Kategori: N

  • Türkçe Sözlük N Sayfa 26

    nüve * Bir şeyin özü, çekirdek.
    nüzul * İnme, felç.
    nüzul inmek (veya gelmek) * felç geçirmek, felce uğramak.
    nüzullü * İnmeli, felçli.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 24

    Nuh nebiden kalma * çok eski, modasıçoktan geçmişolan.
    nuhuset * Uğursuzluk, kademsizlik, şeamet, kötü, berbat.
    nukut * Paralar.
    numara * Bir şeyin bir dizi içindeki yerini gösteren sayı, rakam.
    * Ölçü, derece.
    * Benzer şeyleri ayırt etmek için her birinin üzerine işaret olarak yazılan sayı.
    * Öğrenciye verilen not.
    * Bir telefonun açılmasınısağlayan sayılar.
    * Eğlendirici oyunlardan her biri.
    * Hile, düzen.
    * Okullarda öğrencileri birbirinden ayırt etmek için her birine verilen sayı.
    numara yapmak * bir hareketi yalandan yapmak veya yapar gibi görünmek.
    numaracı * Davranışlarıyapmacıklı olan (kimse).
    numaracılık * Numaracının işi.
    numaralama * Numaralamak işi.
    numaralamak * Bir veya daha fazla sıra numarasıyla göstermek, numara koymak.
    numaralandırma * Numaralandırmak işi.
    numaralandırmak * Numara vermek, numaralamak işini yaptırmak.
    numaralanış * Numaralanmak işi veya biçimi.
    numaralanma * Numaralanmak işi.
    numaralanmak * Numaralamak işine konu olmak.
    numaralayış * Numaralamak işi veya biçimi.
    numaralı * Numarası olan.
    * Belli bir numarası olan.
    numarasınıvermek * bir kimse için kötü bir kanıya varmak.
    numarasız * Numara verilerek belirtilmemiş.
    * (gözlük veya gözlük camı için) Gözün görme gücünü artırma özelliği bulunmayan.
    numen * Nesnenin kendisi, görüngü karşıtı; Kant’ın modern felsefesinde, insanlar duyularla bağlı olduğundan
    nesnenin görünüşünü, olayları bilebilir, nesnenin özünü bilemezler, onu yalnız düşünebilirler.
    numune * Örnek.
    numunelik * Örneklik.
    nur * Aydınlık, ışık, parıltı.
    * İlahî bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık.
    nur gibi * parlak, pırıl pırıl.
    nur içinde yatsın * sevgiyle anılan ölüler için söylenir.
    nur inmek * kutsal bir yere gökten ilâhî ışık yağmak.
    nur ol! * beğenme, alkışsözü.
    nur topu gibi * sağlıklı, çok güzel ve temiz (çocuk).
    nur yüzlü * Saygıuyandıran, pak yüzlü ihtiyarlardan söz ederken kullanılır.
    nuranî * Işıklı.
    * Saygıuyandıran, nurlu.
    nurlandırma * Nurlandırmak işi veya biçimi.
    nurlandırmak * Nur gibi yapmak, parlak ve tertemiz bir duruma getirmek.
    nurlanış * Nurlanmak işi veya biçimi.
    nurlanma * Nurlanmak işi.
    nurlanmak * Işık içinde kalmak.
    * Temiz, parlak bir duruma gelmek.
    nurlu * Aydınlık, ışıklı, parlak.
    * Saygıuyandıran, temiz, nuranî.
    nursuz * Saygıuyandırmayan, sevimsiz.
    nursuz pirsiz * Sevimsiz, bakımsız.
    nuruaynım * Gözümün nuru.
    nuruçeşmim * Gözümün nuru.
    nurudidem * Nur yüzlüm.
    Nusayrî * Hatay ili ve çevrelerinde yaşayan bir Türk topluluğuna eskiden verilen ad.
    nutku tutulmak * korkudan, şaşkınlıktan ve öfkeden konuşamaz olmak.
    nutuk * Söz, konuşma.
    * Söylev.
    nutuk atmak (veya çekmek) * bir kimsenin uzun, sıkıcı bir konuşma yaptığınıveya özden yoksun bir söylev verdiğini belirtmek için
    kullanılan küçümseyici bir söz.
    nutuk vermek * bir konuda özel olarak hazırlanıp konuşmak.
    * Çıplak.
    nüans * Ayırtı, çalar, fark.
    nübüvvet * Nebilik, savacılık, peygamberlik.
    nüfus * Kişi.
    * Bir ülkede, bir bölgede, bir evde belirli bir anda yaşayanların oluşturduğu toplam sayı.
    * Ortak bir özellik gösteren kimselerin bütünü.
    nüfus bilimci * Nüfus bilimiyle uğraşan kimse, demograf.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 25

    nüfus bilimi * İnsan nüfusunu yapı, gelişme ve dağılım açısından inceleyen bilim, demografi.
    nüfus bilimsel * Nüfus bilimiyle ilgili, demografik.
    nüfus coğrafyası * Yeryüzündeki nüfus yoğunluğunun dağılışını inceleyen ve bunu türlü yönleriyle açıklayan coğrafya kolu.
    nüfus cüzdanı * Bir ülkenin vatandaşlarına devletçe verilen, kimlikleriyle kişisel durumlarını gösteren resmî belge, kafa
    kağıdı, nüfus tezkeresi.
    nüfus kâğıdı * Nüfus cüzdanı.
    nüfus kalemi * Nüfus memurluğu.
    nüfus kaydı * Nüfusa yazılma.
    nüfus kesafeti * Nüfus yoğunluğu.
    nüfus kütüğü * Nüfusa kayıtlı olunan defter.
    nüfus memurluğu * Nüfus kayıtlarının yapıldığıve nüfus işlerinin düzenlendiği resmî daire.
    nüfus patlaması * Günümüz toplumlarında hayat şartlarındaki türlü iyileşmeler sonucu ölüm oranlarının düşmesi, doğum
    oranlarının ise değişmemesi sonucu nüfusun büyük hızla çoğalması.
    nüfus plânlaması * Ailelere, sahip olmak istedikleri ve yetiştirebilecekleri çocuk sayısıkonusunda karar verebilme ve bunu
    gerçekleştirecek yöntemleri uygulayabilme imkânlarının verilmesi.
    nüfus sayımı * Ülkenin nüfus sayısınıtespit etmek için yapılan sayım.
    nüfus tezkeresi * Nüfus kâğıdı, nüfus cüzdanı.
    nüfus yoğunluğu * Nüfus ile bu nüfusun üzerinde yaşadığıtoprakların yüzölçümü arasındaki oran.
    nüfusçu * Nüfus memuru.
    nüfusunu çıkarmak * nüfus kütüğüne kayıt yaptırarak nüfus cüzdanıalmak.
    nüfuz * (içine) Geçme.
    * Söz geçirme, güçlü olma, erk.
    nüfuz etmek * bir şeyin içine işlemek, geçmek.
    * inceliğine varmak, anlamak.
    * etkili olmak.
    nüfuz ticareti * Bir kimsenin bulunduğu makamın gücüne dayanarak bazı işlere karışıp kendine çıkar sağlaması.
    nüfuzkâr * Etkileyici, güçlü.
    nüfuzlu * Sözü geçer, istediğini yaptıran, erkli.
    * Yüksek makam, üst kademe.
    nüfuzsuz * Nüfuzu olmayan.
    nüfuzu altında tutmak * söz geçirme gücünü üstün kılmak, egemenliği altında bulundurmak.
    nühüft * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam.
    nükleer * Atom çekirdeği ile ilgili, çekirdeksel.
    nükleer enerji * Atom çekirdeğinin parçalanmasından doğan enerji.
    nükleer reaktör * Uranyum, plutonyum gibi atom çekirdeklerinin parçalanmasından yararlanılarak enerji elde edilen kaynak.
    nükleer santral * Nükleer reaktör yardımıyla elde edilen enerjiyi dağıtan merkez.
    nükleer silâh * Nükleer enerji ile yıkım gücü sağlayan silâh.
    nükleon * Atom çekirdeğini oluşturan proton ve nötronun ortak adı.
    nükleoprotein * Proteinlerin nükleik asitlerle kurduğu moleküler birlik.
    nüksetme * Nüksetmek işi.
    nüksetmek * (hastalık veya başka bir durum) Geri dönmek, yeniden başlamak, depreşmek.
    nükte * İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalısöz, espri.
    * Yazıda, resimde, sözde ve davranışta ince, derin anlam, espri.
    nükte yapmak * nükteli söz söylemek.
    nükteci * İnce, güzel nükteler yapan (kimse).
    nüktecilik * Nükteci olma durumu.
    nüktedan * Nükteci.
    nüktedanlık * Nüktecilik.
    nükteli * Nükte ile süslenmiş, nüktesi olan, esprili.
    nüktesiz * Nüktesi olmayan.
    nükul * Vazgeçme.
    nükul etmek * caymak, vazgeçmek.
    nümayiş * Gösteri.
    * Gösteriş.
    nümayişçi * Bir gösteride yer alan kimse, gösterici.
    * Gösterişçi.
    nümayişkâr * Gösteri ile, gösterişile ilgisi olan.
    nüsha * Birbirinin tıpkısı olan yazılışeylerin her biri.
    * (gazete, dergi vb. için) Sayı.
    * Benzer, aynı, kopya.
    nütasyon * Bkz. üğrüm.
    nüvaziş * Bkz. nevaziş.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 22

    Nogay * Altın Ordu devleti baş buğlarından biri olan Nogay’ın yönetimindeki Kıpçaklara verilen ad.
    * Bugün Kuzey Kafkasya’da yaşayan bir Türk boyunun adı.
    Nogayca * Nogay dili.
    nohudî * Kirli veya donuk sarı(renk).
    nohut * Baklagillerden, birleşik telek yapraklı, çiçekleri sarımtırak renkte, meyvesi baklamsı, bol nişastalı bir bitki
    (Cicer arietinum).
    * Bu bitkinin yuvarlak tanesi.
    nohut oda, bakla sofa * bir evin küçüklüğünü ve darlığınıanlatmak için söylenir.
    nohutlu * (genellikle yiyecekler için) İçine nohut katılmış.
    nohutsuz * Nohudu olmayan.
    nokra * Büveleğin sebep olduğu, daha çok davar ve sığırlarda, seyrek olarak insanlarda rastlanan, ortasıdelik
    şişkinliklerle tanınan hastalık.
    noksan * Eksik, eksiklik, kusur.
    noksan bulmak * beğenmemek, uygun bulmamak.
    noksanlık * Noksan olma durumu, eksiklik.
    noksansız * Eksiksiz (bir biçimde).
    nokta * Çok küçük boyutlarda işaret, benek.
    * Hiçbir boyutu olmayan işaret.
    * Bazıharflerin üzerine konulan ufak işaret.
    * Cümlenin bittiğini anlatmak için sonuna konulan küçük benek biçimindeki işaret, durak.
    * Yer.
    * Konu, konu ile ilgili önemli bölüm.
    * Tek nöbetçi bulunan yer.
    * Sınır, derece, radde.
    * Nöbetçi, gözcü, bekçi.
    nokta memuru * Kavşaklarda durup trafik akışını düzenleyen görevli.
    nokta nokta * Hafif hafif, belli belirsiz.
    noktacı * Noktacılıkla ilgili, noktacılığıuygulayan (kimse).
    noktacılık * (resimde) Tonların bölünmesini yan yana renkli noktalarla göstererek, ışığın titreşimini daha iyi yansıtmak
    isteyen sanat anlayışı.
    noktainazar * Görüş, görüşaçısı.
    noktainazardan * herhangi bir bakımdan.
    noktalama * Noktalamak işi.
    * Bir filmin çekim, sahne, ayrım, bölüm gibi çeşitli parçalarını birbirinden ayırmakta kullanılan işlemlerin
    bütünü.
    noktalama işareti * Noktalama işaretleri.
    noktalama işaretleri * Cümle veya yan cümledeki türlü ögeleri birbirinden ayırmaya yarayan, nokta, virgül, noktalıvirgül, iki
    nokta, üç nokta, soru işareti, ünlem işareti, parantez vb. işaretleri.
    noktalamak * Nokta koymak.
    * Yazıda noktalama işaretlerini yerli yerine koymak.
    * Sona erdirmek.
    noktalanma * Noktalanmak işi.
    noktalanmak * Noktalamak işi yapılmak.
    noktalayış * Noktalamak işi veya biçimi.
    noktalı * Nokta konmuşolan, üstünde noktalar olan.
    noktalıdelik * Trakeit hücreleri ile öz ışınların kesişme noktalarında bulunan ve yatay yönde besin suyu iletimini sağlayan
    geçişyolu.
    noktalıvirgül * Bağımsız fakat mantıkî açıdan birbirini bütünleyen cümleleri bağlayan noktalama işareti (;).
    noktasınoktasına * Eksiksiz, tastamam, tamamen.
    noktasız * Noktası olmayan.
    nom * Eski Mısır’da şehir devletlerine verilen isim.
    nominal * Ad belirtilerek yapılan.
    nominal değer * Hisse senedi, tahvil vb. için üzerinde belirtilmişdeğer.
    nominalizm * Adcılık, isimcilik.
    nominatif * Yalın durum.
    nomografi * Sayısal hesaplar yerine, başka çizgilerle kesim noktalarıçözümleri veren, uygun biçimde çizilmişçizgi veya
    grafiklerden yararlanmaya dayanan yöntem.
    nonfigüratif * İnsanı, hayvan ve tabiat ögelerini işlemeyen sanat, betisiz sanat.
    nonoş * Sevgi sözü olarak söylenir.
    * Homoseksüel erkek.
    non-stop * 343 duraksız.
    norm * Kural olarak benimsenmiş, yerleşmişilke veya kanuna uygun durum, düzgü.
    normal * Kurala uyan, alışılagelene uyan, düzgüye uygun, düzgülü.
    * Bu durumda olan şey.
    * Bir eğrinin bir teğetine değme noktasından çizilen dikme.
    normalaltı * Bir eğriye ilişkin normalin, bir doğruyu kestiği nokta ile normalin ayağıarasındaki parçanın o doğru
    üzerindeki iz düşümü.
    normalleşme * Normalleşmek işi.
    normalleşmek * Normal duruma gelmek, normal olmak.
    normalleştirme * Normalleştirmek işi.
    normalleştirmek * Normal duruma getirmek.
    normallik * Normal olma durumu.
    normalüstü * Olağan dışı.
    normatif * Bir kural değerini, gücünü taşıyan, norma ilişkin, düzgüsel.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 23

    norton eleği * Zımpara taneciklerinin büyüklüklerini saptamak ve birbirlerinden ayırmak işinde kullanılan elekler grubu.
    Norveççe * Norveç dili.
    Norveçli * Norveç halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    nostalji * Yurt özlemi, yurtsama, daüssıla.
    * Geçmiş bir zamana duyulan aşırı bir özlem.
    nostaljik * Yurt özlemiyle ilgili.
    nosyon * Bir şey üzerindeki gerekli bilgi, kavram.
    not * Bir şeyi hatırlamak için yazılan kısa yazı.
    * Okullarda her öğrencinin bilgisi üzerine edinilen kanıyı gösteren sayıveya derece, numara.
    * Bir şeyin niteliği üzerine edinilen kanı.
    not almak * bir şeyi başlıca noktalarınıözetleyerek yazmak; biri konuşurken onun söylediklerini yazmak.
    * (öğrenci için) iyi veya kötü numara, derece almak.
    * bir şeyin niteliğiyle ilgili bir karar verilmek.
    not atmak * öğretmen, öğrencinin çalışma durumunu not vererek değerlendirmek.
    not düşmek * not yazmak.
    not etmek * not olarak yazmak, kaydetmek.
    not kırmak * verilen notu düşürmek azaltmak veya az not vermek.
    not tutmak * biri söz söylerken başkası onun söylediklerini yazmak.
    not vermek * bir şeyin değeri üzerinde olumlu veya olumsuz bir kanıya varmak.
    * öğrencinin bilgisini bir sayıveya derece ile belirlemek.
    nota * Bir müzik sesini belirtmeye yarayan işaret.
    * Bir devletin başka bir devlete veya elçisine yaptığı bildiri.
    notalama * Notalamak işi.
    * Seslerin ve icranın işaretleri olarak belirlenen şekiller bütünü.
    notalamak * Bir eseri notaya almak.
    notam * Havacılar ve pilotlar için yayımlanan bülten.
    noter * Çeşitli belge ve işlemlere geçerlik kazandırmak, yasanın öngördüğü diğer görevleri yerine getirmekle
    yükümlü, belli nitelikleri ve kendine özgü bir hukuk statüsü olan kamu görevlisi.
    * Noterin çalıştığıyer.
    noterlik * Noterin görevi veya makamı.
    * Noter.
    notunu (veya numarasını) vermek * bir kimse için kötü bir kanıya varmak.
    nova * Parlaklığı birdenbire artan, değişen yıldız.
    nöbet * Sıra, keşik.
    * Sıra ile yapılan görev, keşik.
    * Hastalık sebebiyle titreme, yüksek ateş.
    * Vakit vakit ortaya çıkan aynıtürden fizyolojik bozuklukların bütünü.
    * Kez, defa.
    nöbet beklemek (veya tutmak) * (asker, polis vb.) bir yeri, bir kimseyi, bir aracı gözetlemek, korumak gibi amaçlarla bulunduğu yerden belli
    bir süre ayrılmamak.
    * sıra ile bekleme.
    nöbet çalmak * belli zamanlarda mızıka çalmak.
    nöbet şekeri * Halk arasında ilâç olarak kullanılan billûrlaşmışşeker.
    nöbetçi * Nöbet bekleyen, nöbet sırasıkendisinde olan (kimse).
    nöbetçilik * Nöbetçi olma durumu.
    nöbetleşe * Nöbet sırasıyla, nöbetle, münavebe ile.
    nöbetleşme * Nöbetleşmek işi.
    nöbetleşmek * Sıra ile nöbet görevini yapmak.
    nörolog * Sinir hastalıklarıuzmanı.
    nöroloji * Sinir sistemini inceleyen ve tedavisi ile uğraşan tıp dalı, sinir bilimi, nevroloji.
    * Hastahanelerde sinir hastalıklarıyla ilgili bölüm.
    nöron * Asıl hücre ile protoplazma uzantılarından ve bir silindir eksenden oluşmuşsinir hücresi.
    nörotik * Sinir sisteminde rahatsızlığı olan kimse.
    * Sinir sistemi üzerinde etki yapan.
    nörotik karakter * Toplumun koyduğu değer yargılarına karşıters davranışlarda bulunan kimsenin sahip olduğıözellik.
    nörotik kişilik * Nöratik karakter.
    nötr * Tarafsız, yansız.
    * Kimyada turnusol gibi bir ayraç karşısında ne asit ne alkali tepkisi göstermeyen, yansız.
    * Fizikte elektriğe karşıhiçbir tepkisi olmayan, yansız.
    * Turnusal gibi bir ayraç karşısında asit veya alkali tepkisi göstermeyen, yansız.
    nötrleme * Nötrlemek işi.
    nötrlemek * Asit veya alkali tepkisi gösteren bir eriyiği alkali veya asit katarak nötr duruma getirmek.
    nötrleşme * Nötrleşmek işi.
    nötrleşmek * Nötr duruma gelmek.
    nötrleştirme * Nötrleştirmek işi veya durumu.
    nötrleştirmek * Nötr duruma gelmesini sağlamak.
    nötrlük * Nötr bir cismin veya ortamın durumu, niteliği.
    nötron * Yaklaşık olarak proton ağırlığında ve elektrik yüklü olmayan bir atom cisimciği.
    -ntı/ -nti, -ntu / -ntü * Fiilden isim türeten ek: ak-ı-ntı, sil-i-nti, kur-u-ntü, gör-ü-ntü vb.
    Nuh * Adem, Şit ve İdris’ ten sonra gelen dördüncü peygamber.
    Nuh der, peygamber demez * inanç ve düşüncelerini kolay kolay değiştirmez.
    Nuh nebiden kalma * çok eski, çoktan modası geçmiş, köhnemiş.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 21

    nitrat * Nitrik asit tuzu.
    nitratin * Doğal sodyum nitrat.
    nitratlaşma * Organik maddelerin nitrat durumuna dönüşmesi.
    nitratlı * Temel maddesi nitrat olan.
    * Nitrat emdirilmiş.
    nitrik asit * Organik maddeler üzerinde yakıcıve sarartıcı bir etki gösteren, birleşiminde bir azot, üç oksijen ve bir
    hidrojen bulunan yoğunluğu 1,52 olan 86° C’de kaynayan, sanayide kullanılan asit (HNO3), kezzap.
    nitrik oksit * Nitrojen veya amonyağın oksitlenmesiyle elde edilen, renksiz zehirli gaz (NO).
    nitrogliserin * Nitrik asit içine gliserin konularak elde edilen, uçuk sarırenkte, yağkıvamında, güçlü patlayıcıözelliği olan
    madde.
    nitrojen * Azotun başka bir adı.
    nitroselüloz * Kâğıt yapımında kullanılan, pamuk veya odun hamuru biçimindeki selüloz üzerine nitrik ve sülfürik asit
    karışımının etkimesiyle elde edilen selülozun nitrat esteri.
    niyabet * Naiplik.
    niyaz * Yalvarma, yakarma.
    niyaz etmek (veya eylemek) * yalvarmak.
    niye * Bir olayın amacınıveya sebebini sormak için kullanılır.
    niyet * Bir şeyi yapmayıönceden isteyip düşünme, maksat.
    * Fal gibi kullanılmak amacıyla içine mani yazılıp katlanmışveya şekerlere sarılmışkâğıt parçası.
    * Namaz kılmaya, oruç tutmaya ve abdest almaya karar verip başlangıç duası okuma.
    niyet çekmek * niyetçiden niyet almak.
    niyet etmek * bir şeyi yapmayızihinde tasarlamak, düşünmek, niyetlenmek.
    niyet tutmak * fala bakılırken olması istenilen şeyi aklından geçirmek.
    niyetçi * Alıştırılmışgüvercin, saka kuşu, tavşan gibi hayvanlara para karşılığında niyet çektiren kimse.
    niyetçilik * Niyetçinin işi.
    niyeti bozuk * Kötü bir davranışta bulunması beklenen.
    niyetleniş * Niyetlenmek işi veya biçimi.
    niyetlenme * Niyetlenmek işi.
    niyetlenmek * Niyet etmek, tasarlamak.
    * Oruç tutmaya karar vermek.
    niyetli * Niyeti olan, niyet eden.
    * Oruçlu.
    niyetsiz * Niyeti olmayan, niyet etmeyen.
    * Oruç tutmayan.
    niyobyum * Atom sayısı41, atom ağırlığı92,91, yoğunluğu 8,57 olan, oksijen, kükürt ve klor gibi maddelerle birleşikler
    veren bir element, kolombiyum. KısaltmasıNb.
    niza * Çekişme, bozuşma, kavga.
    nizam * Düzen.
    * Kural.
    nizamî * İstenilen düzende olan, düzene uygun olan, kurallara uygun olan.
    * Kanunlarla ilgili olan.
    nizamiye * Kara ordusu.
    nizamiye kapısı * Kışla ve garnizonlarda girişkapısı.
    nizamiye karakolu * Nizamiye kapısındaki karakol.
    nizamlı * Düzenli, tertipli.
    * Tüzüğe uygun.
    nizamname * Tüzük.
    nizamsız * Düzensiz, tertipsiz.
    * Tüzüğe aykırı.
    nizamsızlık * Nizamsız olma durumu, düzensizlik, tertipsizlik.
    * Tüzüğe aykırılık.
    No * Nobelyum’un kısaltması.
    nobelyum * Atom numarası102 olan radyoaktif element. KısaltmasıNo.
    nobran * Davranışıkaba, sert ve gönül kırıcı olan, nadan.
    nobranca * Kaba, sert, kırıcı(bir biçimde).
    nobranlık * Nobran olma durumu veya nobranca davranış.
    noda * Bkz. loda.
    nodul * Üvendirenin ucuna çakılmışsivri demir çivi.
    nodullama * Nodullamak işi.
    nodullamak * Hayvanıüvendire ile dürtmek.
    * (işiçin) Dürtmek, uyarmak, hatırlatmak.
    nodullanma * Nodullanmak işi.
    nodullanmak * Nodullamak işine konu olmak.
    Noel * Hristiyanların, İsa’nın doğum gününü kutladıklarıyortu.
    Noel ağacı * Noel yortusunda Hristiyanların mumlarla ve oyuncaklarla süsledikleri küçük çam ağacı.
    * Gemilerde çeşitli anlamlar taşıyan ışıklı işaretlerin topluca sıralandığıdirek.
    Noel baba * Hristiyan çocuklarına Noel gecesi gelip kendilerine armağan bıraktığı anlatılan ak sakallımasal ve efsane
    kahramanı.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 15

    nesir * Dilin söz dizimi kurallarına uygun olarak kullanılan anlatım biçimi, manzum olmayan söz ve yazı, düz yazı.
    neskafe * Hazır kahve.
    nesli tükenmek * bitmek, tamamen yok olmak, ortadan kalkmak.
    nesne * Belli bir ağırlığıve hacmi, rengi, maddesi olan her türlü cansız varlık, şey, obje.
    * Öznenin dışında kalan her konu, obje.
    * Geçişli fiili bütünleyen yalın veya belirtme durumunda bulunan tümleç.
    nesne öbeği * Nesneyle ilgili olarak kullanılan kelimelerin bütünü.
    nesnel * Nesne ile ilgili, nesneye ilişkin, öznel karşıtı.
    * Gerçeğe varmak amacıyla, taraf tutmadan inceleme yapan, hüküm veren, afakî, objektif.
    * Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan, objektif.
    nesnelci * Nesnelcilikle ilgili olan.
    * Nesnelcilik yanlısı olan kimse, objektivist.
    nesnelcilik * Öznel olmayan, yani herkes için geçer, öznenin değil nesnenin gerçekliğine dayanan bilgileri arayan akıl
    yolu, objektivizm.
    nesnelleşme * Nesnel duruma gelme.
    nesnelleşmek * Nesnel duruma gelmek.
    nesnellik * Nesnel olma veya nesnelerin gerçeğine dayanma durumu.
    nesnesel * Nesneye ilişkin.
    nesnesiz * Nesnesi olmayan.
    * Belli bir nesneye dayanmayan ruhsal durum.
    Nesturî * Nastur adlıSüryanî rahiplerinden birinin ortaya koyduğu mezhepten olan (kimse).
    neşe * Üzüntüsü olmamaktan doğan, dışa vuran sevinç, şetaret.
    * Hafif sarhoşluk, çakırkeyf olma.
    neşelendirme * Neşelendirmek işi.
    neşelendirmek * Neşeli duruma getirmek, şenlendirmek, keyiflendirmek.
    neşeleniş * Neşelenmek işi veya biçimi.
    neşelenme * Neşelenmek işi.
    neşelenmek * Neşeli duruma gelmek, şenlenmek, keyiflenmek.
    neşeli * Sevinçli, keyifli, şen.
    neşesi kaçmak * sevinci azalmak, kederlenmek.
    neşesi yerinde * neşeli.
    neşesini bulmak * neşeli bir duruma gelmek, neşelenmek.
    neşesiz * Üzgün, düşünceli, keyifsiz.
    neşesizlik * Neşesiz olma durumu, üzgünlük.
    neşet * Çıkma, ileri gelme.
    neşet etmek * kaynağını bir yerden almak, doğmak.
    neşetli * Çıkışlı.
    neşide * Bir toplulukta okunmaya değer şiir.
    * Atasözü gibi kullanılan beyit veya dize.
    neşir * Yayma, dağıtma, saçma.
    * Yayım.
    neşredilme * Yayımlanma.
    neşredilmek * Yayımlanmak.
    neşren * Yayım yoluyla.
    neşretme * Neşretmek işi.
    neşretmek * Yaymak, dağıtmak, saçmak.
    * Yayımlamak.
    neşriyat * Yayın.
    neşrolunma * Neşrolunmak işi veya durumu.
    neşrolunmak * Yayımlanmak.
    neşter * Kan almak, aşıyapmak veya küçük apseleri açmak için kullanılan ufak bıçak.
    neşter vurmak * kesin bir sonuca ulaşmak amacıyla bir sorunu ele almak.
    neşterleme * Neşterlemek işi.
    neşterlemek * Neşterle kesmek.
    * Üzüntü verecek bir durumu veya sorunu hatırlatmak, deşmek.
    neşveli * Neşeli.
    neşvünema * Gelişme, yetişme.
    neşvünema bulmak * gelişmek.
    net * Bütün çizgileri belirgin olan, gözün bütün ayrıntılarıyla algıladığı iyi görünen (şey).
    * İyi duyulan (ses).
    * Kesintilerden sonra geri kalan (miktar), safi.
    * Açık seçik olan, anlaşılmaz yanı bulunmayan.
    net resim * Genellikle 1/10 ölçeğinde çizilen ve işin; önden, yandan üstten görünüşünü veren teknik resim.
    net ücret * Brüt ücretten gelir vergisi, sigorta primi vb. kesildikten sonra ele geçen ücret.
    netameli * Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin olmayan.
    * Başına sık sık kaza gelen.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 16

    netekim * Bkz. nitekim.
    netice * Sonuç.
    neticelendirme * Neticelendirmek işi, sonuçlandırma.
    neticelendirmek * Sonuçlandırmak.
    neticeleniş * Neticelenmek işi veya biçimi.
    neticelenme * Neticelemek işi, sonuçlanma.
    neticelenmek * Sonuçlanmak.
    neticeleşme * Neticeleşmek işi veya durumu.
    neticeleşmek * Sonuca erişmek.
    neticesiz * Sona ulaşmayan, sonuçsuz.
    neticeten * Sonuç olarak.
    netleşme * Netleşmek işi veya durumu.
    netleşmek * Net, açık seçik, iyi bir duruma gelmek.
    netleştirme * Netleştirmek işi.
    netleştirmek * Net ve açık bir duruma kavuşturmak.
    netlik * Net olma durumu.
    neuzübillâh * “Tanrı’ya sığındık”, “Tanrıkorusun” anlamında, tehlikeli bir durum karşısında kullanılır.
    neva * Ses, ahenk, nağme.
    * Klâsik Türk müziğinde bir makam adıve yegâhtan bir oktav tiz olan “re” perdesi.
    nevabuselik * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam.
    nevale * Gereken yiyecek ve içecek şeyler, azık.
    nevaleyi düzmek * gerekli yiyecek ve içeceği sağlamak, sofrayıhazırlamak.
    nevazil * Nezle, ingin, dumağı.
    nevaziş * İltifat, gönül alma, okşama.
    nevbet * Nöbet.
    neveser * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam.
    nevi * Çeşit, cins, tür.
    nev’i şahsına münhasır * Kendine özgü davranışve karakteri olan kimseler için kullanılır.
    nevir * Yüzün rengi, bet beniz.
    nevmit * Umutsuz, çaresiz.
    nevmit olmak * çaresiz kalmak, umudu kalmamak.
    nevralji * Sinir üzerinde duyulan, genellikle şiddetli ve batıcıağrı.
    nevraljik * Nevraljiyle ilgili, nevralji türünden olan.
    nevrasteni * Başağrıları, sindirim güçlükleri gibi fizikî rahatsızlıklar ve ruhsal görevlerde gevşeme ve bitkinlik biçiminde
    görülen, sinirsel güçlerin zayıflamasından doğan nevroz.
    nevresim * Torba biçiminde dikilmişyorgan çarşafı.
    nevri dönmek * belli etmemeye çalıştığı bir öfkeye kapılmak, çok sinirlenmek.
    nevrofik * Bkz. nörotik.
    nevroloji * Bkz. nöroloji.
    nevropat * Sinir hastası.
    nevroz * Bkz. Sinirce.
    nevruz * Eski takvimlere göre yılın ve baharın ilk günü sayılan martın yirmi birine rastlayan gün.
    * Nevruz Bayramı.
    Nevruz Bayramı * Nevruz günü kırlarda baharın gelişini kutlamak için yapılan bayram.
    nevruz otu * İki çeneklilerden, çiçekleri aslanağzına benzeyen, türlü renkte, taşıdığı glikozit sebebiyle iç söktürücü olarak
    kullanılan bir kır bitkisi (Linaria vulgaris).
    nevton * Uluslar arası birim sisteminde, kütlesi 1 kg olan cisme saniye karede 1 m lik bir ivme veren güç birimi.
    nevyunanîlik * 20. yüzyıl başında Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin başlattıklarıAkdeniz mitolojisine yönelen edebiyat
    hareketi ve anlayışı.
    nevzat * Yeni doğan çocuk.
    ney * Klâsik Türk müziğinde ve özellikle tekke müziğinde yer alan, kaval biçiminde, yanık sesli, kamıştan bir
    üfleme çalgısı.
    ney üflemek (veya üfürmek) * ney çalmak.
    neyçe * Küçük ney.
    * Dokumacıların kullandığıküçük kamış.
    neye * Bkz. Niye.
    neye uğradığını bilememek (veya şaşırmak) * ansızın üzücü, sıkıcı, neşeli, güzel veya hoş bir durum karşısında kalmak.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 17

    neyi * Hangisi.
    neyin nesi (kimin fesi) * “kimdir, nasıl bir kişidir? ne idiği belirsiz” anlamında kullanılır.
    neyleyim * ne yapabilirim, elden ne gelir?.
    neymiş * söylendiğine göre, güya.
    neyse * Önemi yok, olan oldu.
    * Çok şükür, bereket versin.
    * Konuyu kapatalım, uzatmayalım, her ne ise.
    neyse ne * bir yere, bir dereceye kadar.
    neyzen * Ney üfleyici, ney çalan kimse.
    neyzen bakışlı * Boynunu yana çarpıtarak bakan.
    nez hâli * Ölüm hâli.
    nezafet * Temizlik, paklık.
    nezahet * Temizlik, ahlâk temizliği.
    nezaket * Başkalarına karşısaygılıve incelikle davranma, incelik, naziklik.
    * (bir işveya durum için) Önemli olma, dikkatli davranmayı gerektirme.
    nezaket göstermek * davranışlarda nazik olmak.
    nezaket kesp etmek * sıkıntılı, nazik, kritik bir durum almak.
    nezaketen * Nezaket olarak, nazik davranarak.
    nezaketli * İnce, nazik.
    nezaketlilik * Nezaketli olma durumu.
    nezaketsiz * Nazik olmayan.
    nezaketsizlik * İnce ve nazik olmama durumu, kabalık.
    nezaret * Bakma, gözetme.
    * Bakanlık.
    * Görü.
    * Gözaltı, gözetim.
    * Denetim, kontrol.
    * Nezarethane.
    nezaret etmek * denetlemek, bakmak.
    nezarete almak * göz altına almak.
    nezarethane * Gözaltına alınan kimselerin konulduğu yer.
    nezaretli * Görünüşlü, görüntüye sahip.
    nezaretsiz * Görünüşü olmayan, manzarasız, görüntüsüz.
    nezdinde * Yanında.
    nez’etme * Nezetmek işi veya durumu.
    nez’etmek * Ayırmak, çekip almak.
    nezif * Kanama.
    nezih * Temiz, temiz ahlâklı.
    nezir * Adak.
    nezir etmek * Bkz. nezretmek.
    nezle * Soğuk almaktan ileri gelen, burun akması, aksırma ile beliren hastalık, ingin, dumağı.
    nezle otu * Bkz. pirekapan.
    nezleli * Nezlesi olan.
    nezretme * Nezretmek işi veya durumu.
    nezretmek * Adamak.
    nezt * Yan, kat.
    nıkris * Damla hastalığı, gut.
    nısfet * Bkz. nasfet.
    nısfınnehar * Meridyen düzlemi.
    nısfiye * Bir çeşit kısa ney.
    nısıf * Yarı, yarım.
    nısıf kutur * Yarıçap.
    nışadır * Amonyak tuzu.
    nışadır kaymağı * Amonyum karbonat.
    nışadır ruhu * Amonyak.
    Ni * Nikel’in kısaltması.
    nice * Kaç, ne kadar.
    * Oldukça çok.
    * Nasıl.
    * Uzun süreden beri.
    nice nice * Pek çok.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 18

    nicel * Nicelik bakımından olan, nicelikle ilgili.
    niceleme * Nicelemek işi.
    nicelemek * Bir şeyi sayı, ölçü vb.ile bildirmek.
    * Bir terime, tek veya çok oluşuna göre bir nicelik yüklemek.
    niceleyici * Niceleme niteliği olan.
    niceleyiş * Nicelemek işi veya biçimi.
    nicelik * Bir şeyin sayılabilen, ölçülebilen veya azalıp çoğalabilen durumu, kemiyet, miktar.
    * Bir şeyin eşit parçalara bölünebilen ve ölçülebilir olan yanları.
    * Genellikle sayılabilen, toplamıdoğrudan sayı olarak belirtilebilen genel özellik.
    niçin * Bir olayın amacını, sebebini sormak için kullanılır.
    nida * Çağırma, bağırma, seslenme.
    * Ünlem.
    nifak * Geçimsizlik, anlaşmazlık, ara bozma, ayırma.
    nifak sokmak * ara açmak, anlaşmazlık çıkarmak.
    nifakçı * Arabozan, araaçan (kimse).
    nihaî * İşi sona erdiren, işi kesen, sonuncu.
    nihaî karar * Muhakeme sonunda verilen karar.
    nihale * Sofrada kullanılan sahan altlığı.
    nihan * Gizli.
    nihavent * Türk müziğinde bir makam.
    nihayet * Son.
    * (ni’ha:yet) Sonunda.
    * -den başka bir şey değil.
    nihayet vermek * ilişkiyi kesmek, bir işi, alışkanlığıyapmaktan vazgeçmek.
    * bitirmek, tamamlamak, sonuçlandırmak.
    nihayetinde * Sonunda.
    nihayetlenme * Nihayetlenmek işi.
    nihayetlenmek * Bitmek, son bulmak, sona ermek.
    nihayetsiz * Sonsuz, sonu gelmez, bitip tükenmez.
    nihilist * Nihilizm yanlısı.
    nihilizm * Moral gerçeği ve değerleri reddeden bir öğreti.
    * Her türlü gerçek varlığı inkâr eden aşırı bireycilik, yokçuluk.
    * Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısınıkabul etmeyen görüş.
    Nijeryalı * Nijerya halkından olan kimse.
    nikâh * Bir erkekle bir kadının evlilik birliği kurmasınısağlayacak kanunî işlem.
    * Nikâh sırasında erkeğin kadına borçlandığıpara.
    nikâh düşmek * birbiriyle evlenmelerine kanunî veya örf bakımından engel bulunmamak.
    nikâh etmek * bir erkek bir kadınınikâhla almak.
    nikâh kıymak * nikâh memuru kanuna göre çiftlerin karıkoca olduklarını bildirmek.
    nikâh memuru * Kanunlara uygun olarak nikâh işlemini yapan, nikâh kıyan görevli.
    nikâh şekeri * Nikâh töreninde davetlilere dağıtılmak üzere özel olarak yaptırılan şeker.
    nikâh tazelemek * boşandığıkişiyle yeniden evlenmek.
    nikâhı olmak
    nikâhlama * Nikâhlamak işi.
    nikâhlamak * Nikâh etmek.
    * Nikâh kıymak.
    nikâhlanış * Nikâhlanmak işi veya biçimi.
    nikâhlanma * Nikâhlanmak işi.
    nikâhlanmak * Bir kimseye nikâhla bağlanmak.
    * Kanunî olarak nikâh işlemleri yapılmak.
    nikâhlayış * Nikâhlamak işi veya biçimi.
    nikâhlı * Kanunî olarak nikâh işlemi yapılmışolan karıveya koca.
    nikâhlık * Nikâhla ilgili olma durumu.
    nikâhlılık * Nikâhlı olma durumu veya biçimi.
    nikâhsız * Aralarında nikâh olmadığıhâlde karıkoca hayatısüren.
    * Nikâhsız olarak.
    nikâhsızlık * Nikâhsız olma durumu veya biçimi.
    nikâhta keramet vardır * nikâh evlenenleri sevgi bağıyla bağlar.
    nikap * Yüz örtüsü, peçe.
    Nikaragualı * Nikaragua halkından olan kimse.
    nikbet * Düşkünlük, talihsizlik, felâket.
    nikbin * İyimser, optimist.
    nikbinlik * İyimserlik, optimizm.
    nikel * Atom sayısı28, atom ağırlığı58,71, yoğunluğu 8,9 olan, gümüşparlaklığında, demir sertliğinde, kolay
    işlenir ve kolayca tel durumuna getirilir bir element. KısaltmasıNi.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 19

    nikel kaplama * Nikelâj.
    nikelâj * Metal bir yüzeyi nikelle kaplama.
    * Nikel kaplanmışmetal.
    nikelleme * Nikelâj.
    nikellemek * Nikelâj yapmak.
    nikelli * Birleşiminde nikel bulunan.
    * Nikelle kaplanmış.
    nikelsiz * Nikeli olmayan, içinde nikel bulunmayan.
    nikotin * Tütün yapraklarından çıkarılan, renksiz, açıkta bırakılınca havadan oksijen alarak esmerleşen, 247°C de
    kaynayan ve 1,033 yoğunluğunda çok zehirli bir alkaloit (C10H14N2).
    nikris * Bkz. nıkris.
    nikriz * Klâsik Türk müziğinde, dizisi bir sekizli içinde gösterilebilen basit görünüşlü bir birleşik makam.
    nilüfer * Nilüfergillerden, yapraklarıyuvarlak ve geniş, çiçekleri beyaz, sarı, mavi, pembe renkte, durgun sularda
    veya havuzlarda yetişen bir su bitkisi (Nymphea).
    nilüfergiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi nilüfer olan bir familya.
    nim * Yarı.
    nimbus * Kara bulut.
    nimet * İyilik, lütuf, ihsan.
    * İyi yaşamak için gerekli her şey.
    * Yiyecek içecek, özellikle ekmek.
    * Yararlanılan imkân.
    nimet bilmek * şeref saymak.
    nimet hakkı * Yenen, içilen şeyler üstüne yemin sözü.
    nimeti ayağıyla tepmek * Bkz. kısmetini ayağıyla tepmek.
    nimetşinas * İyilik bilir (kimse).
    nine * Torunu olan kadın, büyük anne.
    * Yaşlıkadınlara seslenmek için kullanılır.
    ninni * Küçük çocuklarıuyutmak için söylenen türkü.
    * Söylenen ninnilerin sonunda tekrarlanan söz.
    * Bu tür bestelenmişeser.
    nipel * İki bağlantıparçasını birbirine yakın olarak eklemekte kullanılan özel parça.
    nirengi * Belli sayıda noktanın konumunu kesinlikle tespit edebilmek için, bu noktalarıtepe olarak kabul ederek, bir
    alanıüçgenlere bölme işi.
    nirengi haritası * Nirengi yoluyla çıkarılan harita.
    nirengi noktası * Nirengi işleminde ayrılan üçgenlerin tepe noktası.
    * Gemicilerin seyir için kullandığıdoğal yön noktası.
    * Başlangıç.
    nisaî * Kadınla ilgili.
    * Kadın hastalıkları ile ilgili.
    * Kadınsı.
    nisaiye * Kadın hastalıkları, jinekoloji.
    * Hastahanelerde kadın hastalıkları ile ilgili bölüm.
    nisaiyeci * Kadın hastalıklarıuzmanı, jinekolog.
    nisaiyecilik * Nisaiyecinin işi.
    nisan * Yılın 30 gün süren dördüncü ayı.
    nisan balığı * Nisanın birinci gününde yapılan aldatma ve şaka.
    nisan yağmuru * Nisan ayında yağan ve bereketine inanılan yağmur.
    nisap * Yeter sayı.
    nispet * Oran.
    * Bağıntı, ilgi, ilinti.
    * Birini üzmek için veya inat olsun diye yapılan iş.
    * Kıskandırmak veya üzmek için.
    nispet eki * Bazıyabancı isimlerin anlamlarına bağlıyabancısıfatlar kuran ek.
    nispet etmek * eşit tutmak, oranlamak.
    nispet kabul etmek * eşit tutmak, oranlamak.
    nispet kabul etmemek * eşit tutulamamak.
    nispet vermek (veya yapmak) * karşısındakini kızdırmak için ona gösterişyapmak.
    nispetçi * Nispet vermek huyu olan.
    nispeten * Göre, kıyaslayarak, oranla.
    * Bir dereceye kadar, oldukça.
    nispeti olmak * ilgisi olmak, bağlantısı olmak.
    nispetli * Oranlı.
    nispetsiz * Oransız.
    * Birbirine uymayan, farklı.
    nispetsizlik * Oransızlık.
    nispî * Göreli, bağıntılı, izafî, rölatif.
    * Birbirine göre (olan), önceki duruma göre.
    nispî temsil * Çoğunluk partisi dışındaki partilerin de kuvvetleri oranında üye seçmelerini sağlayan seçim biçimi.
    nisyan * Unutma.
    niş * Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre.
    nişaburek * Klâsik Türk müziğinde rast makamıve uşşak makamının buselik “si” perdesiyle oluşmuş bir makam.
    nişan * İşaret, iz, belirti, alâmet.
    * Nişanlanma sırasında yapılan tören.
    * Evlenmek üzere birbirine söz verme, nişanlanma.
    * Kurşun, taşvb.ile vurulmak istenen hedef.
    * Hedefi vurmak için silâh, taşvb.ye gerekli doğrultuyu verme.
    * Gördükleri önemli işlerden dolayıkişileri onurlandırmak için devletçe verilen anmalık.
  • Türkçe Sözlük N Sayfa 20

    nişan almak * (ateşli silâhlara) bir hedefi vurmak için gerekli doğrultuyu vermek, gezlemek.
    * kendisine nişan verilmek.
    nişan atmak * ateşli silâhlarla atışyapmak.
    nişan halkası * Evlenecek olan çiftin nişanlanınca taktıklarıve düğünden sonra da taşıdıklarıhalka biçiminde yüzük, nişan
    yüzüğü.
    nişan koymak * ileride tanıyabilmek veya ölçebilmek için bir şeyin durumunu, onun herhangi bir özelliğini akılda tutmak
    veya iz bırakmak.
    nişan takmak * (nişanlanan çift için) nişan yüzüklerini parmaklarına geçirmek.
    * göğsüne nişan iliştirmek.
    nişan vermek * birini nişan ile ödüllendirmek.
    nişan yapmak * nişan töreni düzenlemek.
    nişan yüzüğü * Nişan halkası.
    nişancı * Attığıkurşun, taşvb.ile hedefi vurmakta ustalık kazanmışolan.
    * Padişah divanıüyesi olan, antlaşma, berat, menşur, name ve fermanların başına tuğra çeken görevli,
    tevkici.
    nişancılık * Nişancı olma durumu.
    nişane * Ateşli silâhlarda, namluya hedefin uzaklığına ve bulunduğu yerin yüksekliğine göre gereken yükselişaçısını
    veren, silâhı bu hedefe doğrultmaya yarayan alet.
    * Hedef.
    * Eser, iz, belirti.
    nişangâh * Ateşli silâhlarda namluya hedefin uzaklığına ve bulunduğu yerin yüksekliğine göre gereken yükselişaçısını
    veren, silâhı bu hedefe doğrultmaya yarayan alet.
    * Hedef.
    nişangeç * Düzeltilmiş bir ağaç parçasının kenarına değişik aralıklarda paralel çizgiler çizmek için, marangozlukta
    kullanılan el aracı.
    nişanıatmak (veya bozmak) * (kadın veya erkek) nişandan vazgeçmek.
    nişanlama * Nişanlamak işi.
    nişanlamak * Bir çiftin evlenme işinin kararlaştığına belirti olarak parmaklarına yüzük takmak, yavuklamak.
    * Bir hedefi vurmak için silâh, taşvb.ye belli bir doğrultu vermek.
    * Bir şeyin yerini belirtmek, işaretlemek, nişan koymak.
    nişanlanış * Nişanlanma işi veya biçimi.
    nişanlanma * Nişanlamak işi.
    * Bir erkekle bir kadının ileride birbirleriyle evlenmek için yaptıklarısözleşme.
    nişanlanmak * Nişanlıduruma gelmek.
    * Evlenmeye söz verme belirtisi olarak yüzük takmak.
    nişanlı * Evlenmek için söz verip yüzük takmışolan (kimse).
    * Belirleyici bir işareti, alâmeti, nişanı olan kimse.
    nişanlık * Nişanlılık.
    nişanlılık * Nişanlı olma durumu, yavukluluk.
    nişansız * Belirleyici bir işareti, alâmeti, nişanı olmayan.
    nişasta * Tahıl tanelerinden mercimek, bezelye gibi bazı baklagillerden veya patates gibi birtakım yumrulardan özel
    yöntemlerle çıkarılan una benzer bir madde.
    nişasta buğdayı * Kaplıcayıandıran, ufak taneli, nişastasıçok, dağlık yerlerde yetişen bir buğday türü.
    nişastacılık * Nişasta yapmak veya satmak işi.
    nişastalanma * Nişastalanmak işi veya durumu.
    nişastalanmak * Nişastaya karışmışolmak, nişasta ile işlem görmek.
    nite * Nasıl, niçin.
    nitekim * Gerçekten, nasıl ki, hakikaten.
    nitel * Nitelik bakımından olan, nitelikle ilgili bulunan.
    niteleme * Nitelemek işi.
    niteleme belirteci * Niteleme zarfı.
    niteleme sıfatı * Bir ismi niteleyen sıfat: Çok çalışkan. Pek yaramaz vb.
    niteleme zarfı * Bir fiilin, bir sıfatın veya bir başka zarfın anlamınınitelik bakımından etkileyen zarf: Böyle konuşmayınız.
    Gülerek gitti. İyi etti.
    nitelemek * Bir şeyin niteliğini belirtmek.
    nitelendirilme * Nitelendirmek işi.
    nitelendirilmek * Nitelendirmek işine konu olmak.
    nitelendirme * Nitelendirmek işi, vasıflandırma.
    nitelendirmek * Niteliğini belirtmek, nitelik kazandırmak, vasıflandırmak.
    niteleniş * Nitelenmek işi veya biçimi.
    nitelenme * Nitelenmek işi, vasıflanma.
    nitelenmek * Niteliği belirtilmek, nitelik kazanmak, vasıflanmak.
    niteleyiş * Nitelemek işi veya biçimi.
    nitelik * Bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik, vasıf, keyfiyet.
    * Bir şeyin iyi veya kötü oluşu, kalite.
    * Bireyi, nesne veya yaşantının bir yönünü, ötekilerden ayırt etmeye yarayan ve ölçebilen özellik, keyfiyet.
    nitelikli * Bir şeye ayırt edici özellik veren, vasıflı.
    * Bir şeye nitelik bakımından üstünlük kazandıran, kaliteli.
    nitelikli işçi * İstenilen nitelikleri taşıyan, iyi yetişmiş, usta işçi, kalifiye işçi, vasıflı işçi.
    niteliksiz * Ayırt edici özelliği olmayan, basit, düz.
    * Nitelik bakımından üstün olmayan, kalitesiz.
    niteliksizlik * Niteliksiz olma durumu, kalitesizlik.
    nitramit * Doğal amonyum nitrat.