külâhıma anlat! | * söylediklerine hiç inanamıyorum, beni kandıramazsın. |
külâhımsı | * Külâha benzer, külâhıandıran. |
külâhınıhavaya atmak | * pek çok sevinmek. |
külâhınıters giydirmek | * çok kurnaz olmak. |
külâhlarıdeğiştirmek (veya değişmek) | * “bozuşmak” anlamıyla ve tehdit olarak kullanılır. |
külâhlı | * Külâhı olan. * Koni biçiminde tavanı olan. |
külâhsız | * Külâhı olmayan. |
külbastı | * Izgarada pişirilen kemiksiz et. |
külbastılık | * Külbastıyapmaya elverişli olan (et). |
külçe | * Eritilerek kalı ba dökülmüşmaden veya alaşım. * Yığın durumundaki nesnelerin oluşturduğu küme. * Külçe durumunda olan. |
külçe gibi oturmak | * yorgun veya bitkin bir durumda çöküvermek. |
külçeleşme | * Külçeleşmek işi. |
külçeleşmek | * Külçe durumuna gelmek. * Çok yorulmak. |
küldöken | * Kadın, eş. |
küldür | * Bkz. paldır küldür. |
külek | * Bal, yağ, yoğurt gibi şeyler koymaya yarar tahta kova. |
külfet | * Sıkıntılızorluk, yorgunluk. * Büyük masraf. |
külfete katlanmak | * sıkıntıya, zorluğa önem vermemek. |
külfetli | * Sıkıcı, zor, yorucu, özen isteyen. * Büyük masraf gerektiren. |
külfetsiz | * Sıkıntısız, kolay, özen istemeyen. * Az masrafla yapılan. |
külfetsizce | * Külfet altına girmeden, külfete katlanmadan. |
külhan | * Hamamlarıısıtan, hamamın altında bulunan kapalıve genişocak, cehennemlik. |
külhan makinesi | * Enerji üreten makinelerde yanmayısağlayan ana bölüm, yanma hücresi. |
külhanbeyce | * Külhanbeye benzer biçimde, külhanbey gibi. |
külhanbeyi | * Kendilerine özgü giyinişve konuşma biçimleri olan, argo kullanan, başı boş, haylaz delikanlı, kabadayı, serseri, hayta, külhanî, apaş. |
külhanbeyi ağzı | * Külhanbeye yakışır biçimde konuşma. |
külhanbeylik | * Külhanbeyi olma durumu, kabadayılık. * Külhanbeyine yakışır davranış. |
külhancı | * Hamam ocağınıyakan kimse. |
külhanî | * Külhanbeyi, kabadayı, serseri, hayta, apaş. * Hafif sövgü anlamıtaşıyan bir okşama sözü. |
külkedisi | * Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse). * Uyuşuk, miskin (kimse). * Pasaklı, görgüsüz (kadın). |
külleme | * Küllemek işi. * Bir mantarın yaptığı bağhastalığı. |
küllemek | * Genellikle ateşin üzerini külle örtmek. |
külleniş | * Küllenmek işi veya biçimi. |
küllenme | * Küllenmek işi. |
küllenmek | * Genellikle ateşin üzerinde kül oluşmak. * Bir acı, bir sıkıntıunutulur gibi olmak. |
küllî | * Bütüne ve genele ilişkin. * Tümel. |
külliyat | * Bir yazarın bütün eserlerini içeren dizi. |
külliye | * Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuşmedrese, imaret, sebil, kitaplık, hastahane gibi çeşitli yapıların bütünü. |
külliyen | * Bütünüyle, tamamıyla, tamamen. |
külliyet | * Bütünlük, tümlük. * Çokluk, bolluk. |
külliyetli | * Pek çok, bir hayli. |
küllü | * İçinde veya üzerinde kül bulunan. |
küllü su | * İçinde kül eritilip süzülerek elde edilen su. |
küllük | * Kül ve süprüntü atılan yer, çöplük. * Sigara tablası. * Kazan ve sobada küllerin döküldüğü yer. |
küllük ağzı | * Külhanbeylerinin kullandığıdil, argo. |
külot | * Kısa, beli lâstikli iç çamaşırı, don. * Daha çok binicilerin giydikleri, paçasıdar, üst bölümü genişpantolon. |
külot pantolon | * Bkz. külot. |
külotlu çorap | * Kalçalarıda içine alabilecek biçimde üretilmişçorap. |
kült | * Tapma, tapınma. * Din. * Dinî tören, ibadet, âyin. |
külte | * Külçe. * Kayaç. * Demet, bağlam. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 172
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 173
kültivatör * Toprağıyüzeyden işlemeye yarayan dişli alet. kültür * Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunlarıyaratmada,
sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların
bütünü, hars, ekin.
* Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü.
* Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmişolan biçimi.
* Bireyin kazandığı bilgi.
* Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme.
* Tarım.kültür akımı * Bir toplumun kültüründen bazıöğelerin başka bir topluma geçişi. kültür balıkçılığı * Belli merkezlerde özel olarak hazırlanmışhavuzlarda bilimsel yöntemlerle balık üretme işi. kültür bitkileri * İnsanlarca yetiştirilen bitkilerin bütünü. kültür çevresi * Bir ulusun kültürünü, başka ulusların kültürleriyle ilişki içinde gelişerek katmanlaşmışve bağlılaşmış bir
özellikler bütünü olarak tanımlayan kuram.kültür göçü * Bir kültür motifinin veya kültürel bir uygulamanın bir başka kültüre geçmesi. kültür ortamı * Canlıveya uyku durumunda olan belirli mikroorganizmaların yetiştirmek ve geliştirmek üzere aşılandığı
besin maddeleri ortamı.kültür sarayı * İçinde çeşitli kültür çalışmaları için ayrılmışsalon, işlik, kitaplık vb. yerler bulunan büyük bina. kültür sitesi * Kültüre ve kültürün gelişimine hizmet etmek amacıyla kurulmuşopera, tiyatro, sergi sarayıvb. binalar
topluluğu.kültür varlıkları * Bir bölgede bulunan maddî kültür ürünleri veya eserleri. kültüre alma * Küf mantarıçeşitleri ve bakteri gibi mikroorganizmaların bir kültür ortamında üretilmesi işlemi. kültürel * Kültüre ilişkin, kültürle ilgili. kültürel antropoloji * Bkz. sosyal antropoloji. kültürfizik * Jimnastik. kültürlenme * Kültürlenmek işi veya durumu. kültürlenmek * Bir arada bulunan iki bireyin veya etnik grubun değer yargıları ile kültürel birikiminin özellikleri birbirinden
etkilenerek değişikliğe uğramak.kültürlü * Kültürü gelişmişolan. kültürlülük * Kültürlü olma durumu. kültürsüz * Kültürü olmayan. kültürsüzlük * Kültürsüz olma durumu. külünk * Taşları, kayalarıparçalamakta kullanılan sivri kazma. külünü savurmak * bir şeyi bütünüyle bitirip yok etmek. külüstür * Yıpranmış, eski görünüşlü olan.
* Bakımsız.külüstürlük * Külüstür olma durumu. külyutmaz * Aldanmaz, kolay inanmaz. kümbet * Kubbe.
* Damıkubbe biçiminde olan yapı.
* Kubbe biçiminde toparlak kabartı.küme * Tümsek biçimindeki yığın.
* Birçok canlının veya nesnenin oluşturduğu topluluk, grup.
* Küme biçiminde olan, kümeyi andıran.
* Takımların durum ve nitelikleri göz önünde bulundurularak belli sayıdaki takımdan oluşturulan topluluk,
lig.
* Koşularda, kendiliğinden oluşan yarışçı gruplarının her birine verilen ad.
* Bir dershanede öğrencilerin, belli bir eğitim veya öğretim amacıyla bir süre için oluşturduklarıtakım veya
öbek.küme bulut * Üst bölümleri bembeyaz ve küme durumunda, tabanıda çoğu kez yatay ve esmer bulut, kümülüs. küme çalışması * Öğrencilerin, aralarında seçtikleri bir başkanın kılavuzluğu altında iş birliği yaparak ortak amaçlar
doğrultusunda çalışmalarına imkân sağlayan eğitim yöntemi.küme küme * Kümeler durumunda. kümeden düşme * Bulunduğu kümedeki takımlardan en az puan alarak veya puan eşitliğinde daha kötü averaja sahip olması
yüzünden bir alt kümeye inme, ligden düşme.kümeleme * Kümelemek işi.
* Film yapımınıkolaylaştırmak amacıyla aynıdekor içindeki çekimleri bir araya toplama, oyuncuların çalışma
durumlarını düzenleme.kümelemek * Küme durumuna getirmek, yığmak, biriktirmek. kümeleniş * Kümelenmek işi veya biçimi. kümelenme * Kümelenmek işi. kümelenmek * Bir yere toplanmak, yığılmak. kümeleşim * Bir hastalığa karşıaşılanmışolan veya hastalık geçirmiş bir canlının kanında bulunan maddenin, hastalığın
mikroplarınıküme durumuna getirme olayı, aglütinasyon.kümeleşme * Kümeleşmek işi. kümeleşmek * Küme durumunda toplanmak. kümeli * Kümesi olan. kümes * Tavuk, hindi gibi evcil hayvanların barınmasına yarayan kapalıyer.
* Ufak ev.kümülâtif * Katlanmış, birikmiş, yoğun, kümeli. kümültü * Kırlarda, ormanlarda eğreti olarak yapılmış bekçi veya avcıkulübesi. kümülüs * Küme bulut. -kün * Bkz. -gın/-gin. küncü * Susam (taneleri). künde * Suçluların ayağına bağlanan demir halka, köstek.
* Güreşçinin, hasmınıaltına alıp bir elini önden, ötekini arkadan geçirerek kilitlemesi.
* Düzen, tuzak, oyun, hile.kündeden atmak * aldatarak tuzağa düşürmek. kündeleme * Künde oyununu yapma. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 174
kündelemek * Künde oyununu yapmak. kündeye gelmek * aldanmak, tuzağa düşmek. kündeye getirilmek * aldatılmak, tuzağa düşürülmek. kündeye getirmek * künde de durumuna girmesini sağlamak.
* oyuna getirmek, tuzağa düşürmek.künefe * Sıcak yenilen bir çeşit peynirli tel kadayıf. küney * Güneşe bakan yan, güney, kuzey karşıtı. küngüldeme * Küngüldemek işi. küngüldemek * Uyuklamak.
* Elden ayaktan düşmek.küngürdemek * Küngüldemek. künh * Öz, kök, iç yüz. künhüne varmak * bir şeyin özünü, aslınıanlamak. künk * Pişmiştoprak veya çimentodan yapılmışkalın su borusu. künye * Bir kimsenin adı, soyadı, ülkesi, doğumu, mesleği gibi özelliklerini gösteren kayıt.
* Bu özelliklerin yazılı olduğu bilezik, kolye gibi metalden eşya.
* Soyu sopu ile ilgili kimlik bilgileri.künyesi bozuk * Kötü durumları görülmüşolan, sabıkalı. künyesi gelmek * (savaşta) Bir askerin ölüm haberi kendi evine bildirilmek. künyesini okumak * ayıplarınıyüzüne vurarak bir kimseye sövmek. küp * Su, pekmez, yağgibi sıvılarıveya un, buğday gibi tahıllarısaklamaya yarayan, genişkarınlı, dibi dar toprak
kap.
* Sarhoş.
* Bazıdeyimlerde çokluk, fazlalık bildirir.küp * Birbirine eşit karelerden oluşan altıyüzlü dikdörtgen, mikâp.
* Bir cismin hacminin ölçü birimi.
* Bir sayının üçüncü kuvveti: (43)=4x4x4=64.
* Küp biçiminde nesne.küp gibi * pek şişman. küp şeker * Küp biçiminde altıyüzü olan şeker, kesme şeker. küpe * Kadınların kulak memelerine taktıklarısüs takısı.
* Bazıhayvanların boyunlarının iki yanından sarkan deri uzantıları.küpe çiçeği * Küpe çiçeğigillerin örneği olan süs bitkisi (Fuchsia).
* Bu bitkinin kırmızı, pembe, mor veya beyaz renkli çiçeği.küpe çiçeğigiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, küpe çiçeği, yakı otu, göl kestanesi gibi bitkileri içine alan bir familya. küpe dönmek * çok şişmanlamak. küpeli * Küpe takmışolan.
* Küpeye benzer bir deri uzantısı olan.küpelik * Dalyan direklerini dikerken alt ucun batmasını sağlamak için bağlanan taşveya zincir. küpeşte * Gemilerde güverte hizasında ıskarmoz bağlarına tutturulan dikmelerin dışyüzlerine kaplanan kaplamaların
oluşturduğu siperler, borda kaplamalarının en üstü, güverteden yukarıkalan bölümler, parapet.
* Duvarların üzerine, balkon veya pencerelerin içine çimento ve mozayik karışımı ile yapılan dolgu set.küpleği * Küreğin, baltanın sap takılan yeri. küpleme * Karında su birikmesi sebebiyle olan, şişmeyle beliren hastalık. küplere binmek * çok öfkelenmek. küplü * Küpü olan.
* Rakısı bol, ucuz meyhane.
* Çok rakı içen, ayyaş.küpünü doldurmak * eline fırsat geçmişken çokça para biriktirmek. kür * İyi bakım ve ilâç tedavisi.
* Özel tedavi yöntemi.kür yapmak * sağlığıkorumak amacıyla herhangi bir yöntemi bir süre uygulamak. kürar * Güney Amerika yerlilerinin oklarına sürdükleri bitkisel zehir. küraso * Acıportakal kabuğundan yapılan bir içki. kürdan * Dişleri temizlemek için kullanılan küçük araç. kürdan gibi * çok zayıf, incecik, çelimsiz. kürdanlık * Kürdan koymaya yarayan kap. kürdî * Klâsik Türk müziğinde si bemol notasınıandıran perde.
* Dügâh perdesindeki bir makam.kürdîlihicazkâr * Klâsik Türk müziğinde, rast perdesinde bir makam. küre * Bütün noktalarımerkezden aynıuzaklıkta bulunan bir yüzeyle sınırlıcisim.
* Yeryüzü, dünya.küre * Madenci ocağı, maden fırını. küre kuşağı * Bkz. kuşak. kürek * Toprak, kömür gibi şeyleri bir yerden bir yere alıp atmaya, taşımaya yarayan ve yayvan bir bölümü, buna
bağlıuzun bir sapı bulunan araç.
* Küçük deniz teknelerini yürütmeye yarayan, bir ucu yassı, uzun ağaç.
* Kürek cezası.kürek ayaklılar * Pelikanları, kara batakgilleri içine alan kuşlar takımı. kürek cezası * Gemilerde kürek çekme yoluyla uygulanan ceza.
* (daha sonra) Ağır hapis cezası.kürek çekmek * deniz teknesini yürütmek için küreği kullanmak. kürek kadar (veya papuç kadar) dili olmak * saygısızca davrananlar için söylenir. kürek kemiği * Omzun art bölümünde bulunan, üçgen biçiminde genişve ince kemik. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 175
kürek kürek * Kürekler dolusu, pek çok. kürekçi * Kürek yapan veya satan kimse.
* Sandal vb. de kürek çeken kimse.
* Fırın, tren, vapur gibi yerlerde ocağa kürekle kömür atan kimse.kürekçilik * Kürek yapma veya satma işi.
* Sandal vb. de kürek çekme işi.
* Fırın, tren, vapur gibi yerlerde kürekle ocağa kömür atma işi.küreleme * Kürelemek işi. kürelemek * Kürekle atıp temizlemek. kürelenme * Kürelenmek işi. kürelenmek * Kürekle atılmak, kürekle yığılmak. küreme * Küremek işi. küremek * Kürekle atıp temizlemek, kürelemek. küremsi * Küreye benzeyen.
* Eğriliği azar azar değişen ve biçimi küreye yakın olan katıcisim.küresel * Küre ile ilgili olan.
* Küre biçiminde olan, kürevî.küresel gök bilimi * Gök küresindeki cisimlerin yerlerinden söz eden bilim. küresel üçgen * Bir küre yüzeyi üzerine çizilen ve kenarlarıüç büyük çember yayı olan üçgen. küresel valf * Doğal gaz sisteminde gaz akışınıkesmeye yarayan âlet. küreselleşme * Küreselleşmek durumu, globalleşme. küreselleşmek * Dünya milletleri, ekonomi, siyaset ve iletişim bakımlarından birbirine yaklaşma ve bir bütün olmaya
götürmek, globalleşmek.kürevî * Küresel, toparlak. küreyici * Cevher veya posayı, sabit bir makara üzerinden dönüşyapan sonsuz halat aracılığıyla arkaya doğru küreyen
mekanik düzen.küreyve * Yuvar. kürit * Atom numaraları96 ile103 arasında bulunan elementlerin genel adı. küriyum * Aktinitlerden, plütonyum 239 ‘un helyum çekirdekleriyle bombardımanından elde edilen, atom numarası
96 atom ağırlığı248 olan, radyoaktif bir element. KısaltmasıCm.kürk * Bazıhayvanların, giyecek yapmak için işlenmişpostu.
* Kürkten yapılmış.kürk böceği * Kın kanatlılardan, esmer uzun kıllı, kürk, halı, keçe ve yünlüleri kemiren bir böcek (Attegenus pellio). kürkas * Sütleğengillerden, meyve çekirdekleri zehirli bir bitki, Hint fıstığı(Jatropha curcas). kürkçü * Hayvan postlarından kürk hazırlayan veya bu işin ticaretini yapan kimse. kürkçülük * Kürk hazırlama sanatı.
* Kürk ticareti.kürklü * Kürkü olan, kürk giymiş.
* Kürkle süslenmiş.
* Postu kürk olarak kullanılan (hayvan).kürneme * Kürnemek işi. kürnemek * (hayvanlar için) Sıcağın veya soğuğun etkisiyle birbirine sokulup toplanmak. kürsü * Kalabalığa karşısöz söyleyenlerin üzerine çıktıklarıyüksekçe yer.
* Bir fakültede araştırma ve öğretim birimi.
* Sandalye.kürsü başkanı * Üniversitede bir bölümün idarî işlerinden ve eğitim, öğretim, araştırma görevlerinden sorumlu öğretim
üyesi.kürsü hocası * Camilerde kürsiden vaaz veren hoca.
* Üniversitede bir kürsüde görevli olan öğretim üyesi.kürsü şeyhi * Bkz. kürsü hocası. Kürt * Ön Asya’da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse. kürtaj * Vücutta boşluklar içinde bulunan yabancıcisimleri, hasta veya zararlısayılan dokularıkazıyarak alma,
kazıma.
* Döl yatağının içini kazıyıp dölütü alma işi.kürtajcı * Kürtaj yapan (kimse). kürtün * Yük hayvanlarına vurulan semer, palan. kürtün * Rüzgârın etkisiyle kuytu yerlere toplanmışkar yığını. kürüme * Kürümek işi. kürümek * Küremek. küs * Küsmüş, dargın. küs küs * Sessizce ve büzülmüş bir durumda. küseğen * Çabuk ve sık sık küsen (kimse).
* Küstüm otu.küskü * Taşa veya duvara delik açmak için kullanılan uzun, ağır ve bir ucu sivri demir.
* Taşkaldırmakta kullanılan, uzun demir çubuk veya basit, ağaçtan kaldıraç.küskün * Küsmüşolan, gücenik, muğber.
* Gelişmemiş, küçük kalmış.
* Küstüm otu.küskün küskün * Gücenik, dargın bir biçimde. küskünleşme * Küskünleşmek işi. küskünleşmek * Küskün duruma gelmek. küskünlük * Küskün olma durumu, küsü. küsküt * Çit sarmaşığı gillerden, ince uzun ipliksi saplarıyla, asma, baklagiller ve bazımeyve ağaçlarına sarılarak
onlarısömüren, klorofilsiz bir asalak bitki, şeytan saçı(Cuscuta). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 167
kuvvet * Fiziksel güç, takat.
* Güç.
* Şiddet, zor, cebir.
* Yetke, erk, nüfuz.
* Dayanıklı olma durumu, tahammül, mukavemet.
* Bir niceliğin kendisi ile çarpılarak yükseltildiği derecelerden her biri: 2x2x2=23 denkleminde, 3 sayısı2’nin
kuvvetini gösterir.
* Bir ülkenin savaşçısilâhlıkuruluşlarıveya gücü.
* Durgunluğu harekete veya hareketi durgun bir duruma çeviren etken, direnci kıran veya direnç doğuran
özellik.kuvvet almak * herhangi bir yardımla gücü artmak, kuvvetlenmek. kuvvet bulamamak * cesaret edememek. kuvvet çifti * Birbirine paralel ters yönde ve eşit ağırlıkta iki kuvvetin oluşturduğu kuvvet takımı. kuvvet komutanları * Kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanlarına toplu olarak verilen ad. kuvvet vermek * bir konuya çok önem vermek. kuvvetini toplamak * gücünü artırmak, kuvvetlenmek. kuvvetle * güçlü ve sağlam bir biçimde.
* üzerinde durarak, direnerek.kuvvetlendirici * Gücü artıran, güçlendirici.
* (fotoğrafçılıkta) Negatiflerin güçlendirilmesini sağlayan banyo.kuvvetlendiriş * Kuvvetlendirmek işi veya biçimi. kuvvetlendirme * Kuvvetlendirmek işi. kuvvetlendirmek * Güçlenmesini sağlamak, gücünü artırmak. kuvvetleniş * Kuvvetlenmek işi veya biçimi. kuvvetlenme * Kuvvetlenmek işi. kuvvetlenmek * Güç kazanmak, direnci veya gücü artmak. kuvvetli * Gücü çok olan, zorlu, şiddetli.
* Sağlam, dayanıklı olan.
* Görevini iyi yapan, keskin.
* Çok etkileyici, inandırıcı, önemli.
* Saygın, nüfuzlu.
* Üstün.
* Etkili.kuvvetlice * Oldukça güçlü, kuvvetli.
* Biraz güçlü, biraz kuvvetli.kuvvetölçer * Kuvvetleri ölçmeye yarayan cihaz, dinamometre. kuvvetsiz * Gücü, kuvveti olmayan, güçsüz.
* Etkisiz.kuvvetsizlik * Kuvvetsiz olma durumu, güçsüzlük. kuvvetten düşmek * gücü azalmak. kuymak * Mısır ununun erimişteryağıyla kavrulması, su ilâve edilmesi, bir miktar peynir katılmasıve bir süre
kaynatılmasıyla elde edilen yemek.
* Karadeniz bölgesinde ve özellikle Trabzon’da yapılan bir tür yemek.kuyruğa girmek * ayakta arka arkaya durulan diziye girmek. kuyruğu dikmek * (hayvan) koşmaya, başlamak.
* (insan) bulunduğu yerden uzaklaşmaya başlamak.kuyruğu kapana kısılmak (veya sıkışmak) * çok zor duruma düşmek. kuyruğu titretmek * ölmek. kuyruğuna basmak * birini incitip saldırıda bulunmasına yol açmak, tahrik etmek. kuyruğuna teneke bağlamak * biriyle aşırıderecede alay etmek.
* birini, herkesin alay edeceği biçimde kovmak.kuyruğunu kısmak * korkup sinmek. kuyruğunu kıstırmak * birini güç bir duruma düşürmek. kuyruğunu tava sapına çevirmek * haddini bildirmek, gereken dersi vermek. kuyruk * Hayvanların çoğunda, gövdenin art yanında bulunan, omurganın uzantısı olan uzun ve esnek organ.
* Kuşlarda gövdenin art yanında bulunan tüy demeti.
* Koyunun bazıtürlerinde eritilerek yağıalınan bir uzantısı.
* Bazışeylerde kuyruğa benzeyen uzantıveya baştarafın aksi yönünde kalan bölüm.
* Birisinin arkasına takılıp hiç ayrılmayan kimse.
* İnsanların sıra beklemek için, art arda durarak oluşturduğu dizi.
* Başın arkasına toplanmışsaç demeti.
* Bir harfin bitişçizgisine yakın yerde, birden bir dönüşyapan kısa çizgi.kuyruk acısı * Hınç, alınacak öç. kuyruk çekmek * gözün çevresine kalem veya sürme ile çizgi çekmek. kuyruk kemiği * Omurganın alt ucunda bulunan, kuyruk sokumu kemiği ile eklemlenen, önden arkaya doğru yassı, üçgen
biçiminde kemik.kuyruk olmak * arka arkaya dizilmek, sıralanmak. kuyruk sallamak * yaltaklanmak. kuyruk sokumu * İnsanda omurganın alt ucunun bitim yeri. kuyruk sokumu kemiği * Omurganın bitiminde, beşkuyruk omurunun kaynaşmasından oluşan, üçgen biçiminde kemik. kuyruk yağı * Koyun kuyruğunun eritilmesinden elde edilen yağ. kuyruk yapmak * uzun ve peşpeşe bir sıra oluşturmak. kuyrukkakan * Kara tavukgillerden, böcek ve meyve ile beslenen küçük ötücü bir kuş(Saxicola). kuyruklu * Kuyruğu olan.
* Akrep.kuyruklu kelebek * Kanatlarısiyah benekli sarırenkte bir Avrupa kelebeği (Papillio machaon). kuyruklu kurbağa * Yumurtadan yeni çıkmışve evrim geçirmemişyavru kurbağa. kuyruklu piyano * Duvar piyanosu gibi dik olmayan, gövdesi üç ayak üstünde yatık bir durumda bulunan piyano. kuyruklu yalan * Çok büyük yalan. kuyruklu yıldız * Güneşçevresinde büyük yuvarlak bir elips veya bir parabol çizen, kuyruk denilen ışıklı bir uzantısı olan
gök cismi.kuyruklu yıldız başı * kuyruklu yıldızın önde giden yuvarlak parçası. kuyruklu yıldız çekirdeği * kuyruklu yıldız başının ortasında yıldıza benzeyen parlak nokta. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 168
kuyruklu yıldız saçı * kuyruklu yıldız çekirdeğini saran ışıklı gaz yuvarı. kuyruklular * Omurgalıhayvanlardan, amfibyumlar sınıfının, vücut ve kuyruklarıuzun, bacaklarızayıf, birçok semender
türlerini içine alan bir alt takımı, urodel.kuyruksallayan * Kuyruksallayangillerden, kanatlarıve vücudunun üst bölümü kül rengi, alt bölümü değişik sarı olan, uzun
kuyruklu, küçük, ötücü kuş, yont kuşu (Motacilla).kuyruksallayangiller * Kuyruksallayan, incir kuşu gibi ötücü kuşları içine alan familya. kuyruksuz * Kuyruğu olmayan. kuyruksuzlar * Kurbağalar. kuyruksüren * Bir kuş. kuytu * Issız, sessiz ve göze çarpmayan (yer).
* Uğrak olmayan, içerlek, sapa (yer).
* Sessiz, ıssız, tenha yer.
* Gün ışığı almayan.kuytuluk * Kuytu, sessiz yer. kuyu * Su katmanına varıncaya kadar derinliğine kazılan, genellikle silindir biçiminde, çevresine duvar örülen,
suyundan yararlanılan çukur.
* Toprağa kazılan derince çukur.
* İçinden çıkılamayan durum veya yer.
* Yer altındaki işyerlerine ulaşmak için açılmışve kesit boyutlarıderinliğine oranla sınırlı, düşey veya düşeye
yakın bağlantıyolu.kuyu açmak * kuyu yapmak. kuyu bileziği * Su kuyusunun ağzına oturtulan tek parça yontma taş. kuyu fındığı * Yeşilken toprağa gömülerek ayrı bir çeşni verilen fındık. kuyu gibi * çok derin.
* basık ve karanlık yer.kuyu kebabı * Toprak altında özel olarak kazılıp hazırlanmışkuyuda pişirilen çebiç veya kuzu kebabı. kuyu suyu * Kuyudan çıkarılan içme ve sulamada kullanılan su. kuyu topuğu * Kuyunun yapısınıveya kuyu başındaki tesisleri, çökme sırasında oluşabilecek hasara veya zarara karşı
korumak amacıyla kuyu çevresinde bırakılan güvenlik topuğu.kuyucu * Kuyu kazmayı işedinmişkimse. kuyuculuk * Kuyucunun işi veya kuyu kazma işi. kuyudan adam çıkarmak * olumsuz, uygunsuz veya yasal olmayan bir durumda son vererek birini haklarına kavuşturmak.
* unutulmaktan kurtarmak.kuyudat * (resmî defterdeki) Kayıtlar. kuyum * Değerli metal ve taşlardan yapılan süs eşyası. kuyumcu * Değerli metal ve taşlardan bilezik, küpe gibi süs eşyasıyapan veya satan kimse, mücevherci. kuyumcu terazisi * Hassas terazi. kuyumculuk * Kuyumcunun işi ve zanaatı, mücevhercilik. kuyusunu kazmak * birinin yıkımına çalışmak, kötü duruma düşmesini istemek. kuz * Gölgede kalan (yan). kuzen * Teyze, dayı, hala veya amcanın erkek çocuğu, erkek yeğen. kuzey * Sağınıdoğuya, solunu batıya veren kimsenin tam karşısına düşen yön, dört ana yönden biri, şimal, güney
karşıtı.
* Bulunduğu noktaya göre kuzeyde kalan yer.
* Bu yöne düşen, bu yönle ilgili olan, şimalî.Kuzey Kutbu * İki kutuptan ekvatorun kuzey tarafında yer alan kutup bölgesi. kuzey noktası * Ufukta kuzey doğrultusunun gök küresini deldiği nokta. Kuzey Yıldızı * Kutup Yıldızı. kuzeybatı * Ufkun kuzeye ve batıya eşit uzaklıkta olan noktası.
* Bu yönle ilgili olan.kuzeydoğu * Ufkun kuzeye ve doğuya eşit uzaklıkta olan noktası.
* Bu yönle ilgili olan.kuzeyli * Kuzey ülkeleri halkından olan (kimse). kuzgun * Birçok karga türüne, özellikle kara kargaya verilen ad (Corvus corone). kuzgun gibi * çok kara, çok koyu. kuzguna yavrusu şahin (veya anka) görünür * herkesin kendi yarattığışey çirkin de olsa, gözüne güzel görünür. kuzguncuk * Hapishane kapılarındaki demir kafesli pencere. kuzgunî * Çok koyu, kara. kuzgunî siyah * Çok koyu, kara renkli. kuzgunkılıcı * Süsengillerden, uzun, ensiz ve sivri yapraklı bir süs bitkisi, glayöl (Gladiolus illyricus). kuzin * Teyze, dayı, hala veya amcanın kız çocuğu, kız yeğen. kuzine * Hem ısıtmaya, hem de üzerinde yemek pişirmeye yarayan büyük mutfak sobası.
* Gemilerde yemek pişirilen yer, mutfak.kuzu * Koyun yavrusu.
* Bir meyve veya sebzeye bitişik olan küçük meyve veya sebze.
* Kuzu etinden yapılmışolan (yiyecek).kuzu çevirmek * kuzunun gövdesini şişe geçirip ateşkorunun üzerinde çevirerek pişirmek. kuzu dişi * Süt dişi.
* İleri yaşlarda çıkan diş, peynir dişi.kuzu eti * Kesilmişkuzunun parçalanıp satılan eti. kuzu gibi * çok uysal. kuzu gibi olmak * uslanmak, sessizleşmek, sakinleşmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 169
kuzu kapama * Kemikli kuzu etinin, arpacık soğanı, yeşil soğan, havuç, dereotu ile birlikte ağır ateşte pişirilmesiyle yapılan
bir yemek türü.kuzu kapısı * Büyük bir kapının içinde veya yanında bulunan küçük kapı, kuzuluk. kuzu kesilmek * uysallaşmak, sessizleşmek,sakin bir durum almak. kuzu kestanesi * Yabanî ağaçlardan elde edilen, küçük, lezzetli bir kestane türü. kuzu kuzu * Hiç ses çıkarmadan, karşı gelmeden, uysal bir biçimde. kuzu mantarı * Bazitli mantarlardan, çayırlarda, sulak yerlerde yetişen, şapkasıetli, kalın, koni biçiminde, pürüzlü, yenilir
bir mantar (Boletus edulis).kuzu postuna bürünmek * karşısındakini aldatmak için gerçek kişiliğini saklamak, kendini zararsız ve uysal göstermek. kuzu sarmaşığı * Boyu 3 m kadar olabilen, tırmanıcı, beyaz sütlü, çok yıllık ve otsu bir bitki (Canvolvulus arvensis). kuzugöbeği * Sulak çayırlarda yetişen, şapkasıkalın ve etli, yenir bir mantar çeşidi (Agaricus campestris). kuzukulağı * Kara buğdaygillerden, sulak yerlerde yetişen, çiçekleri iki evcikli ve kırmızımtırak bir bitki, yapraklarısalata
olarak kullanılır (Rumex acetosa).kuzukulağıasidi * Oksalik asit. kuzulama * (koyun) Yavrulama.
* Kuzu yürüyüşü gibi emekleme.kuzulamak * (koyun) Yavrulamak.
* (çocuk) Ellerini yere dayayarak dizleri üstünde emeklemek.kuzulaşma * Kuzulaşmak işi. kuzulaşmak * Kuzu gibi uysal ve zararsız duruma gelmek. kuzulu * (koyun için) Kuzusu olan.
* (meyve ve sebze için) Kendisine bitişik olarak aynıcinsten küçük tanesi olan.kuzuluk * Kuzu barınağı, ağıl.
* Yumuşak huyluluk.
* Büyük kapıların ortasındaki küçük kapı, kuzu kapısı.kuzuluk kapısı * Hanlarda büyük kapıüzerindeki küçük kapı. kuzum! * okşamalık, yalvarma veya dikkat çekme anlamlarıtaşıyan bir ünlem. -kü * Bkz. -ki. Kübalı * Küba halkından olan. kübik * Küp ve kesme biçiminde olan.
* Kübizm akımına uyularak yapılmışolan.
* Küp (II) biçiminde olan.kübist * Kübizmle ilgili olan.
* Kübizmi uygulayan, kübizm yanlısı(kimse).kübizm * Nesneleri geometrik biçimlerde gösteren bir sanat akımı. -küç * Bkz. -gıç / -giç. küçücük * Çok küçük. küçük * Boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı.
* Eni, boyu az.
* Daha az yaşlı.
* Niceliği az olan.
* Niteliği aşağı olan, bayağı.
* Geri aşamada.
* Üstün yeteneği olmayan.
* Büyümesini, gelişmesini henüz tamamlamışolan.
* Çocuk.
* (ses) Kısık, parlak olmayan.
* Yaş, makam, rütbe, derece bakımından daha aşağı olan (kimse).
* Küçük abdest.küçük abdest * İşeme ihtiyacı, çiş, idrar. küçük ad * İlk ad, soyadı olmayan ön ad. Küçük Asya * Anadolu. küçük ay * Şubat ayı, gücük ay. küçük bey * Evin küçük erkek çocuğu.
* Çıtkırıldım, şımarık genç.küçük burjuva * Gelir düzeyi düşük şehirli halk. küçük çaplı * Değeri ve ağırlığı az. küçük çapta * Belirli bir ölçüde.
* Yaygın olmayan.küçük dağları ben yarattım demek * çok böbürlenmek, kibirlenmek. küçük dalga * Orta dalga. küçük dil * Damak eteğinin ortasında bulunan küçük uzantı. küçük dil ünsüzü * Akciğerlerden gelen havanın art damakta küçük dilin çevresinden sızarak çıkmasıyla oluşan ünsüz: ğ. küçük dilini yutmak * şaşırmak, donakalmak. küçük düşmek * değeri veya onuru sarsılmak. küçük düşürmek * değerini veya şerefini sarsmak. küçük gezegen * Bilinen dokuz büyük gezegene göre çok küçük olan gezegen. küçük görmek * değer, önem vermemek. küçük hanım * Evin kızıveya genç gelini. küçük harf * Büyük harflerden ayrı biçimde yazılan harf, minüskül. küçük Hindistan cevizi * İki çeneklilerden, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç (Myristica frangrans).
* Bu ağacın baharat olarak da kullanılan ceviz biçimindeki yemiş.küçük kan dolaşımı * Çeşitli organlardan gelen toplardamarların kanısağkulakçık ve sağkarıncığa taşıması, oradan da
atardamarlarla kanın akciğerlere ulaştırılmasıve oradan sol kulakçığa taşınması düzeni.küçük karga * Karga cinsi bir tür kuş. küçük köprü * Vücudun, sırt yere dönük olarak avuçlar ve dizler üstünde dayalıve gergin bulunduğu durum, el diz
köprüsü. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 165
kuşatma * Kuşatmak işi, çevirme, çevreleme, sarma, abluka, ihata. kuşatmak * Çevresini sarmak, çevrelemek, çevirmek, ablukaya almak, ihata etmek, muhasara etmek.
* Çevrelemek, çokça bulunmak.
* Kaplamak.
* Bele sarılıp bağlanan şeyleri başkasının beline bağlamak.kuş başı * Küçük bir kuşun başı büyüklüğünde olan (parça). kuş başılı * İçinde kuş başı olan. kuş baz * Süs kuşlarıyetiştiren kuşmeraklısı.
* Padişahların av kuşlarınıyetiştiren görevli.kuş burnu * Yaban gülü ağacıve meyvesi (Rosa canina). kuşçu * Süs kuşlarıyetiştirip satan kimse.
* Saraylarda şahin, doğan gibi avcıkuşların bakımıyla görevli kimse.
* Suç işleyen saray hasekilerini cezalandırmak ve yola getirmekle görevli haseki subayı.kuşçubaşı * Kuşçulardan sorumlu olan üst görevli. kuşçuluk * Kuşyetiştirme merakıveya kuşyetiştirip satma işi. kuşdili * Bir tür diş budak. kuşe * Kaymak kâğıdı. kuşe kâğıdı * Kuşe. kuşekmeği * Turpgillerden, çorak yerlerde yetişen, beyaz veya mor çiçekli, eskiden hekimlikte kullanılmışolan otçul bir
bitki, çoban dağarcığı(Thlaspi).kuşet * Gemi veya tren yatağı. kuşetli * Kuşeti olan. kuşetsiz * Kuşeti olmayan. kuşgömü * Pastırmanın fileto bölümü. kuşhane * İçinde süs kuşları beslenilen ve üretilen küçük oda veya büyük kafes. kuşkanadı * Göz akızarının göz bebeğine doğru bir ok ucu biçiminde ilerlemesi. kuşkonmaz * Zambakgillerden, uç dallarıyapraksı görünüşte, toprak altıkök saplarından çıkan taze sürgünleri yenen bir
bitki (Asparagus officinalis).
* Aynıfamilyadan, saksılarda yetiştirilen, uzun saplı, ince ve küçük yapraklı bir süs bitkisi (Asparagus
plumosus).kuşku * Bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirmemekten doğan kararsızlık, işkil, şüphe.
* Başkalarının iyi niyet ve amaçlarınıkötüye yorarak işkillenme duygusu.kuşku beslemek (veya kuşku duymak) * kuşkulanmak. kuşku uyanmak * işkillenmek, kuşkulanmak, şüphe uyanmak. kuşkucu * Açık bir biçimde kanıtlanmamışher şeyden kuşkuya düşen, şüpheci, septik.
* Kuşkuculuk yanlısı olan, septik.kuşkuculuk * Özellikle doğa ötesi konularda olumlu veya olumsuz yargıda bulunmaktan çekinme temeline dayanan
öğreti, şüphecilik, septisizm.kuşkulandırma * Kuşkulandırmak işi. kuşkulandırmak * Kuşkuya düşürmek, kuşkulanmasına yol açmak, şüphelendirmek. kuşkulanma * Kuşkulanmak işi. kuşkulanmak * Kuşku içinde bulunmak, kuşku duymak, şüphelenmek. kuşkulu * Kuşku belirten, kuşku anlatan, şüpheli.
* Kuşku içinde olan, şüpheli.
* Kuşkucu.kuşkulu kuşkulu * Kuşku içinde olarak, şüphelenerek. kuşkusu kalmamak * bir konuda her şeyi bilmek, şüphe duymamak. kuşkusuz * Kuşkusu olmayan, işkilsiz.
* Elbette, şüphesiz.kuşkuya düşmek * kuşkulanmak, kuşku beslemek, kuşku duymak, şüpheye düşmek. kuşlak * Av kuşları bol olan yer. kuşlar * Çok hücreli hayvanlardan, omurgalıların geniş bir sınıfı. kuşlokumu * Yumurta, un ve şekerle yapılan bir tür kurabiye. kuşluk * Günün sabahla öğle arasındaki bölümü. kuşluk namazı * Vaktinde kılınmayan sabah namazı için güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra kaza edilen namaz. kuşluk vakti * Günün ilk ışıkları ile güneşin bir mızrak boyu yükselmesi arasında kalan süresi. kuşluk yemeği * Kuşluk vakti yenilen yemek. kuşmar * Kuşavlamak için hazırlanmıştuzak, kuştuzağı. kuşpalazı * Difteri. kuşyemi * Buğdaygillerden, durgun sularda yetişen bir bitki (Phalaris canariensis).
* Bu bitkinin taneleri.
* Kuşlara yedirilen çişitli tahıl taneleri, dane.kut * Uğur, baht, talih.
* Mutluluk.kutan * Saka kuşu. kutlama * Kutlamak işi, tebrik.
* Kutlama töreni.kutlamak * Mutlu bir olay sebebiyle buna sevinildiğini birine söz, yazıveya armağanla anlatmak, tebrik etmek.
* Önemli bir olayın gerçekleşmesi yıl dönümü dolayısıyla tören yapmak, tes’it etmek.kutlanış * Kutlanmak işi veya biçimi. kutlanma * Kutlanmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 166
kutlanmak * Kutlamak işi yapılmak, tebrik edilmek. kutlayış * Kutlamak işi veya biçimi. kutlu * Uğur getirdiğine inanılan, uğurlu, ongun, mübarek. kutlu olsun * “uğurlu olsun, bolluk ve iyilik getirsin” anlamında bir kutlama sözü. kutlulamak * Kutlamak. kutluluk * Kutlu olma durumu. kutnu * Pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuşkalın, ensiz kumaşçeşidi. kutsal * Güçlü bir dinî saygıuyandıran veya uyandırması gereken, kutsî, mukaddes.
* Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsî, mukaddes.
* Bozulmaması, dokunulmaması, karşıçıkılmaması gereken, üstüne titrenilen.
* Tanrı’ya adanmışolan, tanrısal olan.kutsallaşma * Kutsallaşmak işi. kutsallaşmak * Kutsal duruma gelmek. kutsallaştırış * Kutsallaştırmak işi veya biçimi. kutsallaştırma * Kutsallaştırmak işi, kutsama. kutsallaştırmak * Kutsal duruma getirmek, kutsamak. kutsallık * Kutsal olma durumu, kutsiyet. kutsama * Kutsamak işi, takdis. kutsamak * Kutsallaştırmak.
* Kutluluk dilemek, takdis etmek.kutsî * Kutsal. kutsîleşme * Kutsîleşmek işi veya durumu. kutsîleşmek * Kutsal duruma gelmek. kutsiyet * Kutsallık. kutsuz * Uğursuz, kötü, menhus.
* Mutsuz, zavallı.kutsuzluk * Kutsuz olma durumu. kutu * İnce tahta, mukavva, teneke, plâstik vb. den yapılmış, genellikle kapaklıkap.
* Elektrik akımıdevrelerinde birleştirme yapmak veya akımı bir veya daha fazla kollara ayırmak için
kullanılan araç, buat.
* Elektrik veya telefon tellerinin toplanıp bağlandığıkap.
* (bir kimsede, bir yerde veya şeyde) İyi veya kötü bir özelliğin fazlalığını belirtir.
* Kutunun alabildiği kadar olan.kutu gibi * küçük fakat kullanışlıve şirin. kutu kutu * 1’den 10’a kadar sayıların gizlice yazılması, tahmin edilmesine dayanan ve iki çocuk arasında oynanan bir
oyun.kutucu * Kutu yapan veya satan kimse. kutuculuk * Kutu yapmak veya satmak işi. kutulama * Kutulamak işi. kutulamak * Kutuya yerleştirmek, kutuya koymak. kutulanış * Kutulanmak işi veya biçimi. kutulanma * Kutulanmak işi. kutulanmak * Kutulamak işi yapılmak. kutulayış * Kutulamak işi veya biçimi. kutulu * Kutusu olan. kutulu telefon * Halkın kullanımına sunulan, para, jeton veya manyetik özelliği olan kartla çalışan telefon, ankesörlü
telefon.kutup * Yer yuvarlağının, ekvatordan en uzak olan yer ekseninin geçtiği var sayılan iki noktasından her biri.
* Birbiriyle karşıt olan şeylerden her biri.
* Bir konuda yüksek bilgisi ve yetkisi olan kimse.
* Gök küresinin, dolayında döndüğü var sayılan eksenin iki ucundan her biri.
* Elektrik akımını oluşturan gerilim ayrılığının en yüksek dereceyi bulduğu iki noktadan her biri.
* Bir mıknatıs demirinin iki ucundan her biri.kutup engel * Bir pilde elektromotor kuvveti düşüren polorma olayına karşı gelmek ve elektirk akımının durmasını
önlemek için kullanılan (kimyasal maddelerden her biri).Kutup Yıldızı * Gök küresinin kutbuna en yakın olan küçükayıdenilen takım yıldızın en ucunda bulunan, kuzeyi
belirleyen, durağan yıldız, Demirkazık, Kuzey Yıldızı.kutuplanma * Kutuplanmak işi, polârizasyon. kutuplanmak * İki kutupta toplanmak.
* (pusula ibresi için) Kutba doğru yönelmek.kutuplaşma * Kutuplaşmak işi. kutuplaşmak * (bir topluluk) Birbirine karşıt gruplara ayrılmak. kutupsal * Kutupla ilgili. kutur * (daire ve kürede) Çap.
* (bazı geometrik şekillerde) Köşegen.kuvars * Billûrlaşmışsilisin doğada çok yaygın bir türü. kuvarsit * Yalnız kuvars tanelerinden birleşik bir kayaç, kum taşı. kuvertür * Örtü. kuvöz * Özellikle erken veya yeni doğmuş bebeklerin, bulaşıcıhastalıklardan korunmasıamacıyla içine
yerleştirildiği, belirli sıcaklığı olan araç.kuvve * Düşünce, niyet.
* Bir devletin silâhlıkuvvetlerinin durumu veya gücü.
* Yeti.kuvveden fiile çıkarmak * düşünülen, tasarlanan şeyi gerçekleştirmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 161
kurtluk * Kurt olma durumu. kurtpençesi * Kara buğdaygillerden 20-50 cm yükseklikte, pembe çiçekleri salkım biçiminde, sap ve kökünde bol tanen
bulunan çok yıllık otsu bir bitki (Polygonum bistorta).kurtsuz * Kurdu olmayan. kurttırnağı * 343 kurtpençesi. kurtulma * Kurtulmak işi. kurtulmak * Tehlikeli veya kötü bir durumu atlatmak.
* İstenmeyen, sıkıntıveren, hoşlanılmayan bir kimseden, bir yerden, bir durumdan uzaklaşmak.
* Doğurmak.
* (bir şey) Bulunduğu veya bağlı olduğu yerden ayrılmak.
* Bağınıkoparıp kaçmak.kurtulmalık * Tutsak veya rehine olan birini kurtarmak için verilen para, fidye, fidyeinecat. kurtuluş * Bir şeyden, bir yerden kurtulma, halâs, necat.
* Bir yerin düşman işgalinden kurtulma günü.kuru * Suyu, nemi olmayan, yaşve nemli karşıtı.
* Yağışalmayan veya üzerinde bitki olmayan.
* Daha sonra kullanılmak için kurutulmuş, taze ve yeşil karşıtı.
* (bitki için) Canlılığınıyitirmiş.
* Arık, sıska, lâgar, kaknem.
* Salgısı olmayan.
* Döşenmemiş, çıplak.
* Katıksız, yanında başka şey olmayan (yiyecek).
* Etkisi ve sonucu olmayan.
* Bazıdeyimlerde “yoksunluk, yoksulluk, yalnızlık” bildirir.
* Heyecanı, tadı olmayan, tekdüze.
* Akıcı olmayan; duygudan yoksun.
* Kuru olan şey.
* Kuru fasulye yemeğinin kısa söylenişi.kuru başına kalmak * hayatında veya yanında kimsesi kalmamak, kimsesiz, yalnız kalmak. kuru çay * Yeşil çay yapraklarının çeşitli işlemlerden sonra satışa hazır durumu. kuru çayır * Yaz aylarında bitkilerinin çoğunun kuruduğu tabiî çayır. kuru çeşme * Suyu çekilmişçeşme. kuru dere * Suyu olmayan dere. kuru duvar * Taşların arasına harç konulmadan örülen duvar. kuru ekmek * Katıksız ekmek. kuru erik * Eriğin kurutulmuşu. kuru fasulye * Fasulye bitkisinin beyaz tohumu.
* Fasulye tohumundan yapılan etli veya etsiz salçalı, sulu yemek.
* Yeşil kabuklarından ayıklanıp kurutulmuşfasulye.kuru filtre * Hava içindeki kirleri, bezden torbalar yardımıyla ayıran süzgeç. kuru gürültü * Gereksiz, önemsiz, sonu alınamayacak söz veya davranış. kuru gürültüye pabuç bırakmamak * bir durum karşısında telâşsız, korkusuz, dilediğince davranmak. kuru hasır (veya kilim) üstünde kalmak * aç, parasız, evsiz kalmak. kuru hava * Nemi çok az olan hava. kuru iftira * Gerçekle hiçbir ilişiği, hiçbir dayanağı olmayan iftira. kuru incir * Özel olarak güneşte kurutulan incir. kuru kafa * Başiskeleti.
* Akılsız kafa.
* Tırtıllarıpatates yaprağıyiyen, alt kanatlarısarı, üstü kahverengi bir tür kelebek (Acherantia adrophos).kuru kahve * Dövülmüşveya çekilmişkahve. kuru kahveci * Kuru kahve hazırlayıp satan kimse.
* Kuru kahve satılan yer.kuru kahvecilik * Kuru kahve yapma veya satma işi. kuru kalabalık * Hiçbir işyapmayan insan topluluğu.
* Hiçbir işe yaramayan, kırık dökük eşya.kuru kayısı * Kayısının kurutulmuşu. kuru kemik * Çok zayıf kimse. kuru köfte * Kıyma ve ekmek içi ile yapılıp tavada kızartılan köfte. kuru kuruya * Boşuna, boşu boşuna, yararsız yere.
* Kuru olarak, yanında başka bir içecek veya yiyecek olmaksızın.kuru kuyu * Pis suyun toprak altına sızdırılmasında kullanılan, duvarlarıharçsız kuyu. kuru lâf * Gerçekleşmeyeceği belli olan boşve anlamsız söz. kuru meyve * Yaşmeyvenin kurutulmuşu.
* Olgunlaşınca dışkabuğu kuruyan meyve.kuru öksürük * Balgam çıkarılmayan öksürük. kuru pasta * Tuzlu veya tatlı, kremasız çörek. kuru pil * Akıntıyapmaması için elektroliti soğurucu bir maddeyle kaplıpil. kuru sebze * Yaşsebzelerin kurutulmuşu. kuru sıkı * Yalnız barutla sıkılanmıştüfek veya fişek dolgusu.
* Korku vermek veya yıldırmak için söylenen söz, yapılan davranış, blöf.kuru soğan * Toprak altında kalan yumru soğanın kurutulmuşu. kuru soğuk * Yağışsız havadaki sert soğuk. kuru söz * Gerçekle ilgisi olmayan, değer taşımayan boşsöz. kuru tahtada kalmak * eşyasıelinden gitmek, çıplak evde oturma durumunda kalmak. kuru tarım * Kurak veya yarıkurak bölgelerde, sulama yapmadan tarladan ürün alınmasıyollarını gösteren tarımsal
tekniklerin bütünü, kuru ziraat.kuru temizleme * Kimyasal maddelerle veya buharla giysi, eşya vb. yi temizleme, ütüleme. kuru temizleyici * Kuru temizleme yapan kimse. kuru üzüm * Haşlanıp ardından güneşte kurutulmak suretiyle hazırlanan iri veya küçük taneli üzüm.
* Yaşüzümün kurutulmuşu. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 162
kuru yemiş * Fındık, fıstık, leblebi gibi yemek dışında yenilen yiyecekler. kuru yemişçi * Kuru yemişsatan kimse veya kuru yemişsatılan yer. kuru yük * Kara ve deniz taşıtlarıyla nakledilen katımadde, ticarî eşya. kuru yük gemisi * Deniz taşımacılığında katımaddeleri taşıma özelliğine göre ima edilen gemi. kuru ziraat * Kuru tarım. kurucu * Bir kurumun, bir işin kurulmasınısağlayan, müessis.
* Bir kuruluşu oluşturan kimse.kuruculuk * Kurma işini yapmak. kuruda kalmak * deniz alçaldığında (gemi) karaya oturmak. kurul * Bir işi yapmak veya yönetmek için görevlendirilmişkişilerden oluşmuştopluluk, heyet, konsey. kurulama * Kurulamak işi. kurulamak * Bir şeyin üzerindeki ıslaklığı gidermek. kurulanış * Kurulanma işi veya biçimi. kurulanma * Kurulanmak işi. kurulanmak * Kurulamak işi yapılmak veya kurulamak işine konu olmak.
* Kendini kurulamak.kurulaşma * Kurulaşmak işi. kurulaşmak * Kuru duruma gelmek.
* Yoksullaşmak, yozlaşmak, muhtevasızlaşmak.kurulayış * Kurulamak işi veya biçimi. kurulma * Kurulmak işi. kurulmak * Kurmak işine konu olmak veya kurmak işi yapılmak.
* Övünür biçimde davranışlarda bulunmak, kasılmak.
* Rahatça oturmak, yerleşmek.kurultay * Ulusal toplantı.
* Bir kuruluşun, temel işleri konuşmak için belli sürelerle veya gerektikçe yaptığı genel toplantı, kongre.
* Eski Türklerde devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığımeclis.kurulu * Kurulmuşolan, yerleşmiş, oturmuş. kurulu düzen * Yerleşmiş, içinde bulunan toplumsal düzen. kuruluk * Kuru olma durumu. kuruluş * Kurulma işi, yolu veya tarihi.
* Topluma hizmet amaç ve göreviyle kurulan her şey, kurum, tesis, müessese.
* Yapı, yapılış, bünye.
* Bir sefer kuvvetini oluşturan birliklerin yapısı.kuruluşlar bütünü * Kompleks. kurum * Ocak bacalarında biriken veya çevrede savrulan kalın is. kurum * Kuruluş, müessese, tesis.
* Evlilik, aile, ortaklık, mülkiyet gibi insanlar tarafından oluşturulan şey, müessese.kurum * Kendini büyük ve önemli gösterme davranışı, büyüklenme, tekebbür, azamet. kurum kurum kurumlanmak (veya kurulmak) * büyüklenmek, böbürlenmek. kurum satmak * böbürlenmek, büyüklenmek. kuruma * Kurumak işi. kurumak * Islaklığını, nemini yitirerek kuru duruma gelmek.
* (bitki) Suyu çekilip cansız duruma gelmek.
* Cılızlaşmak, sıskalaşmak, zayıflamak.
* (akarsu, göl için) Susuz kalmak.
* (bazınesneler için) Yumuşaklığınıyitirmek, sertleşmek.kurumlanış * Kurumlanmak işi veya biçimi. kurumlanma * Kurumlanmak işi. kurumlanmak * Gururlanarak kasılmak.
* Kurum (I) tutmak.kurumlaşma * Kurum niteliği kazandırma, kurum niteliği verme.
* Özellikle politik ve ekonomik alanlarda denetim örgütlerinin, kurumların çoğaltılmasıeğilimi.
* Herhangi bir davranış, düşünüş, inanış biçiminin tarih olarak durağan ve toplumca değer verilen kalıplara
dönüşmesi süreci, müesseseleşme.kurumlaşmak * Kurum durumuna gelmek, müesseseleşmek. kurumlaştırma * Kurumlaştırmak işi. kurumlaştırmak * Kurum durumuna getirmek. kurumlu * Kurum (II) tutmuşolan. kurumlu * Gururlanarak kasılan, mağrur. kurumsal * Kurumla ilgili. kurumsallaşmak * Kurumsal duruma gelmek. kurumsuz * Kurumu olmayan. kuruntu * Yanlışve yersiz düşünce.
* Bir konuyla ilgili kötü ihtimalleri akla getirip tasalanma, işkil, evham, vesvese.
* Olmayacak bir şeyin olacağınısanma, vehim.kuruntu etmek * kötü ihtimalleri düşünüp üzülmek. kuruntucu * Sürekli kuruntuya kapılan (kimse), işkilli, müvesvis. kuruntulu * Kuruntusu olan (kimse), evhamlı, mütevehhim. kuruntusuz * Kuruntusu olmayan. kuruntuya kapılmak * boşyere tasalanmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 163
kurup takma * araç ve cihazların tesisata bağlanması işi, montaj. kuruş * Liranın yüzde biri değerinde Türk parası. kuruş * Kurmak işi veya biçimi. kuruşkuruş * Kuruşu bile hesap ederek. kuruşlandırma * Kuruşlandırmak işi. kuruşlandırmak * Bir listede yer alan her maddenin fiyat tutarınıhesap edip belirtmek. kuruşluk * Herhangi bir kuruşa karşılık olan. kuruşu kuruşuna * Hesap tam çıkartılarak. kurut * Kurutulmuşsüt ürünü. kurutaç * Kurutma kabı. kurutma * Kurutmak işi. kurutma kabı * İçinde nemçeker bir kimyasal madde bulunan ve bazımaddeleri kurutmak veya nemlenmelerini önlemek
için kullanılan kapaklıcam kap, desikatör.kurutma kâğıdı * Yazıda mürekkebin ıslaklığını gidermek için kullanılan nem emici bir tür kâğıt. kurutma makinesi * Yıkanmışve sıkılmışçamaşırlarısıcak hava içinde döndürerek kurutan araç. kurutmaç * Mürekkebi kurutmak için kullanılan kurutma kâğıdıve bunun takılı bulunduğu araç. kurutmak * Suyunu ve ıslaklığını giderip kuru duruma getirmek.
* (bitkiler için) Canlılığınıyitirmek.
* Bazısebze ve meyvelerin buharlaştırılmasıyla kuru bir durum almasını sağlamak.
* Cılız duruma getirmek, zayıflatmak.
* Yiyecek ve içecekleri yiyip bitirmek.
* Uğursuzluk getirmek, yok etmek.kurutmalı * Kurutma sistemi olan. kurutmalık * Kurutmaya yarar, kurutmak için ayrılmış. kurutucu * Nemi, ısıveya hava akımıyla uzaklaştırıp içine konulan maddeleri kurutan alet.
* Boya ve parlatıcıların çabuk kurumalarını sağlamak amacıyla içlerine katılan madde.kurutulma * Kurutulmak işi. kurutulmak * Kurutmak işi yapılmak veya kurutmak işine konu olmak. kurutuş * Kurutma işi veya biçimi. kuruyasıca * İşe yaramaz, kötü anlamında bir ilenme sözü. kuruyuş * Kuruma işi veya biçimi. kurvaziyer * Belirli bir programa göre deniz yolu ile yapılan turistik nitelikte gezi. kurya * Vatikanıyöneten yürütme ve yargılama organlarının bütünü. kurye * Genellikle elçilik postasınıyerine ulaştırmakla görevli kimse.
* Uçakla gönderilen mektup, koli veya havale.
* Düzenli olarak ticarî bir hizmet gören taşıt aracı.kuryelik * Kuryenin görevi. kuskun * Hayvanın kuyruğu altından geçirilerek eyere bağlanan kayış. kuskunlu * Kuskunu olan. kuskunsuz * Kuskunu olmayan.
* Perişan, derbeder.kuskunu düşük * Kuskun yeri sağrıdan aşağı olan at.
* Gözden düşmüşkimse.kuskus * Un, süt, yumurta ile yapılan ufak ve yuvarlak taneler biçiminde kurutulmuşhamur. kuskus çorbası * Kuskus kullanılarak yapılan çorba. kuskus pilâvı * Kuskus kullanılarak yapılan pilâv. kusma * Kusmak işi, istifra. kusmak * Midesinin içindekilerini ağız yolu ile dışarıatmak, kay etmek, istifra etmek.
* Reddetmek.
* (boyanan veya temizlenen şeyler için) Yeniden ortaya çıkmak, dışarıya vermek.
* Birikmişöfkesini söylemek.kusmuk * Kusulan şey. kusturma * Kusturmak işi. kusturmak * Kusmasına yol açmak. kusturucu * Kusturan, kusmaya yol açan.
* Kısa süre içinde kusmaya sebep olan ilâç.kusturuş * Kusturma işi veya biçimi. kusuntu * Kusmuk. kusur * Eksiklik, noksan, nakısa.
* Özür.
* Bilerek veya bilmeyerek bir işi gereği gibi yapmamak.
* Elverişsiz durum.
* Bir şeyden artan kısım, üst, küsur.kusur aramak * yanlışını, eksikliğini, elverişsizliğini aramak. kusur bulmak * bir şeyin özrünü görmek.
* gereğinden çok titiz ve hoşgörüsüz davranmak.kusur etmek (veya etmemek) * hoşkarşılanmayacak bir davranışta bulunmak (veya bulunmamak). kusur işlemek * yanlışdavranışta bulunmak. kusura bakmamak (veya kalmamak) * hoşgörmek. kusurlu * Kusuru olan.