nasıl | * (bir kimse, bir olay veya bir konu için) Ne gibi, ne türlü. * Bir işin ne biçimde, hangi yolla olduğunu belirtmek için kullanılır. * Bir hareketin yapılış biçimine duyulan şaşkınlığı belirtir. * “Yapmama imkânıvar mı?” anlamında. * Ne kadar çok. * Elbette, kesinlikle. * Ben sana dememişmiydim, gördün mü?. * İşin zorunlu olduğunu belirtir. * Ne dediniz? veya “iyi mi, beğendiniz mi?” anlamlarında. |
nasıl ki | * iki cümle arasındaki anlam ilişkisini “olduğu gibi” anlamında bağlar. |
nasıl olmuşsa | * her nasılsa. |
nasıl olsa | * her durumda, er geç. |
nasılsa | * Herhangi bir sebeple veya bilinmeyen bir sebeple. * Kuşkusuz, er geç, elbette. |
nasılsınız | * bir kimsenin sağlığınıve durumunu öğrenmek içir sorulan nezaket sorusu. |
nasıp | * Atama. |
nasır | * En çok el ve ayağın sürekli sürtünmelere uğrayan noktalarında üst derinin kalınlaşmasıve sertleşmesiyle oluşmuşderi. |
nasır bağlamak (veya tutmak) | * nasırlanmak. * duygusuzlaşmak, duyarlığınıyitirmek. |
nasırına basmak | * menfaatlerine dokunmak. |
nasırlanma | * Nasırlaşma. |
nasırlanmak | * Nasırlaşmak. |
nasırlaşma | * Nasırlaşmak işi. |
nasırlaşmak | * Nasır oluşmak. * Duyarlığınıyitirmek. |
nasırlı | * Nasırı olan, nasır bağlamış, nasırlaşmış. |
nasırsız | * Nasırı olmayan. |
nasibini almak | * güzel, hoşa giden bir şeyden kısa bir süre de olsa yararlanmak, sebeplenmek. * nasiplenmek. |
nasihat | * Öğüt. |
nasihat etmek (vermek veya nasihatte bulunmak) | * öğüt vermek. |
nasihat yollu | * Öğüde benzer bir biçimde. |
nasihatçi | * Öğüt veren kimse, öğütçü. |
nasihatçilik | * Nasihatçinin işi. |
nasihatname | * Dinî konularda öğüt veren eser. |
nasip | * Birinin payına düşen şey. * Bir kimsenin elde edebildiği, sahip olabildiği şey. * Kısmet, talih, baht. * Günlük kazanç. |
nasip almak | * (Bektaşilikte) tarikata girme töreni yapılmak. * yararlanmak, kısmetine düşeni elde etmek. |
nasip etmek (veya etmemek) | * fırsat vermek. * eriştirmek. |
nasip olmak | * fırsat düşmek, elvermek. * (mutluluk veren ve güzel şeyler için) erişmek, ulaşmak, kavuşmak. |
nasiplenme | * Nasiplenmek işi. |
nasiplenmek | * Nasibini almak, sebeplenmek. |
nasir | * Nesir yazan, nesir ustası. |
Nasranî | * Hristiyan, İsevî. |
Nasranîlik | * Hristiyanlık, İsevîlik. |
Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi | * her yanıaçık olduğu hâlde yalnız bir girişi bulunan veya kilitli olan yerler için söylenir. |
nasyonal sosyalizm | * Hitler ve Nasyonal Sosyalist Partisinin öğretisi, Hitlercilik. |
nasyonalist | * Ulusçuluk yanlısı. |
nasyonalizm | * Ulusçuluk. |
naşi | * Ötürü, dolayı. |
naşir | * Yayan, saçan. * (gazete, dergi, kitap) Yayımlayan, çıkaran, yayımcı, tâbi, editör. |
natamam | * Eksik, tamamlanmamış, bitmemiş. |
natıka | * Düşünüp söyleme yeteneği. * Düzgün ve iyi konuşma yeteneği. |
natıkalı | * Düzgün ve iyi konuşan. |
natıkasız | * Natıkası olmayan. |
natır | * Kadınlar hamamında hizmet eden ve müşterileri yıkayan kadın. |
natır nalını | * Kadın hamamında en yüksek ökçeli nalın türü. |
natırlık | * Natır olma durumu veya natırın işi. |
nativizm | * Doğuştancılık. |
nato | * Söz dinlemez, söz anlamaz, taşgibi kafa” anlamındaki nato kafa, nato mermer deyiminde geçer. |
natron | * Hidratlıdoğal sodyum karbonat. |
natuk | * Düzgün, güzel ve kolaylıkla söz söyleyen. |
natura | * İnsanın yaradılışözelliği. |
Kategoriler