nüve | * Bir şeyin özü, çekirdek. |
nüzul | * İnme, felç. |
nüzul inmek (veya gelmek) | * felç geçirmek, felce uğramak. |
nüzullü | * İnmeli, felçli. |
Kategori: N
-
Türkçe Sözlük N Sayfa 26
-
Türkçe Sözlük N Sayfa 24
Nuh nebiden kalma * çok eski, modasıçoktan geçmişolan. nuhuset * Uğursuzluk, kademsizlik, şeamet, kötü, berbat. nukut * Paralar. numara * Bir şeyin bir dizi içindeki yerini gösteren sayı, rakam.
* Ölçü, derece.
* Benzer şeyleri ayırt etmek için her birinin üzerine işaret olarak yazılan sayı.
* Öğrenciye verilen not.
* Bir telefonun açılmasınısağlayan sayılar.
* Eğlendirici oyunlardan her biri.
* Hile, düzen.
* Okullarda öğrencileri birbirinden ayırt etmek için her birine verilen sayı.numara yapmak * bir hareketi yalandan yapmak veya yapar gibi görünmek. numaracı * Davranışlarıyapmacıklı olan (kimse). numaracılık * Numaracının işi. numaralama * Numaralamak işi. numaralamak * Bir veya daha fazla sıra numarasıyla göstermek, numara koymak. numaralandırma * Numaralandırmak işi. numaralandırmak * Numara vermek, numaralamak işini yaptırmak. numaralanış * Numaralanmak işi veya biçimi. numaralanma * Numaralanmak işi. numaralanmak * Numaralamak işine konu olmak. numaralayış * Numaralamak işi veya biçimi. numaralı * Numarası olan.
* Belli bir numarası olan.numarasınıvermek * bir kimse için kötü bir kanıya varmak. numarasız * Numara verilerek belirtilmemiş.
* (gözlük veya gözlük camı için) Gözün görme gücünü artırma özelliği bulunmayan.numen * Nesnenin kendisi, görüngü karşıtı; Kant’ın modern felsefesinde, insanlar duyularla bağlı olduğundan
nesnenin görünüşünü, olayları bilebilir, nesnenin özünü bilemezler, onu yalnız düşünebilirler.numune * Örnek. numunelik * Örneklik. nur * Aydınlık, ışık, parıltı.
* İlahî bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık.nur gibi * parlak, pırıl pırıl. nur içinde yatsın * sevgiyle anılan ölüler için söylenir. nur inmek * kutsal bir yere gökten ilâhî ışık yağmak. nur ol! * beğenme, alkışsözü. nur topu gibi * sağlıklı, çok güzel ve temiz (çocuk). nur yüzlü * Saygıuyandıran, pak yüzlü ihtiyarlardan söz ederken kullanılır. nuranî * Işıklı.
* Saygıuyandıran, nurlu.nurlandırma * Nurlandırmak işi veya biçimi. nurlandırmak * Nur gibi yapmak, parlak ve tertemiz bir duruma getirmek. nurlanış * Nurlanmak işi veya biçimi. nurlanma * Nurlanmak işi. nurlanmak * Işık içinde kalmak.
* Temiz, parlak bir duruma gelmek.nurlu * Aydınlık, ışıklı, parlak.
* Saygıuyandıran, temiz, nuranî.nursuz * Saygıuyandırmayan, sevimsiz. nursuz pirsiz * Sevimsiz, bakımsız. nuruaynım * Gözümün nuru. nuruçeşmim * Gözümün nuru. nurudidem * Nur yüzlüm. Nusayrî * Hatay ili ve çevrelerinde yaşayan bir Türk topluluğuna eskiden verilen ad. nutku tutulmak * korkudan, şaşkınlıktan ve öfkeden konuşamaz olmak. nutuk * Söz, konuşma.
* Söylev.nutuk atmak (veya çekmek) * bir kimsenin uzun, sıkıcı bir konuşma yaptığınıveya özden yoksun bir söylev verdiğini belirtmek için
kullanılan küçümseyici bir söz.nutuk vermek * bir konuda özel olarak hazırlanıp konuşmak. nü * Çıplak. nüans * Ayırtı, çalar, fark. nübüvvet * Nebilik, savacılık, peygamberlik. nüfus * Kişi.
* Bir ülkede, bir bölgede, bir evde belirli bir anda yaşayanların oluşturduğu toplam sayı.
* Ortak bir özellik gösteren kimselerin bütünü.nüfus bilimci * Nüfus bilimiyle uğraşan kimse, demograf. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 25
nüfus bilimi * İnsan nüfusunu yapı, gelişme ve dağılım açısından inceleyen bilim, demografi. nüfus bilimsel * Nüfus bilimiyle ilgili, demografik. nüfus coğrafyası * Yeryüzündeki nüfus yoğunluğunun dağılışını inceleyen ve bunu türlü yönleriyle açıklayan coğrafya kolu. nüfus cüzdanı * Bir ülkenin vatandaşlarına devletçe verilen, kimlikleriyle kişisel durumlarını gösteren resmî belge, kafa
kağıdı, nüfus tezkeresi.nüfus kâğıdı * Nüfus cüzdanı. nüfus kalemi * Nüfus memurluğu. nüfus kaydı * Nüfusa yazılma. nüfus kesafeti * Nüfus yoğunluğu. nüfus kütüğü * Nüfusa kayıtlı olunan defter. nüfus memurluğu * Nüfus kayıtlarının yapıldığıve nüfus işlerinin düzenlendiği resmî daire. nüfus patlaması * Günümüz toplumlarında hayat şartlarındaki türlü iyileşmeler sonucu ölüm oranlarının düşmesi, doğum
oranlarının ise değişmemesi sonucu nüfusun büyük hızla çoğalması.nüfus plânlaması * Ailelere, sahip olmak istedikleri ve yetiştirebilecekleri çocuk sayısıkonusunda karar verebilme ve bunu
gerçekleştirecek yöntemleri uygulayabilme imkânlarının verilmesi.nüfus sayımı * Ülkenin nüfus sayısınıtespit etmek için yapılan sayım. nüfus tezkeresi * Nüfus kâğıdı, nüfus cüzdanı. nüfus yoğunluğu * Nüfus ile bu nüfusun üzerinde yaşadığıtoprakların yüzölçümü arasındaki oran. nüfusçu * Nüfus memuru. nüfusunu çıkarmak * nüfus kütüğüne kayıt yaptırarak nüfus cüzdanıalmak. nüfuz * (içine) Geçme.
* Söz geçirme, güçlü olma, erk.nüfuz etmek * bir şeyin içine işlemek, geçmek.
* inceliğine varmak, anlamak.
* etkili olmak.nüfuz ticareti * Bir kimsenin bulunduğu makamın gücüne dayanarak bazı işlere karışıp kendine çıkar sağlaması. nüfuzkâr * Etkileyici, güçlü. nüfuzlu * Sözü geçer, istediğini yaptıran, erkli.
* Yüksek makam, üst kademe.nüfuzsuz * Nüfuzu olmayan. nüfuzu altında tutmak * söz geçirme gücünü üstün kılmak, egemenliği altında bulundurmak. nühüft * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam. nükleer * Atom çekirdeği ile ilgili, çekirdeksel. nükleer enerji * Atom çekirdeğinin parçalanmasından doğan enerji. nükleer reaktör * Uranyum, plutonyum gibi atom çekirdeklerinin parçalanmasından yararlanılarak enerji elde edilen kaynak. nükleer santral * Nükleer reaktör yardımıyla elde edilen enerjiyi dağıtan merkez. nükleer silâh * Nükleer enerji ile yıkım gücü sağlayan silâh. nükleon * Atom çekirdeğini oluşturan proton ve nötronun ortak adı. nükleoprotein * Proteinlerin nükleik asitlerle kurduğu moleküler birlik. nüksetme * Nüksetmek işi. nüksetmek * (hastalık veya başka bir durum) Geri dönmek, yeniden başlamak, depreşmek. nükte * İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalısöz, espri.
* Yazıda, resimde, sözde ve davranışta ince, derin anlam, espri.nükte yapmak * nükteli söz söylemek. nükteci * İnce, güzel nükteler yapan (kimse). nüktecilik * Nükteci olma durumu. nüktedan * Nükteci. nüktedanlık * Nüktecilik. nükteli * Nükte ile süslenmiş, nüktesi olan, esprili. nüktesiz * Nüktesi olmayan. nükul * Vazgeçme. nükul etmek * caymak, vazgeçmek. nümayiş * Gösteri.
* Gösteriş.nümayişçi * Bir gösteride yer alan kimse, gösterici.
* Gösterişçi.nümayişkâr * Gösteri ile, gösterişile ilgisi olan. nüsha * Birbirinin tıpkısı olan yazılışeylerin her biri.
* (gazete, dergi vb. için) Sayı.
* Benzer, aynı, kopya.nütasyon * Bkz. üğrüm. nüvaziş * Bkz. nevaziş. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 22
Nogay * Altın Ordu devleti baş buğlarından biri olan Nogay’ın yönetimindeki Kıpçaklara verilen ad.
* Bugün Kuzey Kafkasya’da yaşayan bir Türk boyunun adı.Nogayca * Nogay dili. nohudî * Kirli veya donuk sarı(renk). nohut * Baklagillerden, birleşik telek yapraklı, çiçekleri sarımtırak renkte, meyvesi baklamsı, bol nişastalı bir bitki
(Cicer arietinum).
* Bu bitkinin yuvarlak tanesi.nohut oda, bakla sofa * bir evin küçüklüğünü ve darlığınıanlatmak için söylenir. nohutlu * (genellikle yiyecekler için) İçine nohut katılmış. nohutsuz * Nohudu olmayan. nokra * Büveleğin sebep olduğu, daha çok davar ve sığırlarda, seyrek olarak insanlarda rastlanan, ortasıdelik
şişkinliklerle tanınan hastalık.noksan * Eksik, eksiklik, kusur. noksan bulmak * beğenmemek, uygun bulmamak. noksanlık * Noksan olma durumu, eksiklik. noksansız * Eksiksiz (bir biçimde). nokta * Çok küçük boyutlarda işaret, benek.
* Hiçbir boyutu olmayan işaret.
* Bazıharflerin üzerine konulan ufak işaret.
* Cümlenin bittiğini anlatmak için sonuna konulan küçük benek biçimindeki işaret, durak.
* Yer.
* Konu, konu ile ilgili önemli bölüm.
* Tek nöbetçi bulunan yer.
* Sınır, derece, radde.
* Nöbetçi, gözcü, bekçi.nokta memuru * Kavşaklarda durup trafik akışını düzenleyen görevli. nokta nokta * Hafif hafif, belli belirsiz. noktacı * Noktacılıkla ilgili, noktacılığıuygulayan (kimse). noktacılık * (resimde) Tonların bölünmesini yan yana renkli noktalarla göstererek, ışığın titreşimini daha iyi yansıtmak
isteyen sanat anlayışı.noktainazar * Görüş, görüşaçısı. noktainazardan * herhangi bir bakımdan. noktalama * Noktalamak işi.
* Bir filmin çekim, sahne, ayrım, bölüm gibi çeşitli parçalarını birbirinden ayırmakta kullanılan işlemlerin
bütünü.noktalama işareti * Noktalama işaretleri. noktalama işaretleri * Cümle veya yan cümledeki türlü ögeleri birbirinden ayırmaya yarayan, nokta, virgül, noktalıvirgül, iki
nokta, üç nokta, soru işareti, ünlem işareti, parantez vb. işaretleri.noktalamak * Nokta koymak.
* Yazıda noktalama işaretlerini yerli yerine koymak.
* Sona erdirmek.noktalanma * Noktalanmak işi. noktalanmak * Noktalamak işi yapılmak. noktalayış * Noktalamak işi veya biçimi. noktalı * Nokta konmuşolan, üstünde noktalar olan. noktalıdelik * Trakeit hücreleri ile öz ışınların kesişme noktalarında bulunan ve yatay yönde besin suyu iletimini sağlayan
geçişyolu.noktalıvirgül * Bağımsız fakat mantıkî açıdan birbirini bütünleyen cümleleri bağlayan noktalama işareti (;). noktasınoktasına * Eksiksiz, tastamam, tamamen. noktasız * Noktası olmayan. nom * Eski Mısır’da şehir devletlerine verilen isim. nominal * Ad belirtilerek yapılan. nominal değer * Hisse senedi, tahvil vb. için üzerinde belirtilmişdeğer. nominalizm * Adcılık, isimcilik. nominatif * Yalın durum. nomografi * Sayısal hesaplar yerine, başka çizgilerle kesim noktalarıçözümleri veren, uygun biçimde çizilmişçizgi veya
grafiklerden yararlanmaya dayanan yöntem.nonfigüratif * İnsanı, hayvan ve tabiat ögelerini işlemeyen sanat, betisiz sanat. nonoş * Sevgi sözü olarak söylenir.
* Homoseksüel erkek.non-stop * 343 duraksız. norm * Kural olarak benimsenmiş, yerleşmişilke veya kanuna uygun durum, düzgü. normal * Kurala uyan, alışılagelene uyan, düzgüye uygun, düzgülü.
* Bu durumda olan şey.
* Bir eğrinin bir teğetine değme noktasından çizilen dikme.normalaltı * Bir eğriye ilişkin normalin, bir doğruyu kestiği nokta ile normalin ayağıarasındaki parçanın o doğru
üzerindeki iz düşümü.normalleşme * Normalleşmek işi. normalleşmek * Normal duruma gelmek, normal olmak. normalleştirme * Normalleştirmek işi. normalleştirmek * Normal duruma getirmek. normallik * Normal olma durumu. normalüstü * Olağan dışı. normatif * Bir kural değerini, gücünü taşıyan, norma ilişkin, düzgüsel. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 23
norton eleği * Zımpara taneciklerinin büyüklüklerini saptamak ve birbirlerinden ayırmak işinde kullanılan elekler grubu. Norveççe * Norveç dili. Norveçli * Norveç halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. nostalji * Yurt özlemi, yurtsama, daüssıla.
* Geçmiş bir zamana duyulan aşırı bir özlem.nostaljik * Yurt özlemiyle ilgili. nosyon * Bir şey üzerindeki gerekli bilgi, kavram. not * Bir şeyi hatırlamak için yazılan kısa yazı.
* Okullarda her öğrencinin bilgisi üzerine edinilen kanıyı gösteren sayıveya derece, numara.
* Bir şeyin niteliği üzerine edinilen kanı.not almak * bir şeyi başlıca noktalarınıözetleyerek yazmak; biri konuşurken onun söylediklerini yazmak.
* (öğrenci için) iyi veya kötü numara, derece almak.
* bir şeyin niteliğiyle ilgili bir karar verilmek.not atmak * öğretmen, öğrencinin çalışma durumunu not vererek değerlendirmek. not düşmek * not yazmak. not etmek * not olarak yazmak, kaydetmek. not kırmak * verilen notu düşürmek azaltmak veya az not vermek. not tutmak * biri söz söylerken başkası onun söylediklerini yazmak. not vermek * bir şeyin değeri üzerinde olumlu veya olumsuz bir kanıya varmak.
* öğrencinin bilgisini bir sayıveya derece ile belirlemek.nota * Bir müzik sesini belirtmeye yarayan işaret.
* Bir devletin başka bir devlete veya elçisine yaptığı bildiri.notalama * Notalamak işi.
* Seslerin ve icranın işaretleri olarak belirlenen şekiller bütünü.notalamak * Bir eseri notaya almak. notam * Havacılar ve pilotlar için yayımlanan bülten. noter * Çeşitli belge ve işlemlere geçerlik kazandırmak, yasanın öngördüğü diğer görevleri yerine getirmekle
yükümlü, belli nitelikleri ve kendine özgü bir hukuk statüsü olan kamu görevlisi.
* Noterin çalıştığıyer.noterlik * Noterin görevi veya makamı.
* Noter.notunu (veya numarasını) vermek * bir kimse için kötü bir kanıya varmak. nova * Parlaklığı birdenbire artan, değişen yıldız. nöbet * Sıra, keşik.
* Sıra ile yapılan görev, keşik.
* Hastalık sebebiyle titreme, yüksek ateş.
* Vakit vakit ortaya çıkan aynıtürden fizyolojik bozuklukların bütünü.
* Kez, defa.nöbet beklemek (veya tutmak) * (asker, polis vb.) bir yeri, bir kimseyi, bir aracı gözetlemek, korumak gibi amaçlarla bulunduğu yerden belli
bir süre ayrılmamak.
* sıra ile bekleme.nöbet çalmak * belli zamanlarda mızıka çalmak. nöbet şekeri * Halk arasında ilâç olarak kullanılan billûrlaşmışşeker. nöbetçi * Nöbet bekleyen, nöbet sırasıkendisinde olan (kimse). nöbetçilik * Nöbetçi olma durumu. nöbetleşe * Nöbet sırasıyla, nöbetle, münavebe ile. nöbetleşme * Nöbetleşmek işi. nöbetleşmek * Sıra ile nöbet görevini yapmak. nörolog * Sinir hastalıklarıuzmanı. nöroloji * Sinir sistemini inceleyen ve tedavisi ile uğraşan tıp dalı, sinir bilimi, nevroloji.
* Hastahanelerde sinir hastalıklarıyla ilgili bölüm.nöron * Asıl hücre ile protoplazma uzantılarından ve bir silindir eksenden oluşmuşsinir hücresi. nörotik * Sinir sisteminde rahatsızlığı olan kimse.
* Sinir sistemi üzerinde etki yapan.nörotik karakter * Toplumun koyduğu değer yargılarına karşıters davranışlarda bulunan kimsenin sahip olduğıözellik. nörotik kişilik * Nöratik karakter. nötr * Tarafsız, yansız.
* Kimyada turnusol gibi bir ayraç karşısında ne asit ne alkali tepkisi göstermeyen, yansız.
* Fizikte elektriğe karşıhiçbir tepkisi olmayan, yansız.
* Turnusal gibi bir ayraç karşısında asit veya alkali tepkisi göstermeyen, yansız.nötrleme * Nötrlemek işi. nötrlemek * Asit veya alkali tepkisi gösteren bir eriyiği alkali veya asit katarak nötr duruma getirmek. nötrleşme * Nötrleşmek işi. nötrleşmek * Nötr duruma gelmek. nötrleştirme * Nötrleştirmek işi veya durumu. nötrleştirmek * Nötr duruma gelmesini sağlamak. nötrlük * Nötr bir cismin veya ortamın durumu, niteliği. nötron * Yaklaşık olarak proton ağırlığında ve elektrik yüklü olmayan bir atom cisimciği. -ntı/ -nti, -ntu / -ntü * Fiilden isim türeten ek: ak-ı-ntı, sil-i-nti, kur-u-ntü, gör-ü-ntü vb. Nuh * Adem, Şit ve İdris’ ten sonra gelen dördüncü peygamber. Nuh der, peygamber demez * inanç ve düşüncelerini kolay kolay değiştirmez. Nuh nebiden kalma * çok eski, çoktan modası geçmiş, köhnemiş. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 21
nitrat * Nitrik asit tuzu. nitratin * Doğal sodyum nitrat. nitratlaşma * Organik maddelerin nitrat durumuna dönüşmesi. nitratlı * Temel maddesi nitrat olan.
* Nitrat emdirilmiş.nitrik asit * Organik maddeler üzerinde yakıcıve sarartıcı bir etki gösteren, birleşiminde bir azot, üç oksijen ve bir
hidrojen bulunan yoğunluğu 1,52 olan 86° C’de kaynayan, sanayide kullanılan asit (HNO3), kezzap.nitrik oksit * Nitrojen veya amonyağın oksitlenmesiyle elde edilen, renksiz zehirli gaz (NO). nitrogliserin * Nitrik asit içine gliserin konularak elde edilen, uçuk sarırenkte, yağkıvamında, güçlü patlayıcıözelliği olan
madde.nitrojen * Azotun başka bir adı. nitroselüloz * Kâğıt yapımında kullanılan, pamuk veya odun hamuru biçimindeki selüloz üzerine nitrik ve sülfürik asit
karışımının etkimesiyle elde edilen selülozun nitrat esteri.niyabet * Naiplik. niyaz * Yalvarma, yakarma. niyaz etmek (veya eylemek) * yalvarmak. niye * Bir olayın amacınıveya sebebini sormak için kullanılır. niyet * Bir şeyi yapmayıönceden isteyip düşünme, maksat.
* Fal gibi kullanılmak amacıyla içine mani yazılıp katlanmışveya şekerlere sarılmışkâğıt parçası.
* Namaz kılmaya, oruç tutmaya ve abdest almaya karar verip başlangıç duası okuma.niyet çekmek * niyetçiden niyet almak. niyet etmek * bir şeyi yapmayızihinde tasarlamak, düşünmek, niyetlenmek. niyet tutmak * fala bakılırken olması istenilen şeyi aklından geçirmek. niyetçi * Alıştırılmışgüvercin, saka kuşu, tavşan gibi hayvanlara para karşılığında niyet çektiren kimse. niyetçilik * Niyetçinin işi. niyeti bozuk * Kötü bir davranışta bulunması beklenen. niyetleniş * Niyetlenmek işi veya biçimi. niyetlenme * Niyetlenmek işi. niyetlenmek * Niyet etmek, tasarlamak.
* Oruç tutmaya karar vermek.niyetli * Niyeti olan, niyet eden.
* Oruçlu.niyetsiz * Niyeti olmayan, niyet etmeyen.
* Oruç tutmayan.niyobyum * Atom sayısı41, atom ağırlığı92,91, yoğunluğu 8,57 olan, oksijen, kükürt ve klor gibi maddelerle birleşikler
veren bir element, kolombiyum. KısaltmasıNb.niza * Çekişme, bozuşma, kavga. nizam * Düzen.
* Kural.nizamî * İstenilen düzende olan, düzene uygun olan, kurallara uygun olan.
* Kanunlarla ilgili olan.nizamiye * Kara ordusu. nizamiye kapısı * Kışla ve garnizonlarda girişkapısı. nizamiye karakolu * Nizamiye kapısındaki karakol. nizamlı * Düzenli, tertipli.
* Tüzüğe uygun.nizamname * Tüzük. nizamsız * Düzensiz, tertipsiz.
* Tüzüğe aykırı.nizamsızlık * Nizamsız olma durumu, düzensizlik, tertipsizlik.
* Tüzüğe aykırılık.No * Nobelyum’un kısaltması. nobelyum * Atom numarası102 olan radyoaktif element. KısaltmasıNo. nobran * Davranışıkaba, sert ve gönül kırıcı olan, nadan. nobranca * Kaba, sert, kırıcı(bir biçimde). nobranlık * Nobran olma durumu veya nobranca davranış. noda * Bkz. loda. nodul * Üvendirenin ucuna çakılmışsivri demir çivi. nodullama * Nodullamak işi. nodullamak * Hayvanıüvendire ile dürtmek.
* (işiçin) Dürtmek, uyarmak, hatırlatmak.nodullanma * Nodullanmak işi. nodullanmak * Nodullamak işine konu olmak. Noel * Hristiyanların, İsa’nın doğum gününü kutladıklarıyortu. Noel ağacı * Noel yortusunda Hristiyanların mumlarla ve oyuncaklarla süsledikleri küçük çam ağacı.
* Gemilerde çeşitli anlamlar taşıyan ışıklı işaretlerin topluca sıralandığıdirek.Noel baba * Hristiyan çocuklarına Noel gecesi gelip kendilerine armağan bıraktığı anlatılan ak sakallımasal ve efsane
kahramanı. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 15
nesir * Dilin söz dizimi kurallarına uygun olarak kullanılan anlatım biçimi, manzum olmayan söz ve yazı, düz yazı. neskafe * Hazır kahve. nesli tükenmek * bitmek, tamamen yok olmak, ortadan kalkmak. nesne * Belli bir ağırlığıve hacmi, rengi, maddesi olan her türlü cansız varlık, şey, obje.
* Öznenin dışında kalan her konu, obje.
* Geçişli fiili bütünleyen yalın veya belirtme durumunda bulunan tümleç.nesne öbeği * Nesneyle ilgili olarak kullanılan kelimelerin bütünü. nesnel * Nesne ile ilgili, nesneye ilişkin, öznel karşıtı.
* Gerçeğe varmak amacıyla, taraf tutmadan inceleme yapan, hüküm veren, afakî, objektif.
* Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan, objektif.nesnelci * Nesnelcilikle ilgili olan.
* Nesnelcilik yanlısı olan kimse, objektivist.nesnelcilik * Öznel olmayan, yani herkes için geçer, öznenin değil nesnenin gerçekliğine dayanan bilgileri arayan akıl
yolu, objektivizm.nesnelleşme * Nesnel duruma gelme. nesnelleşmek * Nesnel duruma gelmek. nesnellik * Nesnel olma veya nesnelerin gerçeğine dayanma durumu. nesnesel * Nesneye ilişkin. nesnesiz * Nesnesi olmayan.
* Belli bir nesneye dayanmayan ruhsal durum.Nesturî * Nastur adlıSüryanî rahiplerinden birinin ortaya koyduğu mezhepten olan (kimse). neşe * Üzüntüsü olmamaktan doğan, dışa vuran sevinç, şetaret.
* Hafif sarhoşluk, çakırkeyf olma.neşelendirme * Neşelendirmek işi. neşelendirmek * Neşeli duruma getirmek, şenlendirmek, keyiflendirmek. neşeleniş * Neşelenmek işi veya biçimi. neşelenme * Neşelenmek işi. neşelenmek * Neşeli duruma gelmek, şenlenmek, keyiflenmek. neşeli * Sevinçli, keyifli, şen. neşesi kaçmak * sevinci azalmak, kederlenmek. neşesi yerinde * neşeli. neşesini bulmak * neşeli bir duruma gelmek, neşelenmek. neşesiz * Üzgün, düşünceli, keyifsiz. neşesizlik * Neşesiz olma durumu, üzgünlük. neşet * Çıkma, ileri gelme. neşet etmek * kaynağını bir yerden almak, doğmak. neşetli * Çıkışlı. neşide * Bir toplulukta okunmaya değer şiir.
* Atasözü gibi kullanılan beyit veya dize.neşir * Yayma, dağıtma, saçma.
* Yayım.neşredilme * Yayımlanma. neşredilmek * Yayımlanmak. neşren * Yayım yoluyla. neşretme * Neşretmek işi. neşretmek * Yaymak, dağıtmak, saçmak.
* Yayımlamak.neşriyat * Yayın. neşrolunma * Neşrolunmak işi veya durumu. neşrolunmak * Yayımlanmak. neşter * Kan almak, aşıyapmak veya küçük apseleri açmak için kullanılan ufak bıçak. neşter vurmak * kesin bir sonuca ulaşmak amacıyla bir sorunu ele almak. neşterleme * Neşterlemek işi. neşterlemek * Neşterle kesmek.
* Üzüntü verecek bir durumu veya sorunu hatırlatmak, deşmek.neşveli * Neşeli. neşvünema * Gelişme, yetişme. neşvünema bulmak * gelişmek. net * Bütün çizgileri belirgin olan, gözün bütün ayrıntılarıyla algıladığı iyi görünen (şey).
* İyi duyulan (ses).
* Kesintilerden sonra geri kalan (miktar), safi.
* Açık seçik olan, anlaşılmaz yanı bulunmayan.net resim * Genellikle 1/10 ölçeğinde çizilen ve işin; önden, yandan üstten görünüşünü veren teknik resim. net ücret * Brüt ücretten gelir vergisi, sigorta primi vb. kesildikten sonra ele geçen ücret. netameli * Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin olmayan.
* Başına sık sık kaza gelen. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 16
netekim * Bkz. nitekim. netice * Sonuç. neticelendirme * Neticelendirmek işi, sonuçlandırma. neticelendirmek * Sonuçlandırmak. neticeleniş * Neticelenmek işi veya biçimi. neticelenme * Neticelemek işi, sonuçlanma. neticelenmek * Sonuçlanmak. neticeleşme * Neticeleşmek işi veya durumu. neticeleşmek * Sonuca erişmek. neticesiz * Sona ulaşmayan, sonuçsuz. neticeten * Sonuç olarak. netleşme * Netleşmek işi veya durumu. netleşmek * Net, açık seçik, iyi bir duruma gelmek. netleştirme * Netleştirmek işi. netleştirmek * Net ve açık bir duruma kavuşturmak. netlik * Net olma durumu. neuzübillâh * “Tanrı’ya sığındık”, “Tanrıkorusun” anlamında, tehlikeli bir durum karşısında kullanılır. neva * Ses, ahenk, nağme.
* Klâsik Türk müziğinde bir makam adıve yegâhtan bir oktav tiz olan “re” perdesi.nevabuselik * Klâsik Türk müziğinde bir birleşik makam. nevale * Gereken yiyecek ve içecek şeyler, azık. nevaleyi düzmek * gerekli yiyecek ve içeceği sağlamak, sofrayıhazırlamak. nevazil * Nezle, ingin, dumağı. nevaziş * İltifat, gönül alma, okşama. nevbet * Nöbet. neveser * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam. nevi * Çeşit, cins, tür. nev’i şahsına münhasır * Kendine özgü davranışve karakteri olan kimseler için kullanılır. nevir * Yüzün rengi, bet beniz. nevmit * Umutsuz, çaresiz. nevmit olmak * çaresiz kalmak, umudu kalmamak. nevralji * Sinir üzerinde duyulan, genellikle şiddetli ve batıcıağrı. nevraljik * Nevraljiyle ilgili, nevralji türünden olan. nevrasteni * Başağrıları, sindirim güçlükleri gibi fizikî rahatsızlıklar ve ruhsal görevlerde gevşeme ve bitkinlik biçiminde
görülen, sinirsel güçlerin zayıflamasından doğan nevroz.nevresim * Torba biçiminde dikilmişyorgan çarşafı. nevri dönmek * belli etmemeye çalıştığı bir öfkeye kapılmak, çok sinirlenmek. nevrofik * Bkz. nörotik. nevroloji * Bkz. nöroloji. nevropat * Sinir hastası. nevroz * Bkz. Sinirce. nevruz * Eski takvimlere göre yılın ve baharın ilk günü sayılan martın yirmi birine rastlayan gün.
* Nevruz Bayramı.Nevruz Bayramı * Nevruz günü kırlarda baharın gelişini kutlamak için yapılan bayram. nevruz otu * İki çeneklilerden, çiçekleri aslanağzına benzeyen, türlü renkte, taşıdığı glikozit sebebiyle iç söktürücü olarak
kullanılan bir kır bitkisi (Linaria vulgaris).nevton * Uluslar arası birim sisteminde, kütlesi 1 kg olan cisme saniye karede 1 m lik bir ivme veren güç birimi. nevyunanîlik * 20. yüzyıl başında Yahya Kemal ve Yakup Kadri’nin başlattıklarıAkdeniz mitolojisine yönelen edebiyat
hareketi ve anlayışı.nevzat * Yeni doğan çocuk. ney * Klâsik Türk müziğinde ve özellikle tekke müziğinde yer alan, kaval biçiminde, yanık sesli, kamıştan bir
üfleme çalgısı.ney üflemek (veya üfürmek) * ney çalmak. neyçe * Küçük ney.
* Dokumacıların kullandığıküçük kamış.neye * Bkz. Niye. neye uğradığını bilememek (veya şaşırmak) * ansızın üzücü, sıkıcı, neşeli, güzel veya hoş bir durum karşısında kalmak. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 17
neyi * Hangisi. neyin nesi (kimin fesi) * “kimdir, nasıl bir kişidir? ne idiği belirsiz” anlamında kullanılır. neyleyim * ne yapabilirim, elden ne gelir?. neymiş * söylendiğine göre, güya. neyse * Önemi yok, olan oldu.
* Çok şükür, bereket versin.
* Konuyu kapatalım, uzatmayalım, her ne ise.neyse ne * bir yere, bir dereceye kadar. neyzen * Ney üfleyici, ney çalan kimse. neyzen bakışlı * Boynunu yana çarpıtarak bakan. nez hâli * Ölüm hâli. nezafet * Temizlik, paklık. nezahet * Temizlik, ahlâk temizliği. nezaket * Başkalarına karşısaygılıve incelikle davranma, incelik, naziklik.
* (bir işveya durum için) Önemli olma, dikkatli davranmayı gerektirme.nezaket göstermek * davranışlarda nazik olmak. nezaket kesp etmek * sıkıntılı, nazik, kritik bir durum almak. nezaketen * Nezaket olarak, nazik davranarak. nezaketli * İnce, nazik. nezaketlilik * Nezaketli olma durumu. nezaketsiz * Nazik olmayan. nezaketsizlik * İnce ve nazik olmama durumu, kabalık. nezaret * Bakma, gözetme.
* Bakanlık.
* Görü.
* Gözaltı, gözetim.
* Denetim, kontrol.
* Nezarethane.nezaret etmek * denetlemek, bakmak. nezarete almak * göz altına almak. nezarethane * Gözaltına alınan kimselerin konulduğu yer. nezaretli * Görünüşlü, görüntüye sahip. nezaretsiz * Görünüşü olmayan, manzarasız, görüntüsüz. nezdinde * Yanında. nez’etme * Nezetmek işi veya durumu. nez’etmek * Ayırmak, çekip almak. nezif * Kanama. nezih * Temiz, temiz ahlâklı. nezir * Adak. nezir etmek * Bkz. nezretmek. nezle * Soğuk almaktan ileri gelen, burun akması, aksırma ile beliren hastalık, ingin, dumağı. nezle otu * Bkz. pirekapan. nezleli * Nezlesi olan. nezretme * Nezretmek işi veya durumu. nezretmek * Adamak. nezt * Yan, kat. nıkris * Damla hastalığı, gut. nısfet * Bkz. nasfet. nısfınnehar * Meridyen düzlemi. nısfiye * Bir çeşit kısa ney. nısıf * Yarı, yarım. nısıf kutur * Yarıçap. nışadır * Amonyak tuzu. nışadır kaymağı * Amonyum karbonat. nışadır ruhu * Amonyak. Ni * Nikel’in kısaltması. nice * Kaç, ne kadar.
* Oldukça çok.
* Nasıl.
* Uzun süreden beri.nice nice * Pek çok. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 18
nicel * Nicelik bakımından olan, nicelikle ilgili. niceleme * Nicelemek işi. nicelemek * Bir şeyi sayı, ölçü vb.ile bildirmek.
* Bir terime, tek veya çok oluşuna göre bir nicelik yüklemek.niceleyici * Niceleme niteliği olan. niceleyiş * Nicelemek işi veya biçimi. nicelik * Bir şeyin sayılabilen, ölçülebilen veya azalıp çoğalabilen durumu, kemiyet, miktar.
* Bir şeyin eşit parçalara bölünebilen ve ölçülebilir olan yanları.
* Genellikle sayılabilen, toplamıdoğrudan sayı olarak belirtilebilen genel özellik.niçin * Bir olayın amacını, sebebini sormak için kullanılır. nida * Çağırma, bağırma, seslenme.
* Ünlem.nifak * Geçimsizlik, anlaşmazlık, ara bozma, ayırma. nifak sokmak * ara açmak, anlaşmazlık çıkarmak. nifakçı * Arabozan, araaçan (kimse). nihaî * İşi sona erdiren, işi kesen, sonuncu. nihaî karar * Muhakeme sonunda verilen karar. nihale * Sofrada kullanılan sahan altlığı. nihan * Gizli. nihavent * Türk müziğinde bir makam. nihayet * Son.
* (ni’ha:yet) Sonunda.
* -den başka bir şey değil.nihayet vermek * ilişkiyi kesmek, bir işi, alışkanlığıyapmaktan vazgeçmek.
* bitirmek, tamamlamak, sonuçlandırmak.nihayetinde * Sonunda. nihayetlenme * Nihayetlenmek işi. nihayetlenmek * Bitmek, son bulmak, sona ermek. nihayetsiz * Sonsuz, sonu gelmez, bitip tükenmez. nihilist * Nihilizm yanlısı. nihilizm * Moral gerçeği ve değerleri reddeden bir öğreti.
* Her türlü gerçek varlığı inkâr eden aşırı bireycilik, yokçuluk.
* Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısınıkabul etmeyen görüş.Nijeryalı * Nijerya halkından olan kimse. nikâh * Bir erkekle bir kadının evlilik birliği kurmasınısağlayacak kanunî işlem.
* Nikâh sırasında erkeğin kadına borçlandığıpara.nikâh düşmek * birbiriyle evlenmelerine kanunî veya örf bakımından engel bulunmamak. nikâh etmek * bir erkek bir kadınınikâhla almak. nikâh kıymak * nikâh memuru kanuna göre çiftlerin karıkoca olduklarını bildirmek. nikâh memuru * Kanunlara uygun olarak nikâh işlemini yapan, nikâh kıyan görevli. nikâh şekeri * Nikâh töreninde davetlilere dağıtılmak üzere özel olarak yaptırılan şeker. nikâh tazelemek * boşandığıkişiyle yeniden evlenmek.
nikâhı olmaknikâhlama * Nikâhlamak işi. nikâhlamak * Nikâh etmek.
* Nikâh kıymak.nikâhlanış * Nikâhlanmak işi veya biçimi. nikâhlanma * Nikâhlanmak işi. nikâhlanmak * Bir kimseye nikâhla bağlanmak.
* Kanunî olarak nikâh işlemleri yapılmak.nikâhlayış * Nikâhlamak işi veya biçimi. nikâhlı * Kanunî olarak nikâh işlemi yapılmışolan karıveya koca. nikâhlık * Nikâhla ilgili olma durumu. nikâhlılık * Nikâhlı olma durumu veya biçimi. nikâhsız * Aralarında nikâh olmadığıhâlde karıkoca hayatısüren.
* Nikâhsız olarak.nikâhsızlık * Nikâhsız olma durumu veya biçimi. nikâhta keramet vardır * nikâh evlenenleri sevgi bağıyla bağlar. nikap * Yüz örtüsü, peçe. Nikaragualı * Nikaragua halkından olan kimse. nikbet * Düşkünlük, talihsizlik, felâket. nikbin * İyimser, optimist. nikbinlik * İyimserlik, optimizm. nikel * Atom sayısı28, atom ağırlığı58,71, yoğunluğu 8,9 olan, gümüşparlaklığında, demir sertliğinde, kolay
işlenir ve kolayca tel durumuna getirilir bir element. KısaltmasıNi. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 19
nikel kaplama * Nikelâj. nikelâj * Metal bir yüzeyi nikelle kaplama.
* Nikel kaplanmışmetal.nikelleme * Nikelâj. nikellemek * Nikelâj yapmak. nikelli * Birleşiminde nikel bulunan.
* Nikelle kaplanmış.nikelsiz * Nikeli olmayan, içinde nikel bulunmayan. nikotin * Tütün yapraklarından çıkarılan, renksiz, açıkta bırakılınca havadan oksijen alarak esmerleşen, 247°C de
kaynayan ve 1,033 yoğunluğunda çok zehirli bir alkaloit (C10H14N2).nikris * Bkz. nıkris. nikriz * Klâsik Türk müziğinde, dizisi bir sekizli içinde gösterilebilen basit görünüşlü bir birleşik makam. nilüfer * Nilüfergillerden, yapraklarıyuvarlak ve geniş, çiçekleri beyaz, sarı, mavi, pembe renkte, durgun sularda
veya havuzlarda yetişen bir su bitkisi (Nymphea).nilüfergiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi nilüfer olan bir familya. nim * Yarı. nimbus * Kara bulut. nimet * İyilik, lütuf, ihsan.
* İyi yaşamak için gerekli her şey.
* Yiyecek içecek, özellikle ekmek.
* Yararlanılan imkân.nimet bilmek * şeref saymak. nimet hakkı * Yenen, içilen şeyler üstüne yemin sözü. nimeti ayağıyla tepmek * Bkz. kısmetini ayağıyla tepmek. nimetşinas * İyilik bilir (kimse). nine * Torunu olan kadın, büyük anne.
* Yaşlıkadınlara seslenmek için kullanılır.ninni * Küçük çocuklarıuyutmak için söylenen türkü.
* Söylenen ninnilerin sonunda tekrarlanan söz.
* Bu tür bestelenmişeser.nipel * İki bağlantıparçasını birbirine yakın olarak eklemekte kullanılan özel parça. nirengi * Belli sayıda noktanın konumunu kesinlikle tespit edebilmek için, bu noktalarıtepe olarak kabul ederek, bir
alanıüçgenlere bölme işi.nirengi haritası * Nirengi yoluyla çıkarılan harita. nirengi noktası * Nirengi işleminde ayrılan üçgenlerin tepe noktası.
* Gemicilerin seyir için kullandığıdoğal yön noktası.
* Başlangıç.nisaî * Kadınla ilgili.
* Kadın hastalıkları ile ilgili.
* Kadınsı.nisaiye * Kadın hastalıkları, jinekoloji.
* Hastahanelerde kadın hastalıkları ile ilgili bölüm.nisaiyeci * Kadın hastalıklarıuzmanı, jinekolog. nisaiyecilik * Nisaiyecinin işi. nisan * Yılın 30 gün süren dördüncü ayı. nisan balığı * Nisanın birinci gününde yapılan aldatma ve şaka. nisan yağmuru * Nisan ayında yağan ve bereketine inanılan yağmur. nisap * Yeter sayı. nispet * Oran.
* Bağıntı, ilgi, ilinti.
* Birini üzmek için veya inat olsun diye yapılan iş.
* Kıskandırmak veya üzmek için.nispet eki * Bazıyabancı isimlerin anlamlarına bağlıyabancısıfatlar kuran ek. nispet etmek * eşit tutmak, oranlamak. nispet kabul etmek * eşit tutmak, oranlamak. nispet kabul etmemek * eşit tutulamamak. nispet vermek (veya yapmak) * karşısındakini kızdırmak için ona gösterişyapmak. nispetçi * Nispet vermek huyu olan. nispeten * Göre, kıyaslayarak, oranla.
* Bir dereceye kadar, oldukça.nispeti olmak * ilgisi olmak, bağlantısı olmak. nispetli * Oranlı. nispetsiz * Oransız.
* Birbirine uymayan, farklı.nispetsizlik * Oransızlık. nispî * Göreli, bağıntılı, izafî, rölatif.
* Birbirine göre (olan), önceki duruma göre.nispî temsil * Çoğunluk partisi dışındaki partilerin de kuvvetleri oranında üye seçmelerini sağlayan seçim biçimi. nisyan * Unutma. niş * Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre. nişaburek * Klâsik Türk müziğinde rast makamıve uşşak makamının buselik “si” perdesiyle oluşmuş bir makam. nişan * İşaret, iz, belirti, alâmet.
* Nişanlanma sırasında yapılan tören.
* Evlenmek üzere birbirine söz verme, nişanlanma.
* Kurşun, taşvb.ile vurulmak istenen hedef.
* Hedefi vurmak için silâh, taşvb.ye gerekli doğrultuyu verme.
* Gördükleri önemli işlerden dolayıkişileri onurlandırmak için devletçe verilen anmalık. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 20
nişan almak * (ateşli silâhlara) bir hedefi vurmak için gerekli doğrultuyu vermek, gezlemek.
* kendisine nişan verilmek.nişan atmak * ateşli silâhlarla atışyapmak. nişan halkası * Evlenecek olan çiftin nişanlanınca taktıklarıve düğünden sonra da taşıdıklarıhalka biçiminde yüzük, nişan
yüzüğü.nişan koymak * ileride tanıyabilmek veya ölçebilmek için bir şeyin durumunu, onun herhangi bir özelliğini akılda tutmak
veya iz bırakmak.nişan takmak * (nişanlanan çift için) nişan yüzüklerini parmaklarına geçirmek.
* göğsüne nişan iliştirmek.nişan vermek * birini nişan ile ödüllendirmek. nişan yapmak * nişan töreni düzenlemek. nişan yüzüğü * Nişan halkası. nişancı * Attığıkurşun, taşvb.ile hedefi vurmakta ustalık kazanmışolan.
* Padişah divanıüyesi olan, antlaşma, berat, menşur, name ve fermanların başına tuğra çeken görevli,
tevkici.nişancılık * Nişancı olma durumu. nişane * Ateşli silâhlarda, namluya hedefin uzaklığına ve bulunduğu yerin yüksekliğine göre gereken yükselişaçısını
veren, silâhı bu hedefe doğrultmaya yarayan alet.
* Hedef.
* Eser, iz, belirti.nişangâh * Ateşli silâhlarda namluya hedefin uzaklığına ve bulunduğu yerin yüksekliğine göre gereken yükselişaçısını
veren, silâhı bu hedefe doğrultmaya yarayan alet.
* Hedef.nişangeç * Düzeltilmiş bir ağaç parçasının kenarına değişik aralıklarda paralel çizgiler çizmek için, marangozlukta
kullanılan el aracı.nişanıatmak (veya bozmak) * (kadın veya erkek) nişandan vazgeçmek. nişanlama * Nişanlamak işi. nişanlamak * Bir çiftin evlenme işinin kararlaştığına belirti olarak parmaklarına yüzük takmak, yavuklamak.
* Bir hedefi vurmak için silâh, taşvb.ye belli bir doğrultu vermek.
* Bir şeyin yerini belirtmek, işaretlemek, nişan koymak.nişanlanış * Nişanlanma işi veya biçimi. nişanlanma * Nişanlamak işi.
* Bir erkekle bir kadının ileride birbirleriyle evlenmek için yaptıklarısözleşme.nişanlanmak * Nişanlıduruma gelmek.
* Evlenmeye söz verme belirtisi olarak yüzük takmak.nişanlı * Evlenmek için söz verip yüzük takmışolan (kimse).
* Belirleyici bir işareti, alâmeti, nişanı olan kimse.nişanlık * Nişanlılık. nişanlılık * Nişanlı olma durumu, yavukluluk. nişansız * Belirleyici bir işareti, alâmeti, nişanı olmayan. nişasta * Tahıl tanelerinden mercimek, bezelye gibi bazı baklagillerden veya patates gibi birtakım yumrulardan özel
yöntemlerle çıkarılan una benzer bir madde.nişasta buğdayı * Kaplıcayıandıran, ufak taneli, nişastasıçok, dağlık yerlerde yetişen bir buğday türü. nişastacılık * Nişasta yapmak veya satmak işi. nişastalanma * Nişastalanmak işi veya durumu. nişastalanmak * Nişastaya karışmışolmak, nişasta ile işlem görmek. nite * Nasıl, niçin. nitekim * Gerçekten, nasıl ki, hakikaten. nitel * Nitelik bakımından olan, nitelikle ilgili bulunan. niteleme * Nitelemek işi. niteleme belirteci * Niteleme zarfı. niteleme sıfatı * Bir ismi niteleyen sıfat: Çok çalışkan. Pek yaramaz vb. niteleme zarfı * Bir fiilin, bir sıfatın veya bir başka zarfın anlamınınitelik bakımından etkileyen zarf: Böyle konuşmayınız.
Gülerek gitti. İyi etti.nitelemek * Bir şeyin niteliğini belirtmek. nitelendirilme * Nitelendirmek işi. nitelendirilmek * Nitelendirmek işine konu olmak. nitelendirme * Nitelendirmek işi, vasıflandırma. nitelendirmek * Niteliğini belirtmek, nitelik kazandırmak, vasıflandırmak. niteleniş * Nitelenmek işi veya biçimi. nitelenme * Nitelenmek işi, vasıflanma. nitelenmek * Niteliği belirtilmek, nitelik kazanmak, vasıflanmak. niteleyiş * Nitelemek işi veya biçimi. nitelik * Bir şeyin nasıl olduğunu belirten, onu başka şeylerden ayıran özellik, vasıf, keyfiyet.
* Bir şeyin iyi veya kötü oluşu, kalite.
* Bireyi, nesne veya yaşantının bir yönünü, ötekilerden ayırt etmeye yarayan ve ölçebilen özellik, keyfiyet.nitelikli * Bir şeye ayırt edici özellik veren, vasıflı.
* Bir şeye nitelik bakımından üstünlük kazandıran, kaliteli.nitelikli işçi * İstenilen nitelikleri taşıyan, iyi yetişmiş, usta işçi, kalifiye işçi, vasıflı işçi. niteliksiz * Ayırt edici özelliği olmayan, basit, düz.
* Nitelik bakımından üstün olmayan, kalitesiz.niteliksizlik * Niteliksiz olma durumu, kalitesizlik. nitramit * Doğal amonyum nitrat.