Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 124

    komando * Baskın, sabotaj gibi özel görevler yapan, az sayıda askerden kurulu birlik.
    * Komando birliğinde görevli asker.
    * Vurucu kuvvet.
    komando er * Askerliğini komando olarak yapan er.
    komar * Kuzey Anadolu dağlarında yetişen, 3-5 m boyunda, kışın yapraklarınıdökmeyen, iri ve mor çiçekleri olan
    bir ağaççık (hododendron ponticum).
    komaya girmek * duyma, anlama ve hareket kabiliyetlerini kaybederek yarıölü duruma gelmek, kendinden geçmek.
    * kendinden geçecek kadar sinirlenmek, şaşırmak, üzülmek.
    kombi * Isıtmada kullanılan yakıtı düzenli ve ayarlıyakan araç.
    kombina * Birkaç sanayi kurumunun tek yönetimde birleşmesi.
    kombinezon * Bir işi başarıya ulaştırmak için alınan önlemler, düzenleme.
    * Kadınların giydikleri kısa ve kolsuz iç çamaşırı.
    kombiyum * Dışodun ile kabuk arasında bulunan, ağacın yaşamasınıve büyümesini sağlayan bölüm.
    komedi * Güldürü.
    * Yalan ve yapmacık söz veya davranış.
    * Gülmeye sebep olan olay veya olaylar.
    komedi yazarı * Daha çok komedi türünde eser veren kimse.
    komedya * Komedi.
    komedyacı * Komedyen.
    komedyen * Güldürülerde oynayan oyuncu.
    * Sözleri, davranışlarıyalan ve yapmacık olan (kimse).
    komi * Otel vb. yerlerde ayak işlerine bakan kimse.
    * Lokantalarda garson yamağı.
    komik * Gülme duygusu uyandıran, güldürücü, gülünç.
    * Güldürülerde oynayan oyuncu.
    komikleşme * Gülünçleşme.
    komikleşmek * Gülünçleşmek.
    komiklik * Komik olma durumu.
    * Güldürücü davranış.
    * Gülünç durum.
    komiser * Güvenlik teşkilâtının meslek aşamaları içinde yer alan, en az lise öğrenimi görmüşveya polis okullarının
    orta ve yüksek bölümlerini bitirmiş, üniformalıveya sivil memur.
    * Ortaklıklarıve toplantılarıhükûmet adına denetlemekle görevli kimse.
    komiserlik * Komiser olma durumu.
    * Komiserin makamı.
    komisyon * Alt kurul, encümen, komite.
    * Bir işte aracılık yapan kimseye bırakılan yüzdelik, simsariye.
    komisyoncu * Komisyon işleri yapan kimse, simsar.
    komisyonculuk * Komisyoncunun yaptığı iş, simsarlık.
    komita * Siyasî bir amaca ulaşmak için silâh kullanan gizli topluluk.
    komitacı * Siyasî bir amaca ulaşmak için silâhlımücadele yapan gizli topluluk veya örgüte bağlıkimse.
    komitacılık * Komitacı olma durumu.
    * Komitacıya vergi davranış.
    komite * Alt kurul, encümen, komisyon.
    komodin * Karyolanın yanı başına konulan üstü masa biçimindeki küçük dolap, komot.
    komodor * Amiral yetkisiyle görevli deniz subayı.
    * Bir kuruluşa bağlıyolcu gemilerinin en eski kaptanı.
    komot * Komodin.
    kompakt disk * Yoğun teker.
    kompartıman * Yolcu trenlerinde vagonların bölmelerle ayrılmış bölümlerinden her biri.
    kompas * Küçük uzunlukları, çaplarıve kalınlıklarıdoğru olarak ölçmeye yarayan bir ölçü aracı.
    kompetan * Uzman, yetkili.
    kompetitif * Tekabetçi.
    kompilâsyon * Derleyip toparlama; derme çatma yapılan iş.
    komple * Dolu.
    * Eksiksiz, gerekli her şeyi tamam olan, tam.
    * Aynımadde, kumaşvb.den yapılmışolan.
    * Üstün nitelikleri kendinde toplayan, mükemmel.
    komple kilit * Bir mobilyanın sadece bir çekmece veya kapağına takılan, kilitlendiği zaman mobilyanın bütün kapak ve
    çekmecelerini kilitleyebilen özel bir kilit çeşidi.
    kompleks * Hemen kavranamayan, çözümü güç olan, karmaşık.
    * Karmaşıklık, karmaşa.
    * Aynıekonomik etkinliğe açık sanayinin tesisler bütünü.
    * Karmaşık.
    * Karmaşa, ruh karmaşası.
    kompleksli * Kompleksi olan.
    komplikasyon * Karışıklık.
    * Yan etki.
    komplike * Öğelerinin veya gerekli işlemlerin sayısının çokluğu, çeşitliliği yüzünden anlaşılması, yapılması güç olan,
    (şey), karışık.
    kompliman * Gönül okşayıcısöz, ilgi, gösterici söz.
    * Koltuklama.
    komplo * Bir kimseye, bir kuruluşa karşıtoplu olarak alınan gizli karar, gizli düzen.
    * Topluca ve gizlice yürütülen herhangi bir plân.
    * Tuzak.
    komplo hazırlamak * bir kimsenin aleyhine çalışmak, onun kötü duruma düşmesini sağlamak.
    komplo kurmak * bir kimseye karşı gizlice, toplu olarak zarar verici karar almak, tuzak kurmak.
    komplocu * Komplo kuran kimse.
    komposto * Hoşaf.
    * Bitki artıklarından yapılan gübre.
    kompostoluk * Komposto veya meyve dağıtımıyapmak için kullanılan, genellikle yüksek ayaklıtabak.
    * Komposto yapmaya elverişli olan (meyve).
    kompoze * “Öğelerini birleştirmek, bütünleştirmek, yeniden oluşturmak” anlamında kompoze etmek sözünde geçer.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 125

    kompozisyon * Ayrıayrıparçaları bir araya getirerek bir bütün oluşturma biçimi ve işi.
    * Öğrencilere duygu ve tasarımlarınısıraya koyup açık, etkili bir biçimde anlatmalarınıöğretmek amacını
    güden ders, bu dersle ilgili yazılıçalışma, tahrir, kitabet.
    kompozitör * Besteci.
    komprador * Aracı.
    * Uzak Doğu ülkelerinde yabancı ortaklıklar hesabına işsözleşmesi yapan yerli aracı.
    kompres * Yaraların bakımında veya başka bir maksatla kullanılan, birkaç kat katlanmış bez.
    kompresör * Bir akışkanıveya gazı, gereken basınca göre sıkıştırmaya yarayan alet, sıkmaç.
    * Yol yapımında, dökülen çakılları, kumları bastırıp sıkıştırmak için kullanılan ağır silindirli araç.
    komprime * Çoğu kez yassıveya silindir biçiminde katı ilâç, hap.
    * Bir konuyla ilgili olarak derinliği olmayan kalıplaşmış bilgi.
    kompüter * Bilgisayar.
    komşu * Konutlarıyakın olan kimselerin birbirine göre aldıklarıad.
    * Sınır ortaklığı bulunan, mücavir.
    komşu açı * Tepeleri ve birer kenarları ortak olan iki açıdan her biri.
    komşu hatırı * Komşular arasında gözetilen saygı.
    komşu kapısı * Pek yakın sayılan yer.
    komşu kapısına çevirmek * yakın olmadığıve sık sık uğranılması gerekmediği hâlde bir yere çok sık gitmek.
    komşu komşunun külüne (veya tütününe) muhtaçtır * komşular birbirlerine en küçük şey için bile muhtaçtırlar.
    komşuda pişer, bize de düşer * insanların, çevresindekilerin kazancından yararlanma umudunu anlatır.
    komşuluk * Komşu olma durumu.
    * Komşularla olan ilişki.
    komşuluk etmek (veya yapmak) * komşular arasında ilişki kurmak, görüşmek.
    komşunun tavuğu komşuya kaz (karısıkız) görünür * başka bir kimsenin malı bize olduğundan daha değerli görünür.
    komut * Askerlere, izcilere, öğrencilere jimnastik çalışmalarında veya bir tören sırasında bir durumdan başka bir
    durma geçmeleri için verilen buyruk, emir.
    komut vermek * herhangi bir davranış, hareket vb. için buyrukta bulunmak.
    komuta * Askerî birliği ve onunla ilgili işleri yönetme görevi, kumanda.
    komuta etmek * (askerlikte) yönetmek, kumanda etmek.
    komutan * Bir asker topluluğunun başı, kumandan.
    komutanlık * Komutanın görevi veya makamı, kumandanlık.
    komünikasyon * İletişim, haberleşme.
    komünist * Komünizm yanlısı.
    komünistlik * Komünizm.
    komünizm * Bütün malların ortaklaşa kullanıldığıve özel mülkiyetin olmadığıtoplum düzeni.
    * Böyle bir düzenin kurulmasınıamaçlayan siyasî, ekonomik ve toplumsal öğreti.
    komütatör * Bir elektrik akımının yönünü değiştirmeye yarayan araç, anahtar, çevirici.
    kona göçe * Dura kalka.
    * Yolculukta konaklayarak, geziye zaman zaman ara vererek.
    konak * Büyük ve gösterişli ev.
    * Hükûmet işlerinin görüldüğü yapı.
    * Araba veya hayvanla bir günde alınan yol.
    * Yolculukta geceyi geçirmek için inilen, konaklanılan yer.
    * Konakçı.
    * Misafir.
    konak * Kundak çocuklarının başlarında görülen kepek tabakası.
    * Gözde oluşan ince tabaka.
    konak gibi * büyük ve gösterişli (ev).
    konak yavrusu * Konağıandıran ev.
    konakçı * Toplu olarak yapılan yolculukta konak yeri sağlamakla görevli kimse.
    * Sefere çıkan askerlerin önünden gidip konak yeri sağlamakla görevli subay.
    * Asalağın erginini veya gelişim evrelerinden herhangi birini taşıyan canlı, konak.
    konaklama * Konaklamak işi.
    konaklamak * Yolculuk sırasında bir yerde kalıp geceyi geçirmek.
    konaklık * Konak olmaya uygun yer.
    * Konak kadar alınan yol.
    konalga * Göçebe ve yolcuların yolculuk veya göç sırasında konakladıklarısulu ve otlu yer, konak yeri.
    konargöçer * Göçebe bir hayat süren, sürekli bir yere yerleşmeyen (aşiret, oba vb.).
    konca * Bkz. gonca.
    koncolos * karakoncolos sözünde geçer.
    konç * Ayağa giyilen şeylerde ayak bileğinden baldıra doğru olan bölüm.
    konçerto * Birlikte çalınmak üzere bir çalgıve orkestra için bestelenmişmüzik eseri.
    konçina * Oyun kâğıtlarında ikiliden altılıya kadar olan kâğıtlar.
    konçlu * Koncu olan.
    konçsuz * Koncu olmayan veya koncu kısa olan.
    kondansatör * İçinde akımsız elektrik yükü biriktirilen cihaz, yoğunlaç.
    kondenseleşme * Yapay reçinelerin oluşumunu ve değişimini sağlayan kimyasal tepkime.
    kondisyon * “Şart, durum” anlamlarında bazıterimlerde kullanılır.
    * Fiziksel ve ruhsal bakımdan bir sporcunun durumu.
    * Erk.
    kondisyon aleti * Vücut sağlığınıkorumak ve geliştirmek için kullanılan kondisyon bisikleti, koşu bandı, kürek gibi araç.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 122

    kolektifleşmek * Kolektif duruma gelmek.
    kolektifleştirme * Kolektifleştirmek işi.
    kolektifleştirmek * Ortaklaştırmak.
    kolektivist * Ortaklaşacı.
    kolektivizm * Ortaklaşacılık.
    kolektör * Elektrik dinamolarında hareketli bölümün üzerindeki iletken devrelerde oluşan akımıtoplayıp tek bir
    devreye veren araç, toplaç.
    kolemanit * Hidratlıdoğal kalsiyum borat.
    kolera * Şiddetli sürgün ve kusmalarla kendini gösteren, çok bulaşıcı, salgın ve öldürücü bir hastalık.
    koleralı * Koleraya tutulmuş.
    * Kolera mikrobu olan.
    kolesterin * Kolesterol.
    kolesterol * Kanda ve büyük ölçüde ödde bulunan, besinlerle alınan sterol.
    kolhoz * Eski dönemlerde Rusya’da köylülerin ortak olarak çalıştıklarıtarım işletmesi.
    koli * İçinde türlü eşya bulunan posta paketi.
    kolibasil * Toprakta, insan ve hayvan bağırsaklarında, bazen sularda, sütte, yiyeceklerde bulunan ve uygun bir ortam
    bulunca insanda hastalık yapabilen, yuvarlak uçlu, çomak biçiminde bakteri.
    kolibri * Kolibrigillerden, Amerika’da yaşayan, çok renkli, geriye doğru uçma özelliği olan, uzun gagalı, küçük
    göçmen kuş.
    kolibrigiller * Omurgalıhayvanlardan, kuşlar sınıfına giren bir familya.
    kolik * Kalın bağırsakta, genellikle karın boşluğunda aralıklıduyulan güçlü sancı.
    kolit * Kalın bağırsak iltihabı.
    kollama * Kollamak işi.
    kollamak * Olmasını, ortaya çıkmasını beklemek, gözetmek.
    * Göz önünde tutmak, gözlemek.
    * Korumak, gözetmek.
    kollanma * Kollanmak işi.
    kollanmak * Kollamak işine konu olmak veya kollamak işi yapılmak.
    kolları(veya kol ve paçaları) sıvamak * bir işyapmaya güçlü bir biçimde, istekle hazırlanmak.
    kollarıkopmak * ağır bir şey taşımaktan veya çok işyapmaktan yorulmak.
    kollarınıaçmak * içtenlikle karşılamak veya kucaklamaya hazırlanmak, sevgisini ve dostluğunu göstermek.
    * korumak, yardım etmek.
    kollarınısallaya sallaya gelmek * hiçbir şey getirmeden gelmek.
    kollarının arasına almak * kucaklamak.
    kollu * Kolu olan.
    * Herhangi bir biçimde kolu olan.
    kolluk * Gömlek kollarının ucundaki iliklenen bölüm, manşet.
    * İşyaparken giysiyi korumak için bilekten dirseğe kadar kola geçirilen, ekseri koyu renkli bir kumaştan
    dikilmişparça.
    * Kollara takılan ve dikkati çekmesi istenen görevlilerin kimliklerini gösteren şerit.
    kolluk * Güvenliği sağlamakla görevli polis veya jandarma, zabıta.
    kolluk kuvveti * Güvenlik güçlerinin oluşturduğu birlik.
    kolodyum * Fotoğraf camıyapımında ve cerrahlıkta kullanılan, alkolle eter karışımı içinde sıvıdurumuna getirilen
    nitroselüloz.
    kolofan * Hidratlıdoğal kalsiyum sülfat.
    kolofan * Çam sakızının damıtılmasıyla oluşan, saydam, sarırenkli reçine.
    koloidal * Zamk, jelâtin yapısında olan, koloit nitelikleri taşıyan.
    koloit * Jelâtin niteliğinde olan ve suda dağılmışızarlardan geçmemekle billûrsulardan ayırt edilen maddelerin genel
    adı.
    kolokyum * Bilimsel bir sorunu incelemek veya siyasî, ekonomik, diplomatik sorunlarıtartışmak için yapılan akademik
    toplantı, konuşu, bilimsel toplantı.
    * Doçentlik sınavı.
    kolombiyum * Niyobyum.
    kolon * Sütun.
    * Katlardaki döşemeleri birbirlerine bağlayan düşey boru.
    * Kalın bağırsağın gödenden önceki bölümü.
    koloni * Sömürge, müstemleke.
    * Göçmen topluluğu veya bu topluluğun yerleştiği yer.
    * Bir ülkede bulunan küçük yabancıtopluluğu.
    * Birlik durumda yaşayan aynıtürden organizmaların oluşturduğu topluluk.
    kolonya * Hafif kokulu tuvalet ispirtosu.
    kolonyal * Sıcağı geçirmeyen içi mantarlı bir tür şapka için kullanılır.
    kolonyalama * Kolonyalamak işi.
    kolonyalamak * Kolonya ile işlem yapmak, kolanya sürmek.
    kolonyalanma * Kolonyalanmak işi.
    kolonyalanmak * Kolonya sürmek veya sürünmek.
    kolonyalı * Kolonyalanmış, kolonya sürmüş.
    kolonyalist * Sömürgeci.
    kolordu * Değişik sayıda tümen ve savaşdestek birliklerinden kurulu büyük birlik.
    koloridye * Kolyoz balığının küçüğü.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 123

    kolorimetre * Renkölçer.
    kolorimetri * Renk ölçme.
    kolostrum * Gebe kadının veya memeli hayvanların meme salgısı.
    kolsu ayaklılar * Erginken genellikle bir yere tutunarak yaşayan ve gövdeleri iki çenetli kabuk içinde olan deniz hayvanları.
    kolsuz * Kolu olmayan.
    * (giysi için) Kol geçirilmemişolan.
    koltuğa girme * Düğün sırasında gelinin damadın koluna girmesini sağlama merasimi.
    koltuğa girmek * evlenmek.
    koltuğu doldurmak * aldığı görevi tam olarak başarabilecek yetenekte bulunmak.
    koltuğuna girmek (veya koltuğunun altına sığınmak) * birinin koruyuculuğuna sığınmak.
    koltuk * Omuz başının altında, kolun gövde ile birleştiği yer.
    * Kol dayayacak yerleri olan genişve rahat sandalye.
    * Eski düğünlerde güveyle gelinin konuklar arasından kol kola geçmeleri töreni.
    * (yapıcılıkta) Yan destek.
    * Demirledikten sonra gemiyi iskeleye, rıhtıma veya başka bir gemiye bağlayan ip.
    * Koltuklama veya koltuklanma.
    * Kayırma, destek.
    * Kenar, tenha yer.
    * Yüksek mevki, makam.
    * Genel ev.
    * Mısır ve buğday fidesinin yanlarından çıkan filizler.
    koltuk altı * Kolun omuzla birleştiği yerin altındaki çukurluk.
    * Kayırma.
    koltuk başı * Otomobillerde koltuğun sırt bölümüne takılmışanî darbelerde boyun veya başın zarar görmesini önleyen
    başlık.
    koltuk değneği * Ayak ve bacaklarısakat olanların yürürken koltuklarıyla dayandıklarıuzun değnek.
    * Başkalarınca sağlanan yardım.
    koltuk düşkünü * Mesleğinden, yaptığı işten çok oturduğu makamı gözeten kimse.
    koltuk gözü * Sürgün ve genç dalların yaprak saplarının koltuğunda bulunan tomurcuk.
    koltuk kapısı * Evlerde büyük kapıdan başka küçük hizmet kapısı.
    koltuk kavgası * Kişiler arasında geçen, bir makama oturma mücadelesi.
    koltuk meyhanesi * İşlek semtlerde, yol üzerinde bulunan, az mezeyle ayaküstü içki içilen ucuz meyhane.
    koltuk vermek * yüzüne karşıövmek, pohpohlamak.
    koltukçu * Koltuk yapan veya satan kimse.
    * Eski ev eşyasıalıp satan kimse.
    * Koltuk meyhanesi işleten.
    * Koltuğun altına elbise ve halıatıp sokak sokak dolaştırarak satan kimse.
    * Yüze karşıövmeyi huy edinme.
    * Düğünlerde ev düzenlenmesine yardım edip gelinle damada destek olan kimse.
    koltukçuluk * Koltuk yapma ve satma işi.
    * Yüze karşıövmeyi huy edinme.
    koltuklama * Koltuklamak işi.
    * Yaranmak için birine söylenen övücü söz, kompliman.
    koltuklamak * Koltuğu altına almak.
    * Koltuğa girmek.
    * Kıvanç verecek biçimde övmek, koltuklarınıkabartacak sözler söylemek, pohpohlamak.
    koltuklanma * Koltuklanmak işi.
    koltuklanmak * Övücü sözlerle koltuklarıkabartılmak, pohpohlanmak.
    koltuklarıkabarmak * kendine veya yakınlarına yapılan övgüden kıvanç duymak.
    koltuklu * Kol dayayacak yeri olan.
    koltukluk * Terden, giysinin lekelenmemesi için koltuk altına içten dikilen parça, subra.
    * Koltuk yapmaya ve kaplamaya elverişli olan (kumaş).
    koltukta olmak * baskasının konuğu olup kendi masraf etmemek.
    kolu kanadıkırılmak * bir şey yapamayacak duruma gelmek, çaresiz kalmak.
    kolu uzun * Gücü yeter, sözü geçer.
    koluna girmek * kolunu birinin koltuğu altından geçirmek.
    koluna kuvvet * işyapan bir kimseye, isteklendirmek, coşturmak için söylenir.
    kolunda altın bileziği olmak * kazanç sağlayan bir mesleği, zanaatı olmak.
    kolye * Gerdanlık.
    kolyoz * Uskumrugillerden, uzunluğu 30-35 cm olan, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir balık türü (Scomber
    colias).
    kolza * Turpgillerden, yağlıtohumlu mevsimlik bitki; tohumlarından elde edilen yağ, yapay kauçuk yapımında
    kullanılır (Brassica napus).
    kom * Ağıl, davar ağılı.
    * Yayla evi.
    * Bir kimseye ait küçük yerleşim yeri, koy, çiftlik.
    koma * Bazıhastalıklar sırasında görülen anlama, duyma ve hareketin büsbütün veya az çok kaybolmasıyla beliren
    derin dalgınlık durumu.
    koma * Eski Yunanlılarda, eşit olmayan iki ses arasında kulakla seçilebilecek en küçük aralık.
    komadan çıkmak * komaya giren hasta bu durumdan kurtulmak, ölümden dönmek.
    komak * Bkz. koymak.
    komalık * Koma durumuna gelmiş.
    komalık etmek * döverek kıpırdamayacak duruma getirmek.
    * çok sinirlendirmek.
    komalık olmak * çok yorulmak.
    komandit * Bir komandit şirket sermayesinin bir veya birçok ortak tarafından sağlanan bölümü.
    komandit ortaklık * Alacaklılara karşı, en az bir sınırlı, bir de sınırsız sorumlu ortağı bulunması gereken, tüzel kişiliği olan
    ortaklık.
    komandit şirket * Bkz. komandit ortaklık.
    komandite * Komandit şirkette sınırsız sorumlu olan ortak.
    komanditer * Komandit şirkette ancak kendi koyduğu para kadar sorumlu olan ortak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 121

    kolan * Hayvanın semerini veya eyerini bağlamak için göğsünden aşırılarak sıkılan yassıkemer.
    * Dokuma, deri, kenevir gibi maddelerden yapılan yassıve enlice bağ.
    * Yünden veya iplikten yapılmış, üzeri işli ince kuşak.
    kolan balığı * Mersin balığı(Acipenser sturio).
    kolan çekmek * kayığıkaradan halatla çekmek, yedekçilik etmek.
    kolan vurmak * salıncakta hızlanmak için ayakta durup vücudu doğrultarak ileriye atılırcasına hareket etmek.
    * hayvanın eyer veya semerini kolana bağlamak.
    kolancı * Kayığıkaradan halatla çeken kimse, yedekçi.
    kolancılık * Kolancı olma durumu veya kolancının işi.
    kolay * Sıkıntıçekmeden, yorulmadan yapılabilen, emeksiz, zahmetsiz, güç ve zor karşıtı.
    * Kolayca, sıkıntısız bir biçimde, basit.
    * Kolaylık.
    kolay değil * elbette, tabiî ki.
    kolay gele! (veya gelsin!) * bir işyapmakta olanlara söylenen iyi dilek sözü.
    kolay kolay * (olumsuz cümlelerde) Kolay bir yoldan, kolayca.
    kolayca * Oldukça kolay olan.
    * (kola’yca) Kolaylıkla, sıkıntıçekmeden.
    kolaycacık * Çok kolay.
    * (kola’ycacık) Çok kolay bir biçimde.
    kolaycı * Kolaya kaçma işini yapan (kimse).
    kolaycılık * Kolaycının davranışı.
    kolayda * Kolay bulunabilir yerde, el altında.
    kolayıvar * çaresi var.
    kolayına bakmak (veya kolayına kaçmak) * bir işi yapmak için kolay ve kestirme yolu seçmek.
    kolayına gelmek * bir işin herhangi bir biçimde yapılmasınıdaha kolay bulmak.
    kolayınıaramak * bir şeyi yapmak, çözmek için gerekli kolay ve kestirme yöntemi araştırmak.
    kolayını bulmak * kolaylıkla yapabilmeyi sağlamak veya yapma yolunu bulmak.
    kolaylama * Kolaylamak işi.
    kolaylamak * Bir işi bitirmek üzere olmak, bir işin sonuna yaklaşmak.
    kolaylanma * Kolaylanmak işi.
    kolaylanmak * Bir işsonuna yaklaşmak, bitmek üzere olmak.
    kolaylaşma * Kolaylaşmak işi.
    kolaylaşmak * Kolay duruma gelmek.
    * (engel ve güçlükler için) Ortadan kalkmak.
    kolaylaştırma * Kolaylaştırmak işi.
    kolaylaştırmak * Kolay bir duruma getirmek, güçlükleri ortadan kaldırmak.
    * Bir işi sonuna yaklaştırmak.
    kolaylık * Kolay olma durumu.
    * İşlerin kolayca yapılmasınısağlayan şey, konfor.
    * Bir işi yapabilme durumu veya imkânı.
    kolaylık göstermek * yapabilme yolu, imkânı sağlamak.
    kolaylıkla * Sıkıntıçekmeden, güçlüklere uğramadan, kolayca.
    kolbastı * Güreşte ayağıkapılan güreşçinin, rakibinin ayağınıtutmasıyla ortaya çıkan geçersizlik durumu.
    kolbaşı * Herhangi bir kola başkanlık eden kimse, kol başkanı.
    * Orta oyununda kolun başında olan ve kola adınıveren oyunları düzenleyen, yöneten kimse.
    kolbaşılık * Kolbaşı olma durumu veya kolbaşının görevi.
    kolcu * Bir şeyi korumak için bekleyen veya kol gezen görevli, muhafız.
    * Hizmetçilere çalışacak ev bulan kimse.
    kolculuk * Kolcu olma durumu veya kolcunun işi.
    kolçak * Yalnız başparmağıayrı, diğer dört parmağı bir örülmüşyün eldiven.
    * İskemlenin kol konacak parçası.
    * Ceket veya gömlek kollarının kirlenmesine engel olmak için bilekten dirseğe kadar geçirilen eğreti kolluk.
    * Kola geçirilen işaretli bağ, pazubent.
    * Zırhın kola geçirilen parçası.
    * Genellikle koltuklarda, bazen de sandalyelerde bulunan kol dayamaya yarayan kısım.
    * Sadece kolun dayanmasınısağlayacak çıkıntısı olan sandalye.
    kolçaklısandalye * Bir kişinin oturmasına uygun olan, esas taşıyıcıkısımlarımasif malzemeden yapılan, oturma yüzeyi ve
    arkalığıelâstik veya elâstik olmayan mobilya.
    koldaş * İşarkadaşı.
    koldaşlık * İşarkadaşlığı.
    koledok * Öd kanalı.
    kolej * Öğretim programında yabancı bir dil öğretimine ağırlık veren lise dengi okul.
    * Bazımeslek okullarına verilen ad.
    kolejli * Kolej öğrencisi.
    koleksiyon * Öğrenme, yarar sağlama veya zevk amacıyla bir araya getirilmişve özelliklerine göre sınıflara ayrılmış
    nesnelerin bütünü.
    * Moda evlerinin giyimdeki yenilikleri tanıtmak için düzenlediği defilelerde gösterilen modellerin bütünü.
    koleksiyoncu * Koleksiyon yapmaya meraklıkimse.
    koleksiyonculuk * Koleksiyoncunun yaptığı iş.
    kolektif * Birçok kimseyi veya nesneyi içine alan; birçok kişi ve nesnenin bir araya gelmesi sonucu olan.
    * Ortaklaşa.
    kolektif ortaklık * Bütün ortakların sorumluluğu tam ve sınırsız olan ortaklık.
    kolektif şirket * 343 kollektif ortaklık.
    kolektifleşme * Kolektifleştirmek işi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 116

    klişeci * Klişe yapan kimse.
    klişecilik * Klişe yapma işlemi veya sanatı.
    klişehane * Klişe yapılan yer.
    klişeleşme * Klişeleşmek işi.
    klişeleşmek * Klişe durumuna gelmek, kalıplaşmak.
    klitoris * Bızır.
    klor * Halojenlerden, atom numarası17, atom ağırlığı35,5 olan, normal sıcaklıkta gaz durumunda bulunan bir
    element. KısaltmasıCl.
    klorhidrat * Azotlu organik bir baz ile hidroklorik asitten türeyen tuz.
    klorhidrik * Klorla hidrojen birleşiği olan klorhidrik asit teriminde geçer (HCl).
    klorik * Klordan türemişoksijenli asit olan klorik asit teriminde geçer (HCIO3).
    klorik asit * 343 klorik.
    klorlama * Klorlamak işi, klor katma.
    klorlamak * Mikroplardan arındırmak amacıyla suya düşük oranda klor katmak.
    * Özellikle yünlü kumaşlara, ipliklere parlaklık vermek için klor gazına tutmak.
    * (savaşta) İnsanlara, hayvanlara ve bitkilere zararlı olması, öldürmesi için klor püskürtmek.
    klorlanma * Klorlanmak işi.
    klorlanmak * Klorlamak işi yapılmak.
    klorlu * Birleşiminde klor bulunan.
    klorofil * Güneş ışığınısoğurarak bitkilerde karbon özümlemesini sağlayan ve bitkilere yeşil renklerini veren madde.
    kloroform * Renksiz, hoşkokulu, daha çok anestezide kullanılan, yatıştırıcıve uyuşturucu birleşik (CHCI3).
    klorometri * Klorölçer.
    kloroplâst * Yeşil bitkilerde hücrelerin içinde bulunan, klorofil moleküllerinden oluşan, karmaşık yapılıkromoplâst.
    kloroz * Kanda alyuvar sayısının azalmasından ileri gelen, genellikle genç kızlarda görülen kansızlık.
    * Yaprakların sarımtırak bir renk aldığı bitki hastalığı, sararma hastalığı, sarıcalık.
    klorölçer * Bir sıvının içindeki erimiş bulunan klor miktarınıölçmeye yarayan alet, klorometri.
    klorür * Klorun, oksijen ve flüor dışındaki element veya birleşiklerle yaptığı birleşik.
    klorürlendirme * Klorürlendirmek işi.
    klorürlendirmek * Klorla birleştirmek, klorüre dönüştürmek.
    klorürleştirme * Bir organik molekülde, hidroksil OH grubu yerine klorür Cl getirme işlemi.
    klorürleştirmek * Klorürleşmek durumuna getirmek.
    klostrofobi * Bkz. kapalıyer korkusu.
    kloş * Alt tarafıçan biçiminde genişleyen (etek biçimi).
    klozet * Alafranga tuvalet.
    klüz * Kısık.
    know-how * 343 yöntem bilgisi.
    koalisyon * Çeşitli güçlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan birlik.
    koalisyon hükûmeti * Birçok siyasî parti veya grubun ortaklaşa kurduğu hükûmet ve yönetim biçimi, ortak yönetim.
    koaptör * Cebire.
    kobalt * Atom numarası27, atom ağırlığı59 olan, boyacılıkta kullanılan, nikel ve demire benzeyen, gümüşî renkte
    bir element. KısaltmasıCo.
    kobalt bombası * Kobalttan veya dolaysız olarak radyoaktiflenebilen bir madenden yapılan, hekimlikte kanser tedavisinde
    kullanılan bomba.
    kobay * Kobaygillerden, bilimsel araştırmalarda kullanılan bir deney hayvanı, Hint domuzu (Cavia porcellus).
    * Deney konusu.
    kobaygiller * Omurgalıhayvanların memeliler sınıfına giren bir familya.
    kobra * Kobragillerden, Afrika ve Asya’nın sıcak bölgelerinde yaşayan, çok zehirli, kızıl, esmer ve sarırenklerde bir
    yılan türü, gözlüklü yılan (Naja).
    kobragiller * Sürüngenler sınıfının zehirli yılanların çoğunu içine alan bir familyası.
    koca * Bir kadının eşi, zevç.
    koca * Büyük, geniş, iri.
    * Kocaman.
    * Yaşlı ihtiyar.
    * Büyük ulu.
    koca bebek * Yaşından daha küçük davranışlar gösteren (kimse).
    koca bulmak * kız veya kadın kendisi ile evlenecek bir erkek bulmak.
    koca koca * Büyük büyük.
    * Büyük, iri parçalar durumunda.
    koca kuşluk * Öğleye yakın zaman.
    koca yemiş * Fundagillerden, 3-6 m yükseklikte, çiçekleri beyaz veya pembe, kışın yapraklarınıdökmeyen bir ağaççık
    (Arbutus uneda).
    * Bu ağacın 1-2 cm çapında, kırmızırenkli meyvesi.
    kocabaş * İspinozgillerden, onsekiz cm uzunluğunda, sırtıkahve rengi, karnıpembe bir kuştürü (Cocothraustes
    coccothraustes).
    * Pancar, şeker pancarı.
    * Eti, sütü ve derisinden yararlanılan sığır, manda vb. hayvanların genel adı, büyükbaş.
    * Doğu Anadolu’da, yol ve tarla kenarlarında yetişen, 30-150 cm yükseklikte, iki yıllık otsu bir bitki
    (Onopordon acanthium).
    kocabaşı * Köy ihtiyar heyetinin başı, muhtar.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 117

    kocakarı * Yaşlıkadın.
    * Anne.
    kocakarı ilâcı * Hekim olmayan kimselerin yaptıklarıveya salık verdikleri, hekimlikte kullanılmayan ilâç.
    kocakarımasalı * Avutucu ve eğlendirici nitelikli masal.
    kocakarısoğuğu * İlkbaharda belli günlere rastlayan soğuk havalar.
    kocakarılığıtutmak * geçimsiz, inatçı, şirret bir kocakarı gibi davranmak.
    kocakarılık * Kocakarı olma durumu.
    * Aksi, suratsız, geçimsiz, yaşlı bir kadın gibi olma.
    kocalı * Kocası olan, evli (kadın).
    kocalık * Bir kadına koca olma durumu.
    * Yaşı ilerlemişolma durumu.
    kocalma * Kocalmak işi.
    kocalmak * Yaşlanmak, kocamak.
    kocaltma * Kocaltmak işi veya durumu.
    kocaltmak * Kocamasına yol açmak, yaşlandırmak.
    kocama * Kocamak işi.
    kocamak * Yaşı ilerlemek, yaşlanmak, ihtiyarlamak.
    kocaman * Çok iri, büyük, koca.
    * Yaşça büyük olan.
    kocaman kocaman * Büyük büyük, koca koca.
    kocamanca * Biraz kocaman, irice.
    kocamanlaştırma * Kocamanlaştırmak işi.
    kocamanlaştırmak * Kocaman duruma getirmek.
    kocaoğlan * Ayı.
    kocasız * Kocası olmayan (kadın).
    kocasızlık * Kocasız olma durumu.
    kocatma * Kocatmak işi.
    kocatmak * Kocaltmak.
    kocaya gitmek * evlenmek.
    kocaya kaçmak * (kız için) ailesinin izni olmadan ve nikâhlanmadan bir erkekle kaçmak.
    kocaya varmak * (kız, kadın) evlenmek.
    kocaya vermek * (kız veya kadını) evlendirmek.
    kocayış * Kocamak işi veya biçimi.
    Koç * Zodyak üzerinde Balık ile Boğa burçlarıarasında bulunan burç. Zodyak.
    koç * Damızlık erkek koyun.
    * Sağlıklı.gürbüz genç erkek.
    koç * Çalıştırıcı.
    koç burunlu * Burnu alnıyla aynıdoğrultuda ve kemerli olan.
    koç katımı * Koçların güzün çiftleşmek için koyunların arasına salınması, bu işin yapıldığımevsim.
    koç katımıfırtınası * Koç katımı günlerinde çıkan fırtına.
    koç yiğit * Yakışıklı, genç ve gürbüz delikanlı.
    koç yumurtası * Kasaplık hayvanların erkeklik bezleri.
    koçak * (erkek için) Yürekli, yiğit, kabadayı.
    * Eli açık, cömert.
    koçaklama * Halk edebiyatında biçimi ne olursa olsun, konusu yiğitlik, savaş, kahramanlık olan veya bir kahramanı
    öven, kahramanlık duygularınıcanlandıran şiir, yiğitleme.
    koçan * Marul, lâhana gibi sebzelerde yaprakların çıktığısert gövde.
    * Mısırın tanelerini taşıyan, üzeri yaprakla sarılı, püsküllü meyvesi; mısırın taneleri atıldıktan sonra kalan sert
    bölüm.
    * Defter biçimindeki makbuz ve biletlerin zımbalı bölümü koparıldıktan sonra cilde bağlıkalan parçası.
    * Tapu senedi.
    koçan bağlamak * (mısır için) koçan oluşmak.
    koçancı * Koçan işleriyle uğraşan kimse.
    koçancılık * Koçancının işi.
    koçbaşı * XV. yüzyılın sonuna kadar kullanılan, kuşatılan bir şehrin veya kalenin sur ve kapılarınıyıkmaya yarayan,
    ön tarafıkoç başına benzeyen ağır direk.
    koçboynuzu * Üzerine ip iliştirmeye yarayan, iki kulaklıağaç veya metal çengel.
    koçkar * Dövüşiçin yetiştirilmişiri koç.
    koçlanma * Koçlanmak işi.
    koçlanmak * Gelişerek koç durumuna gelmek.
    * Koç gibi sert ve atak duruma gelmek, yiğitlenmek.
    koçma * Koçmak işi veya durumu.
    koçmak * Kucaklamak.
    * Cinsel ilişkide bulunmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 118

    koçsama * Koçsamak işi veya durumu.
    koçsamak * (dişi koyun) Koç istemek.
    koçu * Süslü bir çeşit gezme arabası.
    * Direkler üzerine, yüksekte kurulmuşzahire ambarı.
    koçuşmak * Kucaklaşmak.
    kod * Bkz. kot.
    kodaman * İleri gelen, para veya makam sahibi kimseler için alay yollu söylenir.
    kodamanlık * Kodaman olma durumu.
    kodein * Afyondan çıkarılan ve öksürüğü kesmeye yarayan bir alkaloit.
    kodeks * İlâçların formüllerini gösteren resmî kitap.
    kodes * Tutuk evi, hapishane, karakol.
    kodese tıkmak * hapse sokmak.
    kodesi boylamak * tutuk evine girmek, hapse girmek.
    kodifikasyon * Düzenleme.
    kodlama * Bkz. kotlama.
    kodlamak * Bkz. kotlamak.
    kodoş * Gizli ve yasal olmayan cinsel ilişki öncesinde aracılık eden kimse, pezevenk.
    * Bu anlamda kullanılan sövgü sözü.
    kodoşluk * Kodoşolma durumu.
    kof * Kuruyarak veya çürüyerek içi boşalmışolan.
    * Boş, değersiz, bilgisiz, yetkisiz (kimse).
    * Güçsüz, dermansız.
    kof çıkmak * bir kimsenin bilgisiz, değersiz, işe yaramaz biri olduğu anlaşılmak.
    kofa * Hasır otu, saz, kamış, kiliz.
    kofalık * Kofanın çok bulunduğu yer.
    kofana * Lüfer balığının irisi.
    koflaşma * Koflaşmak işi.
    koflaşmak * Kof, değersiz bir duruma gelmek.
    kofluk * Kof olma durumu.
    * İçi boşyer.
    * Bilgisizlik, ahmaklık.
    * Güçsüzlük, dermansızlık.
    kofra * Bina girişlerinde elektrik şebeke hattınısigorta sistemi ile düzenleyen kutu.
    koful * Bitki hücreleri yaşlandıkça plâzmalarında oluşan ve içi hücre suyu ile dolu bulunan boşluk.
    koğ * Kov.
    koğalamak * Kovalamak.
    koğalanmak * Kovalanmak.
    koğcu * Kovcu.
    koğculuk * Kovculuk.
    koğdurmak * Kovdurmak.
    koğma * Kovma.
    koğmak * Kovmak.
    koğulmak * Kovulmak.
    koğuş * Kışla, okul, tutuk evi, hastahane gibi kalabalık yerlerde, içinde birçok kimsenin yattığıveya barındığı büyük
    oda.
    * OsmanlıDevletinde devşirilen çocuklara acemi ocağında eğitim ve öğretimin verildiği, birbirini izleyen
    yedi oda.
    Koh * “Verem basili (mikrobu)” anlamına gelen Koh basili teriminde geçer.
    Koh basili * Verem hastalığına yol açan bir basil (mikrop).
    kohenit * Gök taşlarında bulunan demir, nikel ve kobalt karbür.
    kohezyon * Bkz. yakınlık derecesi.
    * Moleküller arasındaki çekim kuvveti.
    kok * Maden kömürünün damıtılmasıyla elde edilen, birleşiminde kömürden çok daha az oranda uçucu madde
    bulunan katıyakıt, kok kömürü.
    kok kömürü * Kok.
    koka * İki çeneklilerden, çiçekleri küçük ve sarımtırak, zeytine benzer meyvesi kırmızırenkte olan, yapraklarından
    kokain çıkarılan, en çok Peru’da yetişen bir bitki (Erytrroxylon coca).
    * Bu bitkinin yapraklarından çıkarılan madde.
    kokain * Koka yapraklarından çıkarılan uyuşturucu bir alkaloit.
    kokainci * Kokain üreten, içen veya satan kimse.
    kokainman * Kokain bağımlısı olan kimse.
    kokainoman * Burnuna kokain çekme akışkanlı gı olan (kimse).
    kokainomani * Kokain bağımlısı olan kimse.
    kokak * Kötü, pis kokan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 119

    kokak ağaç * Aylandız (Ailanthus glandulosa).
    kokar ağaç * Uzak doğuda yetişen, pis kokulu, büyük ağaç (Ailantthus).
    kokarca * Et oburlardan, orta boyda, kendini korumak için düşmanına pis bir sıvıfışkırtan, ince uzun bir kürk
    hayvanı(Mustela putorius).
    kokart * Asker şapkalarına takılan ve rengi uluslara göre değişen işaret.
    * Belli bir topluluğa özgü olan işaret.
    kokartlı * Kokardı olan (kimse).
    kokbit * 343 kokpit.
    koket * Yosma.
    koketlik * Koket olma durumu.
    koketri * Sevimlilik, hoşluluk, süs düşkünü.
    kokimbit * Hidratlıdoğal demir sulfat.
    koklama * Koklamak işi.
    koklamak * Kokusunu duymak için bir şeyi burnuna yaklaştırmak veya bir yerin havasını içine çekmek, koku almak.
    koklaşma * Koklaşma işi.
    koklaşmak * Birbirini koklamak.
    * Anlaşmak, birbirini sevmek.
    koklaştırma * Koklaştırmak işi.
    koklaştırmak * Koklaşmak işini yaptırmak.
    koklatma * Koklatmak işi.
    koklatmak * Koklamak işini yaptırmak.
    * Yararlandırmak, biraz vermek.
    * (olumsuz biçimiyle) Hiç vermemek.
    koklayış * Koklamak işi veya biçimi.
    kokma * Kokmak işi.
    kokmak * Koku çıkarmak.
    * Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokuşmak.
    * Olacağıyla ilgili belirtiler göstermek, olacağıhissedilmek.
    * Koklamak.
    kokmuş * Çürüyüp bozularak kötü kokan, kokuşuk.
    * Yerinden kımıldamaya üşenen, tembel, miskin.
    * Çok bilinen, değersiz, önemsiz anlamında küçümseme sözü.
    kokona * Hristiyan kadınlarına verilen ad.
    * Süsüne düşkün kadın.
    kokona gibi * çok süslü yaşlıkadına benzer biçimde.
    kokoreç * Şişe sarılarak korda kızartılan, kekikli kuzu bağırsağı.
    kokoreççi * Kokoreç yapan veya satan kimse.
    kokoreççilik * Kokoreççinin işi veya mesleği.
    kokoroz * Mısır.
    * Sivri uçlu uzun şey.
    * Çirkin kimse.
    kokorozlanma * Kokorozlanmak işi veya durumu.
    kokorozlanmak * Göz korkutmak, meydan okumak.
    kokot * Aşüfte.
    kokoz * Parası olmayan, züğürt.
    kokozlanma * Kokozlanmak işi.
    kokozlanmak * Parasınıtüketmek, parasız kalmak.
    kokozluk * Parasız, züğürt olma durumu.
    kokpit * Uçaklarda uçak mürettebatına ayrılan ve uçağın ön kısmında bulunan yer.
    kokteyl * Türlü içkiler karıştırılarak yapılan içki.
    * İçkili toplantı.
    koku * Nesnelerden yayılan küçücük zerrelerin burun zarıüzerindeki özel sinirlerde uyandırdığıduygu.
    * Güzel kokmak için sürülen esans.
    * Belirti, işaret.
    koku alma duyusu * Koklama.
    koku alma organı * Burun.
    kokucu * Koku yapan veya satan (kimse).
    kokulandırma * Kokulandırmak işi.
    * Özel bir koku vermek için bir ürüne kokulu bir madde katarak arıtma işlemi.
    kokulandırmak * Özel bir koku kazandırmak.
    kokulanma * Kokulanmak işi.
    kokulanmak * Koku sürünmek.
    kokulu * Kokusu olan.
    * Güzel kokan.
    kokulu çayır otu * Buğdaygillerden, çayırlarda yetişen, hayvanlar için iyi bir yem olan ıtırlı bitki (Anthoxanthum odoratum).
    kokulu kiraz * 343 idris ağacı.
    kokulu sabun * Yapılırken içine koku maddesi katılmışsabun.
    kokurdan * Kalkerli ve karstik özelliği ağır basan yerlerde çukurlukları bol, engebeli arazi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 120

    kokusu çıkmak * (gizli tutulan bir iş) anlaşılmak.
    kokusu sinmek * (insan veya nesnede) bir kokunun etkisi kalmak.
    kokusunu (veya koku) almak (veya duymak) * bir nesnenin kokusunu algılamak.
    * gizli tutulan bir şeyi sezmek.
    kokusuz * Kokusu olmayan.
    kokuş * Kokmak işi veya biçimi.
    kokuşma * Kokuşmak işi.
    kokuşmak * Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokmak, taaffün etmek.
    * (kişi, toplum vb. için) Bozularak özelliğini yitirmek, tefessüh etmek.
    * Koklaşmak.
    kokuşturma * Kokuşturmak işi veya durumu.
    kokuşturmak * Kokuşmasına sebep olmak.
    kokuşuk * Kokuşmuş, bozulmuşolan, müteaffin.
    * Kokmuş.
    kokutma * Kokutmak işi.
    kokutmak * Hoşolmayan bir koku bırakmak.
    * Bozulup kokmasına sebep olmak, kokuşturmak.
    * Bir işi uzatarak çıkmaza sokmak.
    kol * İnsan vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm.
    * (koyun, dana, kuzu vb. için) Ön ayağın üst bölümü.
    * Giysinin kolu saran bölümü.
    * Ağaçlarda gövdeden ayrılan kalın dal.
    * Makinelerde tutup çevirmeye veya çekmeye yarayan ağaç veya metal parça.
    * Bazıçalgıların elle tutulan sap bölümü.
    * Bir koltukta, bir divanda kol dayamaya yarayan parça.
    * Bir şeyin ayrıldığı bölümlerden her biri, dal, kısım, branş.
    * Güvenliği sağlamak amacıyla dolaşan polis, jandarma veya asker topluluğu, karakol, devriye.
    * İştakımı, ekip, grup.
    * Kanat kol.
    * Dizi, düzen.
    * Bir halat oluşturan bükülmüşlif demetlerinden her biri.
    kol akımı * Bir elektrik akımına yol olan bir devrenin, iki noktasıarasına eklenen ikinci bir devre üzerindeki akım.
    kol atmak * (bitki için) gövdesinden ayrılan bir dal bir yöne uzanmak.
    * çevreye yayılmak, genişlemek, ulaşmak, uzanmak.
    kol bağı * Kadın bileziği.
    kol böreği * Yufka bölünmeden uzunca sarılarak tepsiye döşenen bir börek türü.
    kol değirmeni * Bulgur, yarma, kahve gibi tahılların öğütülmesinde kullanılan, kol gücü ile çalışan taşdeğirmen.
    kol demiri * Bir kapıyıkapadıktan sonra. dışarıdan açılmaması için arkasına vurulan demir destek.
    kol gezmek * güvenlik amacıyla dolaşmak.
    * (kötü durum ve davranışlar için) çokça olmak.
    * dolaşmak.
    kol kanat olmak (veya germek) * yardım etmek, korumak, himaye etmek.
    kol kapağı * Giysi ve gömlek kolunun bileği örten bölümü.
    kol kemiği * Kolun omuz başından dirseğe kadar olan bölümündeki tek ve uzun kemik, pazıkemiği.
    kol kola * Yan yana ve kollarını birbirine geçirerek.
    kol nizamı * Mangaların yan yana değil de arka arkaya yürüme durumu.
    kol saati * Bileğe takılan saat.
    kol uzatmak * yayılmak, ulaşmak.
    kol vermek * destek olmak.
    kol vurmak * dolaşmak.
    kola * Çamaşır kolalamakta kullanılan özel nişasta.
    * Kâğıt veya bez yapıştırmakta kullanılan kaynatılmışnişasta bulamacı.
    * Kolalama.
    kola * Kolagillerden, Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen ve kola cevizi adıyla anılan, çekirdekleri kahveden daha
    uyarıcı olan bazı içeceklerde ve hekimlikte kullanılan bir bitki (Cola acuminata).
    * Bu bitkinin yaprağından çıkarılan kokulu bir maddeyle kokulandırılan ve içine şeker, karbonat katılarak
    yapılan içecek.
    kola cevizi * Kola bitkisinin çekirdeği.
    kola çıkma * Kamu düzeninin korunması için, kolluk kuvvetlerinin bir şehir çevresinde atla dolaşmaları.
    kola çıkmak * Kamu düzeninin korunması için, kolluk kuvvetleri bir şehir çevresinde atla dolaşmak.
    kolacı * Geçimini giysilere, bazıörtü, çarşaf gibi şeylere kola yaparak sağlayan kimse.
    * Bu işlerin yapıldığıyer.
    kolacılık * Kolacının işi veya mesleği.
    kolaçan * Herhangi bir amaçla çevreyi dolaşıp pek belli etmeksizin gözden geçirme.
    kolaçan etmek * çevrede olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak.
    * bir şeye öğrenmek amacıyla kısaca bakmak, göz atmak.
    kolagiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, büyük ve küçük kola ağaçları gibi birçok türü içine alan bir bitki
    familyası.
    kolağası * Osmanlı ordusunda, yüzbaşı ile binbaşıarasında yer alan rütbe.
    kolağzı * Giysi kolunun uç bölümü.
    kolâj * Kumaş, tahta gibi malzemelerle yapılan, kâğıt veya kartona yapıştırılan resim veya kompozisyon.
    kolalama * Kolalamak işi, kola.
    kolalamak * Sert ve parlak olması için gömlek, örtü gibi şeyleri, içinde kola eritilmişsuya batırıp ütülemek.
    kolalanma * Kolalanmak işi.
    kolalanmak * Kolalamak işi yapılmak veya kolalamak işine konu olmak.
    kolalatma * Kolalatma işi.
    kolalatmak * Kolalamak işini yaptırmak.
    kolalayış * Kolalamak işi veya biçimi.
    kolalı * İçinde kola bulunan.
    * Kolalanmış.
    * Kolalanarak kullanılan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 114

    kişi zamiri * Kişilerin yerine kullanılan zamir.
    kişiler arası * Bütün insanları göz önüne alan.
    kişiler arası ilişki * Bireyler arasındaki toplumsal etkileşim veya karşılaşma.
    kişileşme * Kişileşmek işi.
    kişileşmek * Kişilik kazanmak.
    kişileştirme * Cansız varlıklarıveya hayvanları insanmışgibi gösterme, canlandırma sanatı, teşhis.
    kişilik * Bir kimseye özgü belirgin özellik; manevî ve ruhî niteliklerinin bütünü, şahsiyet.
    * İnsanlara yakışacak durum ve davranış.
    * Bireyin toplumsal hayatı içinde edindiği alışkanlıkların ve davranışların bütünü.
    * Herhangi bir kişi için, herhangi bir kişiye yetecek miktarda.
    * Herhangi bir sayıda kişiden oluşan.
    * Bayram gibi önemli günlerde veya konukların yanına çıkarken giyilen yeni giysi, yabanlık, adamlık.
    kişilik dışı * Kişisel olmayan, gayrişahsî.
    kişilik kazanmak * bir kişinin öz yapısı, kişiliği belirginleşmek.
    kişilikli * Kişiliği olan, şahsiyetli.
    kişiliksiz * Kişiliği olmayan, şahsiyetsiz.
    kişioğlu * İnsanoğlu, insan.
    * Soylu kimse.
    kişisel * Kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, kişinin kendi malı olan, şahsî, zatî.
    kişiye özel * Sadece o kişiye ait, o kişi tarafından kullanılabilen (şey).
    kişizade * Soylu.
    kişmirî * Çekici, albenili.
    * Esmer.
    kişmiş * Küçük taneli bir tür çekirdeksiz siyah üzüm.
    kişneme * Kişnemek işi veya sesi.
    kişnemek * (at için) Bağırmak.
    kişneyiş * Kişnemek işi veya biçimi.
    kişniş * Maydanozgillerden yapraklarımaydanozu andıran, 20-60 cm yükseklikte, tüysüz, bir yıllık ve otsu bir bitki
    (Coriandrum sativum), kara kimyon.
    * Bu bitkinin baharat olarak kullanılan kurutulmuşmeyvesi veya tohumu.
    kişnişşekeri * İçinde bir kişniştanesi bulunan ufak şeker.
    kit * Macun.
    kitaba (veya kitabına) uydurmak * kanun olmayan bir işi hile, düzen vb. ile kanuna uygun gibi göstermek.
    kitaba el basmak * kutsal kitap üzerine elini koyarak ant içmek.
    kitabe * Taş, mermer vb.gibi sert cisim üzerindeki oyma veya kabartma yazı, tarih, yazıt.
    kitabet * Yazmanlık, kâtiplik.
    * Kompozisyon, tahrir.
    kitabıkapamak * herhangi bir konu ile ilgiyi kesmek.
    kitabî * Kitapla ilgili; kitaba uygun.
    * Kitaba bağlıkalan, özgür düşünemeyen (kimse).
    * Düzgün, dil bilgisi kurallarına uygun (anlatım).
    kitap * Ciltli veya ciltsiz olarak bir araya getirilmiş, basılıveya yazılıkâğıt yaprakların bütünü.
    * Herhangi bir konuda yazılmışeser.
    * Kutsal kitap.
    kitap açacağı * Sayfalarının bir veya iki kenarıkatlı olan kitaplarıaçmak amacıyla kullanılan, tahta, fil dişi, gümüşgibi
    maddelerden yapılan araç.
    kitap dolabı * Ön yüzü açık, yatay ve dikey bölümleri olan bazıtürlerinde çekmece de bulunan, kitap koymaya yarayan
    mobilya.
    kitap ehli * Dört kutsal kitaptan birine inanan, iman eden, bağlanan kimse.
    kitap evi * Kitap satılan yer, kitapçıdükkânı.
    kitap kurdu * Kitaplarıyiyerek zarar veren bir böcek.
    * Çok kitap okuyan kimse.
    kitap sarayı * Halkın yararlanması için kurulmuş büyük kitaplık.
    kitapça * Kitabın yazdığına göre.
    kitapçı * Kitap satan veya kitap bastırıp satan kimse.
    kitapçılık * Kitap bastırma veya satma işi.
    kitaplaştırma * Kitaplaştırmak işi.
    kitaplaştırmak * Kitap durumuna getirmek, kitap olarak yayımlamak.
    kitaplık * Kitapların yerleştirildiği raflardan oluşan mobilya, kütüphane.
    * Kuruluşamaç ve görevine uygun kitap, film, plâk gibi her türlü düşünce ve sanat ürününü toplayan,
    düzenleyen ve genel olarak ilgilenen okurlara sunan kuruluş, kütüphane.
    * Kitap yapmaya elverişli.
    * Herhangi bir sayıda veya kitap olabilecek kadar.
    * Belli bir sayıda kitabı olan.
    * Evlerde ve işyerlerinde içinde kitapların bulunduğu oda.
    kitaplık bilimci * Kitaplıklarda işlerin yürütülmesini sağlayan, kitaplık bilimi öğrenimi görmüşkimse, kütüphaneci.
    kitaplık bilimi * Kitap sayısınıçoğaltmanın, kataloglayıp sınıflandırmanın ve okuyucularıkitaptan yararlandırmanın
    yollarını, kurallarını belirten bilim dalı, kütüphanecilik.
    kitaplık görevlisi * Kütüphanecilik öğrenimi görmemişolan ve bir kitaplıkta bilimsel işler dışında kalan işleri yürüten kimse,
    hafızıkütüp.
    kitapsever * Öz ve biçim yönünden iyi nitelikli kitaplarıseçen, kitaba tutkuyla bağlıkimse, bibliyofil.
    kitapseverlik * Kitapsever olma durumu.
    kitapsız * Kitabı olmayan.
    * Dört kutsal kitaptan (Kuran, İncil, Zebur, Tevrat) hiçbirine inanmayan, dinsiz.
    * Zalim, insafsız.
    kitapta yeri olmak * din veya yasa kitaplarında bulunmak, konusu geçmek.
    kitara * Bkz. gitar.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 115

    kitaracı * Kitara çalan kimse.
    kitin * Eklem bacaklıların ve kabukluların örteneğini oluşturan, dayanıklıve esnek organik madde; bazımantar ve
    likenlerde de rastlanır.
    kitle * İnsan topluluğu.
    * Kütle.
    kitle haberleşmesi * Kitle iletişimi.
    kitle iletişimi * Genişdağınık insan topluluklarının, aynızamanda, örgütlenmiş bir kaynaktan iletilen haberlere veya
    uyarılara maruz kalması, birtakım kaynaklardan elde edilen bilgi ve haberlerin değişik araçlarla genişhalk
    topluluklarına yaygın olarak duyurulması.
    kitlemek * Kilitlemek.
    kitli * Kilitli.
    kitre * Gevenden çıkarılan bir tür zamk, kestere.
    kivi * Kivigillerden, kanatlarıküt olduğu için uçamayan, bacakları güçlü, Yeni Zelanda’da yaşayan bir kuş,
    apteriks (Apteryx australis).
    kivi * Kahverenkli tüylü kabuğu soyularak yenen yeşil renkli sulu, C vitamini bakımından zengin meyve.
    kivigiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya.
    kiyanus * Doğada serbest olarak bulunmayan, fakat birçok cismin birleşimine giren, karbon ve azottan oluşan bir
    gaz.
    kiyaset * Akıllıca davranış, akıllılık.
    kizir * Köy muhtarıyardımcısı; köy kâhyası; köy bekçisi.
    klâkson * Korna.
    klâkson çalmak * korna çalmak.
    klân * Boy.
    klâpa * Yakanın göğüse doğru inen devrik bölümü.
    klâpe * Bir pompada, bir körükte, bir motorda, bazımüzik araçlarında vb. de bir akışkanın geçmesini sağlamak
    veya engellemek üzere bir eksen etrafında yaptığı açval hareketle açılıp kapanan bir kapak.
    klârnet * Tahtadan, metal perdeli, orkestrada önemli yeri olan bir üflemeli çalgı.
    klârnetçi * Klârnet çalan kimse.
    klâs * Sınıf.
    * Üstün nitelikli, üstün yetenekli.
    klâsik * Eski Yunan ve Roma çağıdili ve sanatı ile ilgili olan.
    * XVll.yüzyıl Fransız dili, sanatıve yazarları ile ilgili olan.
    * Üzerinde çok zaman geçtiği hâlde değerini yitirmeyen, türünde örnek olarak görülen (eser veya sanatçı).
    * Sanatta kuralcı.
    * Alışılmışolan, yenilik getirmeyen, geleneksel.
    * Eski Yunan, Roma veya XVII. yüzyıl Fransız sanatıyla ilgili sanatçıveya eser.
    klâsikleşme * Klâsikleşmek işi.
    klâsikleşmek * (herhangi bir sanat, sanatçı, eser) Klâsik duruma gelmek, zamana karşıdeğerini yitirmemek.
    * Alışılmışdurumda kalmak, bir yenilik, özellik getirmemek.
    klâsiklik * Klâsik olma durumu.
    klâsisizm * Eski Yunan, Roma sanatından, edebiyatından kaynaklanan, XVll. yüzyılda Fransa’dan yayılan sanat ve
    edebiyat çığırı.
    klâsman * Bölümleme, sınıflama, tasnif.
    klâsör * İçinde belli bir sıraya göre kâğıtlar konacak bölmeleri olan dosya veya dolap, musannif, cilbent, sıralaç.
    klâvsen * Klâvyeli ve telli bir çalgı.
    klâvsenci * Klâvsen çalan kimse.
    klâvye * Parmaklarla hareket ettirilen piyano ve org gibi çalgılarda veya yazıve hesap makinelerinde değişmez bir
    eksen çevresinde inip kalkabilen, istenilen işe göre düzenlenmiş bazımekanizmalarıçalıştıran kaldıraç kollarının, tuş
    sıralarının bütünü.
    klâvyeli * Klâvyesi olan.
    kleptoman * Kleptomaniye yakalanmışkimse.
    kleptomani * Dayanılmaz bir ruhsal dürtüyle, kişinin hırsızlık yapma ihtiyacıduyması ile beliren hastalık.
    klerikalizm * Dinin ve din kurumlarının toplum hayatının çeşitli kesimlerindeki yerini güçlendirmeyi amaçlayan
    toplumsal, ekonomik akım, din erkçilik.
    klik * Hizip.
    klikçi * Hizipçi.
    klikleşme * Hizipleşme.
    klikleşmek * Hizipleşmek.
    klima * Soğuk veya sıcak hava verme yoluyla kapalı bir mekânın havasınıdeğiştiren araç, iklimleme aracı.
    klimatolog * İklim bilimci.
    klimatoloji * İklim bilimi.
    klinik * Hasta bakılan yer.
    * Hekim olacak öğrencilerin hasta başında uygulamalı olarak ders gördükleri hasta koğuşu.
    * Vücut muayenesinde görülen (hastalık belirtisi).
    klinker * Çimento yapımında fırından ezilmeden çıkan pişirme ürünü.
    klinometre * Eğimölçer.
    klip * Görüntüleme.
    klips * Yaylı bir pensle tutturulmuşküpe, iğne vb.
    kliring * Dışticarette, iki ülke arasında yapılan alışverişin karşılıklı olarak malla ödenmesi, takas.
    klişe * Baskıda kullanılmak amacıyla, üzerine kabartma resim, şekil, yazıçıkarılmışmetal levha.
    * Basma kalıp (söz, görüşvb.).