Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 172

    külâhıma anlat! * söylediklerine hiç inanamıyorum, beni kandıramazsın.
    külâhımsı * Külâha benzer, külâhıandıran.
    külâhınıhavaya atmak * pek çok sevinmek.
    külâhınıters giydirmek * çok kurnaz olmak.
    külâhlarıdeğiştirmek (veya değişmek) * “bozuşmak” anlamıyla ve tehdit olarak kullanılır.
    külâhlı * Külâhı olan.
    * Koni biçiminde tavanı olan.
    külâhsız * Külâhı olmayan.
    külbastı * Izgarada pişirilen kemiksiz et.
    külbastılık * Külbastıyapmaya elverişli olan (et).
    külçe * Eritilerek kalı ba dökülmüşmaden veya alaşım.
    * Yığın durumundaki nesnelerin oluşturduğu küme.
    * Külçe durumunda olan.
    külçe gibi oturmak * yorgun veya bitkin bir durumda çöküvermek.
    külçeleşme * Külçeleşmek işi.
    külçeleşmek * Külçe durumuna gelmek.
    * Çok yorulmak.
    küldöken * Kadın, eş.
    küldür * Bkz. paldır küldür.
    külek * Bal, yağ, yoğurt gibi şeyler koymaya yarar tahta kova.
    külfet * Sıkıntılızorluk, yorgunluk.
    * Büyük masraf.
    külfete katlanmak * sıkıntıya, zorluğa önem vermemek.
    külfetli * Sıkıcı, zor, yorucu, özen isteyen.
    * Büyük masraf gerektiren.
    külfetsiz * Sıkıntısız, kolay, özen istemeyen.
    * Az masrafla yapılan.
    külfetsizce * Külfet altına girmeden, külfete katlanmadan.
    külhan * Hamamlarıısıtan, hamamın altında bulunan kapalıve genişocak, cehennemlik.
    külhan makinesi * Enerji üreten makinelerde yanmayısağlayan ana bölüm, yanma hücresi.
    külhanbeyce * Külhanbeye benzer biçimde, külhanbey gibi.
    külhanbeyi * Kendilerine özgü giyinişve konuşma biçimleri olan, argo kullanan, başı boş, haylaz delikanlı, kabadayı,
    serseri, hayta, külhanî, apaş.
    külhanbeyi ağzı * Külhanbeye yakışır biçimde konuşma.
    külhanbeylik * Külhanbeyi olma durumu, kabadayılık.
    * Külhanbeyine yakışır davranış.
    külhancı * Hamam ocağınıyakan kimse.
    külhanî * Külhanbeyi, kabadayı, serseri, hayta, apaş.
    * Hafif sövgü anlamıtaşıyan bir okşama sözü.
    külkedisi * Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse).
    * Uyuşuk, miskin (kimse).
    * Pasaklı, görgüsüz (kadın).
    külleme * Küllemek işi.
    * Bir mantarın yaptığı bağhastalığı.
    küllemek * Genellikle ateşin üzerini külle örtmek.
    külleniş * Küllenmek işi veya biçimi.
    küllenme * Küllenmek işi.
    küllenmek * Genellikle ateşin üzerinde kül oluşmak.
    * Bir acı, bir sıkıntıunutulur gibi olmak.
    küllî * Bütüne ve genele ilişkin.
    * Tümel.
    külliyat * Bir yazarın bütün eserlerini içeren dizi.
    külliye * Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuşmedrese, imaret, sebil, kitaplık, hastahane gibi çeşitli
    yapıların bütünü.
    külliyen * Bütünüyle, tamamıyla, tamamen.
    külliyet * Bütünlük, tümlük.
    * Çokluk, bolluk.
    külliyetli * Pek çok, bir hayli.
    küllü * İçinde veya üzerinde kül bulunan.
    küllü su * İçinde kül eritilip süzülerek elde edilen su.
    küllük * Kül ve süprüntü atılan yer, çöplük.
    * Sigara tablası.
    * Kazan ve sobada küllerin döküldüğü yer.
    küllük ağzı * Külhanbeylerinin kullandığıdil, argo.
    külot * Kısa, beli lâstikli iç çamaşırı, don.
    * Daha çok binicilerin giydikleri, paçasıdar, üst bölümü genişpantolon.
    külot pantolon * Bkz. külot.
    külotlu çorap * Kalçalarıda içine alabilecek biçimde üretilmişçorap.
    kült * Tapma, tapınma.
    * Din.
    * Dinî tören, ibadet, âyin.
    külte * Külçe.
    * Kayaç.
    * Demet, bağlam.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 173

    kültivatör * Toprağıyüzeyden işlemeye yarayan dişli alet.
    kültür * Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunlarıyaratmada,
    sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların
    bütünü, hars, ekin.
    * Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü.
    * Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmişolan biçimi.
    * Bireyin kazandığı bilgi.
    * Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme.
    * Tarım.
    kültür akımı * Bir toplumun kültüründen bazıöğelerin başka bir topluma geçişi.
    kültür balıkçılığı * Belli merkezlerde özel olarak hazırlanmışhavuzlarda bilimsel yöntemlerle balık üretme işi.
    kültür bitkileri * İnsanlarca yetiştirilen bitkilerin bütünü.
    kültür çevresi * Bir ulusun kültürünü, başka ulusların kültürleriyle ilişki içinde gelişerek katmanlaşmışve bağlılaşmış bir
    özellikler bütünü olarak tanımlayan kuram.
    kültür göçü * Bir kültür motifinin veya kültürel bir uygulamanın bir başka kültüre geçmesi.
    kültür ortamı * Canlıveya uyku durumunda olan belirli mikroorganizmaların yetiştirmek ve geliştirmek üzere aşılandığı
    besin maddeleri ortamı.
    kültür sarayı * İçinde çeşitli kültür çalışmaları için ayrılmışsalon, işlik, kitaplık vb. yerler bulunan büyük bina.
    kültür sitesi * Kültüre ve kültürün gelişimine hizmet etmek amacıyla kurulmuşopera, tiyatro, sergi sarayıvb. binalar
    topluluğu.
    kültür varlıkları * Bir bölgede bulunan maddî kültür ürünleri veya eserleri.
    kültüre alma * Küf mantarıçeşitleri ve bakteri gibi mikroorganizmaların bir kültür ortamında üretilmesi işlemi.
    kültürel * Kültüre ilişkin, kültürle ilgili.
    kültürel antropoloji * Bkz. sosyal antropoloji.
    kültürfizik * Jimnastik.
    kültürlenme * Kültürlenmek işi veya durumu.
    kültürlenmek * Bir arada bulunan iki bireyin veya etnik grubun değer yargıları ile kültürel birikiminin özellikleri birbirinden
    etkilenerek değişikliğe uğramak.
    kültürlü * Kültürü gelişmişolan.
    kültürlülük * Kültürlü olma durumu.
    kültürsüz * Kültürü olmayan.
    kültürsüzlük * Kültürsüz olma durumu.
    külünk * Taşları, kayalarıparçalamakta kullanılan sivri kazma.
    külünü savurmak * bir şeyi bütünüyle bitirip yok etmek.
    külüstür * Yıpranmış, eski görünüşlü olan.
    * Bakımsız.
    külüstürlük * Külüstür olma durumu.
    külyutmaz * Aldanmaz, kolay inanmaz.
    kümbet * Kubbe.
    * Damıkubbe biçiminde olan yapı.
    * Kubbe biçiminde toparlak kabartı.
    küme * Tümsek biçimindeki yığın.
    * Birçok canlının veya nesnenin oluşturduğu topluluk, grup.
    * Küme biçiminde olan, kümeyi andıran.
    * Takımların durum ve nitelikleri göz önünde bulundurularak belli sayıdaki takımdan oluşturulan topluluk,
    lig.
    * Koşularda, kendiliğinden oluşan yarışçı gruplarının her birine verilen ad.
    * Bir dershanede öğrencilerin, belli bir eğitim veya öğretim amacıyla bir süre için oluşturduklarıtakım veya
    öbek.
    küme bulut * Üst bölümleri bembeyaz ve küme durumunda, tabanıda çoğu kez yatay ve esmer bulut, kümülüs.
    küme çalışması * Öğrencilerin, aralarında seçtikleri bir başkanın kılavuzluğu altında iş birliği yaparak ortak amaçlar
    doğrultusunda çalışmalarına imkân sağlayan eğitim yöntemi.
    küme küme * Kümeler durumunda.
    kümeden düşme * Bulunduğu kümedeki takımlardan en az puan alarak veya puan eşitliğinde daha kötü averaja sahip olması
    yüzünden bir alt kümeye inme, ligden düşme.
    kümeleme * Kümelemek işi.
    * Film yapımınıkolaylaştırmak amacıyla aynıdekor içindeki çekimleri bir araya toplama, oyuncuların çalışma
    durumlarını düzenleme.
    kümelemek * Küme durumuna getirmek, yığmak, biriktirmek.
    kümeleniş * Kümelenmek işi veya biçimi.
    kümelenme * Kümelenmek işi.
    kümelenmek * Bir yere toplanmak, yığılmak.
    kümeleşim * Bir hastalığa karşıaşılanmışolan veya hastalık geçirmiş bir canlının kanında bulunan maddenin, hastalığın
    mikroplarınıküme durumuna getirme olayı, aglütinasyon.
    kümeleşme * Kümeleşmek işi.
    kümeleşmek * Küme durumunda toplanmak.
    kümeli * Kümesi olan.
    kümes * Tavuk, hindi gibi evcil hayvanların barınmasına yarayan kapalıyer.
    * Ufak ev.
    kümülâtif * Katlanmış, birikmiş, yoğun, kümeli.
    kümültü * Kırlarda, ormanlarda eğreti olarak yapılmış bekçi veya avcıkulübesi.
    kümülüs * Küme bulut.
    -kün * Bkz. -gın/-gin.
    küncü * Susam (taneleri).
    künde * Suçluların ayağına bağlanan demir halka, köstek.
    * Güreşçinin, hasmınıaltına alıp bir elini önden, ötekini arkadan geçirerek kilitlemesi.
    * Düzen, tuzak, oyun, hile.
    kündeden atmak * aldatarak tuzağa düşürmek.
    kündeleme * Künde oyununu yapma.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 174

    kündelemek * Künde oyununu yapmak.
    kündeye gelmek * aldanmak, tuzağa düşmek.
    kündeye getirilmek * aldatılmak, tuzağa düşürülmek.
    kündeye getirmek * künde de durumuna girmesini sağlamak.
    * oyuna getirmek, tuzağa düşürmek.
    künefe * Sıcak yenilen bir çeşit peynirli tel kadayıf.
    küney * Güneşe bakan yan, güney, kuzey karşıtı.
    küngüldeme * Küngüldemek işi.
    küngüldemek * Uyuklamak.
    * Elden ayaktan düşmek.
    küngürdemek * Küngüldemek.
    künh * Öz, kök, iç yüz.
    künhüne varmak * bir şeyin özünü, aslınıanlamak.
    künk * Pişmiştoprak veya çimentodan yapılmışkalın su borusu.
    künye * Bir kimsenin adı, soyadı, ülkesi, doğumu, mesleği gibi özelliklerini gösteren kayıt.
    * Bu özelliklerin yazılı olduğu bilezik, kolye gibi metalden eşya.
    * Soyu sopu ile ilgili kimlik bilgileri.
    künyesi bozuk * Kötü durumları görülmüşolan, sabıkalı.
    künyesi gelmek * (savaşta) Bir askerin ölüm haberi kendi evine bildirilmek.
    künyesini okumak * ayıplarınıyüzüne vurarak bir kimseye sövmek.
    küp * Su, pekmez, yağgibi sıvılarıveya un, buğday gibi tahıllarısaklamaya yarayan, genişkarınlı, dibi dar toprak
    kap.
    * Sarhoş.
    * Bazıdeyimlerde çokluk, fazlalık bildirir.
    küp * Birbirine eşit karelerden oluşan altıyüzlü dikdörtgen, mikâp.
    * Bir cismin hacminin ölçü birimi.
    * Bir sayının üçüncü kuvveti: (43)=4x4x4=64.
    * Küp biçiminde nesne.
    küp gibi * pek şişman.
    küp şeker * Küp biçiminde altıyüzü olan şeker, kesme şeker.
    küpe * Kadınların kulak memelerine taktıklarısüs takısı.
    * Bazıhayvanların boyunlarının iki yanından sarkan deri uzantıları.
    küpe çiçeği * Küpe çiçeğigillerin örneği olan süs bitkisi (Fuchsia).
    * Bu bitkinin kırmızı, pembe, mor veya beyaz renkli çiçeği.
    küpe çiçeğigiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, küpe çiçeği, yakı otu, göl kestanesi gibi bitkileri içine alan bir familya.
    küpe dönmek * çok şişmanlamak.
    küpeli * Küpe takmışolan.
    * Küpeye benzer bir deri uzantısı olan.
    küpelik * Dalyan direklerini dikerken alt ucun batmasını sağlamak için bağlanan taşveya zincir.
    küpeşte * Gemilerde güverte hizasında ıskarmoz bağlarına tutturulan dikmelerin dışyüzlerine kaplanan kaplamaların
    oluşturduğu siperler, borda kaplamalarının en üstü, güverteden yukarıkalan bölümler, parapet.
    * Duvarların üzerine, balkon veya pencerelerin içine çimento ve mozayik karışımı ile yapılan dolgu set.
    küpleği * Küreğin, baltanın sap takılan yeri.
    küpleme * Karında su birikmesi sebebiyle olan, şişmeyle beliren hastalık.
    küplere binmek * çok öfkelenmek.
    küplü * Küpü olan.
    * Rakısı bol, ucuz meyhane.
    * Çok rakı içen, ayyaş.
    küpünü doldurmak * eline fırsat geçmişken çokça para biriktirmek.
    kür * İyi bakım ve ilâç tedavisi.
    * Özel tedavi yöntemi.
    kür yapmak * sağlığıkorumak amacıyla herhangi bir yöntemi bir süre uygulamak.
    kürar * Güney Amerika yerlilerinin oklarına sürdükleri bitkisel zehir.
    küraso * Acıportakal kabuğundan yapılan bir içki.
    kürdan * Dişleri temizlemek için kullanılan küçük araç.
    kürdan gibi * çok zayıf, incecik, çelimsiz.
    kürdanlık * Kürdan koymaya yarayan kap.
    kürdî * Klâsik Türk müziğinde si bemol notasınıandıran perde.
    * Dügâh perdesindeki bir makam.
    kürdîlihicazkâr * Klâsik Türk müziğinde, rast perdesinde bir makam.
    küre * Bütün noktalarımerkezden aynıuzaklıkta bulunan bir yüzeyle sınırlıcisim.
    * Yeryüzü, dünya.
    küre * Madenci ocağı, maden fırını.
    küre kuşağı * Bkz. kuşak.
    kürek * Toprak, kömür gibi şeyleri bir yerden bir yere alıp atmaya, taşımaya yarayan ve yayvan bir bölümü, buna
    bağlıuzun bir sapı bulunan araç.
    * Küçük deniz teknelerini yürütmeye yarayan, bir ucu yassı, uzun ağaç.
    * Kürek cezası.
    kürek ayaklılar * Pelikanları, kara batakgilleri içine alan kuşlar takımı.
    kürek cezası * Gemilerde kürek çekme yoluyla uygulanan ceza.
    * (daha sonra) Ağır hapis cezası.
    kürek çekmek * deniz teknesini yürütmek için küreği kullanmak.
    kürek kadar (veya papuç kadar) dili olmak * saygısızca davrananlar için söylenir.
    kürek kemiği * Omzun art bölümünde bulunan, üçgen biçiminde genişve ince kemik.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 175

    kürek kürek * Kürekler dolusu, pek çok.
    kürekçi * Kürek yapan veya satan kimse.
    * Sandal vb. de kürek çeken kimse.
    * Fırın, tren, vapur gibi yerlerde ocağa kürekle kömür atan kimse.
    kürekçilik * Kürek yapma veya satma işi.
    * Sandal vb. de kürek çekme işi.
    * Fırın, tren, vapur gibi yerlerde kürekle ocağa kömür atma işi.
    küreleme * Kürelemek işi.
    kürelemek * Kürekle atıp temizlemek.
    kürelenme * Kürelenmek işi.
    kürelenmek * Kürekle atılmak, kürekle yığılmak.
    küreme * Küremek işi.
    küremek * Kürekle atıp temizlemek, kürelemek.
    küremsi * Küreye benzeyen.
    * Eğriliği azar azar değişen ve biçimi küreye yakın olan katıcisim.
    küresel * Küre ile ilgili olan.
    * Küre biçiminde olan, kürevî.
    küresel gök bilimi * Gök küresindeki cisimlerin yerlerinden söz eden bilim.
    küresel üçgen * Bir küre yüzeyi üzerine çizilen ve kenarlarıüç büyük çember yayı olan üçgen.
    küresel valf * Doğal gaz sisteminde gaz akışınıkesmeye yarayan âlet.
    küreselleşme * Küreselleşmek durumu, globalleşme.
    küreselleşmek * Dünya milletleri, ekonomi, siyaset ve iletişim bakımlarından birbirine yaklaşma ve bir bütün olmaya
    götürmek, globalleşmek.
    kürevî * Küresel, toparlak.
    küreyici * Cevher veya posayı, sabit bir makara üzerinden dönüşyapan sonsuz halat aracılığıyla arkaya doğru küreyen
    mekanik düzen.
    küreyve * Yuvar.
    kürit * Atom numaraları96 ile103 arasında bulunan elementlerin genel adı.
    küriyum * Aktinitlerden, plütonyum 239 ‘un helyum çekirdekleriyle bombardımanından elde edilen, atom numarası
    96 atom ağırlığı248 olan, radyoaktif bir element. KısaltmasıCm.
    kürk * Bazıhayvanların, giyecek yapmak için işlenmişpostu.
    * Kürkten yapılmış.
    kürk böceği * Kın kanatlılardan, esmer uzun kıllı, kürk, halı, keçe ve yünlüleri kemiren bir böcek (Attegenus pellio).
    kürkas * Sütleğengillerden, meyve çekirdekleri zehirli bir bitki, Hint fıstığı(Jatropha curcas).
    kürkçü * Hayvan postlarından kürk hazırlayan veya bu işin ticaretini yapan kimse.
    kürkçülük * Kürk hazırlama sanatı.
    * Kürk ticareti.
    kürklü * Kürkü olan, kürk giymiş.
    * Kürkle süslenmiş.
    * Postu kürk olarak kullanılan (hayvan).
    kürneme * Kürnemek işi.
    kürnemek * (hayvanlar için) Sıcağın veya soğuğun etkisiyle birbirine sokulup toplanmak.
    kürsü * Kalabalığa karşısöz söyleyenlerin üzerine çıktıklarıyüksekçe yer.
    * Bir fakültede araştırma ve öğretim birimi.
    * Sandalye.
    kürsü başkanı * Üniversitede bir bölümün idarî işlerinden ve eğitim, öğretim, araştırma görevlerinden sorumlu öğretim
    üyesi.
    kürsü hocası * Camilerde kürsiden vaaz veren hoca.
    * Üniversitede bir kürsüde görevli olan öğretim üyesi.
    kürsü şeyhi * Bkz. kürsü hocası.
    Kürt * Ön Asya’da yaşayan bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse.
    kürtaj * Vücutta boşluklar içinde bulunan yabancıcisimleri, hasta veya zararlısayılan dokularıkazıyarak alma,
    kazıma.
    * Döl yatağının içini kazıyıp dölütü alma işi.
    kürtajcı * Kürtaj yapan (kimse).
    kürtün * Yük hayvanlarına vurulan semer, palan.
    kürtün * Rüzgârın etkisiyle kuytu yerlere toplanmışkar yığını.
    kürüme * Kürümek işi.
    kürümek * Küremek.
    küs * Küsmüş, dargın.
    küs küs * Sessizce ve büzülmüş bir durumda.
    küseğen * Çabuk ve sık sık küsen (kimse).
    * Küstüm otu.
    küskü * Taşa veya duvara delik açmak için kullanılan uzun, ağır ve bir ucu sivri demir.
    * Taşkaldırmakta kullanılan, uzun demir çubuk veya basit, ağaçtan kaldıraç.
    küskün * Küsmüşolan, gücenik, muğber.
    * Gelişmemiş, küçük kalmış.
    * Küstüm otu.
    küskün küskün * Gücenik, dargın bir biçimde.
    küskünleşme * Küskünleşmek işi.
    küskünleşmek * Küskün duruma gelmek.
    küskünlük * Küskün olma durumu, küsü.
    küsküt * Çit sarmaşığı gillerden, ince uzun ipliksi saplarıyla, asma, baklagiller ve bazımeyve ağaçlarına sarılarak
    onlarısömüren, klorofilsiz bir asalak bitki, şeytan saçı(Cuscuta).
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 167

    kuvvet * Fiziksel güç, takat.
    * Güç.
    * Şiddet, zor, cebir.
    * Yetke, erk, nüfuz.
    * Dayanıklı olma durumu, tahammül, mukavemet.
    * Bir niceliğin kendisi ile çarpılarak yükseltildiği derecelerden her biri: 2x2x2=23 denkleminde, 3 sayısı2’nin
    kuvvetini gösterir.
    * Bir ülkenin savaşçısilâhlıkuruluşlarıveya gücü.
    * Durgunluğu harekete veya hareketi durgun bir duruma çeviren etken, direnci kıran veya direnç doğuran
    özellik.
    kuvvet almak * herhangi bir yardımla gücü artmak, kuvvetlenmek.
    kuvvet bulamamak * cesaret edememek.
    kuvvet çifti * Birbirine paralel ters yönde ve eşit ağırlıkta iki kuvvetin oluşturduğu kuvvet takımı.
    kuvvet komutanları * Kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanlarına toplu olarak verilen ad.
    kuvvet vermek * bir konuya çok önem vermek.
    kuvvetini toplamak * gücünü artırmak, kuvvetlenmek.
    kuvvetle * güçlü ve sağlam bir biçimde.
    * üzerinde durarak, direnerek.
    kuvvetlendirici * Gücü artıran, güçlendirici.
    * (fotoğrafçılıkta) Negatiflerin güçlendirilmesini sağlayan banyo.
    kuvvetlendiriş * Kuvvetlendirmek işi veya biçimi.
    kuvvetlendirme * Kuvvetlendirmek işi.
    kuvvetlendirmek * Güçlenmesini sağlamak, gücünü artırmak.
    kuvvetleniş * Kuvvetlenmek işi veya biçimi.
    kuvvetlenme * Kuvvetlenmek işi.
    kuvvetlenmek * Güç kazanmak, direnci veya gücü artmak.
    kuvvetli * Gücü çok olan, zorlu, şiddetli.
    * Sağlam, dayanıklı olan.
    * Görevini iyi yapan, keskin.
    * Çok etkileyici, inandırıcı, önemli.
    * Saygın, nüfuzlu.
    * Üstün.
    * Etkili.
    kuvvetlice * Oldukça güçlü, kuvvetli.
    * Biraz güçlü, biraz kuvvetli.
    kuvvetölçer * Kuvvetleri ölçmeye yarayan cihaz, dinamometre.
    kuvvetsiz * Gücü, kuvveti olmayan, güçsüz.
    * Etkisiz.
    kuvvetsizlik * Kuvvetsiz olma durumu, güçsüzlük.
    kuvvetten düşmek * gücü azalmak.
    kuymak * Mısır ununun erimişteryağıyla kavrulması, su ilâve edilmesi, bir miktar peynir katılmasıve bir süre
    kaynatılmasıyla elde edilen yemek.
    * Karadeniz bölgesinde ve özellikle Trabzon’da yapılan bir tür yemek.
    kuyruğa girmek * ayakta arka arkaya durulan diziye girmek.
    kuyruğu dikmek * (hayvan) koşmaya, başlamak.
    * (insan) bulunduğu yerden uzaklaşmaya başlamak.
    kuyruğu kapana kısılmak (veya sıkışmak) * çok zor duruma düşmek.
    kuyruğu titretmek * ölmek.
    kuyruğuna basmak * birini incitip saldırıda bulunmasına yol açmak, tahrik etmek.
    kuyruğuna teneke bağlamak * biriyle aşırıderecede alay etmek.
    * birini, herkesin alay edeceği biçimde kovmak.
    kuyruğunu kısmak * korkup sinmek.
    kuyruğunu kıstırmak * birini güç bir duruma düşürmek.
    kuyruğunu tava sapına çevirmek * haddini bildirmek, gereken dersi vermek.
    kuyruk * Hayvanların çoğunda, gövdenin art yanında bulunan, omurganın uzantısı olan uzun ve esnek organ.
    * Kuşlarda gövdenin art yanında bulunan tüy demeti.
    * Koyunun bazıtürlerinde eritilerek yağıalınan bir uzantısı.
    * Bazışeylerde kuyruğa benzeyen uzantıveya baştarafın aksi yönünde kalan bölüm.
    * Birisinin arkasına takılıp hiç ayrılmayan kimse.
    * İnsanların sıra beklemek için, art arda durarak oluşturduğu dizi.
    * Başın arkasına toplanmışsaç demeti.
    * Bir harfin bitişçizgisine yakın yerde, birden bir dönüşyapan kısa çizgi.
    kuyruk acısı * Hınç, alınacak öç.
    kuyruk çekmek * gözün çevresine kalem veya sürme ile çizgi çekmek.
    kuyruk kemiği * Omurganın alt ucunda bulunan, kuyruk sokumu kemiği ile eklemlenen, önden arkaya doğru yassı, üçgen
    biçiminde kemik.
    kuyruk olmak * arka arkaya dizilmek, sıralanmak.
    kuyruk sallamak * yaltaklanmak.
    kuyruk sokumu * İnsanda omurganın alt ucunun bitim yeri.
    kuyruk sokumu kemiği * Omurganın bitiminde, beşkuyruk omurunun kaynaşmasından oluşan, üçgen biçiminde kemik.
    kuyruk yağı * Koyun kuyruğunun eritilmesinden elde edilen yağ.
    kuyruk yapmak * uzun ve peşpeşe bir sıra oluşturmak.
    kuyrukkakan * Kara tavukgillerden, böcek ve meyve ile beslenen küçük ötücü bir kuş(Saxicola).
    kuyruklu * Kuyruğu olan.
    * Akrep.
    kuyruklu kelebek * Kanatlarısiyah benekli sarırenkte bir Avrupa kelebeği (Papillio machaon).
    kuyruklu kurbağa * Yumurtadan yeni çıkmışve evrim geçirmemişyavru kurbağa.
    kuyruklu piyano * Duvar piyanosu gibi dik olmayan, gövdesi üç ayak üstünde yatık bir durumda bulunan piyano.
    kuyruklu yalan * Çok büyük yalan.
    kuyruklu yıldız * Güneşçevresinde büyük yuvarlak bir elips veya bir parabol çizen, kuyruk denilen ışıklı bir uzantısı olan
    gök cismi.
    kuyruklu yıldız başı * kuyruklu yıldızın önde giden yuvarlak parçası.
    kuyruklu yıldız çekirdeği * kuyruklu yıldız başının ortasında yıldıza benzeyen parlak nokta.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 168

    kuyruklu yıldız saçı * kuyruklu yıldız çekirdeğini saran ışıklı gaz yuvarı.
    kuyruklular * Omurgalıhayvanlardan, amfibyumlar sınıfının, vücut ve kuyruklarıuzun, bacaklarızayıf, birçok semender
    türlerini içine alan bir alt takımı, urodel.
    kuyruksallayan * Kuyruksallayangillerden, kanatlarıve vücudunun üst bölümü kül rengi, alt bölümü değişik sarı olan, uzun
    kuyruklu, küçük, ötücü kuş, yont kuşu (Motacilla).
    kuyruksallayangiller * Kuyruksallayan, incir kuşu gibi ötücü kuşları içine alan familya.
    kuyruksuz * Kuyruğu olmayan.
    kuyruksuzlar * Kurbağalar.
    kuyruksüren * Bir kuş.
    kuytu * Issız, sessiz ve göze çarpmayan (yer).
    * Uğrak olmayan, içerlek, sapa (yer).
    * Sessiz, ıssız, tenha yer.
    * Gün ışığı almayan.
    kuytuluk * Kuytu, sessiz yer.
    kuyu * Su katmanına varıncaya kadar derinliğine kazılan, genellikle silindir biçiminde, çevresine duvar örülen,
    suyundan yararlanılan çukur.
    * Toprağa kazılan derince çukur.
    * İçinden çıkılamayan durum veya yer.
    * Yer altındaki işyerlerine ulaşmak için açılmışve kesit boyutlarıderinliğine oranla sınırlı, düşey veya düşeye
    yakın bağlantıyolu.
    kuyu açmak * kuyu yapmak.
    kuyu bileziği * Su kuyusunun ağzına oturtulan tek parça yontma taş.
    kuyu fındığı * Yeşilken toprağa gömülerek ayrı bir çeşni verilen fındık.
    kuyu gibi * çok derin.
    * basık ve karanlık yer.
    kuyu kebabı * Toprak altında özel olarak kazılıp hazırlanmışkuyuda pişirilen çebiç veya kuzu kebabı.
    kuyu suyu * Kuyudan çıkarılan içme ve sulamada kullanılan su.
    kuyu topuğu * Kuyunun yapısınıveya kuyu başındaki tesisleri, çökme sırasında oluşabilecek hasara veya zarara karşı
    korumak amacıyla kuyu çevresinde bırakılan güvenlik topuğu.
    kuyucu * Kuyu kazmayı işedinmişkimse.
    kuyuculuk * Kuyucunun işi veya kuyu kazma işi.
    kuyudan adam çıkarmak * olumsuz, uygunsuz veya yasal olmayan bir durumda son vererek birini haklarına kavuşturmak.
    * unutulmaktan kurtarmak.
    kuyudat * (resmî defterdeki) Kayıtlar.
    kuyum * Değerli metal ve taşlardan yapılan süs eşyası.
    kuyumcu * Değerli metal ve taşlardan bilezik, küpe gibi süs eşyasıyapan veya satan kimse, mücevherci.
    kuyumcu terazisi * Hassas terazi.
    kuyumculuk * Kuyumcunun işi ve zanaatı, mücevhercilik.
    kuyusunu kazmak * birinin yıkımına çalışmak, kötü duruma düşmesini istemek.
    kuz * Gölgede kalan (yan).
    kuzen * Teyze, dayı, hala veya amcanın erkek çocuğu, erkek yeğen.
    kuzey * Sağınıdoğuya, solunu batıya veren kimsenin tam karşısına düşen yön, dört ana yönden biri, şimal, güney
    karşıtı.
    * Bulunduğu noktaya göre kuzeyde kalan yer.
    * Bu yöne düşen, bu yönle ilgili olan, şimalî.
    Kuzey Kutbu * İki kutuptan ekvatorun kuzey tarafında yer alan kutup bölgesi.
    kuzey noktası * Ufukta kuzey doğrultusunun gök küresini deldiği nokta.
    Kuzey Yıldızı * Kutup Yıldızı.
    kuzeybatı * Ufkun kuzeye ve batıya eşit uzaklıkta olan noktası.
    * Bu yönle ilgili olan.
    kuzeydoğu * Ufkun kuzeye ve doğuya eşit uzaklıkta olan noktası.
    * Bu yönle ilgili olan.
    kuzeyli * Kuzey ülkeleri halkından olan (kimse).
    kuzgun * Birçok karga türüne, özellikle kara kargaya verilen ad (Corvus corone).
    kuzgun gibi * çok kara, çok koyu.
    kuzguna yavrusu şahin (veya anka) görünür * herkesin kendi yarattığışey çirkin de olsa, gözüne güzel görünür.
    kuzguncuk * Hapishane kapılarındaki demir kafesli pencere.
    kuzgunî * Çok koyu, kara.
    kuzgunî siyah * Çok koyu, kara renkli.
    kuzgunkılıcı * Süsengillerden, uzun, ensiz ve sivri yapraklı bir süs bitkisi, glayöl (Gladiolus illyricus).
    kuzin * Teyze, dayı, hala veya amcanın kız çocuğu, kız yeğen.
    kuzine * Hem ısıtmaya, hem de üzerinde yemek pişirmeye yarayan büyük mutfak sobası.
    * Gemilerde yemek pişirilen yer, mutfak.
    kuzu * Koyun yavrusu.
    * Bir meyve veya sebzeye bitişik olan küçük meyve veya sebze.
    * Kuzu etinden yapılmışolan (yiyecek).
    kuzu çevirmek * kuzunun gövdesini şişe geçirip ateşkorunun üzerinde çevirerek pişirmek.
    kuzu dişi * Süt dişi.
    * İleri yaşlarda çıkan diş, peynir dişi.
    kuzu eti * Kesilmişkuzunun parçalanıp satılan eti.
    kuzu gibi * çok uysal.
    kuzu gibi olmak * uslanmak, sessizleşmek, sakinleşmek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 169

    kuzu kapama * Kemikli kuzu etinin, arpacık soğanı, yeşil soğan, havuç, dereotu ile birlikte ağır ateşte pişirilmesiyle yapılan
    bir yemek türü.
    kuzu kapısı * Büyük bir kapının içinde veya yanında bulunan küçük kapı, kuzuluk.
    kuzu kesilmek * uysallaşmak, sessizleşmek,sakin bir durum almak.
    kuzu kestanesi * Yabanî ağaçlardan elde edilen, küçük, lezzetli bir kestane türü.
    kuzu kuzu * Hiç ses çıkarmadan, karşı gelmeden, uysal bir biçimde.
    kuzu mantarı * Bazitli mantarlardan, çayırlarda, sulak yerlerde yetişen, şapkasıetli, kalın, koni biçiminde, pürüzlü, yenilir
    bir mantar (Boletus edulis).
    kuzu postuna bürünmek * karşısındakini aldatmak için gerçek kişiliğini saklamak, kendini zararsız ve uysal göstermek.
    kuzu sarmaşığı * Boyu 3 m kadar olabilen, tırmanıcı, beyaz sütlü, çok yıllık ve otsu bir bitki (Canvolvulus arvensis).
    kuzugöbeği * Sulak çayırlarda yetişen, şapkasıkalın ve etli, yenir bir mantar çeşidi (Agaricus campestris).
    kuzukulağı * Kara buğdaygillerden, sulak yerlerde yetişen, çiçekleri iki evcikli ve kırmızımtırak bir bitki, yapraklarısalata
    olarak kullanılır (Rumex acetosa).
    kuzukulağıasidi * Oksalik asit.
    kuzulama * (koyun) Yavrulama.
    * Kuzu yürüyüşü gibi emekleme.
    kuzulamak * (koyun) Yavrulamak.
    * (çocuk) Ellerini yere dayayarak dizleri üstünde emeklemek.
    kuzulaşma * Kuzulaşmak işi.
    kuzulaşmak * Kuzu gibi uysal ve zararsız duruma gelmek.
    kuzulu * (koyun için) Kuzusu olan.
    * (meyve ve sebze için) Kendisine bitişik olarak aynıcinsten küçük tanesi olan.
    kuzuluk * Kuzu barınağı, ağıl.
    * Yumuşak huyluluk.
    * Büyük kapıların ortasındaki küçük kapı, kuzu kapısı.
    kuzuluk kapısı * Hanlarda büyük kapıüzerindeki küçük kapı.
    kuzum! * okşamalık, yalvarma veya dikkat çekme anlamlarıtaşıyan bir ünlem.
    -kü * Bkz. -ki.
    Kübalı * Küba halkından olan.
    kübik * Küp ve kesme biçiminde olan.
    * Kübizm akımına uyularak yapılmışolan.
    * Küp (II) biçiminde olan.
    kübist * Kübizmle ilgili olan.
    * Kübizmi uygulayan, kübizm yanlısı(kimse).
    kübizm * Nesneleri geometrik biçimlerde gösteren bir sanat akımı.
    -küç * Bkz. -gıç / -giç.
    küçücük * Çok küçük.
    küçük * Boyutları, benzerlerininkinden daha ufak olan, büyük karşıtı.
    * Eni, boyu az.
    * Daha az yaşlı.
    * Niceliği az olan.
    * Niteliği aşağı olan, bayağı.
    * Geri aşamada.
    * Üstün yeteneği olmayan.
    * Büyümesini, gelişmesini henüz tamamlamışolan.
    * Çocuk.
    * (ses) Kısık, parlak olmayan.
    * Yaş, makam, rütbe, derece bakımından daha aşağı olan (kimse).
    * Küçük abdest.
    küçük abdest * İşeme ihtiyacı, çiş, idrar.
    küçük ad * İlk ad, soyadı olmayan ön ad.
    Küçük Asya * Anadolu.
    küçük ay * Şubat ayı, gücük ay.
    küçük bey * Evin küçük erkek çocuğu.
    * Çıtkırıldım, şımarık genç.
    küçük burjuva * Gelir düzeyi düşük şehirli halk.
    küçük çaplı * Değeri ve ağırlığı az.
    küçük çapta * Belirli bir ölçüde.
    * Yaygın olmayan.
    küçük dağları ben yarattım demek * çok böbürlenmek, kibirlenmek.
    küçük dalga * Orta dalga.
    küçük dil * Damak eteğinin ortasında bulunan küçük uzantı.
    küçük dil ünsüzü * Akciğerlerden gelen havanın art damakta küçük dilin çevresinden sızarak çıkmasıyla oluşan ünsüz: ğ.
    küçük dilini yutmak * şaşırmak, donakalmak.
    küçük düşmek * değeri veya onuru sarsılmak.
    küçük düşürmek * değerini veya şerefini sarsmak.
    küçük gezegen * Bilinen dokuz büyük gezegene göre çok küçük olan gezegen.
    küçük görmek * değer, önem vermemek.
    küçük hanım * Evin kızıveya genç gelini.
    küçük harf * Büyük harflerden ayrı biçimde yazılan harf, minüskül.
    küçük Hindistan cevizi * İki çeneklilerden, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç (Myristica frangrans).
    * Bu ağacın baharat olarak da kullanılan ceviz biçimindeki yemiş.
    küçük kan dolaşımı * Çeşitli organlardan gelen toplardamarların kanısağkulakçık ve sağkarıncığa taşıması, oradan da
    atardamarlarla kanın akciğerlere ulaştırılmasıve oradan sol kulakçığa taşınması düzeni.
    küçük karga * Karga cinsi bir tür kuş.
    küçük köprü * Vücudun, sırt yere dönük olarak avuçlar ve dizler üstünde dayalıve gergin bulunduğu durum, el diz
    köprüsü.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 165

    kuşatma * Kuşatmak işi, çevirme, çevreleme, sarma, abluka, ihata.
    kuşatmak * Çevresini sarmak, çevrelemek, çevirmek, ablukaya almak, ihata etmek, muhasara etmek.
    * Çevrelemek, çokça bulunmak.
    * Kaplamak.
    * Bele sarılıp bağlanan şeyleri başkasının beline bağlamak.
    kuş başı * Küçük bir kuşun başı büyüklüğünde olan (parça).
    kuş başılı * İçinde kuş başı olan.
    kuş baz * Süs kuşlarıyetiştiren kuşmeraklısı.
    * Padişahların av kuşlarınıyetiştiren görevli.
    kuş burnu * Yaban gülü ağacıve meyvesi (Rosa canina).
    kuşçu * Süs kuşlarıyetiştirip satan kimse.
    * Saraylarda şahin, doğan gibi avcıkuşların bakımıyla görevli kimse.
    * Suç işleyen saray hasekilerini cezalandırmak ve yola getirmekle görevli haseki subayı.
    kuşçubaşı * Kuşçulardan sorumlu olan üst görevli.
    kuşçuluk * Kuşyetiştirme merakıveya kuşyetiştirip satma işi.
    kuşdili * Bir tür diş budak.
    kuşe * Kaymak kâğıdı.
    kuşe kâğıdı * Kuşe.
    kuşekmeği * Turpgillerden, çorak yerlerde yetişen, beyaz veya mor çiçekli, eskiden hekimlikte kullanılmışolan otçul bir
    bitki, çoban dağarcığı(Thlaspi).
    kuşet * Gemi veya tren yatağı.
    kuşetli * Kuşeti olan.
    kuşetsiz * Kuşeti olmayan.
    kuşgömü * Pastırmanın fileto bölümü.
    kuşhane * İçinde süs kuşları beslenilen ve üretilen küçük oda veya büyük kafes.
    kuşkanadı * Göz akızarının göz bebeğine doğru bir ok ucu biçiminde ilerlemesi.
    kuşkonmaz * Zambakgillerden, uç dallarıyapraksı görünüşte, toprak altıkök saplarından çıkan taze sürgünleri yenen bir
    bitki (Asparagus officinalis).
    * Aynıfamilyadan, saksılarda yetiştirilen, uzun saplı, ince ve küçük yapraklı bir süs bitkisi (Asparagus
    plumosus).
    kuşku * Bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirmemekten doğan kararsızlık, işkil, şüphe.
    * Başkalarının iyi niyet ve amaçlarınıkötüye yorarak işkillenme duygusu.
    kuşku beslemek (veya kuşku duymak) * kuşkulanmak.
    kuşku uyanmak * işkillenmek, kuşkulanmak, şüphe uyanmak.
    kuşkucu * Açık bir biçimde kanıtlanmamışher şeyden kuşkuya düşen, şüpheci, septik.
    * Kuşkuculuk yanlısı olan, septik.
    kuşkuculuk * Özellikle doğa ötesi konularda olumlu veya olumsuz yargıda bulunmaktan çekinme temeline dayanan
    öğreti, şüphecilik, septisizm.
    kuşkulandırma * Kuşkulandırmak işi.
    kuşkulandırmak * Kuşkuya düşürmek, kuşkulanmasına yol açmak, şüphelendirmek.
    kuşkulanma * Kuşkulanmak işi.
    kuşkulanmak * Kuşku içinde bulunmak, kuşku duymak, şüphelenmek.
    kuşkulu * Kuşku belirten, kuşku anlatan, şüpheli.
    * Kuşku içinde olan, şüpheli.
    * Kuşkucu.
    kuşkulu kuşkulu * Kuşku içinde olarak, şüphelenerek.
    kuşkusu kalmamak * bir konuda her şeyi bilmek, şüphe duymamak.
    kuşkusuz * Kuşkusu olmayan, işkilsiz.
    * Elbette, şüphesiz.
    kuşkuya düşmek * kuşkulanmak, kuşku beslemek, kuşku duymak, şüpheye düşmek.
    kuşlak * Av kuşları bol olan yer.
    kuşlar * Çok hücreli hayvanlardan, omurgalıların geniş bir sınıfı.
    kuşlokumu * Yumurta, un ve şekerle yapılan bir tür kurabiye.
    kuşluk * Günün sabahla öğle arasındaki bölümü.
    kuşluk namazı * Vaktinde kılınmayan sabah namazı için güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra kaza edilen namaz.
    kuşluk vakti * Günün ilk ışıkları ile güneşin bir mızrak boyu yükselmesi arasında kalan süresi.
    kuşluk yemeği * Kuşluk vakti yenilen yemek.
    kuşmar * Kuşavlamak için hazırlanmıştuzak, kuştuzağı.
    kuşpalazı * Difteri.
    kuşyemi * Buğdaygillerden, durgun sularda yetişen bir bitki (Phalaris canariensis).
    * Bu bitkinin taneleri.
    * Kuşlara yedirilen çişitli tahıl taneleri, dane.
    kut * Uğur, baht, talih.
    * Mutluluk.
    kutan * Saka kuşu.
    kutlama * Kutlamak işi, tebrik.
    * Kutlama töreni.
    kutlamak * Mutlu bir olay sebebiyle buna sevinildiğini birine söz, yazıveya armağanla anlatmak, tebrik etmek.
    * Önemli bir olayın gerçekleşmesi yıl dönümü dolayısıyla tören yapmak, tes’it etmek.
    kutlanış * Kutlanmak işi veya biçimi.
    kutlanma * Kutlanmak işi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 166

    kutlanmak * Kutlamak işi yapılmak, tebrik edilmek.
    kutlayış * Kutlamak işi veya biçimi.
    kutlu * Uğur getirdiğine inanılan, uğurlu, ongun, mübarek.
    kutlu olsun * “uğurlu olsun, bolluk ve iyilik getirsin” anlamında bir kutlama sözü.
    kutlulamak * Kutlamak.
    kutluluk * Kutlu olma durumu.
    kutnu * Pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuşkalın, ensiz kumaşçeşidi.
    kutsal * Güçlü bir dinî saygıuyandıran veya uyandırması gereken, kutsî, mukaddes.
    * Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsî, mukaddes.
    * Bozulmaması, dokunulmaması, karşıçıkılmaması gereken, üstüne titrenilen.
    * Tanrı’ya adanmışolan, tanrısal olan.
    kutsallaşma * Kutsallaşmak işi.
    kutsallaşmak * Kutsal duruma gelmek.
    kutsallaştırış * Kutsallaştırmak işi veya biçimi.
    kutsallaştırma * Kutsallaştırmak işi, kutsama.
    kutsallaştırmak * Kutsal duruma getirmek, kutsamak.
    kutsallık * Kutsal olma durumu, kutsiyet.
    kutsama * Kutsamak işi, takdis.
    kutsamak * Kutsallaştırmak.
    * Kutluluk dilemek, takdis etmek.
    kutsî * Kutsal.
    kutsîleşme * Kutsîleşmek işi veya durumu.
    kutsîleşmek * Kutsal duruma gelmek.
    kutsiyet * Kutsallık.
    kutsuz * Uğursuz, kötü, menhus.
    * Mutsuz, zavallı.
    kutsuzluk * Kutsuz olma durumu.
    kutu * İnce tahta, mukavva, teneke, plâstik vb. den yapılmış, genellikle kapaklıkap.
    * Elektrik akımıdevrelerinde birleştirme yapmak veya akımı bir veya daha fazla kollara ayırmak için
    kullanılan araç, buat.
    * Elektrik veya telefon tellerinin toplanıp bağlandığıkap.
    * (bir kimsede, bir yerde veya şeyde) İyi veya kötü bir özelliğin fazlalığını belirtir.
    * Kutunun alabildiği kadar olan.
    kutu gibi * küçük fakat kullanışlıve şirin.
    kutu kutu * 1’den 10’a kadar sayıların gizlice yazılması, tahmin edilmesine dayanan ve iki çocuk arasında oynanan bir
    oyun.
    kutucu * Kutu yapan veya satan kimse.
    kutuculuk * Kutu yapmak veya satmak işi.
    kutulama * Kutulamak işi.
    kutulamak * Kutuya yerleştirmek, kutuya koymak.
    kutulanış * Kutulanmak işi veya biçimi.
    kutulanma * Kutulanmak işi.
    kutulanmak * Kutulamak işi yapılmak.
    kutulayış * Kutulamak işi veya biçimi.
    kutulu * Kutusu olan.
    kutulu telefon * Halkın kullanımına sunulan, para, jeton veya manyetik özelliği olan kartla çalışan telefon, ankesörlü
    telefon.
    kutup * Yer yuvarlağının, ekvatordan en uzak olan yer ekseninin geçtiği var sayılan iki noktasından her biri.
    * Birbiriyle karşıt olan şeylerden her biri.
    * Bir konuda yüksek bilgisi ve yetkisi olan kimse.
    * Gök küresinin, dolayında döndüğü var sayılan eksenin iki ucundan her biri.
    * Elektrik akımını oluşturan gerilim ayrılığının en yüksek dereceyi bulduğu iki noktadan her biri.
    * Bir mıknatıs demirinin iki ucundan her biri.
    kutup engel * Bir pilde elektromotor kuvveti düşüren polorma olayına karşı gelmek ve elektirk akımının durmasını
    önlemek için kullanılan (kimyasal maddelerden her biri).
    Kutup Yıldızı * Gök küresinin kutbuna en yakın olan küçükayıdenilen takım yıldızın en ucunda bulunan, kuzeyi
    belirleyen, durağan yıldız, Demirkazık, Kuzey Yıldızı.
    kutuplanma * Kutuplanmak işi, polârizasyon.
    kutuplanmak * İki kutupta toplanmak.
    * (pusula ibresi için) Kutba doğru yönelmek.
    kutuplaşma * Kutuplaşmak işi.
    kutuplaşmak * (bir topluluk) Birbirine karşıt gruplara ayrılmak.
    kutupsal * Kutupla ilgili.
    kutur * (daire ve kürede) Çap.
    * (bazı geometrik şekillerde) Köşegen.
    kuvars * Billûrlaşmışsilisin doğada çok yaygın bir türü.
    kuvarsit * Yalnız kuvars tanelerinden birleşik bir kayaç, kum taşı.
    kuvertür * Örtü.
    kuvöz * Özellikle erken veya yeni doğmuş bebeklerin, bulaşıcıhastalıklardan korunmasıamacıyla içine
    yerleştirildiği, belirli sıcaklığı olan araç.
    kuvve * Düşünce, niyet.
    * Bir devletin silâhlıkuvvetlerinin durumu veya gücü.
    * Yeti.
    kuvveden fiile çıkarmak * düşünülen, tasarlanan şeyi gerçekleştirmek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 161

    kurtluk * Kurt olma durumu.
    kurtpençesi * Kara buğdaygillerden 20-50 cm yükseklikte, pembe çiçekleri salkım biçiminde, sap ve kökünde bol tanen
    bulunan çok yıllık otsu bir bitki (Polygonum bistorta).
    kurtsuz * Kurdu olmayan.
    kurttırnağı * 343 kurtpençesi.
    kurtulma * Kurtulmak işi.
    kurtulmak * Tehlikeli veya kötü bir durumu atlatmak.
    * İstenmeyen, sıkıntıveren, hoşlanılmayan bir kimseden, bir yerden, bir durumdan uzaklaşmak.
    * Doğurmak.
    * (bir şey) Bulunduğu veya bağlı olduğu yerden ayrılmak.
    * Bağınıkoparıp kaçmak.
    kurtulmalık * Tutsak veya rehine olan birini kurtarmak için verilen para, fidye, fidyeinecat.
    kurtuluş * Bir şeyden, bir yerden kurtulma, halâs, necat.
    * Bir yerin düşman işgalinden kurtulma günü.
    kuru * Suyu, nemi olmayan, yaşve nemli karşıtı.
    * Yağışalmayan veya üzerinde bitki olmayan.
    * Daha sonra kullanılmak için kurutulmuş, taze ve yeşil karşıtı.
    * (bitki için) Canlılığınıyitirmiş.
    * Arık, sıska, lâgar, kaknem.
    * Salgısı olmayan.
    * Döşenmemiş, çıplak.
    * Katıksız, yanında başka şey olmayan (yiyecek).
    * Etkisi ve sonucu olmayan.
    * Bazıdeyimlerde “yoksunluk, yoksulluk, yalnızlık” bildirir.
    * Heyecanı, tadı olmayan, tekdüze.
    * Akıcı olmayan; duygudan yoksun.
    * Kuru olan şey.
    * Kuru fasulye yemeğinin kısa söylenişi.
    kuru başına kalmak * hayatında veya yanında kimsesi kalmamak, kimsesiz, yalnız kalmak.
    kuru çay * Yeşil çay yapraklarının çeşitli işlemlerden sonra satışa hazır durumu.
    kuru çayır * Yaz aylarında bitkilerinin çoğunun kuruduğu tabiî çayır.
    kuru çeşme * Suyu çekilmişçeşme.
    kuru dere * Suyu olmayan dere.
    kuru duvar * Taşların arasına harç konulmadan örülen duvar.
    kuru ekmek * Katıksız ekmek.
    kuru erik * Eriğin kurutulmuşu.
    kuru fasulye * Fasulye bitkisinin beyaz tohumu.
    * Fasulye tohumundan yapılan etli veya etsiz salçalı, sulu yemek.
    * Yeşil kabuklarından ayıklanıp kurutulmuşfasulye.
    kuru filtre * Hava içindeki kirleri, bezden torbalar yardımıyla ayıran süzgeç.
    kuru gürültü * Gereksiz, önemsiz, sonu alınamayacak söz veya davranış.
    kuru gürültüye pabuç bırakmamak * bir durum karşısında telâşsız, korkusuz, dilediğince davranmak.
    kuru hasır (veya kilim) üstünde kalmak * aç, parasız, evsiz kalmak.
    kuru hava * Nemi çok az olan hava.
    kuru iftira * Gerçekle hiçbir ilişiği, hiçbir dayanağı olmayan iftira.
    kuru incir * Özel olarak güneşte kurutulan incir.
    kuru kafa * Başiskeleti.
    * Akılsız kafa.
    * Tırtıllarıpatates yaprağıyiyen, alt kanatlarısarı, üstü kahverengi bir tür kelebek (Acherantia adrophos).
    kuru kahve * Dövülmüşveya çekilmişkahve.
    kuru kahveci * Kuru kahve hazırlayıp satan kimse.
    * Kuru kahve satılan yer.
    kuru kahvecilik * Kuru kahve yapma veya satma işi.
    kuru kalabalık * Hiçbir işyapmayan insan topluluğu.
    * Hiçbir işe yaramayan, kırık dökük eşya.
    kuru kayısı * Kayısının kurutulmuşu.
    kuru kemik * Çok zayıf kimse.
    kuru köfte * Kıyma ve ekmek içi ile yapılıp tavada kızartılan köfte.
    kuru kuruya * Boşuna, boşu boşuna, yararsız yere.
    * Kuru olarak, yanında başka bir içecek veya yiyecek olmaksızın.
    kuru kuyu * Pis suyun toprak altına sızdırılmasında kullanılan, duvarlarıharçsız kuyu.
    kuru lâf * Gerçekleşmeyeceği belli olan boşve anlamsız söz.
    kuru meyve * Yaşmeyvenin kurutulmuşu.
    * Olgunlaşınca dışkabuğu kuruyan meyve.
    kuru öksürük * Balgam çıkarılmayan öksürük.
    kuru pasta * Tuzlu veya tatlı, kremasız çörek.
    kuru pil * Akıntıyapmaması için elektroliti soğurucu bir maddeyle kaplıpil.
    kuru sebze * Yaşsebzelerin kurutulmuşu.
    kuru sıkı * Yalnız barutla sıkılanmıştüfek veya fişek dolgusu.
    * Korku vermek veya yıldırmak için söylenen söz, yapılan davranış, blöf.
    kuru soğan * Toprak altında kalan yumru soğanın kurutulmuşu.
    kuru soğuk * Yağışsız havadaki sert soğuk.
    kuru söz * Gerçekle ilgisi olmayan, değer taşımayan boşsöz.
    kuru tahtada kalmak * eşyasıelinden gitmek, çıplak evde oturma durumunda kalmak.
    kuru tarım * Kurak veya yarıkurak bölgelerde, sulama yapmadan tarladan ürün alınmasıyollarını gösteren tarımsal
    tekniklerin bütünü, kuru ziraat.
    kuru temizleme * Kimyasal maddelerle veya buharla giysi, eşya vb. yi temizleme, ütüleme.
    kuru temizleyici * Kuru temizleme yapan kimse.
    kuru üzüm * Haşlanıp ardından güneşte kurutulmak suretiyle hazırlanan iri veya küçük taneli üzüm.
    * Yaşüzümün kurutulmuşu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 162

    kuru yemiş * Fındık, fıstık, leblebi gibi yemek dışında yenilen yiyecekler.
    kuru yemişçi * Kuru yemişsatan kimse veya kuru yemişsatılan yer.
    kuru yük * Kara ve deniz taşıtlarıyla nakledilen katımadde, ticarî eşya.
    kuru yük gemisi * Deniz taşımacılığında katımaddeleri taşıma özelliğine göre ima edilen gemi.
    kuru ziraat * Kuru tarım.
    kurucu * Bir kurumun, bir işin kurulmasınısağlayan, müessis.
    * Bir kuruluşu oluşturan kimse.
    kuruculuk * Kurma işini yapmak.
    kuruda kalmak * deniz alçaldığında (gemi) karaya oturmak.
    kurul * Bir işi yapmak veya yönetmek için görevlendirilmişkişilerden oluşmuştopluluk, heyet, konsey.
    kurulama * Kurulamak işi.
    kurulamak * Bir şeyin üzerindeki ıslaklığı gidermek.
    kurulanış * Kurulanma işi veya biçimi.
    kurulanma * Kurulanmak işi.
    kurulanmak * Kurulamak işi yapılmak veya kurulamak işine konu olmak.
    * Kendini kurulamak.
    kurulaşma * Kurulaşmak işi.
    kurulaşmak * Kuru duruma gelmek.
    * Yoksullaşmak, yozlaşmak, muhtevasızlaşmak.
    kurulayış * Kurulamak işi veya biçimi.
    kurulma * Kurulmak işi.
    kurulmak * Kurmak işine konu olmak veya kurmak işi yapılmak.
    * Övünür biçimde davranışlarda bulunmak, kasılmak.
    * Rahatça oturmak, yerleşmek.
    kurultay * Ulusal toplantı.
    * Bir kuruluşun, temel işleri konuşmak için belli sürelerle veya gerektikçe yaptığı genel toplantı, kongre.
    * Eski Türklerde devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığımeclis.
    kurulu * Kurulmuşolan, yerleşmiş, oturmuş.
    kurulu düzen * Yerleşmiş, içinde bulunan toplumsal düzen.
    kuruluk * Kuru olma durumu.
    kuruluş * Kurulma işi, yolu veya tarihi.
    * Topluma hizmet amaç ve göreviyle kurulan her şey, kurum, tesis, müessese.
    * Yapı, yapılış, bünye.
    * Bir sefer kuvvetini oluşturan birliklerin yapısı.
    kuruluşlar bütünü * Kompleks.
    kurum * Ocak bacalarında biriken veya çevrede savrulan kalın is.
    kurum * Kuruluş, müessese, tesis.
    * Evlilik, aile, ortaklık, mülkiyet gibi insanlar tarafından oluşturulan şey, müessese.
    kurum * Kendini büyük ve önemli gösterme davranışı, büyüklenme, tekebbür, azamet.
    kurum kurum kurumlanmak (veya kurulmak) * büyüklenmek, böbürlenmek.
    kurum satmak * böbürlenmek, büyüklenmek.
    kuruma * Kurumak işi.
    kurumak * Islaklığını, nemini yitirerek kuru duruma gelmek.
    * (bitki) Suyu çekilip cansız duruma gelmek.
    * Cılızlaşmak, sıskalaşmak, zayıflamak.
    * (akarsu, göl için) Susuz kalmak.
    * (bazınesneler için) Yumuşaklığınıyitirmek, sertleşmek.
    kurumlanış * Kurumlanmak işi veya biçimi.
    kurumlanma * Kurumlanmak işi.
    kurumlanmak * Gururlanarak kasılmak.
    * Kurum (I) tutmak.
    kurumlaşma * Kurum niteliği kazandırma, kurum niteliği verme.
    * Özellikle politik ve ekonomik alanlarda denetim örgütlerinin, kurumların çoğaltılmasıeğilimi.
    * Herhangi bir davranış, düşünüş, inanış biçiminin tarih olarak durağan ve toplumca değer verilen kalıplara
    dönüşmesi süreci, müesseseleşme.
    kurumlaşmak * Kurum durumuna gelmek, müesseseleşmek.
    kurumlaştırma * Kurumlaştırmak işi.
    kurumlaştırmak * Kurum durumuna getirmek.
    kurumlu * Kurum (II) tutmuşolan.
    kurumlu * Gururlanarak kasılan, mağrur.
    kurumsal * Kurumla ilgili.
    kurumsallaşmak * Kurumsal duruma gelmek.
    kurumsuz * Kurumu olmayan.
    kuruntu * Yanlışve yersiz düşünce.
    * Bir konuyla ilgili kötü ihtimalleri akla getirip tasalanma, işkil, evham, vesvese.
    * Olmayacak bir şeyin olacağınısanma, vehim.
    kuruntu etmek * kötü ihtimalleri düşünüp üzülmek.
    kuruntucu * Sürekli kuruntuya kapılan (kimse), işkilli, müvesvis.
    kuruntulu * Kuruntusu olan (kimse), evhamlı, mütevehhim.
    kuruntusuz * Kuruntusu olmayan.
    kuruntuya kapılmak * boşyere tasalanmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 163

    kurup takma * araç ve cihazların tesisata bağlanması işi, montaj.
    kuruş * Liranın yüzde biri değerinde Türk parası.
    kuruş * Kurmak işi veya biçimi.
    kuruşkuruş * Kuruşu bile hesap ederek.
    kuruşlandırma * Kuruşlandırmak işi.
    kuruşlandırmak * Bir listede yer alan her maddenin fiyat tutarınıhesap edip belirtmek.
    kuruşluk * Herhangi bir kuruşa karşılık olan.
    kuruşu kuruşuna * Hesap tam çıkartılarak.
    kurut * Kurutulmuşsüt ürünü.
    kurutaç * Kurutma kabı.
    kurutma * Kurutmak işi.
    kurutma kabı * İçinde nemçeker bir kimyasal madde bulunan ve bazımaddeleri kurutmak veya nemlenmelerini önlemek
    için kullanılan kapaklıcam kap, desikatör.
    kurutma kâğıdı * Yazıda mürekkebin ıslaklığını gidermek için kullanılan nem emici bir tür kâğıt.
    kurutma makinesi * Yıkanmışve sıkılmışçamaşırlarısıcak hava içinde döndürerek kurutan araç.
    kurutmaç * Mürekkebi kurutmak için kullanılan kurutma kâğıdıve bunun takılı bulunduğu araç.
    kurutmak * Suyunu ve ıslaklığını giderip kuru duruma getirmek.
    * (bitkiler için) Canlılığınıyitirmek.
    * Bazısebze ve meyvelerin buharlaştırılmasıyla kuru bir durum almasını sağlamak.
    * Cılız duruma getirmek, zayıflatmak.
    * Yiyecek ve içecekleri yiyip bitirmek.
    * Uğursuzluk getirmek, yok etmek.
    kurutmalı * Kurutma sistemi olan.
    kurutmalık * Kurutmaya yarar, kurutmak için ayrılmış.
    kurutucu * Nemi, ısıveya hava akımıyla uzaklaştırıp içine konulan maddeleri kurutan alet.
    * Boya ve parlatıcıların çabuk kurumalarını sağlamak amacıyla içlerine katılan madde.
    kurutulma * Kurutulmak işi.
    kurutulmak * Kurutmak işi yapılmak veya kurutmak işine konu olmak.
    kurutuş * Kurutma işi veya biçimi.
    kuruyasıca * İşe yaramaz, kötü anlamında bir ilenme sözü.
    kuruyuş * Kuruma işi veya biçimi.
    kurvaziyer * Belirli bir programa göre deniz yolu ile yapılan turistik nitelikte gezi.
    kurya * Vatikanıyöneten yürütme ve yargılama organlarının bütünü.
    kurye * Genellikle elçilik postasınıyerine ulaştırmakla görevli kimse.
    * Uçakla gönderilen mektup, koli veya havale.
    * Düzenli olarak ticarî bir hizmet gören taşıt aracı.
    kuryelik * Kuryenin görevi.
    kuskun * Hayvanın kuyruğu altından geçirilerek eyere bağlanan kayış.
    kuskunlu * Kuskunu olan.
    kuskunsuz * Kuskunu olmayan.
    * Perişan, derbeder.
    kuskunu düşük * Kuskun yeri sağrıdan aşağı olan at.
    * Gözden düşmüşkimse.
    kuskus * Un, süt, yumurta ile yapılan ufak ve yuvarlak taneler biçiminde kurutulmuşhamur.
    kuskus çorbası * Kuskus kullanılarak yapılan çorba.
    kuskus pilâvı * Kuskus kullanılarak yapılan pilâv.
    kusma * Kusmak işi, istifra.
    kusmak * Midesinin içindekilerini ağız yolu ile dışarıatmak, kay etmek, istifra etmek.
    * Reddetmek.
    * (boyanan veya temizlenen şeyler için) Yeniden ortaya çıkmak, dışarıya vermek.
    * Birikmişöfkesini söylemek.
    kusmuk * Kusulan şey.
    kusturma * Kusturmak işi.
    kusturmak * Kusmasına yol açmak.
    kusturucu * Kusturan, kusmaya yol açan.
    * Kısa süre içinde kusmaya sebep olan ilâç.
    kusturuş * Kusturma işi veya biçimi.
    kusuntu * Kusmuk.
    kusur * Eksiklik, noksan, nakısa.
    * Özür.
    * Bilerek veya bilmeyerek bir işi gereği gibi yapmamak.
    * Elverişsiz durum.
    * Bir şeyden artan kısım, üst, küsur.
    kusur aramak * yanlışını, eksikliğini, elverişsizliğini aramak.
    kusur bulmak * bir şeyin özrünü görmek.
    * gereğinden çok titiz ve hoşgörüsüz davranmak.
    kusur etmek (veya etmemek) * hoşkarşılanmayacak bir davranışta bulunmak (veya bulunmamak).
    kusur işlemek * yanlışdavranışta bulunmak.
    kusura bakmamak (veya kalmamak) * hoşgörmek.
    kusurlu * Kusuru olan.