komando | * Baskın, sabotaj gibi özel görevler yapan, az sayıda askerden kurulu birlik. * Komando birliğinde görevli asker. * Vurucu kuvvet. |
komando er | * Askerliğini komando olarak yapan er. |
komar | * Kuzey Anadolu dağlarında yetişen, 3-5 m boyunda, kışın yapraklarınıdökmeyen, iri ve mor çiçekleri olan bir ağaççık (hododendron ponticum). |
komaya girmek | * duyma, anlama ve hareket kabiliyetlerini kaybederek yarıölü duruma gelmek, kendinden geçmek. * kendinden geçecek kadar sinirlenmek, şaşırmak, üzülmek. |
kombi | * Isıtmada kullanılan yakıtı düzenli ve ayarlıyakan araç. |
kombina | * Birkaç sanayi kurumunun tek yönetimde birleşmesi. |
kombinezon | * Bir işi başarıya ulaştırmak için alınan önlemler, düzenleme. * Kadınların giydikleri kısa ve kolsuz iç çamaşırı. |
kombiyum | * Dışodun ile kabuk arasında bulunan, ağacın yaşamasınıve büyümesini sağlayan bölüm. |
komedi | * Güldürü. * Yalan ve yapmacık söz veya davranış. * Gülmeye sebep olan olay veya olaylar. |
komedi yazarı | * Daha çok komedi türünde eser veren kimse. |
komedya | * Komedi. |
komedyacı | * Komedyen. |
komedyen | * Güldürülerde oynayan oyuncu. * Sözleri, davranışlarıyalan ve yapmacık olan (kimse). |
komi | * Otel vb. yerlerde ayak işlerine bakan kimse. * Lokantalarda garson yamağı. |
komik | * Gülme duygusu uyandıran, güldürücü, gülünç. * Güldürülerde oynayan oyuncu. |
komikleşme | * Gülünçleşme. |
komikleşmek | * Gülünçleşmek. |
komiklik | * Komik olma durumu. * Güldürücü davranış. * Gülünç durum. |
komiser | * Güvenlik teşkilâtının meslek aşamaları içinde yer alan, en az lise öğrenimi görmüşveya polis okullarının orta ve yüksek bölümlerini bitirmiş, üniformalıveya sivil memur. * Ortaklıklarıve toplantılarıhükûmet adına denetlemekle görevli kimse. |
komiserlik | * Komiser olma durumu. * Komiserin makamı. |
komisyon | * Alt kurul, encümen, komite. * Bir işte aracılık yapan kimseye bırakılan yüzdelik, simsariye. |
komisyoncu | * Komisyon işleri yapan kimse, simsar. |
komisyonculuk | * Komisyoncunun yaptığı iş, simsarlık. |
komita | * Siyasî bir amaca ulaşmak için silâh kullanan gizli topluluk. |
komitacı | * Siyasî bir amaca ulaşmak için silâhlımücadele yapan gizli topluluk veya örgüte bağlıkimse. |
komitacılık | * Komitacı olma durumu. * Komitacıya vergi davranış. |
komite | * Alt kurul, encümen, komisyon. |
komodin | * Karyolanın yanı başına konulan üstü masa biçimindeki küçük dolap, komot. |
komodor | * Amiral yetkisiyle görevli deniz subayı. * Bir kuruluşa bağlıyolcu gemilerinin en eski kaptanı. |
komot | * Komodin. |
kompakt disk | * Yoğun teker. |
kompartıman | * Yolcu trenlerinde vagonların bölmelerle ayrılmış bölümlerinden her biri. |
kompas | * Küçük uzunlukları, çaplarıve kalınlıklarıdoğru olarak ölçmeye yarayan bir ölçü aracı. |
kompetan | * Uzman, yetkili. |
kompetitif | * Tekabetçi. |
kompilâsyon | * Derleyip toparlama; derme çatma yapılan iş. |
komple | * Dolu. * Eksiksiz, gerekli her şeyi tamam olan, tam. * Aynımadde, kumaşvb.den yapılmışolan. * Üstün nitelikleri kendinde toplayan, mükemmel. |
komple kilit | * Bir mobilyanın sadece bir çekmece veya kapağına takılan, kilitlendiği zaman mobilyanın bütün kapak ve çekmecelerini kilitleyebilen özel bir kilit çeşidi. |
kompleks | * Hemen kavranamayan, çözümü güç olan, karmaşık. * Karmaşıklık, karmaşa. * Aynıekonomik etkinliğe açık sanayinin tesisler bütünü. * Karmaşık. * Karmaşa, ruh karmaşası. |
kompleksli | * Kompleksi olan. |
komplikasyon | * Karışıklık. * Yan etki. |
komplike | * Öğelerinin veya gerekli işlemlerin sayısının çokluğu, çeşitliliği yüzünden anlaşılması, yapılması güç olan, (şey), karışık. |
kompliman | * Gönül okşayıcısöz, ilgi, gösterici söz. * Koltuklama. |
komplo | * Bir kimseye, bir kuruluşa karşıtoplu olarak alınan gizli karar, gizli düzen. * Topluca ve gizlice yürütülen herhangi bir plân. * Tuzak. |
komplo hazırlamak | * bir kimsenin aleyhine çalışmak, onun kötü duruma düşmesini sağlamak. |
komplo kurmak | * bir kimseye karşı gizlice, toplu olarak zarar verici karar almak, tuzak kurmak. |
komplocu | * Komplo kuran kimse. |
komposto | * Hoşaf. * Bitki artıklarından yapılan gübre. |
kompostoluk | * Komposto veya meyve dağıtımıyapmak için kullanılan, genellikle yüksek ayaklıtabak. * Komposto yapmaya elverişli olan (meyve). |
kompoze | * “Öğelerini birleştirmek, bütünleştirmek, yeniden oluşturmak” anlamında kompoze etmek sözünde geçer. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 124
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 125
kompozisyon * Ayrıayrıparçaları bir araya getirerek bir bütün oluşturma biçimi ve işi.
* Öğrencilere duygu ve tasarımlarınısıraya koyup açık, etkili bir biçimde anlatmalarınıöğretmek amacını
güden ders, bu dersle ilgili yazılıçalışma, tahrir, kitabet.kompozitör * Besteci. komprador * Aracı.
* Uzak Doğu ülkelerinde yabancı ortaklıklar hesabına işsözleşmesi yapan yerli aracı.kompres * Yaraların bakımında veya başka bir maksatla kullanılan, birkaç kat katlanmış bez. kompresör * Bir akışkanıveya gazı, gereken basınca göre sıkıştırmaya yarayan alet, sıkmaç.
* Yol yapımında, dökülen çakılları, kumları bastırıp sıkıştırmak için kullanılan ağır silindirli araç.komprime * Çoğu kez yassıveya silindir biçiminde katı ilâç, hap.
* Bir konuyla ilgili olarak derinliği olmayan kalıplaşmış bilgi.kompüter * Bilgisayar. komşu * Konutlarıyakın olan kimselerin birbirine göre aldıklarıad.
* Sınır ortaklığı bulunan, mücavir.komşu açı * Tepeleri ve birer kenarları ortak olan iki açıdan her biri. komşu hatırı * Komşular arasında gözetilen saygı. komşu kapısı * Pek yakın sayılan yer. komşu kapısına çevirmek * yakın olmadığıve sık sık uğranılması gerekmediği hâlde bir yere çok sık gitmek. komşu komşunun külüne (veya tütününe) muhtaçtır * komşular birbirlerine en küçük şey için bile muhtaçtırlar. komşuda pişer, bize de düşer * insanların, çevresindekilerin kazancından yararlanma umudunu anlatır. komşuluk * Komşu olma durumu.
* Komşularla olan ilişki.komşuluk etmek (veya yapmak) * komşular arasında ilişki kurmak, görüşmek. komşunun tavuğu komşuya kaz (karısıkız) görünür * başka bir kimsenin malı bize olduğundan daha değerli görünür. komut * Askerlere, izcilere, öğrencilere jimnastik çalışmalarında veya bir tören sırasında bir durumdan başka bir
durma geçmeleri için verilen buyruk, emir.komut vermek * herhangi bir davranış, hareket vb. için buyrukta bulunmak. komuta * Askerî birliği ve onunla ilgili işleri yönetme görevi, kumanda. komuta etmek * (askerlikte) yönetmek, kumanda etmek. komutan * Bir asker topluluğunun başı, kumandan. komutanlık * Komutanın görevi veya makamı, kumandanlık. komünikasyon * İletişim, haberleşme. komünist * Komünizm yanlısı. komünistlik * Komünizm. komünizm * Bütün malların ortaklaşa kullanıldığıve özel mülkiyetin olmadığıtoplum düzeni.
* Böyle bir düzenin kurulmasınıamaçlayan siyasî, ekonomik ve toplumsal öğreti.komütatör * Bir elektrik akımının yönünü değiştirmeye yarayan araç, anahtar, çevirici. kona göçe * Dura kalka.
* Yolculukta konaklayarak, geziye zaman zaman ara vererek.konak * Büyük ve gösterişli ev.
* Hükûmet işlerinin görüldüğü yapı.
* Araba veya hayvanla bir günde alınan yol.
* Yolculukta geceyi geçirmek için inilen, konaklanılan yer.
* Konakçı.
* Misafir.konak * Kundak çocuklarının başlarında görülen kepek tabakası.
* Gözde oluşan ince tabaka.konak gibi * büyük ve gösterişli (ev). konak yavrusu * Konağıandıran ev. konakçı * Toplu olarak yapılan yolculukta konak yeri sağlamakla görevli kimse.
* Sefere çıkan askerlerin önünden gidip konak yeri sağlamakla görevli subay.
* Asalağın erginini veya gelişim evrelerinden herhangi birini taşıyan canlı, konak.konaklama * Konaklamak işi. konaklamak * Yolculuk sırasında bir yerde kalıp geceyi geçirmek. konaklık * Konak olmaya uygun yer.
* Konak kadar alınan yol.konalga * Göçebe ve yolcuların yolculuk veya göç sırasında konakladıklarısulu ve otlu yer, konak yeri. konargöçer * Göçebe bir hayat süren, sürekli bir yere yerleşmeyen (aşiret, oba vb.). konca * Bkz. gonca. koncolos * karakoncolos sözünde geçer. konç * Ayağa giyilen şeylerde ayak bileğinden baldıra doğru olan bölüm. konçerto * Birlikte çalınmak üzere bir çalgıve orkestra için bestelenmişmüzik eseri. konçina * Oyun kâğıtlarında ikiliden altılıya kadar olan kâğıtlar. konçlu * Koncu olan. konçsuz * Koncu olmayan veya koncu kısa olan. kondansatör * İçinde akımsız elektrik yükü biriktirilen cihaz, yoğunlaç. kondenseleşme * Yapay reçinelerin oluşumunu ve değişimini sağlayan kimyasal tepkime. kondisyon * “Şart, durum” anlamlarında bazıterimlerde kullanılır.
* Fiziksel ve ruhsal bakımdan bir sporcunun durumu.
* Erk.kondisyon aleti * Vücut sağlığınıkorumak ve geliştirmek için kullanılan kondisyon bisikleti, koşu bandı, kürek gibi araç. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 122
kolektifleşmek * Kolektif duruma gelmek. kolektifleştirme * Kolektifleştirmek işi. kolektifleştirmek * Ortaklaştırmak. kolektivist * Ortaklaşacı. kolektivizm * Ortaklaşacılık. kolektör * Elektrik dinamolarında hareketli bölümün üzerindeki iletken devrelerde oluşan akımıtoplayıp tek bir
devreye veren araç, toplaç.kolemanit * Hidratlıdoğal kalsiyum borat. kolera * Şiddetli sürgün ve kusmalarla kendini gösteren, çok bulaşıcı, salgın ve öldürücü bir hastalık. koleralı * Koleraya tutulmuş.
* Kolera mikrobu olan.kolesterin * Kolesterol. kolesterol * Kanda ve büyük ölçüde ödde bulunan, besinlerle alınan sterol. kolhoz * Eski dönemlerde Rusya’da köylülerin ortak olarak çalıştıklarıtarım işletmesi. koli * İçinde türlü eşya bulunan posta paketi. kolibasil * Toprakta, insan ve hayvan bağırsaklarında, bazen sularda, sütte, yiyeceklerde bulunan ve uygun bir ortam
bulunca insanda hastalık yapabilen, yuvarlak uçlu, çomak biçiminde bakteri.kolibri * Kolibrigillerden, Amerika’da yaşayan, çok renkli, geriye doğru uçma özelliği olan, uzun gagalı, küçük
göçmen kuş.kolibrigiller * Omurgalıhayvanlardan, kuşlar sınıfına giren bir familya. kolik * Kalın bağırsakta, genellikle karın boşluğunda aralıklıduyulan güçlü sancı. kolit * Kalın bağırsak iltihabı. kollama * Kollamak işi. kollamak * Olmasını, ortaya çıkmasını beklemek, gözetmek.
* Göz önünde tutmak, gözlemek.
* Korumak, gözetmek.kollanma * Kollanmak işi. kollanmak * Kollamak işine konu olmak veya kollamak işi yapılmak. kolları(veya kol ve paçaları) sıvamak * bir işyapmaya güçlü bir biçimde, istekle hazırlanmak. kollarıkopmak * ağır bir şey taşımaktan veya çok işyapmaktan yorulmak. kollarınıaçmak * içtenlikle karşılamak veya kucaklamaya hazırlanmak, sevgisini ve dostluğunu göstermek.
* korumak, yardım etmek.kollarınısallaya sallaya gelmek * hiçbir şey getirmeden gelmek. kollarının arasına almak * kucaklamak. kollu * Kolu olan.
* Herhangi bir biçimde kolu olan.kolluk * Gömlek kollarının ucundaki iliklenen bölüm, manşet.
* İşyaparken giysiyi korumak için bilekten dirseğe kadar kola geçirilen, ekseri koyu renkli bir kumaştan
dikilmişparça.
* Kollara takılan ve dikkati çekmesi istenen görevlilerin kimliklerini gösteren şerit.kolluk * Güvenliği sağlamakla görevli polis veya jandarma, zabıta. kolluk kuvveti * Güvenlik güçlerinin oluşturduğu birlik. kolodyum * Fotoğraf camıyapımında ve cerrahlıkta kullanılan, alkolle eter karışımı içinde sıvıdurumuna getirilen
nitroselüloz.kolofan * Hidratlıdoğal kalsiyum sülfat. kolofan * Çam sakızının damıtılmasıyla oluşan, saydam, sarırenkli reçine. koloidal * Zamk, jelâtin yapısında olan, koloit nitelikleri taşıyan. koloit * Jelâtin niteliğinde olan ve suda dağılmışızarlardan geçmemekle billûrsulardan ayırt edilen maddelerin genel
adı.kolokyum * Bilimsel bir sorunu incelemek veya siyasî, ekonomik, diplomatik sorunlarıtartışmak için yapılan akademik
toplantı, konuşu, bilimsel toplantı.
* Doçentlik sınavı.kolombiyum * Niyobyum. kolon * Sütun.
* Katlardaki döşemeleri birbirlerine bağlayan düşey boru.
* Kalın bağırsağın gödenden önceki bölümü.koloni * Sömürge, müstemleke.
* Göçmen topluluğu veya bu topluluğun yerleştiği yer.
* Bir ülkede bulunan küçük yabancıtopluluğu.
* Birlik durumda yaşayan aynıtürden organizmaların oluşturduğu topluluk.kolonya * Hafif kokulu tuvalet ispirtosu. kolonyal * Sıcağı geçirmeyen içi mantarlı bir tür şapka için kullanılır. kolonyalama * Kolonyalamak işi. kolonyalamak * Kolonya ile işlem yapmak, kolanya sürmek. kolonyalanma * Kolonyalanmak işi. kolonyalanmak * Kolonya sürmek veya sürünmek. kolonyalı * Kolonyalanmış, kolonya sürmüş. kolonyalist * Sömürgeci. kolordu * Değişik sayıda tümen ve savaşdestek birliklerinden kurulu büyük birlik. koloridye * Kolyoz balığının küçüğü. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 123
kolorimetre * Renkölçer. kolorimetri * Renk ölçme. kolostrum * Gebe kadının veya memeli hayvanların meme salgısı. kolsu ayaklılar * Erginken genellikle bir yere tutunarak yaşayan ve gövdeleri iki çenetli kabuk içinde olan deniz hayvanları. kolsuz * Kolu olmayan.
* (giysi için) Kol geçirilmemişolan.koltuğa girme * Düğün sırasında gelinin damadın koluna girmesini sağlama merasimi. koltuğa girmek * evlenmek. koltuğu doldurmak * aldığı görevi tam olarak başarabilecek yetenekte bulunmak. koltuğuna girmek (veya koltuğunun altına sığınmak) * birinin koruyuculuğuna sığınmak. koltuk * Omuz başının altında, kolun gövde ile birleştiği yer.
* Kol dayayacak yerleri olan genişve rahat sandalye.
* Eski düğünlerde güveyle gelinin konuklar arasından kol kola geçmeleri töreni.
* (yapıcılıkta) Yan destek.
* Demirledikten sonra gemiyi iskeleye, rıhtıma veya başka bir gemiye bağlayan ip.
* Koltuklama veya koltuklanma.
* Kayırma, destek.
* Kenar, tenha yer.
* Yüksek mevki, makam.
* Genel ev.
* Mısır ve buğday fidesinin yanlarından çıkan filizler.koltuk altı * Kolun omuzla birleştiği yerin altındaki çukurluk.
* Kayırma.koltuk başı * Otomobillerde koltuğun sırt bölümüne takılmışanî darbelerde boyun veya başın zarar görmesini önleyen
başlık.koltuk değneği * Ayak ve bacaklarısakat olanların yürürken koltuklarıyla dayandıklarıuzun değnek.
* Başkalarınca sağlanan yardım.koltuk düşkünü * Mesleğinden, yaptığı işten çok oturduğu makamı gözeten kimse. koltuk gözü * Sürgün ve genç dalların yaprak saplarının koltuğunda bulunan tomurcuk. koltuk kapısı * Evlerde büyük kapıdan başka küçük hizmet kapısı. koltuk kavgası * Kişiler arasında geçen, bir makama oturma mücadelesi. koltuk meyhanesi * İşlek semtlerde, yol üzerinde bulunan, az mezeyle ayaküstü içki içilen ucuz meyhane. koltuk vermek * yüzüne karşıövmek, pohpohlamak. koltukçu * Koltuk yapan veya satan kimse.
* Eski ev eşyasıalıp satan kimse.
* Koltuk meyhanesi işleten.
* Koltuğun altına elbise ve halıatıp sokak sokak dolaştırarak satan kimse.
* Yüze karşıövmeyi huy edinme.
* Düğünlerde ev düzenlenmesine yardım edip gelinle damada destek olan kimse.koltukçuluk * Koltuk yapma ve satma işi.
* Yüze karşıövmeyi huy edinme.koltuklama * Koltuklamak işi.
* Yaranmak için birine söylenen övücü söz, kompliman.koltuklamak * Koltuğu altına almak.
* Koltuğa girmek.
* Kıvanç verecek biçimde övmek, koltuklarınıkabartacak sözler söylemek, pohpohlamak.koltuklanma * Koltuklanmak işi. koltuklanmak * Övücü sözlerle koltuklarıkabartılmak, pohpohlanmak. koltuklarıkabarmak * kendine veya yakınlarına yapılan övgüden kıvanç duymak. koltuklu * Kol dayayacak yeri olan. koltukluk * Terden, giysinin lekelenmemesi için koltuk altına içten dikilen parça, subra.
* Koltuk yapmaya ve kaplamaya elverişli olan (kumaş).koltukta olmak * baskasının konuğu olup kendi masraf etmemek. kolu kanadıkırılmak * bir şey yapamayacak duruma gelmek, çaresiz kalmak. kolu uzun * Gücü yeter, sözü geçer. koluna girmek * kolunu birinin koltuğu altından geçirmek. koluna kuvvet * işyapan bir kimseye, isteklendirmek, coşturmak için söylenir. kolunda altın bileziği olmak * kazanç sağlayan bir mesleği, zanaatı olmak. kolye * Gerdanlık. kolyoz * Uskumrugillerden, uzunluğu 30-35 cm olan, Akdeniz ve Karadeniz’de yaşayan bir balık türü (Scomber
colias).kolza * Turpgillerden, yağlıtohumlu mevsimlik bitki; tohumlarından elde edilen yağ, yapay kauçuk yapımında
kullanılır (Brassica napus).kom * Ağıl, davar ağılı.
* Yayla evi.
* Bir kimseye ait küçük yerleşim yeri, koy, çiftlik.koma * Bazıhastalıklar sırasında görülen anlama, duyma ve hareketin büsbütün veya az çok kaybolmasıyla beliren
derin dalgınlık durumu.koma * Eski Yunanlılarda, eşit olmayan iki ses arasında kulakla seçilebilecek en küçük aralık. komadan çıkmak * komaya giren hasta bu durumdan kurtulmak, ölümden dönmek. komak * Bkz. koymak. komalık * Koma durumuna gelmiş. komalık etmek * döverek kıpırdamayacak duruma getirmek.
* çok sinirlendirmek.komalık olmak * çok yorulmak. komandit * Bir komandit şirket sermayesinin bir veya birçok ortak tarafından sağlanan bölümü. komandit ortaklık * Alacaklılara karşı, en az bir sınırlı, bir de sınırsız sorumlu ortağı bulunması gereken, tüzel kişiliği olan
ortaklık.komandit şirket * Bkz. komandit ortaklık. komandite * Komandit şirkette sınırsız sorumlu olan ortak. komanditer * Komandit şirkette ancak kendi koyduğu para kadar sorumlu olan ortak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 121
kolan * Hayvanın semerini veya eyerini bağlamak için göğsünden aşırılarak sıkılan yassıkemer.
* Dokuma, deri, kenevir gibi maddelerden yapılan yassıve enlice bağ.
* Yünden veya iplikten yapılmış, üzeri işli ince kuşak.kolan balığı * Mersin balığı(Acipenser sturio). kolan çekmek * kayığıkaradan halatla çekmek, yedekçilik etmek. kolan vurmak * salıncakta hızlanmak için ayakta durup vücudu doğrultarak ileriye atılırcasına hareket etmek.
* hayvanın eyer veya semerini kolana bağlamak.kolancı * Kayığıkaradan halatla çeken kimse, yedekçi. kolancılık * Kolancı olma durumu veya kolancının işi. kolay * Sıkıntıçekmeden, yorulmadan yapılabilen, emeksiz, zahmetsiz, güç ve zor karşıtı.
* Kolayca, sıkıntısız bir biçimde, basit.
* Kolaylık.kolay değil * elbette, tabiî ki. kolay gele! (veya gelsin!) * bir işyapmakta olanlara söylenen iyi dilek sözü. kolay kolay * (olumsuz cümlelerde) Kolay bir yoldan, kolayca. kolayca * Oldukça kolay olan.
* (kola’yca) Kolaylıkla, sıkıntıçekmeden.kolaycacık * Çok kolay.
* (kola’ycacık) Çok kolay bir biçimde.kolaycı * Kolaya kaçma işini yapan (kimse). kolaycılık * Kolaycının davranışı. kolayda * Kolay bulunabilir yerde, el altında. kolayıvar * çaresi var. kolayına bakmak (veya kolayına kaçmak) * bir işi yapmak için kolay ve kestirme yolu seçmek. kolayına gelmek * bir işin herhangi bir biçimde yapılmasınıdaha kolay bulmak. kolayınıaramak * bir şeyi yapmak, çözmek için gerekli kolay ve kestirme yöntemi araştırmak. kolayını bulmak * kolaylıkla yapabilmeyi sağlamak veya yapma yolunu bulmak. kolaylama * Kolaylamak işi. kolaylamak * Bir işi bitirmek üzere olmak, bir işin sonuna yaklaşmak. kolaylanma * Kolaylanmak işi. kolaylanmak * Bir işsonuna yaklaşmak, bitmek üzere olmak. kolaylaşma * Kolaylaşmak işi. kolaylaşmak * Kolay duruma gelmek.
* (engel ve güçlükler için) Ortadan kalkmak.kolaylaştırma * Kolaylaştırmak işi. kolaylaştırmak * Kolay bir duruma getirmek, güçlükleri ortadan kaldırmak.
* Bir işi sonuna yaklaştırmak.kolaylık * Kolay olma durumu.
* İşlerin kolayca yapılmasınısağlayan şey, konfor.
* Bir işi yapabilme durumu veya imkânı.kolaylık göstermek * yapabilme yolu, imkânı sağlamak. kolaylıkla * Sıkıntıçekmeden, güçlüklere uğramadan, kolayca. kolbastı * Güreşte ayağıkapılan güreşçinin, rakibinin ayağınıtutmasıyla ortaya çıkan geçersizlik durumu. kolbaşı * Herhangi bir kola başkanlık eden kimse, kol başkanı.
* Orta oyununda kolun başında olan ve kola adınıveren oyunları düzenleyen, yöneten kimse.kolbaşılık * Kolbaşı olma durumu veya kolbaşının görevi. kolcu * Bir şeyi korumak için bekleyen veya kol gezen görevli, muhafız.
* Hizmetçilere çalışacak ev bulan kimse.kolculuk * Kolcu olma durumu veya kolcunun işi. kolçak * Yalnız başparmağıayrı, diğer dört parmağı bir örülmüşyün eldiven.
* İskemlenin kol konacak parçası.
* Ceket veya gömlek kollarının kirlenmesine engel olmak için bilekten dirseğe kadar geçirilen eğreti kolluk.
* Kola geçirilen işaretli bağ, pazubent.
* Zırhın kola geçirilen parçası.
* Genellikle koltuklarda, bazen de sandalyelerde bulunan kol dayamaya yarayan kısım.
* Sadece kolun dayanmasınısağlayacak çıkıntısı olan sandalye.kolçaklısandalye * Bir kişinin oturmasına uygun olan, esas taşıyıcıkısımlarımasif malzemeden yapılan, oturma yüzeyi ve
arkalığıelâstik veya elâstik olmayan mobilya.koldaş * İşarkadaşı. koldaşlık * İşarkadaşlığı. koledok * Öd kanalı. kolej * Öğretim programında yabancı bir dil öğretimine ağırlık veren lise dengi okul.
* Bazımeslek okullarına verilen ad.kolejli * Kolej öğrencisi. koleksiyon * Öğrenme, yarar sağlama veya zevk amacıyla bir araya getirilmişve özelliklerine göre sınıflara ayrılmış
nesnelerin bütünü.
* Moda evlerinin giyimdeki yenilikleri tanıtmak için düzenlediği defilelerde gösterilen modellerin bütünü.koleksiyoncu * Koleksiyon yapmaya meraklıkimse. koleksiyonculuk * Koleksiyoncunun yaptığı iş. kolektif * Birçok kimseyi veya nesneyi içine alan; birçok kişi ve nesnenin bir araya gelmesi sonucu olan.
* Ortaklaşa.kolektif ortaklık * Bütün ortakların sorumluluğu tam ve sınırsız olan ortaklık. kolektif şirket * 343 kollektif ortaklık. kolektifleşme * Kolektifleştirmek işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 116
klişeci * Klişe yapan kimse. klişecilik * Klişe yapma işlemi veya sanatı. klişehane * Klişe yapılan yer. klişeleşme * Klişeleşmek işi. klişeleşmek * Klişe durumuna gelmek, kalıplaşmak. klitoris * Bızır. klor * Halojenlerden, atom numarası17, atom ağırlığı35,5 olan, normal sıcaklıkta gaz durumunda bulunan bir
element. KısaltmasıCl.klorhidrat * Azotlu organik bir baz ile hidroklorik asitten türeyen tuz. klorhidrik * Klorla hidrojen birleşiği olan klorhidrik asit teriminde geçer (HCl). klorik * Klordan türemişoksijenli asit olan klorik asit teriminde geçer (HCIO3). klorik asit * 343 klorik. klorlama * Klorlamak işi, klor katma. klorlamak * Mikroplardan arındırmak amacıyla suya düşük oranda klor katmak.
* Özellikle yünlü kumaşlara, ipliklere parlaklık vermek için klor gazına tutmak.
* (savaşta) İnsanlara, hayvanlara ve bitkilere zararlı olması, öldürmesi için klor püskürtmek.klorlanma * Klorlanmak işi. klorlanmak * Klorlamak işi yapılmak. klorlu * Birleşiminde klor bulunan. klorofil * Güneş ışığınısoğurarak bitkilerde karbon özümlemesini sağlayan ve bitkilere yeşil renklerini veren madde. kloroform * Renksiz, hoşkokulu, daha çok anestezide kullanılan, yatıştırıcıve uyuşturucu birleşik (CHCI3). klorometri * Klorölçer. kloroplâst * Yeşil bitkilerde hücrelerin içinde bulunan, klorofil moleküllerinden oluşan, karmaşık yapılıkromoplâst. kloroz * Kanda alyuvar sayısının azalmasından ileri gelen, genellikle genç kızlarda görülen kansızlık.
* Yaprakların sarımtırak bir renk aldığı bitki hastalığı, sararma hastalığı, sarıcalık.klorölçer * Bir sıvının içindeki erimiş bulunan klor miktarınıölçmeye yarayan alet, klorometri. klorür * Klorun, oksijen ve flüor dışındaki element veya birleşiklerle yaptığı birleşik. klorürlendirme * Klorürlendirmek işi. klorürlendirmek * Klorla birleştirmek, klorüre dönüştürmek. klorürleştirme * Bir organik molekülde, hidroksil OH grubu yerine klorür Cl getirme işlemi. klorürleştirmek * Klorürleşmek durumuna getirmek. klostrofobi * Bkz. kapalıyer korkusu. kloş * Alt tarafıçan biçiminde genişleyen (etek biçimi). klozet * Alafranga tuvalet. klüz * Kısık. know-how * 343 yöntem bilgisi. koalisyon * Çeşitli güçlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan birlik. koalisyon hükûmeti * Birçok siyasî parti veya grubun ortaklaşa kurduğu hükûmet ve yönetim biçimi, ortak yönetim. koaptör * Cebire. kobalt * Atom numarası27, atom ağırlığı59 olan, boyacılıkta kullanılan, nikel ve demire benzeyen, gümüşî renkte
bir element. KısaltmasıCo.kobalt bombası * Kobalttan veya dolaysız olarak radyoaktiflenebilen bir madenden yapılan, hekimlikte kanser tedavisinde
kullanılan bomba.kobay * Kobaygillerden, bilimsel araştırmalarda kullanılan bir deney hayvanı, Hint domuzu (Cavia porcellus).
* Deney konusu.kobaygiller * Omurgalıhayvanların memeliler sınıfına giren bir familya. kobra * Kobragillerden, Afrika ve Asya’nın sıcak bölgelerinde yaşayan, çok zehirli, kızıl, esmer ve sarırenklerde bir
yılan türü, gözlüklü yılan (Naja).kobragiller * Sürüngenler sınıfının zehirli yılanların çoğunu içine alan bir familyası. koca * Bir kadının eşi, zevç. koca * Büyük, geniş, iri.
* Kocaman.
* Yaşlı ihtiyar.
* Büyük ulu.koca bebek * Yaşından daha küçük davranışlar gösteren (kimse). koca bulmak * kız veya kadın kendisi ile evlenecek bir erkek bulmak. koca koca * Büyük büyük.
* Büyük, iri parçalar durumunda.koca kuşluk * Öğleye yakın zaman. koca yemiş * Fundagillerden, 3-6 m yükseklikte, çiçekleri beyaz veya pembe, kışın yapraklarınıdökmeyen bir ağaççık
(Arbutus uneda).
* Bu ağacın 1-2 cm çapında, kırmızırenkli meyvesi.kocabaş * İspinozgillerden, onsekiz cm uzunluğunda, sırtıkahve rengi, karnıpembe bir kuştürü (Cocothraustes
coccothraustes).
* Pancar, şeker pancarı.
* Eti, sütü ve derisinden yararlanılan sığır, manda vb. hayvanların genel adı, büyükbaş.
* Doğu Anadolu’da, yol ve tarla kenarlarında yetişen, 30-150 cm yükseklikte, iki yıllık otsu bir bitki
(Onopordon acanthium).kocabaşı * Köy ihtiyar heyetinin başı, muhtar. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 117
kocakarı * Yaşlıkadın.
* Anne.kocakarı ilâcı * Hekim olmayan kimselerin yaptıklarıveya salık verdikleri, hekimlikte kullanılmayan ilâç. kocakarımasalı * Avutucu ve eğlendirici nitelikli masal. kocakarısoğuğu * İlkbaharda belli günlere rastlayan soğuk havalar. kocakarılığıtutmak * geçimsiz, inatçı, şirret bir kocakarı gibi davranmak. kocakarılık * Kocakarı olma durumu.
* Aksi, suratsız, geçimsiz, yaşlı bir kadın gibi olma.kocalı * Kocası olan, evli (kadın). kocalık * Bir kadına koca olma durumu.
* Yaşı ilerlemişolma durumu.kocalma * Kocalmak işi. kocalmak * Yaşlanmak, kocamak. kocaltma * Kocaltmak işi veya durumu. kocaltmak * Kocamasına yol açmak, yaşlandırmak. kocama * Kocamak işi. kocamak * Yaşı ilerlemek, yaşlanmak, ihtiyarlamak. kocaman * Çok iri, büyük, koca.
* Yaşça büyük olan.kocaman kocaman * Büyük büyük, koca koca. kocamanca * Biraz kocaman, irice. kocamanlaştırma * Kocamanlaştırmak işi. kocamanlaştırmak * Kocaman duruma getirmek. kocaoğlan * Ayı. kocasız * Kocası olmayan (kadın). kocasızlık * Kocasız olma durumu. kocatma * Kocatmak işi. kocatmak * Kocaltmak. kocaya gitmek * evlenmek. kocaya kaçmak * (kız için) ailesinin izni olmadan ve nikâhlanmadan bir erkekle kaçmak. kocaya varmak * (kız, kadın) evlenmek. kocaya vermek * (kız veya kadını) evlendirmek. kocayış * Kocamak işi veya biçimi. Koç * Zodyak üzerinde Balık ile Boğa burçlarıarasında bulunan burç. Zodyak. koç * Damızlık erkek koyun.
* Sağlıklı.gürbüz genç erkek.koç * Çalıştırıcı. koç burunlu * Burnu alnıyla aynıdoğrultuda ve kemerli olan. koç katımı * Koçların güzün çiftleşmek için koyunların arasına salınması, bu işin yapıldığımevsim. koç katımıfırtınası * Koç katımı günlerinde çıkan fırtına. koç yiğit * Yakışıklı, genç ve gürbüz delikanlı. koç yumurtası * Kasaplık hayvanların erkeklik bezleri. koçak * (erkek için) Yürekli, yiğit, kabadayı.
* Eli açık, cömert.koçaklama * Halk edebiyatında biçimi ne olursa olsun, konusu yiğitlik, savaş, kahramanlık olan veya bir kahramanı
öven, kahramanlık duygularınıcanlandıran şiir, yiğitleme.koçan * Marul, lâhana gibi sebzelerde yaprakların çıktığısert gövde.
* Mısırın tanelerini taşıyan, üzeri yaprakla sarılı, püsküllü meyvesi; mısırın taneleri atıldıktan sonra kalan sert
bölüm.
* Defter biçimindeki makbuz ve biletlerin zımbalı bölümü koparıldıktan sonra cilde bağlıkalan parçası.
* Tapu senedi.koçan bağlamak * (mısır için) koçan oluşmak. koçancı * Koçan işleriyle uğraşan kimse. koçancılık * Koçancının işi. koçbaşı * XV. yüzyılın sonuna kadar kullanılan, kuşatılan bir şehrin veya kalenin sur ve kapılarınıyıkmaya yarayan,
ön tarafıkoç başına benzeyen ağır direk.koçboynuzu * Üzerine ip iliştirmeye yarayan, iki kulaklıağaç veya metal çengel. koçkar * Dövüşiçin yetiştirilmişiri koç. koçlanma * Koçlanmak işi. koçlanmak * Gelişerek koç durumuna gelmek.
* Koç gibi sert ve atak duruma gelmek, yiğitlenmek.koçma * Koçmak işi veya durumu. koçmak * Kucaklamak.
* Cinsel ilişkide bulunmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 118
koçsama * Koçsamak işi veya durumu. koçsamak * (dişi koyun) Koç istemek. koçu * Süslü bir çeşit gezme arabası.
* Direkler üzerine, yüksekte kurulmuşzahire ambarı.koçuşmak * Kucaklaşmak. kod * Bkz. kot. kodaman * İleri gelen, para veya makam sahibi kimseler için alay yollu söylenir. kodamanlık * Kodaman olma durumu. kodein * Afyondan çıkarılan ve öksürüğü kesmeye yarayan bir alkaloit. kodeks * İlâçların formüllerini gösteren resmî kitap. kodes * Tutuk evi, hapishane, karakol. kodese tıkmak * hapse sokmak. kodesi boylamak * tutuk evine girmek, hapse girmek. kodifikasyon * Düzenleme. kodlama * Bkz. kotlama. kodlamak * Bkz. kotlamak. kodoş * Gizli ve yasal olmayan cinsel ilişki öncesinde aracılık eden kimse, pezevenk.
* Bu anlamda kullanılan sövgü sözü.kodoşluk * Kodoşolma durumu. kof * Kuruyarak veya çürüyerek içi boşalmışolan.
* Boş, değersiz, bilgisiz, yetkisiz (kimse).
* Güçsüz, dermansız.kof çıkmak * bir kimsenin bilgisiz, değersiz, işe yaramaz biri olduğu anlaşılmak. kofa * Hasır otu, saz, kamış, kiliz. kofalık * Kofanın çok bulunduğu yer. kofana * Lüfer balığının irisi. koflaşma * Koflaşmak işi. koflaşmak * Kof, değersiz bir duruma gelmek. kofluk * Kof olma durumu.
* İçi boşyer.
* Bilgisizlik, ahmaklık.
* Güçsüzlük, dermansızlık.kofra * Bina girişlerinde elektrik şebeke hattınısigorta sistemi ile düzenleyen kutu. koful * Bitki hücreleri yaşlandıkça plâzmalarında oluşan ve içi hücre suyu ile dolu bulunan boşluk. koğ * Kov. koğalamak * Kovalamak. koğalanmak * Kovalanmak. koğcu * Kovcu. koğculuk * Kovculuk. koğdurmak * Kovdurmak. koğma * Kovma. koğmak * Kovmak. koğulmak * Kovulmak. koğuş * Kışla, okul, tutuk evi, hastahane gibi kalabalık yerlerde, içinde birçok kimsenin yattığıveya barındığı büyük
oda.
* OsmanlıDevletinde devşirilen çocuklara acemi ocağında eğitim ve öğretimin verildiği, birbirini izleyen
yedi oda.Koh * “Verem basili (mikrobu)” anlamına gelen Koh basili teriminde geçer. Koh basili * Verem hastalığına yol açan bir basil (mikrop). kohenit * Gök taşlarında bulunan demir, nikel ve kobalt karbür. kohezyon * Bkz. yakınlık derecesi.
* Moleküller arasındaki çekim kuvveti.kok * Maden kömürünün damıtılmasıyla elde edilen, birleşiminde kömürden çok daha az oranda uçucu madde
bulunan katıyakıt, kok kömürü.kok kömürü * Kok. koka * İki çeneklilerden, çiçekleri küçük ve sarımtırak, zeytine benzer meyvesi kırmızırenkte olan, yapraklarından
kokain çıkarılan, en çok Peru’da yetişen bir bitki (Erytrroxylon coca).
* Bu bitkinin yapraklarından çıkarılan madde.kokain * Koka yapraklarından çıkarılan uyuşturucu bir alkaloit. kokainci * Kokain üreten, içen veya satan kimse. kokainman * Kokain bağımlısı olan kimse. kokainoman * Burnuna kokain çekme akışkanlı gı olan (kimse). kokainomani * Kokain bağımlısı olan kimse. kokak * Kötü, pis kokan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 119
kokak ağaç * Aylandız (Ailanthus glandulosa). kokar ağaç * Uzak doğuda yetişen, pis kokulu, büyük ağaç (Ailantthus). kokarca * Et oburlardan, orta boyda, kendini korumak için düşmanına pis bir sıvıfışkırtan, ince uzun bir kürk
hayvanı(Mustela putorius).kokart * Asker şapkalarına takılan ve rengi uluslara göre değişen işaret.
* Belli bir topluluğa özgü olan işaret.kokartlı * Kokardı olan (kimse). kokbit * 343 kokpit. koket * Yosma. koketlik * Koket olma durumu. koketri * Sevimlilik, hoşluluk, süs düşkünü. kokimbit * Hidratlıdoğal demir sulfat. koklama * Koklamak işi. koklamak * Kokusunu duymak için bir şeyi burnuna yaklaştırmak veya bir yerin havasını içine çekmek, koku almak. koklaşma * Koklaşma işi. koklaşmak * Birbirini koklamak.
* Anlaşmak, birbirini sevmek.koklaştırma * Koklaştırmak işi. koklaştırmak * Koklaşmak işini yaptırmak. koklatma * Koklatmak işi. koklatmak * Koklamak işini yaptırmak.
* Yararlandırmak, biraz vermek.
* (olumsuz biçimiyle) Hiç vermemek.koklayış * Koklamak işi veya biçimi. kokma * Kokmak işi. kokmak * Koku çıkarmak.
* Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokuşmak.
* Olacağıyla ilgili belirtiler göstermek, olacağıhissedilmek.
* Koklamak.kokmuş * Çürüyüp bozularak kötü kokan, kokuşuk.
* Yerinden kımıldamaya üşenen, tembel, miskin.
* Çok bilinen, değersiz, önemsiz anlamında küçümseme sözü.kokona * Hristiyan kadınlarına verilen ad.
* Süsüne düşkün kadın.kokona gibi * çok süslü yaşlıkadına benzer biçimde. kokoreç * Şişe sarılarak korda kızartılan, kekikli kuzu bağırsağı. kokoreççi * Kokoreç yapan veya satan kimse. kokoreççilik * Kokoreççinin işi veya mesleği. kokoroz * Mısır.
* Sivri uçlu uzun şey.
* Çirkin kimse.kokorozlanma * Kokorozlanmak işi veya durumu. kokorozlanmak * Göz korkutmak, meydan okumak. kokot * Aşüfte. kokoz * Parası olmayan, züğürt. kokozlanma * Kokozlanmak işi. kokozlanmak * Parasınıtüketmek, parasız kalmak. kokozluk * Parasız, züğürt olma durumu. kokpit * Uçaklarda uçak mürettebatına ayrılan ve uçağın ön kısmında bulunan yer. kokteyl * Türlü içkiler karıştırılarak yapılan içki.
* İçkili toplantı.koku * Nesnelerden yayılan küçücük zerrelerin burun zarıüzerindeki özel sinirlerde uyandırdığıduygu.
* Güzel kokmak için sürülen esans.
* Belirti, işaret.koku alma duyusu * Koklama. koku alma organı * Burun. kokucu * Koku yapan veya satan (kimse). kokulandırma * Kokulandırmak işi.
* Özel bir koku vermek için bir ürüne kokulu bir madde katarak arıtma işlemi.kokulandırmak * Özel bir koku kazandırmak. kokulanma * Kokulanmak işi. kokulanmak * Koku sürünmek. kokulu * Kokusu olan.
* Güzel kokan.kokulu çayır otu * Buğdaygillerden, çayırlarda yetişen, hayvanlar için iyi bir yem olan ıtırlı bitki (Anthoxanthum odoratum). kokulu kiraz * 343 idris ağacı. kokulu sabun * Yapılırken içine koku maddesi katılmışsabun. kokurdan * Kalkerli ve karstik özelliği ağır basan yerlerde çukurlukları bol, engebeli arazi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 120
kokusu çıkmak * (gizli tutulan bir iş) anlaşılmak. kokusu sinmek * (insan veya nesnede) bir kokunun etkisi kalmak. kokusunu (veya koku) almak (veya duymak) * bir nesnenin kokusunu algılamak.
* gizli tutulan bir şeyi sezmek.kokusuz * Kokusu olmayan. kokuş * Kokmak işi veya biçimi. kokuşma * Kokuşmak işi. kokuşmak * Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokmak, taaffün etmek.
* (kişi, toplum vb. için) Bozularak özelliğini yitirmek, tefessüh etmek.
* Koklaşmak.kokuşturma * Kokuşturmak işi veya durumu. kokuşturmak * Kokuşmasına sebep olmak. kokuşuk * Kokuşmuş, bozulmuşolan, müteaffin.
* Kokmuş.kokutma * Kokutmak işi. kokutmak * Hoşolmayan bir koku bırakmak.
* Bozulup kokmasına sebep olmak, kokuşturmak.
* Bir işi uzatarak çıkmaza sokmak.kol * İnsan vücudunda omuz başından parmak uçlarına kadar uzanan bölüm.
* (koyun, dana, kuzu vb. için) Ön ayağın üst bölümü.
* Giysinin kolu saran bölümü.
* Ağaçlarda gövdeden ayrılan kalın dal.
* Makinelerde tutup çevirmeye veya çekmeye yarayan ağaç veya metal parça.
* Bazıçalgıların elle tutulan sap bölümü.
* Bir koltukta, bir divanda kol dayamaya yarayan parça.
* Bir şeyin ayrıldığı bölümlerden her biri, dal, kısım, branş.
* Güvenliği sağlamak amacıyla dolaşan polis, jandarma veya asker topluluğu, karakol, devriye.
* İştakımı, ekip, grup.
* Kanat kol.
* Dizi, düzen.
* Bir halat oluşturan bükülmüşlif demetlerinden her biri.kol akımı * Bir elektrik akımına yol olan bir devrenin, iki noktasıarasına eklenen ikinci bir devre üzerindeki akım. kol atmak * (bitki için) gövdesinden ayrılan bir dal bir yöne uzanmak.
* çevreye yayılmak, genişlemek, ulaşmak, uzanmak.kol bağı * Kadın bileziği. kol böreği * Yufka bölünmeden uzunca sarılarak tepsiye döşenen bir börek türü. kol değirmeni * Bulgur, yarma, kahve gibi tahılların öğütülmesinde kullanılan, kol gücü ile çalışan taşdeğirmen. kol demiri * Bir kapıyıkapadıktan sonra. dışarıdan açılmaması için arkasına vurulan demir destek. kol gezmek * güvenlik amacıyla dolaşmak.
* (kötü durum ve davranışlar için) çokça olmak.
* dolaşmak.kol kanat olmak (veya germek) * yardım etmek, korumak, himaye etmek. kol kapağı * Giysi ve gömlek kolunun bileği örten bölümü. kol kemiği * Kolun omuz başından dirseğe kadar olan bölümündeki tek ve uzun kemik, pazıkemiği. kol kola * Yan yana ve kollarını birbirine geçirerek. kol nizamı * Mangaların yan yana değil de arka arkaya yürüme durumu. kol saati * Bileğe takılan saat. kol uzatmak * yayılmak, ulaşmak. kol vermek * destek olmak. kol vurmak * dolaşmak. kola * Çamaşır kolalamakta kullanılan özel nişasta.
* Kâğıt veya bez yapıştırmakta kullanılan kaynatılmışnişasta bulamacı.
* Kolalama.kola * Kolagillerden, Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen ve kola cevizi adıyla anılan, çekirdekleri kahveden daha
uyarıcı olan bazı içeceklerde ve hekimlikte kullanılan bir bitki (Cola acuminata).
* Bu bitkinin yaprağından çıkarılan kokulu bir maddeyle kokulandırılan ve içine şeker, karbonat katılarak
yapılan içecek.kola cevizi * Kola bitkisinin çekirdeği. kola çıkma * Kamu düzeninin korunması için, kolluk kuvvetlerinin bir şehir çevresinde atla dolaşmaları. kola çıkmak * Kamu düzeninin korunması için, kolluk kuvvetleri bir şehir çevresinde atla dolaşmak. kolacı * Geçimini giysilere, bazıörtü, çarşaf gibi şeylere kola yaparak sağlayan kimse.
* Bu işlerin yapıldığıyer.kolacılık * Kolacının işi veya mesleği. kolaçan * Herhangi bir amaçla çevreyi dolaşıp pek belli etmeksizin gözden geçirme. kolaçan etmek * çevrede olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak.
* bir şeye öğrenmek amacıyla kısaca bakmak, göz atmak.kolagiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, büyük ve küçük kola ağaçları gibi birçok türü içine alan bir bitki
familyası.kolağası * Osmanlı ordusunda, yüzbaşı ile binbaşıarasında yer alan rütbe. kolağzı * Giysi kolunun uç bölümü. kolâj * Kumaş, tahta gibi malzemelerle yapılan, kâğıt veya kartona yapıştırılan resim veya kompozisyon. kolalama * Kolalamak işi, kola. kolalamak * Sert ve parlak olması için gömlek, örtü gibi şeyleri, içinde kola eritilmişsuya batırıp ütülemek. kolalanma * Kolalanmak işi. kolalanmak * Kolalamak işi yapılmak veya kolalamak işine konu olmak. kolalatma * Kolalatma işi. kolalatmak * Kolalamak işini yaptırmak. kolalayış * Kolalamak işi veya biçimi. kolalı * İçinde kola bulunan.
* Kolalanmış.
* Kolalanarak kullanılan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 114
kişi zamiri * Kişilerin yerine kullanılan zamir. kişiler arası * Bütün insanları göz önüne alan. kişiler arası ilişki * Bireyler arasındaki toplumsal etkileşim veya karşılaşma. kişileşme * Kişileşmek işi. kişileşmek * Kişilik kazanmak. kişileştirme * Cansız varlıklarıveya hayvanları insanmışgibi gösterme, canlandırma sanatı, teşhis. kişilik * Bir kimseye özgü belirgin özellik; manevî ve ruhî niteliklerinin bütünü, şahsiyet.
* İnsanlara yakışacak durum ve davranış.
* Bireyin toplumsal hayatı içinde edindiği alışkanlıkların ve davranışların bütünü.
* Herhangi bir kişi için, herhangi bir kişiye yetecek miktarda.
* Herhangi bir sayıda kişiden oluşan.
* Bayram gibi önemli günlerde veya konukların yanına çıkarken giyilen yeni giysi, yabanlık, adamlık.kişilik dışı * Kişisel olmayan, gayrişahsî. kişilik kazanmak * bir kişinin öz yapısı, kişiliği belirginleşmek. kişilikli * Kişiliği olan, şahsiyetli. kişiliksiz * Kişiliği olmayan, şahsiyetsiz. kişioğlu * İnsanoğlu, insan.
* Soylu kimse.kişisel * Kişi ile ilgili, kişiye ilişkin, kişinin kendi malı olan, şahsî, zatî. kişiye özel * Sadece o kişiye ait, o kişi tarafından kullanılabilen (şey). kişizade * Soylu. kişmirî * Çekici, albenili.
* Esmer.kişmiş * Küçük taneli bir tür çekirdeksiz siyah üzüm. kişneme * Kişnemek işi veya sesi. kişnemek * (at için) Bağırmak. kişneyiş * Kişnemek işi veya biçimi. kişniş * Maydanozgillerden yapraklarımaydanozu andıran, 20-60 cm yükseklikte, tüysüz, bir yıllık ve otsu bir bitki
(Coriandrum sativum), kara kimyon.
* Bu bitkinin baharat olarak kullanılan kurutulmuşmeyvesi veya tohumu.kişnişşekeri * İçinde bir kişniştanesi bulunan ufak şeker. kit * Macun. kitaba (veya kitabına) uydurmak * kanun olmayan bir işi hile, düzen vb. ile kanuna uygun gibi göstermek. kitaba el basmak * kutsal kitap üzerine elini koyarak ant içmek. kitabe * Taş, mermer vb.gibi sert cisim üzerindeki oyma veya kabartma yazı, tarih, yazıt. kitabet * Yazmanlık, kâtiplik.
* Kompozisyon, tahrir.kitabıkapamak * herhangi bir konu ile ilgiyi kesmek. kitabî * Kitapla ilgili; kitaba uygun.
* Kitaba bağlıkalan, özgür düşünemeyen (kimse).
* Düzgün, dil bilgisi kurallarına uygun (anlatım).kitap * Ciltli veya ciltsiz olarak bir araya getirilmiş, basılıveya yazılıkâğıt yaprakların bütünü.
* Herhangi bir konuda yazılmışeser.
* Kutsal kitap.kitap açacağı * Sayfalarının bir veya iki kenarıkatlı olan kitaplarıaçmak amacıyla kullanılan, tahta, fil dişi, gümüşgibi
maddelerden yapılan araç.kitap dolabı * Ön yüzü açık, yatay ve dikey bölümleri olan bazıtürlerinde çekmece de bulunan, kitap koymaya yarayan
mobilya.kitap ehli * Dört kutsal kitaptan birine inanan, iman eden, bağlanan kimse. kitap evi * Kitap satılan yer, kitapçıdükkânı. kitap kurdu * Kitaplarıyiyerek zarar veren bir böcek.
* Çok kitap okuyan kimse.kitap sarayı * Halkın yararlanması için kurulmuş büyük kitaplık. kitapça * Kitabın yazdığına göre. kitapçı * Kitap satan veya kitap bastırıp satan kimse. kitapçılık * Kitap bastırma veya satma işi. kitaplaştırma * Kitaplaştırmak işi. kitaplaştırmak * Kitap durumuna getirmek, kitap olarak yayımlamak. kitaplık * Kitapların yerleştirildiği raflardan oluşan mobilya, kütüphane.
* Kuruluşamaç ve görevine uygun kitap, film, plâk gibi her türlü düşünce ve sanat ürününü toplayan,
düzenleyen ve genel olarak ilgilenen okurlara sunan kuruluş, kütüphane.
* Kitap yapmaya elverişli.
* Herhangi bir sayıda veya kitap olabilecek kadar.
* Belli bir sayıda kitabı olan.
* Evlerde ve işyerlerinde içinde kitapların bulunduğu oda.kitaplık bilimci * Kitaplıklarda işlerin yürütülmesini sağlayan, kitaplık bilimi öğrenimi görmüşkimse, kütüphaneci. kitaplık bilimi * Kitap sayısınıçoğaltmanın, kataloglayıp sınıflandırmanın ve okuyucularıkitaptan yararlandırmanın
yollarını, kurallarını belirten bilim dalı, kütüphanecilik.kitaplık görevlisi * Kütüphanecilik öğrenimi görmemişolan ve bir kitaplıkta bilimsel işler dışında kalan işleri yürüten kimse,
hafızıkütüp.kitapsever * Öz ve biçim yönünden iyi nitelikli kitaplarıseçen, kitaba tutkuyla bağlıkimse, bibliyofil. kitapseverlik * Kitapsever olma durumu. kitapsız * Kitabı olmayan.
* Dört kutsal kitaptan (Kuran, İncil, Zebur, Tevrat) hiçbirine inanmayan, dinsiz.
* Zalim, insafsız.kitapta yeri olmak * din veya yasa kitaplarında bulunmak, konusu geçmek. kitara * Bkz. gitar. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 115
kitaracı * Kitara çalan kimse. kitin * Eklem bacaklıların ve kabukluların örteneğini oluşturan, dayanıklıve esnek organik madde; bazımantar ve
likenlerde de rastlanır.kitle * İnsan topluluğu.
* Kütle.kitle haberleşmesi * Kitle iletişimi. kitle iletişimi * Genişdağınık insan topluluklarının, aynızamanda, örgütlenmiş bir kaynaktan iletilen haberlere veya
uyarılara maruz kalması, birtakım kaynaklardan elde edilen bilgi ve haberlerin değişik araçlarla genişhalk
topluluklarına yaygın olarak duyurulması.kitlemek * Kilitlemek. kitli * Kilitli. kitre * Gevenden çıkarılan bir tür zamk, kestere. kivi * Kivigillerden, kanatlarıküt olduğu için uçamayan, bacakları güçlü, Yeni Zelanda’da yaşayan bir kuş,
apteriks (Apteryx australis).kivi * Kahverenkli tüylü kabuğu soyularak yenen yeşil renkli sulu, C vitamini bakımından zengin meyve. kivigiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. kiyanus * Doğada serbest olarak bulunmayan, fakat birçok cismin birleşimine giren, karbon ve azottan oluşan bir
gaz.kiyaset * Akıllıca davranış, akıllılık. kizir * Köy muhtarıyardımcısı; köy kâhyası; köy bekçisi. klâkson * Korna. klâkson çalmak * korna çalmak. klân * Boy. klâpa * Yakanın göğüse doğru inen devrik bölümü. klâpe * Bir pompada, bir körükte, bir motorda, bazımüzik araçlarında vb. de bir akışkanın geçmesini sağlamak
veya engellemek üzere bir eksen etrafında yaptığı açval hareketle açılıp kapanan bir kapak.klârnet * Tahtadan, metal perdeli, orkestrada önemli yeri olan bir üflemeli çalgı. klârnetçi * Klârnet çalan kimse. klâs * Sınıf.
* Üstün nitelikli, üstün yetenekli.klâsik * Eski Yunan ve Roma çağıdili ve sanatı ile ilgili olan.
* XVll.yüzyıl Fransız dili, sanatıve yazarları ile ilgili olan.
* Üzerinde çok zaman geçtiği hâlde değerini yitirmeyen, türünde örnek olarak görülen (eser veya sanatçı).
* Sanatta kuralcı.
* Alışılmışolan, yenilik getirmeyen, geleneksel.
* Eski Yunan, Roma veya XVII. yüzyıl Fransız sanatıyla ilgili sanatçıveya eser.klâsikleşme * Klâsikleşmek işi. klâsikleşmek * (herhangi bir sanat, sanatçı, eser) Klâsik duruma gelmek, zamana karşıdeğerini yitirmemek.
* Alışılmışdurumda kalmak, bir yenilik, özellik getirmemek.klâsiklik * Klâsik olma durumu. klâsisizm * Eski Yunan, Roma sanatından, edebiyatından kaynaklanan, XVll. yüzyılda Fransa’dan yayılan sanat ve
edebiyat çığırı.klâsman * Bölümleme, sınıflama, tasnif. klâsör * İçinde belli bir sıraya göre kâğıtlar konacak bölmeleri olan dosya veya dolap, musannif, cilbent, sıralaç. klâvsen * Klâvyeli ve telli bir çalgı. klâvsenci * Klâvsen çalan kimse. klâvye * Parmaklarla hareket ettirilen piyano ve org gibi çalgılarda veya yazıve hesap makinelerinde değişmez bir
eksen çevresinde inip kalkabilen, istenilen işe göre düzenlenmiş bazımekanizmalarıçalıştıran kaldıraç kollarının, tuş
sıralarının bütünü.klâvyeli * Klâvyesi olan. kleptoman * Kleptomaniye yakalanmışkimse. kleptomani * Dayanılmaz bir ruhsal dürtüyle, kişinin hırsızlık yapma ihtiyacıduyması ile beliren hastalık. klerikalizm * Dinin ve din kurumlarının toplum hayatının çeşitli kesimlerindeki yerini güçlendirmeyi amaçlayan
toplumsal, ekonomik akım, din erkçilik.klik * Hizip. klikçi * Hizipçi. klikleşme * Hizipleşme. klikleşmek * Hizipleşmek. klima * Soğuk veya sıcak hava verme yoluyla kapalı bir mekânın havasınıdeğiştiren araç, iklimleme aracı. klimatolog * İklim bilimci. klimatoloji * İklim bilimi. klinik * Hasta bakılan yer.
* Hekim olacak öğrencilerin hasta başında uygulamalı olarak ders gördükleri hasta koğuşu.
* Vücut muayenesinde görülen (hastalık belirtisi).klinker * Çimento yapımında fırından ezilmeden çıkan pişirme ürünü. klinometre * Eğimölçer. klip * Görüntüleme. klips * Yaylı bir pensle tutturulmuşküpe, iğne vb. kliring * Dışticarette, iki ülke arasında yapılan alışverişin karşılıklı olarak malla ödenmesi, takas. klişe * Baskıda kullanılmak amacıyla, üzerine kabartma resim, şekil, yazıçıkarılmışmetal levha.
* Basma kalıp (söz, görüşvb.).