orman köylüsü | * Orman köyünde yaşayan ve geçimini orman ağaölarınıkesip satarak temin eden kimse. |
orman köyü | * Orman arazisinde kurulmuşköy. |
orman kuşağı | * Sıralı ormanların oluşturduğu dizi, orman dizisi. |
orman sarmaşığı | * Ak asma. |
orman sıçanı | * Ormanlık bölgede yaşayan bir sıçan türü (Mus sylvaticus). |
orman taşlamak | * bir kimsenin düşüncesini dolaylı olarak öğrenmeye çalışmak. |
orman tavuğu | * Orman tavuğugillerden kuşların, özellikle Avrupa ve Asya’da yaşayan siyah tüylü türlerinin ortak adı. |
orman tavuğugiller | * Dünyanın soğuk ve ılıman bölgelerinde yaşayan, orta veya büyük yapıda, mat veya parlak renkli, orman tavuğu, çil ve çayır tavuğunu içine alan bir familya. |
orman yeşili | * Koyu yeşil. |
ormancı | * Orman işlerine bakan kimse. * Orman mühendisi. * Kaba, görgüsüz kimse. |
ormancılık | * Orman işi ile uğraşma. * Ormanların yetiştirilmesi ve bakımınıkonu alan bilim. * Ormana değer verme anlayışı. |
ormanlaşma | * Orman durumuna gelme. |
ormanlaşmak | * Orman durumuna gelmek. |
ormanlaştırma | * Ormanlaştırmak işi. |
ormanlaştırmak | * Orman durumuna getirmek. |
ormanlık | * Ormanıçok olan, ormanla kaplıveya orman gibi olan (yer). |
ormansız | * Ormanı olmayan. |
ormansızlaşma | * Ormansızlaşmak durumu. |
ormansızlaşmak | * Ormansız kalmak, ormanı bulunmamak. |
ornatma | * Ornatmak işi, ikame etme. * Bir türün yerine onun değişik bir biçiminin geçmesi. * Molekülün geri kalan bölümünde değişikliğe yol açmadan bir atom veya bir kök yerine bir başka atom veya kökün geçmesi. * Bir cebirsel ifadenin yerine bir başkasınıkoyma işlemi. |
ornatmak | * Bir şeyin yerine başka bir şeyi koymak, ikame etmek. |
ornitolog | * Kuş bilimi uzmanı. |
ornitoloji | * Kuş bilimi. |
ornitorenk | * Bkz. gagalımemeli. |
orojeni | * Dağoluş. |
orospu | * Erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığıhizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe. * Kolay elde edilen, düşük ahlâklıkadın. |
orospu bohçası | * Derli toplu olmayan, sarsak ve düğümlü, düğümleri tavşan kulaklı, kötü düzenlenmiş bohça. * Acele yapılmış, fındık yerine az miktarda ceviz konmuş, ekmek içi iyi ezilmemiş, sarımsaklarıdişdişkalmış bir tür tarator. |
orospu böreği | * El ayası büyüklüğünde hazırlanmışhamurun içine kıyma konarak tavada aceleyle pişirilmiş börek türü. |
orospu çocuğu | * Serseri, haylaz, hinoğluhin, hilekâr, kalleş. |
orospu yemeği | * Domates, yeşil biber, soğan, maydanoz vb. sebzelerin düzensiz doğranması ile yağda acele pişirilmiş bir tür yemek. |
orospuluk | * Orospu olma durumu veya orospunun mesleği, fahişelik. * Kalleşlik. |
orostopolluk | * Kurnazca iş, dalavere, dolap. |
orsa | * Yelkenleri rüzgârın estiği yöne çevirmekte kullanılan, her iki taraftan yelkenin ortasına bağlanan ip. * Geminin rüzgâr alan yanı, rüzgâr üstü, poca veya rüzgâr altıkarşıtı. * Geminin, rüzgârın geldiği yöne döndürülmesi. |
orsa alabanda | * Gemiyi birdenbire rüzgârın üstüne çevirme. |
orsa boca | * Bkz. orsa poca. |
orsa poca | * Geminin bazen rüzgâr yönüne yaklaşarak, bazen ondan uzaklaşarak yol alması. * Bata çıka, iyi kötü. |
orsalama | * Orsalamak işi. |
orsalamak | * (gemi) Rüzgâr alan tarafa dönmek. |
orta | * İki uçtan eşit uzaklıkta olan yer veya durum. * (zaman için) Başlangıcı ile bitimi arasında eşit uzaklıkta olan süre. * Bir şeyin kenarlarından yaklaşık olarak aynıuzaklıkta olan yer. * Bir şeyin eşit olarak ayrılabileceği bölüm. * Görünür, algılanır durum. * (topluluk) İçinde, arasında. * Eğitimde zayıf ile iyi arasındaki derece. * Siyasette sorunların çözümünde aşırılıklardan kaçınan, ölçülü bir yöntem izleyen (siyasî parti). * Her iki yanda kendi türünden eşit sayıda nesneler bulunan. * İki karşıt nitelik veya durum arasında bulunan, tutarlı, ılımlı, vasat. * Bir olayın, içinde gerçekleştiği yer. * Bkz. orantı. * Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beşdereceden üçüncüsüne büyük orta, dördüncüsüne de küçük orta denir. * Futbolda oyunculardan birinin, topu, kale ağzında duran arkadaşlarına havadan yollamak için yaptığıvuruş. * Yeniçeri ocağında tabur. |
orta ağırlık | * Boksta 71 kg dan 75 kg a kadar olan boksörlerin ayrıldığıkategori. * Güreşte, güllede ve halterde 72-79 kg ağırlıktaki oyuncuların ayrıldığıkategori. |
orta boy | * Orta büyüklükte olan. |
orta boylu | * Orta yükseklikte, boyda olan. |
Orta Çağ | * BatıRoma İmparatorluğunun çöküşünden (476) başlayarak 1453 ‘e veya 1492’ye kadar süren çağ. |
orta dalga | * Dalga boyu 200 ile 600 m arasında değişen dalga. |
orta damar | * Bitki yapraklarının tam ortasında bulunan ve yan damarlara göre daha kalın olan damar. |
orta deri | * Dışderi ve iç deri arasındaki hücre katmanı, mezoderm. |
orta dikme | * Bir doğru parçasına orta noktasında dik olan doğru. |
orta direk | * Çadırda veya çeşitli yapılarda merkezî ağırlığıyüklenen ve dengeli dağılımısağlayan direk. * Toplumun memur, emekli, küçük esnaf, küçük çiftçi gibi dar ve sabit gelirli kişilerden oluşan kesimi. |
Orta Doğu | * Türkiye, Kuzey Kı brıs Türk Cumhuriyeti, Suriye, Mısır, İsrail, Lübnan, Filistin, S. Arabistan, Irak ve İran’ı içine alan ülkelere verilen ad. |
orta elçi | * Büyük elçiden önceki elçilik aşamasıve bu aşamada olan kimse. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 16
-
Türkçe Sözlük O Sayfa 17
orta hâlli * Ne zengin, ne yoksul olan. orta hece yutumu * Bazıdurumlarda orta hecede bulunan vurgusuz ünlülerin düşmesi, haploloji. orta hizmetçisi * Bir evin temizlik işlerine bakan hizmetçi. orta hizmeti * Bir evin temizlik işlerinin bütünü, orta işi. orta işi * Orta hizmeti. orta karar * Orta derecede, biraz uygun. orta karın * Göbeğin üstünde kalan karın bölgesi. orta kulak * Kulak zarı, çekiç, örs, üzengi kemiklerinin bulunduğu, dışkulakla iç kulak arasındaki bölüm. orta kulak boşluğu * Dışkulak ile iç kulak arasındaki boşluk. orta kulak iltihabı * Orta kulakta oluşan iltihaplıhastalık. orta kuşak * Toplumda genç kuşak ile yaşlıkuşak arasında yer alan yaşgrubu. orta malı * Herkesin yararlandığı.
* Yaygın, özgünlüğü olmayan, basmakalıp.
* Her isteyenle ilişkide bulunan kadın, hayat kadını, fahişe, orospu.orta masası * Değişik sayıdaki kısa ayaklar üzerine yatay olarak yerleştirilmiştablası olan genellikle oturma grubu ile
kullanılan mobilya.orta mektep * 343 ortaokul. orta nokta * Futbolda başlama vuruşunun yapıldığıyer, nokta. orta oyunculuğu * Orta oyuncusunun sanatı. orta oyuncusu * Orta oyununda oynayan (sanatçı). orta oyunu * Sahne, perde, dekor, suflör kullanmadan, halkın ortasında oynanan Türk halk tiyatrosu. orta öğrenim * İlk öğrenim ile yüksek öğrenim arasında görülen öğretim dönemi. orta öğretim * İlköğretim ile yüksek öğretim kurumlarıarasında yer alan, genel okulları, teknik ve meslek okullarını
yönetmek görev ve sorumluluğunu yüklenmiş bulunan kuruluş.
* İlköğretimden geçtikten sonra öğrenimini sürdürmek isteyen öğrencileri daha üst öğrenime veya teknik ve
meslek alanlarında hazırlamak için plânlanan öğretim dönemi.orta parmak * El parmaklarının sağdan ve soldan üçüncü olanı. orta saha * Futbol, hentbol vb. oyunlarda topun oynandığısahanın orta bölümü. orta sıklet * Bkz. orta ağırlık. Orta şark * Orta Doğu. orta şekerli * Ne az ne de çok şekeri olan.
* (durum için) Ne çok iyi ne de çok kötü, şöyle böyle.orta tedrisat * Bkz. orta öğretim. orta terim * İki öncülü içine alan terim. orta uç * Orta bölgenin en ilerisi. orta yaşlı * Ne genç ne de yaşlı olan. orta yaylak * Devamlı oturma ve normal tahıl tarımıyapılan bölge sınırının üstündeki, genellikle deniz seviyesinden
1200-1600 metre yükseklikteki yaylak.orta yol * Çözüme açık, herkes tarafından kabul edilebilir olan davranışve tutum. orta yolcu * Orta yolu seçen, orta yoldan yana olan. orta yolculuk * Orta yolcu olma durumu. orta yuvar * Yer hava yuvarında kat yuvarının üzerinde, sıcaklığın azaldığıyaklaşık olarak 60-80 km arasındaki katman,
mezosfer.orta yuvarlak * Futbol, basketbol vb. oyunların sahasında ortada bulunan ve başlama vuruşu veya atışının yapıldığı
noktanın merkez olduğu alan, santra yuvarlağı.ortaç * Sıfat-fiil, partisip: Hiç tanıdığım kalmadı. Gelen çocuk. Adı batasıadam. ortada * görünür yerde, göz önünde.
* (sporda) sonucu belli olmayan karşılaşmalar için kullanılır.ortada bırakmak * birini çok güç bir durumdayken terk etmek. ortada fol yok yumurta yok * Bkz. fol yok yumurta yok. ortada kalmak * yersiz kalmak, barınacak yer bulamamak.
* güç bir durumda veya iki şey arasında kalmak.
* (bir şeyi) kimse üzerine almamak.ortada olmak * düşünülmesi ve yapılması gerekmek. ortadan kaldırmak * saklamak.
* yok etmek.
* öldürmek.ortadan kaybolmak * saklanılmak, bulunmaz olmak.
* yok edilmek, kullanılmamak.
* öldürülmek.ortadan kaybolmak * nereye gittiği bilinmemek, kimseye sezdirmeden gitmek. ortadan sır olmak * kaybolmak, arkada iz bırakmadan gitmek. ortadan söylemek * herkesin içinde, belli bir kimseyi amaçlamadan konuşmak. ortak * Birlikte işyapan, ortaklaşa yararlarla birbirlerine bağlıkimselerden her biri, şerik, hissedar.
* Kuma.
* Birden çok kimse veya nesneyi ilgilendiren, onlara özgü olan, onların katılmasıyla oluşan, müşterek.ortak (veya kuma) gemisi yürümüş, elti gemisi yürümemiş * bir erkeğin karıları birbirleriyle anlaşabilirler, ama kardeşlerin karıları geçinemezler. ortak bölen * İki veya daha çok sayıyı bölen sayı. ortak çarpan * İki veya ikiden artık sayıyıçarpan sayı. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 18
ortak dil * Ana dilleri farklıtoplulukların arasında anlaşmayısağlayan dil. ortak etmek * bir şeyi paylaşmaya razı olmak, katılmaya onay vermek. ortak fark * Bir aritmetik dizide bir ögeyi elde etmek için ondan öncekine katılan sayı. ortak gider * Kat mülkiyetinde her dairenin aylık giderlere eşit ölçüde katılma payı. ortak hesap * Birden fazla kişi veya kuruluşun kullandığı banka hesabı. ortak kat * Birtakım tam sayıların katı olabilecek sayı. ortak mülkiyet * Malların ortak kullanımı. ortak nesne * Birleşik cümlede yer alan yüklemlere ortak olarak bağlanan nesne. ortak olmak * bir şeyi paylaşmak veya bir şeye katılmak. ortak ölçülmez sayılar * Aralarında ortak tam bölen bulunmayan sayılar. ortak özne * Birleşik cümleyi oluşturan yüklemlerle bağımlı olan özne. ortak payda * Asgarî müşterek. ortak tam bölen * İki veya ikiden artık sayının hepsini tam olarak bölebilen sayı. ortak tümleç * Birleşik cümledeki yüklemlere bağımlızarf tümleci, nesne veya dolaylıtümleç. ortak yapım * Çeşitli ülkelerde iki veya daha çok yapımcının iş birliğinden doğan film çalışması. ortak yaşama * Başka türden iki canlının dengeli ve sıkı bir iş birliği ile birbirinden yararlanarak yaşamalarıdurumu. ortak yönetim * Koalisyon. ortak yüklem * Birden çok öznenin bağlı bulunduğu yüklem. ortakçı * Başkasının tarlasında çalışarak veya sürüsüne bakarak, belli bir anlaşmaya göre ürününe ortak olan kimse,
maraba.
* Konakçının sindirilmemiş besininden yararlanan konuk.ortakçılık * Ortakçı olma durumu.
* Ortakçıyaşama durumu.ortaklaşa * Ortak olarak, el birliğiyle, müştereken, kolektif. ortaklaşacı * Ortaklaşacılık yanlısı, kolektivist. ortaklaşacılık * Üretim araçlarından kişisel sahipliği kaldırıp ortak kullanmayıve toplum içinde her türlü harekette ortak
davranışısavunan öğreti, kolektivizm.ortaklaşma * Ortaklaşmak işi. ortaklaşmak * Ortak olarak davranmak, ortak olmak. ortaklaştırma * Ortaklaştırmak işi veya durumu. ortaklaştırmak * Ortak duruma getirmek, kolektifleştirmek. ortaklık * Ortak olma durumu, iştirak, müşareket.
* İki veya daha çok kimsenin işyaparak kazanç elde etmek için birleşmeleri, şirket, kumpanya.ortaklık etmek * ortak olma durumuna gelmek. ortaklık kurmak * şirket, kumpanya açmak veya çalıştırmak. ortaklık senedi * Anonim şirketlerde veya kooperatiflerde her ortağın üyelik haklarını gösteren ada yazılısenet. ortaklık sözleşmesi * Ortak ticarî kuruluşların oluşumunda ortaklık şartlarını içeren belge. ortakyaşar * Ortak yaşama durumunda bulunan (canlı). ortakyaşarlık * Ortakyaşar olma durumu. ortalama * Ortalamak işi.
* İki veya ikiden artık nicelik toplamının, bu niceliklerin sayısına bölünmesinden çıkan (sayı), vasatî.
* Orta yerinden.
* İki karşıt düşünce arasında olan, yaklaşık.ortalamak * Ortasını bulmak, ortasına varmak.
* Topla oynanan bazı oyunlarda, oyuncu topu alanın ortasına doğru atmak.ortalamasına * Ortalayarak. ortalı * Defterde, bir araya getirilmiş belli sayıda yaprakların oluşturduğu bölümlerden olan. ortalığı… almak * kaplamak. ortalığı… götürmek * kaplamak. ortalığı birbirine katmak * kargaşa çıkarmak. ortalığıkırıp geçirmek * herkesi heyecana sürüklemek.
* çok kızarak çevresindekilere bağırıp çağırmak.ortalık * Bulunulan yer, çevre.
* İçinde bulunulan, yaşanılan ev, oda gibi yer.
* Herkes.
* Yeryüzünün görünen bölümü; çevre, etraf.ortalık ağarmak * sabah olmaya başlamak. ortalık düzelmek * toplum içindeki karışıklık yok olmak, tedirginlik kalmamak. ortalık kararmak * akşam olmak. ortalık karışmak * toplumda veya devletler arasında düzensizlik başgöstermek. ortalık yatışmak * toplum içindeki düzensizlik ve kargaşa sona erip düzenli yaşayışyeniden başlamak. ortalıkçı * Lokanta, gazino, pastahane gibi yerlerde ayak işlerine bakan kimse. ortalıkta * Göz önünde, meydanda. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 19
ortam * Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal veya maddî şartların bütünü.
* Bir kimsenin veya bir insan topluluğunun yaşayışınıetkileyen ruhsal, toplumsal ve kültürel etkilerin
bütünü.
* Nesnel ve toplumsal yönlerle bazen kişinin iç dünyasınıda kapsayan yakın çevre, vasat.ortam yaratmak * imkân sağlamak. ortanca * Yaş bakımından üç kardeşin büyüğü ile küçüğü arasında bulunan.
* Büyüklük, irilik bakımından üç nesne arasında sondan veya baştan ikinci gelen.ortanca * Taşkırangillerden, kırmızı, pembe veya mor renkli çiçeklerini yaz başında açan, gölgelik yerlerde yetiştirilen
bir süs bitkisi (Hydrangea hortensia).ortancalı * Ortancası olan. ortanın sağı * Ilımlısiyasî görüşe göre, sosyal alanla ilgili sosyal yapıyıkoruma veya olduğu gibi sürdürme eğiliminde
bulunan partilerin benimsedikleri görüş.ortanın solu * Ilımlısiyasî görüşe göre, sosyal alanla ilgili köklü değişimleri gerçekleştirmek çabasında bulunan partilerin
benimsedikleri görüş.ortaokul * Öğrencileri genel eğitim yoluyla bir yandan hayata, bir yandan da liseye hazırlayan üç yıllık orta öğretim
okulu.ortasını bulmak * ılımlıderecesini bulmak, uzlaştırmak. ortay * Bir düzlem şeklin aynıyöndeki paralel bütün kirişlerini eşit parçalara bölen (çizgi).
* Bir uzayı, bir yüzeyi eşit iki parçaya bölen (düzlem, çizgi).ortaya almak * her yanını çevirmek, kuşatmak. ortaya atılmak * ileri sürülmek, herkesin bilgisine sunulmak.
* (bir kimse) bir işi yapmak için kendini göstermek, ortaya atılmak.ortaya atmak * söylemek, ileri sürmek. ortaya bir balgam atmak * bir işkıvamında iken, biri herkesin zihnini bulandıracak bir söz söylemek. ortaya çıkarmak * delilleriyle göstermek, ispat etmek. ortaya çıkmak * yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek.
* biri kendini göstermek.ortaya dökmek * çıkarmak, göstermek.
* açıklamak.ortaya düşmek * (kadın) orta malı olmak, sokağa düşmek. ortaya koymak * herkesin görebileceği yere koymak.
* yaratmak, yapmak.ortaya sürülmek * anlatılmak, belirtilmek, söylenmek. ortaya yayılmak * herkes tarafından duyulmak, yayılmak. Ortodoks * Doğmaya ve kilise öğretisine uygun olan.
* Ortodoksluk mezhebinden olan (kimse).Ortodoksluk * Meşru kilisenin resmî kararlarına uygun öğreti ve düşüncelerin bütünü.
* Doğu Hristiyan kiliselerince sürdürülen, Yunan ve Slâvların çoğunun benimsediği mezhep.ortodonti * Dişhekimliğinin, dişleri çenelerin üzerine estetik ve görev bakımlarından düzenli bir biçimde
yerleştirmekle uğraşan kolu.ortoklâz * Dik açı biçiminde ayrıtları olan, billûrlarıparça hâlinde dilinen bir çeşit potasyum feldspat. ortopedi * Hekimliğin çocuklardaki vücut biçimsizliklerini düzelten veya önleyen bir kolu.
* Vücutta kemikler, eklemler, kaslar, kirişler, sinirler gibi hareketi sağlayan organların bozukluklarını
düzelten, tedavi eden cerrahî kolu.ortopedik * Ortopedi ile ilgili olan. ortopedist * Ortopedi uzmanı.
* Ortopedi protezleri yapan kimse.ortoz * Ortoklâz. orucunda olmak * herhangi bir şeyi yemez içmez olmak. oruç * Tanrı’ya ibadet amacıyla yeme, içme gibi birçok şeylerden belli bir süre veya biçimlerde kendini alıkoyma.
* Haz veren şeylerden sağlanan yoksunluk.oruç açmak * vakit gelince oruç bozmak, iftar etmek. oruç bozmak * bir şey yiyerek, içerek orucunu kesmek veya sona erdirmek. oruç tutmak * oruç ibadetini yerine getirmek. oruç yemek * oruç tutmamak. oruçlu * Oruç tutan (kimse), niyetli. oruçsuz * Oruç tutmayan (kimse). orun * Özel yer.
* Makam, mansıp, mesnet, mevki.orunlama * Bir konunun yerine onunla benzerlikleri olan bir başka konuyu anlatma. orya * Karo. oryantal * Doğu ile ilgili, doğuyu hatırlatan. oryantalist * Doğu bilimci, şarkiyatçı, müsteşrik. oryantalizm * Doğu bilimi. Os * Osmiyum’un kısaltması. Osmanî * Osmanlılarla ilgili. Osmanlı * XIII. yüzyılda Osman Gazi tarafından Anadolu’da kurulan ve birinci Dünya Savaşından sonra dağılan
büyük Türk İmparatorluğunun uyruklarına verilen ad.
* Düşündüğünü çekinmeden, açıkça söyleyen, bulunduğu toplulukta yetki sahibi olan.OsmanlıTürkçesi * XIII-XX. yüzyıllar arasında Anadolu’da ve OsmanlıDevleti’nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmışolan,
Arapça ve Farsçanın ağır baskısıaltında kalan Türk diline verilen ad.Osmanlıca * Bkz. OsmanlıTürkçesi. Osmanlıcacılık * Osmanlıcadan yana olan kimsenin tutumu. Osmanlıcılık * Osmanlılık düşüncesini benimseyen ve yayan düşünce akımı. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 20
Osmanlılık * Osmanlı olma durumu. osmiyum * Mavi renkte, 2700° C de eriyen, plâtin filizlerinde bulunan çok kırılgan bir element. Kısaltması os. osmiyumlu * Bileşiminde osmiyum içeren (madde). osteololi * Kemik bilimi. osurgan * Çok yellenen. osurgan böceği * Kendisini, çıkardığıpis bir koku ile savunan bir böcek (Brachynus crepitans). osurma * Osurmak işi. osurmak * Yellenmek. osuruğu cinli * Çabuk ve olmayacak şeylere bile kızıp öfkelenen kimse. osuruk * Yellenme. oşinografi * Okyanus ve denizlerin fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri üzerine deneysel araştırmalar yapan bilim
kolu, ana deniz bilimi.ot * Toprak üstündeki bölümleri odunlaşmayıp yumuşak kalan, ilkbaharda bitip, bir iki mevsim sonra kuruyan
küçük bitkilere verilen ortak ad.
* Ağı, zehir.
* İlâç.
* Otla yapılmışveya otla doldurulmuş.
* Esrar.ot tutunmak * vücuttaki istemneyen kıllarıdüşürmek için ilâç sürünmek. ot yiyenler * Bitki yiyerek beslenenler. ot yoldurmak * çok zor bir işgördürmek, çok uğraştırmak. otacı * Hekim. otacılık * Hekimlik. otağ * Büyük ve süslü çadır. otak * Bkz. otağ. otakçı * Otağyapan veya satan kimse.
* Orduda otağkuran er.otalama * Otalamak işi. otalamak * Zehirlemek, ağılamak.
* Otamak.otama * Otamak işi, tedavi. otamak * İlâç vererek hastalığı iyi etmeye çalışmak, tedavi etmek. otantik * Gerçek olan, gerçeğe veya aslına dayanan, orijinal, mevsuk. otarma * Otarmak işi veya durumu. otarmak * Otlatmak. otarsi * Bir ülkede ekonomik alandaki ihtiyaçlarıkendi kendine karşılamaya yönelen tutum. otarşi * Bkz. otokrasi. otçu * Köylerde hekimlik yapan kimse. otçul * Otla beslenen (hayvan). otel * Yolcu ve turistlere geceleme imkânı sağlamak, bunun yanında yemek, eğlence gibi türlü hizmetleri sunmak
amacıyla kurulmuşişletme.otelci * Otel sahibi kimse.
* Otel işleten kimse.otelcilik * Otel sahibi olma durumu.
* Otel işletme işi.otist * İçine kapanık, psikolojik sorunları olan kimse. otizm * İçe yöneliklik. otlak * Hayvan otlatılan yer, salmalık, yayla, mera. otlakçı * Para ve emek harcamadan başkalarının sırtından geçinen (kimse). otlakçılık * Başkalarının sırtından geçinme durumu. otlakiye * Osmanlıdöneminde, devlet malı otlaklarda yayılan hayvanlardan alınan vergi. otlama * Otlamak işi. otlamak * (hayvan) Dolaşarak yerdeki ot, çimen, yaprak vb.ni yemek, meşgul olmak, bulunmak.
* Para ve emek harcamadan başkalarının sırtından geçinmek.otlanma * Otlanmak işi. otlanmak * (hayvan) Otlamak.
* (otlak) Hayvanlar tarafından yenilmek.otlatılma * Otlatılmak işi. otlatılmak * Otlamaya bırakılmak. otlatma * Otlatmak işi. otlatma sistemi * Bir meradan beklenen maksimum yararı, özellikle vejetasyona devamlı bir zarar vermeden elde etmek ve
bununla birlikte meranın her tarafının aynıderecede otlatılmasını sağlamak için uygulanan bir otlatma plânı.otlatmak * Hayvanıveya sürüyü otlayabileceği bir yere götürmek, otlamaya bırakmak, otlamasını sağlamak. otlu * Otu olan. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 11
on parasız * Hiç parası olmaksızın, parasız. on paraya on taklak atar * küçük çıkar sağlamak için her türlü onur kırıcı işe katlanır. on parmağı boğazında olmak * isteği yapılmazsa sıkıntıya düşme, düşürme anlamında kullanılan bir söz. on parmağında on hüner (veya marifet) * elinden her işgelir, çok becerikli. on parmağında on kara * herkesi lekelemek huyu olanlar için kullanılır. ona * O zamirinin yönelme durumu. ona buna dil uzatmak * herkes için ileri geri konuşmak. ona göre hava hoş * onun için fark etmez, tutulacak yolu başkalarıdüşünsün. onama * Onamak işi, uygun bulma, tasvip. onamak * Bir işi doğru ve uygun bulmak, tasvip etmek. onanizm * Mastürbasyon, istimna. onanma * Onanmak işi. onanmak * Onamak işine konu olmak. onar * On sayının üleştirme sayısıfatı, her birine on; her defasında onu bir arada. onar onar * Her biri on tane, her biri on taneden oluşmuşolan. onarıcı * Onarmak işini yapan kimse.
* Hasar görmüşhücreleri canlıduruma getiren madde.onarılma * Onarılmak işi. onarılmak * Onarmak işine konu olmak, onarmak işi yapılmak. onarım * Onarmak işi, tamirat, tamir.
* Bir yapının, bir heykelin, bir resmin bozulmuşyerlerini yeniden yapma, ilk durumuna getirme, restore
etme.onarım görmek * onarılmak. onarımcı * Onarma işini yapan kimse, tamirci. onarımcılık * Bozulmuşolan nesneleri onarıp yararlı bir duruma getirme, tamircilik. onarma * Onarmak işi. onarmak * Bozulmuş, eskimişolan bir şeyi düzeltip işler veya kullanılır duruma sokmak, işe yarar duruma getirmek,
tamir etmek.
* Bir yapının, bir heykelin, bir resmin bozulmuşyerlerini yeniden yapmak, ilk duruma getirmek, restore
etmek.
* İşlenen bir kusuru veya yapılan bir yanlışlığı giderecek veya önleyecek davranışlarda bulunmak.onartma * Onartmak işi veya durumu. onartmak * Onarmak işini birine yaptırmak, tamir ettirmek. onaşmak * Karşılıklırıza göstermek, razı olmak. onat * Özenli, düzgün, uygun.
* Yararlı.
* Dürüst, iyi ahlâklı.onay * Uygun bulma, tasdik. onay almak * onaylanmasını sağlamak, kabul veya tasdik ettirmek. onayına sunmak * tasdike arz edilmek. onaylama * Onaylamak işi, tasdik. onaylamak * Yapılan bir işi doğru ve yerinde bularak kabul etmek, tasdik etmek. onaylanış * Onaylanmak işi veya biçimi. onaylanma * Onaylanmak işi. onaylanmak * Onaylamak işi yapılmak veya onaylamak işine konu olmak, tasdik edilmek. onaylatma * Onaylatmak işi. onaylatmak * Onaylamak işini birine yaptırmak, tasdik ettirmek. onaylı * Onaylanmışolan, tasdik edilmiş. onaysız * Onaylanmamış, tasdik edilmemiş. onbaşı * Erbaşsıralamasının ilk basamağı. onbaşılık * Onbaşı olma durumu, onbaşının rütbesi. onbeş * On beşoyuncudan oluşan rugby takımı.
* Teniste yapılan ilk sayı.onbir * On bir oyuncudan oluşan futbol takımı. onbirli * Dizeleri on bir heceli şiir.
* Bentleri on bir dizeden oluşan manzume.
* On bir dereceyle ayrılan iki noktanın aralığı.onca * Ona göre, onun düşüncesince.
* (çok olan şeyler için) O kadar, o denli.onculayın * Ona göre, onun gibi. onda * O zamirinin kalma durumu. ondalık * Onda bir olarak alınan veya verilen ücret.
* Toprak ürünlerinden onda bir oranında alınan vergi, öşür, aşar.
* Temel olarak on sayısınıalan, aşarî.ondalık kesir * Paydası10 veya 10’un herhangi bir kuvveti olan kesir: 0,3 (onda üç), 0,15 (yüzde on beş), 0,007 (binde
yedi) gibi. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 12
ondalık sayı * Payda olarak 10 veya 10’un herhangi bir kuvvetini alan kesirli sayı. ondalıkçı * Onda bir pay alarak çalışan kimse. ondan * O zamirinin çıkma durumu.
* O sebeple.ondurma * Ondurmak işi. ondurmak * Onmasını sağlamak, iyiye döndürmek. ondurmaz * Öldürücü, kötüleştirici. ondülâtör * Telgraf yazısı. ondüle * Dalgalı, kıvrımlı, kıvrılmış. ondüleli * Ondülesi olan. ondülesiz * Ondülesi olmayan. onejit * Hidratlıdoğal oksit. ongen * On açısı, on kenarı olan çokgen. ongun * Çok verimli, bol, eksiksiz.
* Yarar duruma gelmiş, bayındır.
* Mutlu.
* Kutlu, uğurlu.ongun * İlkel toplumlarda topluluğun kendisinden türediği sanılarak kutsal sayılan hayvan, ağaç, rüzgâr gibi
herhangi bir doğal nesne veya olay, totem.
* Arma.ongun besi suyu * Yapraklarda yeni maddelerle zenginleştikten sonra bitkiyi beslemek için her yana inen besi suyu. ongunculuk * Bir onguna duyulan inanca dayanan toplumsal kuruluşve din uygulama biçimi, totemizm. ongunluk * Ongun olma durumu, mutluluk, bolluk, bereket, feyiz, saadet. onikiparmak bağırsağı * Mideden sonra gelen ince bağırsak bölümü. oniks * Balgam taşı. onkoloji * Urları inceleyen tıp dalı. onlar * O zamirinin çoğulu. onlar * Ondalık sayısistemine göre yazılan bir tam sayıda sağdan sola doğru ikinci basamağa verilen ad. onlarca * Çokluk ifade etmek için kullanılır. onlu * On parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden on tane bulunan.
* On işaretli iskambil kâğıdı.onluk * On birimden, on parçadan oluşan.
* On üzerinden tam not alan.
* On para, on kuruş, on lira veya on bin lira değerinde para.onluk bozma * onluğu, on tane birliğe çevirme. onma * Onmak işi veya durumu. onmadık * Talihi yaver gitmeyen, başı belâdan kurtulmayan.
* Bereketsiz.onmak * Daha iyi bir duruma girmek, salâh bulmak.
* Eksiği kalmayıp gönül ferahlığına ermek, mutlu olmak, mesut olmak.
* Hastalıktan, dertten kurtulmak, şifa bulmak, felah bulmak, iflâh olmak.onmaz * İyileşme ihtimali bulunmayan. onomastik * Özel adlar ve özellikle kişi adları bilimi. onomatope * Bkz. yansıma. ons * Fransa’da 30,59 gr, İngiltere’de 28,349 gr ağırlığında bir ağırlık birimi. onsuz * O olmaksızın. ontik * Varlıksal. ontojenez * Birey oluş. ontoloji * Varlık bilimi. ontolojik * Varlık bilimi ile ilgili, varlık bilimine ait. ontolojizm * Tanrı bilgisinin insan için doğal olduğunu ileri süren kuram. onu * O zamirinin belirtme durumu. onulma * Onulmak işi. onulmak * Onmak işine konu olmak. onulmaz * İyileşmez, şifa bulmaz. onum * Kötü bir durumdan kurtulma. onun * O zamirinin tamlayan durumu. onun için * bundan dolayı, bundan ötürü. onuncu * On sayısının sıra sıfatı, sırada dokuzuncudan sonra gelen.
* Onuncu sırayıalan şey veya kimse.onur * İnsanın kendine karşıduyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis.
* Başkalarının gösterdiği saygının dayandığıkişisel değer, gurur, şeref.onur belgesi * Şeref belgesi. onur kurulu * Bir kuruluşveya derneğin üyeleri arasında çıkan onur davalarını gören veya bu kuruluşveya derneğin
ilkelerine aykırıdavranan üyelerin bu davranışlarını inceleyip karara bağlayan kurul, haysiyet divanı. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 13
onur üyesi * Bir kuruluşveya derneğe kişiliği ile onur katacağıdüşünülerek seçilen kimse. onurlandırma * Onurlandırmak işi. onurlandırmak * Kendisine saygıduyulan bir kimse, bir yere gelerek oradakileri mutlu etmek, onur kazandırmak, onurunu
artırmak, şereflendirmek, şeref vermek.onurlanma * Onurlanmak işi, şereflenme, teşerrüf. onurlanmak * Onur duymak, şereflenmek, teşerrüf etmek. onurlu * Onuru olan veya onurunu üstün tutan, şerefli, gururlu. onursal * Saygı için verilen veya övünç için kabul edilen (başkanlık, üyelik, profesörlük gibi unvan), fahrî. onursal başkan * Bir kuruluşa onur vermek için sorumsuz ve yetkisiz olarak başkan seçilen kimse. onursuz * Onuru olmayan veya onura aykırıdavranışlarda bulunan, şerefsiz, haysiyetsiz. onursuzluk * Onursuz olma durumu, şerefsizlik. onuruna … vermek * birine saygı göstermek için yemek, toplantı gibi bir ağırlamada bulunmak. onuruna dokunmak * (birinin) gururunu, haysiyetini incitmek. onuruna yedirememek * bir kimse, kendine duyduğu saygıyla bağdaşmayan ve onur kırıcı olay veya davranışlar karşısında tepkide
bulunmak, kendine yedirememek.oosfer * Bitkilerde erkek gamet tarafından döllenerek yumurtayı oluşturan dişi gamet. oosit * Büyüme evresini tamamlamış, fakat henüz döllenebilecek duruma gelmemişdişi gamet. op * Bkz. opus. opal * Silis grubundan değerli bir mineral; silisin hidratlıve jelâtinli bütün türlerini kapsar.
* İnce, düzgün dokunmuşpamuklu kumaş.opalin * Opali andıran camdan yapılmışvazo, kupa vb.ne verilen ad. opalleşme * Saydam bir camın, özündeki kristallerin çökmesiyle opal renge girmesi. oparlör * Bkz. Hoparlör. opera * Sözlerinin bütünü veya çoğu şarkılı olarak söylenen müzikli tiyatro eseri.
* Bu eseri uygulayan sanatçıtopluluğu.
* Böyle eserlerin oynandığıyapı.operacı * Opera sanatçısı. operakomik * Konuşmalıve şarkılı bölümlerin bir arada bulunduğu oyun. operasyon * Ameliyat.
* Elde edilecek sonuç için alınan önlem ve yürütülen işlemlerin bütünü.operatör * Ameliyat yapan, uzmanlığı ameliyat yapmak olan hekim, cerrah.
* Bazıteknik aletleri işletenlere verilen ad.
* Bilgisayarıçalıştırıp gerekli uygulamayıyapan kimse, işletmen.
* Basılacak metinleri dizgi makinesinde dizen kimse.operatörleşme * Operatörleşmek işi. operatörleşmek * Operatör olmak, operatör gibi davranmak. operatörlük * Operatör olma durumu. operatris * Operatör. operet * Eğlenceli, hafif konulu, içinde bestesiz konuşmalar bulunan sahne eseri.
* Operet oynayan oyunculardan oluşan kuruluş.operetçi * Operet metni yazan, besteleyen veya operette rol alan sanatçı. oportünist * Duruma göre davranan, içinde bulunduğu şartlarıdeğerlendirmeyi bilen (kimse). oportünizm * Güç durumlarda, davranışlarınıahlâk kurallarıveya düzenli bir düşünceden çok, çıkarlarına uyacak biçimde
ayarlamayıamaçlayan tutum.opsiyon * (bankacılıkta) Borç senetlerinin, bankalara ödenmesi için vade tarihinden başlayarak tanınan iki gün.
* (ticarette) Bir alışverişin karara bağlanması için genellikle satıcının alıcıya tanıdığısüre.
* Belli bir tarih için, vapur, uçak, vb. nde önceden ödeme yapmadan, şarta bağlıyer ayırtma.optik * Görme ile ilgili olan.
* Fizik biliminin ışık olaylarını inceleyen kolu.optik kaydırma * Alıcının değişir odaklımerceğinin yakından uzağa veya uzaktan yakına doğru odaklanmasıyla elde edilen
sonuç, zum.optikçi * Gözlükçü. optimal * En elverişli durum, optimum. optimetri * Görmeyi inceleyen optik veya fizik dalı. optimist * Yaradılışı gereği her şeyin iyi yanını görme eğiliminde olan, iyimser, nikbin pesimist karşıtı.
* Tek yelkenli, tek kişilik yarış.optimizm * Her şeyi en iyi yanından gören, her durumda iyi bir çıkışyolu uman dünya görüşü, iyimserlik, nikbinlik. optimum * (sıcaklık, nem veya tutumda) En elverişli durum.
* En elverişli, en iyi olan, optimal.opus * Bestecinin, bestelenişsırasına göre numaralanmışmüzik eseri. Kısaltması op. or * Ordu kelimesinin kısaltması. ora * O yer. oracık * Hemen o yer, bulunduğu yer. oracıkta * Hemen o yerde, olduğu yerde. orada * Sözü edilen yerde, bulunduğu yerde. orada burada * her yerde. oradan * Sözü edilen yerden. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 14
oradan buradan * belli bir sıra gözetmeksizin, karışık olarak. orak * Ekin biçmekte kullanılan, yarım çember biçiminde yassı, ensiz ve keskin metal bir bıçakla, buna bağlı bir
saptan oluşan ekin biçme aracı.
* Ekin biçme zamanı.orak ayı * Temmuz. orak böceği * Ağustos böceği. orakçı * Orakla ekin biçen kimse. orakçılık * Orakçının işi. oraklaşma * Oraklaşmak işi veya durumu. oraklaşmak * Orak biçimini almak. oralarda olmamak * işi sezmemişgibi davranmak, anlamamazlıktan gelmek. oralı * O yerden olan. oralı olmamak (veya oralı bile olmamak) * önemsememek, umursamamak, aldırmamak, ilgilenmemek. oralılık * Oralı olma durumu. oramiral * Deniz kuvvetlerinde, kara kuvvetlerindeki orgeneralin dengi olan en yüksek rütbeli amiral. oramirallik * Oramiral rütbesi.
* Oramiral makamıve görevi.oran * Büyüklük, nicelik, derece bakımından iki şey arasında veya parça ile bütün arasında bulunan bağıntı, nispet.
* İki şeyin birbirini tutması, karşılıklıuygunluk, tenasüp.
* Akıl yoluyla gerçeğe yakın olduğuna inanılarak verilen yargı, tahmin.
* İki büyüklük, iki nicelik arasındaki bağıntı.oran dışı * İki tam sayının bölümü olmayan (sayı). oranca * Oran bakımından, orana göre. orangutan * Sumatra ve Borneo’da yaşayan, insana benzeyen, yemişle beslenen bir cins maymun (Pongo pygmaeus). oranla * Herhangi bir şeye göre, herhangi bir şeyle kıyaslayarak, nispeten. oranlama * Oranlamak işi, tahmin, kıyas. oranlamak * Ölçmek, hesaplamak, hesap etmek.
* Akıl yoluyla gerçeğe yakın olduğuna inanılarak hüküm vermek, tahmin etmek.
* Karşılaştırmak, kıyaslamak.
* Eşit tutmak.oranlı * Kendinde oran bulunan, nispetli, mütenasip, mütevazin. oransız * Kendinde oran bulunmayan, nispetsiz. oransızlık * Oransız olma durumu, nispetsizlik. orantı * Bir şeyi oluşturan parçaların kendi aralarında ve parçalarla bütün arasında bulunan uygunluk, oran,
tenasüp.
* Birincinin ikinciye oranı, üçüncünün dördüncüye oranına eşit olan dört terim arasındaki bağıntı.orantılama * Orantılamak işi veya durumu. orantılamak * Orantılı olarak düşünmek veya değerlendirmek. orantılanma * Orantılanmak işi veya durumu. orantılanmak * Orantılı olarak düşünülmek. orantılı * Bir orantıyla ilgili olan, aralarında orantı bulunan, mütenasip.
* Bir niceliğin iki, üç, … kez çoğalmasıveya azalması başka bir niceliğin o nispette çoğalmasınıveya
azalmasını gerekli kılarsa “bu iki nicelik birbiriyle orantılıdır” denir.orası * O yer, ora.
* O yönü.orasısenin, burası benim dolaşmak (veya gezmek) * durmadan gezip dolaşmak. orasına burasına * dağınık olarak, gelişigüzel. oratoryo * Solo sesler, koro ve orkestra için yazılmış, oyun ögesi bulunmayan, kutsal nitelikte müzik eseri. oraya * O yere, o yöne. orcik * Şeker ile kaplanmış ceviz içi. ordinaryüs * Türk üniversitelerinde 1960 öncesinde, en az beşyıl profesörlük yapmış, bilimsel çalışmalarıyla kendini
tanıtmışöğretim üyeleri arasından seçilerek bir kürsünün yönetimiyle görevlendirilen kimselere verilen unvan.ordinat * Bir noktanın uzaydaki yerini belirtmeye yarayan çizgilerden biri; en çoğu apsise dikey olarak çizilir. 343
koordinat.ordino * Bir poliçenin arkasına ciro edildiği kişiye ödenmesi için yazılan havale emri.
* Tüccarın malını gümrükten çekebilmesi için vapur kumpanyasından yük konşimentosuna karşılık verilen
havale.
* Denizcilik işletmelerinde gemi adamlarını gemilere atama belgesi.ordonat * Silâhlıkuvvetlerin savaşgereçlerini, araçlarınıve bunlara benzer her türlü ihtiyaçlarını sağlamakla görevli
sınıf (ordu donatım işleri sözünün kısaltması).ordövr * Yemekten önce sofraya getirilen soğuk yiyecekler, çerez, meze. ordövr arabası * Ordövlerin servisinde kullanılan küçük el arabası. ordövr tabağı * İçine genellikle soğuk mezelerin konduğu özel olarak hazırlanmıştabak. ordu * Bir devletin silâhlıkuvvetlerinin tümü.
* Bu topluluğun başlıca bölümlerinden her biri.
* Amaç, nitelik vb. yönlerden benzeyen insanların bütünü.
* Çok sayıda insan, kalabalık.ordu donatım * Ordonat. ordu evi * Kara, deniz ve hava subay ve astsubaylarının buluştukları, sosyal ihtiyaçlarınıkarşılayabilecek biçimde
yapılmışlokal veya yapı.ordu komutanı * Bir orduya komuta eden ve genellikle orgeneral rütbesinde olan asker. ordu merkezi * Ordu karargâhının bulunduğu yer. ordubozan * Mızıkçı, dönek, oyunbozan.
* Fesat çıkaran, fesatçı.
* Bacaklardaki varis hastalığı.ordubozanlık * Ordubozan olma durumu, fesatçılık, mızıkçılık. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 15
orducu * Savaşalanına gitmek için yola çıkan Osmanlı ordusunun her türlü ihtiyaçlarını sağlamak için birlikte giden
zanaatçılar ve esnafa topluca verilen ad.ordugâh * Ordunun konakladığıyer. ordusuz * Ordusu olmayan. orfoz * Hanigillerden, Ege ve Akdeniz’de bulunan, eti beyaz ve lezzetli, 10 kg dan 50 kg a kadar ağırlığı olan bir
balık türü (Epinepheles gigas).org * Klâvyeli büyük ve küçük borulardan yapılmış, körüklerden elde edilen havanın bu borulardan geçmesiyle
değişik ses tonlarıverebilen, genellikle kilise çalgısı, erganun.organ * Canlı bir vücudun, belirli bir görev yapan ve sınırlarıkesin olarak belirlenmiş bölümü, üye, uzuv.
* Bir görevi, bir işi yerine getirmekle yükümlü kuruluş.organ aktarımı * Bkz. organ nakli. organ nakli * İşlevini yitirmiş bir organın yerine sağlam bir organıkoyma, organ aktarımı, transplântasyon. organik * Organlarla ilgili, uzvî.
* Bir görevi yerine getirmekle yükümlü kuruluşla ilgili olan.
* Canlı, güçlü (ilişki).organik kimya * Karbon birleşiklerinin incelenmesini konu alan kimya bölümü. organik kütle * Birleşimindeki ögelerin büyük ve belirgin bölümü canlıvarlıklardan oluşan kayaç. organikçi * Organik kimya uzmanı. organizasyon * Düzenlemek işi, düzenleme, tertip.
* Devlet, idare, toplum vb.nin düzenleniş biçimi.
* Düzenli bir grup üyelerinin bütünü.
* Kuruluş, kurum, teşkilât.organizatör * Düzenleyici. organize * Düzenlenmiş, düzenli. organize etmek * düzenlemek. organize sanayi * Birbirini bütünleyen, değişik sanayi kollarının ve kuruluşlarının oluşturduğu işalanı. organize suç * Çeşitli kişi ve örgütlerce plânlanıp işlenen suç. organizma * Canlı bir varlığı oluşturan organların bütünü, uzviyet.
* Herhangi bir canlıvarlık.organlaşma * Organlaşmak işi. organlaşmak * (canlılar için) Organlar oluşmak. organlık * Organ olma durumu. organoleptik * Cisimlerin duyu organlarınıetkileme yeteneği. organtin * Seyrek dokunmuş, ince, sert bir kumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.organze * İpek veya keten iplikle dokunmuş, tülbent inceliğinde bir çeşit kolalıkumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.orgazm * Cinsel uyarım ve zevkin en yüksek noktası. orgcu * Org çalan sanatçı. orgeneral * Asıl görevi ordu komutanlığı olan rütbesi en yüksek general. orgenerallik * Orgeneralin rütbesi.
* Orgeneralin makamıve görevi.orijin * Soy sop.
* Köken, başlangıç, kaynak.orijinal * Özgün.
* Alışagelenden daha değişik, şaşırtıcınitelikte olan.
* Fabrikasınca yapılmışolan, taklit olmayan (araç ve gereç).
* Otantik.orijinalite * Özgünlük.
* Alışılagelenden değişik, şaşırtıcınitelikte olma durumu.orijinallik * Orijinal olma durumu, özgünlük. orkestra * Yaylıve üflemeli çalgılar topluluğu.
* Eski Yunan tiyatrolarında, sahne ve seyirciler arasındaki çember biçiminde koro yeri.
* Bazıtiyatroların birinci katında sahne veya perdeye en yakın koltuklara verilen ad.orkestracı * Orkestrada görevli kimse. orkestralama * Bir çalgıtopluluğu için yazılmışparçanın notalarını, çalgıların tınıfarklarını göz önünde tutarak, bu
topluluğu oluşturan çalgılar arasında paylaştırma sanatı.orkestralı * Orkestrası olan. orkestrasız * Orkestrası olmayan. orkide * Salepgillerden, çiçeklerinin güzelliği dolayısıyla camlıklarda yetiştirilen birtakım bitki türlerinin ortak adı. orkinos * Uskumrugillerden, boyu 2,5 m kadar olabilen, eti yenir bir balık, ton (Thunnus). orkit * Er bezlerinin iltihaplanıp şişmesi. orlon * Yapay dokuma ipliği.
* Bu iplikle dokunmuşkumaş.orman * Ağaçlarla örtülü genişalan; bu ağaçların bütünü. orman çayırı * Orman içerisindeki açıklıklarda veya orman ağaçlarının altında yetişen tabiî çayır. orman evi * Orman koruma memurunun evi. orman gibi * (saç, kaşvb. için) gür, çok. orman gülü * Avrupa, Asya dağlarında yetişen açelyaya benzer bitki. orman işletmesi * Ormanla ilgili işleri yürüten kamu kurumu. orman kebabı * Tas kebabına benzer bir çeşit et yemeği. orman kibarı * Ayı.
* Kaba, görgüsüz, bayağı(adam). -
Türkçe Sözlük O Sayfa 10
oluşum * Oluşmak işi, teşekkül, teşkil.
* (katman, kütle, gök cismi vb. için) Biçimlenme süreci.oluşumcu * Oluşumculuk yanlısı olan kimse. oluşumculuk * İnsanın ruh dünyasında oluşan ve gelişen bir durumun yaşla geliştiğini ileri süren görüş. om * Kemiklerin toparlak ucu. om * Elektrik direnç birimi, ohm. oma * Kalça kemiği.
* Bel kemiği.omaca * Kesilmişağaç kökü, bağkütüğü.
* İri kemik.ombra * Doğrama işlerini kahverengine boyamakta kullanılan toprak boya. omça * Kalça kemiğinin bir bölümü.
* Bağkütüğü.omfazit * Piroksen grubundan, yeşil renkli doğal silikat. omlet * Çırpılmışyumurta, peynir, kıyma, mantar vb. katılarak tavada pişirilen bir yemek, kaygana. ommatidyum * Görme hücresi. omnibüs * Dolmuşyapan büyük at arabası.
* Yolcu taşıyan büyük motorlu taşıt.omnivor * Hem et hem ot ile beslenen canlı. omur * Omurgayı oluşturan kemiklerden her biri, fıkra. omurga * Birbiriyle eklemlenince kafatasından kuyruk sokumuna kadar uzanan bir kemik eksen oluşturan omurların
bütünü, bel kemiği.
* Gemi kaburgasının aşağıtaraftan bağlı bulunduğu boy ekseni doğrultusunda boydan boya geçen ana yapı
ögesi.
* Bir şeyin varlığı ile ilgili en önemli bölümü, temel, bel kemiği, esas.omurgalılar * Memelileri, kuşları, amfibyumları, sürüngenleri, yuvarlak ağızlılarıve balıkları içine alan hayvan bölümü
(Vertebrata).omurgasızlar * Omurgasız çok hücreli hayvanlar (Protostomia). omurilik * Omurga içinde bulunan kanal boyunca uzanan, boz madde ve ak maddeden oluşan sinir dokusu, murdar
ilik.omuz * Boynun iki yanında, kolların gövdeye bağlandığı bölüm. omuz başı * Kol ile omzun birleştiği yer.
* Yanı başı, üstten aşağı.omuz eklemi * Kol kemiğinin başınıkürek kemiğinin yuva çukuruyla birleştiren eklem. omuz kaldırmak * bilmez gibi davranmak. omuz omza * Çok sıkışık bir durumda, yan yana; dayanışarak.
* Dayanışarak, birlikte.omuz öpüşmek * eşit derecede olmak. omuz silkmek * aldırmamak, önem vermemek. omuz vermek * omzuyla dayanmak.
* destek olmak.omuzda taşımak * çok saygı göstermek, yüceltmek, övmek. omuzdaş * (daha çok, iyi olmayan işlerde) Arkadaş, hempa. omuzdaşlık * Arkadaşlık, dayanışma, tesanüt. omuzlama * Omzuna alma, omzuna vurma.
* Destek olma.omuzlamak * Omzuna almak.
* Omzuyla dayayıp itmek.
* Destek almak.
* (bir işveya görevi) Yüklenmek, sorumluluk almak.
* Alıp götürmek, sırtlayıp kaçırmak, aşırmak.omuzlanma * Omuzlanmak işi veya durumu. omuzlanmak * Omuzlamak işine konu olmak. omuzlarıçökmek * bitkin, perişan ve yıkılmış bir durumda olmak. omuzlu * Omzu olan. omuzluk * Rütbeyi göstermek amacıyla omuzlara takılan işaret, apolet.
* Gemilerde başve kıç bölümlerinin her bir yanı.
* Omza alınıp iki ucuna yük asılan kısa sırık, çiğindirik.omzuna binmek * yük olmak, ağırlık vermek. on * Dokuzdan bir artık.
* Dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam: 10, X.on (defa veya kere) * pek çok. on (veya beş) para etmez * değersiz. on altılık * Birlik notanın on altıda biri uzunluğunda nota. on ayaklılar * Çeşitli istakoz, yengeç ve karides türlerini içine alan eklem bacaklıkabuklular takımı. on binlerce * Sayısal olarak çokluk ifade eder. on binlik * On bin liralık bütün kâğıt veya madenî para. on bir aylık * Bkz. çuha çiçeği. on iki telli * Tambura cinsinden, on iki telli bir halk çalgısı. on para on aslanın ağzında * para kazanmak çok güçleşti. on paralık * Değeri çok az veya değersiz, hiç. on paralık etmek * birine hakarette bulunmak, birini kötü duruma düşürmek. -
Türkçe Sözlük O Sayfa 5
okramak * (acıkmış, susamışolan at için) Yiyecek veya su gördüğü zaman kişnemek. oksalat * Billûrları idrarda bulunabilen ve idrar yolunda taşyapan kalsiyum oksalatın kısa biçimi. oksalik * Kuzu kulağı gibi birçok bitkilerde rastlanan, özellikle temizleme maddesi olarak kullanılan, “keskin, zehirli
asit” anlamına gelen oksalik asit teriminde geçer, (HOCO-COOH), kuzu kulağıasidi.oksalik asit * Oksalik. oksidiyon taşı * Oltu taşı. oksijen * Hidrojenle birleşerek suyu oluşturan, atom numarası8, atom ağırlığı16, rengi, kokusu ve tadı olmayan,
havada beşte bir oranında bulunan bir gaz, müvellidülhumuza. Kısaltması o.oksijen çadırı * Hava geçirmeyen bir dokumadan veya plâstikten yapılan, birini normak bir havadan ayırıp saf oksijen veya
karbojen etkisi altına koymaya yarayan alet.oksijenleme * Oksijenlenmek durumu veya biçimi.
* Oksijenlemek işi.oksijenlemek * Bir maddenin birleşimine oksijen katmak.
* Saçların rengini sulandırılmışoksijenli su ile sarartmak.oksijenlenebilir * Oksijenle birleşebilen madde. oksijenlenmek * Oksijen ile birleşmek.
* Özünde oksijen bulunmak.oksijenli * Birleşiminde oksijen bulunan.
* (saç için) Oksijenli su ile sarartılmış.oksijenli su * Hidrojen peroksidin (H2O2) sulu çözeltisi. oksilit * Suyla birleştiğinde oksijen açığa çıkaran, birleşiminde nikel ve bakır tozları bulunan sodyum ve potasyum
peroksit.oksit * Oksijenin bir element veya kökle birleşmesiyle oluşan madde. oksitleme * Oksitlemek işi, yükseltgeme. oksitlemek * Oksit durumuna getirmek, oksijenle birleştirmek, yükseltgemek. oksitlenme * Oksitlenmek işi, yükseltgenme. oksitlenmek * Oksit durumuna girmek, oksijenle birleşmek, yükseltgenmek. oksiyür * Bkz. sivrikuyruk. okşama * Okşamak işi. okşamak * Sevgi veya şefkat belirtisi olarak elini bir şeyin üzerinde yavaşyavaşgezdirmek veya ona hafifçe vurmak.
* Hafifçe dövmek.
* Benzemek, andırmak, hatırlatmak.
* Bir kimseyi hoşnut etmek.okşamalık * Gönül okşayıcıözelliği olan. okşanma * Okşanmak işi. okşanmak * Okşamak işine konu olmak. okşantı * Okşama. okşatma * Okşatmak işi veya durumu. okşatmak * Okşamak işini yaptırmak. okşayıcı * (söz, davranışvb. için) Hoşa giden, gönül alan. okşayış * Okşamak işi veya biçimi. oktan * Parafinler serisinden, birçok izomerli doymuşhidrokarbür (C8H18). oktant * Yıldızların yüksekliğini ve açıuzaklığını gözlemeye yarayan alet. oktav * Sekiz sesten oluşan ses dizisi; bir do sesiyle ondan sonraki do sesi arasındaki uzaklık. oktrua * Şehre giren şeylerden alınan vergi. okul * Okuyup yazmadan başlayarak en yüksek düzeyde bilim ve sanat bilgisi vermeye kadar, çeşitli derecede
toplu olarak öğretimin yapıldığıyer, mektep.
* Bir okuldaki öğrenci ve görevlilerin bütünü.
* Bir bilim veya sanat kolunda ayrınitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, ekol.okul çocuğu * Öğrenci. okul kaçağı * Derslere girmeyip, okul dışında vakit geçiren. okul kooperatifi * Okulda öğrencilerin kalem, defter, kitap, yiyecek vb. ihtiyaçlarınıkarşılayan kuruluşve satışyeri. okul öncesi * Çocuğun okul çağına girmesinden önceki çağı.
* Bu çağla ilgili, bu çağa özgü.okul sonrası * Okul çağından sonra gelen çağ.
* Bu çağla ilgili, bu çağa özgü.okuldan ayrılmak * öğrenime son vermek. okuldaş * Okul arkadaşı. okullaşma * Okullaşmak durumu. okullaşmak * Okul durumuna gelmek. okullu * Bir okula devam eden kimse, öğrenci. okulu asmak (veya kırmak) * okuldan kaçmak, derslere girmemek. okuma * Okumak işi, kıraat. okuma kitabı * Okuma becerisini kazandırmak amacıyla içinde değişik metinlerin bulunduğu kitap. okuma saati * Zamanın belli bir bölümünü okumaya ayırma anı, okuma vakti. okuma yazma * Okuma ve yazma bilgisi.