşöğretmenlerinin ders konularınıveya öğrenci sorunlarınıele aldığıkurul. zümrüdî * Zümrüt renginde, yemyeşil. Zümrüdüanka * Masallarda geçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş, Anka. zümrüdüanka gibi * hayal ürünü olan veya adı olup da kendi var olmayan iyi ve güzel şeyler için kullanılır. zümrüt * Doğal alüminyum ve berilyum silikatı; cam parlaklığında, yeşil renkte, saydam bir süs taşı.
* Bu taştan yapılmışolan.
* Zümrüt renginde, yeşil.zümrüt gibi * yemyeşil. zümrüt yeşili * Koyu yeşil. zümrütlenme * Zümrütlenmek işi veya durumu. zümrütlenmek * Yeşil duruma gelmek, yeşillenmek. züppe * Giyinişte, söz söyleyişte, dilde, düşünüşte toplumun gülünç ve aykırısaydığıyapmacıklara ve aşırılıklara
kaçan, snop.züppece * Züppe (bir biçimde). züppeleşme * Züppeleşmek işi veya durumu. züppeleşmek * Giyiniş, söz söyleyiş, düşünüş, dil vb.nde, toplumun gülünç ve aykırısaydığıyapmacıklara ve aşırılıklara
kaçmak, züppe olmak.züppeleştirme * Züppeleştirmek işi veya durumu. züppeleştirmek * Züppe durumuna getirmek. züppelik * Züppe olma durumu veya züppece davranış, snopluk. züppelik etmek * züppece davranmak. zürafa * Geviş getiren memelilerden, Afrika’da yaşayan, çok uzun boylu ve boyunlu, derisi alacalı, ot yiyen hayvan
(Giraffa camelopardalis).
* Bir boncuk oyasıtürü.zürafa gibi * ince, uzun boylu, uzun boyunlu (kimse). zürafagiller * Örnek hayvanı zürafa olan geviş getiren memeliler familyası. zürra * Çiftçiler, tarımla uğraşanlar. zürriyet * Döl, soy sop, sulp.
* Çocuk.züyuf * Kalp veya ayarıdüşük paralar. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 25
oynatımcı * Oynatım işiyle uğraşan kimse. oynatış * Oynatmak işi veya biçimi. oynatma * Oynatmak işi. oynatmak * Oynamasını sağlamak.
* Kımıldamasına yol açmak.
* Herhangi bir canlıya istenilen hareketleri yaptırmak.
* Korkutmak, heyecanlandırmak.
* Herhangi bir ödevi yerine getirmeyerek karşıtarafı düzenle oyalamak.
* Sahneye koymak.
* Bir araç, gereç kullanmak.
* Aklınıyitirmek.oynaya oynaya * Sevine sevine, büyük bir sevinçle. oynayış * Oynamak işi veya biçimi. oysa * Aralarında karşıtlık, aykırılık bulunan iki cümleyi “tersine olarak, -diği hâlde” anlamlarıyla birbirine bağlar,
hâlbuki.oysaki * Oysa, hâlbuki. oyuk * Oyulmuş, içi boşve çukur olan.
* Oyulmuşyer.oyuklu * Oyuğu olan, oyukları bulunan. oyulga * Elle yapılan kalın, seyrek dikiş. oyulgalama * Oyulgalamak işi. oyulgalamak * (kumaş) Gelişi güzel dikmek.
* Saplamak, sokmak.oyulgalanma * Oyulgalanmak işi. oyulgalanmak * Kumaşgelişigüzel dikilmek.
* Birikmek, sıralanmak.oyulgama * Elle yapılan kalın, seyrek, gelişigüzel dikiş. oyulgamak * Oyulgalamak. oyulganma * Oyulganmak işi. oyulganmak * Bir şeyin içine iyice girmek. oyulma * Oyulmak işi. oyulmak * Oymak işi yapılmak. oyuluş * Oyulmak işi veya biçimi. oyum * Oymak işi. oyumlama * Oyumlamak durumu veya biçimi. oyumlamak * (bitki) Kök salmak, tutmak. oyun * Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence.
* Kumar.
* Şaşkınlık uyandırıcıhüner.
* Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi.
* Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü.
* Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmışeser, temsil, piyes.
* Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma.
* Hile, düzen, desise, entrika.
* (güreşte) Hasmınıyenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket.
* (teniste) Taraflardan birinin dört sayıkazanmasıyla elde edilen sonuç.oyun alanı * Maçların yapıldığıyer. oyun almak * oyunda kazanmak, sayısahibi olmak. oyun bağlamak * güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek. oyun bozmak * tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, plânlarıalt üst etmek.
* mızıkçılık etmek.oyun çıkarmak * başarılı oyun oynamak. oyun ebesi * Çocuk oyunlarında oyunun başıveya cezalısı, ebe. oyun etmek * kurnazlıkla birini aldatmak. oyun havası * Kıvrak ritmli ezgi. oyun kâğıdı * İskambil kâğıdı. oyun kurmak * bir yarışmayıkazanmak için belirli bir taktik uygulamak. oyun kurucu * (futbolda) Takımda, savunucular ile akıncılar arasında yer alan, görevi hem savunucular, hem de akıncılara
yardım etmek olan üç oyuncudan her biri, haf.oyun masası * Üzeri genellikle yeşil ile kaplanmışmasa. oyun oynamak * birini aldatmak, kandırmak. oyun sahası * Oyun alanı. oyun salonu * Oyun masalarının bulunduğu genişoda. oyun vermek * oyunda kaybetmek. oyun yapmak * güreşte rakibe oyun uygulamak. oyun yazarı * Tiyatro, radyo ve televizyonda sahnelenmek veya oynanmak üzere piyes, skeç türü eserler kaleme alan
sanatçı.oyun yazarlığı * Oyun yazma işi.
* Oyun yazarının mesleği.oyuna çıkmak * oyun için sahneye çıkmak. oyuna gelmek * aldatılmak. oyuna getirmek * birini tuzağa düşürmek, aldatmak. oyuna kurban gitmek * bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak. oyunbaz * Oynamayıseven.
* Düzenci, hileci. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 26
oyunbazlık * Düzencilik, hilecilik. oyunbozan * Birlikte yapılmasına karar verilen bir işten tek taraflıcayan (kimse), mızıkçı. oyunbozanlık * Oyunbozan olma durumu, mızıkçılık. oyunbozanlık etmek * birlikte yapılmasıplânlanan bir işten çekilmek. oyuncak * Oynayıp eğlenmeye yarayan her şey.
* Önemsiz ve kolay iş.
* Başkalarınca bir araç gibi kullanılan, hiçe sayılan, güçsüz kimse.oyuncakçı * Oyuncak yapan veya satan kimse. oyuncakçılık * Oyuncak yapma veya satma işi. oyuncaklı * Oyuncağı olan.
* Çocuksu, çocuk gibi davranan.oyuncu * Herhangi bir oyunda oynayan kimse.
* Sahne, perde veya bir gösteride rol alan sanatçı, aktör, aktris.
* Oyunu seven.
* Düzenci, hileci.
* Çok oyun yapan, oyundan oyuna geçen kimse.oyunculuk * Oyun oynama işi.
* Sahne sanatçılığı.
* Düzencilik, hilecilik.oyunlaştırılma * Oyunlaştırılmak durumu. oyunlaştırılmak * Oyun biçimine getirilmek. oyunlaştırma * Oyunlaştırmak işi. oyunlaştırmak * Tiyatro türünden olmayan herhangi bir eseri teknik yönden oynanabilir duruma getirmek. oyunluk * Tiyatroda oyun oynanan yer, sahne. oyuntu * Oyulmuş bölüm.
* Oyuk, çukur.oyunu almak * oyunu kazanmak. oyuş * Oymak işi veya biçimi. ozalit * Yüzeyi ışığa karşıduyarlı bir madde ile kaplıkâğıt üzerine, kalıptan çekilmişresim kopyası. ozalitçi * Ozalit yapan veya çıkaran kimse. ozan * Halk şairi.
* Şiir yazar kimse, şair.ozanca * Ozana yakışır (biçimde), ozan gibi. ozanlık * Ozan olma özelliği. ozansı * Ozana yakışır biçimde, ozan gibi, şairane. ozansılık * Ozansı olma durumu, şairanelik. ozmonoloji * Ozmos bilimi. ozmos * Geçişme. ozokerit * Yer mumu. ozon * Molekülünde üç atom bulunan oksijenden oluşan, ağır kokulu, gaz durumundaki basit element (O3). ozon ölçüm * Havada ve oksijen içindeki ozonu ölçme işi. ozon tedavisi * Lokal veya genel banyo, pansuman veya şırınga hâlinde ozon ve oksijen vererek yapılan tedavi. ozon yuvarı * Atmosferin 15-40 km arasında bulunan tabakası. ozonlama * Ozonlamak işi. ozonlama cihazı * Ozonlanmışoksijen elde etmeye yarayan, duyarlı bir alet, ozonlayıcı. ozonlamak * Oksijeni ozon durumuna getirmek. ozonlaşma * Ozonlaşmak durumu. ozonlaşmak * Ozon durumuna gelmek. ozonlaştırıcı * Ozonlu oksijen veya hava hazırlayan alet. ozonlayıcı * Ozonlama cihazı. ozonoliz * Ozonla ayrışma. ozonometre * Ozonölçer. ozonosfer * Ozon yuvarı. ozonoskop * Ozonun varlığınıtespit etmeye yarayan düzenek. ozonölçer * Atmosferdeki ozon niceliğini tespit etmeye yarayan alet. ozonür * Ozonun çift bağlı organik maddelerle meydana getirdiği katılma bileşiği. ozuga * Tropikal Afrika ve ormanlık alanlarda yetişen ince dokulu bir ağaç türü (Saccoglottis gabonensis). -
Türkçe Sözlük O Sayfa 23
otuzluk * Yaşı otuz civarında olan.
* İçinde otuz âdet bulunan.
* Otuz lira değerinde olan.otuzuncu * Otuz sayısının sıra sıfatı; sırada yirmi dokuzuncudan sonra gelen. ova * Çevrelerine göre çukurda kalmış, çoğunlukla alüvyonla örtülü, eğimi az, akarsuların derine gömülmemiş
olduğu, genellikle genişveya dar düzlük, yazı.oval * Yumurta biçiminde olan, yumurtamsı, sobe, beyzi.
* Kapalı, dış bükey ve uzunca bütün eğriler, özellikle elips gibi iki simetri ekseni olan (simetrik eğri).ovalama * Ovalamak işi. ovalamak * Ellerini bir şeye veya birbirine sürtmek.
* Sertçe ovmak.
* Ezmek veya ufak parçalara ayırmak.ovalanma * Ovalanmak işi. ovalanmak * Ovalamak işine konu olmak.
* Kendi kendini ovmak.ovalatma * Ovalatmak işi. ovalatmak * Ovalamak işini başkasına yaptırmak. ovalı * Ovada yaşayan, ova halkından olan. ovalık * Ovası olan, ovalarla kaplı. ovasız * Ovası olmayan. ovdurma * Ovdurmak işi. ovdurmak * Ovmak işini yaptırmak. ovdurtma * Ovdurtmak işi. ovdurtmak * Ovdurmak işini birine yaptırmak. ovma * Ovmak işi. ovmaç * Hamuru ovalayarak yapılmışkırıntılarla pişirilmis çorba.
* Taze tarhana.ovmak * Bir şeyin üzerine bastırarak el gezdirmek.
* Bir temizleyiciyle bir yeri veya bir şeyi kuvvetle sürterek temizlemek.ovogon * Alg, mantar gibi ilkel bitkilerde dişi cinslik hücresi. ovogon dağarcığı * Çiçeksiz bitkilerin çoğunda üreme organlarını barındıran boşluk. ovolit * İç içe mineral kabuklardan oluşan balık yumurtası biçiminde kalker. ovulma * Ovulmak işi. ovulmak * Ovmak işine konu olmak. ovunma * Ovunmak işi. ovunmak * Kendi kendini ovmak. ovuşmak * Ovuşturmak işi. ovuşturma * Ovuşturmak işi. ovuşturmak * Bir şeyi bastırarak başka bir şey üzerinden geçirmek.
* (el için) Birbirine sürtmek.oy * Bir toplantıya katılanların, bir sorunla ilgili birkaç seçenekten birini tercih etmesi, rey.
* Bu tercihi belirten işaret, söz veya yazı.oy birliği * Bir toplantıda oylamaya katılan bütün üyelerin aynıyönde oy kullanması. oy birliği ile * oylamaya katılan bütün üyeler aynıyönde birleşerek. oy çokluğu * Oylamaya katılanların yarıdan fazlasının aynıyönde oy kullanmaları. oy hakkı * Kişilere tanınan oy verme yetkisi. oy sandığı * Seçimlerde oy kâğıtlarının içine atıldığımühürlü sandık. oy vermek (veya oyunu kullanmak) * bir sorun üzerindeki görüşünü belirtmek, rey vermek. oya * Genellikle ipek ibrişim kullanarak iğne, mekik, tığveya firkete ile yapılan ince dantel. oya çiçeği * Koyu menekşe veya pembe renkte çiçekler açan süs bitkisi (Lagerstroemia indica). oya gibi * ince, güzel, zarif. oya koymak * bir konuda sonucu belirlemek için oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluğun görüşünü almak. oyacı * Oya yapan veya satan kimse. oyacılık * Oya yapma ve satma işi. oyalama * Oyalamak işi. oyalamak * Belirli bir süre birinin dikkat ve ilgisini başka bir şey üzerine çekmek, meşgul etmek.
* Vakit kazanmak için aldatmak.
* Eğlendirmek, hoşça vakit geçirtmek.oyalamak * Oya ile süslemek. oyalandırma * Oyalandırmak işi veya durumu. oyalandırmak * Oyalanmasına yol açmak, oyalanmasını sağlamak. oyalanma * Oyalanmak işi. oyalanmak * Oyalamak işine konu olmak.
* Kendi kendini oyalamak.
* Boşuna zaman harcamak, vakit geçirmek. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 24
oyalantı * Oyalanmak için yapılan şey, hobi. oyalayıcı * Vakit geçirmeye yol açan, eğlendiren, hoşvakit geçirten. oyalı * Kenarına oya yapılmışveya geçirilmiş. oyculuk * Oy alabilmek için türlü yollara başvurma işi. oydaş * Aynıdüşüncede, aynı inançta olan, hemfikir. oydurma * Oydurmak işi. oydurmak * Oymasını sağlamak. oylama * Oy kullanma işi. oylamak * Oya koymak veya oya sunmak. oylamaya geçmek * oy verme işlemine başvurmak. oylamaya koymak * bir toplantıdaki oy sayısını belirlemek, oy verilmesini istemek, oya sunmak. oylanış * Oylamak işi veya biçimi. oylanma * Oylanmak işi. oylanmak * Oylamak işi yapılmak. oyluk * Uyluk. oylum * Hacim, cirim.
* İçi oyulmuş, çukur duruma getirilmiş.
* Resimde derinlik, üç boyutluk etkisi, mimarlıkta mekân karşılığı.oylum oylum * Oymalı, girintili çıkıntılı. oylumlama * Resim ve heykel sanatında ögelere hacim duygusu ve biçim verme işi, modelâj. oylumlamak * Resim ve heykelde ögelere oylum duygusu ve biçim vermek.
* Küçülterek yapmak.oylumlu * Oylumu olan, hacimli.
* Büyük, geniş.oyma * Oymak işi.
* Bir nesnenin yüzeyini özel araçlarla oyarak veya delerek türlü biçimler verme.
* Ağaç yongası.
* Oyularak yapılan süsleme.
* Oyularak yapılmış.oyma akıl * Yer etmiş, uzun tecrübeler sonunda kabul görmüşnasihat. oyma baskı * Çinko, bakır, tahta gibi levhalara kazıma ile yapılan, resimleri kâğıda basma tekniği. oymacı * Oyma işleri yapan sanatçı, hakkâk. oymacılık * Oyma yapma sanatı. oymak * Keskin, sivri uçlu bir cisimle bir şeyi yontarak veya delerek çukur oluşturmak.
* Kumaşgibi bir şeyi girintili bir biçimde kesmek.oymak * Dil ve kültür yönünden büyük bir türdeşlik gösteren, bir çok boydan oluşan, yapısındaki aileler arasında
toplum, ekonomi, din, kan veya evlilik bağları bulunan göçebe veya yerleşik nitelikteki topluluk, aşiret.
* İzcilikte küçük birlik.oymak * Hemen hemen benzer veya aynıtür yıldızlardan oluşmuş, Samanyolunun seyrek yapılı genç kümelerinden
her biri.oymak oymak * Top top, küme küme. oymakbaşı * Oymakların lideri, önde geleni.
* İzcilikte küçük birliklerin başı.oymalı * Oymaları bulunan, oymalarla süslenmişolan. oymalıyaprak * Meşe yaprağı gibi kenarları girintili çıkıntılı olan yaprak. oynak * Kımıldayan, yerinde sağlam durmayan, hareketli.
* Hareket, canlılık veren.
* Değişken, kararsız.
* (kadın veya kız için) Davranışlarıağırbaşlı olmayan.
* Eklemlerin bükülüp doğrulmaya elverişli olan çeşidi, oynar eklem.oynak kemiği * Diz kapağıkemiği. oynakça * Oynak (bir biçimde), oynak olarak. oynaklık * Oynak olma durumu.
* Oynakça davranış.oynama * Oynamak işi. oynama! * (olumsuz olarak) “oyalanma, gereği gibi yap, boşuna vakit geçirme!” anlamında kullanılır. oynamak * Vakit geçirme, eğlenme, oyalanma gibi amaçlarla bir şeyle uğraşmak.
* Herhangi bir tutku, ilgi veya oyalanma gibi sebeple bir şeye kendini vermek.
* Kımıldamak, hareket etmek.
* Bir şeyi sürekli evirip çevirmek veya sürekli olarak dokunmak.
* Bir temsilde rol almak.
* Film gösterilmek.
* (tiyatro için) Sahneye konmak.
* Tedirgin etmek, rahatsız edici davranışta bulunmak.
* (eşya için) Herhangi bir parçasıkımıldamak, hareket etmek.
* (insan için) (olumsuz olarak) Gerekli görevini yapacak hareketten yoksun olmak.
* Sarsılmak, yeri değişmek.
* Sporla ilgili çalışmalara katılmak.
* Müziğin gerektirdiği uyumlu hareketleri yapmak.
* Rastgele yön vermek, aldatmak.
* Herhangi birine karşıönemsemeyici davranışlarda bulunmak.
* Büyük bir ustalık, beceri ve kolaylıkla bir işi yapmak.
* Tehlikeye koymak.
* Değişiklik göstermek.oynanış * Oynanmak işi veya biçimi. oynanma * Oynanmak işi. oynanmak * Oynamak işine konu olmak.
* Herhangi biri oynamak.oynaş * Aralarında toplumca hoşkarşılanmayan ilişkiler bulunan kadın veya erkekten her biri. oynaşlık * Oynaşın işi veya mesleği. oynaşlık etmek * toplumda hoşkarşılanmayan ilişkilerde bulunmak. oynaşma * Oynaşmak işi. oynaşmak * Birbiriyle oynamak.
* Âşıktaşlık etmek.oynatılma * Oynatılmak işi. oynatılmak * Oynatmak işine konu olmak. oynatım * Oynatmak işi.
* Sinema endüstrisinin, filmlerin seyircilere gösterilmesi işiyle uğraşan kolu. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 21
otlu bağa * Kara kurbağa (Bufa). otlu peynir * Güzel kokulu otların, özellikle yaban sarımsağının içine katılmasıyla yapılan bir çeşit beyaz peynir. otluk * Otu bol olan yer.
* Kışiçin kurutulmuşot yığını.
* Ot konulan yer.oto * Bazıkelimelerin birleşimine girerek “kendi kendine’” anlamınıveren ön ek. oto * Otomobil kelimesinin kısaltılmışı. oto parkçılık * Otoparkçı işini yapan kimse. otoban * Otoyol. otobiyografi * Bir kişinin kendi hayatınıanlattığıyazı, öz yaşam öyküsü. otobiyografik * Otobiyografi ile ilgili. otobüs * Yolcu taşıyan, motorlu, büyük taşıt. otobüsçü * Otobüs işletmecisi.
* Otobüs şoförü.otobüsçülük * Otobüs işletmeciliği. otodidakt * Öz öğrenimli. otoerotizm * Kişinin kendi vücudu üzerinde cinsel etkinliklerde bulunma sapıncı. otogar * Şehirler arasıçalışan motorlu taşıtların yolcularınıaldıklarıve indirdikleri yer, garaj. otograf * Bir yazarın veya kişinin kendi elinden çıkan (yazı). otografi * Yağlımürekkeple özel kâğıda çizilen şekillerin litografya tekniği ile taşüzerine yazılması. otojestiyon * Öz yönetim. otokar * Toplu geziler için yapılmış büyük otobüs. otoklâv * Vida ve civatalarla tutturulmuş basit bir kapağı olan, iç basınca dayanıklıkap.
* Lâboratuvar işlerinde ve ameliyatlarda yararlanılan her türlü araç ve gereçleri mikropsuzlaştırmak için
kullanılan basınçlı buhar kazanı.otokontrol * Öz denetim. otokrasi * Hükümdarın, bütün siyasal kudreti elinde bulundurduğu yönetim biçimi. otokrat * Siyasal kudreti elinde bulunduran (hükümdar). otokritik * Öz eleştiri. otokton * Yerli. otolit * Bkz. işitme taşı. otoman * Bir tür ipekli kumaş.
* Sedir biçiminde kanepe.otomasyon * Endüstride, yönetimde ve bilimsel işlerde insan aracılığı olmadan işlerin otomatik olarak yapılması. otomat * Canlı bir varlığın yapabileceği bazı işleri yapan mekanik veya elektrikli araç.
* Sıcak su verecek biçimde hazırlanmış, hava gazı ocaklıcihaz.
* Yapılarda, merdivenleri aydınlatacak biçimde düzenlenmişelektrik tesisatı.otomatiğe almak (veya bağlamak) * kendi kendine yeniden düzene sokmak. otomatiğe geçmek * otomatik olarak çalışmaya başlamak. otomatik * Mekanik yollarla hareket ettirilen veya kendi kendini yöneten (alet).
* (insan için) İrade dışında yapılan (davranış).otomatik olarak * kendiliğinden. otomatik sigorta * Fazla akım geçtiğinde manyetik veya termik mekanizmalarla devreyi açan alet. otomatikleşme * Otomatikleşmek işi. otomatikleşmek * Otomatik duruma gelmek. otomatiklik * Otomatik olma durumu. otomatikman * Otomatik olarak. otomatizm * Bir cihaza, bir alete otomatik bir işleyişkazandırmak için gerekli olan düzen. otomobil * Patlamalı, içten yanmalı, elektrikli bir motor veya gaz türbiniyle hareket eden taşıt. otomobilci * Otomobil alıp satan kimse. otomobilcilik * Otomobil alıp satma işi. otomotiv * Motorlu taşıt yapımınıkonu alan endüstri kolu. otonom * Özerk, muhtar. otonomi * Özerklik, muhtariyet. otopark * Motorlu taşıtların belli bir süre için bırakıldığıyer. otoparkçı * Otoparkta çalışan görevli. otoplâsti * Eksik bir organa, kişinin başka bir yerinden parça alıp eklemek yoluyla yapılan onarım. otopsi * Ölüm sebebini belirlemek amacıyla bir cesedi açıp inceleme işi. otoray * Ray üzerinde işleyen motorlu taşıma aracı. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 22
otorite * Yetke, sulta, velâyet. otorite sağlamak (veya temin etmek) * yetki kurmak veya sahibi olmak. otoriter * Yetkeli, otoriteli. otoriterli * Otoritesi olan, otoriter. otosist * Bkz. işitme kesesi. otostop * Bir yayanın yoldan geçen bir otomobili durdurarak binmesi ve gideceği yere para vermeden gitmesi. otostop yapmak * bu biçimde yolculuk etmek. otostopçu * Otostop yapan (kimse). otostopçuluk * Otostop yapma işi. ototrof * Öz beslenen. ototrofi * Öz beslenme. otoyol * Hızlı bir trafik akımı sağlamak amacıyla yapılan, üç veya dört şeritli, çift yönlü genişyol, otoban. otsu * Ot gibi olan, gövdesi odunlaşmayan, kısa ömürlü (bitki). otsu topluluk * Gövdesi odunlaşmayan kısa ömürlü bitki topluluğu. otsul * Bkz. otsu. otsuz * Otu olmayan. otu çek köküne bak * kişinin kimliğini öğrenmek için soyunu sopunu bilmek gerekir. oturacak * Sandalye, tabure, kanepe gibi üstüne oturulan şey. oturak * Oturulacak yer veya şey.
* Tahtadan alçak iskemle.
* Bir şeyin yere gelen tarafı, taban.
* İçine abdest bozulan kap, lâzımlık.
* İçkili, çalgılıve kadınlıeğlenti.
* Bacaklarında veya başka bir yerinde, gezmesine engel olacak bir özrü olduğundan hep evde oturan (kimse),
kötürüm.
* Boru mengenesinin tezgâha oturduğu ve vidalandığı bölüm.
* Kürekli teknelerde kürekçilerin oturduğu enli tahta.oturak âlemi * Anadolu’nun bazıyörelerinde, sadece erkeklerin katıldığı, kadın oynatılan içkili toplantı. oturak kündesi * Güreşte bir elin arkadan iki bacak arasından, ötekinin de önden getirilerek kasık üzerinde kilitlenmesi
biçimindeki kündeleme.oturaklı * Sağlam, gösterişli.
* Saygıuyandıran, ağırbaşlı.
* (söz için) Yerinde ve sırasında söylenen.oturaklılık * Oturaklıdavranış, ağırbaşlılık, oturmuşluk. oturma * Oturmak işi.
* (kısa süre ile) Konukluğa gitme.oturma belgesi * Bazıülkelerde çalışan veya ticaret yapan kimselere verilen oturma izni belgesi. oturma duvarı * Su basmanı, oturmalık. oturma grevi * Bir isteği gerçekleştirmek amacıyla, işçilerin işyerlerinden ayrılmaksızın bulunduklarıyere oturarak grev
yapmaktan kaçınmaları.oturma grubu * Koltuk, kanepe, sandalye, kolçaklısandalye, sallanan koltuk vb. mobilyalardan oluşan grup. oturma izni * Belli bir bölgede resmî makamlarca verilen oturma belgesi. oturma mobilyası * Boyutlarıve şekli insan vücudunun ölçülerine uygun olan ve rahat oturmayısağlayan, oturma yüzeyi elâstik
veya elâstik olmayan malzemeden yapılan mobilya.oturma odası * Ev halkının oturması için ayrılmışoda. oturmak * Vücudun belden yukarısıdik duracak biçimde ağırlığıkaba etlere vererek bir yere yerleşmek.
* Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak.
* Uygun gelmek.
* Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek.
* Hiçbir işyapmadan boşvakit geçirmek, boşdurmak.
* (toprak veya yapı için) Çökmek, aşağı inmek.
* Biriyle beraber yaşamak.
* Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak.
* Mal olmak.
* Yer almak, geçmek.
* Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek.
* Belli bir yörüngede dönmeye başlamak.
* (sıvıtortuları için) Dibe çökmek, dipte toplanmak.
* Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak.oturmalık * Su basmanı, oturma duvarı. oturmuş * Yerleşik, yerleşmiş, güçlenmiş. oturmuşluk * Oturmuşolma durumu.
* Benimsenmiş, yerleşmişolma durumu.oturtma * Oturtmak işi.
* Halka halka kesilmişpatates, patlıcan, kabak gibi sebzelerden yapılan bir çeşit kıymalıyemek.oturtmak * Oturmak işini yaptırmak.
* Koymak; yapmak, yerleştirmek.oturtmalık * Yapının toprak üstünde kalan, 1 m kadar yükseklikte, bütün yapı boyunca devam eden, üstüne gelen
duvarlardan birkaç santim dışarıçıkıntılıana temel duvarı.oturtulma * Oturtulmak işi. oturtulmak * Oturtmak işine konu olmak. oturulma * Oturulmak işi. oturulmak * Herhangi biri tarafından oturmak işi yapılmak. oturum * Bir meclis veya kurulun çözümlenmesi gereken sorunları görüşüp tartışmak için yaptığıtoplantı, celse.
* Yasama meclislerinin birleşimlerinden her biri.oturup kalkmak * hareket etmek. oturuş * Oturmak işi veya biçimi. oturuşma * Oturuşmak işi. oturuşmak * Yatışmak, hızıazalmak. otuz * Yirmi dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren işaret: 30, XXX.
* Üç kere on, yirmi dokuzdan bir artık.otuz beşlik * İçinde sıvımaddelerden, 0,50 lt. ölçüsünde bulunan şişe.
* Küçük rakı.otuzar * Otuz sayısının üleştirme biçimi; her birine otuz; her defasında otuzu bir arada.