Nazileştirme | * Nazileştirmek işi. |
Nazileştirmek | * Propaganda yolu ile Nazizm yanlısıyapmak. |
nazir | * Benzer, eş, örnek. |
nazire | * (davranış, söz için) Karşılık olarak, benzetilerek yapılan davranış, söz. * Başka bir manzume örnek alınarak aynıölçü ve aynıuyakla yazılan manzume. |
nazire yapmak | * bir söze, bir davranışa benzeriyle karşılık vermek. |
nazirsiz | * Benzersiz, eşsiz. |
Nazizm | * Almanya’da 1930’lu yıllarda Hitler tarafından kurulan Nasyonal Sosyalist Partisinin, Alman ırkının üstünlüğünü savunan politikası, Hitlercilik. |
nazlanınazlanı | * Nazlanarak. |
nazlanış | * Nazlanmak işi veya biçimi. |
nazlanma | * Nazlanmak işi. |
nazlanmak | * Kolayca gönlü olmamak, ısrar beklemek. * İsteksiz görünmek. |
nazlı | * Kolayca gönlü olmayan, kendini ağır satan, işveli, edalı. * Üstüne titrenilen, değer verilen, sevgili. * Özen isteyen, nazik. |
nazlılık | * Nazlı olma durumu. |
nazmen | * Şiir olarak. |
nazmetme | * Nazmetmek işi veya durumu. |
nazmetmek | * Nazım biçimine sokmak, nazım olarak düzenlemek. |
Nb | * Niyobyum’un kısaltması. |
-ncı/-nci, -ncu/-ncü | * Sayıadlarından, sıra sayılarıtüreten ek. |
-nç | * Fiilden isim ve sıfat türeten ek: bas-ı-nç, kork-u-nç, gül-ü-nç vb. |
Nd | * Neodim’in kısaltması. |
ne | * Türk alfabesinin on yedinci harfinin adı. |
ne | * Hangi şey. * Soru biçiminde şaşma bildiren ünlem. * (şart birleşik zamanıyla) Her şey. * (çokluk ekiyle) Birçok şeyler. * Hangi. * Soru yoluyla itiraz anlatır. * Nasıl. * Şaşma veya çokluk bildirir. * Sana ne, bana ne gibi soru cümlelerinde “ne ilgisi var” anlamındadır. |
ne âlâ | * Ne iyi, diyecek bir şey yok. |
ne âlâ memleket | * haksız ve yersiz işlerin hoşgörüldüğü, kurallaştığı bir ortam için ters anlatışla “diyecek yok” ne güzel!” anlamında kullanılır. |
ne âlem | * yadırganan ama kızılmayan davranışları olan kimseler için kullanılır. |
ne âlemde? | * nasıl?. |
ne alıp veremiyor? | * isteği, dileği nedir, niçin musallat oluyor?. |
ne altını bırakmak ne üstünü | * bir şeyin veya yerin her tarafınıkarıştırmak (dolaşmak). |
ne arar (veya onda … ne gezer) | * onda yoktur. |
ne arıyor | * ne, neden oraya gitmiş. |
ne biçim? | * nasıl?. |
ne buyrulur? | * onun nasıl bir şey olduğunu gördünüz, buna ne diyorsunuz?. |
ne çare | * çaresi yok, elden ne gelir. |
ne çıkar | * ne zararıvar?. * bir sonuç vermez!. * nasıl bir yarar umulur?. |
ne çiçektir, biliriz | * ne yeteneksiz, niteliksiz olduğunu biliriz. |
ne dağda bağım var, ne çakaldan davam | * tuttuğum bir taraf yok ki ona saldıranların karşısında olayım. |
ne de olsa | * ne denli eksiği, kusuru olursa olsun, böyle olmakla birlikte. |
ne de olsa | * ne kadar eksiği olursa olsun. |
ne dedim de | * pişmanlık gösterir. |
ne demek olsun | * Bkz. ne demek. |
ne demek? | * bunun anlamınedir?. * hiç öyle şey olur mu, o nasıl şey, hiç yakışık alır mı?. |
ne demeye | * ne diye, nasıl bir düşünceyle, hangi maksatla, niçin?. * hangi anlama?. |
ne denir! (veya ne dersin) | * bir konuda söyleyecek söz kalmadığınıanlatır. |
ne denli | * ne kadar. |
ne dese beğenirsin? | * “nasıl beklenmeyen bir söz söylendi biliyor musun” anlamında kullanılır. |
ne diye? | * nasıl bir düşünceyle, niçin?. |
ne ekersen onu biçersin | * nasıl davranırsan öyle karşılık görürsün. |
ne fayda | * işişten geçtikten sonra alınan boşönlemler için “neye yarar” anlamında kullanılır. |
ne gezer | * bulunmaz, yoktur. |
ne gibi? | * nasıl, ne türlü?. |
Kategori: N
-
Türkçe Sözlük N Sayfa 9
-
Türkçe Sözlük N Sayfa 10
ne gözle bakmak * inancını belirtir biçimde bakmak; değerlendirmek. ne güne duruyor? * … varken başka şey gerekmez.
* şimdi yapmazsa (kullanmazsa) ne zaman yapacak (kullanacak)?.ne günlere kaldık! * zamanın olaylarından yakınma anlatır. ne haber? * bir şey biliyor musunuz?. ne hacet * gereksiz. ne haddine! * ona mıdüşmüş, ona mıkalmış, ona düşmez. ne hâlde? * hangi durumda?. ne hâli varsa görsün * (öğüt ve uyarıdinlemeyenler için) ne yaparsa yapsın, beni ilgilendirmez” anlamında kullanılır. ne hesaba gelmek, ne de kantara * elle tutulur olmamak, tutarlıve sağlam görünmek. ne hikmetse (hikmettir) * bilinmeyen bir sebepten dolayı. ne idiği belirsiz * ne olduğu, soyu sopu belirsiz. ne imiş? * ne değeri var?. ne ise * neyse. ne istediğini bilmek * amacınıkesin ve kararlı bir biçimde belirlemek. ne iyi! * mutluluk ve beğenme anlatır. ne kadar * nicelik anlamıyla soru bildirir.
* çok, oldukça.
* ne ölçüde.ne kadar olsa * ne de olsa, sonuçta. ne kokar ne bulaşır * (iyilik yapacak durumda olmakla birlikte) kimseye iyiliği de dokunmaz, kötülüğü de. ne lâzım * niçin ilgileniyorsun, ilgilenme. ne mal olduğunu biliriz * işe yaramaz, hatta kötü kişi olduğunu biliriz. ne mal olduğunu bilmek (veya anlamak) * (birinin) nasıl bir nitelikte, yetenekte ve yaratılışta olduğunu bilmek, kestirmek. ne mene * ne çeşit, ne türlü. ne mümkün * olacak şey değil, imkânsız. ne münasebet! * hiç öyle şey mi olur, hiç ilgisi yok. ne o? * ne var, ne oluyor?. ne od var ne ocak * yoksulluk ve perişanlık içinde. ne olacak! * küçümseme anlatır.
* ne değeri var, önemi yok.ne olduğunu bilememek * şaşırmak, aklı başından gitmek. ne oldum delisi olmak * ummadığı bir duruma ulaşan kimse çok şımarmak. ne olur (veya ne olursun, ne olursunuz) * yalvarırım, lütfen, rica ederim. ne olur ne olmaz * her ihtimale karşı, ne olacağı belli değil. ne olur ne olmaz * her ihtimali düşünmek gerekir. ne olursa olsun * her durumda, olumlu veya olumsuz bütün şartlarda. ne oluyor? * ne gereği var veya ne karışıyor?. ne pahasına olursa olsun * ne büyük özveri isterse istesin; her türlü sıkıntıve tehlikeyi göze alarak. ne sakala minnet ne bıyığa * en yakın akrabalarının bile yardımını istemeyerek kendi imkânlarıyla yetinme. ne söylüyorsun? * söylediğine dikkat ediyor musun?.
* gerçek mi? doğru mu?.ne sularda? * ne durumda, ne merkezde?. ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın zekeri (veya yüzü) * yararı olsa bile istenmeyen kimseler için söylenir. ne şeytanı gör ne salavat getir * gücünün yetmediği işe kalkışmamayı, kalkışılırsa da başkalarından medet ummamayıanlatmak için söylenir. ne şişyansın ne kebap * iki taraf da gücendirilmesin veya korunsun. ne var ki * aralarında aykırılık bulunan cümleleri bağlamaya yarar, ama, fakat, lâkin. ne var ne yok * ne haberler var, işler nasıl?.
* olanların bütünü.ne yaparsın ki (veya ne yapmalıki) * ne çare ki. ne yapıp yapıp * her ne durumda olursa olsun bir çözüm yolu bularak. ne yârdan geçer ne serden * elde etmek istenen şey özveri gerektirir. ne yazar * hükmü olur mu? değeri var mı?. ne yüzle * hiç utanmadan.
ne… ne…
* Birden fazla özne, tümleç veya fiili birlikte inkâr etmek için, bunlardan önce yer alan kelimelerin başlarına
getirilen tekrarlamalı bağlaç, hem…hem karşıtı. Bu bağlaç, anlamca olumsuz olan cümlelerdeki fiilin olumlu kalmasını
gerektirir.
* Ne ile bağlanan özne veya cümlelerden önceki fiiller aşağıda gösterilen durumlarda olumsuz kullanılırlar a)
Fiil, ne ile bağlanan özne veya cümlelerden önce gelirse: “Benimle hemzeban olmaz ne Firdevsî ne Hakanî.” – Nef’î.
b) ne’li cümlenin fiili şartlı olursa: Sen ne yaz, ne kışdinlemezsen çabuk çökersin. c) fiilden önce olumsuz bir anlam
veren bir ünlem veya zarf bulunursa: Ne tütüne, ne içkiye sakın alışmayın. Ne İzmir’e ne Bursa’ya hiç gitmemiş. d) –
diği, -eli beri, -inceye kadar, -ince, -dikçe, -dikten sonra veya -den önceki biçimindeki zarf-fiilerle.
* İki sıfat veya sıfat durumunda olan iki kelimenin başına getirildiğinde, iki kavramın ortalaması olan
üçüncü bir kavram anlatır.
* ne … ne çokluk, güzellik vb. anlatır.nebat * Bitki. nebatat * Bitkiler.
* Bitki bilimi, botanik. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 11
nebatat bahçesi * Her türlü bitkinin örnek olarak yetiştirilip meraklıların incelemesine açık bulundurulan yer, botanik
bahçesi.nebatî * Bitki ile ilgili, bitkisel. nebevî * Hz. Muhammed’le ilgili, Hz. Muhammed’e ilişkin. nebi * Peygamber, savacı. nebülöz * Bulutsu. nebze * Az şey, az.
* Biraz, kısa bir süre, bir parçacık.nebzecik * Pek az, küçücük. necabet * Temiz bir soydan gelme, soyluluk. necaset * Pislik.
* Dışkı, ters (Il).necat * Kurtuluş. necat bulmak * kurtulmak. nece * Hangi dilde, hangi dilden?. Necef taşı * Parlak ve saydam bir çeşit kuvars billûru. neci * Ne işyapar, ne ile uğraşır?. neci oluyor! * niçin karışıyor, ona ne?. necip * Soylu, soyu temiz. nedamet * Pişmanlık. nedamet duymak (veya getirmek) * pişman olmak. nedametle * Pişmanlık duyarak. nedbe * Yara izi. neden * Bir olayıveya durumu gerektiren veya doğuran başka olay veya durum, sebep.
* Bir olayıdoğuran başka bir olayısormak için kullanılır; niçin.
* Bir varlığıveya olayıetkileyen, oluşturan, doğuran şey, sebep, illet.neden bilimi * Olgulara yol açan sebeplerin bütünü, etiyoloji.
* Hastalık sebeplerini araştıran tıp dalı, etiyoloji.neden ise * Bkz. nedense. neden olmak * bir şeyin olmasına veya ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak. neden sonra * gereğinden çok sonra. neden sonra * Aradan bir hayli zaman geçince.
* Aradan bir süre geçince.neden tanrıcılık * Deizm. nedeniyle * Yüzünden, dolayısıyla, sebebiyle. nedenli * Nedeni olan, sebepli. nedenli nedensiz * Hiçbir dayanağıyokken, nedeni olsun veya olmasın, sebepli sebepsiz. nedense * Bilinmeyen, belli olmayan bir sebep dolayısıyla. nedensel * Nedenle ilgili olan, sebep niteliğinde olan, illi. nedensellik * Nedensel olma durumu, illiyet. nedensellik ilkesi * Her şeyin bir sebebi vardır ve aynışartlar altında, aynınedenler, aynıetkileri doğurur biçiminde
özetlenebilen ilke.nedensiz * Nedeni olmayan, sebepsiz.
* Bir sebebi olmadan.nedim * Arkadaş, yakın dost.
* Yüksek makamdaki kişileri hoşsözlerle, güzel fıkra ve hikâyelerle eğlendiren kimse.nedime * Hanım arkadaş.
* Hanım sultanın, yüksek makamda bulunan kadınların yardımcısı olan hanım.nedir ki * şu var ki.
* hangi nedenle?.
* önemsiz, değersiz.nedret * Nicelik bakımından alışılanın, umulanın veya gerekenin altında olma durumu, azlık, seyreklik. nedret kesbetmek * seyrelmek. nefaset * Nefis olma durumu. nefer * Derecesi olmayan asker, er.
* Kimse.nefes * Soluk.
* (boş bir inançla) Şifa verir diye hastaya okuyup üfleme.
* Sigara, pipo içilirken içe çekilen duman.
* Canlıvarlık.
* Bektaşî ve Alevîlerin görüşve düşüncelerini belirtmek için yazılmışşiir.nefes aldırmamak * dinlenmesine fırsat vermemek, aralık vermemek. nefes almak * havayıciğerlerine çekmek, soluk almak.
* dinlenmek.
* ferahlamak, rahatlamak.
* mutlu bir biçimde yaşamak.nefes borusu * Bkz. soluk borusu. nefes çekmek * sigara veya başka bir şeyin dumanını içine çekmek.
* esrar içmek.nefes darlığı * Solumada yaşanan sıkıntı. nefes etmek * boş bir inanışa göre, rahatsızlığı, illeti geçirmek için okuyup üflemek. nefes kesici * Heyecanlı, coşkulu. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 12
nefes nefese * Soluyarak, soluk soluğa. nefes nefese kalmak * soluğu tıkanacak gibi olmak.
* dara dar.nefes tüketmek * çok konuşmaktan yorulmak. nefesi durmak * ölmek.
* şaşkınlık içinde kalmak.nefesi kesilmek (daralmak veya tutulmak) * güç soluk alacak duruma gelmek veya soluğu büsbütün durmak.
* bunalmak, sıkılmak.
* hayran kalmak, etkilenmek.nefesleme * Nefeslemek işi. nefeslemek * Nefesini bir şeye yöneltmek, üflemek.
* Okuyup, üflemek, nefes etmek.nefeslenme * Nefeslenmek işi. nefeslenmek * Nefes alacak kadar duraklamak, biraz dinlenmek. nefesli * Soluk alıp vermeden uzunca bir zaman durabilen, nefesi güçlü olan. nefesli çalgı * Bkz. üflemeli çalgı. nefeslik * Bir soluk alıncaya kadar geçen süre.
* Hava alma yeri, hava deliği.nefha * Güzel koku.
* Esinti.nefir * Boynuzdan yapılan bir tür boru. nefis * Öz varlık, kişilik.
* İnsanın yeme içme gibi ihtiyaçlarının bütünü.nefis * Pek hoş, istek uyandıran, çok güzel. nefis muhasebesi * İnsanın isteklerini, hırslarınıve yaptıklarını gözden geçirmesi, doğru veya yanlışlarınıvicdanının
süzgecinden geçirip bir değerlendirme yapması.nefis mücadelesi * İnsanın, kendi nefsinin isteklerini önleme çabası. nefis müdafaası * Bkz. nefsi müdafaa. nefiy * Sürme, sürgüne gönderme.
* Olumsuzluk ve olumsuz kılma.
* İnkâr etme.nefiy edilmek * Bkz. nefyedilmek. nefiy etmek * Bkz. nefyetmek. nefret * Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu.
* Tiksinme, tiksinti.nefret duymak * (birinden) tiksinmek, hoşlanmamak. nefret etmek * birine veya bir şeye karşınefret duygusuyla dolu olmak.
* tiksinti duymak.nefret uyandırmak * nefret etmesine sebep olmak. nefrit * Böbrek iltihabı. nefsanî * Canlılığın zorunlu kıldığı ihtiyaç ve isteklerle ilgili, beden arzularıyla ilgili. nefsaniyet * Düşmanlık duygusu, kin besleme. nefsi müdafaa * Korunma, kendini, öz benliğini koruma. nefsine düşkün * bencil. nefsine uymak * bedenin isteklerine uymak, günah işlemek. nefsine yedirememek * bir şey yapmayıkendisi için ağır, onur kırıcı bulmak. nefsini körletmek * beden isteklerinden herhangi birini üstünkörü gidermek, nefsini yatıştırmak. neft * Organik maddelerin ayrışmasından oluşan tutuşur sıvıların birçoğuna verilen ad.
* Çoğunlukla boyacılıkta kullanılan, petrol türevlerinden bir çeşit mineral yağ, neft yağı.neft yağı * Bkz. neft. neftî * Siyaha yakın koyu yeşil. neftîleşme * Neftîleşmek işi veya durumu. neftîleşmek * Neftî olmak, rengi neftîye dönmek. neftîleştirme * Neftîleştirmek işi veya durumu. neftîleştirmek * Rengini neftîye çevirmek, neftîleşmesine yol açmak. neftimsi * Nefte benzer, nefti andırır, neft gibi.
* Neftîye benzer, neftî gibi.nefyedilme * Nefyedilmek işi. nefyedilmek * Sürgüne gönderilmek, sürülmek.
* Olumsuz kılınmak.nefyetme * Nefyetmek işi. nefyetmek * Sürgüne göndermek.
* Olumsuz kılmak.negatif * Olumsuz, menfi.
* Eksi, pozitif karşıtı.
* Gerçekteki aydınlık ve karanlık bölümleri tersine gösteren fotoğraf camıveya filmi.negatif büyüklük * Aynıtürden pozitif bir büyüklükle ters yönde olan büyüklük. negatif sayı * Bkz. eksi sayı. neharî * Yatısız, gündüzlü okul veya öğrenci. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 13
nehir * Irmak. nehir roman * Bkz. ırmak roman. nehiy * Bir işin yapılmasınıyasak etme, engelleme, menetme. nekahet * Hastalık sonrası, sağlıklıduruma geçme dönemi. nekahethane * Şifa yurdu, dinlenme yurdu, evi. nekais * Eksiklikler, noksanlıklar. nekbet * Şanssızlık, talihsizlik.
* Düşkünlük.nekes * Eli sıkı, cimri. nekeslik * Cimri olma durumu veya cimrice davranış, cimrilik. nekre * Beklenmedik hoşve şaşırtıcısözler söyleyen, güldürücü hikâye anlatan (kimse), nükteci. nekrelik * Nekre olma durumu. nekroloji * Nekroz bilimi. nekrotik * Nekroz görünümünde veya durumunda olan. nekroz * Canlımaddelerin fiziksel ve kimyasal değişimi. nektar * Yunan mitolojisinde, içenleri ölümsüzlüğe kavuşturan tanrı içkisi.
* Bal özü.neler * çok ve çeşitli şeyler. neler de neler, maydanozlu köfteler * (alay yollu) akla gelmedik şaşılacak şeyler. nem * Havada bulunan su buharı.
* Hafif ıslaklık, rutubet.nema * Büyüme, gelişme, çoğalma.
* Faiz, ürem.nemalandırma * Nemalandırmak işi veya durumu. nemalandırmak * Nemalanmasını sağlamak. nemalanma * Nemalanmak işi. nemalanmak * (faizin katılmasıyla para) Çoğalmak.
* Beslenmek.nemcil * Nemden ve nemli yerden hoşlanan (bitki), hidrofil. Nemçe * Osmanlılarca, Avusturya’ya ve halkına verilen ad. nemçeker * Havadaki nemin niceliğini ölçüp gösteren alet, higroskop.
* Havadaki nemi emme özelliği olan, higroskopik.nemdenetir * Bir yerdeki nemlilik derecesini durağan durumda bulunduran alet, higrostat. neme gerek * Neme lâzım. neme lâzım * “Bu işle ilgilenmem, buna karışmam” anlamında kullanılır.
* Gereksiz, ihtiyaç olmama.
* Doğrusunu isterseniz, doğruyu söylemek gerekirse.neme lâzımcı * İlgilenilmesi gereken şeylerle ilgilenmekten kaçınan (kimse). neme lâzımcılık * Gerekli şeylerle ilgilenmekten kaçınma durumu, bir şeyi umursamama durumu. neme yönelim * Canlıların zorunlu olarak havanın nemine göre yönelmesi ve yer değiştirmesi, higrotropizm. nemf * Böceklerin kurtçuk durumundan yetişkin duruma geçerken, arada aldıklarıözel biçim. nemlendirici * Nemlendirmeye yarayan.
* Klima tesisatında havanın nemlenmesini sağlayan bölüm.nemlendirici krem * Kuru ciltlerin bakımından veya makyaj öncesinde kullanılan özel krem. nemlendirme * Nemlendirmek işi. nemlendirmek * Nemli duruma getirmek, rutubetlendirmek. nemleniş * Nemlenmek işi veya biçimi. nemlenme * Nemlenmek işi. nemlenmek * Nemli duruma gelmek, rutubetlenmek. nemletme * Nemletmek işi veya durumu. nemletmek * Nemli duruma getirmek. nemli * Nemi olan, az ıslak, rutubetli.
* (göz için) Yaşlı.nemli nemli * Islak olarak, ıslak biçimde. nemlilik * Nemli olma durumu. nemölçer * Havanın nem derecesini ölçmeye yarayan alet, higrometre. nemrut * Yüzü gülmez, acımaz, can yakıcı. nemrutlaşma * Nemrutlaşmak işi. nemrutlaşmak * Nemrut gibi davranmak, acımasız olmak, yüzü gülmemek. nemrutluk * Nemrut olma durumu. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 14
Nemse * Nemçe. nene * Anne.
* Büyük anne, nine.neodim * Atom sayısı60, atom ağırlığı144,3 olan, seryumdan daha sert, 6,96 yoğunluğunda bir element. Kısaltması
Nd.neojen * Üçüncü zamanın bölündüğü dört büyük devirden son ikisi olan pliyosen ile miyoseni birden kavrayan
sistem.
* Bu sistemle ilgili.neolitik * Taşdevrinin son çağı ile ilgili. neolojizm * Söz türetmecilik ve uydurmacılık. neon * Sıvıdurumuna getirilmişhavadan elde edilerek ışık araçlarında kullanılan, atom sayısı10, atom ağırlığı20,2
yoğunluğu 0,7 olan ve havada pek az olarak bulunan asal gazlar sınıfından bir element. KısaltmasıNe.
* Neon lâmbası.neon lâmbası * Neon tüpü kullanılarak yapılan aydınlatma aracı. neon tüpü * İçinde neon gazı bulunan boru biçiminde bir çeşit ampul. neoplâzma * Yeniden oluşan doku.
* Ur.neozoik * Üçüncü ve dördüncü zamanla ilgili. nepotist * Akraba ve yakın arkadaşlarınıkayıran. nepotizm * Akraba ve yakın arkadaşlarıkayırma. Neptün * Güneş’e yakınlığı bakımından sekizinci olan gezegen. neptünyum * Uranyumun nötronlarla bombardımandan yapay olarak elde edilen, atom numarası93, atom ağırlığı239
olan, radyoaktif bir element. KısaltmasıNp.nerde * Nerede sözünün kısalmış biçimi. nerden * Nereden sözünün kısalmış biçimi. nerdeyse * Bkz. neredeyse. nere * Hangi yer anlamında yer sormak için kullanılır.
* Hangi taraf veya organ (vücut için).nerede * “Hangi yerde?” anlamına yer zarfı.
* “Özlem, arayışimkânıvar mı, imkânsız” anlamlarında kullanılır.nerede akşam orada sabah * bir kimsenin gece kalacak belli bir yeri olmadığını, rastgele bir yerde kalabileceğini anlatır. nerede bu bolluk * bu işi yapmak sanıldığıkadar kolay değil, imkânlar sınırlı. nerede hareket, orada bereket * hareket olan yerde bolluk olur. nerede ise * Bkz. neredeyse. nerede kaldı * ne yararı oldu?. nerede kaldıki * olacak gibi görülmeyen bir düşünceyi anlatan sözün başına getirilir. nerede, … nerede * iki şeyin aralarındaki uzaklığıveya nitelik ayrımını belirtir. nereden * “Hangi yerden?” anlamına yer zarfı.
* Nasıl, ne gibi bir ilişki ile.nereden nereye * İki olay arasındaki ilişkiye şaşıldığınıanlatır.
* Uzak, dolambaçlı bir ilişki ile.neredeyse * Kısa bir süre içinde, hemen hemen. nereli * Birinin memleketini, doğum yerini sormak için kullanılır. neresi * Hangi yönü.
* Nerede, hangi yer.
* Tekrarlandığında karşılaştırılan şeylerin uzaklığını belirtir.nereye * “Hangi yere?” anlamına yer zarfı. nergis * Nergisgillerden, çiçekleri ayrıveya bir kök sap üzerinde şemsiye durumunda, açılmadan önce bir yenle
örtülü bulunan ve bazıtürlerinde beyaz, bazılarında sarırenkte, 20-80 cm yükseklikte, soğanlı bir süs bitkisi
(Narcissus).nergis zambağı * Soğanla üretilen, iri ve güzel çiçekli bir süs bitkisi, güzelhatun çiçeği (Amaryllis). nergisgiller * Bir çeneklilerden, nergis, fulya, kardelen gibi çoğu küçük ve kokulu çiçekleri içine alan bir bitki familyası. neritik * Kıyışeridinde deniz kabukları, kum, çakıl gibi şeylerle oluşan yığınakla ilgili. nervür * Bir veya iki milimlik pli.
* Direnci artıran çıkıntı.nervürlü * Nervürü olan. nesebi gayrisahih * Kanunî olmayan bir birleşme sonunda doğan (çocuk). nesebi sahih * Kanuna uygun bir evlenme sonunda doğan (çocuk). nesep * Soy, baba soyu. nesi * bazen insanlar için zamir olarak kullanılır.
* hangi yönü, hangi tarafı.
* çok iyi, çok güzel.nesi * Hangi yönü, hangi tarafı. nesi var nesi yok * bütün serveti. nesiç * Doku. nesih * Kaldırma, hükümsüz bırakma.
* Arap harflerinin, basımda ve yazma kitaplarda en çok kullanılan çeşidi.nesil * Göbek, kuşak.
* (hayvanlar için) Döl.nesilden nesile * kuşaktan kuşağa, kuşaklar boyunca. nesim * Hafif yel, esinti. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 4
nalbant * Hayvanlarınallayan kimse. nalbantlık * Nalbant olma durumu.
* Nalbandın işi.nalbur * At nalıyapan demirci.
* Çivi, kilit, menteşe gibi yapı işlerinde kullanılanşeyleri satan kimse, hırdavatçı.nalburluk * Nalbur olma durumu, hırdavatçılık. nalça * Ayakkabıların altına çakılan demir.
* Katır, eşek, sığır gibi hayvanların tırnaklarıaltına çakılan demir parçası.nalçalı * Nalçası olan. nalçasız * Nalçası olmayan. naldöken * Taşlı, çakıllı(yol). nale * İnleme, inilti. nâlekâr * İnleyen. nalın * Hamam gibi tabanııslak olan yerlerde kullanılan, üstü tasmalı, tabanıyüksek, ağaçtan bir tür takunya. nalıncı * Nalın yapan veya satan kimse, takunyacı. nalıncıkeseri * Hep kendi çıkarına çalışan. nalıncıkeseri gibi kendine yontmak * yaptığı işlerde hep kendi çıkarınıdüşünmek. nalıncılık * Nalıncının işi. nalınlı * Nalın giymişolan, takunyalı. nalınsız * Nalını olmayan, takunyasız. nallama * Nallamak işi. nallamak * Nal çakmak (hayvanın ayağına).
* Öldürmek.nallanış * Nallanmak işi veya biçimi. nallanma * Nallanmak işi. nallanmak * Nallamak işine konu olmak. nallarıdikmek * (hayvan veya hayvana benzetilen kişi) ölmek. nam * Ad.
* Ün.nam almak * şöhret sahibi olmak, tanınmak. nam kazanmak * ün sahibi olarak tanınmak. nam salmak * ününü her yana yaymak. nam vermek (veya salmak) * ün kazanmak. nama * adına, kendine, kendisine. namağlup * Mağlup olmamış, hiçbir yenilgi almamış. namahrem * Evlenmelerinde yasa bakımından sakınca olmayan (kadın ve erkek).
* Yabancı, el.namahremlik * Namahrem olma durumu. namaz * Müslümanların günde beşkez yapmalarıdince buyrulan ve dua okuyarak kıyam, rükû, sücut, kuut denilen
beden durumlarını, kuralınca tekrarlayarak Tanrı’ya edilen ibadet, salât.namaz bezi * Namaz kılarken kadınların başlarına örttükleri tülbent vb. kumaştan yapılan örtü.
* Başa örtülen bir tür örtü.namaz kılmak * namaz ibadetini yerine getirmek. namaz niyaz * İbadet. namaz örtüsü * Bkz. namaz bezi. namaz seccadesi * Üzerinde namaz kılınan seccade. namaz vakti * Namazın kılınacağıvakit. namaza durmak * namaz kılmak. namazbozan * Eğrelti otu türünden bir bitki. namazcı * Namazını düzenli kılan. namazgâh * Açıkta namaz kılmak için hazırlanmışolan ve kı ble yönüne doğru dikili bir taşı bulunan yer. namazıkılınmak * (Müslüman cenazesi için) cenaze namazıkılınmak. namazında niyazında (olmak) * din görevlerini gerektiği gibi yerine getirmek. namazlağı * Üstünde namaz kılınan kilim, post gibi şeylerden yapılmışseccade. namazlık * Üzerinde namaz kılınan seccade veya başka şey.
* Namazda okunan kısa dualar.
* Namaz kadar süresi olan, süren.namazsız * Aybaşıdurumunda olan (kadın). namdar * Ünlü. name * Mektup. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 5
name okumak * herkesin bildiği deyimleri veya sözleri söylemek. namerde muhtaç olmak (veya namerde muhtaç bırakmak) * güvenilmeyecek kimselerden yardım istemek zorunda kalmak (bırakmak). namert * Korkak, alçak, mert olmayan. namertçe * Korkakça, mert olmayan bir biçimde. namertlik * Alçaklık, korkaklık. namevcut * Mevcut olmayan, bulunmayan, yok. namınişanıkalmamak * yok olup unutulmak. namına * adına, kendisine.
* yerine, olarak.Namibyalı * Namibya halkından olan. namlı * Ünlü, tanınmış. namlı * Samanından ayrılmamışarpa, buğday yığını. namlışanlı * Çok ünlü. namlu * Tüfek, tabanca, top vb. ateşli silâhların ucunda bulunan boru biçimindeki parça.
* Kasatura, kılıç, meç ve bıçak gibi kesici silâhların uzun ve keskin bölümü.namus * Bir toplum içinde ahlâk kurallarına karşı beslenen bağlılık.
* Dürüstlük, doğruluk.
* Sililik, iffet.namus belâsı * Namusunu ve halk arasındaki saygınlığınıkorumak için katlanılan sıkıntı. namus davası * Namusuna dokunulan kişinin açtığıdava.
* Onur meselesi.namus sözü * Namus ve onur üzerine verilen söz, şeref sözü. namuskâr * Namuslu, namusuna düşkün. namuslu * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranan.
* Uygun, hilesiz, gereği gibi.namusluluk * Namuslu olma durumu. namussuz * Ahlâk kurallarına uygun olarak davranmayan, ahlâk kurallarınıçiğneyen. namussuzca * Namussuz bir biçimde. namussuzluk * Namussuz olma durumu veya namussuzca davranış. namusu iki paralık olmak * biri onursuz bir duruma düşmek. namusu temizlenmek * (bir işin içinden) kendi saygınlığınıyitirmeden çıkmak. namusuna dokunmak * birinin namus ve onurunu olumsuz biçimde etkilemek. namusuna sinek kondurmamak * kollamak, gözetlemek.
* namusuna, onuruna lâf söylettirmemek.namusunu temizlemek * ahlâk ve onuruna ters düşen bir durumdan kurtulmak için birini veya kendini öldürmek. namusuyla yaşamak * ahlâk ve onuruna bağlıyaşamak. namünasip * Uygunsuz. namüsait * Uygun olmayan, elverişsiz. namütenahi * Sonsuz, ucu bucağı olmayan. namütenahilik * Sonsuz olma durumu. namzet * Aday.
* Sözlü, yavuklu.namzet göstermek * bir işiçin aday belirleyip sunmak. namzetlik * Namzet olma durumu, adaylık. nan * Ekmek. nanay * Yok. nane * Ballı babagillerden, yapraklarısapsız, çiçekleri beyaz veya menekşe renginde, ıtırlı, çok yıllık ve otsu bir
kültür bitkisi (Mentha piperita).nane likörü * İçine nane esansıkatılarak yapılan likör. nane ruhu * Nane yapraklarından çıkarılan esans. nane suyu * İçinde nane ruhu eritilmişsu. nane şekeri * Nane ruhu karıştırılarak yapılan bir çeşit şeker. nane yemek * yakışıksız bir davranışta bulunmak, uygunsuz bir işyapmak. naneli * Nanesi olan.
* İçinde nane ruhu olan.nanemolla * Güçsüz, dayanıksız (kimse).
* Çok sık hastalanan, sağlıksız (kimse).
* İşten kaçınan, üşengeç.nanesiz * Nanesi olmayan. nanıaziz * Tanrıtarafından ihsan edilen, besin olarak verilen nimet.
* En kutsal yiyecek.nanik * Başparmağı burna değdirip öteki parmaklarıaçarak ve sallayarak yapılan alay işareti. nanikleme * Naniklemek işi. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 6
naniklemek * Başparmağı burun ucuna değdirip diğer parmaklarısallayarak alay işareti yapmak. nankör * Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen, iyilik bilmez. nankörce * Nankör (bir biçimde). nankörleşme * Nankörleşmek durumu. nankörleşmek * Nankör duruma gelmek. nankörlük * Nankör olma durumu.
* Nankörce davranış, küfran.nankörlük görmek * nankörce davranışla karşılaşmak. nansuk * Bir cins ince, sık dokunmuşpatiska. napalm * Yangın bombalarının doldurulmasında kullanılan, alüminyum veya sodyum palmitatla kıvamlaştırılmış
madde.napalm bombası * Napalm doldurulmuştürlü biçimlerde bomba. nar * Nargillerden, yapraklarıkarşılıklı, çiçekleri büyük, koyu kırmızırenkte, küçük bir ağaç (Punica granatum).
* Bu ağacın kırmızımtırak sarısert bir kabukla örtülü, içinde çok sayıda kırmızımtırak, sulu taneler
bulunduran yuvarlak yemişi.nâr * Ateş. nar balinası * Narval. nar çiçeği * Parlak kırmızırenk.
* Bu renkte olan.nar gibi * iyice kızarmış(yiyecek). nara * Haykırma, bağırma.
* Sarhoşveya külhan beyi bağırması.nara atmak (veya basmak) * yüksek sesle uzun uzun haykırmak. nâra yakmak * bir kimseye veya kendine zarar vermek. narcıl * Hindistan cevizi. nardenk * Nar, erik, kızılcık gibi yemişlerden yapılan pekmez. nardin * Maydanozgillerden, çayırlarda yetişen ve hayvanlara yem olarak verilen, başakçıklarıtek çiçekli küçük bir
bitki (Eryngium campestre).narenc * Turunç. narenciye * Turunçgiller. narenciyeci * Narenciye üreticisi. nargile * Tömbeki denilen bir cins tütünün dumanının sudan geçirilerek içilmesini sağlayan araç. nargile tütünü * Tömbeki. nargiller * İki çeneklilerden, nar çeşitlerini içine alan küçük bir familya. narh * Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel ihtiyaç maddeleri için resmî makamlarca belirlenen ve her
yerde geçerli olan fiyat.narh koymak * ihtiyaç maddeleri için değişmez fiyat belirlemek. nârı beyza * Akkor. nârına (veya nâra) yanmak * Bkz. ateşine yanmak.
* zarara uğramak, kötülükle karşılaşmak.narin * İnce yapılı, yepelek, nazenin.
* İnce, nazik.narinlik * Narin olma durumu. narkotik * Uyuşturucu. narkotizm * Uzun süre ve çok miktarda uyuşturucu madde kullanmaktan doğan bozuklukların bütünü. narkoz * İlâçla yapay olarak sağlanan ve vücutta bir veya birkaç görevin azalmasına yol açan uyku durumu. narkoz vermek * ilâç vererek hastayı bilinçsiz ve ağrıduymaz duruma getirmek. narkozcu * Ameliyat sırasında hastaya narkoz veren uzman. narkozculuk * Narkozcunun işi. narkozitör * Narkozcu. narsis * Kendi benliğini seven. narsis kompleksi * Kendini sevme özelliğini ön plâna çıkarmak işi. narsisizm * İnsanın kendi benliğini sevmesi, özseverlik. narsislik * Narsisizm. narval * Atlas Okyanusunun Antartika bölgesinde yaşayan bir tür balina (Monodon monoceros). narven * Karaağaç. nas * Açıklık, açık ve kesin yargı.
* İnak, dogma.nasbetme * Nasbetmek işi. nasbetmek * Atamak. nasfet * Hak ve adalete uygunluk, hakkaniyet, nısfet. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 7
nasıl * (bir kimse, bir olay veya bir konu için) Ne gibi, ne türlü.
* Bir işin ne biçimde, hangi yolla olduğunu belirtmek için kullanılır.
* Bir hareketin yapılış biçimine duyulan şaşkınlığı belirtir.
* “Yapmama imkânıvar mı?” anlamında.
* Ne kadar çok.
* Elbette, kesinlikle.
* Ben sana dememişmiydim, gördün mü?.
* İşin zorunlu olduğunu belirtir.
* Ne dediniz? veya “iyi mi, beğendiniz mi?” anlamlarında.nasıl ki * iki cümle arasındaki anlam ilişkisini “olduğu gibi” anlamında bağlar. nasıl olmuşsa * her nasılsa. nasıl olsa * her durumda, er geç. nasılsa * Herhangi bir sebeple veya bilinmeyen bir sebeple.
* Kuşkusuz, er geç, elbette.nasılsınız * bir kimsenin sağlığınıve durumunu öğrenmek içir sorulan nezaket sorusu. nasıp * Atama. nasır * En çok el ve ayağın sürekli sürtünmelere uğrayan noktalarında üst derinin kalınlaşmasıve sertleşmesiyle
oluşmuşderi.nasır bağlamak (veya tutmak) * nasırlanmak.
* duygusuzlaşmak, duyarlığınıyitirmek.nasırına basmak * menfaatlerine dokunmak. nasırlanma * Nasırlaşma. nasırlanmak * Nasırlaşmak. nasırlaşma * Nasırlaşmak işi. nasırlaşmak * Nasır oluşmak.
* Duyarlığınıyitirmek.nasırlı * Nasırı olan, nasır bağlamış, nasırlaşmış. nasırsız * Nasırı olmayan. nasibini almak * güzel, hoşa giden bir şeyden kısa bir süre de olsa yararlanmak, sebeplenmek.
* nasiplenmek.nasihat * Öğüt. nasihat etmek (vermek veya nasihatte bulunmak) * öğüt vermek. nasihat yollu * Öğüde benzer bir biçimde. nasihatçi * Öğüt veren kimse, öğütçü. nasihatçilik * Nasihatçinin işi. nasihatname * Dinî konularda öğüt veren eser. nasip * Birinin payına düşen şey.
* Bir kimsenin elde edebildiği, sahip olabildiği şey.
* Kısmet, talih, baht.
* Günlük kazanç.nasip almak * (Bektaşilikte) tarikata girme töreni yapılmak.
* yararlanmak, kısmetine düşeni elde etmek.nasip etmek (veya etmemek) * fırsat vermek.
* eriştirmek.nasip olmak * fırsat düşmek, elvermek.
* (mutluluk veren ve güzel şeyler için) erişmek, ulaşmak, kavuşmak.nasiplenme * Nasiplenmek işi. nasiplenmek * Nasibini almak, sebeplenmek. nasir * Nesir yazan, nesir ustası. Nasranî * Hristiyan, İsevî. Nasranîlik * Hristiyanlık, İsevîlik. Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi * her yanıaçık olduğu hâlde yalnız bir girişi bulunan veya kilitli olan yerler için söylenir. nasyonal sosyalizm * Hitler ve Nasyonal Sosyalist Partisinin öğretisi, Hitlercilik. nasyonalist * Ulusçuluk yanlısı. nasyonalizm * Ulusçuluk. naşi * Ötürü, dolayı. naşir * Yayan, saçan.
* (gazete, dergi, kitap) Yayımlayan, çıkaran, yayımcı, tâbi, editör.natamam * Eksik, tamamlanmamış, bitmemiş. natıka * Düşünüp söyleme yeteneği.
* Düzgün ve iyi konuşma yeteneği.natıkalı * Düzgün ve iyi konuşan. natıkasız * Natıkası olmayan. natır * Kadınlar hamamında hizmet eden ve müşterileri yıkayan kadın. natır nalını * Kadın hamamında en yüksek ökçeli nalın türü. natırlık * Natır olma durumu veya natırın işi. nativizm * Doğuştancılık. nato * Söz dinlemez, söz anlamaz, taşgibi kafa” anlamındaki nato kafa, nato mermer deyiminde geçer. natron * Hidratlıdoğal sodyum karbonat. natuk * Düzgün, güzel ve kolaylıkla söz söyleyen. natura * İnsanın yaradılışözelliği. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 8
natür * Tabiat, doğa. natüralist * Natüralizm akımını benimseyen (kişi). natüralizm * Gerçeğin doğaya uygun biçimde yansıtılmasınıamaçlayan sanat akımı.
* Gerçeğin yalnızca doğa ile açıklanması.natürel * Doğada rastlandığı gibi, doğaya uygun olan, doğa güçlerine, kurallarına uyan, doğal, tabiî. natürist * Natürizm öğretisini benimseyen kimse. natürizm * Toplumsal kuruluşların ve yaşayış biçiminin doğaya dönük olmasınıamaç edinen öğreti. natürmort * Konusu, cansız varlıklar veya nesneler olan resim. navçağan * Çiçekleri katmerli ve mor renkte olan bir tatula türü (Datura). navlun * Bir yerden başka yere ulaştırmak için gemiye alınan eşyanın bütünü.
* Taşıyıcıtarafından, gemisinde taşınacak yük için istenen ücret.naylon * Temel maddesi poliamit reçinesi olan, birçok giyim ve ev eşyasıyapımına yarayan, sert, dayanıklıve esnek
madde.
* Bu maddeden yapılmışolan.
* Düzme, sahte.naylon fatura * Girişfaturası olmayan bir mal için alıcıya verilen ve birini harcama yapmışgibi göstermek amacıyla
düzenlenen faturanın halk arasındaki adı.naylon kız * Asrî, modern kız. naz * Kendini beğendirmek amacıyla yapılan davranış, cilve.
* İsteksiz gibi görünerek yalvartmak amacıyla yapılan davranış.
* Şımarıklık.naz etmek * nazlanmak. naza çekmek * istekli olduğu hâlde yapmacıklıdavranışlarla isteksiz gibi davranmak. nazal * Genizsil. nazar * Bakış, bakma, göz atma.
* Bir konu hakkında düşünme, görüş.
* Belli kimselerde bulunduğuna inanılan; insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala mülke,
hatta cansız nesnelere de zarar veren, bakıştaki çarpıcıve öldürücü güç.nazar boncuğu * Göz değmesin diye takılan mavi boncuk veya bunun yerini tutan başka şey, göz boncuğu.
* Eşi benzeri olmayan, tek.nazar değmek (veya nazara gelmek) * göz değmek. nazaran * Göre, oranla, kıyasla. nazarıdikkat * İlgi. nazarıdikkatini çekmek * ilgisini çekmek. nazarı itibar * İlgi, dikkat. nazarı itibara almak * dikkat etmek, dikkate almak. nazarında * birinin düşüncesine göre, birinin gözünde. nazarıyla bakmak * ona öyle imişgibi, o gözle bakmak. nazarî * Kuram niteliğinde olan, kuramsal, teorik. nazariyat * Kuramlar. nazariyatçı * Kuramcı. nazariye * Kuram, teori. nazariyeci * Teorisyen, kuramcı. nazarlık * Nazarıetkisiz duruma getirdiğine inanılan, kumaşparçası, mavi boncuk, kurşun, dua yazılıkâğıt, muska
gibi şey.nazenin * Cilveli, nazlı.
* Narin, ince yapılı.
* (yerme amacıyla) Şımarık, nazlıyetiştirilmiş.
* Bir Bektaşî tarikatının adı.nazı geçmek * dilediğini kabul ettirecek kadar hatırısayılmak. nazım * Hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan kafiyeli söz dizisi, manzume, koşuk. nâzım * Düzenleyen, düzene koyan, tertip eden.
* Manzume yazan kimse.nazım birimi * Şiirde en küçük anlam bütünlüğünü sağlayan ve kendi içinde bağımsız dize topluluğu. nâzım plân * Bir yerleşim bölgesinin bütün bayındırlık işlerinde göz önünde tutulmak için hazırlanmışplân. nazım türü * İçeriğine ve konusuna göre şiirin kendi içinde ayrılmasıve adlandırılması. nazına katlanmak * istenen her şeyi hangi durumda olursa olsun yerine getirmek. nazını çekmek * her istediğini yerine getirmek. nazır * Bir yere doğru bakan (ev, oda vb.).
* Bakan.Nazi * Nazizm yanlısı(kimse). nazik * Başkalarına karşısaygılıdavranan.
* İnce yapılı, narin.
* Özen, dikkat gösterilmezse kırılabilen, bozulabilen.
* Özen gösterilmezse, gerekli önlemler alınmazsa kötüleşebilen, kritik.
* Dikkat isteyen, özen gerektiren.nazikâne * İncelikle, saygıyla, nezaketle. nazikçe * Nazik, ince, saygılı(bir biçimde). nazikleşme * Nazikleşmek işi. nazikleşmek * Nazik davranmak.
* Özen gösterilmezse kötüleşebilecek bir duruma girmek.naziklik * Nazik olma durumu veya nazikçe davranış, nezaket. nazil * İnen, iniş.
* Konaklayan. -
Türkçe Sözlük N Sayfa 3
nakibüleşraf * Peygamber soyundan olanların işlerine bakmak üzere kendi aralarından atanan görevli. nakil * Bir yerden alıp başka bir yere iletme, aktarma, taşıma, geçirme, aktarım.
* Göç, taşınma.
* Anlatma, söyleme, hikâye etme.
* Bir görevden başka bir göreve atanma, tayin.
* (yazı, resim için) Aynısını başka bir şeyin üzerine yapma, kopya etme.
* Başka dilden bir eseri kendi diline çevirme, tercüme etme.nâkil * Taşıyan, aktaran, geçiren.
* Anlatan, hikâye eden.
* İletken.nakil etmek * Bkz. nakletmek. nakil vasıtası * Taşıma aracı, taşıt. nakip * Bir kavmin veya kabilenin başkanıyahut onun vekili.
* Bir tekkede en yaşlıdervişveya dede.nakisa * Eksiklik, kusur. nakit * Para, akçe. nakit para * Birikmiş, kullanılmaya hazır para, efektif. nakkare * Mehterhanede yer alan, biribirine bağlı iki yarımküre benzeri ve iki değnekle vurularak çalınan bir tür
küçük kös.nakkarhane * Mehtar takımına ve bunun bulunduğu yere verilen ad. nakkaş * Yapıların duvar ve tavanlarına süslemeler yapan usta, bezekçi.
* Nakışçı.nakkaşlık * Nakkaşolma durumu.
* Nakkaşın işi.nakledilme * Nakledilmek işi. nakledilmek * Nakletmek işi yapılmak veya nakletmek işine konu olmak. naklen * Nakil yoluyla, aktarılarak. naklen yayın * Bazı olay veya gösterilerin olduğu sırada radyo veya televizyonda yerinden aktarılması, duyurulması,
gösterilmesi, anlatılması, canlıyayın.nakletme * Nakletmek işi. nakletmek * Nakil işini yapmak, bir yerden başka bir yere geçirmek, iletmek.
* Anlatmak, aktarmak.naklettirme * Naklettirmek işi. naklettirmek * Nakil işini yaptırmak, nakledilmesini sağlamak. naklî * Taşıma ile ilgili olan.
* Nakle dayanan, anlatılan, söylenen (gerçek).naklî * Nakille ilgili. naklî mazi * Belirsiz geçmiş. nakliyat * Taşıma işleri, taşımacılık. nakliyatçı * Taşıma işleri yapan (kimse), taşımacı. nakliyatçılık * Nakliyatçı olma durumu.
* Nakliyatçının işi.nakliye * Taşıma işi.
* Taşıma parası, taşımalık.nakliyeci * Taşımacı. nakliyecilik * Taşımacılık. nakşetme * Nakşetmek işi. nakşetmek * Süslemek, bezemek, nakışyapmak.
* Kalıcıve etkili olmasını sağlamak.Nakşibendî * Nakşibendilîk tarikatından olan kimse. Nakşibendîlik * Şeyh Muhammed Bahaüddin Nakşibend’in kurduğu, gizli ibadete dayanan bir tarikat. Nakşîlik * Nakşibendîlik. nakşolma * Nakşolmak işi. nakşolmak * Bir yerde belirli bir iz bırakmak, yer etmek. nakşolunma * Nakşolunmak işi veya durumu. nakşolunmak * Nakşolmak işi yapılmak. nakzen * Bozarak. nakzen görmek * yargıtay tarafından bozulan bir karar üzerine bozma sebeplerini de göz önünde tutarak davaya yeniden
bakmak.nakzen iade etmek * bir yargıkararını, yargılama yöntemine ilişkin hükümler bakımından yerinde görmeyip bozarak, hükmü
veren mahkemeye geri göndermek.nakzetme * Nakzetmek işi. nakzetmek * Bozmak.
* Yargıtay, bir mahkemenin yargısınıyerinde veya yolunda bulmayarak geri çevirmek.nal * At, öküz gibi hizmet hayvanlarının tırnaklarına çakılan demir parçası. nal çakmak * nallamak. nal deyip mıh dememek * bir düşüncede direnmek. nal toplamak * (at) yarışta sonlara kalmak veya sonuncu olmak. nalân * İnleyici, inleyen. nalâyık * Yakışıksız, hoşolmayan.